> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Zekat
Sayfa: [1] 2 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Zekat  (Okunma Sayısı 8127 defa)
23 Mart 2010, 23:03:46
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 23 Mart 2010, 23:03:46 »



Reddü´l Muhtar / Zekat

ZEKÂT BAHSİ

SÂİME (KIRDA OTLAYAN HAYVANLAR) BABI

DEVENİN NİSÂBI

SIĞIRIN ZEKÂTI

KOYUNUN ZEKÂTI

MALIN ZEKÂTI

RİKÂZ BÂBI

ÂŞİR (ÖŞÜR MEMURU) BÂBI

ÖŞÜR BÂBI

MASRİF (ZEKÂTIN VERİLECEĞİ YER) BÂBI

SADAKA-İ FITR BÂBI










ZEKÂT BAHSİ



METİN


Kur´anı Kerîm´de zekâtın seksen iki yerde namazla berâber zikir edilmesi aralarında tam bir münâsebet olduğuna delildir. Zekât hicretin ikinci senesinde ramazan orucundan önce farz kılınmıştır. Peygamberlere bilicma´ farz değildir.

Lügat ta zekât: Temizlik ve üremek mânâlarına gelir.

Şeriatta ise: Bir malın şeriat tarafından tâyin edilen bir cüzünü müslüman fakat Hâşimî veya onun Mevlâsı olmayan bir fakire Allah için temlik ederek o maldan her-vecihle istifâde alâkasını kesmektir. Temlik kaydı ile "ibâha" tariften çıkarılmıştır. Bir kimse zekât niyetiyle bir yetimi doyurursa zekât yerine geçmez. Ancak yiyeceği ona verirse olur. Nitekim çocuk eline almayı akıl etmek şartıyla ona bir elbise verse câiz olur. Meğer ki o kimseye yetimin nafakasını vermek için hüküm edilmiş olsun.

Mal kaydı ile menfaat târiften çıkarılmıştır. Bir kimse zekâta niyet ederek bir fakiri bir sene evinde oturtsa zekât yerine geçmez. İkinci imam buna muhâliftir. Şeriat tarafından tâyin edilen cüzü senelik nisâbın onda birinin dörtte biridir. Bununla nâfile sadaka ve fıtra hâriç kalır. Müslüman fakir bunak olsa da câizdir.

Hâşimi´nin Mevlâsından murad: Onun âzâd ettiği köledir. Kenz sahibinin, «Malı yani şer´an verilmesi malûm olan malı temlik etmektir.» diye yaptığı târifin mânâsı da budur. Zekât veren kimsenin o maldan her vecihle istifâde alâkasını kesmesi lâzımdır. Binâenaleyh aslına furûuna zekât veremez. «Allah için» kaydı niyetin şart olduğunu beyân içindir.

İZAH

Musannıfın bu bahsin unvânına Öşrü ve diğer nevileri katmaması taglib yolu ile veya bunlar zekâta tâbi olarak bahiste dâhil oldukları içindir. Kuhistânî. Kıyâsa göre, namaz bahsinden sonra orucu zikir etmeli idi. Nitekim Kâdıhân böyle yapmıştır. Çünkü oruç, namaz gibi sırf bedenî bir ibâdettir.. Ancak ulemânın ekserisi Kur´an´a uyarak zekatı oruçtan evvel anlatmışlardır. Nuh.

Bir de zekât namazdan sonra ibâdetlerin en fazîletlisidir. Kuhistâni.

Ben derim ki: Bu söz Tahrir ile şerhinin birinci bâbının ikinci faslı başlarındaki şu ifâdeye uygundur: «Zekâtın imandan sonra en şerefli olmak hususundaki tertibi şöyledir: Evvelâ namaz, sonra zekât, sonra oruç, sonra hac, sonra umre, cihâd ve itikaf gelir.» Bu husustaki sözün tamâmı oradadır.

Şârih zekâtın Kur´an-ı Kerim´de (82) yerde namazla beraber zikir edildiğini söylüyor. Bahır sâhibi dahi bu sözü Bezzâziye´nin Menâkıbına nisbet etmiş; Nehir ve Minâh sâhibleri de ona tâbi olmuşlarsa da Halebî doğrusunun otuz iki yer olduğunu söylemiştir. Nitekim üstâdımız Rahimallâh´da otuz iki saymıştır.

Zekâtın ramazan orucundan evvel farz kılınması da ondan önce bahis edilmesini münâsib gördürmektedir. T.

«Peygamberlere zekât farz değildir.» Çünkü zekât, kirlenmek şânından olan kimseleri temizlemek için meşru olmuştur. Peygamberler bundan münezzehtirler.

Teâlâ hazretlerinin (Hazreti İsâ´dan hikâyeten) «Bana Rabbim namazı ve zekâtı sağ kaldığım müddetçe emir etti.» Âyetinden murad: Peygamberlerin makamlarına yaraşmayan rezâletlerden nefsi temizlemektir yahud: Bana zekâtı tebliğ etmemi emir buyurdu, demektir. Maksad zekât fıtır değildir. Zirâ zekât lâzım gelmemeyi peygamberlerin husuusiyetlerinden saymanın iktizası mal ile beden arasında fark bulunmamaktır. Şubrâmilsî böyle demiştir.

Zekât lügatta üremekten başka mânâlara da gelir. Meselâ bereket, medih ve senâ mânâlarında kullanılır. Ama bu mânâların hepsi şer´î mânâsında mevcuttur. Çünkü, zekât sâhibini günahlardan ve cimrilik sıfatından temizlediği gibi malı da bir kısmını vermek suretiyle temiz pâk eder. Onun için de verilen cüzü kirli sayılır. Ve Rasûlüllah (s.a.v.)in âline (hânedânına) haram olur. Cenâbı Hak: «Onların mallarından sadaka alıp onunla kendilerini temiz pâk eyle» buyurmuştur. Verilen zekâtın yerine başkasını ihsân eder: «Siz bir şey infâk ederseniz Allah onun yerine başkasını verir; ve sadakanı üretir.» buyurmaktadır. Zekâtla bereket hâsıl olur. Sadakadan mal azalmaz. Allah sadaka verenleri medih ve senâ etmektedir. «Onlar ki zekât verme işini yaparlar.» ve: «Zekâtını veren muhakkak kurtulmuştur.» buyurmaktadır.

Şer´an zekât: Mastar mânâsına gelen bir isimdir. Zira vücûb ile vasıflandırılır. Vücûb fiillerin sıfatlarındandır. Bir de fıkhın mevzuu mükellefin fiilidir. Kuhistânî´nin nakline göre şer´an zekât: Bir kimsenin fakire verdiği miktardır. Kuhistânî bundan sonra şunları söylemiştir: «Kirmâni´nin beyânına göre zekât kelimesi miktar hususunda şer´an mecâzdır. Çünkü zekât bu miktarı vermekten ibârettir. Muhakkıkın ulema dahi bu kavli tercih etmişlerdir. Nitekim Muzmerat´ta beyân olunmuştur. Zekât unvânını kabul eden de budur. Zemahşeri ile İbn Esir müşterek olduğunu söylemişlerdir.»

Teâlâ Hazretlerinin: «Zekâtı verin!» Emrinin zahiri vâcib olan miktarı verin demektir. Ama buradaki verin emrini, fiili meydana getirin, mânâsına te´vil ihtimâli de vardır. Nitekim «Namazı kılın» emrinde de böyledir.

T E N B İ H : Bu tarife kırda gezen hayvanların zekâtı dâhil değildir. Çünkü onu zekât memuru alır. Velev ki zorla alsın. Binâenaleyh zekâtı veren tarafından temlik yoktur. Ancak şöyle denilebilir Sultan veya onun memuru o zekatı yerine sarf etmek ve temlik hususunda mal sâhibinin yâhud fakirlerin vekili gibidirler.

«Temlik kaydı ile ibâha tariften hâriç kalır.» Zekâtta ibâha (yani almayı mubah kılmak) kâfi değildir. (Mutlaka temlik lâzımdır.) Ama temlik kaydı ile kefaret hâriç kalmaz. Zira kefârette şart temkin (yani imkân vermek)tir. Bu temlik ve ibâhaya şâmildir. Kefâret «malın bir cüzünü» kaydı ile hâriç kalır.

«Ancak yiyeceği yetime verirse olur.» Çünkü zekât niyetiyle verince çocuk ona mâlik olur. Ve kendi mülkünden yemiş olur. Ama yetime sofrasında yemek yedirmesi bunun hilâfınadır. (zira bu temlik değil ibâha olur.) Şüphesiz ki yetimin fakir olması da şarttır. Babasının fakir olmâsını da şart koşmağa hâcet yoktur. Çünkü sözümüz yetimdedir. Yetimin babası yoktur.

«Eline almayı akıl etmek şartıyla» Sözü yiyecek ve elbise vermenin ikisinin de kaydıdır. H.

Fethü´l-Kadir sahibi ile başkaları bunu «eline aldığı şeyi atmaz ve ondan aldanmaz.» diye tefsir etmişlerdir. Çocuk akıl etmeyecek kadar küçük olurda onun nâmına babası veya vasîsi yâhud ona bakan bir yakını veya ecnebî biri yâhud o çocuğu sokakta bulan bir kimse alırsa câiz olur. Nitekim Bahır ve Nehir´de izâh edilmiştir. «Alırsa» diye ifâde edilmesi teberru edilen şeylerde temlik ancak kabızla yani eline almakla hâsıl olduğu içindir.

«Meğer ki o kimseye yetimin nafakasını vermek için hüküm edilmiş olsun.» Yani o kimseye yetimin nafakasını vermek lâzım gelir ve bu hususta hüküm verilirse o nafaka zekât yerine geçmez. Ancak bu yetime verdiğini nafaka saydığına göredir. Zekât sayarsa câiz olur. Nitekim Valvalciye´den naklen Bahır´da böyle denilmiştir. Tatarhâniye´de dahi eI´Uyun´dan naklen ayni şey söylenmiştir. Binaenaleyh Şârihin de Halebî gibi «verdiğini nafakadan sayarsa» kaydını koyması icab ederdi. Zâhire göre verdiğini zekât sayarsa farz olan nafaka kendisinden sâkıt olur. Zira yetim onunla iktifâ eder. Ulemâ «akrabânın nafakası ihtiyâca göre vacib olur.» demişlerdir. Onun içindir ki, müddet geçince sâkıt olur. Velev ki hâkimin hükmüyle lâzım gelmiş olsun. Çünkü geçmişin nafakasına ihtiyâç kalmamıştır. Burada da öyledir.

«İkinci imam buna muhâliftir.» İkinci imamdan murad, Ebu Yusuf´tur. Ona göre bir kimse bir fakiri zekât niyetiyle bir sene evinde oturtsa zekât yerine geçer. Bu hususta Bezzâziye´nin ibâresi şöyledir: «Bir kimseye yakın akrabasının nafakasını vermesi hüküm olunsa da zekât niyetiyle onu giydirip doyursa ikinci imama göre sahih olur.» Hâniye´de bu ibâreye şu da ilâve edilmiştir: «îmam Muhammed elbisede câiz; yiyecekte câiz olmadığını söylemiştir. İmam Ebu Yusuf´un yiyecek hususundaki sözü zâhir rivayetin hilafınadır»

Ben derim ki: Bu temlik yoluyla değil de ibâha suretiyle verildiğine göredir. Nitekim doyurmak tabirinin kullanılması buna işâret etmektedir. Onun için Tatarhâniye´de Muhit´ten naklen şöyle denilmiştir: «Bir kimse yetime bakar da ona giydirdiği ve yedirdiği şeyleri malının zekâtından hesap ederse, giyecekte câiz olduğunda şüphe yoktur. Zira rükün olan temlik mevcuttur.

Yiyeceğe gelince: «Eli ile verdiği yine câizdir. Eline vermeden yediği böyle değildir.» Şeriâtın tayin ettiği nisâbın onda birinin dörtte biri kırda gezen hayvanlarda bu miktârın yerini tutandır. Nitekim Bahır´da buna işâret olunmuştur. T.

«Bununla nâfile sadaka ve fıtra hâriç kalır.».Çünkü bunlar muayyen değildirler. Nâfile sadakanın muayyen olmadığı meydandadır. Fıtra da öyledir. Zira Hurma ve arpa gibi şeylerden bir sağ ile, buğday ve kuru üzüm gibilerden yarım sağ ile takdir edilmiş olsa da maldan tâyin edilmemiştir. o, zimmette vâcibtir. Bundan dolayıdır ki, mal helâk olsa da fıtra sâkıt olmaz. Nitekim bâbında gelecektir. Zekât bunun hilâfınadır. Onun için buğday ve benzerleri elinde bulunmasa bile onlardan fıtra vermesi vâcip olur. Zekatta onda birin dörtte biri, ancak elinde onda birin dokuzu mevcut ise vâcip olur. Hâsılı fıtra ile zekât arasındaki fark tayin ve takdir iledir. Benim anladığım budur.

«Müslüman fakir» ve diğer kayıtlarla musannıf kâfir, zengin Hâşimî ve Hâşimi´nin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Zekat
« Posted on: 24 Nisan 2024, 09:43:09 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Zekat rüya tabiri,Zekat mekke canlı, Zekat kabe canlı yayın, Zekat Üç boyutlu kuran oku Zekat kuran ı kerim, Zekat peygamber kıssaları,Zekat ilitam ders soruları, Zekatönlisans arapça,
Logged
24 Mart 2010, 13:16:01
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 24 Mart 2010, 13:16:01 »

METİN

Nisâb malı o kimsenin aslî hâcetinden de hâlî olmalıdır. Çünkü aslî hâcetiyle meşgul olan mal yok hükmündedir. Aslî hâceti İbni Melek: «Kişiden elbisesi gibi helâki hakikaten yahut borcu gibi takdiren defeden şeydir.» diye tefsir etmiştir.

İZAH

İbni Melek şöyle demiştir: «Aslî hâcet nafaka, ev, harb aleti, soğuk ve sıcaktan korunmak için muhtaç olunan elbise gibi, insandan hakikaten helâkı defeden yahut borç gibi takdiren helâkı defeden şeydir. Çünkü, borçlu hapsedilmemek için elindeki nisâb ile borcunu ödemeye muhtaçtır, hapis helâk gibidir. Sanat aletleri, ev eşyası, binilecek hayvanlar, ilim ehlinin kitapları dahi bu hükümdedir, Zira ulemaya göre cehâlet helâk gibidir. Bir kimsenin elinde hakedilmiş dirhemler bulunur da onları bu hâcetlere sarf ederse bu dirhemler yok hükmündedir. Nitekim elinde başkasının hakkı geçen su bulunur da içmek için onu o kimseye verirse bu su da yok hükmündedir. O kimse teyemmüm edebilir.»

İbni Meleğin bu sözünden anlaşılıyor ki o «Aslı hâcetinden hâli» ifadesinden altın ve gümüşten veya bunların birinden nisâba malik olmasını ve bu nisâbı o ihtiyaçlara sarf etmemiş olmasını kastediyor. Lâkin Hidâye´nin sözü bu ibareden bizzat ihtiyaçların kastedildiğini bildirmektedir, Çünkü orada şöyle denilmiştir: «oturacak evlerde, giyilecek elbisede, ev eşyasında, binilecek hayvanlarda, hizmette kullanılacak kölelerde ve kullanılacak silahlarda zekât yoktur. Çünkü bunlar o kimsenin asli hâcetiyle meşguldür. Üreyen cinsten de değillerdir.» Musannıfın aşağıdaki sözü debunu göstermektedir. Hidâye´nin sözü bu sayılan şeylerin üremeyen cinsten olmaları zarar etmediğine işâret etmektedir.

METİN

Nisâb velev takdiren olsun üreyici olmalıdır. Takdiren üremek üretmeye muktedir olmakladır. Velevki vekili ile üretsin. Bundan sonra musannıf zekâtın farz olmasının sebebi üzerine şu sözüyle tefri´de bulunmuştur: Binâenaleyh mükâtebe zekât yoktur. Çünkü mükâtebin mülkü tam değildir. Ticâret için izin verilen kölenin kazancında geriye teslim alınan rehinde, teslim alınmazdan önce ticaret için satın alınan malda ve kula borçlu olan bir kimsenin borcu mikdarı malında da zekât yoktur. Kalan malı nisâb miktarını bulursa onun zekâtını vermesi gerekir. Borcun kapladığı eşya İmam Muhammed´e göre helâk gibidir. Bahir sahibi bu kavli tercih etmiştir.

İZAH

Üremek şer´an biri hakîki biri takdîri olmak üzere iki nevidir. hakiki üreme doğurmak ve ticâret sebebiyle hâsıl olan ziyâdedir. Takdiri üreme bu ziyâdeye imkân bulunmasıdır. Malın kendi elinde veya vekilinde olması bu kabildendir. Bahır.

Mükâtebe zekât farz olmadığı gibi efendisine de lâzım gelmez. Nitekim Cevhere´den naklen Şurunbulâliye´de böyle denilmiştir. Musannıf «Mükâtebin kazancında zekât yoktur» dese daha iyi olurdu. H.

«Mükâtebin mülkü tam değildir.» Zira efendisi hakkında zilliyedlik, mukâteb hakkında şahsına mülküyet bulunmamaktadır, Sonra mükâteb bedeli ödeyememek suretiyle mal efendisine yahut kitâbet bedelini ödemek suretiyle mükâtebe dönerse geçmiş seneler için zekât lâzım gelmez; yeniden başlar. Şârihin bu ta´lili zikrettiği üç meselenin sonuna bırakması daha iyi olurdu; çünkü üçünün illetide birdir. Bu üç meselenin her birinde ya zilliyedlik yahut şahsına mülküyet yoktur. Yukarıda gördük ki, tam mülkten murad hem zilliyedlik hem de şahsına mâlik olmaktır.

Ticâret için izin verilen kölenin kazancında mal elinde bulunduğu müddetçe köleye zekât lazım gelmediği gibi sahibine de lâzım gelmez. Ama sahibi malı teslim aldıysa sahih kavle göre geçmiş senelerin zekâtını verir. Bazıları teslim almazdan önce de zekât vermesi lâzım geldiğini söylemişlerdir. Ama bu, o izinli köle borca dalmadığına göredir. Eğer köle borca dalmış olursa efendisinin "malı teslim almadan olsun teslim aldıktan sonra olsun" geçmiş senelerin zekâtını vermesi lâzım gelmez. Bahır´da böyle denilmiştir.

Şârihin: «Malı teslim almazdan önce ticârete izin verilen kölenin kazancında zekât yoktur» demesi lâzım gelirdi; nasıl ki ticâret için satın alınan hakkında böyle demiştir.

«Gerisi geriye teslim alınan rehinde zekât yoktur.» Yani ne rehin alana ne de verene zekât lâzım gelmez. Rehin alana lâzım gelmemesi malın şahsına mâlik olmadığı için, verene de zilliyed olmadığı için zekât lâzım değildir. Rehin veren kimse, rehnini geri aldığı vakit geçmiş senelerin zekâtını vermez. Şârihin Teslim alınan rehinde demesinin mânâsı budur. Bahrin sözü de buna delâlet eder, orada: Vücûba mâni olan şeylerden biri de rehindir, denilmiştir. Zâhirine bakılırsa bu sözünmânâsı, velev ki borçtan daha ziyâde olsun demektir T.

Bahır´da şöyle denilmiştir: «Vücüba mâni olan şeylerden biri de rehin alanın elinde bulunan rehindir. Çünkü bunda zilliyedlik yoktur.» Bu ibârede sâhibi rehni geri aldıktan sonra zekât vermeyeceğine delalet eden bir şey yoktur; lâkin Hâniye´de: «Bir kimse kırda otlayan hayvanı gasp edip sâhibine vermezse sonra gasp ettiğini ikrâr ile o hayvanı sâhibine iade ettiğinde sâhibi geçmiş seneler için o hayvanın zekâtını vermez. Keza hayvanı bin dirheme rehin eder. de kendisinin yüz bin dirhemi bulunur ve rehin alanın elinde o rehnin üzerinden sene geçerse rehni veren elindeki malın zekâtını verir; yalnız borç olan bin dirhemin zekâtını vermez. Rehin olan koyunda da zekât yoktur. Çünkü bu borçla birlikte ödenmiştir. Gasp edilen dirhemlerle hayvanlar arasında fark vardır. Dirhemleri geri aldığı vakit onların zekâtını verir, hayvanların zekâtını vermez, velev ki gasp eden ikrârda bulunsun.» denilmiştir. Bu ibârenin zâhiri rehin hususunda kırda gezen hayvanla dirhem arasında fark olmadığını gösterir.

«Ticâret için satın alınan malda teslim almazdan önce zekât yoktur» Fakat teslim aldıktan sonra geçen senelerin zekâtı verilir. Nitekim Bahır sahibi de Muhitin ibâresinden bunu anlamıştır. Ona mürâcaat edebilirsin. Lâkin Haniye´de şöyle denilmiştir: «Bir adamın kırda gezen hayvanlarını başka biri satın alarak kırda gezdirmek ister, ancak teslim almadan üzerinden bir sene geçerse, teslim aldığında müşteriye geçen senenin zekâtını vermek icabetmez. Çünkü zekât bu hayvanların parasıyla birlikte satıcıya ödenmiştir.» Bu ta´lilin muktezası hayvanları kırda gezdirmek veya ticaret yapmak için alması arasında fark olmadığını gösterir.

«Borcun kapladığı eşya İmam Muhammed´e göre helâk gibidir. Nisabı azaltıp sene sonuna kadar tamamlanmasına mâni olan borç dahi böyledir. Sene dolduktan sonra meydana gelen borç ise bilittifak muteber değildir.» T. «Bahir sâhibi bu kavli tercih etmiştir.» ibâresi şöyledir: «İmam Ebu Yusuf´a göre mâni değildir azalması gibidir. Ulemanın İmam Muhammed´in kavlini evvel zikretmeleri onu tercih ettiklerine delildir ve öyledir. Nitekim meydandadır. Hilâfın faydası şurada kendisini gösterir; alacaklı borçluyu ibrâ ederse İmam Muhammed´e göre seneye yeniden başlar. Ebu Yusuf´a göre yeniden başlamaz. Muhit´de de böyledir.»

Ben derim ki: Mücerred ismini öne almak tercihi gerektiriyorsa Cevhere´de de Ebu Yusuf´un kavli öne alınmıştır. Mecma´ adlı eserde bu kavlin aynı zamanda Ebu Hanife´ye ait olduğuna da işaret edilmiştir. Mecma´ Şerhinde Şeyhayn´ın delili İmam Muhammed´in delilinden sonra zikredilmiştir. Bu da onların delilinin tercih edildiğini gösterir. çünkü sonra zikredilen delil evvel zikredilen delile cevap mahiyetindedir. Hatta Mecma´ sahibinin İmam Muhammed´e nispet ettiği sözü Bedayi´ sahibi ve başkaları İmam Züfer´e nispet etmişlerdir. Bahr´ın zekât bâbının sonunda Mücteba´dan naklen şöyle denilmektedir: «Sene esnasındaki borç bütün malı kaplasa bile senenin hükmünü kesmez. İmam Züfer keseceğini söylemiştir.» Şârihimiz orada bu kavli kati olarak benimsemiştir. Böylelikle Bahr´ın tercihinin ne kıymet ifâde ettiğini anlamış olursun!... Evet Bahr´ın sözü daha güzeldir. Çünkü borç senenin başından itibaren zekata manidir. Nihayeti itibarıyla mani olması evleviyette kalır. Ziradevam ve baka daha kolaydır. İhtimal ki «Borç mâni değildir» sözü nisâb sene sonunda da tam olduğuna göredir. Meselâ o kimse nisâb olmaksızın borcunu ödemeye yetecek mal kazanmış olabilir.

METİN

Bir kimsenin bir kaç nisâbı olursa, borcu bunların en kolay ödenecek olanına sarf edilir. Hayvanlar muhtelif cinslerden olurlarsa borç zekâtı en az tutan cinse verilir. İki cins müsavi olurlar da meselâ kırk koyun ile beş deve bulunursa sahipleri muhayyer bırakılır. Sıcaktan soğuktan korunmak için muhtaç olduğu elbisede zekât yoktur. İbn-i Melek. Ev eşyasında, oturulan katlar ve benzerlerinde dahi zekât yoktur.

İZAH

Birkaç nisâbı olması elinde altın gümüş parası, ticâret malı ve kırda otlayan hayvanı bulunmakla tasavvur edilir. Borç, bunlardan evvela altın ve gümüş paralara, sonra ticaret mallarına daha sonra kırda otlayan hayvanlara sarf edilir. Bahr´da da böyle denilmiştir. H.

Hayvanların cinslerinden murad kırk koyunu, otuz sığırı ve beş devesi bulunmaktır. Bu takdirde borç ya koyunlara ya develere sarf edilir, sığırlara sarf edilmez. Çünkü buzağı koyundan üstündür. Bunu Bahr sahibi söylemiş sonra şöyle devam etmiştir: «Ulema bu şekilde mutlak bırakmışlardır.» El-Mebsut´da ise zekât memurunun gelmesiyle kayıtlanmıştır. Aksi takdirde mal sahibi muhayyerdir. İsterse borcu hayvanlara sayarak zekâtı paralardan verir, dilerse aksini yapar. Çünkü, onun hakkında bunların ikisi de birdir.

«İki cins müsâvi olursa sahibi muhayyer bırakılır.» Çünkü bunların ikisinde de bir koyun vermek icabeder. Bahır sâhibi şöyle demiştir. "Bazıları zekâtın koyundan verileceğini söylemişlerdir, tâ ki gelecek sene devede zekât farz olsun." Yani koyunlardan birini verdiği zaman sayıları 39´a ineceğinden gelecek seneye onlardan zekât vermek gerekmez.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

24 Mart 2010, 13:18:59
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 24 Mart 2010, 13:18:59 »

METİN

Zekâtın edâsının lüzumuna sebep hîtâbın teveccühüdür. Yani Allah-ü Teâlâ´nın: «Zekâtı verin!» âyetidir. şartı yani edâsının farz olmasının şartı mal mülkünde olduğu halde üzerinden sene geçmesi dirhem ve dinâr gibi malların üretilmesi, yahut hayvanı kırda otlatmak veya eşyada ticâret niyetidir.

Dirhemlerle dinârlar (yani altınla gümüş) yaratılışları iktizâsı ticâret için teayyün etmişlerdir. Binâenaleyh bunları ne şekilde elinde bulundurursa bulundursun zekâtlarını vermek lâzım gelir, velevki nafaka için edinmiş olsun.

Eşyada ticâret niyeti ya sarahaten yahut delâleten olur. Sarahaten niyetin mutlaka ticâret akdiyle birlikte olması gerekir. Nitekim gelecektir. Delâleten niyet ticaret malıyla bir ayın satın almak yahut ticaret için hazırladığı hânesini eşya ile kiraya vermek suretiyle olur. Böylece o ayın ve hâne açıkça niyet etmediği halde ticâret malı olur.

Ulema niyet şartından ortağın satın aldığı malı istisnâ etmişlerdir. Onun satın aldığı mal mutlak surette ticaret için olur; çünkü ortak, ortaklık malıyla, ticaretten başka bir şey için mal alamaz. İki hak bir araya gelmesin diye, öşri veya haraci olan tarlasından yahut ücretle, kirâ ile tuttuğu yerden çıkan mahsulde ticarete niyet etmesi sahih değildir.

İZAH

Zekâtın hakîkî sebebi Allah-ü Teâlâ´nın emridir. Nisâba mâlik olmak zâhiri sebebidir. Nitekim öğle namazı için güneşin zevâl zamânı dahi zâhiri sebeptir. T.

Musannıfın yukarda beyân ettiği zekât şartı mal sâhibinde aranacak şarttır. Şuradakiler ise bizzat zekât malındaki şartlardır. Şart, nisâbın senenin başıyla sonunda tamam olmasıdır ki ilerde gelecektir. Meyve ve ekinlerin zekâtında sene geçmenin şart olmadığını söylemiştik.

Hayvanı kırda otlatmaktan murad sağmak ve üretmek niyetiyle senenin ekserisinde otlatmakla yetinmektir.

(Ticâret için hazırladığı hânesini eşya ile kirâya vermekle olur.) Bu hususta Bahır´da şöyle denilmiştir: «Lâkin Bedâyi´da zikredildiğine göre ticaret için hazırlanan bir aynın menfaatleri bedelinde ihtilaf edilmiştir.»

Asıl nâm kitabın zekât bahsinde bunu niyetsiz olarak Camide ise niyete bağlı olarak ticaret için olduğu kaydedilmiştir. Belh uleması Caminin rivayetini sahih bulmuşlardır. Çünkü o an ticaret için de olsa bazen bedelinin menfaatlerinden faydalanmak kastedilir. Meselâ hayvan doyurmak şartıyla, hane onarılmak şartıyla kiraya verilir. Binaenaleyh niyetsiz tereddütle ticaret için olamaz. (Ticaret için) diye kayıtlaması, meselâ içinde oturmak için olsa bedeli niyetsiz ticaret için olamaz. Niyet ederse olur ama sarih kısmından sayılır.

Ticâret ortağı ticaret malı ile başka bir şey satın alamaz. Mal sahibi böyle değildir. O nafaka için ailesi efradına yiyecek ve giyecek satın alırsa bunlar ticaret için olmazlar. Çünkü onun ticaret için olmayan alışverişe de hakkı vardır. Bahır.

Öşri ve benzeri arazisinden çıkan mahsulde ticaret niyeti sahih değildir. Çünkü, ticaret niyeti ancak ticaret akdi yapılırken sahih olur. Miras ve benzeri gibi akidsiz malik olduğu şeylerde sahih değildir. Nitekim gelecektir. Kendi arazisinden çıkan mahsul de böyledir; zira bu malda mülk yerden bitmek suretiyle sabit olur. Sahibinin bunda seçme hakkı yoktur;

onun içindir ki Bahir´de şöyle denilmiştir:

«Akid kaydıyla şu hâriç kalır»: Bir adamın kendi arâzisinden nisâb kıymetinde buğdayı gelir de onu satmayarak elinde tutmayı niyet eder;

sene geçtikten sonra satmak isterse mirâsta olduğu gibi bunda da zekât vermek icabetmez. Keza, ticaret için tohum satın alırda onu ücretle tuttuğu öşür arazisine ekerse yalnız öşürünü vermek icabeder. Nitekim haraç veya öşür yerini ticaret için satın alırsa ticaret zekâtı vermesi icabetmez. Ona düşen sadece yerin hakkı olan öşür veya haracı vermektir.

Ücret ve kira meselesinde arazi öşrüyye ise öşür bilittifak´ kira ile alana aittir. Müftabih olan, İmameyn´in kavline göre de, ücretle tutana aittir. Ama yerlerin ikisi de haraç yeri olursa haracını yerin sahibi verir. Kira veya ücretle olan kimse bu yerlerden çıkan mahsulde ticareti niyet ederse iki hak bir araya gelmediği için câiz olur. Bunu Halebi söylemiştir.

Ben derim ki: Bu meseleyi (ticaret için tohum alırda o tohumu ekerse)

şeklinde kurmak icabeder ki, iki hak bir araya gelmesin diye ta´lil sahih olabilsin. Kendi yerinden çıkan mahsulde ticarete niyet ederse sahih olmadığını biliyorsun, çünkü akid yoktur. Arazisinden çıkan mahsul ticaret malı değildir, binaenaleyh onda zekât yoktur.

METİN

Zekâtın edası sahih olmasının şartı eda ile birlikte niyet bulunmaktır, velev ki bu beraberlik hükmen olsun. Nitekim niyetsiz olarak verir de sonra niyet eder ve mal da fakirin elinde mevcut olursa hükm budur. Yahut zekât malını vekile verirken niyet eder de, vekil niyetsiz olarak verirse veya fakirlere versin diye, zekât malını zımmiye verirse câiz olur. Çünkü muteber olan âmirin niyetidir. Onun için: «Bu teberru´dur, yahut kefaretim içindir» der de sonra vekil vermezden önce zekât olmasını niyet ederse sahih olur. Vekil iki müvekkilinin zekâtını karıştırırsa bunları öder ve teberru etmiş olur. Meğerki kendisini fakirler tevkil etmiş olsun.

İZAH

Zekâtta niyetin şart olduğu evvelce musannıfın (Allah rızası için vermesidir) sözünden anlaşılmıştı. Burada ondan tekrar bahsetmesi tafsilatını anlatmak içindir. Bunu Bahir sahibi söylemiştir. Niyet sözünü sarahaten kaydetmekle musannıf zekât diye söylemenin ehemmiyeti olmadığına işâret etmiştir. Zekâtı niyet ederek: «Sana şu malı hîbe ediyorum» yahut «ödünç veriyorum» dese esah kavle göre kâfidir.

Niyet kelimesiyle bir de şuna işâret etmiştir ki, zekâtı verirken hem zekâtı hem nâfile sadakayı niyet etse İmam Ebû Yusuf´a göre zekât yerine geçer. Çünkü farz niyeti daha kuvvetlidir. İmam Muhammed´e göre ise sadaka yerine geçer. Musannıf şuna dahi işâret etmiştir: Fakir verilen malı sahibi bilmedikçe alamaz; meğerki akrabası veya kabilesi arasında ondan daha muhtaç kimse bulunmasın! Bu takdirde hükmen o malı öder; diyâneten ödemez. Zekât memuru, zekât malını zorla alırsa batinî mallarda farz sakıt olmaz. Zâhiri mallar bunun hilafınadır. Fetva buna göre verilmiştir.

Ölenin terekesinden zekât alınmaz; çünkü niyet yoktur. Ancak vasiyet ederse malının üçte birinden geçerli olur. Meselenin tamamı Bahırdadır. Cevhere´de: «Yahut mirasçıları teberru ederse» cümlesi ziyade edilmiştir.

Ben derim ki; Bunun vechi her halde mirasçıların ölenin yerini tutması olsa gerektir. Bu takdirde onların niyet etmesi kâfidir.

Niyetin edâ ile birlikte bulunması asıldır. Nitekim sair ibâdetlerde de böyledir. ilerde görüleceği vecihle malı çıkarırken niyetlenmenin kâfi gelmesi zekat muhtelif şahıslara verildiği içindir. Her fakire verirken niyeti hatırlamak güç olduğundan bu kadarıyla iktifa edilmiştir. Bahır. Maksat fakirevermek için niyetin eda ile beraber bulunmasıdır. Vekile vermek için niyet aşağıda geleceği vecihle hükmen niyet kabilindendir. T. şârih «Zımmîye verirse» sözü ile zekâtla hac arasında fark olduğuna tenbih etmiştir. Çünkü zekât sırf mali bir ibadettir. Onda zımmîyi vekil yapmak caizdir; velevki niyet ehlinden olmasın. Çünkü zekâtta şart amirin nîyetidir. Hac böyle değildir. O mal ile bedenden mürekkeb bir ibâdettir. Binâenaleyh onda me´murun niyete ehl olması şarttır. «Vekil iki müvekkilinin zekâtını karıştırsa bunları öder.» Çünkü karıştırmakta ona malik olur. Artık ödediğini kendi malından verir. Tatarhâniyye sahibi: «Ancak izin bulunur yahut her iki müvekkil bunun yaptığını câiz görürse o başka» demîştir. Yani vekil malı fakire vermeden müvekkiller razı olursa ödemez. Çünkü Bahır´da beyan edildiğine göre bir kimse emri olmaksızın birinin zekâtını verîrse haber aldığında razı olsa bile caiz değildir. Çünkü bu zekât, verenin üzerinden geçerli olmak üzere verilmiştir. Zira onun mülküdür. O kimse başkasının vekili değildir. Şu halde kendi üzerinden geçerli olur.

Lâkin buna şöyle itiraz edilebilir. Verilen zekât mutlak suret de amir tarafından geçerlidir. Çünkü verme izni bâkîdir. Bahır´da şöyle denilmiştir:

«Zekât sâhibi nâmına onun emriyle tasadduk ederse câizdir. Ebu Yusuf´a göre verdiğini ondan alabilir. İmam Muhammed´e göre alamaz. Ancak almak şartı ile verirse alması câiz olur.» Sonra Tatarhâniyye´de şöyle denilmiştir: «Yahut karıştırmaya delaleten izin vardır. Nitekim buğday sahipleri arasında zahire paralarının karıştırılmasına izin vermek âdet olmuştur. Mütevelli de öyledir. Mütevellinin elinde muhtelif vakıflar bulunur da gelirlerini birbirine katarsa öder. Keza simsar eşya paralarını ve kabzımal malları karıştırırsa öder.» Tecnîs´de: «Simsarlarla, kabzımalların eşya paralarıyla malları karıştırmaları hususunda örf yoktur.» denilmiştir. Bu kabilden olmak üzere bilen bir kimse fakirler için bir şey ister de karıştırırsa öder.

Ben derim ki: Bunun muktezası şudur: örf varsa ödeme yoktur; çünkü bu takdirde delâleten izin vardır. Zahire bakılırsa mal sahibinin bu örfü bilmesi mutlaka lâzımdır. Tâki delâleten izin vermiş sayılsın.

«Meğer ki kendisini fakirler tevkil etmiş olsun.» Çünkü bu takdirde onun aldığı her şey fakirlerin mülkü olur. Ve onların mallarını karıştırmış sayılır. Zekât kim vermişse onun namına geçerli olur; lâkin vekilin elinde toplanan malın nisab miktarını bulmaması şarttır. Nisâb miktarını bulur da zekâtı veren kimse bunu bilirse zekât yerine geçmez. Meğer ki alan kimse fakir tarafından vekil ola! Zahiriye den naklen Bahır´da böyle denilmiştir.

Ban derim ki: Bu hüküm fakir bir olduğuna göredir. Çok olurlarsa mutlaka her birinin hissesi nisâb haddine ulaşmak gerekir. Zira vekilin elindeki mal onların aralarında müşterektir. Fakirler üç kişi olur da, vekilin elindeki ma...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

24 Mart 2010, 13:20:01
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 24 Mart 2010, 13:20:01 »

METİN

Miras yoluyla alıp da ticarete niyet ettiği mal ticaret için olmaz. Çünkü akid yoktur. Meğerki bu malda tasarruf etmiş olsun. Yani niyet ederek tasarruf ederse niyet amelle birlikte olduğu için zekât vâcip olur. Miras malından yalnız altın, gümüş ve kırda otlayan hayvanlar müstesnadır. Zira Hâniyye´de: «Bir kimse miras olarak otlamakla beslenen hayvan alırsa, otlatmayı niyet etsin etmesin. sene geçtikten sonra zekâtını vermesi lâzım gelir.» denilmiştir. Bağış, vasiyet, nikâh, hul veya kısastan sulh gibi kendi fiiliyle mâlik olup da onunla ticarete niyet ederse, İmam Ebu Yusuf´a göre o mal ticaret için olur. Musannıf sulhu kısastan diye kayıtlamıştır. Çünkü ticaret için olanköleyi hata olarak bir köle öldürür de, ona bedel olarak verilirse, verilen köle ticaret için olur. Hâniyye, Karşılığında ticaret malı alınan her şey bu hükümdedir. Ve yukarıda geçtiği vecihle niyetsiz ticaret için olur. Fakat esah kavle göre bağış vesaire ile mâlik oldukları ticaret malı sayılamaz. Bunu Bedâyi´den naklen Bahir sahibi söylemiştir. Eşbâh´ın başında: «Şayet niyet mala bedel mal olmayan bir şeyle beraber olursa, sahih kavle göre caiz değildir.» denilmiştir. İnci ve cevherlerde -kıymetleri 1000 dirhem olsa dahi- bilittifak zekât yoktur. Meğer ki ticaret içîn ola. Kaide şudur: Altınla gümüşten ve kırda otlayan hayvanlardan başka mallarda, tekrara müeddî mâni bulunmamak; bir de niyetin ticaret akdiyle beraber yapılması şartıyla, zekât ancak ticaret malından verilir. Ticaret akdinden murad, satın alma veya icâre yahut istikraz akdiyle mala mal kazandırmaktır. Eğer ticarete akitten sonra niyet eder yahut kazanç için bir şey satın alır da, kârlı bulursam satarım, diye niyet ederse, zekât vermesi lâzım gelmez. Nitekim evvelce geçtiği vecihle kendi arazisinden çıkan mahsulde ticareti niyet ederse ve keza ticareti niyet ederek bir haraç veya öşür yeri satın alır da o yeri ekerse yahut ticaret için tohum alır da onu ekerse ticaret için olmaz. Zira mâni vardır.

İZAH

Nehir´de şöyle denilmiştir: «Bir kimse tarlasından gelen ekini ticaret niyetiyle tutarsa, bir sene sonra sattığında zekât vermesi icabetmez. Bu mesele de miras meselesine katılır.»

«Yani niyet ederek tasarrufta bulunursa.» Nehir sahibi diyor ki: «Yani satarken meselâ sattığı şeyin bedelinin ticaret için olmasını niyet ederse zekât vâcip olur. Evvelki niyeti kâfi değildir. Nitekim Bahır´ın ifadesinden de bu anlaşılır.» Bedelin üzerinden sene geçerse zekât vâcip olur.»

«Kendi fiiliyle mâlik olup da onunla ticarete niyet ederse, Ebû Yusuf´a göre o mal ticaret için olur.» Yani o kimsenin kabulüne bağlı olup, malı malla değişmekten ibaret olmayan şeylerde, akdi yaparken ticaret için olmasına niyet ederse, esah kavle göre ticaret için olmaz. Çünkü hîbe, sadaka ve vasiyet esasen değişme değildir. Mehir, hûl bedeli ve kasten ölüm anlaşması ise, malı mal olmayan şeyle değişmedir. Nitekim Bedâyi´de izah edilmiştir. Fethu´l-Kadir´de şöyle denilmektedir. «Hâsılı satın aldığı şeyde ticaret niyeti bilittifak sahihtir. Miras olarak aldığı malda bilittifak sahih değildir. Zikredilen şeylerde akit kabuluyla mâlik olduğu şeylerde hilâf vardır.»

«Kısastan sulh ile» Yani sulh akdi yaparken alacağı bedelle ticarete niyet ederse, esah kavle göre o bedel ticaret için olmaz. Hâniyye´de şöyle deniliyor «Köle ticaret için ayrılır da başka bir köle onu öldürür ve katile kısas yapılmayıp uzlaşırlarsa, kâtil olan köle ticaret malı olamaz. Çünkü o, maktulün bedeli değil kısasın bedelidir.»

«Verilen köle ticaret için olur.» Yani niyet etmeksizin ticaret malı sayılır. H. Çünkü bu köle, öldürülenin bedelidir. Öldürülen köle ticaret içindi. Bedeli de öyle olur ve bu muamele malı malla değişmektir.

"Fakat esah kavle göre bağış ve saireyle mâlik olduğu ticaret malı sayıIamaz." Çünkü ticaret mal olan bedelle mal kazanmaktır. Bağış kabulü ise bedelsiz mal kazanmaktır. Binaenaleyh niyet ticaret ameliyle beraber bulunmamıştır. B. Cevherlerden murad, Ia´l´, yâkût, zümrüt ve benzerleridir. BunuKâfî´den naklen Dürer sahibi söylemiştir.

«Kıymetleri 1000 dirhem olsa da» ibaresi yerine, kitabımızın bir nüshasında «binlerce dirhem» denilmiştir.

"Zekât ancak ticaret malından verilir." Yani zekâtın tekrarına yol açmasın dîye, öşür" veya haraç arazisi gibi şeylerde ticarete niyet etse de zekât yoktur. Çünkü öşür veya haraç da zekâttırlar.

İcâre akdine misal: Evini eşya ile kiraya verip, aldığı eşya ile ticareti niyet etmektir. Şayet ev ticaret içinse, onun bedeli de niyetsiz ticaret için olur; zira delâleten ticaret vardır. Ama bu meselede, yukarıda bildirdiğimiz hilâf vardır.

"İstikraz"a gelince: Karz (yani ödünç almak) sonunda malı malla değişmeye İnkılab eder. Bu kavil ulemadan bazılarınındır. El-cami´de buna işarette şöyle denilmiştir: «Bir kimsenin iki yüz dirhem gümüşü bulunur da başka malı bulunmazsa ve bu adam sene geçmeden önce birinden ticaret niyeti olmaksızın beş ölçek buğday ödünç alsa, bunlardan yalnız bir ölçeğini istihlâk ederek sene dolduğu takdirde, o kimseye zekât yoktur. Borç zekât malına sarfedilir; zekât malı olmayan cinse verilmez.»

«Ticaret niyeti olmaksızın» demesi gösteriyor ki ticaret için almış olsa, buğdaylar ticaret için olurdu. Bazıları, niyet etse de olmayacağını söylemişlerdir. Çünkü ödünç almak iâredir.. İâre ticaret değil teberru´dur. Bedâyi. Bahır, Nehir ve Minah sahipleri birinci kavli benimsemişlerdir. şarih de onlara tabi olmuşsa da Zahîre´de Şeyhülislâm´ın El-Câmi Şerhi´nden naklen: «Esah olan ikinci kavildir» denilmiştir. Ona göre İmam Muhammed´in El-Câmi´deki «ticaret için olmazsa» sözünün mânâsı, ödünç verenin elinde ticaret için değilse, demektir. Bunun faydası şudur: Buğdaylar sahibine iade edilince, ticaret için olmazlar. Onun elindeyken ticaret niyetiyle bulunurlarsa, iade edildikleri vakit de ticaret için olurlar. Zâhire bakılırsa bu ikinci hüküm, İmam Ebu Yusuf´un «ödünç alan kimse

aldığı şeye ancak tasarrufla malik olur.» sözüne mebnidir. imam-ı Âzam´la İmam Muhammed´e göre, teslim almakla mâlik olur. Hattâ elinde mevcut olur da onu ödünç verene satarsa, Ebu Yusuf´a göre câiz olur. Tarafeyn´e göre caiz değildir. Ecnebî birine satarsa bilittifak câizdir. Nitekim izahı inşallah kendi bâbında gelecektir.

«Ticaret için tohum alır da onu ekerse ticaret için olmaz.» Bu sözün mefhumu «Ekmezse zekât vâcip olmasıdır.» Zira öşürü vâcip değildir, mâni bulunmamıştır, fakat arazi haraç yeriyse mâni mevcuttur. O da iki defa vergidir. «Zira mâni vardır,» Mâni iki defa vergidir. Ta´lîl´in ifade ettiği mânâ şudur: O kimse tohumu kendi mülkü olan yere ekerse zekât lâzım gelir. Fakat Bahır´ın sözü buna muhaliftir. Bahır´ın zekât bâbında: «Ticaret için tohum satın alır da ekerse, ona zekât lâzım gelmez; onun yalnız öşür vermesi gerekir. Çünkü yerdeki tohumun ticaret için olmasını iptal etmiştir; binaenaleyh bu, ticaret kölesinde hizmeti niyet etmek gibi olur. Hattâ evleviyette kalır. Tohumu ekmezse zekât vâcip olur.» denilmiştir. Bu ibarenin ifade ettiği mânâ, ekme ile, tohumdan mutlak surette zekâtın sâkıt olmasıdır. Bunu Tahtâvi söylemiştir.

TENBİH : Şârih´in söylediği «Ticaret için satın alınan yerde zekât yoktur; onda yalnız öşür veya haraç vardır» sözü hakkında Bedâyi sahibi; «Ulemamızdan meşhur rivayet budur» demiştir. İmam Muhammed´ den bir rivayete göre zekât da lâzımdır. Çünkü ticaret zekâtı yer için lâzımdır. Öşür ise çıkan mahsul için yer için verilir. Bunların ikisi de ayrı ayrı şeylerdir. Binaenaleyh bir malda iki hak bir araya gelmiş olmaz. Zahir rivayetin vechi şudur: Vücûbun sebebi hepsinde birdir. Zira hepsinde yere izafe edilir ve yerin öşürü, yerin haracı, yerin zekâtı denilir. Bunların hepsi Allah´ın hakkıdır. Allah Teâlâ´nın üreyen mallara ilişkin haklarında bir mal sebebiyle iki hak vâcip olmaz. Meselâ ticaretle beraber kırda otlayan hayvanlarda zekât yoktur.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

24 Mart 2010, 13:22:14
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 24 Mart 2010, 13:22:14 »

SÂİME (KIRDA OTLAYAN HAYVANLAR) BABI



METİN


Sâime lügatta "otlayan hayvan" mânâsınadır. Şeriatda ise, sağmak ve döl yetiştirmek için senenim ekserisinde mübah otu otlamakla yetinen hayvandır. Mübah kaydını Şumunnî söylemiş «sağmak ve döl yetiştirmek için» kaydını da Zeylei zikretmiştir. Muhit sahibi yalnız erkek hayvanlara şâmil olsun diye «artmak ve semizlemek için» kaydını da ziyade etmiştir. Lâkin Bedâyi´de, «Hayvanı et için otlatırsa onda zekât yoktur. Nitekim yük taşımak ve binmek için otlattığı hayvanda dahi zekat yoktur. Ticaret için olursa o hayvanda ticaret zekâtı vardır» denilmiştir. İhtimal metin yazanların bunu bırakması her iki hükmü açıkladıklarındandır

İZAH

Musannıf «Mübah otu otlatmakla yetinen hayvandır.» diyerek, sözü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh hem ehli hayvana hem vahşiye şâmildir. Yalnız vahşi hayvanın anası ehli olmalıdır. Meselâ; anası koyun, babası geyik; anası ehli babası vahşi sığır ise, bu hayvanlarda zekât vâciptir. Bize göre bunlarla nisap da tamamlanır. Şâfiî buna muhaliftir. Bedâyi. Mübah kaydını Şumunnî söylemiştir. Bahır ve Nehir´de; «Bu kayıt mutlaka lâzımdır, çünkü ot kelimesi mübah olmayan ota da şâmildir. Onu otlamakla hayvan sâime olmaz.» denilmiştir. Lakin Makdisî; «Bu söz götürür» demiştir.

Ben derim ki: İhtimal Makdisî´nin itirazının vechi, İmam Ahmed´in rivayet ettiği «Müslümanlar üç şeyde ortaktır; bu üç şey su, ot ve ateştir.» hadisidir. Yani ot başkasının mülkü bile olsa onu otlatmak mübahtır. Nitekim sulama babında inşallah gelecektir. .

«Muhit sahibi artmak ve semizlemek için» kaydını da ziyade etmiştir. Bu kayıt yalnız erkek hayvanlara şâmil olsun diyedir. Çünkü sağmak ve döl yetiştirmek onlarda tasavvur edilemez. T. Bedâyi sahibi, Muhit´in semizliği itibara almasına itiraz etmiştir. Kendisine şöyle cevap verilir: «Muhit sahibinin muradı et için değil, kışın soğuktan ölmemek gibi başka bir sebeple hayvanı semizletmektir. Binaenaleyh Bedâyi ile Muhit´in sözleri arasında çelişki yoktur. H. Yahut ikisinin sözleri, rivayetlerin veya ulemanın muhtelif olmasına hamledilir. T. Rahmetî kesinlikle buna kaildir.

Ben derim ki: Bedâyi´nin ibaresi şöyledir: «Kırda otlayan hayvanın nisabı için bir takım sıfatlar vardır. Bunlardan biri, otlatmanın sağmak ve döl olmak için olmasıdır. Zira evvelce beyan ettik ki zekat malı, üreyen maldır. Hayvanda üreme otlatmakla hasıl olur; zira nesil bundan hâsıl olur ve mal ürer. Hayvan, yük taşımak, binmek veya et için kırda otlatılırsa onun zekâtı yoktur.» Görülüyor ki Bedâyi sahibi, otlayan hayvanda zekât vâcip olmasını, üremeye bağlamıştır. Şu halde bu söz, semizletmek için otlatılan hayvana da şâmildir. Çünkü semizlik onda bir ziyadeliktir. Sonra bunun üzerine yük taşımak, binmek veya et almak için kırda otlatmak meselesini tefri edince anlaşılıyor ki et kelimesinden semizliği kastetmemiştir. Aksi halde sözü çelişkili olurdu; zira et fazlalıktır. Bu meseleyi hiçbir kimse başka bir rivayet üzerine bina edilmiş zannedemez. Çünkü kendisi bir sözü anlatmak sadedindedir. Binaenaleyh etten yemeyi kastettiği taayyün eder. Yani hayvanı, etini yemek ve misafirlerine yedirmek için otlatarak beslerse zekât yoktur ve yük taşımak, binmek için otlatmış gibi olur. Çünkü otlatmaktan ziyadeyi ve artmayı kastetmek zaruridir. Benim anladığımbudur.

Sonra´ Mi´rac´da söyle denildiğini gördüm: «Bir kimse ticaret için aldığı koyunları et için tahsise niyet eder de her gün bir koyun keserse yahut otlak hayvanını yük için tahsise niyet ederse, İmam Muhammed´e göre bu hayvanlar (niyetine göre) et ve yük hayvanı olurlar.» Allah´u âlem. Yük taşımak ve binmek için kırda otlatılan hayvanlara zekât düşmemesi, giyilen elbise ve hizmette kullanılan köle gibi olduklarındandır.

Musannıfın, Zeyleî ile Muhit sahibine uyarak sâimenin tarifine yaptığı ziyadeyi metin sahipleri terk etmişlerdir. Çünkü onlar her iki hükmü (yani hem hayvana da şamil olan eşya ile ticarete niyet etmenin, hem de yük taşımak ve binmek için otlatmanın hükümlerini) açıklamışlardır. Ticaret meselesinde zekât farzdır, Yük ve binek için otlatma meselesinde zekât yoktur. Şu halde onların; «Sâime, senenin ekserisinde otlamakla yetinen hayvandır.» diye yaptıkları tarife "bu tarih umumidir" diye itiraz edilemez. Bunu Bahır sahibi söylemiştir ki hâsılı şudur: Zeyleî ile Muhit´in zikrettiği iki kayıt, zikrettiğimiz açıklama karinesiyle, tarifte dikkate alınmışlardır. Binaenaleyh tarif; ehassı eamla (özeli genel ile) tarif kabilinden değildir. şu da var ki bir şeyi eam ile tarif, ancak son mantık ulemasına göre caiz değildir. Yoksa eski mantıkçılarla lügat ulemasına göre caizdir. Nehir sahibinin itirazı bu suretle defedilmiş olur. O şöyle demiştir: "Bu tarif tam değildir. Çünkü eamla tarif caiz olamaz. Tarifi bu şekilde yaptıktan sonra iki hükmü zikretmek de fayda vermez," Düşün!

METİN

Hayvanları senenin yarısında alafla beslerse, bu hayvanlar sâime olamaz. Onlara zekât da yoktur. Çünkü mucibinde şüphe vardır. Hayvanları otlak hayvanı yapmakla, ticaret zekâtının senesi bâtıl olur. Çünkü otlak hayvanlarının zekâtıyla ticaret hayvanlarının zekâtı miktar ve sebep itibarıyla başka başkadır. Binaenaleyh birinin senesi diğerinin senesi üzerine bina edilemez. Hayvanları ticaret için satın alır da sonra sâime yaparsa, senenin başı, sâime yaptığı vakitten itibar edilir. Nitekim sâime olan hayvanları senenin ortasında veya seneden bir gün önce cinsi cinsine veya cinsinden başkası ile yahut para ile satar da elinde parası bulunmazsa; yahut eşya ile satar da o eşya ile ticarete niyet ederse, yeniden başka bir sene hesap eder. Cevhere. Yine Cevhere´de bildirildiğine göre, vakfın otlak hayvanlarında ve AIIah yolunda sebil yapılmış atlarda zekât yoktur. Çünkü bunların sahibi yoktur. Keza kör ve ayakları kesik hayvanlarda da zekât yoktur, çünkü bunlar sâime değildir.

İZAH

«Çünkü mucibinde şüphe vardır» sözünden murad, sâime olmasında şüphe vardır, demektir. Zira vücubuna sebep olması için sâime olmak şarttır. Fethu´l-Kadîr´de şöyle denilmiştir: «Az alafla, hükmü icabeden "otlak hayvanı" ismi, ortadan kalkmaz. Nisbeten, mukabili daha çok olursa, alaf az olur. Yarıya nisbetle, yarı çok değildir. Bir de icabın sebebi sabit midir değil midir? Bunda şüphe «Çünkü otlak hayvanlarının zekâtıyla ticaret hayvanlarının zekâtı miktar ve sebep itibarıyla başka başkadır.» Ticaret malında miktar, onda birin dörtte biridir (yani kırkta biridir). Otlak hayvanlarında ise miktar aşağıda beyan edilecektir. Her ikisinde sebep, "üreyen mal"dır. Lâkin ticaret malında ticarete; otlak hayvanında sût ve yavruya niyet etmek şartıyladır. Hakikatte bunlar miktar ve şartta başka başkadırlar. Lakin sebep olmak, ancak bunları şart koşmakla tamam olduğundan, şârih onu sebebin ihtilafı saymıştır.

«Nitekim sâime olan hayvanları senenin ortasında satarsa ilh.» diye kayıtlaması, ticaret eşyası birbiriyle değişilirse, sene bozulmadığı içindir.

Ben derim ki: Bize göre gümüş ve altın paralar da eşya gibidir. Şâfiî buna muhaliftir. Onun kavline kıyasen sarrafa zekât icabetmemek gerekir. Bedâyi´de de böyle denilmiştir.

«Senenin ortası» sözünü sene esnasında mânâsına almak daha faydalıdır. Çünkü sene esnası, başı ile sonunun arasındaki müphem cüz dür. Orta kelimesi, iki taraftan aynı uzaklıkta bulunan cüz, demektir ki senenin muayyen bir cüzüdür. Halbuki Şârih´in maksadı muayyen cüz değildir. H.

«Elinde parası bulunmazsa» zekâtını vermez. Fakat elinde nisap miktarı parası olursa, onu aldığı şeye katarak seneye yeniden başlamaksızın zekâtını verir. Bu hususta Cevhere´de şöyle denilmiştir: «Şayet hayvanları para ile yahut hayvanla satarsa, bilittifak cinsi cinsine katar. Yani parayı paraya hayvanı da hayvana katar.»

Allah yolunda sebil yapılan atlardan murad, üzerine gâziler binsin de Allah yolunda harp etsin diye vakıf veya vasiyet edilen atlardır. Bu tafsilât İmam-ı Âzam´a göredir. İmameyn´e göre atlarda mutlak surette zekât yoktur.

Zahîriyye´de kör hayvanlar hakkında iki rivayet nakledilmiştir. İmameyn´e göre bunlarda zekât vâciptir. Nitekim içlerinde kör bulunan hayvanlara zekât vâciptir. Nehir. Bahır adlı eserde bundan sonraki bâbta kör hayvanların zekâtı verileceği kesinlikle bildirilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, bu hayvanların otlamakla yetindikleri tahakkuk ederse zekât lâzım; etmezse lâzım değildir. Buna delil: «Çünkü onlar sâime değildir» diye yapılan ta´lildir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes