Konu Başlığı: Eski şeriatlarda kıble Gönderen: Sümeyye üzerinde 02 Şubat 2011, 18:56:58 Eski Şeriatlarda Kıble: İbrahim (s.a.) ve İsmail (s.a.) peygamberlerle onların dini üzere olanlar, Ka’be’ye doğru yöneliyorlardı. İsrâîl [1161] (s.a.) ve oğulları, Beyt-i Makdis’i kıble ediniyorlardı. Kıble edinilmesi, bütün şeriatlarda kabul edilen bir esastı. Rasûlullah’ın (s.a.) Medine’de Beyt-i Makdis’e Doğru Yönelişi, Evs Ve Hazrec Kabileleriyle Yahudileri Kaynaştırmak İçindi: Rasûlullah (s.a.) Medine’ye gelince, gayretini Evs ve Hazrec [1162] kabileleriyle müttefikleri yahudilerin arasını kaynaştırmaya yöneltti. Kendisine destek verenler, insanlar için çıkarılmış olan ümmet onlardı. Mudar ve tabileri, Rasûlullah’ın (s.a.) en azılı düşmanları halini almışlar, ona insanların en uzağı olmuşlardı. Bu durumu değerlendiren Rasûlullah (s.a.) ictihâdda bulundu ve Beyt-i Makdis’i’ kıble edinmeye hükmetti. Zira şeriatlarda kurbetler [1163] belirlenirken, peygamberin gönderilmiş olduğu kavmin, ona destek veren ve bütün insanlara karşı şahit tutulan ümmetin içinde bulunduğu halin dikkate alınması bir asıldır. Rasûlullah’ın (s.a.) bu özelliği taşıyan ümmeti, o anda Evs ve Hazrec’ti. Bunlar, yahudilere ait bilgileri kabule son derece yatkındılar. Nitekim bu hususu İbn Abbâs, “Tarlanıza nasıl isterseniz öyle gelin.” [1164] âyetinin tefsiri esnasında şu sözleriyle ifade etmektedir: “Bu kabile Ensar’dandı ve onlar putataparlardı. Onların yanında yahudiler de vardı. Onlar ehl-i kitaptı. Sözü edilen kabile yahudileri ilimce kendilerinden üstün görürlerdi. Dolayısıyla pekçok konuda onların yaptıklarına uyarlardı...” [1165] Sonra şeriatların, hak din üzere olan milletlerin bilgi ve uygulamalarına -bir tahrif olmamış, aşırılığa kaçılmamış ise- uygun düşmesi de bir başka ilkedir. Böyle olması halinde onlar üzerine hüccet ikamesi daha tam olacak, şüphelerinin izalesi daha kolay sağlanmış olacaktır. O sırada semavî kitabı rivayet eden ve içindekilerle amel etme durumunda olanlar bizzat yahudilerdi. Tekrar Ka’be’ye Yönelme: Sonra Allah Teâlâ, âyetlerim muhkem kıldı ve peygamberini maslahata ve teşrî’ kanuna daha uygun, daha kalıcı olan ilâhî hükme muttali eyledi. Bunu önceleri, onun kalbine ilkâ suretiyle yaptı. Bunun sonucu olarak Rasûlullah (s.a.), Ka’be’ye doğru yönelmesi için bir emir beklentisi içerisine girdi; yüzünü göğe çeviriyor ve Cibril’in bu doğrultuda bir emir getirmesini ve bunun da Kur’ân’da yer almasını umuyordu (ve öyle de oldu). Öbür taraftan Rasûlullah (s.a.) İsmail şeriatı kalıntıları üzerinde bulunan ümmîler içerisinde peygamber olarak gönderilmişti. Allah Teâlâ, ilm-i ezelîsinde dinine destek verecek, arkasından Allah tarafından insanlara şahit tutulacak, ümmeti içerisinde Rasûlullah’ın (s.a.) halifeleri olacak kimselerin onlar (ümmî Araplar) olacağını; yahudilerden ise çok az sayıda kimse hariç kimsenin iman etmeyeceğini takdir buyurmuştu. Ka’be, bütün Araplarca Allah’ın nişanelerinden sayılıyor; büyük küçük, uzak yakın herkes ona büyük saygı gösteriyordu. İbadet esnasında ona doğru yönelmek, bir sünnet olarak öteden beri yaygın bir şekilde devam ediyordu. Hal böyle iken onu terkedip de başka kıble aramanın manası yoktu. Kıbleye Yönelmek Tamamlayıcı Şarttır; Aslî Şart Değildir: Namaz kılarken kıbleye yönelmek, namazın daha kamil olması için aranılan bir şart olup, namazdan beklenen faydanın gerçekleşmesi için mutlaka olması gereken temel bir şart değildir. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.), karanlık bir gecede kıble tarafını araştırıp, başka bir yöne doğru namaz kılan (ve daha sonra da durumu farkeden) kimse hakkında şu âyeti okumuştur: “Nereye yönelirseniz, Allah’ın yüzü (zâtı) oradadır.” [1166] Bununla Rasûlullah (s.a.), zaruret halinde kıbleye dönülmek-sizin kılman namazın da caiz olacağına işaret buyurmuş olmaktadır. [1161] Yakûb (s.a.). (Ç) [1162] Evs ve Hazrec, aslen Yemen'den gelmiş olan ve Medine'de ikamet etmekte olan iki Arap kabilesidir. Topluca müslüman olmuşlar, Rasûlullah'a (s.a.) destek vermişler, ona yurtlarını açmışlar, her türlü yardım ve fedakârlığı göstermişlerdir. Bu yüzden de yardımcılar anlamına gelen "Ensâr" diye isimlendirilmişlerdir. [1163] Kurbet: İbâdetten daha genel anlamda olup, insanı Allah'a yaklaştıran her şeydir. (Ç) [1164] Bakara: 2/223. [1165] Yahudiler kadına sadece önden yaklaşırlardı. Sözü edilen kabile halkı da aynı şeyi yapıp, kadına arka tarafından (normal yola) yanaşmayı kötü görürlerdi. Sonra bu konu oldu ve bu âyet indi. Bkz. İbn Kesîr, 1/261. [1166] Bakara: 2/115. |