Konu Başlığı: Dilin korunması Gönderen: Sümeyye üzerinde 17 Ocak 2011, 15:15:14 Dilin Korunması: "İhsan" bahsinde, dilin âfetleri konusunda temel teşkil eden şeyler üzerinde dururken, dilin korunması ile ilgili hadislerin anlaşılmasını sağlayacak esasları belirtmiştik. Bu meyanda Rasûlul-lah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kim, Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa ya hayır konuşsun, ya da sussun! [236] "Müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak ise küfürdür.[237] Gıybet: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Gıybet nedir bilir misiniz? Kardeşini, hoşlanmadığı bir şeyle anmandır. Söylediğin şayet onda varsa, onu gıybet ettin demektir. Eğer onda yoksa, ona bühtan etmiş olursun, [238] Âlimler, haram olan gıybetten şu altı durumu istisna etmişlerdir: 1. Zulme maruz olma hali. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayan başka. [239] Buna göre, bir haksızlığa uğrayan kimse, zulmü defetmek için kendisine o haksızlığı yapan kişinin arkasından konuşabilir. 2. Bir kötülüğü değiştirmek, isyan halinde bulunanı doğruya iletmek için yardım isteme hali. Zeyd b. Erkam'm, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy'in sözünü; İbn Mes'ûd'un, Huneyn ganimetleri hakkındaki Ensâr'ın sözünü Rasûlullah'a (s.a.) iletmesi gibi. 3. Fetva isteme hali. Hind'in, "Şüphesiz Ebû Süfyan cimri bir adamdır..." şeklindeki sözü gibi. 4. Müslümanların uyarılması. İnsanların uyarılması için şerli bir insanın aleyhinde konuşmak da gıybet sayılmamaktadır. Rasûlullah'm (s.a.), yanına girmek için izin isteyen biri hakkında, "Ona izin verin. Bu aşiretin oğlu ne fenadır!" buyurması gibi. [240] Rasûlullah'ın (s.a.), kusurlu olanların kusurunu ortaya koyması, evlilik konusunda kendisine danışan bir kadına, "Muaviye züğürdün biridir, Ebû Cehm ise omuzundan sopayı indirmez.[241] buyurması da bu kısma örnektir. 5. Aşikâre fasıklık yapmaktan kaçındırma hali. Meselâ Rasû-lullah'ın (s.a.), "Falan ve falanın, bizim işimizden bir şey anlayabileceklerini sanmam." demesi gibi. 6. Bir kimseyi kör, topal gibi sıfatlarıyla tarif etme hali. Alimler, muteber bir maslahata dayanması ve başka türlü de o maslahatın gerçekleşmemesi halinde yalan söylemenin de caiz olacağını söylemişlerdir. Bu meyanda Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Yalancı, insanların arasını bulan; hayır söyleyip, hayır götüren kimse değildir. [242] Nezir Ve Yemin Bahisleri: Kısaca söylemek gerekirse, Arap Acem bütün insanlar, yeri geldiği zaman yemin de ederler, nezir de. Bu itibarla onlardan da söz etmemiz gerekecektir. Nezir, ne imanın ne de iyiliklerin esası olan şeylerdendir. Ancak insan, nezir yaparak bir şeyi kendisi üzerine vacip kılar ve buna Allah'ın adını da katarsa, Allah'ın adını verdiği o konuda artık ihmal göstermemeli ve o şeyi yapmalıdır. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Nezir, kaderden hiçbir şeyi değiştirmez; onunla sadece cimrinin elinden mal çıkarılır. [243] Yani şöyle: İnsan musibetlerle kuşatıldığı zaman bir şeyler infakta bulunmak ister. Allah Teâlâ, kendisini o sıkıntıdan kurtardığı zaman, sanki kendisine hiçbir şey isabet etmemiş gibi hareket eder. Bu durumda kendi üstüne vacip kıldığı şeyi yerine getirmesini sağlayacak, azmini ve niyetini teyid edecek (keffâret gibi) bir şeyin olması gerekli olacaktır.[244] Yemin Dört Çeşittir: Dört çeşit yemin vardır: 1.Yemin-İ münakide: Yeminin, geleceğe yönelik ve olması mümkün olan bir şey üzerine, kalbinden gelen bir azimle yapılması halidir. Şu âyet bu tür yeminler hakkındadır: "Fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tuter.[245] 2.Yemîn-İ lağv: Kişinin yemin kastı olmaksızın "Evet vallahi "Hayır vallahi" deyivermesi, yahut bir şey hakkındaki bilgisine dayanarak yeminde bulunması, ancak o konudaki bilgisinin yanlış olması halidir. "Allah Teâlâ, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, [246] âyeti de bu tür yeminler hakkındadır. 3.Yemîn-i gâmûs: Müslüman birine ait bir hakkı koparmak için yalan yere, bile bile yapılan yemindir. Bu tür yeminler, büyük günahlardan olmaktadır. [247] 4. İmkânsız bir şeyi yapmaya yönelik yemin: Dünkü orucu tutmak, iki zıddı bir araya getirmek gibi aklen; ölüyü diriltmek, nesneleri başka bir şeye çevirmek gibi âdeten imkânsız olan bir şey üzerine yapılan yemin gibi. Hakkında nass bulunmayan bu iki tür yemin hakkında keffâret bulunup bulunmadığı konusunda ihtilâf edilmiştir.[248] [236] Buhârî, Rikâk, 23; Müslim, îmân, 75. [237] Müslim, îmân, 116. Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/635-636. [238] Müslim, Bİrr, 70. [239] Nisa 4/148. [240] bkz. Müslim, Birr, 73. [241] Müslim, Talâk, 36; Ebû Dâvûd, Talâk, 39. [242] Müslim, Birr, 101. Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/636-637. [243] Müslim, Nüzûr, 5. [244] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/637. [245] Mâide5/89. [246] Mâide5/89. [247] Bu yemine gâmûs denmesinin sebebi sahibini günaha daldırmış olmasıdır. [248] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/637-638. |