Konu Başlığı: Malik bin Nebi ve islâm da demokrasi Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Şubat 2011, 15:44:28 8- Malik bin Nebi Ve İslâm'da Demokrasi Malik Binnebi, Cezayir'de yetişmiş, genel olarak İslâm ülkelerinin, özellikle de Cezayir'in Fransız sömürgesi döneminde ve sonrasında yaşadığı sorunları ele almış önemli bir düşünürdür. Malik Binnebi'nin Kur'ân-ı Kerîm Mucizesi, İslâm Davası, Cezayir'de İslâm'ın Yeniden Doğuşu, Müslüman ve Ekonomi, Çağa Tanıklığım gibi değerli kitapları Türkçe'ye de çevrildi. Düşüncelerinin bir özeti niteliğindeki Çağdaş Temel Konular adlı çalışma da Dr. Veysel Uysal tarafından dilimize kazandırıldı. Ancak Malik Binnebi'nin en önemli eserlerinden sayılan Şurutu'n-Nahda (Yeniden Uyanışın Ortamı) adlı kitabı hâlâ çevrilmeyi bekliyor. Malik Binnebi'nin aslında uzunca bir makaleden oluşan ve büyük yankı uyandıran İslâm ve Demokrasi adlı çalışması, Ergun Göze tarafından Türkçe'ye çevrildi ve iki baskı yaptı. Malik Binnebi, çalışmasına şu sözlerle başlıyor: “İslâm ve Demokrasi, bu iki kavram, birbirlerinden ayrı olarak ele alındığı zaman bir mes'ele yoktur. Her birisi, devrimizi mühürleyen hadiseler olarak kendi Kader çizgilerinde seyredip dururlar. Fakat bu iki mefhum bir arada ele alındı mı ortaya bir mes'ele çıkar: Aralarında deruni-fikri bir bağ olabilir mi?” İki kavramın ortaya çıkışlarını ve anlamlarını inceleyen Malik Binnebi, ilk elde şu sonuca varılabileceğini belirtir: “Demokrasi bir haklar buketi, İslâmiyet bir vazifeler demetidir”. Görünüşte birbirinin zıddı olduklamşa göre, birbirleriyle karşılaştırılmaları da zordur. Ancak demokrasiyi başka türlü bir izah denemesi yapılabilir. Bu izaha göre demokrasi insanın, bir yandan kendi, öte yandan çevresindeki insanların şahsi değerlerine göre kıymetlenmesi demektir. Demokratik duygu, insanın bu iki taraflı değerlenmesinin mahsulüdür. Demokratikleşme sadece iktidarın meselâ kraldan millete geçişinden ibaret değildir. Fakat halk şuurunda ve geleneğinde demokrasinin temellerini oluşturacak ölçüler, düşünceler ve duyguların teşekkül etmesi demektir. Demokratik bir anayasa genellikle böyle bir demokratlaşma teşebbüsünün meyvesi olup, bu demokratlaşma hamlesinin başarıya ulaşmış olması nisbetinde bir değere sahiptir. Bu yüzden, bugün demokratik yeni nizamlar kurmak isteyen genç milletlerin eski demokrasi geleneği olan milletlerden anayasa iktibas etmesi yüzeysel bir değere sahip olabilir, Gerçi bu iktibaslar zaruridir, ama halkın vicdanına demokrasiyi yerleştirecek tedbirler de iktibas edilmelidir. Malik Binnebi'ye göre, eğer İslâm'da bir demokrasi geleneği mevcutsa bunu, özellikle bir anayasa metninde değil, genel bir çerçevede İslâmî ruhta aramak gerekecektir. Onun bakış açısına göre, İslâm'ı ne halkı egemen ilan eden bir anayasa ve ne de fert hak ve hürriyetlerini sıralayan bir beyannameyi inceler gibi incelememelidir. Olsa olsa, demokratlaşmaya doğru bir yürüyüş, ferdin ve cemiyetin kendi doğrultularında demokratik ideale doğru harekete geçmiş olduğu bir demokrasi yürüyüşü olarak ele almalıdır. Önemli olan, bu yürüyüşün başlangıç anını, sonraki neticeleri doğuran başlangıç şartlarını inceleyip değerlendirmektir. Bu tür hareketlerin hemen hepsinin başlangıcı yeni bir insan değerlendirmesidir. Halen demokrasiler arasında farklar bulunması, demokratik yürüyüşü başlatan insanların başlangıçta insan anlayışiarmdaki farklardan ileri gelmektedir. İşte bu insan değerlendirmesi, daha başlangıçta, köle ve despot tipinde tezahür eden antidemokratik unsurlar muvacehesinde, demokratlaşmanın etki ve başarısını belirlemektedir. Malik Binnebi'ye göre, İslâm demokrasisi hariç olmak ve yine İslâm demokrasisine nisbetle göz önüne alınmak şartiyle demokrasilerdeki insan anlayışındaki değişiklik ve farklılık, yine de bir cins beraberliği gösterir. Çünkü bu demokrasilerin hepsi insanı, kendisine bazı siyasî haklar bağışlanan bir vatandaş veyahut da kendisine toplum içinde bazı garantiler tanınmış bir demokratik eleman olarak değerlendirmiştir. Halbuki İslâmiyet, insana bu içtimaî ve siyasî değerini aşan başka bir değer vermiştir. Bu husus Kur'an'da şöyle ifadelendirilir: “Biz insanı şerefli kıldık”. Bu âyet, İslâm anayasa metninin başlangıç cümlesi mesabesindedir. İslâm'ın demokrasi anlayışına göre ınsan, Allah'ın tecelligahıdır. Diğer sistemlerde ise cemiyetin veya insanlığın tecelligahıdır, kişileşmesidir. Bir tarafta kutsal bir demokrasi, öteki tarafta laik bir demokrasi var demektir. Bu ikisi arasındaki fark, yalnızca bir isim farkı değildir. İnsan unsurunun kendisine ve diğer insanlara karşı duyduğu gerçek hislerin manaları arasındaki farktır. Nefsinde ilahî bir şeref taşıyan insan bu şerefin kudsi ağırlığını, hem kendi özünde hem de başkalarının şahsında hissedecektir. Bütün antidemokratik ve menfi duyguları tasfiye eden bu şeref hissiyle mütenasip olarak insan gerek kendisini gerek diğer insanları muazzam bir değer olarak görecektir. Malik Binnebi'ye göre bu yürüyüşünde iki koruyucu çit, insanı hem köleliğin, hem de despotluğun psikolojik uçurumuna düşmekten alıkoymuş olacaktır. Bu iki koruyucu çit, Kur'an tarafından açıkça dile getirilmiştir. Tahakküm hırsına kapılmak da tahakküm altında kalmayı kabul etmek de doğru değildir. Öyleyse insan, kendi benliğinde karşılaşabileceği antidemokratik eğilimlerle Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu kudsi şerefe dayanarak ve insan olarak gerek bir kölenin ve gerek bir despotun izinidpn gitmemesi, doğru yolundan sapmaması için yoluna Allah'ın koymuş olduğu işaretlere dikkat ederek çarpışmalıdır. Şeref, manevî ve ahlâkî üstünlüğü, ruhî asaleti ifade eder. Cismani, dünyevi ve fani kudreti değil. Demokrasiye aykırı bütün duygular insanı kölelik veya despotluktan birine düşürebilir. Böylece demokrasi, insanın bu yepyeni ve ulvi değerlendirilmesiyle, her şeyden önce müslümanın vicdanında teşekkül etmiş bulunmaktadır. İslâmî demokrasinin en büyük karakteristiği, insanı antidemokratik eğilimlerden kurtarıcı nitelikte olmasıdır. Siyasî haklar ve içtimaî garantiler ise, işte bundan dolayı, bir sebep değil, sonuçtur. İslâm ile demokrasi arasındaki bağ, işte böylece apaçık belirir. İslâm'da demokrasi problemi Malik Binnebi'ye göre, bugünün az çok fosilleşmiş İslâm ülkelerinin geleneklerinde değil; İslâm Peygamberi ve onu takip eden dört halife zamanındaki İslâmî geleneklerde araştırılmalıdır. Şu halde İslâmiyet tarafından harekete geçirilen demokratik mekanizma ancak kırk senelik bir süre içinde yürümüş demektir. İslâmî demokraside ilk kopma, Muaviye ile birlikte gerçekleşmiştir. Bundan sonra İslâm dünyasında despot tipi zuhur etmişse de köle tipi ortaya çıkmamıştır. İkinci kopma ise, tarihi tam olarak belirtilemezse de İslâm Medeniyeti'nin son bulması olarak ifade edilebilir. Bu, başlangıçta insana verilen değer anlayışının cismani iktidar ve devlet kapısından kovulduktan sonra bu sefer de manevî nizamdan da atılması safhasıdır. İslâm Medeniyetinin sona ermesiyle birlikte, İslâm ve Arap ülkelerinde demokrasinin geleceği ne olacaktır? Tartışmazsız olan, bu ülkelerde, demokratik anlayışta bir rönesans olduğudur. Bu ülkelerin bazılarında yeni ve sonuçları itibarıyla ümit verici bir demokrasi denemesine girişilmiş olmasıdır. Bu girişimler de ancak, insanın bizzat kendisine, onu despot ve köle tiplerinin üzerine çıkaracak bir değerlendirmeyle başarı kazanacaktır. Sosyal hayatı Kur'ânî anlayışa uygun olarak teşekkül eden ülkelerde, bu yeni değerlendirmeyi ancak İslâm başarabilecektir. İslâm demokrasisi döneminde, insanın değerlendirilmesi bahsinde İslâm'ın getirdiği büyük yenilik, köleliğin kaldırılmasıdır. Bu meseleyi İslâmiyet kuvvetle ele almış, âyet ve hadislerle, zamanla köleliği kaldırıcı bir kanunlaştırma yoluna gidilmiştir. Hz. Peygamber, veda hutbesinde, demokratik pre-sipleri, hem manevî bir vasiyet hem de bir insan hakları beyannamesi biçiminde perçinlemiştir. Bu hutbe, İslâmî demokratikleşme hareketinin temeline insanı koymaktadır. İslâmî demokrasinin temel doktrini bu insan anlayışıdır. İslâm demokrasisinde hem iktidarın sınırları hem de insan hakları genel kurallar biçiminde belirlenmiştir. İnanma, çalışma ve seyahat, düşünce ve ifade hürriyetleri, adaletli davranma zorunluluğu ölü metinler halinde kalmamış; demokratlaşma hamlesinin İslâmiyet tarafından yürütüldüğü devirlerde şahane örneklerle teyid edilmişlerdir. Kur'an'ın bir başka emri şuradır. İslâm iktidarı, doğuşunda da, devamında da demokratiktir. İslâm fertlere iktidarın bünyesi içinde bir sorumluluk ve bu iktidarın suistimali karşısında da teminatlar bahşeden bir siyasî demokrasinin bütün özelliklerine sahiptir. Malik Binnebi'ye göre İslâmiyet, siyasî demokrasi ile içtimaî demokrasinin birleşimidir. Bu yüzden siyasî demokrasi, iktisadî tedbirlerle de güçlendirilmiştir. Servetin tabana yayılması emri, faiz yasağı, zekat ödeme emri, ihtikar (stokçuluk) yasağı gibi ekonomik düzenlemeler bunun örnekleridir. İslâm demokrasisinin içtimaî manzarasını oluşturan bu düzenlemeler, aynı zamanda İslâm, topluluğunun dünyevi nizamına da intikal ederek, onu iktisadî bir köle veyahut para zorbası olmak felaketlerinden kurtarmıştır. Böylece siyasî bakımdan olduğu kadar, iktisadî ve içtimaî bakımdan da İslâm Demokrasisi denilen kurumun temelini oluşturan kurallar, iktidarın icraatına olduğu kadar, fertlerin hareketlerine de öncülük etmiştir. Hiç olmazsa, İslâm tarihinin zirve noktasını teşkil eden demokratlaşma devrinde bu böyledir. Bu intikali, İslâm'ın insana başlangıçta verdiği değer sağlamıştır. Bugünkü tabirlerle İslâm Demokrasisinden bahsederken kutsal bir demokrasi dememiz gerekmektedir. Tarih ise kutsal kaide ve prensiplerin ne kadar ölmez, ne kadar etkili olduğunu ispat etmektedir. |