๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 16 Şubat 2011, 18:09:10



Konu Başlığı: Hadis ilimleri sahasında ulemânın telifi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 16 Şubat 2011, 18:09:10
Hadis İlimleri Sahasında Ulemânın Telifi:

 

Ulemâ -Allah onlara rahmet etsin!-, pek çok alanda mana­sı bilinmeyen konulan aydınlatıcı, zor yerleri kolaylaştırıcı kitap­lar yazmışlardır. Hadis ilimleri içerisinde kabuk durumunda olana en yakını, onların şahinlik, zayıflık, garîblik ve müstefizlik gibi yönlerinin bilinmesidir. Hadis sarraf ve hafızlarından birçoğu bu işi üstlenmiş ve bu konuda eserler vermişlerdir.

Bu kabuk ilminden sonra, hadislerde geçen garîb kelimelerin manalarının bilinmesi, müşkül yönlerinin ortaya konulmasına dair ilim gelir ve bununla da Arap dili ve edebiyatında mütehassıs olan âlimler uğraşmışlardır. Bu ilimlerden sonra hadislerin içermiş olduğu şer’î manaları bilmek, onlardan fer’î hükümler çıkarmak, nassla beyan edilmiş hükümler üzerine kıyas yapmak, îmâ ve işaret  yollarıyla  istidlallerde  bulunmak, mensûh [55], muhkem [56], mecrûh [57] ve mübrem [58] olanı bilmeye dair ilim gelir. Bu da, bütün ulemâya göre öz ve sedef içerisindeki inci mesabesinde olmaktadır ve bununla da ehl-i tahkik olan fakîhler uğraşmışlar­dır.

 

Hadis İlimlerinin En Üstünü:
 

Bence bütün hadis ilimleri içerisinde en zoru, kök itibarıyla en derinde olanı, şerefçe en yükseği, gördüğüm kadarıyla şer’î ilimlerin en başta geleni, mertebece en üstte olanı, miktarca en bü­yüğü “Hikmet-i teşri” ilmidir. Bu ilim, şer’î hükümlerin hikmetle­rinden, onların gerekçelerinden, amellere has özelliklerden ve içer­dikleri sırlardan bahseder. Bu, -Allah’a yemin ederek söylüyo­rum- ilimler içerisinde, kabiliyetli kimselerin en kıymetli vakitle­rini harcamasına ziyadesiyle layık olanıdır. Onlar, Allah’ın kendi­lerine farz kıldığı yükümlülükleri yerine getirdikten sonra kalan bütün vakitlerini buna ayırsalar, bu onlara âhiret için bir azık olur. Zira bu ilim sayesinde insan, şeriatın ruhunu kavrar ve onun ne getirmiş olduğunun şuuruna varır. Bunun sonucunda o kimse­nin şeriat ile olan ilişkisi, aruz söyleyenin şiir divanlarıyla veya mantıkçının feylosofların burhanlarıyla, nahivcinin dil safiyetini yitirmemiş halis Arabların kelamıyla yahut da usûl-ı fıkıhçımn fukahânın ortaya koyduğu fer’î meselelerle olan ilişkisi gibi olur. Böylece onun sayesinde gecenin köründe odun toplayan [59], yahut sel suyuna dalan [60], yahut kör deve gibi yalpalayan yahut gözleri gör­meyen bir hayvana binen biri gibi olmaz. Keza böyle biri özü kav­rayacağından, kendisine doktorun elma yemesini tavsiye etmesi üzerine, aralarındaki sırf şekil benzerliğinden dolayı elma yerine ebûcehilkarpuzu (acı hıyar) yiyen kimsenin haline düşmez. Rabbinden gelen bir burhan üzere bulunur, işin bilincinde olur. Şu adamın haline benzer: Doğru sözlü biri kendisine zehirin öldürücü olduğunu söylemiş, o da onu haber verip, açıkladığı şey hakkında tasdik etmiş, sonra karineler aracılığıyla onun yani zehirin hararet ve kuruluğunun ifrat derecede olduğunu ve bu özelliklerin ise insan mizacına zıt düştüğünü öğrenmiştir. Bunun sonucunda ön­ceden tasdik etmiş olduğu şeye olan inancı daha da artmıştır. [61]     




[55] Mensûh: Hükmü yürürlükten kaldırılmış olana denir. (Ç)

[56] Muhkem: Nesh, tahsis, tevil... gibi yollarla değiştirmeye, sündürmeye ihtimali bulunmayana denir. (Ç)

[57] Mercûh: İki şeyden tercihe şayan olmayana denir. Karşıtı "râcih"tir. (Ç)

[58] Mübrem: Zarurî olup, vazgeçilemeyen. Burada "râcih"  yerinde kullanılmış olmalıdır. (Ç)

[59] Araplar buna "hâtıbu leyi" tabir ederler. Gecenin köründe odun toplayan yaş-kuru, eğri-doğru demeden eline ne gelirse toplar; belki bu arada odun diye yılana bile sarılır. (Ç)

[60] Sel suyu bulanık olacağından, neyin ne olduğunu göremez.  (Ç)

[61] Yani peygamberler doğru sözlü olduğu için onları tasdik etmek güzel bir şeydir. Ancak peygamberlerin getirdiği şeylerin hakikatine vakıf olup, onların insanlığın dünya ve âhiret saadetini sağlamak için geldiğini gördükten sonra ulaşılan iman derecesi ise daha da başkadır; çünkü kişi artık neye ve niçin inandığını da bilmektedir. (Ç)