๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hayatın İçinden Fıkıh => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 27 Şubat 2011, 16:06:13



Konu Başlığı: İslâm siyasî düşüncesinde muhalefet olgusu
Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Şubat 2011, 16:06:13
3. İslâm Siyasî Düşüncesinde Muhalefet Olgusu[30]


En genel anlamıyla, muhalefet deyince ne anlıyoruz?

Muhalefet deyince, işbaşındaki yönetimin, düşünce, eylem ve uygulamalarına kısmen veya tamamen karşı oluş, benimsemeyiş, onu etkilemeye çalışma, gerektiğinde iktidara talip olup işbaşına geçme olguları anlaşılabilir.

Bu, İslâm tarihinin bize verdiği muhalefet tanımıyla fazlaca bağdaşan bir tanım sayılmaz. Zira İslâm siyasî düşün­ce tarihinde ve uygulamada muhalefet, daha çok iktidarı etkileme, onun karar ve uygulamalarını değiştirmeye çalışma şeklinde gerçekleşmiştir. İktidara talip olup, işbaşına geçme türündeki muhalefet örneğinin sayısı azdır. Teorik gelişme de, genellikle, iktidara talip olup işbaşına geçme şeklinde değil; iktidarı etkileme, kararlarını düzeltmeye çalışma şeklinde ger­çekleşmiştir.

 

İslâm siyasî düşüncesinde muhalefet olgusu nasıl temellendiriliyor? Hangi esaslara dayanıyor?

 

İslâm siyasî düşüncesinde muhalefet olgusunu temellendirebileceğimiz iki asıl kaynağımız var. Bunlardan birincisi, Kur'ân-ı Kerîm; ikincisi de Resulullah'ın söz ve uygulamalarıdır.

Kur'ân-ı Kerîm'de muhalefet olayıyla ilgili iki temel kavram görmekteyiz: Bunlardan birincisi “şûra”, ikincisi de “iyili­ği emretme, kötülükten alıkoyma” prensibidir.

Kur'ân-ı Kerîm'in birkaç âyetinde, Resulullah'ın, yürüte­ceği işler (sosyal-siyasî işler) konusunda müslümanlara danış­ması ve onların fikirlerini alması emredilmektedir. Bu, tüm geçmişteki başarılı ya da başarısız, şu ya da bu ölçüde başarılı başarısız uygulamalarıyla, bir ölçüde tarihen de uygulamaya geçmiş bir prensip kabul edilebilir. İkinci prensibimiz, “İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma” prensibidir ki bu, en genel anlamda, bütün siyasî düzenlerde, İslâm dışı siyasî düzen­lerde de geçerli kabul edilebilecek bir prensiptir.

Resulullah'ın söz ve uygulamaları da muhalefetin temellendirilmesi ve dayanacağı esaslar konusunda bize ipuçları vermektedir.

“En üstün cihad, zalim bir sultan yanında gerçeği söy­lemektir”, “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır” hadis­lerini bu konuda sözlü sünnetin iki delili olarak ele alabiliriz. Ayrıca, Resulullah'ın çeşitli olaylar karşısında ashabına danıştığını da biliyoruz. Bu gibi uygulamalar da, yine bizim için, muhalefeti temellendirme konusunda dayanak olacaklardır.

Yine, Resulullah'ın bazı uygulamalarına karşı, çeşitli kişiler tarafından eleştiriler yöneltilmiştir. Bu eleştirilerin sınırı, biraz önce Kur'ân-ı Kerîm'de muhalefetin temeli olarak belirt­tiğimiz “şûra” ile “iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma” pren­siplerine uymaktaydı. Bizzat iktidara talep olma ya da iktidarı devirme biçiminde bir uygulamaya dönüşmemişlerdi.



Vahye dayalı bir din olarak İslâm, kendi esasları doğ­rultusundaki bir siyasal yapılanmada muhalefete ne derece müsamahakâr olabilir?

 

Siyasî yapılanmada özellikle gözönünde tutulacak nokta; hukukî, siyasî ve fiilî denetim mekanizmalarının kurulmasıdır. Bu mekanizmalar sağlam bir biçimde kurulmadığı takdirde, hem iktidar açısından hem de siyasî muhalefet açı­sından bazı aşırı ve haksız uygulamalar ortaya çıkabilecektir. Bu bakımdan, hukukî, siyasî ve fiilî denetim mekanizmaları sağlam kurulmadığı takdirde, İslâm siyasî düşüncesindeki muhalefet anlayışının, klasik dönem uygulamalarının en sertiyle karşılaşmak elbetteki mümkündür.

