Konu Başlığı: Hadisin neşri ve hadis ile fıkhı birleştirme Gönderen: Sümeyye üzerinde 16 Şubat 2011, 19:04:48 2. HADİSİN NEŞRİ VE HADİS İLE FIKHI BİRLEŞTİRME FAALİYETİ Şah Veliyyullah Dihlevî’nin Hind yarımadasında gerçekleştirdiği en önemli faaliyetlerinden bir diğeri, hadisin bu bölgede yer etmesini, yayılmasını sağlamak, hadis derslerini ihya etmek, bu büyük ilme özel bir önem vermek olmuştur. Bu konuda vermiş olduğu eserler, son derece ciddî ve büyük araştırmalar sonucu yapılmış çalışmalardır. Bu eserler, onun tecdid hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Zaten onun hadise dair olan ilmi, ilim alemindeki üstünlüğünü belirleyen kıstaslardan biri sayılmış ve o, “muhaddis” olarak nitelenir olmuştur. Şah Veliyyullah Dihlevî’nin hadise ayrı bir önem vermesinin iki temel sâiki vardır. Birincisi hadisin onun nazarmdaki yeridir. Ona göre hadis, bütünyakînî ilimlerin esası ve başıdır, dinî ilimlerin temeli olması bakımından en az Kur’ân kadar önemlidir. [16] İkinci olarak o, mevcut fiilî durumun tasfiyesi için sünnete başvurmayı zorunlu görmektedir. Her asırda ıslahatçıların, ümmetin gidişatını değerlendirmek, sapmaları tesbit etmek için kıstas olarak başvuracakları vazgeçilmez asıl hadistir. O, inançta, amelde ve ahlâkta Kitap ve sünneti kıstas olarak almadıkça gerçek bir kemâl halinin gerçekleşemeyeceğine inanır. İtidal hali, ancak sünnet vasıtasıyla korunabilir. Eğer sünnet yolu terkedilir, peygamberi yönlendirmelere sırt çevrilirse, ümmet ifrat ya da tefrite düşer, denge bozulur. “Andolsun ki, Rasûlullah’ta, sizin için en mükemmel bir örnek vardır.” [17] âyetinde de ifade edildiği gibi, insanlar için sunulan fiilî örneğin ihmal edilmesi, dinî hükümlerin hayata tatbikini imkânsız kılar. İşte sünnetin bu özelliğinden dolayı Şah Veliyyullah Dihlevî, ona ayrı bir önem vermiş ve hadisin neşrine, ders olarak okutulmasına özel bir ilgi göstermiştir. Tecdîd ve ıslâh hareketine girişen herkes için durum aynı olmuş, onlar da faaliyetlerini sürdürürken hadis kitaplarına büyük önem vermişlerdir. Çünkü bidat ve hurafelere, cahiliye dönemi âdetlerine karşı savaş açmak, gerçek dine, saf İslâm’a davette bulunmak durumunda olan herkes için, hadis en temel esastır ve bu işi onsuz yapmak mümkün değildir. Hicrî onikinci asır ve daha öncelerine baktığımız zaman Hind kıtasının hadisle fazla ilgisi olmadığım görmekteyiz. Arap hakimiyetinin sona ermesi ve kıtanın Gazneli, Gurlu hükümdarların egemenliğine girmesi sonucu, hadis ilmi unutulmaya yüz tutmuş ve insanlar şiir, ilm-i nücûm, riyazi ilimlere yönelmişler, dinî ilimler’den de fıkıh ve fıkıh usûlü rağbet görmüştür. Fıkhın hadise arzedilmesi, ona vurulması gibi bir endişe duyulmamıştır. Hadis ilmine olan ilgisizlik asırlar boyu devam etmiştir. Hatta altı sahih hadis kitabını ve onların müelliflerim, bu ilim dalının meşhur simalarını dahi bilmemektedirler. Bütün bildikleri es-Sağânî’nin Meşâriku’l-envâr’ıdır. Eğer bir kimse, el-Bağâvî’nin Mesâbîhu’s-sünne’sine, ya da Mişkâtu’l-mesâbîk’e ulaşmışsa, kendisini “muhaddis” derecesine ulaşmış görürdü. Buralarda genelde felsefe ve tasavvuf revaçtadır. Mutasavvıfların sözlerini içeren kitaplar yayılmıştır ve bunların muhtevalarının sahih hadislerle tevsiki gibi bir ihtiyaç da bulunmamaktadır. Sûfiyye arasında selam secdesi, kabirlerin mescid edinilmesi, orada mumlar yakılması, etrafının kutsal sayılması ve adeta Kabe gibi tavaf edilmesi, çeşitli merasimlerin yapılması, Allah’tan başkası adına adakta bulunma, evliya adına kurban kesme, oruç tutma.., gibi bir ucu şirke varan pek çok bidat yaygın halde bulunuyordu. İşte böyle bir ortamda Şah Veliyyullah Dihlevî’nin ortaya çıkması, bidat ve sünneti birbirinden ayırmak için mücadele etmesi ve bunun için de hadis ilmine önem vermesi makul ve yerinde bir hareket olmuştur. Daha onuncu hicrî asırdan başlayarak hadis ilmine önem verilmeye başlaması, ancak bu ferdî çabaların gereken ilgiyi toplayamaması, bu konuda müceddid birine ihtiyacı ortaya çıkarmıştı. Şah Veliyyullah Dihlevî, yaptığı çalışmalar ve oluşturduğu ilgi ile beklenilen sima olmuştu. Bundan böyle hadis ilmi, öğrenim yılları sırasında okutulmakta olan mukarrar dersler arasına girmiş, fazilet ve kemalin göstergesi haline gelmişti. Hadis-i şerif okutmak üzere müstakil ilim halkaları oluşmaya başlamış, altı hadis kitabının, özellikle de Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî’nin okutulması yaygın bir hal almıştır. Halkın istifadesini sağlamak için hadis kitapları tercüme edilmiştir. Bütün bu faaliyetler sonucunda Hindistan, hadis ilminin merkezi haline gelmiştir. Reşid Rıza’nın şu sözleri bu gerçeği şöyle ifade eder: “Eğer zamanımızda Hint uleması kardeşlerimizin hadis ilmine gösterdikleri ilgi olmasaydı, bu ilmin şark illerinde sonu kesilmişti. Mısır, Şam, Irak, Hicaz’da hicrî onuncu asırdan beri zayıflamıştır. Hatta on dördüncü asrın ilk başlarında bu zayıflık son noktasına ulaşmıştır.”[18] Hindistan’da ihyasına çalışılan dinî hayatı, kesif bir bidat sisi bürümüş, cahiliye ananeleri, gayrimüslimlere ait dinî hava egemen hal almışken, gayrı İslâmî nişaneler (şeâir) revaçta iken ilim mahfillerinde Yunan felsefesi, âlet ilimleri, belagat, kelâmın, şer’î ilimler adına da sadece fıkıh ve fıkıh usulü okutulması ve bunlarda kılı kırk yararcasma durulması, fıkhın hadisle desteklenmesi gibi bir kaygı duyulmaması doğrusu kabul edilebilir değildi. Şah Veliyyullah Dihlevî, böyle bir tavrı hazmedemiyordu. Ona göre herşeyin başı Kitap ve sünnetti. Dolayısıyla eğer maksat ilimse, işe bunlardan başlamak gerekirdi. Maksat da bunlarla amel etmekti. Eğer kendi anlayışımızla amel etme imkânımız varsa bu ikisiyle yetinebilirdik. Yok, anlayışımız yeterli değilse, o zaman bizden önceki ulemanın anlayışından yararlanma yolunu tutabiliriz. Onlardan sünnete daha uygun, daha açık, daha münasip gördüğümüz görüşleri alabiliriz. Âlet ilimleriyle uğraşırken, onların nihayet bir araç olduklarını, hiçbir zaman amaç haline gelmemesi gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. [19] Şah Veliyyullah Dihlevî’nin Hadis Hinine Hizmetleri: Şah Veliyyullah Dihlevî, Hicaz’dan döndükten sonra hadis ilmine özel bir itina göstermeye başladı ve Rahîmiyye medresesesi, çok sürmeden hadis ilmi taliplerinin toplandığı bir merkez haline geldi ve asırlar sonra ilk kez Hindistan hadis sahasında önemli bir yer kazandı, Yemen’le boy ölçüşür hale geldi, hatta şöhreti Hicaz’ı bile tutmaya başladı. Hadis alanında değerli eserler yazdı. Bunlara eserleri bahsinde yer verilecektir. Şah Veliyyullah Dihlevi’nin Mezhep Anlayışı Ve Fıkıh İle Hadisi Birleştirme Başarısı: Şah Veliyyullah Dihlevî zamanında, fıkıh ve hadis ilimleri, dünyanın hemen her yerinde birbirinden ayrılmış durumdaydı. Mezhepler iyice yerleşmiş ve esnekliğini tamamen yitirmişti. Mezheplerin, kırılabilen, fakat asla esnemeyen, uzamayan sert kalıpları vardı. Herkes kendi mezhebinin yüzde yüz doğruluğuna inanırdı. Bir fakihin hadise tabi olması, ulemanın gazabını çekmek için yeterli idi. İşte böyle bir ortamda Şah Veliyyullah Dihlevî, hadise özel bir önem vermekle, son derece önemli bir tecdid başarısında bulunmuştur. O, önce hadisle fıkhı birleştirme, sonra da dört mezhebin arasını bulma ve bunları birbirlerine yaklaştırma gayreti göstermiştir. Hint kıtasında Şah Veliyyullah Dihlevî’den önce fıkıh ile hadis arasını bulma, mezhepleri hadis temeli üzerinde birleştirme gibi bir gayreti daha görmemekteyiz. Şah Veliyyullah Dihlevî, Hanefî olarak yetişmişti. Sonra Hicaz’a gidişinde orada genelde Şafiî olan âlimlerden okumuş ve böylece Şafiî mezhebinin usul ve kaidelerini de öğrenmişti. Hicazda bulunması sebebiyle Maliki ve Hanbelî mezheplerini de tanıma fırsatı buldu. Uzun süre tarihî, coğrafi, siyasî, içtimaî sebeplerden dolayı Hindistan âlimleri arasında böyle bir fırsatı ele geçiren olmamıştı. Bu özelliğiyle o, dört mezhebi rahatça karşılaştırma imkânını elde etti. Öbür taraftan o, yaratılıştan sahip olduğu uzlaştırıcılık, birleştiricilik, dengecilik, ufku genişlik gibi m eziyeti eriyle ayrılığa ve dağınıklığa değil, birleştirmeye ve telife taraftardı. Bunun için de, daha Hicaz’a gitmeden önce fıkıh ile hadisi birleştirmeye meyletmiş, muhaddis fakihlerin yolundan gitmeye, onların yaklaşımlarını izlemeye azmetmişti. Bu konuda şöyle demektedir: “Dört mezhebi ve onların usûllerini inceledikten, dayandıkları hadisleri gördükten sonra, gaipten gelen bir işaret ve nurla aynı zamanda hadis âlimi olan fakihlerin yolundan gitmeyi uygun gördüm ve buna azmettim.” [20] [17] Ahzâb: 33/21. [18] Miftâhu Künûzi's-sünne'ye yazdığı mukaddimede (s. Kâf) [19] Bkz. et-Tefhîmâtu'1-ilâhiyye, 1/214-215. [20] el-Cüz'ü'1-latîf fi tercemeti el-Abdi'd-Daîf, s. 4'den. |