> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Talak
Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 8   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Talak  (Okunma Sayısı 13292 defa)
04 Mart 2010, 05:29:39
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #5 : 04 Mart 2010, 05:29:39 »



İNKILÂB, İKTİSAR, İSTİNAD VE TEBYİN

METİN

Bilmiş ol ki hükümlerin sübut yolu dörttür. İnkılâb, iktisar, istinad, tebyin

İnkılâb; illet olmayan bir şeyin illet olmasıdır ki, tâlik gibidir.

İktisar; hükmün halen sübut bulmasıdır.

İstinad: mahallin bütün müddette bâkî kalması şartıyla hükmün öncesine istinaden halen sübut bulmasıdır. Sene dolduğu vakit zekâtın istinad yoluyla lâzım gelmesi bu kabildendir. Çünkü nisap mevcuttur.

Tebyin; halin önceden hüküm mevcut olduğunu meydana çıkarmasıdır. Eğer Zeyd şu hânede ise sen boşsun gibi ki. Zeyd´in orada bulunduğu ertesi gün anlaşılırsa, söylediği andan itibaren boş düşer ve o andan itibaren iddet bekler. Ben seni boşamadıkça sen boşsun yahut ne zaman seni boşamazsam boşsun veya her ne zaman seni boşamazsam boşsun der de susarsa, susmasıyla kadın derhal boş düşer.

İZAH

«Tebyin...» Ulemanın ibareleri böyledir. Bu kelime açığa çıkmak mânâsında mastardır.

«Tâlik gibidir.» Nitekim, "şu hâneye girersen sen boşsun" demesi bir tâliktir. Sen boşsun sözü, hükmünün, yani talâkın sabit olması için illettir. Nasıl ki sattım sözü milkin sabit olması için illettir. Azâd ettim sözü de hürriyetin sabit olması için illettir. Lâkin tâlik yapınca ancak şartı bulunduğu vakit illet olur ki, o da hâneye girmektir. Şâfiî´ye göre derhal illet mün´akit olur. Ama tâlik onun hükmünü şart bulununcaya kadar geciktirir. Bu hilâfın semeresi, "seninle evlenirsem sen boşsun" sözünde meydana çıkar. Bize göre bu sahihtir. Çünkü milk vaktinde illet olarak mün´akittir. Şâfiî´ye göre sahih değildir. Çünkü milk vaktinde illet mün´akit değildir. Nitekim usûl-i fıkıh ilminde izah edilmiştir.

«Hükmün halen sübut bulmasıdır.» Satış yapmak, boşamak, köle âzâd etmek vesaire böyledir. Bunu Halebî Minah´tan nakletmiştir.

«İstinad ilh...» hakkında Eşbâh´ta şöyle denilmiştir: «İstinad, tebyinle iktisar arasında döner dolaşır. Bu, ödenen şeyler gibidir. Ödendiği vakit sebebinin bulunduğu vakte istinad ederek mâlik olunur. Bir de nisap gibidir. Zira zekât sene tamam oldukta nisabın bulunduğu vakte istinaden vâcip olur. İstihazalı bir kadınla teyemmümlünün vakit çıkarken ve suyu gördüğü vakit temizlenmeleri dahi abdestin bozulma vaktine îstinaden sabit olur. Onun için bunların meshetmesi caiz değildir.»

«Mahallin bâkî kalması şartıyla ilh...» İstinadla tebyin arasını ayıran bu şarttır. Nitekim bunu Îzâh´tan naklen izah etmiştir. Bu meselenin fer´lerinden biri de ulemanın şu sözleridir: Bir kimse cariyesine; sen filanın ölümünden bir ay önce hürsün, der de sonra cariye bir coçuk doğurur, sahibi her ikisini satarsa, yahut hiçbirini satmazsa veya yalnız anayı satar yahutbunun aksini yaparsa, İmam-ı Âzam´a göre çocuk âzâd olur, İmameyn´e göre âzâd olmaz. Anneyi satmadıysa o bilittifak âzâd olur. Bunun izahı şudur: Çünkü İmam-ı Âzam´a göre âzâd olmak istinad suretiyle meydana gelince çocuğa sirayet eder. İmameyn´e göre sirayet etmez. Zira istinad yoktur. O cariyeyi ayın ortasında satar da sonra tekrar satın alır, sonra o dediği kimse ay tamam oldukta ölürse, İmam-ı Âzam´a göre cariye âzâd olmaz. Çünkü ay içinde milk elden gittiği için ayın başına istinad imkânı yoktur. İmameyn´e göre âzâd olur. Çünkü iktisar vardır (hüküm halen sabit olmuştur). Bu fer´lerin tamamı Eşbâh hâşiyelerindedir.

«Çünkü nisap mevcuttur.» Yani bütün müddette nisap mevcut olmak şartıyla senenin başından hüküm sabit olur. Tahtâvî diyor ki: «Maksat müddet esnasında bütün nisâbın yok olmamasıdır. Çünkü bütün nisap yok olur da o kimse başka bir nisaba - velev birinciden bir saat sonra olsun - mâlik olursa, yeni bir sene itibara alınır,»

«Söylediği andan itibaren boş düşer.» Yani mahallin bâki kalması şart değildir. Hattâ üç defa dedikten sonra kadın hayzını görür de sonra onu üç defa daha boşarsa, sonra Zeyd´in o hânede olduğu anlaşıldıkta üç talâk vâki olmaz. Çünkü birincinin vâki olduğu anlaşılmıştır. İkincisi iddet geçtikten sonra yapılmıştır. Nitekim Ekmel´den naklen Minah´ta böyle denilmiştir.

«Susarsa» sözüyle, aşağıda gelecek "sen boşsun ben seni boşamadıkça sen boşsun" sözünden ihtiraz etmiştir.

«Derhal boş düşer» Keza, "ben seni boşamadığım zaman sen boşsun"; yahut, "seni boşamadığım yerde" veya "seni boşamadığım gün boşsun" demesi de böyledir. Çünkü talâkı kadının talâkından hâli bir zamana veya mekâna izafe etmiştir. Mücerret susmasıyla muzâfunileyh bulunmuştur. Talâk da vâki olur. Nehir´de şöyle denilmektedir: Sonra âşikârdır ki, yemininde durmakla bozmanın eseri, ben seni boşamadıkça sen boşsun gibi sözlerde zâhir değildir. Bundan dolayıdır ki, muteehhirin ulemadan bazıları bu meselenin mevzuunu üç defa diyerek kayıtlamıştır. Evla olan da odur. Evet, ben seni her boşamadıkça sen boşsun derse, arka arkaya üç talâk vâki olur. Onun içindir ki, kadın cima edilmemişse yalnız bir talâk vâki olur.

METİN

«Ben seni boşamadımsa boşsun» sözünde susmakla kadın boş düşmez. Bilâkis erkek boşamadan karı-kocadan birinin ölümüne kadar nikâh devam eder ve kadın ölümden az önce boş düşer. Çünkü şart o zaman tahakkuk eder ve o adam fâr (mirastan kaçırıcı) olur. İmam-ı Âzam´a göre şart edatlarından vakitte, vakit kelimeleri niyetsiz olursa eğer gibidir. İmameyn´e göre ise her ne zaman gibidir. Bunların hükümleri geçmişti. Vakti veya şartı niyet ederse derhal talâkı kasdettiğine karine bulunmadıkça bilittifak o kimsenin niyeti muteber olur. Karine bulunursa derhal talâk vâki olduğuna hükmedilir.

İZAH

«Susmakla kadın boş düşmez ilh...» Çünkü yemininde durmanın şartı, kadını gelecekte boşamasıdır. Bu da karı-kocadan biri ölmedikçe gelecek her vakitte mümkündür. Biri ölürse, yemini bozmanın şartı olan boşamama tahakkuk eder. Bu niyet olmadığı veya acele talâka delâlet bulunmadığı zamandır. Nitekim, "vakitte" edatında gelecektir.

«Karı-kocadan birinin ölümüne kadar devam eder.» sözüyle musannıf, erkeğin ölmesinin de kadının ölmesi gibi olduğuna işaret etmiştir. Sahih kavil budur. Nevâdir´in rivayeti bunun hilâfınadır. Orada şöyle denilmiştir: «Ben bu hâneye girmezsem sen boşsun, demesi bunun hilâfınadır. Çünkü burada erkeğin ölmesiyle talâk vâki olur, kadının ölmesiyle olmaz. Çünkü kadın öldükten sonra adamın o hâneye girmesi mümkündür. Binaenaleyh kadının ölmesiyle ye´s tahakkuk etmez. Talâka gelince: Kadının ölmesiyle ondan ye´s tahakkuk eder. Fetlh.»

«Şart o zaman tahakkuk eder.» Yani yeminin bozulmasının şartı o zaman tahakkuk eder. Erkeğin ölmesinde bu zâhirdir. Kadının ölmesine gelince: Talâktan ye´s tahakkuk ettiği içindir. Fetih sahibi diyor ki: «Kadının ölümünden önce talâk vâki olduğuna hükmümüzü verince kocası ona mirasçı olamaz. Çünkü kadın ölümden önce boş düşmüş; ölüm halinde aralarında karı-kocalık kalmamıştır. Muallâk sarîh olduğu halde talâk-ı bâin olduğuna hükümetmemiz, iddet bulunmadığı içindir. Cima edilmemiş kadın gibi olur. Çünkü meselemiz talâk parçalanmayı kabul etmeyen son cüzde vâki olursa diye farz edilmiştir. Ondan sonra ancak ölüm gelir. Onunla da kadın boş olur.»

Bahır sahibi şöyle demiştir: «Anlaşılıyor ki, erkeğin karısına mirasçı olamaması mutlaktır. Cima etmiş olsun olmasın üç veya bir defa boşamış olsun müsavidir. Bu da gösterir ki, Zeylâî´nin mirasçı olamamasını cima etmediyse veya üç defa boşamadıysa diye kayıtlaması doğru değildir. Nehir´de de bunun gibi denilmiştir.»

«Ve o adam fâr olur.» Yani ölen erkekse, talâkı ölüme yaklaştığı halde olduğu için o adam fâr olur. Hastanın talâkı babında gelecektir ki, bir adam talâkı sağlamken tâlik yapar da hasta iken bozarsa fâr olur. Bu da ondandır. Rahmetî. Kadın cima edilmişse, kocası miras kaçırdığı için ona mirasçı olur. Velevki üç kere boşamış olsun. Cima edilmemişse o adama mirasçı olamaz. Bahır.

«Niyetsiz olursa eğer gibidir ilh...» Yani karı-kocadan biri ölmedikçe İmam-ı Azam´a göre kadın boş düşmez. İmameyn´e göre susmasıyla derhal boş düşer. Hâsılı, "vakitte" sözü İmam-ı Azam´a göre burada harftir ve mücerret şart bildirir. Çünkü o bazen zarf, bazen harfolarak kullanılır. Binaenaleyh şüphe ile derhal talâk vâki olmaz. Bazı nahiv imamlarının sözü de budur. Nitekim Muğnî sahibi böyle demiştir. Lâkin onun bildirdiğine göre nahiv ulemasının cumhuru bu kelimenin şart mânâsını tazammun ettiğini söylemişlerdir. Bu kelime zarf olmaktan çıkmaz. Bahır sahibi, "Burada İmameyn´in kavlini tercih ettiren budur. Bunu Fethu´l-Kadir sahibi de tercih etmiştir." demektedir.

«Vakti veya şartı niyet ederse ilh...» Bahır sahibi diyor ki: «Niyeti yoktur diye kayıtlamamız şundandır: Çünkü o kimse vakitte edatıyla her ne zaman mânâsını niyet ederse, hem kazaen ´hem diyaneten bilittifak tasdik olunur. Çünkü kendisine ağır yük yüklemektedir. Keza vakitte edatıyla İmameyn´in kavline göre eğer manasını niyet ederse, onlarca yalnız diyaneten tasdik edilmesi gerekir. Çünkü onlara göre bu edat zarf için kullanılır. Şart için kullanılması bir ihtimaldır. Onu hâkim tasdik etmez.» Bu bahsin aslı Fethu´l-Kadir sahibine aittir. Eğer sözüyle derhal talâkı niyet ederse sahih olur mu bir düşün! Zâhire bakılırsa evet olur. Nitekim ona bir karine bulunsa sahih olur.

«Derhal talâkı kasdettiğine karine bulunmadıkça...» Bu karine bazen lâfzi, bazen de mânevî olur. Birinciye misâl: beni boşa, beni boşa demesidir. Kocası buna cevaben; seni boşamazsam şöyle ol der. Bu söz derhal talâk ifade eder. Nitekim Kınye´de belirtilmiştir. İkinciye misâl; kocası cima isteyip kadının buna yanaşmaması, bunun üzerine kocasının "eğer bu eve girmezsen şöyle şöyle olasın" demesidir. Kadının kocasının şehveti yatıştıktan sonra girerse boş düşer. Bevl şehveti kesmez. Koku ve benzeri ile cima mukaddimelerinden sayılan her şeyin böyle olması gerekir. Namaz hususunda hilâf vardır. Nehir. Yani kadı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 04 Mart 2010, 05:30:54 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Talak
« Posted on: 27 Nisan 2024, 15:19:41 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Talak rüya tabiri,Talak mekke canlı, Talak kabe canlı yayın, Talak Üç boyutlu kuran oku Talak kuran ı kerim, Talak peygamber kıssaları,Talak ilitam ders soruları, Talakönlisans arapça,
Logged
05 Mart 2010, 23:41:58
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #6 : 05 Mart 2010, 23:41:58 »

«Sen bir boşanmanın bütünü ile boşsun sözüyle bir talâk vâki olur.» Çünkü bütünü kelimesi, belirliye izafe edildiği vakit cüzlerinin umumunu ifade eder. Bir boşamanın cüzleri ise bir talâktan fazla değildir. Belirsize izafe edilirse fertlerinin umumunu ifade eder. H. O halde senin, "narın hepsi yenir" sözün yalan olur. Çünkü kabuğu yenmez. Belirsiz olarak her nar yenir sözü bunun hilâfınadır. Ama bu, karine bulunmadığı zamandır. Nitekim biz bunu mestler üzerine mesh bâbında izah ettik.

T E M B İ H : Zahîre´de bildirildiğine göre talâkın hepsi derse bir talâk vâki olur. Bahır´da ondan böyle nakledilmiştir. Lâkin Muhtarâtü´n-Nevâzil´de üç talâk vâki olacağı bildirilmektedir.

Ben derim ki: Zâhir olan da budur. Çünkü talâk kelimesi masdardır. Üçe ihtimali vardır. Talka kelimesi bunun hilâfınadır. Şu da var ki, yine Zahîre´de bildirildiğine göre sen talâkın hepsiyle boşsun derse üç talâk vâki olur. Talâkın bütünüyle bütün talök arasında görünen bir fark yoktur.

«Toprağın sayısınca derse bir talâk vâki olur.» Fetih sahibi diyor ki: «Sayısı olmayan bir şeyde sayıya benzetme yapar da; sen güneşin sayısınca boşsun veya toprağın sayısınca boşsun yahut toprağın misli boşsun derse, Ebû Yusuf´a göre bir talâk-ı ric´i vâki olur. Şâfi´lerden İmamul´-Harameyn bu kavli ihtiyar etmiştir. Çünkü sayısı olmayan bir şeyde sayıya benzetmek hükümsüz kalır. Toprağın sayısı yoktur. İmam Muhammed´e göre ise üç talâk vâki olur. Şâfiî ile İmam Ahmed´in kavilleri de budur. Çünkü adet zikredildiği zaman onunla çokluk murad edilir. Ebû Hanife´nin kavline kıyas ile bir talâk-ı bâin vâki olur. Çünkü teşbih yukarıda geçtiği gibi bir nevi ziyadeyi iktiza eder. Ama toprak gibi derse İmam Muhammed´e göre bir talâk-ı ric´î vâki olur.»

«Kumun sayısınca derse üç talâk vâki ulur.» Yani bilittifak böyledir. Nitekim Bahır´da Cevhere´den naklen böyle denilmiştir Toprağın sayılır cisim olmaması şundandır: Çünkü o efrada şamil isimdir. Kum böyle değildir. O cem´i ifade eden bir cins isimdir. Üçten aşağısına sadık değildir. Nehir. Hâsılı toprak, su ve bol gibi aza çoğa sadık bir mahiyette delâlet eden şey fertler ifade eden ism-i cinstir. Üçten aza delalet etmeyen bunun hilâfınadır. Bunun azı ile çoğunun arası ´ta´ ile ayrılır. Kum ve kuru hurma gibi ki bu kelimeler cem´i bildiren ism-i cinstirler. Fertleri vardır. En az üçtür. Böyle bir kelimeye sayı izafeti ile üç talâk vâki olur.

«İblis´in saçı adedince ilh...» Yani talakı nefyi isbatı meçhûl bir sayıya izafe ederse, yahut iki misalde olduğu gibi nefyi mâlûm bir sayıya izafe ederse bir talâk vâki olur. Nitekim Fetih´te beyan edilmiştir. Ama Fetih sahibi bu talâkın bâin olup olmayacağını zikretmemiştir. Toprak sayısında zikrettiğinin muktezasınca Ebû Hanife´nin kavline kıyasla bu talâk bâindir. Ebû Yusuf´un kavline göre ric´îdir. Buna yakında Muhit´ten nakledeceğimiz, "Sayı zikri hükümsüz kalır ve o adam sanki sen boşsun demiş gibi olur." ifadesi de delâlet etmektedir.

«Sayısınca talâk vâki olur.» Yani mahallin kabul edeceği kadar talâk vâki olur, fazlası hükümsüz kalır. T.

«Aksi takdirde talâk vâki olmaz.» Yani kıl namına bir şey bulunmaz. Meselâ; vücudundaki kıllar kazınmış olursa, balık da bulunmazsa talâk vâki olmaz. Bu balık meselesinden başkaları hakkında sahihtir. Balık meselesine gelince: Cevhere´de, keza Zahîriyye´den naklen Bahır´da bildirildiğine göre havuzda balık yoksa bir talâk vâki olur. Binaenaleyh bu meseleyi İblis´in saçı, avuç içinin kılı meselesiyle birlikte zikretmesi doğru olurdu. Nehir´de bildirildiğine göre Muhit sahibi, balık, İblis´in saçı ve avuç içinin kılı meselesine ta´lil ederek şöyle demiştir: «Saç ve balık yoksa sayının zikri muteber değildir. O hükümsüz kalır ve sanki sen boşsun demiş gibi olur.» Bahır´da İmam Muhammed´den avuç dışının kılı meselesi ile avuç içinin kılı meselesi arasında şöyle bir fark nakledilmiştir. Birincide bir şey vâki olmaz. Çünkü talâk, biten kılların sayısınca vâki olur. Avucunun üzerinde kıl bulunmayınca şart dabulunmamıştır. İkincide bir talâk vâki olur. Çünkü talâk kılların sayısınca vâki değildir.

Ben derim ki: Bunun hâsılı şudur: Elin üzeri ve keza bacak ile ferc ekseriyetle kıl mahalli olduğu için, kılların giderilmesi de ancak bir ârıza sebebiyle olduğundan, burada sayı şart mesabesinde olmuştur. Binaenaleyh sayı bulunmayınca talâk da vâki olmaz. Avucumun içi sözünde olduğu gibi kıl bitmeyen yer mâlûm olursa; yahut İblis´in saçı gibi meçhûl olup, bilinmesine imkân yoksa yahut mümkün olup yokluğu havuzdaki balık gibi ârızi bir sebebe bağlı değilse, talâk sayının bulunmasına bağlı kalmaz, mutlak surette vâki olur. Lâkin balık meselesinde sayının bulunması mümkün olunca, bulunduğu zaman miktarınca talâk vâki olur.

METİN

Ben senin kocan değilim yahut sen benim karım değilsin yahut kadının kocasına : sen benim kocam değilsin sözü, kocası doğru söyledin dediği takdirde niyet etmişse talâktır. İmameyn buna muhâliftirler. Erkek sözünü yeminle te´kid eder veya senin karın var mı diye soruldukta: hayır cevabını verirse bilittifak kadın boş olmaz. Velevki niyet etmiş olsun. Çünkü yeminle sual bunlarda nefyi murad ettiğine karinedirler. Hulâsa´da şöyle denilmiştir: "Erkeğe sen bu kadını boşadın değil mi denilir de belâ cevabını verirse kadın boş düşer. Neam (evet) derse boş düşmez." Fetih´de: "Örf bulunduğu için fark olmamak gerekir." denilmiştir. Bezzâziye´de şu ifade vardır: "Kadın kocasına: ben senin karınım der de kocası da ona: sen boşsun cevabını verirse, bu nikâhı ikrar olur ve talâk vaz´ı itibariyle nikâhı iktiza ettiği için kadın boş düşer." Bir adam yemin ettiğini bilir de talâka mı yoksa başkasına mı olduğunu bilmezse hükümsüz kalır. Nitekim boşayıp boşamadığında şüphe ederse hüküm budur. Bir mi yoksa daha fazla mı boşadığında şüphe ederse hüküm az olana bina edilir. Cevhere´de: "Fâsid nikâhla aldığı karısını üç defa boşayan bir kimse o kadınla muhallilsiz olarak evlenebilir." denilmiş, hilâf nakledilmemiştir.

İZAH

"Niyet etmişse talâktır." Çünkü cümle inkâra elverdiği gibi talâk inşaallahâsına da elverişlidir. Binaenaleyh niyetle talâk teayyün eder. Niyetle kayıdlaması niyetsiz bilittifak talâk vâki olmadığı içindir. Zira bu söz kinâyelerdendir. Şârih delâlet-i halin de niyet yerini tutmayacağına işaret etmiştir. Çünkü bu yalnız cevap olmaya elverişli sözlerdendir. Bu o sözlerden değildir. Talâktır sözüyle bu kinâye ile vâki olan talâkın ric´î olduğuna işaret etmiştir. Bahır´da kinâyeler bâbında böyle denilmiştir.

«Bilittifak kadın boş olmaz. Velevki niyet etmiş olsun." Erkeğin: "Ben seninle evlenmedim, aramızda nikâh yoktur, sana bir ihtiyacım yoktur." gibi sözleri de böyledir. Bedâyi. Lâkin Muhit´te: "Senin karın var mı diye soruldukta: hayır cevabını verirse talâk vâki olur." denilmiştir. Muhît sahibi sözüne devamla şunları söylemiştir: "Aramızda nikâh yoktur dese talâk vâki olur. Kaide şudur ki: esasen nikâhı nefy etmek talâk değil inkâr olur. O anda nikâhı nefy etmek ise, niyet etmek şartıyla talâk olur. Geri kalan sözler de sahih kavle göre bu hilâfa göredir." Bahır.

"Bunlarda nefyi murad ettiğine karinedirler." Şöyle ki: yemin haber cümlesinin mazmununu te´kid içindir. Binaenaleyh onun cevabı ancak haber olur. Sualin cevabı da öyledir. Talâk ise ancak inşaallahâ olur. Binaenaleyh nikâhı yalandan nefy edince sözü ihbara sarfetmek icab eder.

"Hulâsa´da ilah..." İbâresi: "Sen onu boşadın değil mi?" şeklindedir. Bazı nüshalarda böyle olduğu görülmüştür. Nitekim Halebî´nin sözü de bunu ifade etmektedir. Bahır sahibi Menar üzerine yazdığı şerhde şöyle demektedir: "Tahkîk"ta zikredildiğine göre neam kelimesinin mûcebi ondan önceki sözü tasdiktir. Söz müsbet olsun, menfi olsun, sual olsun, haber olsun müsavîdir. Meselâ: sana Zeyd kalktı veya, Zeyd kalktı mı yahut Zeyd kalkmadı mı denilir de neam (evet) cevabını verirsen geçen sözü tasdik olur. Sualden sonrakine ise tahkîktir. Belânın mûcebi nefyden sonra icabtır. Bu nefy sual olsun, haber olsun fark etmez. Zeyd kalkmadı denilir de sen belâ cevabını verirsen bunun mânâsı kalktı demek olur. Şu kadar var ki, şeriatın hükümlerine mu´teber olan örftür. Hatta bunlar birbirinin yerinde kullanılabilir."

«Fetih´de ilah...» Şu ibâre vardır: "Fark olmamak gerekir. Çünkü örf ehli olanlar fark yapmazlar. Bilâkis bunların ikisinden de menfiyi icab anlarlar."

"Bezzâziye´de" yani nikâh bahsinin başlarında geçmiştir.

"Bu nikâhı ikrar olur ve kadın boş düşer." Yani erkek bu nikâhı inkâr ederse kadının mehri ile iddet nafakasını vermesi lâzım gelir. Kadının iddeti içinde ölürse kadın ona mirâsçı olur.

"Talâk vaz´ı itibariyle nikâhı iktiza ettiği için" talâk vâki olur. Çünkü talâk lügaten ve şer´an nikâhla sâbit olan kaydı kaldırmaktır. Binaenaleyh sahih olmak için mutlaka önceden nikâh yapılmış olması lâzımdır. Zira mukteza, söz sahih olmak için takdir edilen şeydir. Sanki bu adam: evet sen benim karımsın, ama sen boşsun demiş gibidir. Nitekim ulema: "Köleni benim nâmıma bin dirheme âzâd et." sözünde böyle demişlerdir.

Ben derim ki: Bu mâni bulunmadığı yerdedir. Hulâsa´da nikâh bahsinde Müntekâ´dan naklen şöyle denilmiştir: "Bir kimse karısına: sen benim karım değilsin, sen boşsun dese bu nikâhı ikrar değildir. Bezzâziye sahibi: çünkü önceki söz onun hakikaten talâkı murad etmediğine karinedir, demiştir."

"Az olana bina edilir." Yani İsbicâbî´nin dediği gibidir. Meğerki çok olanı yüzde yüz veya galebe-i zan ile bilmiş olsun. İmam Ebû Yusuf´tan bir rivâyete göre üç mü boşadı daha az mı bilemezse araştırır. İki taraf denk düşerse kendisine daha ağır olan ile amel eder. BunuBezzâziye´den Eşbâh sahibi nakletmiştir. Tahtâvî diyor ki: "Kaadîhân Ebû Yusuf´un kavli ile yetinmiştir. İhtimal bunu Ebû Yusuf ihtiyatla amel ettiği için yapmıştır. Bahusus fercler bâbı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 05 Mart 2010, 23:43:24 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

05 Mart 2010, 23:48:33
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #7 : 05 Mart 2010, 23:48:33 »

«Yemin eden şahıs kendisini yemin dışı bırakamaz.» Bu sözle şârih şuna işaret etmiştir: Yemin eden şahsın burada sözünün umumuna dahil olması bir karineden dolayıdır. Konuşan sözünün umumuna dahil olmaz dersek bu böyledir. Tahrîr´de dahildir sözü Cumhur´a aid olduğu bildirilmiştir, Allahu a´lem.







KİNÂYELER BÂBI

METİN


Fukahaya göre talâkın kinâyesi talâk için vaz´ edilmeyip hem talâka, hem başkasına ihtimali olan sözdür. Kinâye sözlerle kadın kazaen ancak niyet veya halin delâletiyle boş düşer.

İZAH


Musannıf kelamda asıl olan sarîh sözün hükümlerini bitirdikten sonra kinâyelere başlıyor. Kinâye kapalı mânâsına masdardır. Nehir.

«Fukahaya göre talâkın kinâyesi» yani burada talâkın kinâyesinden murad demek istiyor. Yoksa fukahaya göre onun mutlak mânâsı usûlcülerce olduğu gibi haddi zatında kendisinden murad kapalı olan sözdür. Nehir sahibi diyor ki: "Bu son sözle sözün garabeti gibi bir vasıtayla sarîh kelimeden murad: Kapalı olması yahut tefsir vasıtasıyla kinâyede muradın açıklanması halleri hariç kalır. Sarîh ile kinâye hakikatla mecazın kısımlarındandır. Terk edilmeyen hakikat sarîhtir. Terk edilen ve mecazî mânâsı galib gelen hakikat ise kinâyedir. Kullanılışı fazla olan mecaz sarîhtir. Kullanılışı fazla olmayan ise kinâyedir." H.

«Talâk için vaz´ edilmeyip ilah...» Bilâkis ondan ve hükmünden daha umumî bir mânâya vaz´ edilen sözdür. Çünkü aşağıda gelecek ric´î sayılan üç kinâyeden başkaları ile asla talâk murad edilmemiştir. Bilâkis bu söz talâkın hükmü olan nikâhtan ayrılma mânâsını ifade eder. Bu izaha göre "hem talâka ihtimali olan" sözünde tesahül vardır. Maksad mânâsına müteallik olarak ihtimali olan demektir. Bunu Fetih sahibi söylemiş ve bununla kinâyenin inhisar altına alınmayacağına işarette bulunmuştur. Onun için Mülteka şârihi: "Sonra kinâye lâfızları çoktur. Nazım ve Netif´de beyan edildiğine göre ellibeş lâfızdan fazladır. Daha başkaları da ziyade edilmiştir. Dikkatli ol!" demiştir. Bunlardan biri: Kadından geçtim sözüdür. Niyet bulunursa bu sözle bir talâk-ı bâin vâki olur. Nitekim İsmail Hâik bununla fetva vermiştir.

Ben derim ki: Kinâyelerden biri de zamanımızda kullanılan: Sen hâlîsin kelimesidir. Bunun mânâsı hâli ve berîsin demektir. Düşün! Bezzâziye´de şöyle denilmiştir: «Bir kimse diğerine sen beni evlendiğim filan kadın için dövüyordu isen ben onu bıraktım, onu sen al der de bununla talâkı niyet ederse bir talâk-ı bâin vâki olur."

T E M B İ H : Müteehhirin ulemadan birinin verdiği fetvaya göre kinâyelerden biri de talâkı niyet ederek üzerime yemin olsun bu işi yapmam sözüdür. Bu sözle bir talâk-ı bâin vâki olur. Çünkü fukaha: "Kinâye hem talâka hem başkasına ihtimalli olan sözdür." demişlerdir. Fakat bu sözü onun çağdaşı Muhammed Ebussûud Miskîn hâşiyesinde reddetmiş, şöyle deriniştir: "O kimseye yemin keffâretinden başka bir şey lâzım gelmez. Çünkü fukahanın kinâyenin tarifinde söyledikleri mutlak değil kadına hitabı sahih olan sözüyle kayıdlıdır. O söz içinde gizlediği talâkı yapmaya yahut onu yaptığını haber vermeye elverişli olacaktır. Meselâ: Sen haramsın sözü böyledir. Çünkü seni boşadım mânâsına gelebildiği gibi seninle sohbet haramdır mânâsına da gelebilir. Geri kalan kinâye lâfızları da böyledir. Yemin lâfzı ise böyle değildir. Zira kadına onunla talâk yapmayı istemek veya yaptığı talâkı haber vermeyi dilemek şöyle dursun kadına sen yeminsin diye hitap etmek sahih olamaz. Hatta: Sen yeminsin, çünkü seni boşadım dese sahih olmaz. Şu halde talâka ihtimali olan her söz onun kinâyesi olamaz. Bu iki kayıd mutlaka lâzımdır. Hatta bir üçüncü kayıd daha gerekir ki, o da sözün talâkın müsebbebi ve talâktan neş´et etmiş olmasıdır. Nasılki sen haramsın sözünde haram olması böyledir.

Bahır´da nakledildiğine göre: "Seni sevmiyorum. seni arzu etmiyorum, sende gözüm yok." gibi sözlerde talâk vâki olmaz. Vechi şudur: Bu sözlerin mânâları talâktan çıkmamaktadır. Çünkü ekseriyetle bunlar söylendikten sonra pişmanlık gelir, arkacığından sevgi, arzu ve rağbet meydana gelir. Hörmet bunun hilâfınadır. İhtimalli olmakla beraber bu sözlerle talâk vuku bulmazsa - ki murad: Çünkü seni boşadım demek olabilir - yemin lâfzında evleviyetle vuku bulmaz. Bir de ulema kinâyeyi üç kısma ayırmışlardır. Nitekim gelecektir.

1) Talâk isteğine cevap teşkil eden başka bir işe yaramayan "iddetini bekle" gibi sözler.

2) Kadının isteğine hem cevap hem red teşkil eden "çık" gibi sözler.

3) Hem cevap hem sitem teşkil eden "kof" gibi sözler.

Şübhesizki yemin bu üç nev´iden hiç birine elverişli değildir. Çünkü kadın kocasından talâk istediğinde ona "üzerime yemin olsun şu işi yapacağım" diye cevap vermesi yararlı olamaz. Çünkü cevap kadının sualine karşılık talâk yapmaya yarayan iddetini bekle gibi bir söz olmalıdır. Yahut onun isteğini reddettiğini gösteren çık veya ona sitem bildiren kof gibi bir söz olmalıdır. Üzerime yemin olsun sözü talâk yapmaya delâlet etmez." Bu satırlar kısaltılarak alınmış, bazı ziyadeler de yapılmıştır.

Muhammed Ebussûud bundan sonra şunları söylemiştir: "Bununla anlaşılır ki Tûrî Fetâvâsı´ndan nakledilen (Bir kimse müslümanların yeminleri bana lâzım olsun derse karısı boş olur.) sözü çirkin bir hatadır. Üstadımızdan çok işitmişimdir: "Fetâvâ-i Tûrî, Fetâvâ-i İbn-i Nüceym gibidir. Ona ancak başka bir naklî delille kuvvet bulduğu vakit güvenilir." derdi. Tahtâvî ona itiraz ile şunları söylemiştir: "Üzerime yemin olsun sözü hem talâka. hem başkasına ihtimallidir. Çünkü kendisi ile ve Allah Teâlâ ile olan bir iştir. Talâkı niyet ederse onu niyet ettiği anlaşılır ve sanki; Üzerime talâk lâzım gelsin filan işi yapmam, demiş gibi olur. Evvelce geçmişti ki, üzerime talâk lâzım gelsin sözü manevî tâliktandır. Fetâvâ-i Tûrî´nin onu talâka tahsis etmesi örf bulunduğu içindir ve müslümanların helâlı bana haram olsun sözü gibidir."

Ben derim ki: Hâsılı üzerime yemin olsun sözü kinâye değildir. Sebebi yukarıda geçti. Sarîhde değildir. Çünkü sarîh ancak talâkta kullanılır. Bu öyle değildir. Lâkin yemin lâfzı bir cinstir. Onun ferdlerinden biri de talâka yemindir. Niyetle bunu tâyin ettimi sanki üzerime talâka yemin lazım gelsin bu işi yapmam demiş gibi olur. Bu adam açıkça böyle demiş olsaydı onunla yemin etmiş sayılırdı. Eam bir kelimeyle ehas mânâ murad edilirse o ehassın hükmü sâbit olur. Burada ehas olan sarîh talâktır. Binaenaleyh onunla ric´î bir talâk meydana gelir, bâin olmaz. Bezzâziye´nin eymân bahsinde ikinci fasılda şöyle denilmektedir: "Bir kimse bana yemin lâzım gelsin yahut bana talâka yemin lâzım gelsin şu işi yapmam der de sonra yaparsa karısı boş olur ve yemini bozulur. Velevki yalandan söylemiş olsun."

Sarîh faslının başında Câmiu´l-Fûsuleyn´den naklen arzetmiştik ki: "Şöyle yaparsam şeriatın sözü benimle senin aramızda câri olsun." sözü talâka yemin kabul edilmek gerekir. Çünkü o yerde halk arasında örf-ü âdet olmuştur. Yine orada Zahîre´den naklen arzetmiştik ki bir kimse karısına "elif, nun, te, ta, elif, lam, kaf" dese (ki yazıldığı zaman entitalikun:

Sen boşsun olur.) bununla talâkı niyet ederse kadın boş düşer. Çünkü, sarîh sözden ne anlaşılırsa bu harflerden de o anlaşılır. Ancak bu harfler sarîh söz gibi kullanılmazlar. Binaenaleyh niyete muhtaç olmak hususunda kinâye gibi olurlar. Bu da gösterir ki, o kimse yeminle talâkı niyet ederse sahih olur. Yeminini bozduğunda bir talâk-ı ric´î meydana gelir.

Müslümanların yemini, sözüne gelince: Bu söz yeminin cem´idir. Müslümanlara izafe edilmesi müslümanların yaptıkları bütün yemin nev´ilerini murad ettiğine karinedir. Allah Teâlâ´ya yemin ile muallak olan talâk ve köle âzâdı yeminleri gibi ki, bunun daha fazla açıklaması inşaallah yeminler bahsinde gelecektir.

«Kazaen...» diye kayıdlaması diyaneten niyetsiz vâki olmadığı içindir. Halin delâleti bulunursa ya niyetle yahut halin delâletiyle meydana gelen talâk sadece kazaen meydana gelir. Nitekim Bahır ve diğer kitablarda açık bildirilmiştir.

«Veya halin delâletiyle...» sözünden murad: Mânâ ifade eden açık ve maksud olan haldir. Talâk sözünü evvel zikretmek bu kabîldendir. Bunu Muhît´ten naklen Bahır sahibi söylemiştir. Burada onu Kenz sahibinin yaptığı gibi mutla bırakması şunu gerektirir ki, bütün kinâyelerle talâk halin delâletiyle olur. Bahır sahibi diyor ki: "Bu hususta musannıf Kudûrî ile Serahsî´ye tâbi olmuştur. Fahru´l-İslâm ile diğer ulema ise bunlara muhalefet ederek bazı kinâyelerle talâk ancak niyetle vâki olur demişlerdir." Bu bazı kinâyelerden murad redde ihtimalli olan çık, git ve kalk gibi sözlerdir. Lâkin aşağıdaki tafsilât hususunda musannıf ulemaya uymuştur. Böylece itiraz yalnız Kenz´in ibâresine kalmıştır. Onun nâmına Nehir sahibi İbn-i Kemâl Paşanın İzahü´l-lslah adlı kitabında zikrettiği şu sözlerle cevap vermiştir: "Bu suretlerin redde elverişli olması talâk müzakeresi haline aykırıdır. Binaenaleyh red delil olmaktan çıkmıştır ve zikredilen bu suretler halin delâletinden hâlidir. Onun için bunlardaniyete bağlı olur."

METİN

Halin delâleti, talâk müzakeresi veya öfke halidir. Demek oluyor ki haller üçtür: Rıza, öfke ve müzakere hali. Kinâye sözler de üç nev´idir: 1) Redde ihtimali olan sözler. 2) Siteme elverişli sözler. 3) Siteme elvermeyen sözler. Çık, git, kalk, peçeni takın, baş örtünü sarın, örtün, çekil git, gurbete git, uzaklaş gibi sözler redde ihtimalli olanlardır.

İZAH

«Talâk müzakeresi hali» sözüyle Şârih Nehir´in: "Halin delâleti sözün delâletine de şâmildir." ifadesine işaret etmiş: "Bu izaha göre müzakere hali talâk istemekle yahut talâk îkâ´ını önce söyleme...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

08 Mart 2010, 20:51:46
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #8 : 08 Mart 2010, 20:51:46 »

SARİH SARİHA VE BÂİNE MÜLHAK OLUR



METİN


Sârih talâk sarîha ve iddet şartıyla bâin talâka lahîk olur. Bâin talâk ise sarîha lahîk olur, baine lahîk olmaz. Sarihtan murad niyete muhtaç olmayan talâktır. Bâin olsun, ric´î olsun fark etmez. Fetih. Üç talâk dahi sarîhtan sayılır. Ve her iki nev´i talâka lahîk olur. Mal şartıyla talâk dahi öyledir. Binaenaleyh ric´î talâka lahîk olur, malı vermesi i´cab eder. Bâine de lahîk olur, fakat talâk vâki olsa da mal lâzım gelmez. Nitekim Hulâsa´da beyan edilmiştir. Şu halde meşhur kavle göre bunda mu´teber olan mânâ değil lâfızdır.

İZAH

«Sarîh talâk sarîha lahîk olur.» Misâli karısına: Sen boşsun dedikten sonra bir daha sen boşsun demektir. Yahut karısını mal şartıyla boşamasıdır. İkinci sarîh sözde o sözle ric´î veya bâin talâk vâki olmasının bir farkı yoktur.

«Bâin talâka lahîk olur.» Misâli karısına: Sen bâinsin dedikten veya mal şartıyla hul´ yaptıktan sonra sen boşsun yahut bu boştur demesidir. Bunu Bahır sahibi Bezzâziye´den nakletmiş, sonra şunları söylemiştir: "Sarîh talâk bâine lahîk olunca o da bâin olur. Çünkü evvelki talâkın bâin oluşu ric´ata (karısına dönmeye) mânidir. Nitekim Hulâsa´da belirtilmiştir. Bâine lahîk olan sarîhi kadına onunla hitap ve işaret ederse diye kaydetdik. Bu; benim her karım boş olsun sözünden ihtiraz içindir. Çünkü hul´ yaptığı karısına vâki değildir ilah..." Bunu şârih: "Bezzâziye´deki şu ifade müstesnadır..." diyerek zikredecektir. Bu hususta sözgelecektir.

«İddet şartıyla...» Bu şart ilhakın bütün suretlerinde mutlaka lâzımdır. Onu en sonra söylese daha iyi olurdu. H.

«Sarîhten murad niyete muhtaç olmayan talâktır.» Buradan başlayarak "meşhur kavle göre" sözüne kadar olan kısmı "Bâin sarîha lahîk olur." cümlesinden önce zikretmek gerekirdi. Çünkü bunların hepsi ilk cümlenin müteallakatındandır. Yani "Sarîh sarîha ve bâine lahîk olur." cümlesine teallûk ederler. Bir de ikinci cümledeki sarîhtan murad hassaten talâk-ı ric´îdir. Nitekim az sonra göreceksin. Yani buradaki sarîhtan murad sözün hakikatıdır. Onun hususi bir nev´i değildir. Hususi bir nev´i yalnız talâk-ı ric´î yapmaya yarayan sözdür. Buradaki ise daha umumidir.

Kinâyeye gelince: onun: İddedini bekle, rahmini temizle, sen birsin ve bunlara mülhak talâk-ı ric´î ifade eden sözleri zâhir rivayete göre niyet şartıyla bâine mülhak olurlarsa da, bunlarla ric´î talâk vâki olduğu için sarîh mânâsındadırlar. Nitekim Bedâyi´de bildirilmiştir. Yani bunlar bâine lahîk olma hükmünde sarîha mülhak sözlerdir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Minah´da ise şöyle denilmiştir: "Bu sözlerin sahih olması izmâr (kapalılık) suretiyledir. Zira sen birsin sözünün manâsı sen bir talâkla boşsun demektir. Bu suretle hüküm sarîha verilmiş olur. Lâkin bu kapalılık sâbit olmak için mutlaka niyet lâzımdır." Böylece Minah sahibi bunların sarîh hükmünde olmasının vechini anlatmış oluyor ki, o da kapalı olmalarıdır. Talâkın îkâ´ı ise söylenen sözün kendiyle değil kapalı olanladır. Lâkin sübutu kapalı olduğu için niyete bağlı kalmıştır. Niyetle sâbit olduktan sonra artık niyete muhtaç değildir.

Halebî diyor ki: "Şöyle bir itiraz vârid olamaz: Müftâbih kavle göre sen bana haramsın sözü niyete bağlı değildir. Halbuki bu söz bâine lahik değildir. Bâin de ona lahîk değildir. Çünkü kendisi bâindir. İtiraz vârid olamaması onun niyete bağlı kalmaması ârizî bir sebeple olduğundandır. Asıl vaz´ı itibariyle değildir."

«Bâin olsun, ric´î olsun fark etmez.» Sarih faslının başında Bedayi´den naklettiğimiz şu ifade dahi bunu te´yid eder: "Sarîh; biri sarîh ric´î, diğeri sarîh bâin olmak üzere iki nev´idir. O zaman talâk-ı ric´î ile mal şartıyla talâk da sarîhda dahildir." Kezâ zifaf olmayan kadının talâkı faslından önce geçen şu ibâre dahi bunu te´yid eder: "Kendileriyle talâk-ı bâin vâki olan sarîh sözlerden bazıları da: Sen bâin talâkla boşsun, elbette boşsun, en çirkin talâkla boşsun, şeytan talâkıyla boşsun, uzun talâkla veya geniş talâkla boşsun ilah... gibi sözlerdir. Bunların hepsi sarîh olup niyete bağlı değildirler. Bunlarla bâin talâk vâki olur ve hem sarîhe, hem bâine katılır." Hulâsa´da şöyle denilmiştir: "Sarîh bâine lahîk olur. Velevki ric´î olmasın. Şu da var ki, Mes´ûdî Şerhi Mansûrî´de bildirildiğine göre hul´ yapılan kadına sarîh talâk lahîk olabilir. Yeter ki iddeti içinde bulunsun, iddetini bekle gibi sarîh hükmünde bulunan kinâyeyedahi sarîh talâk lahîk olur. Mansûrî daha sonra şunları söylemiştir: "Kinâyeler ve bâin talâklar hul´ yapılan kadına lahik olmazlar. Talâk ric´î ise kadına kinâye lâfızlar lahîk olur. Çünkü nikâh milki bâkîdir. Ikdü´l-Ferâid sahibi bunun Fetih´deki ifadeyi te´yid ettiğini söylemiştir." Nehir sahibi bu ifadeyi nakil ve ikrar etmiştir.

Ben derim ki: Mansûrî´nin kinâyeler ve bâin talâklar sözündeki (ve) edatı nâsih tarafından ziyade edilmiştir. Yani hükümsüzdür, Mansûrî´nin muradı daha önce zikrettiği ric´î kinâyelerin mukabilinde bâin kinâyeleri zikretmektir. Bililyorsun ki kinâye lâfzı ile olmayan bâin talâklar mülhak olan sarih kısmındandır. Aksi takdirde Fetih sahibinin sözünü teyid değil ona zıd olur.

«Üç talâk dahi sarîhtan sayılır ilah...» Ve hem sarîha, hem bâine mülhak olur. Bir adam karısını bâin talâkla boşadıktan sonra iddeti içinde üç defa daha boşasa vâki olur. Bu Halep´te vâki olmuştur. Fethü´l-Kadir sahibi diyor ki; "Hak olan lahîk olmasıdır. Biliyorsun ki sarih bâine mülhak olur. Velevki kendisi bâin olsun. Lahîk olmayan bâinden murad kinâyedir." Talebesi İbn-i Şihne dahi Ikdü´l-Ferâid adlı kitabında ona tâbi olduğu gibi Bahır, Nehir ve Minah sahibleriyle Makdisî, Şürunbulâlî ve diğer ulema da tâbi olmuşlardır. Az yukarıda Hulâsa´dan naklettiğimizin açıkçası budur. Bunu Dürer ve Gurer sahibi de te´yid etmiştir. Nitekim az ileride zikredeceğiz. Üç talâk vâki değildir sözünü tercih eden buna muhalefette bulunmuştur. Zira o söz meşhurun hilâfınadır. Nitekim gelecektir.

«Mal şartıyla talâk dahi öyledir.» Yani o da sarîhtendir. Velevki vuku bulan talâk bâin olsun.

«Fakat talâk lâzım olsa da mal lâzım gelmez.» Yani kadını bâin talâkla boşadıktan sonra iddeti içinde mal karşılığında boşasa ikinci talâk da vâki olur. Ama kadının mal vermesi gerekmez. Çünkü mal vermek kurtulmak içindir. Bu hâsıl olmuştur. Nitekim Bezzâziye´den naklen Bahır´da bildirilmiştir. Yani bundan önceki bunun hilâfınadır. Zira karısını talâk-ı ric´î ile boşarsa kurtuluş iddetin bitmesine bağlı kalır. O talâktan sonra kadını iddeti içinde mal karşılığında boşarsa malı vermesi lâzım gelir. Çünkü kocasından o anda bâin olmuştur. Bahır sahibi şöyle demiştir: "Sonra bilmelisin ki meselemizde mal vermek lâzım gelmese de talâk vâki olmak için onun kabulü mutlaka lâzımdır. Çünkü sen bin dirhem vermek şartıyla boşsun sözü kadının talâkını kabule tâliktir. Binaenaleyh şart bulunmadıkça vâki olmaz. Nitekim Bezzâziye´de belirtilmiştir. Şu halde burada sarîhte mu´teber olan lâfızdır. Yani sarîh lâfızlarından olmasıdır. Velevki onunla bâin talâk meydana gelsin. Lâfızdan murad kapalı sözlere de şâmildir. Nitekim evvelce geçtiği vecihle ric´î talâk ifade eden kinâyeler de öyledir."

«Meşhur kavle göre...» sözü bazılarının Halep vak´asındaki sözlerini yani "Üç talâk vâki olmaz. Çünkü mânâ itibariyle bu söz bâindir. Bâin bâine lahîk olmaz. Mânâya itibar lâfzaitibardan evlâdır." ifadesini reddetmektedir. Onlar bu sözün esah olarak müftâbih sayıldığını söylemişlerdir. Bunu musannıf da ifade etmiştir.

Ben derim ki: Zâhidî´nin Hâvî´sinde Necmüddin´in Esrar´ına nisbet edilerek şöyle denilmiştir: "Bir kimse karısına: Sen bâinsin dedikten sonra iddet içinde sen üç defa boşsun dese, Ebû Hanife´ye göre üç talâk vâki olmaz. Çünkü bu üç talâk mânâ itibariyle ağır beynûnettir. İmameyn´e göre üç talâk vâki olur. Çünkü lâfız itibariyle sarîhtir. Esah olan Ebû Hanife´nin kavlidir. Zira itibar lâfza değil mânâyadır." Sonra Hâvî sahibi bu sözün bir mislini de Ûyûn şerhine nisbet etmiştir. Sonra daha başka bir kitaba nisbetle şöyle demiştir: "İmam Muhammed´e göre üç talâk vâki olmaz. Fetva onun kavline göredir. Bunun bir misli de Üstürişnî´nin Fusul´ündedir." Musannıf Minah´da bu sözün reddini üzerine almıştır. Şürunbulâliyye sahibi de ondan naklederek ikrarda bulunmuştur. Tekerrür etmiştir ki, Zâhidî zayıf rivâyetleri nakleder. Onun yalnız başına naklettiği rivâyetlere tâbi oIunmaz. Hulâsa, Bezzâziye ve diğer kitablarda onun söylediğine muhâlif nakiller bulunmuştur. Nitekim yukarıda arzettik.

Dürer ile Ya´kubiyye´de dahi az ileride beyan edeceğimiz vecihle onun hilâfına istidlalde bulunulmuştur. Bizim tâbi olmamız için Fethü´l Kadir sahibinin söylediği kâfidir. Ondan sonra gelenler de ona tâbi olmuşlardır. Onun için şârih de ona itimad etmiş, onu meşhur saymıştır. Buna şu da kesinlikle delâlet eder ki, o adam karısını boşar da sonra hul´ yapar ve iddet içinde: Sen boşsun derse bu söz de lâfzan sarîh, mânen bâindir. Ama kesin olarak talâk vâkidir. Ulema sarîh talâkın bâine lahîk olacağına Teâlâ Hazretlerinin: "Kadının fidye vermesinde karı-kocanın ikisine de bir günâh yoktur." âyet-i kerîmesiyle istidlal etmişlerdir. Bu âyetten murad hul´dur. Bundan sonra Teâlâ Hazretleri: "Kadını yine boşarsa artık başka kocaya varmadıkça o adama helâl olmaz." buyurmuştur. Cümleyi fa harfiyle bağlamıştır. Fa takib içindir. Fetih sahibi: "Hul´dan sonra üç talâkın vâki olacağına nass budur." diyor. Bu sözün bir misli de Telvîh´den naklen Dürer´dedir.

Hayreddin-i Remlî Hâşiyelerinde şu ifade vardır: "Müştemi´lü´l-Ahkâm´da beyan edildiğine göre bâin bâine lahîk olmaz. Yani lâfzan bâin demek istiyor. Manevî bâin ise lâfzî bâine mülhak olur. Üç talâk böyledir. Bu Mebsûttan nakledilmiştir."

«Bâin talâk bâine lahîk olmaz.» Lahîk olmayan bâinden murad kinâye lâfzıyla olandır. Çünkü talâk yapmakta zâhir olmayan budur. Fetih´de de böyle denilmiştir....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

08 Mart 2010, 20:54:48
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #9 : 08 Mart 2010, 20:54:48 »

TALÂKI TEFVİZ BÂBI



METİN


Musannıf talâkın her iki nev´ini bizzat yapmayı anlattıktan sonra kocanın izniyle başkasının yapmasını anlatmaya geçiyor. Bunun nev´ileri tefvîz, tevkil ve elçilik olmak üzere üçtür. Tefvîzin sözleri de üçtür: Muhayyer bırakmak, emrin elindedir demek ve dilek.

Bir adam karısına talâkı tefvîz etmeyi niyetlenerek: "Seç yahut emrin elinde olsun" derse kadın bunu yüzyüze yahut haber verilmek suretiyle duyduğu mecliste kendini boşayabilir. Çünkü bu iki söz kinâyedirler, niyetsiz amel etmezler. Kendini boşa derse o meclis bir gün veya daha fazla uzasa bile oradan kalkmadıkça yahut meclisi bozacak bir iş yapmadıkça kendisini boşayabilir. Elverirki kocası bu işi bir vakitle sınırlandırmış olmasın; ve kadının haberi olmadan vakit geçmiş bulunmasın. Kalkarsa meclisi hakikaten bozulur. Meclisi bozacak bir iş yaparsa, meselâ kabul etmediğini gösterecek bir harekette bulunursa meclis hükmen değişmiş olur.

İZAH

Tefvîz: Ismarlamak, havale etmek mânâsına gelir. Burada talâkı zevcesine veya başka birine sarîh yahut kinâye bir sözle havale etmektir. Kinâyeye misâl: Seç yahut emrin elinde olsun sözleridir. Sarîha misâl: Kendini boşa demesidir. Ebussûud.

«Her iki nev´ini» yani sarîh ve kinâyeyi demektir. H.

«Bunun nev´ileri» sözünden murad: Başkasının yaptığı talâkın nev´ileridir. Yoksa tefvîz´in nev´ileri değildir. Çünkü tevfîzin nev´ileri dersek bir şeyi kendine ve başkasına taksim lâzım gelir ki bu câiz değildir. Ebussûud.

«Tevfîz, tevkil...» Tevfîzden murad: Talâkı temlîk etmek, başkasının eline vermektir. Nitekim izahı gelecektir. Fetih´de meşiet faslında beyan edildiğine göre Hidâye sahibi temlikle tevkil arasındaki farkı bir yerde: "Mâlik kendi reyi ile iş görür. Vekil öyle değildir." şeklinde, başka yerde: "Mâlik kendisi için çalışır. Vekil öyle değildir." diyerek, daha başka bir yerde ise: "Mâlik kendi arzusu ile iş görür. Vekil öyle değildir." demek suretiyle göstermiştir. Fetih sahibi diyor ki: "Rey ile meşiet (dilek) arasında fark şudur: Rey ile amel etmek kendisi veya başkası için olduğunu itibara almaksızın daha doğru gördüğünü yapmaktır. Meşietle amel ise baştan kendi ihtiyarı ile yapmaktır. Bunda âmirin emrine veya daha doğru şekle uyup uymadığına bakılmaz." Fetih sahibi Hidâye´nin ilk iki farkını eleştirdikten sonra gösterdiği üçüncü farkın (yani kendi arzusu ile amel etmenin) en doğru fark olduğunu söylemiştir.

«Ve elçilik...» Bu bir adama: "Filan kadına git de söyle ki: Kocan sana ihtiyar et (seç) diyor." şeklinde söz havalesinde bulunmaktır. Giden kişi gönderenin sözünü nakleder. Onun sözünü kendisi inşa etmez. Mâlik ile vekil bunun hilâfınadır. Çünkü ulemanın beyanına göre elçi bir sözü ulaştırandan ibarettir. Bana zâhir olan budur.

«Tefvîzin sözleri de üçtür.» Yani istikrâ (arama tarama) neticesinde üç olduğu anlaşılmıştır. Musannıf bunlardan seçmek kelimesiyle işe başlamıştır. Çünkü açık ihbar suretiyle sâbittir. Ama Hidâye sahibinin yaptığı gibi ona ayrı bir fasıl tahsis etmemiştir. Çünkü onu öncekilerden ayıracak bir şey geçmemiştir. Son iki kelime bunun hilâfınadır. Onun için hepsi nâmına bir bâbla yetinmiştir. Nehir. Hâsılı tefvîz kelimesi eam mânâdadır. Onun için bâb ismiyle ayn zikredilmesi münasibtir. Bu üç şey onun nev´ileridir. Bunların her biri için ayrı bir fasıl yapmak münasip olurdu. Fakat musannıf yapmadı. Çünkü muhayyerlik için önceden söz geçmemişti. Bu izahtan anlaşılır ki, musannıfın ikinci nev´i için ayrı bâb yapması münasip düşmemiştir.

«Bir adam karısına seç derse...» ifadesiyle musannıf kadının bunu kabulünden bahsetmekle bunun temlîk olduğuna işarette bulunmuştur. Bu söz yalnız temlîk eden tarafından tamam olur. Meclis bozulmadan sözünden dönse sahih olmaz. Muhayyerliği de mutlak zikretmiştir. Çünkü koca karısına "Talâkı seç." der de kadın: "Talâkımı seçtim." cevabını verirse bir talâk-ı ric´î meydana gelir. Çünkü kocası talâkı açıkça zikredince muhayyeriik meselesi ric´î ile bâin arasında kalır. Bunu Bahır´dan naklen Tahtâvî söylemiştir.

«Emrin elinde olsun.» cümlesini burada söylemeye hâcet yoktur. çünkü bunun için müstakil bir fasıl gelecektir. T.

«Duyduğu mecliste» ifadesinden anlaşılıyor ki, erkeğin meclisine itibar yoktur. Binaenaleyh kadını muhayyer bırakır da kendisi ayağa kalkarsa meclis bâtıl olmaz. Kadının ayağa kalkması bunun hilâfınadır. Onunla meclis bozulur. Bunu Bedayi´den naklen Bahır sahibi söylemiştir. T.

«Çünkü bu iki söz kinâyedirler.» Yani tefvîzin kinâyelerindendirler. Şürunbulâliyye.

«Niyetsiz amel etmezler.» Yani rıza halinde kazaen ve diyaneten amel etmezler. Fakat öfke veya müzakere hallerinde erkek talâkı niyet etmedim iddiasında kazaen tasdik olunmaz. Çünkü bu iki söz hâlis cevap içindirler. Nitekim geçmişti. Artık bu kadının yeni bir nikâh tazelemeden o adamla beraber bulunmasına imkân yoktur. Zira kadın hâkim gibidir. Bunu Fetih ve Bahır sahibleri söylemişlerdir. Sonra bil ki niyetin şart kılınması nefis kelimesini yahut onun yerini tutan başka bir kelimeyi zikretmediğine göredir. Nefis kelimesi yalnız kadının sözünde zikredilmiştir. Nitekim izahı gelecektir. Buna dikkat et. Çünkü ben buna tembihde bulunan kimse görmedim.!

«Kendini boşa...» sözü sarîh olarak tefvîzdir. Niyete muhtaç değildir. Bu sözle bir talâk-ı ric´î meydana gelir. Ama üç talâkı niyet etmek de sahih olur. Nitekim musannıf meşiet faslının başında bunu söyleyecektir.

«Oradan kalkmadıkça ilah...» sözünü atıf harfiyle atfetse daha iyi olurdu. Bunun yerineçekindiğini bildiren bir iş yapmadıkça dese daha kısa ve daha faydalı olurdu.

«Bir vakitle sınırlandırılmış olmasın ilah...» Ona kendisini bugün boşama hakkını verdim derse, o gün kadının bunu duyduğu meclis itibara alınır. Ertesi gün duyarsa artık emri elinde olmaktan çkar. Kadın yokken kocasının tefvîz yaptığı her vakit de böyledir. O müddet geçinceye kadar kadının bundan haberi olmazsa muhayyerliği bâtıl olur. Fetih ve Bahır. Vakitle sınırlandırmak hususunda bu bâbın sonunda fer´î meseleler gelecek. Kabul etmemekle sınırlı müddetin bâtıl olmayacağı görülecektir.

«Vakit geçmiş bulunmasın.» Mânâ şudur: Kadın o mecliste kendisini boşayabilir. Velevki sınırlandırılmayan vakit uzun sürsün. Yahut vakti sınırlandırmış, fakat geçmemiş olsun. Vakti geçerse muhayyerlik sâkıt olur.

«Meclisi hakikaten bozulur.» cümlesinden anlaşılıyor ki, ayağa kalkmakla meclis hakikaten bozulur. Bu söz İzahü´l-lslah´daki ifadeye muhaliftir. Orada şöyle denilmiştir: "Meclis mücerred ayağa kalkmayla değişmese de bununla muhayyerlik bozulur. Çünkü ayağa kalkmak bundan çekinmeye delâlet eder.." Hidâye sahibinin sözünden anlaşılan da budur. Tebyîn´de "Meclis bazen bir yerden başka yere geçmekle hakikaten değişir. Bazen de başka bir işe başlamakla hükmen değişir. H." denilmiştir.

Ben derim ki: Galiba şârih ayağa kalkmayı değişmek mânâsına almıştır. Zira bazen yer değiştirmeye meclisinden kalktı denilir. Otururken ayağa kalktı mânâsı kasdedilmez. Zira meclisin mutlak surette her ayağa kalmakla değişmesi esahhın hilâfınadır.

«Kabul etmediğini gösterecek bir harekette bulunursa» diye kayıdlaması şundandır: Kadını muhayyer bırakır, o da elbise giyer veya su içerse muhayyerliği bâtıl olmaz. Çünkü elbise giymek bazen şâhid çağırmak için olabilir. Susuzluk dahi bazen şiddetli olabilir de düşünmeye mâni teşkil eder. Yabancı söz amelde dahildir. Ama bu mutlak muhayyerlik hususundadır. Muhayyerlik meselâ: Bir ay gibi sınırlı olursa vakit bâki oldukça bununla bozulmaz. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Nelerin kabul etmek veya etmemek sayılacağı hakkında ileride sözün tamamı gelecektir.

METİN

Çünkü bu temlîktir. Binaenaleyh kadının mecliste kabulüne bağlıdır. Tevkil değildir. Onun için dönmesi sahih olmaz. Hatta kadını muhayyer bırakır da sonra onu boşamayacağına yemin eder ve kadın boşanırsa esah kavle göre yemini bozulmaz. Meclisten sonra kadın boş olmaz. Meğerki kendini boşa ve benzeri sözlere: "Ne zaman dilersen yahut her ne zaman dilersen veya dilediğin vakit yahut dilediğinde" sözlerini ziyade etmiş olsun. Bu takdirde meclisle mukayyed olmaz. Dönmesi de sahih değildir. Sebebi yukarıda geçti. Kadına: Ortağını boşa veya ecnebî bir adama: Benim karımı boşa demesine gelince: Bundandönmesi sahihtir. Meclisle mukayyed de değildir. Çünkü bu hâlis tevkildir. Kendini ve ortağını boşa sözü kadın hakkında temlîk, ortağı hakkında tevkil idi. Ancak bunu dilemeye tâlik ederse o zaman tevkil değil temlîk olur.

İZAH

«Kadının mecliste kabulüne bağlıdır.» Şârih buradaki kabulden cevabı kasdetmiştir. Bağlıdır cümlesindeki zamir boşamaya aiddir. Temlîke aid değildir. Çünkü ulemanın açıkladıklarına göre bu temlîk sadece temlîk edenle tamam olur. Kabule bağlı değildir. Zira kadın tefvîzden sonra boş olur. Tefvîz ise temlîk tamamlandıktan sonra olur. Nitekim Fetih ve Nehir´de izah edilmiştir. Bununla anlaşılır ki, bu temlîkin tamamı kabule bağlı olmadığı gibi o mecliste cevaba da bağlı değildir. Çünkü cevap yani boşamak temlîk tamam olduktan sonradır. Cevaba bağlı olan şey boşamanın sahih olmasıdır. Anla!

«Dönmesi sahih olmaz.» sözü bunun tevkil olmadığına tefri´ edilmiştir. Çünkü vekâlet lâzım değildir. Tevkil olsa kadını azl sahih olurdu. Bahır sahibi Câmiu´l-Fûsuleyn´den naklen şöyle demektedir: "Kadına talâkı tefvîz etmek vekâlettir. Kadını azletmeye salahiyatdardır diyenler olmuştur. Esah kavle göre kocası azle salahiyatdar değildir." Lâkin temlîk olunca ondan dönmenin sahih olmaması lâzım gelmez. Nitekim Mi´râc´da beyan edilmiş: "Çünkü hibeyle bozulur. Hibe temlîktir, ondan dönmek sahih olur." denilmiştir. Zahîre sahibi bunu ta´lil ederek onun yemin mânâsına geldiğini söylemiştir. Çünkü bu talâkı kadının ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 8   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes