๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 15 Şubat 2011, 14:40:51



Konu Başlığı: Dünya ak saçlı koca karı sûretindedir
Gönderen: Sümeyye üzerinde 15 Şubat 2011, 14:40:51
Dünya Ak Saçlı Koca Karı Sûretindedir:


“Kıyamet gününde dünya, ak saçlı, gök dişli, çirkin suratlı bir kocakarı şeklinde getirilir.” [134]

“Siz benim gördüklerimi görüyor musunuz? Şüphesiz ben, ev­leriniz arasında fitnelerin düştüğü yerleri yağmur yerleri gibi görüyorum.” [135]

İsrâ hadisi hakkında da şöyle buyurmuştur:

“Bir de baktım ki dört nehir var; iki zahir nehir, iki de bâtın nehir. Cibril’e:

‘Ya Cibril! Bu nehirler nedir?’ dedim. Cibril:

‘Bu bâtınî nehirler cennette bulunan iki nehirdir. Zahir nehirler ise, Nü ve Fırat’tır.’ dedi.” [136]

Güneş tutulması namazı ile ilgili hadiste:

“Cennet ve cehennem bana -bir rivayette- benimle kıble duvarı arasında tasvir edildi.” [137] Buyurduğu belirtilmiş ve bu olay­da Rasûlullah (s.a.) cennetten bir salkım üzüm almak için elini uzatmış, cehennemden ürpererek geri geri çekilmiş ve hararetin­den dolayı üflemiş, orada hacıları soyan yankesiciyi, kediyi hapse­dip açlıktan öldüren kadını görmüş, köpeği sulayan fahişe bir ka­dını cennette görmüştür. [138] Malumdur ki o mesafe, insanlarca bili­nen normal boyutlarıyla ne cenneti ne de cehennemi alabilecek bü­yüklükte idi.

“Cennet hoşlanılmadık şeylerle kuşatılmıştır; cehennem de şehvetlerle sarılmıştır.” [139]

Sonra Cibril, cennet ve cehenneme bakmasını emretmiştir.

“Belâ iner ve ona dua karşı koyar.” [140]

“Allah Teâlâ, aklı yarattı ve ona: ‘Yönel!’ dedi. O da yöneldi. ‘Dön!’ dedi. O da döndü.” [141]                                                               

“Bunlar, âlemlerin Rabbinden gelen iki kitaptır.”[142]

“Ölüm sanki bir koçmuş gibi getirilir ve cennet ile cehennem arasında boğazlanır.” [143]

Allah Teâlâ da şöyle buyurur:

“Derken biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tasta­mam bir insan şeklinde göründü.” [144]

Rasûlullah (s.a.) kabirden bahseder:

Hadislerde pek çok yerde Cibril’in (s.a.) Rasûlullah’a (s.a.) zahir olduğu, ona gözüktüğü, onunla konuştuğu; fakat diğer insan­ların onu göremedikleri; kabrin yetmişe yetmiş zira [145] genişletildiği ya da ölünün kaburgalarını birbirine geçirecek şekilde daraltıldığı, kabre konulan kişiye sorgu meleklerinin geldiği ve ona sual sor­dukları, kişinin amelinin şekle girdiği; meleklerin can çekişen in­sana geldiği ve ellerinde ipek ya da paçavra olduğu; meleklerin ka­birde bulunan ölüye demirden tokmaklarla vurdukları ve bunun sonucunda onun doğu ile batı arasında bulunan her şeyin işiteceği bir çığlık attığı.., sabittir. Bu kabilden olmak üzere Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

“Kafire kabrinde doksan dokuz ejderha musallat edilir; onlar kıyamete kadar onu emerler, sokarlar.” [146]

“Ölü kabre konulduğu zaman, ona güneş batıyor halde göste­rilir. Bunun üzerine o, gözlerini silerek oturur ve: ‘Bırakın beni na­maz kılayım.’ der.” [147]

Allah Teâlâ’nın, mahşerde insanlar için çeşitli suretlerde tecellî edeceği, Rasûlullah’ın (s.a.), kürsüsü üzerine kurulmuş bu­lunan Rab Teâlâ’nın huzuruna girdiği, Allah Teâlâ’nın insanoğlu ile aracısız doğrudan konuşacağı ve daha başka bunlar gibi sayıla­mayacak kadar çok âlem-i misâlin varlığına delâlet edecek hadis bulunmaktadır.

 

Bu Hadisler Karşısında Müfminin Tavrı:
 

Bu hadisleri değerlendiren kişi şu üç tavırdan birisini gösterecektir:

1. Ya onların zahirine inanacak ve bahsettiğimiz şekilde bir âlemin mevcudiyetini kabul etmek zorunda kalacaktır. Hadisçilerin koymuş olduğu kaidenin gereği de bu olmaktadır. Nitekim es-Süyûtî, bu noktaya işarette bulunmuştur. Ben de aynı şeyi söylü­yor ve aynı görüşü paylaşıyorum.

2. Yahut da şöyle diyecektir: Bu anlatılanlar, bakan kişinin gözünde gözükür gibi olmakta ve duyu organlannda temessül et­mektedir.  Haddizatında ise öyle bir şey yoktur. Abdullah b. Mesûd:

“Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıka­racağı günü gözetle.” [148] Ayetini izah ederken benzeri bir görüş ileri sürmüş ve şöyle demiştir:

“İnsanlara kuraklık isabet eder; onlar­dan biri göğe bakar ve açlıktan onu duman şeklinde görür.”

İbnu’l-Mâcişûn’dan şöyle dediği nakledilir:

“Hadislerde geçen mahşerde (Allah’ın inmek gibi) intikalinden ya da O’nun görülme­sinden maksat, Allah Teâlâ’nın, mahlukâtın gözlerim değiştirmesi ve bunun sonucunda onların zamandan ve mekandan münnezzeh olan Zât’ını iner, tecellî eder ve kullarıyla konuşur halde görmele­ridir. Haddizatında ise azametinden bir şey değişmiş değildir, inti­kal de yoktur. Bunu, Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmeleri için yapar.”

3. Yahut da bu anlatılanların hepsini, başka manaların anla­tılması için temsil sayar. Ben, hadislerde sözü edilen halleri bu üçüncü manaya yoranların ehl-i haktan oldukları kaaatinde deği­lim.

İmam el-Gazzâlî, kabir azabı bahsinde, sözünü ettiğimiz üç yaklaşımdan bahsetmiş ve şöyle demiştir:

“Bu ve benzeri haberlerin, sahih zahirleri ve gizli sırları var­dır. Bu sırlar, ancak basiret sahiplerince açıktır. Bunların haki­katlerine vâkıf olamayan kimseler, hemen onların zahirlerini inkâra kalkışmamalıdırlar. Aksine imanın en alt derecesi, bu gibi haberler karşısında teslim ve tasdikte bulunmak olmalıdır.

Şöyle denilebilir: Biz kâfiri kabrinde bir müddet seyrediyoruz ve onu kontrol ediyoruz, fakat hadislerde sayılan şeylerden hiçbiri­ni göremiyoruz. Bu durumda, müşahedelerimizin aksine bir tasdi­ke nasıl gidebiliriz?




[134] Kenzu'l-ıımmâ!, 3/8579.

[135] Buhârî, Medîne, 8; Müslim, Fiten, 9.

[136] Buhârî, Bed'i'1-halk, 6; Müslim, îmân, 264.

[137] Buhârî, Küsûf, 9; Müslim, Küsûf, 18.

[138] Bkz. Buhârî, Ezan, 91, Küsûf, 9; Müslim, Küsûf, 17.

[139] Müslim, Cennet, 1; Ebû Dâvûd, Sünnet, 22.

[140] Kaynağı bulunamamıştır.

[141] İthaf, 1/455.

[142] Kaynağı bulunamamıştır. Muhtemelen Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri hakkında olmalıdır, (Bkz. Davudoğlu, Müslim Şerhi, 4/372)

[143] Buhâvî, Tefsîru sûre 9/1; Müslim, Cennet, 43.

[144] Meryem: 19/17.

[145] Zira: Parmak ucundan dirseğe kadar olan bir ölçü birimi, endaze; 75-90 cm. arasında değişen şekilleri vardır. (Ç)

[146] Dârimî, Rikâk, 94; Ahmed, 3/38.

[147] İbn Mâce, Zühd, 32.

[148] Duhân: 44/10.