๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Eylül 2011, 18:20:53



Konu Başlığı: Üçüncü bölüm
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Eylül 2011, 18:20:53
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
 
SÜNNETİN HÜCCET DEĞERİ VE DİNDEKİ YERİ
 

I. Kur'an'a Göre Sünnetin Hüccet Değeri




A Cenab-ı Hakk, Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.)l Kur'an'in Açıklayıcısı, İtaat Edilmesi Gereken Bir Örnek ve Ahkamı Teşri' Eden Bir Merci Olarak Gönderdi.
 

Sünnet-İ nebevîyenin İslam'daki konumunu tespit etmek İs­tiyorsak, öncelikle sünnet-i nebevîyenin ve Resûl-İ Ekrem (S.A.V.)'in Kur'an'a göre haiz oldukları konumu anlamak gere­kir.

Kur'an-ı Kerim'i incelediğimizde Cenab-ı Hakk'ın hikmeti gereği Hz. Peygamber (S.A.V.)'e onun risaletiyle mütenasib bir­takım sıfatlar ve özellikler bahşettiğini görmekteyiz. [335]

 
Kur'an'a Göre Peygamber'in Haiz Olduğu Özellikler:
 


1. Bunlardan biri Cenab-ı Hakk'ın Peygamberi, İnzal ettiği Kitab'ın açıklayıcısı kılmasıdır. Cenab-ı Hakk şöyle buyurmak­tadır: "Biz zikri sana indirdik ki, İnsanlara kendileri İçin İndirileni beyan edesin. Umulur ki, düşünürler.[336]

Bu ayet-i kerime, Kur'an-ı Kerim'de insanlara müşkil gibi görünen ilahî muradı açıklama ve mücmel olarak varid olan hükümleri -ki bunlar Kur'an ahkamının önemli bir kısmını oluşturmaktadır- tafsil ederek beyanda bulunma ameliyesinin Pey­gamberin görevleri arasında olduğunu açıkça göstermektedir. Ayetteki "beyan" tilavetten ayn bir şeydik Bununla sözü daha. açık bir ibareyle veya başka bir dille ifade etme kastedil-memektedir. Zira muhataplar fasîh Arapça konuştuklarından Kur'an'i gayet iyi anlıyorlardı. Kur'an, onların diliyle ve onların kullandığı üslûp ve ifade teknikleriyle inmişti. Onlar bu anlamda bir beyana muhtaç değillerdi. Kur'an, ihtiva ettiği manalara a-çıkça delâlet ettiğinden ifade zaafı ve girifttik gibi belagata aykırı hususlardan uzaktır. Peygamber (SAV.) de Arapça dışında bir dil bilmediği İçin ayetteki beyan ile tercümenin kastedildiğini söylemek de mümkün değildir. Dolayısıyla beyan ile kastedilen şey tercümedir, denemez. Bilakis ayetteki beyan ile kastedilen şey, insanlann ihtiyaç duyduğu türden bir beyan olmalıdır. Bu da iki kısımdır:

a. Kur'an'da müşkil görünen murad-ı ilaht'yi açıklama an­lamındaki beyan {beyanu'\-murad)d\x. Zira bir söz belagatın zir­vesinde olduğu halde irade olunan mana bakımından müşkil olup, insanlann çoğuna kapalı gelebilir. Böyle durumlarda izah ve beyana ihtiyaç duyulur.

b. Namaz, zekat, oruç ve hac gibi ahkama ilişkin konularda Kur'an'da varid olan mücmel ifadeleri tafsil etme anlamındaki beyan (ta/sî/u7-mucme/)dir. Bu da sözkonusu mücmel hüküm­leri keyfiyet, zaman, adet, miktar, rükün, şart, âdâb ve diğer noktalar açısından açıklığa kavuşturmakla olur.

Bu ayet-İ kerimeyle sünnetin önemli bir kısmının yani müşkil ayetleri beyan ve mücmel hükümleri tafsil eden kısmının hüccet oluşu kesinlik kazanmış olmaktadır.[337]

Beyan, Cenab-ı Hakk'm Peygamber'e tevdi ettiği bir vazife ve emanet ettiği bir görevdir. Binaenaleyh Peygamber (SiA.V.)'i bu görevden ve bu emanetten soyutlamak mümkün değildir. Keza -önemli bir kısmı- Kitab'ın beyanı: niteliğinde olan sünneti reddetmek, Kitab'a iman vasfıyla bağdaşmaz. Bu,, aynı za­manda Kitab'ı da reddetmektir.

2. Peygamber'e bahşedilen bir diğer özellik, onun bütün müslümanlar için uyulması zorunlu olan örnek insan (usvetun hasene) olmasıdır.

"Sizler için, Allah'a ve Ahiret gününe kavuşmayı uman kimseler için Allah Rasûlü'nde güzel örnekler vardır.[338]

Cenab-ı Hak, Peygamber'in kayıtsız şartsız bir şekilde güzel örnek olduğunu belirtmiştir. Bu, müslümanlann söz, fiil ve dav­ranışlardan oluşan bütün işlerde Peygamberi örnek edinmek ve ona uymakla emrolunduğunu gösteriyor. Aynı zamanda bu, sünnetin bütün kısımlanyla hüccet olduğunun bir delilidir.

3. Peygamber'e verilen özelliklerden bir diğeri ona itaatin Allah'a itaat gibi vacip kılınması ve Allah'a yapılan itaâttan ba­ğımsız olarak ayrıca zikredilmesidir,

"Biz her Peygamberi, Allah'ın izniyle itaat olunsun diye gönderdik. [339]

"Ey İman edenler, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ediniz. [340] "Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. [341]

"Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse (bilmiş olun ki) on­lar Allah'ın kendilerine nimet verdiği Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle birlikte olacaktır. Onlar ne güzel ar­kadaştır.[342]

"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasûlü'ne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de... Şayet herhangi bir şeyde ayrılığa düşerseniz, Allah'a ve Ahiret gününe inanıyorsanız onu Allah'a ve Rasûlü'ne havale ediniz. Bu daha hayırlı ve akıbet itibariyle daha güzeldir. Sana ve senden önce İndirilene iman ettiklerini sanan o kimseleri görmedin mi? Onlar tağutun vere­ceği hükümle muhakeme olmak istiyorlar. Halbu ki onlar, onu inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan ise onlan derin bir sa­pıklığa düşürmek istemektedir. [343]

Bu ayetler, Peygamberlerin sadece tebliğ ve ikna için gön­derilmediğini bununla birlikte Allah'ın izni sayesinde itaat olunmak için gönderildiklerini açıkça göstermektedir. Bu ayet­ler, aynı zamanda yerine getirilmesi gereken iki tür bağımsız itaatin olduğunu; bunlardan birinin Kur'an'da yer alan ilahî emirlere itaat olduğunu, diğerinin ise Kur'an'da yer almayan ancak Peypamber tarafından tebliğ edilen emirlere itaat oldu­ğuna da delâlet etmektedir.

Keza bu ayetler, insanların muhakeme ve çözüm için Pey­gamberin hayatında nebevi hüküm ve emirlerde ifadeye kavu­şan, onun vefatndan sonra da Kitap ve Sünnette varlığını sür­düren ilahî şeriata başvurmadıkça iman etmiş olamayacaklarını göstermektedir.

Bunlar, İslam'ın bedahetle bilinen açık esaslarındandır.

"Hayır, Allah'a yemin olsun ki onlar aralarında vuku bulan ihtilaflarda seni hakem kılmadıkça sonra da vereceğin hükmü gönül huzuruyla kabul edip teslim olmadıkça iman etmiş ola­mazlar. [344]

4. Cenab-ı Hakk'ın Peygambere bahşettiği özelliklerden bi­ri de teşrî' yetkisidir.

"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte O Peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygambere inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur'a uyanlar var ya işte kurtuluşa erenler onlardır. De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben si­zin hepinize gönderilmiş olan göklerin ve yerin sahibi Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur. O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî Peygamber olan Rasûlü'ne -ki O, Allah'a ve Onun sözlerine inanır- iman edin ve Ona uyun ki doğru yolu bulaşınız.[345]

Bu ayetler Allah ve Rasûlü'ne imanı içermekte, bununla beraber bu imanın gereği olan emir ve teşrî'de Peygambere ve sünnet-i nebevîyeye itaatin lüzumunu da ihtiva etmektedir. Za­ten insanlann nebevî davete ittiba etmeden hidayet bulmaları umulacak bir şey değildir.

Mezkur ayetler, aynı zamanda Allah Teâla'nın Hz. Pey­gamber'e bahşettiği teşrî' yetkisini de kapsamaktadır. Ayet-i ke­rimedeki "O Peygamber, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar." ifadesi de bu manayı teyid eder. Allah'ın helal ve haram kılması ile Peygamber'in helal ve haram kılması arasında itaaün gerekliliği açısından hiçbir fark olmadığı halde yukarıdaki ayette "helal ve haram kılma" eylemleri Peygamber'e isnad edilmiş ve bu husus Peygamberin gerçekleştirdiği ameller cüm­lesinden addedilmiştir, Bundan dolayı bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

"Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. [346]

Bu ayet-i kerime, .şeriatın tek bir-kaynaktan, yani Peygam­ber {S.A.V.)'in ümmetine getirdiklerinden, alındığına işaret eder. Bunun Kurban veya Sünnet şeklinde öirnası bir şeyi değiş­tirmez. Zira ikisi de vahiy 'kaynaklıdır,[347]

"O (Peygamber) arzusuna göre konuşmadı; o (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. [348]

Pek çok örneğinden sadece birkaçını aktardığımız bu ayet­leri gözönüne aldığımızda ftı gerçek «faya çıkmaktadır: Ne Al­lah Rasûlü'nün sünnetinden ımüstağni kalmak mümkündür ne de Kitabı, onun hamili ve taşıyıcısı olan Peygarriber'den ayır­mak mümkündür. Bundan defayıdır ki, îmam ŞeîfS şöyle bu­yurmaktadır: "Allah'ın Kitabında yer alan farzları, Allah'ın emri olarak kabul eden, Allah'ın Peygamberinin sünneHerini de ka-bdl, etmiştir. Çünkü Allah, kullan için, Peygamberine itaati farz kalmış ve onun hükmüne başvurmalarını istemiştir. Kim Pey­gamberin hükmünü kabul ederse Allah'ın emrini kabuî «imiş olur, Zira Allah, ona itaati faiz kılmıştır. [349]

Bu -ayetlerin tetkikinden vardığımız kesin sonuç şudur: AHeftı Rasûlü (S.A.V.)'ne itaat vaciptir. Zira Allah'a itaat, Al­lah Rasöâü'ne yapılan itaate bağlıdır. Vefatından sonra Allah Rasûlü'ne itaat, onun sünnetine ittiba etmekle mümkündür. Bundan döİayı ümmet fiilî olarak sünnetle amel etme konu­sunda fikir 'birliği (icma) etmiştir. Bu, felam ümmetinin ilk gün­den itibaren anladığı bir husustur. Bundan dolayı İslam ümme­ti, Peygamber (S.A.V) döneminden beri, yaptığı teşrî' faaliyetlerinde   ve   çözdüğü -problemlerde ,Genab-ı   Hakk  tarafından yaz'edilen bu rabbani netodu.takipjetmiştir.[350]



[335] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 137.

[336] Nahl, 44

[337] Bu açıklamalar ışığında "Ayetlerde geçen Peygamber (S.A.V)'e itaâttan maksat Kur'an'da yör aİan ilahî emirlere itaattir." şeklindeki iddianın geçer­sizliği de anlaşılmış olmalıdır. Bu iddianın geçersizliğine dair deliller pek çok olmakla beraber biz bir kaç hususu aktarmakla yetineceğiz:

1-Böyle bir yaklaşım, Kur'an dili olan Arapçamn üslûp ve özelliğine aykırı­dır. Zira Kur'an'da [ısrarla] iki müstakil merciye, Allah'a ve Resulüne, itaat emredilmektedir.

2- Bu yaklaşım, genelde peygamberlere Özelde Hz. Muhammed (S.A.V)'e itaati emreden ayetlerin ruhuna aykırıdır. Zira ilgili ayetler sadece Allah'a itaati emretmemekte [bunun yanısıra] bizzat peygamberlere itaatin de emrediidiğine delalet etmektedir.

3- Şayet iddia edildiği gibi ayetler, Peygamber'e ve nebevî sünnete itaati emretmeksizin sadece Kur'an'a itaati emretmekle yetinmiş olsaydı -Sünne­tin bağlayıcılık vasfını kaybetmesi nedeniyle- Kur'an, uygulanması imkansız bir kitap haline gelirdi. Kur'anî emirlerin önemli bir kısmı anlamını ve hik­metini kaybedip zayi olurdu. Zira hiç bir mükellefin bu [kapalı] emirleri uy­gulama imkanı olmayacaktı.

[338] Ahzab, 21

[339] Nisa, 165

[340] Enfal,20

[341] Nisa, 80

[342] Nisa, 69

[343] Nisa, 58-60

[344] Nisa, 65

[345] A'raf, 157-158

[346] Haşr,7

[347] Sünnet'in vahye dayanmayan (içtihadı) kısmı da vahyin onayına mazhar olduğu için vahye dayanan Sünnet mesabesindedir. Nitekim bu espiriden hareketle Hanefî usûlcüler Sünnetin bu kısmına "vahy-i bâtın" demişlerdir. [Bkz. İbni Hümam, et-Tahrîr, (İbni Emîr el-Hâc'ın şerhiyle birlikte) Beyrut, 1983, 3/295] Hatta Peygamberin tebliğe ilişkin konularda hataya maruz kalabileceğini söyleyen alimler bile Peygamberin hata üzere onaylanmaya­cağını belirtmişlerdir. Aksi takdirde başta Kur'an olmak üzere Peygamberin tebliğ ettiği bütün hususlar ve icra ettiği tasarruflar hatalı olma şüphesine maruz kalırlar. Bunun ise dinin ibtâliyle eşanlamlı olduğu izahtan vareste­dir, -çev.-

[348] Necm, 3-4

[349] er-Risâîe, 23

[350] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 137-143.