Düşünce ve hareket biçimi olarak muhalefete müsa­maha ölçüsü genel bir kural olarak belirtilebilir. Genel İslâmî kurallara aykırı davranmadığı sürece muhalefet, kendi görevini yürütecektir.

Ayrıca burada yöntem sorunu da gözönünde bulundu­rulması gereken bir noktadır. Şiddete ve zora dayanmamak da muhalefetin temel davranış biçimi olmalıdır.

 

İlk dönem İslâm siyasî hayatındaki muhalefet ile günü­müzde anlaşıldığı şekliyle muhalefet arasında ne tür temel farklar vardır?


 

İlk dönem İslâm siyasî hayatındaki muhalefet ile günü­müzde anlaşman şekliyle muhalefet arasında, elbette ki bazı temel farklar bulunmaktadır. Klasik dönemde muhalefetin temel fonksiyonu, iktidarın uygulamasını düzeltmeyle yetinip, iktidara geçme şeklinde bir düşüncenin bulunmayışı şeklinde özetlenebilir. Tabiatıyla burada, Zeydiyye anlayışı, Abbasî'lerin Emevîleri devirip yerlerine geçmesinde görüldüğü gibi, bazı devrimci yönelişleri istisna olarak kabul ediyoruz. Ama genel olarak yürütülmüş, gerçekleştirilmiş olan muhalefet, sadece iktidarın uygulamalarını düzeltmek, kararlarını etkilemek şeklin­de olmuştur.

Burada fark olarak belirtilmesi gereken bir başka nokta, örgütlenme meselesidir. Klasik dönemdeki örgütlenme, bugün anladığımız şekilde, parti, dernek ve diğer sivil kurumlaşmalar şeklinde değildir. Daha serbest, genellikle de kabile lider­lerinin, belli bir kentte ileri gelen insanların çevresinde toplan­ma veya mensup olunan ana siyasî grup lideriyle bağlantı kurma biçiminde olmaktaydı. Siyasî gruba mensup olma çok sıkı kurallara bağlı değildi. Üyeleri denetleme ve onlarla yakın ilişki kurma kolay kolay mümkün olmuyordu. Kısacası örgüt­lenme meselesini de dikkate almalıyız.

Bir başka temel farklılık yöntem meselesidir. Klasik dö­nemde, genellikle, iktidar mektup yazma veya özel kişilerle ha­ber gönderme, bugünün basın mensuplarının fonsiyonunu gö­ren şairler vb. kamuoyunu etkileyecek kişiler vasıtasıyla, iktidarın uygulamaları etkilenmeye ve düzeltilmeye çalışılırdı. Oysa günümüzde muhalefet biçim ve yöntemleri değişiklikler göster­mektedir.

 

İstişare ve icra aşamalarında ortaya çıkan muhalefet arasındaki dozaj farkını belirlemede ölçü ne olacaktır?


 

İstişarede muhalefet ile icrada muhalefet arasında el­bette ki bazı derece farklılıkları bulunmaktadır. İstişare seviyesindeki muhalefette, “şûra dokunulmazlığı”; daha doğrusu şûra üyelerinin dokunulmazlığı, kesinlikle sağlanması gereken bir husustur. Düşüncelerini açıklamaktan dolayı, şu veya bu ölçüde sorumlu tutulacak insanlar, düşündüklerini serbest bir biçimde açıklayamazlar. Dolayısıyla istişare görevini gereğince yerine getiremezler.

Yine yöntem, uygulamadaki muhalefet açısından önemli olan bir noktadır. İktidar, muhalefet mensuplarına karşı; muha­lefet mensupları da iktidara karşı, şiddete ve zora dayalı yön­temlere başvurmamalıdır.

 

İslâmî bir siyasal yapılanmada muhalefetin temel fonk­siyonu nedir? Bunu hangi kişi veya kurum belirler ve sınır­landırır?

 

İslâmî bir siyasî yapılanmada, muhalefetin temel fonk­siyonu, iktidarın hukukî esaslara uygun hareket etmesini sağ­lamak, denetimini gerçekleştirmek ve kararlarını gerek alırken gerekse uygularken hukuka uygunluğunu sağlamak biçiminde özetlenebilir.

Muhalefetin gerçekleştireceği fonksiyonu, hukuk ve siyaset düzeni; yani hem hukuk, hem de yürürlükte olan fiilî durumlar belirler. İktidarın belirlemesi, ancak bazı sınırlı hukukî kuralları koyarkendir. Bunun, dışında iktidarın, muhalefetin hareket biçimini belirlemesi, gerçek anlamda bir muhalefet ya­pılmasının engellenmesi anlamına gelir.

Bu noktada, “acaba parti ve dernek örgütlenmesi ya­pılabilir mi?” sorusu akla gelir. Parti ve dernek örgütlenmesi, belli bir siyasî düzenin ürünü olduğu için; benzer siyasî düzenlerde yaşayan müslümanlar, elbette ki bir baskı grubu oluş­turmak, kararların alınmasında ve uygulanmasında kendi gö­rüşlerinin de dikkate alınmasını sağlamak için böyle örgütlen­melere gidebilirler. Burada önemli olan nokta; İslâmî esaslara bağlı olduğunu ileri süren parti ve demeklerin birbirleriyle müslümanca ilişkileridir.           

 

Muhalefet olgusuyla birlikte gündeme gelen, “sabır- dev­rim- temekkün” kavramlarını nasıl yorumluyorsunuz?

 

Klasik İslâm siyasî düşüncesindeki sabır-devrim-temekkün anlayışlarının günümüzdeki değerlendirilişi elbetteki o çağ­lardaki düşündejerden yola çıkılarak yapılabilir.

Sözgelimi, özellikle günümüz açısından demokrasiyi esas aldığımızda; “muhalefet nasıl yapılmalıdır?” sorusu sık sık gündeme gelen, herkes tarafından sorulan bir sorudur. “De­mokrasi içinde İslâmî bir muhalefet olmalı mıdır? Nasıl olmalı­dır?” biçiminde de yöneltilebilecek olan soruya çeşitli cevaplar verebiliriz.

Demokrasi içinde “sabır ekolü”nün anlayışı genellikle geçerli olmaz. Zira baskı gruplarıyla; parti, dernek ve diğer sivil kurumlar şeklindeki örgütlenmelerle, demokrasi içinde karar­ların alınmasına ve uygulanmasına bazı etkilerde bulunul­maktadır. Dolayısıyla aynı süreçten, aynı olaylardan müslümanların da yararlanması kaçınılmaz görünmektedir. Şayet bu gibi örgütlenmelerden kaçınıp, “sabır” anlayışını benimsersek; düşünce ve beklentilerimizin gerçekleşmeme ihtimali yüksektir.

Devrim anlayışı benimsenebilir mi? Devrim tutkusuyla devrimciliğin sonu hüsrandır. Dolayısıyla sırf devrim yapmak uğruna devrimci bir ruhu kendinde yaşatmak ve topluma kabul ettirmek için devrime girişmek, hesabı iyi yapılmamış yanlış bir harekettir.

Temekkünün başarı şansı nedir? Önce temekkün kavra­mı üzerinde durmak gerekir. Tekmekkün, yeterli hazırlıklar ya­pıldıktan ve başarı şansını da hesap ettikten sonra, iktidarı zorla değiştirme ve yerine kendi düşüncesini geçirme anlayışı­dır. Bugünkü şartlarda, temekkün anlayışının da başarı şansı fazla görülmüyor. Tabiatıyla söylediklerimiz, bugünkü şartlar için geçerlidir, şartlar değişebilir. Bu, özellikle yetişmiş insan gücüyle, sayısıyla ve yürürlükte olan sosyal-siyasî şartlarla ilgili bir konudur. Dolayısıyla çok ciddi bir şekilde ele alınmalı, düşü­nülmeli ve uygulamaya konulmalıdır. Öyleyse, bugün için yapılacak olan, iyi yetişmiş inançlı insanların sayısını çoğalt­mak, gerekli örgütlenmeleri yaparak siyasî kararların alınma­sında ve uygulanmasında, düşüncelerimizin ve beklentileri­mizin de dikkate alınmasını sağlamaktır.



[30] İlim ve Sanat, 35-36 (İstanbul 1993), s. 52-54,