๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Ocak 2011, 15:22:43



Konu Başlığı: Duanın ruhu
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Ocak 2011, 15:22:43
Duanın Ruhu:


Duanın ruhu, her türlü güç ve kudretin yalnız Allah'ta oldu­ğuna inanmak ve gassal[759] elinde ölü, heykeltıraş elinde heykel ha­muru gibi olmak, münâcâtm lezzetini duymaktır.

Rasûlullah (s.a.), teheccüd namazından sonra, her iki rekat sonunda ellerini kaldırarak uzunca dua etmeyi ve duasında 'Ta Rabbi! Ya Rabbil" diye yakarmayı ve Allah Teâlâ'dan dünya ve âhiret hayırlarını istemeyi, her türlü bela ve musibetlerden Allah'a sığınmayı, ısrarla niyazda bulunmayı sünnet kılmış; bunun meşgalelerden ve lehviyattan uzak bir kalp ile yapılmasını; büyük ve küçük abdest sebebiyle sıkışık halde, aç ve öfkeli vaziyette ol­mamasını şart koşmuştur. [760]


İnsan, Manevî Halini Kaybettiğinde, Bunun Sebebini Araştırmalıdır:

 

İnsan, huzurda olma halini yakaladıktan sonra onu kaybet­mişse, bu kaybın sebebini araştırmalıdır. Eğer sebep, bedenî gü­cün aşırılığı ise, o zaman oruç tutmalıdır; çünkü bu gibi hallerde oruç insanın şehvetini kırar ve onu uslandırır. En fazla, peşipeşine iki ay oruç tutmalı, aşırılığa kaçmamalıdır. Meninin çokluğundan gelen bir sıkıntısı varsa, yemek ve içmeyi düzene sokmak endişe­sinden kurtulmak istiyorsa ve sahip olduğu bir helâli de varsa, o takdirde aşırılığa düşmeden bu ihtiyacını gidermeli ve bu işi, fay­dasını göreceği, zararından da korunacağı bir ilaç gibi ne az ne de çok yapmalıdır. Zira bu hususta aşırılığa düşmesi halinde, zindeli­ğini kaybeder.

Eğer sebep, dünya meşgalelerine kaptırmak ve insanlarla sohbete dalmak ise, o zaman ibadetlerine ilavede bulunmalıdır.

Eğer sebep; zihninin, içini tırmalayan düşüncelerle, cerbezeli fikirlerle dolu olmasıysa, o takdirde insanlardan uzak durmalı ve eve ya da mescide kapanmalı, dilini Allah'ın zikrinden başka her şeyden tutmalı, kalbini kendisini ilgilendirmeyen her türlü düşün­celerden uzaklaştırmalıdır. Uyandığında ilk andığının Allah olma­sı, uyurken kalbinin her türlü meşgalelerden uzak sadece Allah ile birlikte olması için nefsini sorgulamalı ve ondan ahd ü peyman al­malıdır. Böylece, elde etmiş olduğu manevî hale tekrar ulaşmaya çalışmalıdır. [761]

 
3. Semâhat-ı Nefs:
 

Üçüncüsü semâhat-ı nefistir. Bu, melekî gücün, lezzet talebi, intikam tutkusu, öfke, cimrilik, mal ve makam hırsı... gibi hayvani gücün telkinlerine aldırmaması, onun isteklerine boyun eğmemesi demektir. İnsanın, bu sayılan hallere uygun düşecek fi­illeri işlemesi halinde, onların rengi nefsin cevherinde belli bir sü­re yer eder. Eğer nefis semâhatli ise, müptezel halleri kendisinden kolayca uzaklaştırır ve sanki o şeyler nefis üzerinde hiç etki etme­miş gibi olur. Tekrar Allah'ın rahmetine açık ve, şayet engeller ol­masaydı nefislerin cibilliyetinin gerektirmiş olduğu nurlar derya­sına dalmaya hazır olur.

Nefsin semâhatli olmaması halinde ise, o fiillerin renkleri, aynen mühürün mum üzerine şeklini verdiği gibi nefis üzerine siner, dünya hayatının müptezelliği ve kirleri ona yapışır; artık nefsin onlardan kurtulması kolay olmaz. Bedenden ayrıldığı za­man, işlediği hatalar, dört bir yanından kendisini kuşatır, kendisi ile nefislerin cibilliyetinin gerektirmiş olduğu nurlar arasına çok ve kalın perdeler iner. Sonuçta bu, eza görmesinin, ızdırap duyma­sının sebebi olur. [762]



[760] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/213.

[761] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/213-214.

[762] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/214.