๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hayatüs Sahabe => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 07 Eylül 2010, 07:35:28



Konu Başlığı: Nusret (ALLAH ın Yardımı) ve Ensar ın Özellikleri
Gönderen: Ekvan üzerinde 07 Eylül 2010, 07:35:28
ENSÂR-I KİRÂM’IN İLK DURUMLARI

Hz. Âişe’nin Bu Konudaki Hadisi


- Hz. Peygamber her sene hac mevsiminde Arap kabilelerine başvurarak onlardan kendisini yurtlarına kabul edip dinin tebliği hususunda yardımcı olmalarını istiyor; karşılığında da onlara cennet va’dediyordu. Fakat onun bu tekliflerine hiç bir Arap kabilesi olumlu cevap vermiyordu. Bu Allah Teâlâ’nın kendi dinini üstün kılıp ona yardımcılar göndermeyi dilemesine kadar böyle devam etti. Böylece Allah Teâlâ, peygamberine Ensar’ı gönderdi. Onlar da Hz. Peygamber’i dinleyip ona icâbet ettiler. Allah da Medine’yi elçisi için hicret yurdu yaptı.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Heysemi VI/42 (Taberani, Evsat’ta Hz. Aişe’den).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/363.



Hz. Ömer’in Bu Konudaki Hadisi ve Ensar Hakkında Söyledikleri


- Hz. Peygamber Mekke’de dinini tebliğ etmeye başladığında hac mevsimlerinde kendisine yardımcı olmaları için Arap kabilelerini tek tek dolaşıyordu. Fakat hiç birinden olumlu bir cevap alamadı. Sonunda Allah Teâlâ, Ensar’ı mutlu kılmak ve onlara şeref bahşetmek istedi. Onlar da Hz. Peygamber’i kendi memleketlerine kabul edip ona yardımcı oldular. Allah, peygamberine yapmış oldukları bu iyiliklerden dolayı onları mükâfatlandırsın![1]

- Hz. Ömer, Ensar hakkında şunları söylemiştir: “Yemin ederim ki biz Ensar’ın hakkını gereği gibi gözetemedik. Onlara “Bizler emirleriz, sizlerse vezirlerimizsiniz” demiştik. Eğer bu yıl sonuna kadar yaşayacak olursam her idareciyi ve her valiyi Ensar’dan tayin edeceğim.”[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenz VIII/134 (Bezzar, Hz. Ömer’den).

[2] Cem’ül-Fevaid II/30 (Bir üsteki hadise ek olarak. Bezzar, Hz. Ömer’den zayıf olarak rivayet etmiştir); Mecma VI/42 (Yine Bezzar’dan, tamam olarak).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/363.


Hz. Peygamber’in İnsanlardan Kendisine Yardımcı Olmalarını İstemesi ve Hemdanlı Birisinin de Bunu Kabul Etmesi; Medinelilerin Yardımda Bulunmaları


Hz. Peygamber hac mevsiminde insanların arasına karışıyor ve onlara şöyle diyordu:

“İçinizde beni kavmine götürecek bir kimse yok mudur? Çünkü Kureyş dinimi tebliğ etmeme engel olmaktadır”. İşte bunlardan birinde bir adam çıkarak Hz. Peygamber’e, kendisini kavmine götürebileceğini söyledi. Hz. Peygamber de ona kimlerden olduğunu sordu. O kişi

“Hemdan kabilesindenim” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber

“Senin kavmin beni koruyabilir mi?” diye sordu. O da

“Evet!” dedi. Ama sonra bu adam kabilesinin Hz. Peygamber’i kabul etmemesinden korkarak ona geldi ve “Seni şu anda götüremeyeceğim. Gidip onlarla konuşur ve gelecek hac mevsiminde sana bir haber getiririm” dedi. Hz. Peygamber de bu teklifi kabul etti. Fakat onun gidişinden az bir zaman sonra, Receb ayında Ensar heyeti Hz. Peygamber’e geldi.[1]

- Câbir b. Abdillah şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Mekke’de on sene kaldı. Bu arada Ukkaz ve Mecenne panayırlarına gidiyor, hac mevsiminde insanların arasına karışıyor ve onlara şöyle diyordu:

“Beni memleketine götürecek kimse yok mudur? Rabb’imin emirlerini tebliğ hususunda kim bana yardımcı olmak ister? Böyle bir kişiye cennet va’dediyorum”. Fakat bu on sene zarfında onu memleketine götürüp kendisine yardımcı olabilecek hiç kimse çıkmadı. Bir yandan da kavmi ve akrâbaları dışarıdan, mesela Yemen veya Mudar’dan gelen insanları çeviriyorlar ve onları “kendini şu gençten (Hz. Peygamber’den) sakın, yoksa fitneye düşersin” diye kandırıyorlardı. Öyle ki Hz. Peygamber Mina’da, Müzdelife’de insanlar arasında dolaşırken parmakla gösterilir oldu. Bu durum Allah Teâlâ’nın Medineli bir grup insanı peygamberine gönderinceye kadar devam etti. Biz Hz. Peygamber’i memleketimize kabul ettik ve onu doğruladık. Bizim insanlarımız Medine’den kalkıp Hz. Peygamber’e geliyorlar; müslüman olup Kur’an öğrenerek dönüyorlardı. Daha sonra bu müslüman olan kişiler kendi aile efradını da müslüman ediyordu. Böylece içinde Müslüman bulunmayan evi neredeyse kalmadı. Nihayet bir gün bir araya gelerek “Hz. Peygamber Mekke’nin dağlarında korka korka daha ne kadar dolaşacak ve gittiği yerlerden kovulmaya devam edecek?” dedik. Bunun üzerine de yetmiş kişilik bir heyet oluşturarak hac mevsiminde Mekke’ye vardık. Akabe vadisinde buluşmak üzere sözleştik. Biz birer ikişer oraya toplandık ve Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Rasûlü! Sana ne üzerine biat edelim?” dedik ve böylece ona biat ettik.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Heysemi VI/35 (İmam Ahmed, Cabir b. Abdillah’tan).

[2] Hakim II/625 (İmam Ahmed’den); Bu hadis daha önce de Biatta Yardımlaşma bahsinde geçmişti.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/363-364.

Hz. Peygamber’in İnsanlardan Kendisine Yardımcı Olmalarını İstemesi ve Hemdanlı Birisinin de Bunu Kabul Etmesi; Medinelilerin Yardımda Bulunmaları


Hz. Peygamber hac mevsiminde insanların arasına karışıyor ve onlara şöyle diyordu:

“İçinizde beni kavmine götürecek bir kimse yok mudur? Çünkü Kureyş dinimi tebliğ etmeme engel olmaktadır”. İşte bunlardan birinde bir adam çıkarak Hz. Peygamber’e, kendisini kavmine götürebileceğini söyledi. Hz. Peygamber de ona kimlerden olduğunu sordu. O kişi

“Hemdan kabilesindenim” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber

“Senin kavmin beni koruyabilir mi?” diye sordu. O da

“Evet!” dedi. Ama sonra bu adam kabilesinin Hz. Peygamber’i kabul etmemesinden korkarak ona geldi ve “Seni şu anda götüremeyeceğim. Gidip onlarla konuşur ve gelecek hac mevsiminde sana bir haber getiririm” dedi. Hz. Peygamber de bu teklifi kabul etti. Fakat onun gidişinden az bir zaman sonra, Receb ayında Ensar heyeti Hz. Peygamber’e geldi.[1]

- Câbir b. Abdillah şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Mekke’de on sene kaldı. Bu arada Ukkaz ve Mecenne panayırlarına gidiyor, hac mevsiminde insanların arasına karışıyor ve onlara şöyle diyordu:

“Beni memleketine götürecek kimse yok mudur? Rabb’imin emirlerini tebliğ hususunda kim bana yardımcı olmak ister? Böyle bir kişiye cennet va’dediyorum”. Fakat bu on sene zarfında onu memleketine götürüp kendisine yardımcı olabilecek hiç kimse çıkmadı. Bir yandan da kavmi ve akrâbaları dışarıdan, mesela Yemen veya Mudar’dan gelen insanları çeviriyorlar ve onları “kendini şu gençten (Hz. Peygamber’den) sakın, yoksa fitneye düşersin” diye kandırıyorlardı. Öyle ki Hz. Peygamber Mina’da, Müzdelife’de insanlar arasında dolaşırken parmakla gösterilir oldu. Bu durum Allah Teâlâ’nın Medineli bir grup insanı peygamberine gönderinceye kadar devam etti. Biz Hz. Peygamber’i memleketimize kabul ettik ve onu doğruladık. Bizim insanlarımız Medine’den kalkıp Hz. Peygamber’e geliyorlar; müslüman olup Kur’an öğrenerek dönüyorlardı. Daha sonra bu müslüman olan kişiler kendi aile efradını da müslüman ediyordu. Böylece içinde Müslüman bulunmayan evi neredeyse kalmadı. Nihayet bir gün bir araya gelerek “Hz. Peygamber Mekke’nin dağlarında korka korka daha ne kadar dolaşacak ve gittiği yerlerden kovulmaya devam edecek?” dedik. Bunun üzerine de yetmiş kişilik bir heyet oluşturarak hac mevsiminde Mekke’ye vardık. Akabe vadisinde buluşmak üzere sözleştik. Biz birer ikişer oraya toplandık ve Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Rasûlü! Sana ne üzerine biat edelim?” dedik ve böylece ona biat ettik.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Heysemi VI/35 (İmam Ahmed, Cabir b. Abdillah’tan).

[2] Hakim II/625 (İmam Ahmed’den); Bu hadis daha önce de Biatta Yardımlaşma bahsinde geçmişti.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/363-364.


Bu Konudaki Urve Hadisi


- Ensar’dan birkaç kişi hac için Mekke’ye gittiler. Bunlar arasında Benî Zürayk’dan Râfi b. Mâlik ile Zekvan b. Abdilkays, Benî Mâzin b. Neccar’dan Muaz b. Afra’ ile Es’ad b. Zürâre, Benî Abdi’l-Eşhel’den Ebu’l-Heysam b. Teyyihan ve Benî Amr b. Avf kabilesinden Uveym b. Sâide de vardı. Hz. Peygamber onların yanına gelerek kendilerine tebliğde bulundu ve Kur’ân’dan bazı parçalar okudu. Bunlar Hz. Peygamber’i dikkatlice dinlediler. Onun sözleri çok hoşlarına gitmişti. Onda kitap ehli olanların söyledikleri alametleri gördüler ve ona inanıp kendisine yardım edeceklerine dair söz verdiler. Bu kişiler Hz. Peygamber’e şöyle demişlerdi: “Allah Teâlâ’nın seni tebliğ için gönderdiğine ve bizim karşımıza çıkardığına çok memnun olduk. Biz sana ve Allah’a itaat edip yardımcı olacağız. Fakat şu an için burada, Mekke’de kalman çok daha uygundur. Çünkü memleketimizde Evs ile Hazrec kabileleri arasında büyük bir düşmanlık hüküm sürmektedir. Biz şimdi gidelim ve halkımıza seni anlatalım; onları Allah’a ve Rasûlüne davet edelim. Sen şimdi bizimle gelecek olursan aramızdaki bu düşmanlık sebebiyle sana hakkıyla hizmet edemeyiz. Söz veriyoruz, gelecek sene gelip seni durumumuzdan haberdar edeceğiz”. Hz. Peygamber’in razı olması üzerine bu kişiler Medine’ye dönerek kavimlerini gizliden gizliye davet etmeye başladılar. Sonunda içinde üç-beş müslümanın bulunmadığı hiç bir ev kalmadı.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Heysemi VI/42 (Taberani, mürsel olarak Urve’den); Bu hadis daha önce de Mus’ab b. Umeyr’in Allah’a Davet Etmesi bahsinde de geçmişti.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/365.


Sırme b. Kays’ın Bu Konudaki Bir Şiiri


- Ensar’dan yaşlı bir kadının dediğine göre ibn Abbas, şu şiiri öğrenmek için Sırme b. Kays’ın yanına gidip gelmiştir: “Hz. Peygamber Kureyş içerisinde on seneyi aşkın bir süre kaldı. Bu süre içerisinde bir yardımcı ve dost bulurum ümidiyle nasihatta ve tebliğde bulundu. Panayırlarda halkın arasına karışıp, kendisini içlerine kabul edip yardımcı olacak kimseler aradıysa da bulmadı. Nihayet bizim memleketimize, Medine’ye teşrif ettiler. Burada artık gönül huzuru içerisinde ve bizden razı olarak yaşamaktadır. Biz her halukarda mallarımızı ve canlarımızı onun yolunda seve seve feda ettik. En sevgili dostlarımız da olsalar ona düşmanlık besleyenlere en büyük düşman kesildik. Çünkü bizler Allah’tan başka ilah olmadığına ve göndermiş olduğu kitabının insanlar için bir hidâyet kaynağı olduğuna inandık.”[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Hakim II/626 (Yuahya b. Said’den).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/365.


Abdurrahman b. Avf ile Sa’d b. er-Rabî’ Arasında Kardeşlik Kurulması


Hz. Peygamber muhacir olarak Medine’ye gelen Abdurrahman b. Avf ile Ensar’dan Sa’d b. er-Rabî’ arasında kardeşlik tesis etti. Sa’d, Abdurrahman’a “Ey Kardeşim, ben Medine’nin en zenginlerinden biriyim. Malımın yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki de hanımım vardır. Bunlardan birini beğen; ben de onu boşayayım” dedi. Abdurrahman ise

“Allah malını da, hanımlarını da sana mübarek kılsın!” dedi ve sonra oradakilerden pazar yerini kendisine göstermelerini istedi. Onlar da pazar yerini tarif ettiler. Abdurrahman oraya giderek alışveriş yapmaya başladı. Kısa bir zaman içerisinde epeyi para kazandı. Bir gün Hz. Peygamber’in huzuruna çıktığında Hz. Peygamber ona

“Ey Abdurrahman senden yayılan bu koku da nedir?” diye sordu. Gerçekten de ondan za’feran kokusu geliyordu. Abdurrahman da

“Ey Allah’ın Rasûlü, evlendim” dedi. Hz. Peygamber

“Peki ona mehir olarak ne verdin?” dedi, o bir hurma çekirdeği kadar altın verdiğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber

“Bir koyunla da olsa düğün yemeği ver!” buyurdular. Daha sonra Abdurrahman, o zamanı anlatırken şöyle derdi: “Hâlâ aklımdadır, hangi taşı kaldırsam altında gümüş ya da altın bulacağımı zannediyordum.”[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye III/228 (İmam Ahmed, Enes’ten); İsabe II/26 (Müslim ve Buhari’nin de Enes’ten rivayet ettiği kaydedilmektedir); İbn Sa’d III/89 (Yine Enes’ten)

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/366.


Ensar’la Muhacirlerin Birbirlerinden Miras Almaları


- Hz. Peygamber Mekke’den gelen muhacirlerle Medine’li Ensar arasında kardeşlik kurmuştu. Öyle ki Ensar’dan biri öldüğünde malı akrabalarına değil Hz. Peygamber’in aralarında kardeşlik kurduğu muhacire kalıyordu. Bu durum Nisa Sûresi 33. âyeti kerimesi nâzil olana kadar böyle devam etti. Bu âyetten sonra bu uygulamaya son verildi: “Anne-babanın ve hısımların bıraktıklarından her birine mirasçılar kıldık...” Bir başka rivâvete göre de bu uygulama Enfal Sûresi 75. âyeti olan “... Allah’ın kitabına göre (aralarında kan bağı bulunan) akrabalar birbirlerine daha yakındır...’ âyetiyle kaldırılmıştır.[1]

- Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde Muhacirlerin kendi aralarında ve ayrıca onlarla Ensar arasında kardeşlik tesis etti. Bundan maksat kardeşlerin birbirlerine malî açıdan destek olmalarıydı. Aralarında kardeşlik kurulanlar birbirlerinden miras alıyorlardı. Bunlar iki taraftan olmak üzere doksan veya yüz kişiydiler. Bu şekildeki miras, “...Allah’ın kitabına göre (aralarında kan bağı bulunan) akrabalar birbirlerine daha yakındır...” (Enfal: 8/75) âyetiyle hükümsüz bırakıldı.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Fethü’l-Bari VII/191 (Buhari’den naklen, o da İbn Abbas’tan). Bu konuda Hafız İbnü’l Münzir şunları söyler: “Bu rivayetlerden ikincisi daha kuvvetlidir. Ancak bu neshin iki defa gelmesi de muhtemeldir. Çünkü önceleri hısımlara hiç bir şey verilmeyip hepsi Hz. Peygamber’in kardeş kıldığı kimseye kalıyordu. Nisa ayetiyle hısımlara da mirastan pay verilmeye başlandı. O zaman İbn Abbas hadisi de buna hamledilir. Enfal ayeti ise bu anlaşmalı mirası hepten ortadan kaldırmıştır.”

[2] Fethü’l-Bari VII/191 /Vakidi’den senetleriyle).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/366-367.


ENSAR’IN MALLARINI MUHACİRLERLE BÖLÜŞMELERİ


- Ensar Hz. Peygamber’e gelerek

“Hurmalıklarımızı Muhacir kardeşlerimizle bizim aramızda pay et!” dediler. Hz. Peygamber de

“Olmaz!” dedi. Muhacirler de Ensar’a

“Peki, ürünü bizimle paylaşacak, fakat bize herhangi bir külfet yüklemeyecek misiniz?” diye sordular. Ensar da

“Evet, aynen öyle!” dediler.[1]

- Hz. Peyamber Ensar’a

“Muhacir kardeşleriniz size mallarını ve çocuklarını bırakarak gelmişlerdir” buyurdu. Ensar da

“Mallarımızı onlarla paylaşalım” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber

“Bunu başka bir şekilde yapamaz mısınız?” dedi. Ensar

“Peki nasıl?” diye sordular. Hz. Peygamber şöyle buyurdular:

“Onlar bu tür bir çalışmayı bilmezler. Gelin bağlarınızda, bahçelerinizde siz kendiniz çalışın, ancak elde ettiğiniz mahsulü onlarla paylaşınız” dedi. Ensar da bunu kabul etti.[2]

- Muhacirler Hz. Peygamber’e gelerek şöyle dediler:

“Ey Allah’ın Rasülü! Biz bu Medine’li kardeşlerimiz kadar iyi insanlar görmedik. Gelirleri az olmasına rağmen onu bizlerle paylaşıyorlar. Bol ürün aldıklarında ise payımızın kat kat fazlasını veriyorlar. Vallahi bize sevap bırakmamalarından korkuyoruz”. Hz. Peygamber’se şöyle buyurdular:

“Siz onlara teşekkür edip, onlar için Allah’a dua ettiğiniz müddetçe sizin için de sevap verilecektir.”[3]

- Ensar, hurma toplama zamanı geldiğinde topladıkları hurmaları biri küçük, diğeri ise ondan daha büyük olmak üzere iki öbek haline getirirler ve sonra küçük olanın üzerine hurma dallarını da eklerlerdi. Bundan sonra ise Muhacirleri çağırıp

“Hangisini istiyorsanız alınız!” derlerdi. Muhacirler büyük olan kısmı alırlar, Ensar ise dalları için, küçük olanı alırlardı. Bu, Hayber’in fethine kadar böylece devam etti. Hayber’in fethinden sonra Hz. Peygamber, Ensar’a

“Eğer isterseniz Hayber’den size hisse vermeyeyim, buna karşılık da hurmalıklarınız yalnızca kendinize kalsın” dedi. Ensar buna şöyle cevap verdiler:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Sen bize bazı görevler verdin ve birtakım şartlar öne sürdün; bizse bütün bunlara karşılık senden cenneti istedik. Eğer bu şartımızı kabul ediyorsanız sizin dediğiniz gibi olsun”. Hz. Peygamber de

“Evet, şartınızı kabul ediyorum” buyurdular.[4]

- Hz. Peygamber, kendilerine Bahreyn’den pay vermek üzere Ensar’ı çağırttı. Onlar da

“Bize verdiğin kadar Muhacir kardeşlerimize de vermezsen bunu kabul etmeyiz” dediler. Hz. Peygamber de

“Bu durumda kıyamet günü beni görünceye dek sabredin. Mükâfaatınızı orada alırsınız” buyurdu.[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari I/312 (Ebu Hüreyre’den).

[2] Bidaye III/228 (Abdurrahman b. Eeyd b. Eslem’den).

[3] Bidaye III/228 (İmam Ahmed, Yezid’den, o Humeyd’den, o da Enes’ten); Kenz VIII/136 (İbn Cerir, Beyhaki ve Hakim’in de rivayet ettği kaydedilir).

[4] Heysemi X/40 (Bezzar’dan).

[5] Buhari (Enes’ten).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/368-369.


ENSAR’IN, İSLÂMİYETLE OLAN BAĞLARINI GÜÇLENDİRMEK İÇİN CÂHİLİYE BAĞLARINI KOPARMALARI

Yahudi Ka’b b. Eşref’in Hz. Peygamber’in İsteğiyle Öldürülmesi


- Hz. Peygamber bir gün

“Şu Ka’b b. Eşref denen adam Allah’a O’nun Rasûlüne eziyet etmektedir. Bizi ondan kim kurtaracak?” dedi. Muhammed b. Mesleme kalkarak

“Ey Allah’ın Rasûlü! Onu öldürmemi ister misiniz?” diye sordu. Hz. Peygamber de

“Evet!” dediler. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme

“O halde müsaade et de ona yalan söyleyeyim” dedi. Hz. Peygamber ona bu konuda izin verdi. Bundan sonra Muhammed b. Mesleme, Ka’b’a giderek

“Bu adamın aldığı sadakalar bizi zayıf düşürdü. Senden borç istemeye geldim” dedi. Ka’b da

“Yemin ederim ki o sizi usandıracaktır” dedi. Muhammed de

“Biz ona bir kere bağlanmış olduk; sonucun ne olacağını görmeden de bırakmak istemiyoruz. Peki sen bize borç olarak bir veya iki yük hurma verebilir misin?” dedi. Ka’b

“Sana borç verebilirim ama rehin olarak ne bırakacaksın?” dedi. Sahabiler

“Sen ne istiyorsan onu söyle!” dediler. Ka’b da

“Rehin olarak hanımlarınızı bırakınız” dedi. Sahabiler

“Hayır, hanımlarımızı sana rehin olarak bırakamayız; çünkü sen Arapların en güzelisin” dediler. Ka’b da

“O halde çocuklarınızı rehin olarak bırakın!” dediler. Bunun üzerine sahabiler

“Hayır, çocuklarımızı da bırakamayız. Çünkü büyüdüklerinde “İki yük hurma karşılığında rehin bırakılan değil misin?” diye küçümsenecekler ve bu da bizim için bir utanç olacaktır. Fakat sana zırhlarımızı bırakabiliriz” dediler. Muhammed b. Mesleme gece geleceğini söyleyerek oradan ayrıldı. Geceleyin yanında Ebu Nâile olduğu halde geldi. Ebu Nâile, Ka’bin süt kadeşi idi. Ka’b onları yukarıya davet ettiyse de onlar çıkmayıp kendisinin aşağıya gelmesini istediler. Bunun üzerine karısı

“Ne olursun gitme! Ben bu sesten kan kokusu alıyorum” dedi. Ka’b da

“Korkma! Bunlar Muhammed b. Mesleme ile kardeşim Ebü Nâile’dir. Onlardan bana bir zarar gelmez. Kaldı ki kerim bir kimse geceleyin kavgaya bile çağrılsa icâbet eder” dedi.

Muhammed b. Mesleme, Ebu Abs b. Cebr, Hâris b. Evs ve Abbâd b. Bişr’i de beraberinde getirmişti. Onlara “Ka’b bizim yanımıza geldiğinde ben onun saçlarını tutup koklayacağım. Onu sıkıca tuttuğumu anladığınızda üzerine çullanıp ona vurunuz!” dedi. Ka’b süslü elbiseler giyip güzel kokular süründükten sonra aşağıya indi. Onun aşağıya inmesiyle etrafı güzel bir koku kapladı. Muhammed b. Mesleme, Ka’b’a

“Ömrümde bu kadar güzel bir koku görmedim” dedi. Ka’b’ da

“Benim yanımda bundan çok daha güzeli vardır: O da Arapların en güzeli ve onların en güzel kokanı olan karımdır” dedi. Muhammed b. Mesleme

“Saçlarını koklamama izin verir misin?” dedi. O da

“Tabi ki koklayabilirsin!” dedi. Muhammed b. Mesleme onun saçlarını kokladı ve arkadaşlarına da koklattı. Bunun üzerine Muhammed ikinci kez koklayıp koklayamayacağını sordu, Ka’b olumlu cevap verdi. Koklayabilmesi için de başını hafifçe eğdiğinde Muhammed onu saçlarından sıkıca yakaladı ve arkadaşlarına

“Haydi! Onu öldürünüz!” dedi. Hep birden saldırarak Ka’b’ın işini bitirdiler ve sonra da Hz. Peygamber’e giderek durumu ona haber verdiler.[1]

- Muhammed b. Mesleme ve arkadaşları olaydan sonra Bâkiyü’l-Ğarkad’a (Medine Mezarlığı) giderek orada yüksek sesle tekbir getirdiler. Hz. Peygamber o gece uyumamış Allah’a kulluk edip namaz kılıyordu. Onların tekbir seslerini duyunca Ka’b’ın öldürülmüş olduğunu anladı ve o da tekbir getirdi. Daha sonra bu kişiler Hz. Peygamber’e geldiler. Hz. Peygamber onlar için

“Bazı yüzler kurtuldu!” dedi. Onlar da

“Ey Allah’ın Rasûlü! Senin yüzün de kurtulsun” dediler ve Ka’b’ın kesik başını onun ayakları dibine bıraktılar. Hz. Peygamber onun öldürülüşünden ötürü Allah’a hamdetti.[2]

- Ka’b’ın öldürülmesi üzerine yahudiler dehşete kapıldılar ve sabahı zor ettiler. Sabah olduğunda Hz. Peygamber’e koşarak

“Dün gece önderimiz tuzağa düşürülmek suretiyle öldürülmüştür” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara Ka’b’ın yaptıklarını anlattı. Onlara Ka’b’ın müslümanlar aleyhindeki kışkırtmalarını ve onlara yapmış olduğu eziyetleri hatırlattı. Gelen yahudiler korktular ve hiç bir şey diyemediler.[3]

- Hz. Peygamber

“Kim benim için Eşref oğlu Ka’b’ın hakkından gelecektir?” buyurdular. Muhammed b. Mesleme kalkarak

“Ey Allah’ın Rasûlü! Senin için onun hakkından ben gelirim!” dedi. Hz. Peygamber

“Eğer gücün yeterse bunu yap!” buyurdu. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme, Hz. Peygamber’in huzurundan çıktı; üç gün ne birşey yedi ve ne de birşey içti. Nefsi kendisine vesveseler veriyordu. Onun bu halini Hz. Peygamber’e haber verdiler. Hz. Peygamber onu çağırttı ve kendisine

“yemeyi-içmeyi niçin bıraktın?”diye sordu. O da

“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben sana bir söz verdim. Fakat bu sözümü yerine getirip getiremeyeceğimi bilemiyorum” diye cevap verdi. Hz. Peygamber de ona,

“Sana düşen elinden geleni yapmandır; gerisi ise Allah Teâlâ’ya aittir” buyurdular.[4]

- Hz. Peygamber, Ka’b b. Eşref’in öldürülmesiyle görevlendirdiği kişileri Medine’nin mezarlığı olan Bâkiu’l-Ğarkad’a kadar yolcu etti. Orada onlara “Allah’ın adına dayanarak gidiniz!” dedi ve sonra da “Ey Allah’ım Onlara yardımcı ol!” diye dua etti.[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Fethü’l-Bari VII/239 (Buhari’den; o da Cabir b. Abdillah’tan).

[2] İbn Sa’d.

[3] Fethü’l-Bari VII/239 (İbn Sa’d, İkrime’den).

[4] Bidaye IV/7 (İbn İshak’tan).

[5] Fethü’l-Bari VII/237 (İbn Abbas’tan).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/370-372.


İbn Ebi’l-Hukayk’ın Öldürülmesi


- Allah Teâlâ’nın peygamberine yaptığı iyilik ve yardımlardan biri de şuydu: Ensar’dan olan Evs ve Hazrec kabileleri tıpkı iki koçun çekişmesi gibi birbirleriyle yarış halinde idiler. Şöyle ki her ne zaman Evs Hz. Peygamber için birşeyler yapacak olsa Hazrecliler “Vallahi bu fazilet hususunda bizi geçemeyeceksiniz; çünkü bunun bir benzerini de biz yapacağız” derler ve gerçekten de onların yaptıklarına benzer birşey yapmadıkça rahatlayamazlardı. diğer taraftan bu durum aynıyla Evs kabilesi için de geçerliydi. Onlar da Hazreclilerin yaptığının benzerini yapmadıkça rahat edemezlerdi. Evs kabilesi Hz. Peygamber’e olan düşmanlığından dolayı Ka’b b. Eşref’i öldürdüklerinde Hazrec mensupları “Allah’a yemin ederiz ki fazilet yönünden bizi geçmenize müsaade etmeyeceğiz!” dediler ve Hz. Peygamber’e düşmanlık hususunda Ka’b b. Eşref’e denk birisini aramaya koyuldular. Sonunda İbn Ebi’l-Hukayk üzerinde karar kıldılar. Bu kişi Hayber’de oturmaktaydı. Hazrecliler onu öldürmek için Hz. Peygamber’den izin istediler. Kendilerine izin verildi. Bunun üzerine Hazrec’in Beni Selîme kabilesinden dört ve onların yeminlileri olan Eslem kabilesinden de bir kişi olmak üzere bu iş için beş kişi seçildi. Bunlar Abdullah b. Atîk, Mes’ud b. Sinan, Abdullah b. Üneys, Ebu Katâde el-Hâris b. Rib’î ve Huzâî b. Esved idi. Bu sonuncusu Eslem’den olan bir kişidir. Hz. Peygamber içlerinden Abdullah b. Atîk’i onlara başkan yaptı ve kendilerine “Sakın kadınlarla çocuklara dokunmayınız!” diye de sıkı sıkı tenbihte bulundu.

Bu beş kişi Hayber’e doğru yola çıkıp geceleyin oraya vardılar. İbn Ebi’l-Hukayk’ın evini bulup içeri girdiler. Evdeki bütün odaların kapılarını içerdekilerin üzerine kilitlediler. Sonra da İbn Ebi’l-Hukayk’ın kendisi için yaptırmış olduğu yüksek köşke yöneldiler. Yukarı çıktılar, kapıyı vurup girmek için izin istediler. Kapıya İbn Ebi’l-Hukayk’ın karısı çıktı ve ne istediklerini sordu. Onlar da

“Biz Arap tüccarlarız; gıda maddeleri satın almak istiyoruz” dediler. Bunun üzerine kadın

“Buyurun, kocam içerdedir” dedi. Onlar da içeri girdiler. Bundan sonrasını Abdullah ve arkadaşları şöyle anlatıyor: Biz içeri girdik ve aramızda bir mücadele olur da kaçabilir korkusuyla kapıyı arkamızdan kilitledik. Hanımı bizim bu hareketimizden şüphelenerek bağırıp çığlıklar atmaya başladı. Hiç vakit kaybetmeden, yatağında yatmakta olan İbn Ebi’l-Hukayk’a saldırdık ve kılıçlarımızla ona vurmaya başladık. Onu ancak parlamakta olan gece elbisesi sayesinde farkedebiliyorduk. O yatağında Mısır’da yapılan ince, beyaz elbiseler gibi parlıyordu. Hanımı ise çığlık çığlığa onunla bizim aramıza girmeye çalışıyordu. İçimizden biri onu öldürmek için kılıcını kaldırıyorsa da Hz. Peygamber’in “Sakın kadınları ve çocukları öldürmeyiniz!” tenbihini hatırlayarak bundan vazgeçiyordu. Eğer o kadın olmasaydı orada onu öldürmeden bırakmazdık. Fakat biz karanlıkta ona rastgele vurduk. Sonunda Abdullah b. Üneys kılıcını onun karnına sapladı, kılıç tâ sırtından çıktı. Bu arada İbn Ebi’l-Hukayk “Yeter artık, beni öldürdünüz!” gibi şeyler mırıldanıyordu.

Daha sonra onları öylece bırakarak çıktık. Abdullah b. Atîk renk körü olup geceleri de pek iyi göremezdi. Acele ile kaçarken merdivenden yuvarlandı ve elini fena halde incitti. Biz de onu sırtımıza alarak kaleye su getiren kanallara kadar taşıdık ve suyun kaleye girmekte olduğu delikten dışarı çıktık. Yahudiler her tarafta ateşler yakarak bizleri sıkı bir şekilde aradılar. Bizi bulmaktan ümitleri kesilince de aramaktan vazgeçip kaleye döndüler ve halen yaşamakta olan İbn Ebi’l-Hukayk’ın başına toplandılar. Biz kendi aramızda onun ölüp ölmediğini merak ettik. Sonra içimizden biri

“Ben gider bu meseleyi tam olarak öğrenirim” dedi ve gitti. Döndüğünde bize şunları anlattı:

“Oraya vardığımda yahudi erkeklerinin onun başına toplanmış olduklarını gördüm. Karısı da elinde bir çıra olduğu halde şöyle diyordu:

“Yemin ederim ki Atîk’in oğlunun sesini duyar gibi oldum. Fakat sonra kendi kendime, hayal görüyorsun, onun buralarda ne işi var dedim”. Daha sonra kadın çırayı yerde yatmakta olan kocasının yüzüne yaklaştırdı ve

“Öldü, yahudilerin ilahına yemin ederim ki o öldü!” diye bağırdı. Hayatımda bu kadar hoşlandığım bir söz işitmemiştim. Bunu öğrendiğimde orada daha fazla oyalanmaya gerek görmedim ve size haber verebilmek için hemen geldim”. Bunun üzerine biz Atikoğlunu sırtımıza alarak Medine’ye döndük ve Hz. Peygamber’in huzuruna çıkıp ona düşmanının öldürüldüğünü haber verdik. Fakat onu hangimizin öldürdüğüne dair ihtilafa düştük. Her birimiz “Onu ben öldürdüm!” diyorduk. Hz. Peygamber

“Kılıçlarınızı getiriniz!” dedi. Onları yokladıktan sonra Abdullah b. Uneys’in kılıcını göstererek

“İşte onu bu kılıç öldürmüştür. Çünkü bu kılıcın üzerinde yemek izleri görüyorum” buyurdular.[1]

- Hz. Peygamber, yahudi İbn Ebi’l-Hukayk’ı öldürmeleri için Ensar’dan bazı kimseleri görevlendirdi ve başlarına da Abdullah b. Atîk’i getirdi. Bu kişi Hz. Peygamber’e eziyet ediyor ve onun aleyhinde komplolar düzenliyordu. Kendisinin Hicaz topraklarında bir kalesi vardı ve burada kalmaktaydı. Bu grup kaleye vardığında güneş batmıştı. Kırlardaki sürüler dönmüş, kapılar da kapatılmıştı. Abdullah arkadaşlarına

“Siz burada bekleyiniz. Ben gidip kapıyı açtırmaya çalışacağım. Eğer oraya girebilirsem bir yolunu bulur sizi de içeri alırım” dedi. Böylece elbiselerine iyice bürünen Abdullah b. Atîk kapıya yöneldi. O sırada kale bekçisi bir grup halkı içeri almaktaydı. Abdullah sanki def-i hâcet yapıyormuş gibi bir kenara çömeldi. Bu arada halk da içeri girmişti. Kapıcı, Abdullah’a

“Ey Allah’ın kulu! Eğer kaleye girmek istiyorsan, gir! Çünkü artık kapıları kilitlemek istiyorum!” diye bağırdı.

Bundan sonrasını Abdullah’dan dinleyelim:

“İçeriye girdim ve bir tarafa saklandım. Kalenin kapıcısı herkesin içeri girmesinden sonra kapıları kapattı ve anahtarları bir çiviye astı. O gittikten sonra anahtarları asılı bulunduğu yerden alarak kapıyı açtım ve arkadaşlarımı içeri aldım. İbn Ebi’l-Hukayk’ın evinde gece sohbetleri düzenlenirdi. Kendisi yüksekçe bir köşkte kalmaktaydı. Sohbet için gelenlerin gitmesini bekledim ve sonra köşke girdim. Onu öldürürken duyup da bana engel olmasınlar diye her girdiğim kapıyı içerden kilitliyordum. Nihayet onun bulunduğu odaya geldim. Oda karanlıktı ve adamın aile efrâdı da orada bulunuyordu. Onun yerini kestirebilmek için

“Ey Ebâ Râfi!” diye seslendim.

“Sen kimsin?” dedi. Bunun üzerine sesin geldiği istikamete doğru gittim ve kılıcımla ona vurdum. Dehşet içerisindeydim ve bu yüzden de darbem tam olarak yerini bulamamıştı. Hemen dışarı fırladım, o ise bağırıp duruyordu. Dışarda biraz durduktan sonra sanki adamlarından biriymişim gibi içeri girerek

“O ses ne idi, ey Ebâ Râfi’?” dedim. O da

“Annesi ağlayasıca! Birisi bana kılıçla vurdu” dedi. Bunun üzerine ona bir kere daha vurdum; ağır bir şekilde yaraladımsa da öldüremedim. Sonra kılıcımın keskin ucunu onun karnına saplayarak bastırdım, ucu tâ sırtından çıktı. Onun öldüğüne iyice kanaat getirdikten sonra kilitlediğim kapıları birer birer açarak merdivenlere kadar geldim. Dolunay olmasına rağmen merdivenlerin bitip yere ulaştığımı zannettiğim bir sırada yuvarlanıverdim. Çünkü önümde bir merdiven daha varmış. Bacağım kırıldı, başımdan sarığımı çıkararak kırık yeri sardım. Sonra kapının yanına giderek oturdum ve kendi kendime

“Onun ölüp ölmediğini tam olarak öğrenmedikçe gitmeyeceğim” dedim. Sabahleyin horozlar ötmeye başlayınca bir kişi surlara çıkarak onun öldürülmüş olduğunu ilan etti ve şöyle dedi:

“Hicaz tüccarlarından Ebu Râfi’ dün gece öldürülmüştür!”. Bunun üzerine arkadaşlarımın yanına giderek

“Haydi artık gidelim! Allah Teâlâ, Ebu Râfi’i öldürdü!” dedim. Böylece Medine’ye dönerek olup bitenleri Hz. Peygamber’e anlattım. O da

“Kırılan yeri aç!” buyurdular. Açtım, Hz. Peygamber mübarek elleriyle orayı sıvazladılar; o anda bacağım sanki hiç kırılmamış gibi iyileşti.[2]

- İbn Ebi’l-Hukayk’ı öldürenler Hz. Peygamber’in minberde bulunduğu bir sırada döndüler. Hz. Peygamber onlara bakarak

“Bazı yüzler kurtuldu!” buyurdu. Onlar da

“Ey Allah’ın Rasûlü! Senin yüzün de kurtuldu!” dediler. Hz. Peygamber

“Onu öldürdünüz mü?” diye sordu. Onlar

“Evet!” deyince Hz. Peygamber

“Bana kılıcı veriniz!” dedi. Abdullah da kılıcını çıkararak uzattı. Hz. Peygamber

“Evet, bunun üzerinde yemek izleri vardır” buyurdu.[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye IV/137 (İbn İshak, Abdullah b. Ka’b b. Malik’ten); Siret-i İbn Hişam


Konu Başlığı: Ynt: Nusret (Allah ın Yardımı) ve Ensar ın Özellikleri
Gönderen: Pelinay üzerinde 16 Şubat 2016, 19:17:42
Ahh Efendimiz,Sultanımız,Gönüllerimizin tabibi neler yaşadı,ne zorluklardan geçti  dinini tebliğ edebilmek için.her gün hiç sönmeyen azmiyle,sabrıyla tebliğ için uğraştı.
Rabbim Onun yolundan bir an bile ayırmasın bizleri inşallah.Allah razı olsun paylaşım için


Konu Başlığı: Ynt: Nusret (Allah ın Yardımı) ve Ensar ın Özellikleri
Gönderen: Mehmed. üzerinde 13 Ocak 2019, 15:20:24
Esselamu aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun