Konu Başlığı: Akitte bedeller Gönderen: Sümeyye üzerinde 23 Ocak 2011, 15:05:57 ii. Akitte Bedeller: Mübadele edilecek şeylerin, faydalanılabilecek, sahip olmak istenilecek, esirgenecek bir mal olması, mülk olması (havadaki kuş, denizdeki balık gibi) mubah olmaması, faydasız bir şey olmaması şarttır. Aksi takdirde Allah Teâlâ'mn kullan için meşru kıldığı bir şey olmaz ve iştigali abes olur. Yahut açıktan zikredilmeyen (riba, rüşvet gibi) zımnî bir fayda içerir olmaması şarttır. Bu bir mefsedettir. Çünkü karşısındaki, elde etmek istediğini başka türlü bulamama tehlikesiyle karşı karışıyadır, bu yüzden de zararına olan bu tasarrufa ses çıkarmamaktadır. Yahut (rüşvet halinde) haksız yere bir başkasının hakkı kendisine tevcih edilmektedir. [1156] iii. Sîga= İrade Beyanı: Karşılıklı rızayı ortaya koyacak şeye gelince, bu açık bir şey olmalı, herkesin Önünde onunla muahaze edilebilmeli, ondan yan çizmesi imkânı bulunmamalıdır. Bu konuda en açık şey, sözlü irade beyanıdır. Sonra da, hiç şüpheye mahal bırakmayacak şekilde olan teâtî (fiilî mübadele[1157]) yolu gelir. [1158] iv. Akdi Kesinleştiren Unsur: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Satış akdinde baştan muhayyer olarak yapılan akitler hariç taraflar, birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler. [1159] Bil ki: Bir akitte, taraflardan her birinin hakkını diğerinden kesin olarak ayıracak, yaptıkları akitte muhayyerliklerine son verecek bir şeye ihtiyaç vardır. Eğer bu olmayacak olsa, o zaman taraflar, birbirlerine zarar verirler, her biri, öbürünün akdi bozması korkusundan elindeki şey üzerinde tasarruf edemez. Burada bir şey daha var. O da, tarafların akde olan rıza ve iradelerini ortaya koyan lâfızdır. Akde kesinlik kazandıracak şeyin bu söz olması caiz olamaz; çünkü bu lâfızlar pazarlık esnasında kullanılır. Zira ancak zikrettiği miktar kadarını verebileceğini söylemeden pazarlık yapamaz. Hem halkın çoğunun dili, kalplerinde-ki arzuyu ifadede çok farklıdır. Lâfızlar arasında ayırım yapmakta büyük zorluk vardır. Teâtîde de durum aynıdır. Herkes, satın alacağı şeyi eline alır ve onu inceler, üzerinde düşünür. Bu durumda almak ile (incelemek için ele) almak arasını ayırmak öyle kolay değildir. Akde kesinlik verecek şeyin açık olmayan bir şey olması da caiz değildir. Bir gün ya da daha fazla uzun bîr müddet olması da caiz değildir. Zira alıp satılan şeylerin pek çoğu o gün kullanılmak/tüketilmek üzere alınır ve satılır. Bu durumda akde kesinlik kazandıracak şeyin, akit meclisinden ayrılma kılınması gerekecektir. Zaten insanlar âdeten akit yapmak için bir araya gelirler ve akdi bitirince de ayrılırlar. Şayet Arap olsun Acem olsun her sınıftan insanların muamelelerini araştırdığımız zaman, akdi ayrıldıktan sonra reddetmeyi haksızlık ve zulüm saydıklarım, fakat ayrılmadan önce bozmayı öyle kabul etmediklerini görürüz. Ancak fıtratı bozulmuş istisna kimseler olabilir. İlâhî şeriatlar, sadece bütün insanların gönül rahatlığı ile kabul edecekleri hükümler getirir. İnsanlardan bazıları yaptığı akitte kârlı olduğunu görür ve karşısındakinin caymasından korkar ve hemen oradan sıvışır. Bu tutum, şerî hükmün amacını tersine çevirir. Rasûlullah (s.a.) bunu yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: "Kişinin, karşısındaki cayar korkusundan (akit meclisinden) sıvışıp ayrılması helâl olmaz. [1160] Buna göre akdi yapan her iki taraf da, teenni ile hareket edecekler ve her biri, diğer tarafın gözü önünde oradan ayrılacaktır. [1161] İş Bölümü: Bil ki: Bir beldede meselâ on bin kişi bir araya gelse, medenî siyâset bunların iş bölümü yapmalarını gerekli kılar. Eğer bunların çoğu, sadece çeşitli sanatlar ve şehir yönetimi ile meşgul iseler, az kısmı da malcılık ve ziraatle uğraşıyorsa, onların dünya işleri bozulmuştur. Eğer şarapçılıkla, putçulukla uğraşıyorlar ve bunların yaygın şekilde kullanımını aralarında tervice çalışıyorlarsa, bu, dinde helak olmalarının sebebi olur. Ama işler, aralarında hikmete uygun şekilde tevzi edilmiş, gerçek bir iş bölümü yapılmışsa, kötü yollarla kazanç elde etme peşinde olanlara mani olunuyorsa, o zaman halleri düzgün olur. [1162] Topluma Zararlı Olan Kazanç Yolları: Bir ülkede büyüklerin, lüks ziynet eşyalarına, binalara, giyim kuşama, yiyeceklere, güzel kadınlara vb. Arap Acem bütün insanlar için zorunlu kabul edilen ihtiyaçların karşılanması ötesinde düşkünlük göstermeleri o ülkenin fesada gitmesini hazırlayan etkenlerden biridir. Bu anlayışın sonucu olarak insanlar, şehvanî arzularını tatmin edici işlerin peşine düşerler, kimileri cariyelere şarkı okumak, raksetmek, tahrik edici şuh hareketlerde bulunmak gibi şeyleri öğretirler; kimileri giyim kuşamda türlü türlü modalar çıkarır; acaip hayvan ve manzara resimleri yapılır, onlarda tuhaf çizgilere yer verilir; kimileri kendilerini altın ve değerli mücevherler üzerinde nadide sanatlara kaptırır; bir başka zümre yüksek yapılara, onların her türlü desenlerle, tasvirlerle tezyinine yönelir... Şimdi bir ülkede büyük bir kitle bu tür işlere yönelirse, tabiîdir ki o derecede ziraat ve ticareti ihmal ederler. Şe-hirin/ülkenin ileri gelenleri, malları bu gibi yerlere harcayınca, o ölçüde ülke imarı ve çıkarları ihmale uğrar. Bu, ziraat, ticaret, zenâat gibi zaruri mesleklerle uğraşanların kazançlarının azalmasına, onlar üzerine konulan vergi yüklerinin katlanmasına sebep olur. Şehirde/ülkede yer eden bu hastalık, bir organdan diğerine sirayet eder ve sonunda aynen kuduz hastalığının bütün bedene yayılması gibi herkesi sarar. Bu, dünya işlerine yönelik zararın açıklanmasıdır. Uhrevî kemâl mertebesine çıkmaları açısından maruz kalacakları zararı ise açıklamaya hacet yoktur. Lüks hayat yaşama hastalığı Acem ülkelerini istilâ etmişti. Allah Teâlâ, sevgili peygamberinin (s.a.) kalbine, bu hastalığı, ona götürecek sebepleri kökünden kazımak suretiyle tedavi etmesini ilham eyledi. Rasûlullah (s.a.), bu hayata götüren muhtemel vasıtaları tesbit etti ve onları yasakladı. Bunlar, şarkıcı cariyeler, ipek, Kass ipeği, kuyumculuk ya da ayar farkı olmak üzere altının, fazla miktarda altınla değiştirilmesi... vb gibi şeylerdi. [1163] [1156] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/322. [1157] Üzerinde etiketi bulunan bir malı alıp, hiç konuşmadan parasını koymak gibi. (Ç) [1158] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/322. [1159] Buhârî, Büyü', 45; Müslim, Büyü', 44. [1160] Ebû Dâvûd, Büyü', 51. [1161] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/322-323. [1162] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/324. [1163] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/324-325. |