> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Talak
Sayfa: 1 ... 4 5 6 [7] 8   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Talak  (Okunma Sayısı 13294 defa)
14 Mart 2010, 16:34:26
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #30 : 14 Mart 2010, 16:34:26 »



METİN

Musannıf Züfer´in sözünü uzun bir ifadeyle iptal etmiş ve "Mukallid bir hâkim mezhebinin meşhur kavline muhâlif hüküm verirse esah kavle göre hükmü geçersiz olur." diye kesin hüküm vermiştir. Nitekim rüşvet alırsa hükmü geçersiz olur. Şu kadar var ki, sultanın fermanı meşhur olmayan kaville amel edebileceğini bildirirse o zaman câizdir; ve o kimse Hanefî ve Züferî olur. Bu olmuş değildir. Bilâkis vâki bunun hilâfıdır. Bellenmelidir.

İZAH

"Musannıf Züferi´n sözünü uzun bir ifadeyle iptal etmiş." Bunu Halebî olduğu gibi nakletmiştir. Hülasa olarak şöyle demiştir: "Memleketimizde ALLAH´dan korkusu olmayan bazı hakimler dünya malı elde etmek için çok defa Züfer´in kavliyle amel etmişlerdir. Kemâl, Fetih adlı eserinde şunları söylemiştir:" Züfer´in söylediği fâsiddir. Çünkü maksudun meşruiyetini bozmayı iktiza eder ki, o da neseblerde şübheye düşmemektir. Bununla beraber bu içtihad götüren bir şeydir. Hatta Câmiu´l-Fûsuleyn´de açıklandığına göre bir hâkim bununla hüküm verse hükmü geçerli olur. Çünkü bunda içtihada müsaade vardır. Hem ALLAH Teâlâ´nın: "Kadınlara dokunmadan onları boşarsanız sizin için onların üzerinde bekleyecek bir iddet yoktur." âyet-i kerîmesinin sarahatına uygundur. Bence bu zamanda çözüm yolu bunun geçersiz olmasıdır. Çünkü bu ancak mukabilinde mal almak için yapılan bir şeydir. Nitekim zamanımız hâkimlerinden biliyoruz. Üstadımızın üstadı Şeyhülislâm Kerhîye bazı hâkimlerin yaptıkları gibi İmam Züfer´in kavliyle amel ederek iddet lâzım değildir demenin hükmü sorulmuş da şu cevabı vermiş: Muhakkıklardan bazıları Züfer´in sözü bâtıldır demiş, ulemadan bazıları ise Züfer´in iddetten önce birinci kocaya cima´ın helâl olmayacağı hususunda üç imamla birlikte olduğunu söylemişlerdir. Velev ki nikâhı sahih olsun. Çünkü nikâhın sahih olmasından cima´ın helâl olması lâzım gelmez. Lâkin İmam Züfer´den meşhur olan birinci kavildir. Zamanımız hâkimlerinin yaptığı da budur. ALLAH sayılırını çoğaltmasın! Bunlar müddet tanımadan talâk halinde evlendiriyorlar. Ulemamızın: "Hâkim bir hadisede rüşvet alırsa hükmü geçersizdir. Mukallid bir meselede imamına muhalefet ederse esah kavle göre o meselede hükmü geçersizdir." dediklerine bakmıyorlar. O meselede hâkimin hükmü ge-çerlidir diyenin muradı müctehid olan hâkimdir. Nitekim muhakkık ulema bunu söylemişlerdir. Şeyh Hafizuddin şöyle demiştir: Gizli değildir ki, bizim hâkimlerimizin ilmi huccet olmak şöyle dursun şübhe bile olamaz. O bu sözü kendi zamanının ve memleketinin hâkimleri hakkında söylemiştir. Bugün ekserisi cahil olan hâkimlere ne buyurulur? Bir şeybilmeden ALLAH Teâlâ´nın hükümlerine cüret göstermekten biz ALLAH Teâlâ´ya sığınırız. Mukallid olan hâkime mezhebinin meşhur olan kavline tâbi olmaktan başka çare yoktur. Hele de sultan seni fülanın mezhebi üzerine hüküm vermek için tâyin ettim derse! Gerçekten müteehhirin ulema bazı malum meselelerde îmam Züfer´in kavliyle amel etmişlerdir. Çünkü bunlar delile ve örfe uygundur. Ama bu meselede amelden çekinmişlerdir. Çünkü bunda neseblerin karışması şübhesi vardır. Ben aşağı yukarı yetmiş seneden beri ilmiyle âmil büyük âlimlerle sohbet ettim. Amma hiç birinin bu kaville fetva verdiğini, hükmettiğini ne gördüm ne de işittim! ALLAH kendilerine hayırlar ihsan etsin. Ruhları şâd olsun! Zira şübheli işten kaçınmışlar, şübhesiz olana sarılmışlardır."

"şu kadar var ki sultanın fermanı ilh..." İfadesi söz götürür. Çünkü bu ifade sultanın fermanı olursa hâkimin mezhebinde meşhur olan kavle muhalefeti sahih olacağını iktiza eder. Halbuki biz bu hususta kitabın başında arz etmiştik ki, terkedilmiş bir kavil ile hüküm ve fetva vermek cehalettir, icma´a karşı gelmektir.

METİN

Zimmînin boşadığı hamile olmayan bir zimmîyye yahut kocası ölen zimmîyye -şayet itikadlarında varsa- Ebû Hanife´ye göre iddet beklemez. Çünkü biz onları itikadları üzere bırakmakla memuruz. Zimmîyye hamile olursa bil ittifak doğurmakla iddet bekler. Valvalcî bunu itikad ederlerse diye kayıdlamıştır. Zimmîyyeyi Müslüman kocası boşar veya ölürse bil ittifak mutlak olarak iddet bekler. Çünkü Müslüman buna itikad eder. Kezâ esir alınan bir kadın iki memleketin dinleri birbirine aykırı olduğu için kocasından ayrılırsa iddet beklemez. Çünkü iddet vâcib olduğu yerde ancak kul hakkı olmak üzere vâcib olur. Harbî ise cansız eşyaya mülhaktır. Bundan ancak hamile müstesnadır. Onunla evlenmek sahih değildir. Ama bu iddet beklediği için değil, karnında nesebi sâbit bir çocuk bulunduğu içindir. Harbîyye gibi ki, Müslüman veya zimmî yahut pasaportlu olarak İslâm memleketine çıkar da sonra Müslüman veya zimmîyye olursa onunla evlenmek sahih değildir. Zira yukarıda geçtiği vecihle o cansızlara mülhaktır. Meğerki hamile olsun. Sebebi yukarıda geçti. Kezâ bir kimse başkasının karısıyla evlenir de bunu bildiği halde onunla cima´da bulunursa kadına iddet yoktur. Cima kaydı mutlaka lâzımdır. Bununla fetva verilir.

İZAH

"Ebû Hanife´ye göre iddet beklemez." Boşanır boşanmaz o kadını bir Müslüman veya bir zimmî alırsa câiz olur. Nitekim Fethü´l-Kadir´de bildirilmiştir. Bahır.

Ben derim ki: Böyle bir kadınla kocası Müslüman olan kadının iddet beklemesi arasındaki fark iddet Müslümanın hakkı ve inancı olmasıdır. Yani iddet ancak kocanın hakkı olmak üzere vâcibdir. Koca kâfir olup iddete itikadı yoksa onun için iddet vâcib değildir. Velev ki okadınla Müslüman evlensin. Kocanın Müslüman olması bunun hilâfınadır. Onun hakkı ve itikadı olduğu için iddet vâcibdir. Velevki kadını kendisi gibi buna itikadı olmayan bir zimmî alsın. Bu izahla Nehir sahibinin kâfirin nikâhı babındaki incelemesi sakıt olur. Nehir sahibi şöyle demiştir: "Kadını Müslüman bir kimse alırsa iddetin vâcib olacağında ihtilâf etmemek gerekir. Çünkü müslüman iddetin vâcib olduğuna itikad eder ilh..." Çünkü şübhesiz Müslüman iddetin vâcib olduğuna kendisi için, kendi menîsini korumak için itikad eder. Kâfir için olduğuna itikad etmez. Çünkü o yalnız kendi içtihadınca sâbit olana itikad eder.

Evet, Hâniyye´de kâfirin nikâhı bâbında zikredildiğine göre zimmi bir adam zimmî olan karısını talâk-ı bâinle boşar da kadınla hemen o anda bir müslüman veya zimmî evlenirse bazı ulemanın söylediklerine göre nikâhı câiz olur. Ama Ebû Hanife´nin kaviline göre bir hayız bekleterek istibrâ yapmadıkça cima´ı mubah olmaz. İmameyn´in kavline göre ise üç hayız görmedikçe o kadının nikâhı bâtıldır.

"Çünkü biz onları itikadları üzere bırakmakla memuruz." Onlar bunun kendileri için bir hak olduğuna itikad etmezlerse biz de kendilerine ilzam etmeyiz.

"Valvalcî bunu itikad ederlerse diye, kayıdlamıştır ilh..." Bahır sahibi bu ibâreyi naklettikten sonra şunları söylemiştir: "Hidâye sahibi bu sözü mutlak bırakmış ve: Çünkü kadının karnında nesebi sâbit bir çocuk vardır. diye ta´lil etmiştir. İmam-ı Azam´dan bir rivâyete göre bu kadına nikâh akdi yapmak sahihtir. Ama zinâdan hamile kalan gibi buna da cima edemez. Esah olan birincisidir." Hidâye´nin sözü burada sona ermiştir.

"Bil ittifak" Yani İmam-ı Azam´la İmameyn arasında bil ittifak iddet bekler. Mutlak olarak demesi hamile olsun olmasın, kadının itikadı bulunsun bulunmasın iddet bekler mânâsınadır.

"Çünkü müslüman buna itikad eder." Yani Müslüman nikâhından iddet lâzım geleceğine inanır. Binaenaleyh bu bir însan hakkı olur. Artık: onunla zimmîyye de muhatabdır. Velev ki iddette AIIah hakkı dahi bulunsun.

"Harbî ise cansız eşyaya mülhaktır." Hatta temellüke (yani mal sahibi olmaya) mahaldir. Hidâye. Yani cansız bir şeyin hakkına riayet yoktur. Velev ki iddete itikadı olsun.

"Ama bu iddet beklediği için değil ilh..." Allâme Nûh Efendi´nin Dürer hâşiyesinde zikredilen şudur: "Bu kadın hilâfsız iddet beklemektedir. Bi-naenaleyh doğurmadıkça nikâhı câiz olamaz. Zira karnında nesebi sâbit bir çocuk vardır. Onun için evlenmekten men edilir. Nasıl ki hamile olan ümmüveledin evlenmesine sahibi mâni olur. Zira çocuğun nesebi sâbit olunca firâş mevcud demektir. O kadını nikâh etmek iki firâşı biraraya getirmeyi istilzam eder." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Anla! İmam-ı Azam´dan bir rivâyete göre bu kadın zinâdan gebe kalmış hükmündedir. Kerhî bu kavli ihtiyar etmiştir. Kuhistâm

"Harbiyye gibi ki ilh..." Fakat bunun hilafına olarak kocası Müslüman veya zimmî olduğu halde yahut pasaportlu olup sonradan Müslümanlığı veya zimmîliği kabul eder de kadını bırakarak İslâm diyarına göçerse kadına orada bil ittifak iddet yoktur. Hatta o adam İslâm diyarına gelir gelmez kadının kız kardeşiyle yahut ondan başka dört kadınla evlenebilir. Çünkü dar-ı harbte Müslüman ahkâmı kendisine tebliğ edilmemiştir. Yoksa kadın iddetle mükellef olmadığı için değildir. îddet insan hakkıdır. Kadın onunla mükelleftir. Fetih.

"Müslüman memleketine çıkarsa..." Hidâye, Muzmerât ve diğer kitabların nikâh bahsinde İslâm memleketine çıkması şart koşulmamıştır. Onlarda şöyle denilmiştir: "Kadın dar-ı harbde Müslüman olur da üç hayız geçerse kocasından bâin olur. İmam-ı Azam´a göre kendisine iddet de lâzım gelmez. İmameyn buna muhâliftir." Kuhistdnî.

"Sebebi yukarıda geçti." Yani karnında nesebi sâbit bir çocuk vardır.

METİN

Onun içindir ki, haram olduğunu bilerek cima ederse kendisine had vurulur. Çünkü zinâdır. Kendisiyle zinâ edilen kadın kocasına haram değildir. Vehbâniyye şerhinde şöyle denilmiştir: "Kadın zinâ ederse hayız görmedikçe kocası ona yakınlık edemez. Çünkü zinâdan gebe kalmak ihtimali vardır. Kocasının suyu başkasının ekinini sulamamalıdır. Bu garip olduğu için bellenmelidir. Haram olduğunu bilmemesi bunun hilâfınadır. O zaman kadın ilk kocasına haram değildir. Meğerki iddeti bitmiş olsun. Birinci kocası için beklediği iddette kadına nafaka yoktur. Çünkü kadın itâatsizlik etmiştir...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Talak
« Posted on: 27 Nisan 2024, 16:08:28 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Talak rüya tabiri,Talak mekke canlı, Talak kabe canlı yayın, Talak Üç boyutlu kuran oku Talak kuran ı kerim, Talak peygamber kıssaları,Talak ilitam ders soruları, Talakönlisans arapça,
Logged
14 Mart 2010, 16:38:26
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #31 : 14 Mart 2010, 16:38:26 »

HİDAD (YAS TUTMA) HAKKINDA BIR FASIL



METİN


Hidad kelimesi eadde, medde ve ferra bâblarından gelir. Kelime cim´la da rivayet edilmiştir. Nitekim Kâmûs´ta belirtilmiştir. İddet için zîneti terk etmek mânâsına gelir. Şer´an talâk-ı bâin veya ölüm iddeti bekleyen bir kadının zînet ve benzeri şeyleri terk etmesidir. Müslüman ve mükellef bir kadın velev ki cariye olsun sahih nikâhla cima edilmişse bâin talâk veya ölüm iddeti beklerken zînet takınmayı, ipekli giymeyi, sık dişli tarakla taranmayı, kokuyu -velev ki ondan başka kazancı olmasın-, hâlis zeytinyağ gibi kokusuz bile olsa yağ sürünmeyi, sürme ve kınayı terk etmek, usfurlu, safranlı, kızıl toprak veya versle boyalı elbise giymemek suretiyle yas tutar. Velev ki boşayan veya ölen kocası bunu terk etmesini tenbihde bulunsun. Çünkü yas tutmak nikâh nimetinin elden gitmesine üzüldüğünü göstermek için şeriatın hakkıdır.

İZAH

Musannıf bizzat iddetin vâcib olduğunu ve bunun keyfiyetini anlattıktan sonra iddet bekleyen kadınlara vâcib olan vazifeyi anlatmaya başladı. Çünkü asıl vücubuna nisbetle bu ikinci derecededir. Fetih.

"Eadde, medde ve ferra bâblarından gelir." Yani mücerred ve mezid bâblardan kullanılır.

"Cim´la da rivâyet edilmiştir." Bu takdirde cedad ve cidad şekillerinde okunur ki, kesmek mânâsından alınmıştır. Sanki kadın zînet ve ihtişamdan kesilmiştir. Nehir.

"İddet için zîneti terk etmek" Yani mutlak surette velev talâk-ı ric´î ile boşansın yahut kadın kâfire veya küçük kız olsun zînetlenmeyi terk etmektir. Böylece lügat mânâsı şer´î mânâdan daha umumi olur.

"Benzeri şeyler" Koku sürünmek, yağlanmak ve sürme çekinmekdir. T.

"Mükellef´den murad âkıl bâliğ olan kadındır. Bununla ve diğer kayıdlarla neden ihtiraz ettiği aşağıda gelecektir.

"Velevki cariye olsun." Çünkü cariye de şeriatın haklarıyla mükelleftir. Elverir ki bununla kul hakkı yenilmiş olmasın. Bahır. Hâsılı yas tutmak cariye sahibinin hakkına tecavüz değildir. Çünkü cariye iddet içinde efendisine haramdır. Kocasının evinde iddet beklemesi bunun hilâfınadır. Nitekim gelecektir.

"Cima edilmişse" Kaydı talâk-ı bâin iddeti bekleyene nisbetle sahihtir. Ölüm iddeti bekleyen kadına ise cima edilmemiş bile olsa iddet vâcibtir. Binaenaleyh yas tutmak da vâcib olur. Şu halde bu kaydı koymamak daha doğru olurdu. Zira iddet bekleyen sözü ona hâcet bırakmazdı.

"Zînet takınmayı" Yani altın, gümüş ve mücevheratın bütün nev´ilerini takınmayı terk eder. Bahır.

"Ipekli elbiseyi" Bütün nev´ileri ve renkleriyle velev ki siyah olsun terk eder. Bahır. İmam Mâlik iddet bekleyen kadının siyah ipekli giymesi mubah olduğunu söylemiştir. Nitekim Fetih´de beyan edilmiştir. Bu izahtan anlaşılır ki, Dürr-ü Müntekâ sahibinin yaptığı gibi siyahı istisna etmek doğru değildir. Çünkü o bizim mezhebimiz değildir.

"Sık dişli tarakla" Taranmaz. Ama seyrek dişli tarakla taranabilir. Bunu Mebsût sahibi söylemiştir. Fetih sahibi bu hususta inceleme yapmıştır. Lâkin Cevhere´den naklen aşağıda gelecektir ki, bu özürle mukayyeddir.

"Kokuyu" Yani kokuyu beden ve elbisede kullanamaz. Kuhistânî. Bahır ve Fetih sahiblerinin: "Koku yapamaz, ticaretinde de bulunamaz." sözleri bundan daha umumidir.

"Kokusuz bile olsa" Yağ sürünmeyi terk eder. Çünkü bu saçı yumuşatır. Binaenaleyh zînet sayılır. Zeylai. Böylece anlaşılır ki, memnu olan zinet vecihle kullanmasıdır. Sıkmak veya satmak yahut yemek için eliyle dokunmaktan men edilmez. Nitekim bunu Rahmetî söylemiştir.

"Usfurlu, safranlı" Elbiseden murad zînet sayılacak yeni elbisedir. Yeni olmazsa giyilmesinde beis yoktur. Çünkü ondan ancak avret yerlerinin örtülmesi kasdedilir. Hükümler maksadlara göre verilir. Kuhistânî.

"Çünkü yas tutmak şeriatın hakkıdır." Binaenaleyh kulun bunu ıskata hakkı yoktur. Bir de bu zikredilen şeyler kadına rağbetin sebebleridir. Halbuki kadın iddet esnasında nikâhtan men edilmiştir. Binaenaleyh haram bir fiile sebeb olmamak için bunlardan kaçınır. Hidâye.

METİN


Ancak bir özürden dclayı yapması müstesnadır. Bu söz zikredilenlerin hepsine şâmildir. Çünkü zaruretler haram olan şeyleri mubah kılar. Siyah, mavi ve kokusu kalmamış usfurlu eski elbise giymekte bir beis yoktur. Yedi kadına yas tutmak yoktur. Bunlar kâfire, küçük kız, deli kadın, âzâd iddeti bekleyen -efendisi ölen ümmüveled gibi-, nikâh-ı fâsid iddeti bekleyen, şübhe ile cima´ edilen veya talâk-ı ric´î iddeti bekleyen kadınlardır.

İZAH

"Zikredilenlerin hepsine şâmildir." Kadının gözü ağırırsa sürme çekinebilir. Kaşıntısı varsa ipek elbise giyer. Başından elemi varsa yağ sürünüp zîneti kasdetmemek şartıyla seyrek dişli tarakla taranabilir. Çünkü bu zînet değil tedavidir. Cevhere. Fetih´de şöyle denilmiştir: "Kâfî´de bildirildiğine göre kadının boyalı elbiseden başka giyeceği yoksa onu giymesinde beis yoktur. Zira bunu avret yerini örtmek zaruretinden dolayı yapar. Lâkin zîneti kasdetmez. Hem bundan başka elbise buluncaya kadar diye kayıdlamak gerekir. Başka elbise ya satın alıp parasını vermek yahut kadının malı varsa onun malından vermekle elde edilir."

Ben derim ki: Şâfiilerden bazıları özürden dolayı sürme çekinmeyi:"Geceleyin sürünürsonra ertesi gün onu siler." diye kayıdlamışlardır. Nitekim hadîsde böyle vârid olmuştur. Hadîsi Fetih sahibi dahi tahriç etmiştir. Ama ben bizim ulemamızdan bununla kayıdlayan görmedim. Her halde "Zaruretler kendi mikdarlarınca takdir olunur." kaidesinden bilindiği için kayıdlamamış olsalar gerektir. Lâkin gece veya gündüz sürme çekinmek kadına kâfi geliyorsa yalnız geceyle iktifa eder, aksini yapmaz. Çünkü sürme zîneti için gece daha gizlidir. Hadîs de buna yorumlanmıştır. Allahu a´lem.

"Siyah, mavi ilh.. giymekte bir beis yoktur." Fetih sahibi diyor ki: "Yas tutan kadının siyah elbise giymesi dört mezhebin imamlarına göre mubahdır. Zâhirîler onu kırmızı ve yeşil gibi saymışlardır." Zeylaî siyah giymenin caiz olduğunu: "Çünkü ondan zînet kasdedilmez." sözüyle ta´Iil etmiştir.

Ben derim ki: Maksad ipeksiz siyah giymektir. İmam Mâlik buna muhaliftir. Nitekim yukarıda geçmişti. Maviyi inceleme suretiyle Nehir sahibi zikretmiştir. Bu zâhirdir. Meğerki rengi berrak ve saf olsun. Nitekim Şâfiîler bunu söylemişlerdir. Çünkü o zaman ekseriyetle zînet kasdedilir. Bahır´da şöyle denilmiştir: "Usfurlu ve safranlı elbiseden kokusu kalmamış eski olanlar istisna edilir. Zira böylesi câizdir. Nitekim Hidaye´de bildirilmiştir." Anla!

Rahmetî diyor ki: "Kokusu kalmamış elbiseden murad zînetlenilmeyen elbisedir. Zira mâni koku değil zîhettir. Görülmüyor mu ki toprakla boyanmış elbise giymek memnu´dur. Halbuki kokusu yoktur."

Ben derim ki: Zeylaî´nin sözü bundan daha şumullüdür. O şöyle demiştir: "Hulvânî´nin beyanına göre zikri geçen giysilerden murad yeni olanlardır. Zînet olamayacak gibi eski ise giyilmesinde beis yoktur." Yukarıda Kuhistânî´den nakledilen de böyledir.

T E N B î H :
Ulemanın yas tutan kadına yalnız zikri geçen şeylerin men edildiğini söylemekle yetinmelerinin muktezası şudur: Yas tutmak bedene mahsustur. Binaenaleyh kadın yatağını ve ev eşyasını süslemekten ve ipekli üzerine oturmaktan men edilmez. Nitekim Şâfiîler bunu bildirmişlerdir. Mi´râc; sahibi üç mezhebin imamlarına göre yas tutan kadının hamama girebileceğini, başını hatmi ve sidrle yıkayabileceğini nakletmiş, fakat bize göre hükmünün ne olacağından bahsetmemiştir. Bahır sahibi: "Musannıfın bu söylenenleri zikretmemesi yas tutan kadının hamama girebileceğini ifade eder." demiştir.

"Yedi kadına yas tutmak yoktur." Yani vâcib değildir. Nitekim Zeylaî´de böyle denilmiştir. Bu sözle musannıf yukarıda geçen kayıdların ihtiraz yerlerini izaha başlıyor. Sekizinci bir kadın daha vardır ki, o da cimadan önce boşanandır. Musannıf: "Bâinden iddet bekleyen" sözüyle bundan ihtiraz etmiştir.

"Kâfire, küçük kız, deli kadın" bunlardandır. Lâkin kâfire iddet içinde Müslüman olursa iddetin kalan kısmında yas tutması lâzım gelir. Nitekim Cevhere´den naklen geçmişti. Küçükkız bülûğa erer, deli kadın ayılırsa aynı şeyi onlar hakkında da söylemek gerekir. Nitekim Bahır´da belirtilmiştir. Bu gibilere yalnız iddet lâzım gelip yas tutmak vacib olmaması yas tutmak Allah Teâlâ´nın hakkı olduğu içindir. Burada mutlaka mükellef olmak lâzımdır. Zira giyinmek ve koku surünmek hissî birer fiildir. Onların haram olduğuna hüküm verilmiştir. îddet bunun hilâfınadır. Çünkü o müsebbebleri sebeblere bağlamak kabîlindendir. Şu mânâya kî, karı-koca birbirlerinden ayrılırken şer´an muayyen bir müddet kadının nikâhı sahih olmaz. Binaenaleyh bu yokluğa dair bir hükümdür. Mükellef olmaya bağlı değildir. Nitekim Fetih sahibi izah etmiştir.

"Âzâd iddeti bekleyen" den murad sahibi kendisini âzâd eden ümmüveleddir. Efendisi ölen ümmüveled de onun gibidir. Çünkü onun ölümüyle âzâd olur. Böylesinin dahil olup olmadığı biraz gizli kaldığı için şârih onu açıklamış, birinciden bahsetmemiştir. Çünkü o açıktır.

"şübhe ile cima edilen" Sözünden musannıf nikâhlı tâbiriyle ihtiraz etmiştir. Münasib olan bunu âzâd iddeti bekleyen kadının yanında zikretmek idi. H.

"Veya talâk-ı ric´î" Sözünün yanında cimadan önce boşananı da zik-retmeliydi. Çünkü bunların İkisi "Talâk-ı bâin iddeti bekleyen" ifadesiyle hariç kalmışlardır. Bunu Halebî söylemiştir.

METİN

Akrabaya yas tutmak yalnız üç gün mubahdır. Kocası karısını bundan men edebilir. Çünkü zînet onun hakkıdır. Fetih. Ama koca razı olduğu yahut kadın evli bulunmadığı vakit üç günden ziyade yas tutmanın da helâl olması gerekir. Nehir. Tatarhâniyye´de bildirildiğine göre siyah giymek hususunda kadın mazur olamaz....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

14 Mart 2010, 16:44:16
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #32 : 14 Mart 2010, 16:44:16 »

NESEBİN SÜBUTU HAKKINDA BİR FASIL



METİN


Haml müddetinin en çoğu iki senedir. Delili Aişe (R.A.)´nin haberidir. Nitekim radâ bahsinde geçmişti. Üç mezhebin imamlarına göre ise dört senedir. En azı bil icma altı aydır. Binaenaleyh talâkı- ric´î iddeti bekleyen bir kadın çocuğunun nesebi iddetinin geçtiğini ikrar etmedikçe, müddet de ihtimalli bulundukça iki seneden fazlada bile doğursa sâbit olur.- Velev hayızdan kesildiği için aylarla iddet beklesin. Bedâyı´. Bu hususta nikâh-ı fâsid de sahih nikâh gibidir.- Kuhistânî. Velev ki yirmi senede veya daha fazlada doğursun. Çünkü kadının temizlik müddetinin uzaması ve çocuğun iddet esnasında kalması ihtimali vardır.

İZAH

Bu fasıl nesebin ne kadar müddette sâbit olacağını veya olmayacağını beyan hakkındadır. Nehir sahibi şöyle demiştir: "Musannıf iddet bekleyen kadınların nev´ilerini beyandan sonra hâmile olarak iddet bekleyenlere ne lâzım geleceğini izaha geçmiştir ki, o da nesebin sübutudur."

"Delili Âişe (R.A.)´nın haberidir." Darekutnî ile Beyhakî´nin Sünen´lerinde tahriç ettiklerine göre Hz. Aişe: "Bir kadın haml müddetinde iki senenin üzerine el iği direğinin gölgesi kadar bile ziyade etmez." Demiştir. Bir rivâyette hadîs: "Haml iki seneden ziyade olamaz ilh..." diye başlar Tamamı Fetih´dedir. Bahır sahibi diyor ki: "El iğinin gölgesi azlığa misaldir. Çünkü dönerken o başka gölgelerden Daha çabuk yok olur."

"Dört senedir." Zira Darekutnî´nin Mâlik b. Enes´den rivâyet ettiği bir hadîsde Hz. Mâlik: "Bu kadın bizim komşumuzdur. Muhammed b. Acla´nın karısıdır. Sözü doğru bir kadındır. Kocası da doğru sözlüdür. 12 senede üç batın çocuk doğurdu. Her batnı dört senede doğurdu." demiştir. Şübhesiz ki Hz. Aişe´nin sözü ancak işitmekle bilinen şeylerdendir. Binaenaleyh bu habere tercih edilir. Çünkü şâri hazretlerine nisbeti sahih olduktan sonra artık hata olmak ihtimali kalmaz. Bu hikâye onun hilâfınadır. Zira İmam Mâlik´e nisbeti sahih olduktan sonra dahi hata olmak ihtimali vardır. Kadının hayız kanı dört sene kesilip sonra çocuk doğması mümkündür. Temizlik müddetinin iki sene veya daha fazla uzaması, sonra gebe kalması câizdir. Karnında meselâ bir hareket hissetse bile çocuk olduğu hususunda kesin değildir. Tamamı Fetih´dedir.

"Velev aylarla iddet beklesin." Yani hayızdan kesildiğini zannederek aylarla iddet beklesin. Zira çocuğu doğurmakla hayızdan kesilmediği anlaşılmış olur. Bunu Ebussûud´dan naklen Tahtâvî söylemiştir.

Ben derim ki: Bu iddet bekleyen kadını umumileştirmektir. Yani kadın bâin veya ric´î talâkta iddetim hayızlarla veya aylarla beklesin bittiğini ikrar etmedikçe fark etmez. İddetinin bittiğini üç ayla tefsir ederek ikrarda bulunursa hüküm yine budur. Çünkü iddetinin aylarla olmadığımeydana çıkar ve ikrarı sahih olmaz. Üç hayız sığacak bir müddette iddetinin bittiğini mutlak olarak ikrar ederse bakılır: İkrarından itibaren altı aydan daha azda doğurmuşsa neseb sâbit olur. Aksi takdirde neseb sâbit değildir. Çünkü hayızdan kesilmesi bâtıl olunca kadının ikrarı hayızlarla iddetinin bittiğine yorumlanır. Bu mümkün olduğu kadar onun sözünü doğruya yorumlamak içindir. Bu satırlar kısaltılarak Bedâyı´dan alınmıştır. Bahır sahibi onu mânâ bozulacak derecede kısaltmıştır.

"Nikâh-ı fâsid de sahih nikâh gîbîdir." İfadesi söz götürür. Çünkü ule manın: "Kadın çocuğu tam iki senede veya fazlada doğurursa bu ric´at olur.". sözlerine uymaz. Nikâh-ı fâsid iddetinde yapılan cima ric´atı icab etmez. Buna Tahtâvî: "Buradaki işaret ric´ata değil nesebin sübutunadır." diye cevap vermiş, sözüne şöyle devam etmiştir:: "Sonra burada nesebin sübutunun yeri ayrılma vaktinden itibaren iki seneden daha azda doğurmuş olmasıdır, daha fazlada doğurması değildir. iki senenin tamamında doğurursa hükmün ne olacağı araştırılmalıdır." Biz bu husustaki sözün tamamını mehir babında arz etmiştik.

"Müddet de ihtimalli bulundukça" Yani iddetin geçebileceği bir zamansa demektir ki, bu kayıd metnin ibâresinden değil mefhumundan alınmıştır. Çünkü iki seneden fazlada doğurduğunda iddetinin geçtiğini ikrar etmemesini geçmesi ihtimali ile kayıdlamak doğru değildir. Fetih ve diğer kitabların ibâreleri şöyledir: "İddetinin bittiğini ikrar etmedikçe böyledir. Bittiğini ikrar eder de müddet de buna elverişli bulunursa, yani İmam-ı Azam´ın kavline göre altmış gün, İmameyn´in kavline göre otuz dokuz gün olur da sonra çocuğu doğurursa nesebi sâbit olmaz. Meğerki ikrar vaktinden sonra altı aydan azda doğurmuş olsun. O zaman nesebi sâbit olur. Zira ikrar vaktinde hamile bulunduğu kesinleşir ve kadının yalan söylediği anlaşılır. Bu bâin talâkla boşanan hakkında da böyledir. Kocası ölen kadın ise iddetinin bittiğini iddia eder de sonra tam altı ayda bir çocuk doğurursa nesebi sâbit olmaz. Daha azda doğurursa sâbit olur."

METİN

Doğum iki seneden fazlada veya tam iki senede olmuşsa ric´at sayılır. Çünkü çocuk iddet içinde kalmıştır. Daha azda olursa ric´at sayılmaz. Zira nesebi sâbit olsa da şübhe vardır. Nasıl ki talâk-ı bâinle boşanan bir kadın talâk vaktinden itibaren iki seneden azda doğurur da iddetinin geçtiğini ikrar etmezse, ihtiyatan iddiaya hâcet kalmaksızın neseb sâbit olur. Çünkü hamlin talâk vaktinde mevcud olması câizdir. Nitekim geçmişti. İki senenin tamamında doğurursa neseb sâbit olmaz. Bazıları sâbit olduğunu söylemişlerdir. Çünkü talâk halinde gebe kalmak tesavvur olunabilir. Cevhere sahibi doğrusunun bu olduğunu söylemiştir. Ancak kocasının bendendir diye iddiasıyla sâbit olur, Çünkü o bunu iltizam etmiştir. Bu aynı zamanda akid şübhesidir.

İZAH

"Çünkü çocuk iddet içinde kalmıştır." Binaenaleyh cima etmekle bu adam karısına ric´at etmiş olur. Nehir. "Doğum ric´at sayılır." sözünün mânâsı ric´ata delil olur demektir. Çünkü hakikî ric´at doğumla değil sâbık cimayla olmuştur.

"Şübhe vardır." Kadının talâktan önce ve sonra gebe kalmış olması ihtimali vardır. Binaenaleyh şübhe ile ric´at etmiş sayılamaz. Velev ki nesebi sâbit olsun. Nesebinin sâbit olması gebelik nikâh veya iddet halinde bulunduğu içindir. Cevhere.

"Nasıl ki talâk-ı bâinle boşanan bir kadın" Sözü bir ve üç talâk-ı bâine şâmil olduğu gibi hürreye ve mâlik olmamak şartıyla cariyeye de şâmildir. Nitekim gelecektir. Kezâ iddet içinde veya dışında evlenmesine de şamildir. Bahır. Bunun izahı fer´î meselelerde gelecektir. Tahtâvi´nin Hamevî´den, onun da Bercendî´den naklettiğine göre talâk-ı bâinle boşanan kadının cima edilmiş olması şarttır. Cima edilmemişse araları ayrıldıktan sonra altı ayda veya daha fazlada doğurduğu takdirde nesebi sâbit olmaz. Daha azda doğurursa sâbit olur. Yani akid vaktinden itibaren altı ayda veya fazlada doğurursa demek istiyor. Bahır´da şöyle denilmiştir:" Bilmiş ol ki ric´î ve bâin talâkla boşanan kadının doğurduğu çocuğun nesebinin sabit olması aşağıda gelecek doğum şâhidliği veya kocanın gebeliği itirafı yahut zâhir olan gebelikle kayıdlıdır.

"İddetinin geçtiğini ikrar etmezse" İhtiyatan iddiaye hâcet kalmaksızın neseb sâbit olur. İddetinin geçtiğini ikrar ederse talâk-ı ric´î gibi olur. Nitekim Fetih´den naklen arz etmiştik.

"Nitekim geçmişti." Yani ikrar bulunmamasını şart koşmak talâk-ı ric´îde geçen gibidir.

"İki senenin tamamında doğurursa" Diye hâssaten zikretmesi daha fazlada doğurduğunda evleviyetle neseb sâbit olmadığındandır. H.

"Neseb sabit olmaz." Çünkü sabit olsa gebeliğin talâktan önce bulunması lâzım gelir. Zira talâktan sonra cima´ helâl değildir. Ric´i talâkla boşanan bunun hilâfınadır. O zaman çocuğun ana karnında iki seneden fazla kalması lazım gelir. Bahır.

"Çünkü talâk hâlinde gebe kalmak tesavvur olunabilir." Yani firâş haIi ortadan kalkmadan gebe kalmış olur. Nitekim bunu Kâdîhân söylemiştir ki güzeldir. O zaman çocuğun ana karnında iki seneden fazla kalması lâzım gelmez. Bunu Nehir sahibi söylemiştir ve Fetih´den alınmıştır.

"Doğrusunun bu olduğunu söylemiştir ´ 0 Kudûrî´nin "Sabit olmaz." sözü için kesinlikle yanlıştır demiştir. Çünkü başka kitablarda sâbit olur denilmiştir. Nehir sahibi diyor ki: "Hak atan bunu muhtelif iki rivâyet bulunduğuna yorumlamaktır. Çünkü metînler Kudurî´nin dediği gibi hep sabit olmadığını kaydetmişlerdir. Kenz ve Vâfi sahipleri, kezâ Sadru´ş-Şeria ve Mecma sahibi bu yoldan yürümüşlerdir. Onlar rivâyetî daha iyi bilirler."

"Çünkü o bunu iltizam etmiştir." Yani bunun vechi de vardır. Kadını iddet içinde şübheyle cima etmiş olabilir. Hidâye ve diğer kitablar.

"Bu aynı zamanda akid şübhesidir." Yani fiil şübhesi olduğu gibi aynı zamanda akid şübhesidir. Şârih bu sözle Zeylaî´nin itirazına cevap vermek istemiştir. Onun itirazı şudur: Üç talâkla boşanan bir kadına kocası şübheyle cimada bulunursa bu fiilde şübhe olur. Ulemanın söylediklerine göre fiil şübhesinde neseb sabit olmaz. Velev ki kocası iddia etsin." Bahır sahibi buna şöyle cevap vermiştir: "Üç talâkta boşanan kadın mal karşılığında boşanmışsa onunla cimada bulunmak hâlis fiil şübhesi değildir. Aynı zamanda akid şübhesidir. Binaenaleyh çelişki yoktur. Çünkü nesebin sâbit olması akid şübhesi bulunduğundandır. Şu da var ki, İbn-i Melek´in Mecma şerhînde açıkladığına göre bir kimse yanına zifaf olunan kadınla cimada bulunur ve kendisine bu senin karındır denilirse bu fiilde şübhe olur. Kocası iddia ederse neseb sâbit olur. Bundan anlaşılır ki, her fiil şübhesi neseb iddiasına mâni değildir." İnşallah hudud bahsinde fiil şübhesiyle akid ve mahal şübheleri arasındaki farkın tahkîki gelecektir. H. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.

METİN

Ve ancak kadın ikiz doğurur da çocukların biri iki seneden azda, diğeri iki seneden fazlada doğarsa nesebleri sâbit olur. Bir de ancak kocası o kadına malik olursa satın aldığı g...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

14 Mart 2010, 16:48:26
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #33 : 14 Mart 2010, 16:48:26 »

Onun içindir ki, Dürerü´l-Bihâr şârihi: "Kadın evlendiktensonra altı aydan azda doğurursa bu müşkildir." demiştir. Hak olan itlak murad edilmemesidir. Doğrusu İbn-i Hanbelî´nin naklettiğidir. Böylece anlaşılır ki, müftâbih olarak İmam-ı Azam´dan rivayet edilen bu kaville Ebû Yusuf amel etmiştir. Musannıf ile Mecma sahibinin sözlerini mutlaka İbn-i Hanbelî´nin nakliyle kayıdlamak gerekir. Ona Mecma´ın sözüyle istidrak yapmanın mânâsı yoktur. Allahu a´lem!

METİN

FER´Î M E S E L E L E R :
Bir adam bir cariyeyi nikâhlar da sonra boşayarak satın alırsa, cariye aldığından yarım seneden azda doğurduğu takdirde nesebi kendisine lâzım gelir. Aksi takdirde lâzım gelmez. Ancak cimadan önce boşananla iki talâk-ı bainle boşanan müstesnadır. Onlar talâk vaktinden itibar olunurlar. Lâkin ikincide neseb iki sene ve daha azda sabit olur. Her iki meselede cariyeyi satın aldıktan sonra yarım seneden azda olmak şartıyla talâk-ı ric´îde mutlak surette iki seneden fazlada neseb sabit olur.

İZAH

"Bir adam bir cariyeyi nikâhlarsa ilh..." Fetih sahibi diyor ki: "Bir adam bir cariyeyle evlenir de sonra onu boşarsa sözünün mânâsı: Cimadan sonra bir talâk-ı bâin veya bir talâk-ı ric´î ile boşayıp sonra iddetinin bittiğini ikrar etmeden onu satın alması ve cariyenin altı aydan azda çocuk doğurmasıdır. Bu takdirde neseb kendisine lâzım gelir. Cimadan sonra ve bir talâkla diye kayıdlaması cima´dan önce olsa nesebi lâzım gelmeyeceği içindir. Meğerki cariyeden ayrıldıktan sonra altı aydan azda çocuk doğurmuş olsun. Çünkü cariyeye iddet yoktur. Yahut cimadan sonra boşar da talâk iki olursa neseb talâk vaktinden iki seneye kadar sâbit olur. Sonra bu bir talâk ric´î ise çocuk iddet bekleyen kadınındır. Nesebi o adama lâzım gelir. Talâktan on sene sonra veya daha fazlada bile doğurursa satın alma tarihinden altı aydan az olmak şartıyla nesebi lâzım gelir. Yapılan bir talâk bâin ise satın alma tarihinden altı aydan az geçmek şartıyla iki seneden daha aza veya tam iki seneye kadar nesebi sabit olur."

Bahır sahibi diyor ki: "Hâsılı cima´dan önce boşananla iki talâkla boşanan kadında satın alma vaktine itibar edilmez. Talâk vaktine itibar edilir. Birincide çocuğunun nesebi sâbit olmak için altı aydan azda doğurması, ikincide iki senede veya daha azda doğurması şarttır. Eğer talâk ric´î ise talâktan sonra on sene veya daha fazla da geçse neseb sâbit olur. Bir talâk-ı bâin ise her iki meselede satın alma tarihinden altı aydan az geçmek şartıyla iki senenin tamamında veya İki seneden azda doğurması lâzım gelir."

"Sonra boşayarak satın alırsa" Yani cimadan sonra bir talâk-ı bâin veya talâk-ı ric´î ile boşarsa demek istiyor. Buna delil aşağıda gelen istisnadır. Talâk kayıd değildir. Hatta cariyeyi satın alır da boşamazsa hüküm yine budur. Nehir. Satın alırsa tâbirinden muradiddetinin geçtiğini İkrar etmeden herhangi bir sebeble ona mâlik olursa demektir. Çünkü ikrar ederse ikrar vaktinden itibaren altı ay geçmeden doğurması şarttır. Nitekim yukarıda geçti. Burada olduğu gibi satın alma vaktinden itibaren değildir. Nehir.

"Lâzım gelir." Çünkü ondan iddet bekleyenin çocuğudur. Gebeliği satın almazdan önce olduğu tehakkuk etmiştir. Böylesinin iddiaya hâcet kalmaksızın nesebi sâbit olur. Nehir. Velev ki talâk tarihinden itibaren iki senede doğursun. Bahır. Lâkin talâk-ı ric´î ile iki seneden fazlada da doğursa sâbit olur. Nitekim gelecektir.

"Aksi takdirde" Yani tam altı ayda veya daha fazlada doğurursa nesebi kendisine lâzım gelmez. Çünkü milki bulunan cariyenin çocuğudur. Cariyeyi kendinden iddet beklerken satın almıştır, ciması da kendisine helâldır. Talâk-ı ric´îde bu zâhirdir.

Bâine gelince: Cariyenin ondan iddet beklemesi cima´ını ona haram kılmaz. Milkinde iken gebe kalması mümkün olunca ona isnad olunur. Çünkü yeni meydana gelen bir şey en yakın vaktine izafe olunur. Memlûkenin çocuğu bendendir diye iddia etmedikçe nesebi sabit olmaz. Bu beynûnet-i galiza ile bâin olan cariyenin hilâfınadır. Zira onu satın almak cima´ını kendisine helâl kılmaz. Daha önce gebe kaldığı teayyün eder. Nitekim gelecektir.

"Ancak cimadan önce boşananla ilh..." Diyerek istisna yapması şun-dandır: Onu boşarsa sözü bir talâk-ı ric´îye, bir talâk-ı baine, cimadan önce ve sonra iki talâkla boşamaya şâmildir. Bundan önceki hüküm ise cimadan sonra bir talâk-ı ric´î veya bir talâk-ı bâin ile boşadığına mahsus idi. Onun için bu üç sureti istisna etmiştir. İmdi cimadan önce sözü bir talâka, iki talâka ve üçüncü surete şâmildir. İki talâk-ı bâinle boşanandan murad; cimadan sonra boşamasıdır. H. İki talâkla diye kayıdlaması kadın cariye olduğu içindir. Onun beynûnet-i galizası yalnız iki talâktır. Hâsılı suretler beştir. Çünkü cimadan önce ric´î talâk olmaz. Onun için müstesna olan suretler yalnız üç olmuştur .

"Lâkin ikincide neseb iki sene ve daha azda sâbit olur." İstisna meselesi cariyenin boşandıktan sonra altı aydan azda doğurması mu´teber olduğuna göre yapıldığı için şârih bunun cimadan önce bir veya iki talâkla boşanana mahsus olduğunu beyan ediyor. Tam altı ayda veya daha fazlada doğurursa nesebi lâzım gelmez. Çünkü iddet yoktur. Nitekim bâbın başında arz etmiştik. Cimadan sonra iki talâkla, boşanana gelince: Onun çocuğunun nesebi talâk vaktinden itibaren iki senede veya daha azda doğurmakla lâzım gelir. Velev ki satın alma tarihinden sonra altı aydan az geçmiş olsun. Çünkü cariye başka kocaya gitmedikçe ona hörmet-ı galiza ile haramdır. Satın almak onu helâl kılmaz. Binaenaleyh o müddette gebe kalması imkânsızdır. Gebeliğin daha önce olması teayyün eder ve boşadığından itibaren iki seneye kadar çocuğun nesebi bu adama lâzım gelir. Çünkü talâk vaktinde çocuğun ana rahminde mevcud olması câizdir. İki seneden fazlada nesebi lâzım gelmez. Çünkü çocuğunyokluğu kesindir. Lâkin tam iki senede nesebinin sâbit olması Cevhere sahibinin: Doğrusu budur dediği söze mebnîdir. Bu söz iki rivâyetten biridir. Nitekim babın başında arz etmiştik.

"Her iki meselede" Yani gerek ric´î gerekse cimadan sonraki talâk-ı bâin meselesinde demek istiyor. Nitekim Bahır sahibinin yukarıda geçen ibâresinden anlaşılmaktadır. Şârihin sözü ise İki meseleden birinin iki talâkla boşanan olduğu vehmini vermektedir. Çünkü bir talâk-ı bainle boşanan burada zikredilmemiştir. Onun için buna itirazen İki talâkla boşanan kadında satın alma vaktinin asla itibara alınmadığını söylemiştir. Nitekim geçti. Lâkin şârih meselenin başında satın alma vaktinin cimadan sonra bir talâk-ı rlc´î veya bir talâk-ı bâinle boşanana mahsus olduğunu söylemişti. Buna delil ondan sonra yaptığı istisna idi. Nitekim beyan ettik. Burada da ric´îyi zikredince onun karinesiyle ikincinin de onun gibi olduğu"" anlatmak istemiştir. Fakat buradaki kapalılık gözden kaçmaktadır. Hal-buki, bu hükmü evvela her iki meselede açıklamıştır. Tekrarına hâcet yoktu. Bununla beraber hata ettiğine de hüküm verilemez.

"Talâk-ı ric´îde mutlak surette iki seneden fazlada" Yani talâk-ı ric´î de bu fazlalığı bir müddetle kayıdlamadan neseb sâbit olur. Velev ki iki seneden fazlada doğursun.

METİN


Cariyeyi satın aldıktan sonra azâd etmesi de böyledir. Cariyeyi satar da sattığından itibaren en az müddetten fazlada doğurursa efendisi iddia ettiği takdirde acaba müşterinin tasdikine hâcet kalır mı? Burada iki kavil vardır.

Bir adam ümmüveledini bırakarak ölür veya onu âzâd eder de kadın iki seneden azda doğurursa çocuğun nesebi kendisine lazım olur. Daha fazlada doğurursa lâzım olmaz. Meğerki çocuk bendendir diye iddia etsin. Bu ümmüveled iddeti içinde evlenir de efendisinin âzâdı ile ölümünden itibaren iki senede, evlendiğinden itibaren altı ay veya daha fazlada doğurur ve çocuğu ikisi birden iddia ederlerse çocuk bil ittifak efendinin olur. Çünkü kadın iddet beklemektedir. Ümmüveledin efendisinden izinsiz evlenmesi bunun hilâfınadır. Zira çocuk bil ittifak kocasının olur.

Talâk-ı bâin iddeti bekleyen bir kadın evlenir de boşandığından itibaren iki seneden azda, evlendiğinden itibaren az müddetten daha azda doğurursa çocuk birinci kocasınındır. Çünkü ikincinin nikâhı fâsiddir. Boşandığından itibaren iki seneden fazlada, evlendiğinden itibaren altı ayda doğurursa çocuk ikinci kocanın olur. Altı aydan daha azda doğurursa çocuğun nesebi birinciden de ikinciden de sâbit olmaz. Ama nikâh sahihtir. İki seneden azda ve altı ayda doğurursa Bahır´ın iddet bâbında inceleme suretiyle çocuğun birinciye aid olduğu bildirilmiştir. Lâkin Bahır sahibi burada Bedâyı´dan naklen çocuğun ikinci kocaya aid olduğunu söylemiş ve şöyle ta´lil etmiştir: Kadının evlenmeye kalkışması iddetinin bittiğinedelildir. Hatta iddeti içinde olduğu bilinse nikâh fâsid olur. Doğurduğu çocuğun birinci kocadan isbatı mümkün olursa, meselâ boşandığından veya ölümünden itibaren iki seneden azda doğurursa çocuk birinci kocasınındır. Bir kadın nikâh eder de kadın uzuvları belli bir çocuk düşürürse, dört ayda düşürdüğü takdirde çocuk ikinci kocasına aiddir. Dört aydan bir gün eksik doğurursa nesebi birinci kocasına aid olur ve her birinin nikâhı fâsiddir. Bu satırlar Bahır´dan alınmıştır,

Ben derim ki: Mecmau´l-Fetâvâ´da şöyle denilmiştir: "Bir kâfir Müslüman kadınla evlenir de kadın ondan çocuk doğurursa nesebi sabit olmaz. İddet de vâcib değildir. Çünkü bu nikâh bâtıldır."

İZAH

"Cariyeyi satın aldıktan sonra âzâd etmesi de böyledir." Çünkü âzâd edilmesi onun ancak efendisinden uzaklaşmasını arttırmıştır. İmam Mu-hammed´e göre satın aldığından itibaren iki seneye kadar çocuğun nesebi dâvâsız kendisine lâzım gelir. Çünkü satmakla nikâh bâtıl, iddet vâcib olmuştur. Lâkin efendisi mâlik olduğu için bu onun hakkında zâhjr değildi. Âzad edince zâhir olur. İddetinin bittiğini ikrar etmeyen kadının talâk-ı bâin mu´teddesinin hükmü budur. Feti...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

14 Mart 2010, 16:50:23
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #34 : 14 Mart 2010, 16:50:23 »

METİN

Hâvî´de şöyle denilmiştir: "Anne ecnebî biriyle evlenir de çocuğu nafakayla terbiye etmek ister, bu işi çocuğun amcası oğlu meccanen yapmayı dilerse çocuğun kadın bakıcısı olmadığı takdirde amcası oğlunun buna hakkı vardır." Hadâne hakkı olan kadın hadâneyeicbar edilemez. Meğerki bu iş için teayyün etsin. Meselâ çocuk başkasının memesini emmesin yahut babanın yahut küçüğün malı bulunmasın. Bununla fetva verilir. Hâniyye. Nafaka bahsinde gelecektir ki, anne kendi hakkını ıskat ederse ölü veya evlenmiş kadın gibi olur ve hadâne hakkı neneye intikal eder. Bahır.

İZAH

«Amcası oğlu meccanen yapmayı dilerse» ifadesinin yerine bazı nüs-halarda: "Amcası oğlu çocuğu meccanen terbiye etmek isterse" denilmiştir ki daha zâhirdir.

"Kadın bakıcısı olmadığı takdirde" amcası oğlu alır. Fakat hala veya teyze gibi kadın bakıcısı bulunursa o annesinden evlâdır. Çünkü ecnebî ile evlendiği için annenin hakkı sâkıt olmuştur. Hala veya teyze amca oğlundan da evlâdır. Çünkü derecesi ondan ileridir. Zâhire bakılırsa böylesi nafaka bile istese evlâdır. Çünkü hakikatte hadâne sahibidir.

«Amcası oğlunun buna hakkı vardır.» Yani iltizama hakkı vardır. Vechi şudur: Çocuğun bakacak kimsesi olmadığı, annesinin de hadâne hakkı burada sukut ettiği için amcası oğlunun hadâne hakkı vardır. Zâhire bakılırsa nafaka istese bile yine hadâne hakkı onundur. Çünkü hakikatte çocuğa bakacak yalnız o vardır. Sonra gördüm ki Sâihânî bunu böylece yazmış.

«Hadâneye icbar edilemez.» Doğrusu çocuğu emzirmeye icbar edilemez demeliydi. Nitekim musannıf nafaka bâbında bundan bahsedecek;

"Annesi çocuğu emzirmeye mecbur değildir. Meğerki teayyün etsin." diyecektir. Bu suretle bu sözle aşağıda gelen»: "Çocuğa bakan kadın küçüğün hakkını ibtale kâdir değildir." ifadesinin arasındaki zıddiyet giderilmiş olur. Çünkü "kâdir değildir" ifadesi hadâneye mecbur edilemez mânâsınadır ki, bu meseledeki iki kavilden biri budur. Nitekim gelecektir. Yoksa birbirine zıd iki kavle nasıl uyabilir.

«Başkasının memesini emmesin ilh...» ifadesini Hâniyye sahibi emzir-mek için kadın teayyün ettiği yerde zikretmiştir .Bizim doğru bulduğumuzu bu da teyid etmektedir. Şârihin: "Nafaka bahsinde gelecektir ki" sözü dahi bizim söylediğimizi teyid etmektedir. Çünkü orada gelecek olan da budur.

«Hadâne hakkı neneye intikal eder.» Yani hadâne hakkı anneden sonra gelene intikal eder ve şayet varsa neneye, o da yoksa ondan sonra gelene verilir. Rahmetî bu ıskatın devam etmeyeceğini zâhir bulmuştur. Kadının dönmeye hakkı vardır. Çünkü onun hakkı azar azar sâbit olur ve meydana gelen hakkı sâkıt olur, gelecekteki hakkı sâkıt olmaz. Yani bu iş kadının ortağı için kasm hakkını ıskat etmesine benzer. Binaenaleyh sâkıt olan bir şey geri dönemez diye itiraz edilemez. Çünkü geri dönen başka, sâkıt olan başkadır. Şuf´a hakkını ıskat etmek bunun hilâfınadır. Sonra ulemadan birinin el yazısıyla müftü Ebussûud´dannaklen şöyle yazıldığını gördüm: "Bir adam karısını boşar da kadının ondan doğurduğu küçük bir çocuğu bulunur ve kadın hadâne hakkından vazgeçerse, hâkim de buna hüküm verirse kadın çocuğu almak için sözünden dönebilir mi? Evet dönebilir. Çünkü hadâne hususunda iki hakkın en kuvvetli olanı küçüğündür. Kadın kendi hakkını ıskat etse bile çocuğun hakkını ebediyyen ıskat edemez.

METİN

Her iki surette çocuğa bakan kadın küçük çocuğun hakkını ibtal edemez. Hatta çocuğunu kocasına bırakmak şartıyla hul´ yapsa hul´ sahih, şart bâtıl olur. Çünkü hadâne çocuğun hakkıdır. Kadının şartla onu ibtal etmeye hakkı yoktur. O kadından başka çocuğa bakacak kimse yoksa kadın bakmaya hilâfsız mecbur edilir. Fetih. Bu söz bulunupda kabul etmeyene de şâmildir. Bahır. 0 zaman kadına ücret verilmez. Cevhere.

İZAH

«Çocuğa bakan kadın onun hakkını ibtal edemez.» Hadâne çocuğa bakan kadının mı yoksa çocuğun mu hakkı olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir, Bazıları kadının hakkı olduğunu söylemişlerdir. Bu takdirde kadın çocuğa bakmak istemezse buna mecbur edilemez. Bir çok ulema bu kavli tercih etmişlerdir. Fetva da buna göredir. Birtakımları çocuğun hakkı olduğunu söylemişlerdir. Şu halde kadın icbar edilir. Bu kavli üç fakîh yani Ebu´l-Leys, Hinduvânî ve Hâherzâde ihtiyar etmişlerdir. Fetih sahibi dahi Hâkim-i Şehid´in Kâfî´deki kavliyle bunu teyid etmiş: "Hâkim´in fukahanın sözü demesi bunun zâhir rivâyet olduğunu ifade etmiştir." demiştir.

Bahır sahibi diyor ki: "Şu halde tercih muhteliftir. Evlâ olan üç fakîhin kavliyle fetva vermektir. Lâkin Zahîriyye sahibi bunu küçük çocuğun zirahim akrabası olmamakla kayıdlamıştır. Böyle akrabası yoksa çocuk zâyi olmamak için anne mecbur edilir. Anne çocuğu kabul etmez, fakat çocuğun nenesi bulunur da ona bakmaya razı olursa çocuk ona verilir. Çünkü hadâne hakkı annenin idi. Onun kendi hakkını ıskat etmesi sahihtir. Bu tafsilat üç fakîhe nisbet edilmiştir. Muhit sahibi bunu talil ederken: "Çünkü anne kendi hakkını ıskat edince çocuğun hakkı kalır ve anne ölü yahut evlenen kadın mesabesinde olur. Bu suretle nene evleviyet kazânır." demiştir. Bu satırlar kısaltılarak Bahır´dan alınmıştır.

Ben derim ki: Bundan iki kavlin arasını bulma hükmü çıkarılır. Şöyle ki: Muhît´in ibâresi bakıcı kadınla çocuğun her ikisinin hadâne hakkı olduğunu bildirir. Müftü Ebussûud´dan naklettiğimiz söz de böyledir. Şu halde: "Hadâne bakıcı kadının hakkıdır. Binaenaleyh kadın çocuğa bakmaya mecbur edilemez." diyenlerin sözü çocuğa bakmak için o kadın teayyün etmediği zamana yorumlanır. Kadının hakkıdır demekle yetinmeleri, bu takdirde çocuğun hakkı zâyi olmadığı içindir. Çünkü kadından başka çocuğa bakacak kimse vardır. "Hadâneçocuğun hakkıdır. Binaenaleyh kadın ona bakmaya mecbur edilir." diyenlerin sözü ise kadın teayyün edip ondan başka çocuğa bakacak kimse bulunmadığına yorumlanır. Bunların sadece hadâne çocuğun hakkıdır demekle yetinmeleri kadından başka çocuğa bakacak kimse bulunmadığı içindir. Buna delil yine Zahîriyye´den naklettiğimiz sözdür ki, kadın cebredilir diyen üç fakîhe nisbet ederek: "Onlara göre kadından başka bakacak bulunmazsa kadın mecbur edilir. Başkası bulunursa mecbur edilmez." demiştir. Nehir sahibinin: "Zahîriyye´nin sözü zâhir değildir. Çünkü Fetih´de beyan edildiğine göre o kadından başka çocuğa bakacak kimse bulunmazsa kadın hilâfsız mecbur edilir." şeklindeki ifadesi söz götürür. Çünkü gördüğün bu yatıştırma ile hilâf aslından ortadan kalkar. Velev ki her iki kavli hikâye etmek hilâfın çocuğa bakacak başka kimse bulunduğu zamana aid olduğunu göstersin. İki kavlin arasını bulmak mümkün olunca bunu yapmak evlâdır. O zaman hilâf sözden ibaret kalır. Bunun nice benzerleri vardır. Bu izahı ganimet bil.

«Bakmaya hilâfsız mecbur edilir.» Başkası bulunursa söylediğimiz arabuluculuğa göre hilâfsız mecbur edilmez.

«Bu söz ilh...» Yani o kadından başkası bulunmazsa sözü hakikaten ve hükmen bulunmama hallerine şâmildir. O kadından başkası bulunur da çocuğa bakmayı kabul etmezse hükmen bakacak bulunmamış demektir. Bahır´ın ibâresi şöyledir: "Ulemanın zâhir olan sözlerine göre anne çocuğu kabul etmezse ondan sonraki kadına arz edilir, o da kabul etmezse anne kabule mecbur kılınır. Ondan sonraki kadın mecbur edilmez."

«O zaman» yani o kadından başkası bulunmadığı zaman kadına ücret verilmez. Çünkü şer´an kendisine vâcib olan bir işi yapmaz. T. Cevhere´rinin ibaresi şöyledir. "Kadından başkası bulunmazsa helâktan kurtarmak için çocuğu emzirmeye icbar edilir. Şu halde kendisine ücret de verilmez." Görülüyor ki Cevhere´nin sözü çocuğu emzirme hakkındadır. Her halde şârih hadâneyi buna kıyas etmiş olacaktır. Lâkin zâhire bakılırsa Cevhere´nin ifadesi Cevhere sahibinin bir incelemesidir. Nitekim "Şu halde kendisine ücret de verilmez." demesi bunu gösterir. Hindiyye ve diğer kitabların ifadesi buna muhâliftir. Bunlarda şöyle denilmiştir: "Çocuğa bir aylığına ücretle bir süt ana tutulur da ondan sonra çocuk başkasının memesini emmezse, kadın icarenin devamına mecbur edilir." Zira bu söz kadının ücret almaya hakkı olduğunu gösterir. Böyle olmasa meccanen emzirmeye mecbur edilir denilirdi. Üstadlarımızın üstadı Sâihanî´nin el yazısıyla şöyle yazıldığını gördüm: "Bercendî´nin söylediğine göre annenin kocası yoksa anne çocuğa bakmaya mecbur edilir. Nafaka çocuğun babasına aiddir." Mansuriyye´de şu satırlar vardır: "Küçük kızın annesi onu kabule razı olmaz da annenin kocası da bulunmazsa kabule mecbur edilir. Fetva buna göredir." Fakîh Ebû Cafer: "Kadın mecbur edilir. Nafakası küçük kızın malından verilir." demiştir. Fakîh Ebu´l-Leys bununla amel etmiştir. Bu söz ücretin zorla alınacağı hususunda nassdır. Beyanı az ileride gele-cektir.

METİN

Bakıcı kadın nikâhlı veya çocuğun babasından iddet bekler değilse hadâne için ücret almaya hakkı vardır. Hadane ücreti emzirme ücretiyle emzirme nafakasından başkadır. Nitekim Sirâciyye´den naklen Bahır´da böyle denilmiştir. Musannıfın Cevâhiru´l-Fetâvâ´dan naklettiği bunun hilâfınadır. Bâkânî´nin Nikaye şerhinde Bahır-ı Muhît´ten naklen şöyle denilmiştir: "Ebû Hafs´a çpcuğa bakmaya hakkı olup çocukla birlikte oturacak meskeni bulunmayan kadının hükmü sorulmuş da her ikisinin meskeni babaya aiddir cevabını vermiştir."

İZAH

«Nikâhlı veya çocuğun babasından iddet bekler değilse...» Bu ifade kadının hadâne hakkı olduğuna göre kayıddır. Kadının hadâne hakkı yoksa zâhire göre hadâne ücreti almaya evleviyetle hakkı vardır. "Çocuğun babasından." sözü başka birinin nikâhında veya iddetinde bulunmaktan "ihtirazdır. Çünkü böylesi hadâne için ücret almayı hak eder. Lâkin kadını nikah eden kimsenin çocuğa mahrem olması şarttır. Aksi takdirde kadına hadâne hakkı yoktur. Nitekim yukarıda geçti. Şu da var ki, musannıf...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 4 5 6 [7] 8   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes