Konu Başlığı: Değerlendirme Gönderen: Sümeyye üzerinde 21 Eylül 2011, 13:55:42 E. Değerlendirme Buraya kadar yapılan açıklamalar ışığında Seyyid Süleyman Nedvî'nin Tahkiki Mana's-Sünne adlı kitabında ileri sürdüğü görüşün ne derece hatalı olduğu anlaşılmış olmalı: "Sünnet, mütevatir uygulamalara yani tevatür yoluyla bize ulaşan Peygamber (S.A.V.) tatbikatına başka bir ifadeyle Peygamber, sahabe, tabiin ve müteakip kuşaklar tarafından tatbik edilen ve her kuşakta tatbik edildiğine dair tevatür bulunan uygulamalara verilen isimdir. Bu tevatürün lafzı rivayet şeklinde olması şart değildir. Zira bir şey amelî sahada mütevatir olduğu halde lafzı bakımdan tevatür seviyesine çıkmamış olabilir.[108] Nedvî'nin burada ileri sürdüğü tez birkaç noktadan dolayı kabul edilemez niteliktedir: 1-Peygamber'in bizzat kendi şahsı için tevatürden bahsedilemez ve Peygamber'in şahsı için böyle bir tasavvur söz konusu edilemez. Zira Peygamber, Allah'tan gelen [veya ilahî vahyin onayına] mazhar olan sünnetin ve yolun habercidir. Nedvî burada Peygamber'in üzerinde bulunduğu hâl İle Peygamber'den âhâd ve tevatür yoluyla aktarılan hususlan ayırmamıştır. [109] 2-Sözkonusu tevatür, Peygamber (S.A.V.)'in sünnetini bizzat müşahede eden sahabe için de düşünülemez. Zira onlar, bu, durumda bizzat müşahede ettiklerini haber vermiş olmaktadırlar. Dolayısıyla onlar için tevatür veya âhâd söz konusu edilemez. 3-Nedvî'nin açıklamalan, sünnete bağlılığı teşvik eden ve bid'atlardan kaçınmayı telkin eden naslann siyakına aykırıdır. Zira bu naslann siyakı ve sünnetin bid'at mukabilinde kullanımı hangi yolla olursa olsun, Peygamber'den aktarıldığı sabit olan hususların sünnet kapsamına girdiğine delâlet etmektedir. Keza bu durum, Peygamber'den varid olduğu sabit olmayan uygu-lamalann da bid'at kapsamına girdiğini gösterir. Bir uygulamanın bid'at olarak nitelenmesi için o uygulamaya aykırı hususların mütevatir olması şart değildir. 4-Sünnet ıstılahını mütevatir uygulamalarla sınırlamak ümmetin itibar ettiği alimlerden hiç birinin yapmadığı bir daraltmadır, 5-Selef-i salihînin sünnet kelimesini kullanırken takındığı tavır özellikle tartışma ve İstidlal (delil getirme) makamında kullandıkları ifadelerin siyakı bu görüşü nakzetmektedir. Seleften bir çok kimsenin muhataplarına delil getirirken sünnetin şu veya bu şekilde varid olduğu ya da muhatabın görüşünün falanca sünnete aykın olduğu şeklinde bir üslûp kullandıklarını görmekteyiz. Şayet sünnet Peygamber'in mütevatir uygulamalarıyla sınırlı olmuş olsaydı bu uygulamaların herkes tarafından görüşbirliğiyle kabullenmiş olması gerekirdi. Sonuç itibariyle böyle bir tartışmanın da ortaya çıkmasına mecal olmaması gerekirdi. Zira mütevatir olarak aktarılan ve hakkında görüşbirliği (icmâ') bulunan bir konuda tarafların birbirlerine sünneti salık verip delil ileri sürmelerini gerektirecek bir tartışmanın olması düşünülemez. Buraya kadar yaptığımız açıklamalar ışığında sünnetin hicrî ikinci asnn sonlarına kadar Peygambere özgü olmayan yürürlükteki uygulamalar, İslamî çevrelerde hakkında görüşbirliği bulunan konular ve yüce idealler anlamında ele alındığı bu anlamın ilk ıstılaha aykırı olarak[110] daraltılarak Peygamber'e has-redilmesinin ise hicrî ikinci asrın sonlarına doğru İmam Şafiî'nin gayretiyle gerçekleştiği" şeklindeki iddiaların geçersizliği ortaya çıkmaktadır. İmam Şafiî bir sınırlamada bulunmadığı gibi sünnet lafzına yönelik bir ıstılah üretiminde de bulunmamıştır. O, selef-ı salihîn denen sahabe ve tabiin kuşağının yolunu takip etmeye çalışmıştır. Allah (c.c.) hepsinden razı olsun.[111] [108] Süleyman Nedvî, Tahkîku Ma'na's-Sünne, s. 68 [109] Müellifin ifadesini açmak gerekirse: Nedvî'ye göre bir uygulamanın sünnet olması için tevatür vasfını taşıması gerekiyor. Yani bu genellemeye göre "A'nın sünneti" denildiği zaman A'nın bir kaynaktan tevatür yoluyla aldığı uygulama demektir. Şayet sözkonusu olan uygulama tevatür yoluyla alınmamışsa bunun için "sünnet" ifadesini kullanmak doğru olmaz. Buna göre Peygamber'in kendi şahsına izafe ederek kullandığı (sünnetî/sünnetim) muhteva için "sünnet" ifadesini kullanmaması gerekirdi. Zira Peygamber aldığı bu muhtevayı tevatür yoluyla almamıştır. Muhatap olduğu ilahî vahyi sadece Cebrâî! vasıtasıyla almıştır. Ancak buna rağmen O, Allah'tan alıp uyguladığı emirler için "sünnetim" (sünneti) ifadesini kullanmıştır. Bu da yapılan genellemenin yerinde olmadığını gösterir. Nedvî yaptığı genellemenin sonuçlarını, özellikle birinci maddede zikredilen sonucu, kasdetmemiş olabilir. Ancak yaptığı genelleme aklî açıdan böyle mahzurlu bir sonucu doğurmaktadır. -Cev- [110] Bkz. Ali Hasan Abdülkadir, Nazratun Amme fi'l-Fıkhi't-İslâmî, Matbaatu'i-UIÛıtl 1361-1942, Kahire, s. 122-123 [111] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 61-63. |