> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar
Sayfa: [1] 2 3 4 5   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar  (Okunma Sayısı 14783 defa)
30 Ocak 2010, 21:39:23
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 30 Ocak 2010, 21:39:23 »



Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar

YASAKLAR VE MUBAHLAR KİTABI

GİYİM KUŞAM FASLI

BAKMA VE DOKUNMA FASLI

İSTİBRÂ VE DİĞER KONULARA DAİR BAB.

ALIŞ-VERİŞ FASLI







YASAKLAR VE MUBAHLAR KİTABI

METİN

Münasebeti zahirdir. Hazr, lügatta men ve hapsetmek manasına-dır. Şeriatta ise, şer´an kullanılması

men edilen şeydir. Mahzur, muba-hın zıddıdır. «Mubah ise, mükelleflere sevap veya günah kazanma

söz-konusu olmaksızın yapılması ve terkedilmesi caiz olan şeydir. Mükellef mubahtan az da olsa bir

hesap verir. İhtiyar.

İmam Muhammed´e göre, her mekruh, yani tahrimen mekruh olan . herşey, haramdır, yani ateşle

ceza görme bakımından haram gibidir. Ama tenzihen mekruh olan şey, fukahanın ittifakı ile helâle

daha yakın-dır. İmameyne göre ise, tahrimen mekruh olan şey, harama daha ya-kındır. Sahih ve

muhtar olan da imameynin görüşüdür. Bid´at ve şüphe de tahrimen mekruhun mislidir.

Tahrmien mekruh olan birşeyin harama nisbet edilmesi, vacibin farza nisbet edilmesi gibidir. O

zaman vacib ne ile sabit olursa, tahrimen mekruh da onunla sabit olur. Yani sübutu zanni olan bir

delille sabit olur. Vacibi terketmek yüzünden insan nasıl günahkâr olursa, tahrimen mek-ruh´olan

şeyi yapan da günahkâr olur. Sünnet-i müekkede de vacib gi-bidir.

Zeylaî´de, atların hürmeti bahsinde şöyle denilmektedir: «Harama yakın olan bir şey, mahzurla bağlı

olan şeydir, ateşle cezalandırmayı ge-rektiren şey değildir. Belki sünneti müekkedenin terki gibi

itabı gerekti-rir. Çünkü sünneti müekkedeyi terketmekte ateşle eziyet etmek yoktur. Şu kadarı var

ki, sünneti müekkedeyi terketmek, Nebiyi muhtarın şefaatından mahrum kalmayı icabettirir. Zira

Rasulullah (s.a.v.), «Benim sün-netimi terkeden, şefaatıma nail olamaz.» buyurmuştur. Öyleyse

sünneti müekkedeyi terketmek haram değil, harama yakındır.»

Gıda için yemek yemek susuzluğu gidermek için su içmek, velev ki haram, ölmüş bir hayvanın eti

veya bir diğerinin malı olsun ona zamin de olsa, farzdır. Onu yemekle, hadisin hükmüne göre sevap

da kazanır. Şu kadarı var ki, insan nefsinden ölüm tehlikesini atlatacak kadar yemek farzdır. Ve

ondan dolayı sevap da kazanır. Nefsini helakten kurtaracak kadar yemek ise, ayakta namaz kılacak

ve oruç tutacak kadar vücudu sağlam tutacak kadar yemektir.

Bu ifadeden vücudu farzı kılamayacak kadar zayıflatacak miktarda yemeği azaltmanın caiz olduğu

anlaşılır fakat o kadar az yemek caiz değildir. Nitekim Mülteka ve diğer muteber kitaplarda da

böyledir.

Ben derim ki: Mübteğa´da şöyle denilmektedir: «İnsanı helakten kurtaracak ve ayakta namaz kılma

gücünü kazandıracak kadar yemek yeme farzdır.» Uyanık ol.

Kuvvetini artırmak için doyuncaya kadar yemek de mubahtır. Doy-manın üstünde fazla yemek ise

haramdır. Hâniye´de bu fazla yemek ha-ram yerine kerahetle ifade edilmiştir. Midesini galib zannına

göre bo-zacak kadar çok yemek haramdır. İçmek de böyledir. Kuhistani.

Ancak orucunu sabahleyin kuvvetlendirme kastı ile fazla yemesi ve-ya kendisiyle oturmuş olan

misafiri utanmasın diye veya bunlara benzer sebeblerle çok yemesi haram değildir.

İbadet yapmaktan zayıf düşünceye kadar yemeği azaltmak caiz de-ğildir. Ama çeşitli meyve türlerini

yemesinde bir beis yoktur. Ama bunu terketmek daha efdaldir. Birkaç türlü yemek yapmak israftır.

İhtiyaçtan fazla yemeği sofraya koymak da israftır. Sünnet üzere yemek yemenin adabı şudur:

Evvelinde besmele çekmek, sonunda hamdetmek. Yemek-ten evvel ve sonra elleri yıkamak. El

yıkamada, yemekten evvel genç-lere, yemekten sonra ise yaşlılara öncelik verilmelidir. Mülteka.

İZAH

Haniye ve Tuhfe´de de başlık aynen böyle konulmuştur. Camiü´s-Sağîr ve Hidâye´de ise, bu kitaba

«kerahet ve mubahlar kitabı» denilmiş-tir. Mebsut ve Zâhire´de ise, bu başlık yerine «İstihsân

kitabı» denilmiştir.- Çünkü bu kitabın meseleleri muhtelif cinslerdendir. Onun için bu isim (istihsan)

verilmiştir. Zira genel olarak meselelerinde kerahet, hazr, ibaha ve istihsan bulunmaktadır.

Nihâye´de olduğu gibi. Bazı alimler debu kitaba Zühd ve vera kitabı demişlerdir. Çünkü bu kitapta

şeriatın mutlak bıraktığı birçok meseleler vardır. Zühd ile vera ise, o mutlak bırakılan meseleleri

terketmektir.

Talibetü´t-Talebe´den naklen Ebussuud´da şöyle denilmektedir: «İstihsan, güzel meselelerin

çıkarılmasıdır. Bu hususta söylenilenin en uy-gunu da budur. Ama fıkhı meselelerin cevabında

zikredilen kıyas ve istihsan ise, onların beyanları fıkıh usulündedir.»

«Münasebeti zahirdir ilh...» Hidâye şerhlerinde de olduğu gibi bu münasebet şudur: Udhiye ve bu

kitapta bulunan bütün meseleler bir asıl ve fer´den hali değillerdir ki, onda kerahet de varid olur.


Musannifin Hazr ve ibaha kitabı demesi üzerine de, onda hazr ve ibahat vaki olur denilir. Ne zaman

ki udhiye ile udhiyeden evvel ki kitabın münasebeti zikredildi, o zaman bilindi ki udhiye yerinde vaki

olmuştur. O zaman ar-tık bu münasebetin şu kitabın udhiyenin peşine zikredilmesinin vechini ifade

etmiyor diye itiraz edilmesin. Bu kitabın bütün kitaplarla münasebe-ti vardır denilerek de itiraz

edilmesin.

«Hazr lügatta men ve hapsetmek manasınadır ilh...» Kur´ân´da, «Rabbinin ihsanı mahzur değildir.»

(İsrâ : 20) buyurulmuştur. Yani Rab-binin rızkı ne sevap kazanandan, ne de günah kazanandan

hapsedil-miş değildir. Cevhere.

İbâha ise ıtlak etmek, serbest bırakmak anlamınadır.. Zeylaî.

«Mahzur, mubahın zıddıdır ilh...» el-Mahzur kelimesi başındaki «el» and içindir. Yani bizim fikir ve

tarif ettiğimiz şer´î mahzur, mubahın zıd-dıdır. İşte bu mubah için başka bir zıddın bulunmasına

münafi değildir. Ki bu da vaçibtir. Çünkü musannifin burada muradı, onun karşılığında elan mubahı

tarif etmek değildir. Çünkü onun tarifi, bilindiği gibi yu-karıda geçti. İşte bu izahla musannifin

burada hazrı tarif etmesi eammi ile tarif etmek demek değildir. Çünkü hazır haram ve mekruha nasıl

de-nilirse, vacibe de denilir. O zaman, kafi delille men edildiği sabit olan şey diye tarif etsek, hazrı

yine has tarifiyle tarif etmiş olmayız. Belki hazrın has tarifi şudur: Şer´an kullanılması men edilen

şey. Çünkü böy-le olursa, bu tarif zannî delil ile kaçınılması sabit olan şeyi de içine alır.

«Yapılması ve terkedilmesi caiz olan şeydir ilh...» Minâh´ta da böyle tarif edilmiştir. Cevhere´de olan

ifade de şöyledir: «Mükellefin yapmakla yapmamak arasında muhayyer olduğu şeydir.»

«Mubahtan az da olsa bir hesap verir ilh...» Bu da bir azabtır de-nilmesin. Çünkü şöyle bir şey varid

olmuştur ki, kim hesabta münakaşa ederse azab görür. Çünkü münakaşa, hesapta ziyade

araştırmaya vesile olur. Kamus´ta olduğu gibi.

«Her mekruh ilh...» Kerahet razı olmamaktır. Mutezileye göre kera-het irade edilmeyendir. O zaman

Mutarrızî´nin kerahet kelimesini Muğrib´te irade edilmeyen olarak tarif etmesi, mutezileye

meyletmektir. Ni-tekim Ebussuud da böyle ifade etmiştir. ,

«Yani tahrimen mekruh olan ilh...» Kerahet, mutlak zikredildiği za-man ondan ancak tahrimi kerahet

kasdedilir. Şeriatta olduğu gibi. Hazr ve ibahat babında olan kerahet tahrimi kerahattir. Bîri.

«Haramdır ilh...» Musannif bu kavliyle irade ediyor ki, o haramdır. Hidâye´de şöyle denilmektedir.

«Ancak, kesin bir nas bulunmayınca, ona haram lafzı ıtlak olunmaz.» Bir has bulununca, o zaman

haram veya he-lâldir diye kesin olarak söylenir. Eğer helâlliği hakkında bir nas bulun-mayan şey

hakkında «beis yoktur» denilir, hahamlığı hakkında bir nas bulunmayana da «mekruhtur» denilir.

İtkanî.

«Haram gibidir ilh...» Kuhistanî de böyle demiştir. Bu şunu iktiza eder ki, o şey hakikaten İmam

Muhammed´e göre de haram değildir. Ateşle azab göreceği için o cihetle harama benzemektedir.

Herne ka-dar onun azabı kat´ı" haram olan birşeyin azabından az da olsa. Bu da İmam Muhammed

ile İmameyn arasındaki zikredilen ihtilafın mukteza-sının aksinedir. Bir de, imameynin kavlinin daha

sahih olmasının aksi-nedir. Evet öyledir ama, o, İbnü´l-Hümam´m Tahriku´l-Usul isimli eserin-de

tahkik ettiğine muvafıktır. Tahkik ettiği şöyledir ki; «Muhammed´in «haramdır» sözünde bir çeşit

mecaz vardır. Çünkü ikabı istihkak etmek-te haram ile tahrimen mekruh olan ortaktırlar. İmameynin

kavli ise, ha-kikat üzerinedir. Çünkü kati olarak bilinmektedir ki İmam Muhammed vacib mekruh

olanı inkâr edenin küfrüne hükmetmez. Nasıl ki, farz ve ha-ramı inkâr edeni tekfir etmişse. O zaman

İmam Muhammed ile mana iti-bariyle imameynin arasında zannedildiği gibi bir ihtilaf yoktur.»

Bunun Tahrikü´l-Usul´ün sarihi İbni Emir-i Hac Muhammed´in Meb-sutta zikrettiği ile teyid

etmektedir. Zikredilen kelâm şudur: «Ebû Yusuf, Ebu Hânife´ye, «Sen birşeye mekruhtur dediğin

zaman senin reyin ne-dir?» diye sorunca, Ebu Hânife, «Haramdır» demiştir.»

Yine Mebsut´ta, Muhammed´in, «Ebu Hânife de mekruhu inkâr eden kimseyi tekfir etmemiştir.» kavli

gelecektir. Bunun üzerine aral...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 31 Ocak 2010, 16:35:47 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar
« Posted on: 29 Mart 2024, 14:32:28 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlarönlisans arapça,
Logged
31 Ocak 2010, 16:35:10
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 31 Ocak 2010, 16:35:10 »

İZAH

«Diyanette ilh...» Yani sırf diyanetten olan şeyler. Dürer. Böyle de-nilmesi, mülkün ortadan

kalkmasını zımnında tutarsa, kaydından kaçın-mak içindir. Mesela bir adil, bir karı koçanın aslında

süt kardeşi oldu-ğunu haber verse, haramlım sabit olmaz. Çünkü faidelenme mülkiyeti-nin zevalini

tazammun eder. O zaman bu haberde hem adaletin hem de sayının birlikte bulunması şarttır. İtkanî.

Ama, birisi diğerine aldığı etin mecusî tarafından kesildiğini haber vermesi, bunun aksinedir.

Çünkü haramın sabit olması, mülkiyetin ze-valini tazammun etmez. Nitekim biz bunu takdim ettik. O

zaman, o şe-yin haramlığı sabit olur. Çünkü haramla mülkiyetin bir arada cemi cajzdir.

«Adil bir müslüman haber vermişse ilh...» Zira fasık töhmetlidir. Kâ-fir ise, hükmü kendisi kabul

etmemektedir. O nedenle onun haberi bir müslümanı ilzam için sabit sayılmaz. Hidâye.

«Velev kî bu müslüman köle veya cariye olsun ilh...» Bu kavil, müslüman kelimesini

umumileştirmektedir.

Hülâsa´da : «Zina iftirasından dolayı ister had uygulansın, ister uy-gulanmasın.»

«Fasık haber verse araştırır ilh...» Ama bu haberi âdil bir kimse . vermiş olsaydı o zaman yalan

ihtimali düşerdi. Suyu ihtiyat için dök-menin bir anlamı da kalmaz. Hidâye´de olduğu gibi.

«Mestur bir kimse ilh...» Bu zahiri rivayettir. Esah olan do budur. İmamdan mesturun adil gibi


olduğu da rivayet edilmiştir. Nihâye.

<(Galib zannına göre amel eder ilh...» Eğer zannında onun doğru söylediği galib ise, teyemmüm

eder, suyla abdest almaz. Eğer zannın-da onun yalan söylediği galib ise, o su ile abdest alarak

onun sözüne iltifat etmez. Bu da hükmün cevabıdır. Ama ihtiyata gelince, efdal olan o su ile abdest

aldıktan sonra yine teyemmüm etmesidir. Tatarhâniye.

«İhtiyata daha uygundur ilh...» Çünkü araştırma yalnız zannı ifade eder. O da hatayı ihtimal eder.

Tatarhâniye.

«Cevhere´de ilh...» Cevhere´nin kelâmı zannı üzere yalanın galib olması bahsindedir. O zaman,

metinde olandan fazla birşey ifade et-mez. Sen anla.

«Kâfir tarafından verilmesine gelince ilh...» Çocuk ile kıt akıllı da Tatarhâniye´de de olduğu gibi,

kâfir gibidir.

«Dökmesi daha güzeldir ilh...» O zaman bu vecihte kâfir de fasık ve adaleti gizli olan gibidir.

Hâniye´de şöyle denilmiştir: «Kâfirin temiz dediği su ile abdest alsa ve namaz kılsa. namazı caizdir.»

«Ben derim ki: Şu kadarı var ki ilh...» Musannif bu kavli ibareler arasını bulmak için kullanmıştır.

Zira musannifin biraz evvel takdim et-tiği ifade, kâfir ile fâsıkın arasında fark olmamasını gerektirir.

Nitekim bizde öyle dedik.

Şu kadarı var ki Tatarhâniye´de şöyle birşey vaki olmuştur: «Adama, bir zımmî veya çocuk suyun

necis olduğu haberini verseler, onun zannı galibi de onların doğru söyledikleri üzerine olsa, o

adama teyemmüm etmek farz değildir. Belki müstahabtır. Eğer teyemmüm etse, evvela su-yu

dökünceye kadar o teyemmüm ona kâfi değildir. Ama bunun aksine bir mestur suyun necasetini

haber vermiş olsa, o adam suyu dökmezden evvel de teyemmüm edebilir ve o teyemmüm ona kâfi

gelir.»

Ben, sarihin Tatarhâniye´nin hamisinde kendi yazısı ile musannifin «Belki müstahabtır» sözü

üzerine şunu gördüm: «Zahir olan, o adam ab-dest aldıktan sonra teyemmüm eder. Maba´dinin

delâleti ile, su bitinceye kadar böyle devam eder. Sen düşün. O zaman bu cihette fâsık ile mes-tur

eşit olur. Herne kadar musannifin zikrettiği cihetten muhalif de ol-sa. Zira Haniye ve Hülâsa´nın

ibaresi tafsilat vermeksizin suyu dökme-nin mendub olmasını ifade eder. Ancak eğer buna

hamledilirse, o zaman araştırılsın.» Sarihin yazısı ile gördüğüm burada sona erdi.

Sen de görüyorsun ki, sarih mütereddid olduğu bir şey konusunda şerhinde kat´î olarak hüküm

vermektedir. Sonra ben Zahîre´de, zımmî ile fâsıkın arasında iki cihetten fark olduğunu sarahaten

gördüm. Bun-lardan bir tanesi yukarıda zikrettiğimizdir; ikincisi ise, fâsıkta araştırmak vacib olduğu

halde zımmîde ise müstahabtır.

Fâsıkın haberi bunun aksinedir ilh...» Yani fâsıkın suyun necase-tini haber vermesinde adamın

zannı galibi doğru söylemesinde ise teyemmüm eder ve o suyla abdest almaz

«İlzam etmeye sâlihtir ilh...» Hâniye´de: «Zira fâsık müslüman üzerinden- şahitlik yapmakta şehâdet

ehlidir. Kâfire gelince, o şehâdet ehli de-ğildir.»

Yani fâsıkın müslüman üzerine şehâdetini Kadı kabul ettiği takdir-de Kadı´nın hükmü geçerli olur,

bu hükmü vermekle Kadı günahkâr bi-le olsa.

«Bir âdil suyun temiz ilh...» Ben diyorum ki, «Hidâye sahibinin Kifâyetü´n-Müntehî isimli eserinden

Hidâye sarihleri şunu nakletmişlerdir: «Birisi bir yemek yiyen topluluğun yanına varsa,

topluluktakiler onu da-vet etseler, bir adil onların yedikleri etin bir mecusî tarafından kesildi-ğini ve

içtikleri meşrubat içine de şarap kattıklarını haber yerse, onlarda inkâr ederek helâl olduğunu

söyleseler, adam onların haline bakar.Eğer onlar adil iseler onların sözünü tutar. Eğer onlar

töhmetli kimseler iseler oradan ne yer, ne de içer. Eğer onların içinde iki tane doğru söy-leyen

varsa, onların sözünü tutar. Eğer bir tane adil varsa, o zaman ken-di reyinin galibiyle amel eder.

Eğer reyi yoksa, o zaman yemesinde, iç-mesinde, abdest almasında bir beis yoktur. Eğer adama iki

halden bi-risi olduğunu doğru söyleyen iki köle haber vermişse onların sözünü tu-tar. Çünkü dini

haberlerde hür ile köle eşittirler. Ancak iki olan tercih edilir. Güvenilir bir köle necis olduğunu

haber verse, bir hür de temiz olduğunu söylese, o zaman iki söz birbiriyle çeliştiği için araştırır.

Eğer iki işten birisine güvenilir iki hür haber verse, iki güvenilir köle de onla-rın tersi bir haber

verseler, o zaman hürlerin sözünü tutar. Çünkü diyanet ve hükümde hürlerin sözü hüccettir. Tercih

edilir. Eğer adama iki şeyden birisine üç tane güvenilir köle haber verse, tersini de iki gü-venilir

köle haber verse, o zaman üç kölenin kavli ile amel eder. İkisin-den bir şeyin bir erkek iki kadın

haber verse, tersini de iki erkek haber verse, o zaman birincisini tutar. Velhasıl bu meselelerin


cinsinde din iş-lerinde hür ile kölenin sözü adalette ikisi de eşit oldukları takdirde ha-berleri eşittir.

O zaman evvela, hangisinin adedi fazla ise o tercih edilir. Sonra hangisi hükümlerde hüccet ise o

tercih edilir, sonra da araştır-makla tercih edilir.»

Bunun misli Zahire ve diğer kitaplardadır. Görülüyor ki fukaha iki haber arasında eşitlik ile muaraza

tahakkuk ettikten sonra araştırmaya itibar etmişlerdir. Burada kesilen et ile su arasında hiçbir fark

yoktur. Düşün.

«Muteber olan zannın galib olmasıdır ilh...» Ben diyorum ki, Zahire-i Burhaniye´de zikredilenin

hasılı şudur. Kaplarda eğer temizlik galib ise, içmek ve abdest almak için zaruri ve ihtiyari hallerde

araştırılır. Yoksa, eğer necaset galib ise veya eşit ise, o zaman ihtiyari halde asla araş-tırılmaz.

Zaruri halde de abdest için değil, içme için araştırır. Kesilmiş veya ölmüş hayvan hususlarında ise,

zaruri halde mutlaka araştırır. İh-tiyari halde de eğer etin ölmüş olması galib ise, veya ölmüş veya

kesil-miş hali eşit ise, o zaman araştırmaz. Yine elbiselerde de zaruri hallerde mutlaka araştırır,

ihtiyari hallerde eğer temiz olması-galib ise araştırır. Yok eğer temiz tarafı galib değilse veya eşitse,

araştırmaz.

Bunun da hasılı şudur: Eğer temizliği galib ise, her iki halde de herşeyde galibe itibarla araştırır.

Yoksa, ihtiyari halde hepsinde araştır-maz. Zaruri halde ise hepsinde araştırır. Ancak abdest

kafalarında değil. Çünkü abdestin halefi vardır ki bu da teyemmümdür. Ama setri avret, yemek,

içmek abdestin aksinedirler. Çünkü onların halefi yoktur. Bunun misli, kitabın sonunda çeşitli

meseleler bahsinde de gelecektir. Bu izah-la, musannifin kelâmında bilmece derecesine ulaşacak

kadar veciz oldu-ğu da zahir olmaktadır. Eğer musannif, «eğer ağleb zannı kabın temiz-liği yolunda

ise mutlaka araştırır. Yoksa araştırmaz. Ancak abdestin dı-şında zaruri hallerde araştırır.» deseydi,

daha kısa ve açık olurdu. Düşün. Evet öyle ama, musannifin buradaki kelâmı, Nuru´l-lzâh´a uyarak

kita-bı salattan hemen önce, takdim ettiğine de muvaffıktır.

«Bir velimeye çağrılsa ilh...» Velime düğün yemeğidir. Bazı alimler tarafından da her yemeğe velime

denilebileceği söylenmiştir. Timurtasî´ den naklen Hindiye´de velime yemeğine icabet etme

hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ulemâdan bazısı, bu davet vacibtir, terkedilmez de-mişlerdir.

Umumu ise sünnet olduğunu söylemişlerdir. Efdal olan, eğer velime ise icabet etmektir. Eğer

düğün yemeği değilse, adam muhayyer-dir. Ancak icabet efdaldir. Çünkü icabet etmekte müminin

kalbini sevin-dirmektedir. İcabet ettiği takdirde üzerine ne düşerse yapar. Efdali odur ki, eğer oruç

değilse, yemeği yemelidir.

Bidaye´de: «Davete icabet etmek sünnettir. İster velime olsun ister gayrı. Ama kendisini tanıtmak ve

cömertliğini göstermek niyetiyle yapı-lan davetlere icabet etmek ise uygun değildir. Bilhassa ilim

adamları için. Zira denilmiştir ki, bir adam bir diğerinin çanağına eli...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ocak 2010, 16:37:44
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 31 Ocak 2010, 16:37:44 »

GİYİM KUŞAM FASLI

METİN


Bedenle arasında başka giyecek olsa dahi ipekli giymek haramdır. Sıhhatli görüş budur. İmam-ı

Azam´dan gelen rivayete göre ipekli cildle yani insan derisiyle temas ederse giyilmesi haram olur.

El-Kınye´de: «imamın bu görüşü belânın yaygınlaştığı hallerde büyük bir ruhsattır» de-nildi. İmam-ı

Azama göre; harb halinde giyilmesi de haramdır. İmameyne göre harp halinde giyilmesi helâldir.

Haramlık erkekleredir. Kadınlara değildir. Ancak kumaşın damgası gibi birbirine bitişik olan dört

parmak kadarı helaldir. Bazıları «Bu dört parmak açık olacaktır», bazıları ise «ne açık ne kapalı,

normal bir´ şekil-ce olacaktın» demişlerdir. Sağlam mezhep görüşüne göre değişik yer-lerde olan

ipekli işlemeyi bir yerdeymiş gibi kabul etmek yoktur. Sa-rıkta olsun. Nitekim bu durum Kınye adlı

eserde genişçe bahsedilmiştir. Orada bir sakır bahsedilir. Onun kenarı Hz. Ömer´in parmaklarıyla

dört parmak kadar ibrişimdir. Bu da bizim karışımıza muadildir. Buna ruhsat verilmiştir.

Zeylaî´ye göre tellerle örülenler de dört parmak kadar olduğu takdir-de giyilmesi kullanılması

helâldir. Aksi takdirde erkekler için helâl olmu-yor. El-Müctebâ adlı kitapta; «Sarıkta iki veya daha

fazla yerlerde bulu-nan ipekli nakışlar derlenmiş yani bir yerdeymiş gibi kabul edilir»

denil-mektedir. Bazıları da «Hayır, kabul edilmiyor» demişlerdir. Orada şu fet-va da yer almaktadır:

«Ebû Hânife´den geldiğine göre üzerinde gümüş tellerden nakışlar bulunan bir sarığın, bu nakışlar

üç parmak kadarsa, giyilmesinde beis yoktur. Eğer bu nakışlar altından yapılmışsa giyilmesi

mekruhtur. Bazıları «mekruh değildir» demişlerdir.»

Aynı eserde «İpek ile tarafları örülmüş cübbenin giyilmesi de mek-ruhtur» denilmektedir. Müellif der

ki: Bu kerahetle bizim zamanımızdaki insanların giymeyi adet ettikleri Basra mamulü olan

entarilerin kerahe-ti de sabit olmaktadır. Bu eserde kumaşın enliliğinde yapılan nakışların ruhsatlı

olduğu açıklanmaktadır. Derim ki: bunun ifade ettiği şudur: El-bisenin uzunluğundaki az miktar

mekruhtur. Musannif der ki: Molla Husrev ve Sadruş Şeria da bu görüştedirler. Fakat Hidâye ve

başka eser-lerdeki mutlak beyanlar bunu muhaliftir. Es-Sirac´cîa Siyer-i Kebir´den naklen:

«Kumaştaki ipek alametler ve işaretler, ister küçük ister büyük olsun, mutlaka helâldir.» Musannif

der ki: Bu fetva daha önce dört par-mak ile kayıtlanan hükme muhaliftir ve bu fetvada bizim

zamanımızda bununla müptela olanlar için büyük bir ruhsat vardır.

Derim ki: Şeyhimiz «Ben zannediyorum ki, burada alem olarak geçen kelime sancak mızrakların

uçuna bağlanan şeylerdir. Çünkü böyle bir sancak büyük de olsa helâldir» demiştir. Yani büyük bir

parça ipekliden yapılmış olsa da helâldir. Çünkü bu, elbise değildir. İşte bu tevil ile eser-ler

arasındaki değişiklik böylece halledilmiş olur. Dîbac denen saf ipek-ten yapılmış cibinlik

kullanmada erkekler için beis yoktur. Dîbac, arşı ve argacı ipekten olan nesnedir. Vehbâniye Şerhi.

Çünkü bu giyilen nesne değildir. Vehbâniye´nin sarihi bunu nezmen şöyle ifade etmişti´:

İpekten yapılmış cibinlikte uyumak caizdir.

Bu hüküm hem Kınye´de, hem de Müntekâ´da yazılıdır. Halis ipekten yapılmış uçkur bağı da

mekruhtur. Sıhhatli görüş budur. Bazıları «bunda beis yoktur.» demişlerdir

Halis ipekten yapılmış kalensuva yani fes giymek de mekruhtur. Sa-rığın altında kalsa bile ve

yakaya asılan para cüzdanı da ipektense mek-ruhtur. Kınye.

İZAH

Bilmiş ol ki giyeceklerin bir kısmı farzdır. Bu, setr-i avreti sağlayan, sıcak ve soğuktan koruyan

elbisedir. En uygunu bu kisvenin pamuk, ke-ten veya yünden yapılmış olmasıdır. Nitekim sünneti

seniyye böyledir. Onun eteği baldırın yarısında olacaktır. Yani yerlerde sürülmeyecektir. Kolların

yeni ise parmakların başına kadar olacaktır. Kolağazı ise bir karış olmalıdır. en-Natf adlı eserde

olduğu gibi nefis (çok kaliteli) ve hasis (kalitesiz) değil orta kaliteli kumaştan olacaktır. Çünkü

işlerin en hayırlısı ortancalarıdır. Bir de iki şöhretten yani son derece süslü ve son derece çirkin

davranışlardan nehyedilmiştir.

Elbisenin bir kısmı da müstahabtır. O da süs için, Allah´ın nimetini izhar için edinilen elbisedir.

Allah Resulü «Gerçekten Allah nimetini kulunun üzerinde görmek istiyor» buyurur.

Elbisenin bir kısmı do mubahtır. Bu, bayramlarda, cuma günlerinde, toplantılarda süs için giyilen

güzel elbiselerdir. Her vakit giyilmemektedir. Çünkü bunların daimi şekilde giyilmeleri gurur ve

kibire yol açar. Çoğu zaman fakirleri kızdırır. Bundan sakınmak evlâdır.

Elbisenin bir kısmı da vardır ki mekruhtur: Kibir için giyilen elbise gibi. Beyaz elbise giymek

müstahabtır. Siyah elbise de böyledir. Çünkü siyah elbise Abbasoğullarının alametidir. Cenab-ı


Peygamber, Mekkeye girdiği zaman başında siyah bir amame vardı. Yeşil elbise giymek sün-nettir.

Njtekim Eş Şir´a adlı eserde böyle denilmektedir. Bunlar Mülteka ve şerhinden alınmıştır.

El-Hindiye´de Es-Sircciye´den naklen şu hüküm yer almaktadır

«Güzel elbise giymek mubahtır. Gurur için olmamak şartıyla.» yani daha önce nasılsa elbiseyi

giydiği zaman da aynı tavırda olmak şartıy-la. Kürk giymek de mutad giyimlerdendir. Bu kürkün

bütün yırtıcı hay-vanların derisinden olmasında .beis yoktur. Ve tabaklanmış ölü hayvan derisinden

veya boğazlanmış hayvan derisinden olsa bile kürklerde beis yoktur. Bu hayvanların tabaklanması

kesilmesidir. Muhit böyle diyor. Kap-lanların ve bütün yırtıcı hayvanların derileri tabaklandıktan

sonra kulla-nılabilir. Onlar seccade yapılabilir. Eğer takımı yapılabilir. El-Muntekit de böyle yazar.

Erkekler için ayak sırtlarına kadar don giyilmesi mekruhtur. Attâbiye´de bu hüküm yer almıştır:

Demir çivilerle çivili ayakkabıların gi-yilmesinde de bir beis yoktur. Ez-Zâhîre adlı eserde namazın

caiz olma-sına mani bir necaset bulaşmış olan bir ayakkabının giyilmesi caiz mi-dir, değil midir?

Cevab: Ebû Yûsuf´un Kerâhiyet´inde, Said bin Cübeyr hadisinde zikredilmiştir ki: O tilkilerden

yapılmış fes giyer, fakat onunla namaz kılmazdı. Bu, Ebû Yûsuf´un bir hatasıdır.

Ben derim ki: Bu işaret eder ki, zaruret yokken bunu giymek caiz de-ğildir. Tatarhâniye. Fakat sarih,

namazın şartlan bahsinde şunu söy-ledi: «Kişi, namaz haricinde necis bir elbise giyebilir.» Bu fetva

El-Bahr da, El-Mebsut´a nisbet edilmiştir.

«Zaruret hariç, ipekli giymek haramdır ilh...» Nitekim ilerde gelecek-tir.

El-Muğrib adlı eserde denildi ki: «Harir tabiri pişirilmiş ibrişim de-mektir. Ondan edinilen, yani

kozadan çıkan ipekten yapılmış elbiseye de«harîr» denilmiştir.

Kınye´de dedi ki: ilh...» el-Kınye´nin naklettiği fetvayı Kınye hocası Bedî´den naklediyor. Fakat bu zat

diyor ki; «Bu Hânife´den bu fetvanın gelip gelmediğini araştırdım. Birçok kitaplara baktım. Ancak

el-Muhit sa-hibi Burhân´dan gelenden başkasını görmedim.»

Hâniye´de dedi ki: «Hülâsa şudur: Bu fetva mezhebin nakli için ko-nulmuş metinlere ters

düşmektedir. Bununla amel etmek ve fetva ver-mek caiz değildir.»

«İmameyn harp halinde ipekli giymek helâldir dediler ilh...» Yani ka-lınsa, düşman silâhlarından

insanı koruyorsa giyilmesi caizdir. Nitekim bu husus daha ileride gelecektir, ihtilâf erişi ve argacı

ipekten olan hak-kındadır. Sadece argacı ipek veya sadece erişi ipek olanlar, harp halin-de, icma ile

giyilmesi mubahtır. Nitekim bu hüküm Tatarhâniye´de yer almıştır ve ileride gelecektir.

«Ancak dört parmak kadar ilh...» İstisnası İbn Abbas´tan gelen riva-yete binaendir. O rivayet

şöyledir: «Resul-ü Ekrem katıksız ipekliden ya-pılan elbiseyi giymeyi yasakladı. İşaret ve elbisenin

argacı müstesnadır,saf ipek de aynı.»

Birde Müslim´den gelen bir haber vardır. O da şudur: «Resulü Ek-rem ipekliyi giymeyi yasakladı.

Ancak bir, iki üç veya dört parmak ka-dar ipekli ile süslenmiş elbiseler bundan müstesnadır.»

Acaba burada «dört parmak kadar» olan kısım uzunluğuna ve enli-liğine midir? Yani o ipekliden

yapılmış işaretin uzunluğu ve eninin dört parmaktan fazla olmadığını mı yoksa sadece enini mi

kastediyor? Uzun-luğu dört parmağı geçerse olur mu? Onların kelâmından insanın zihnine ilk gelen

ikinci görüştür. İkinci görüşü Sarihin kelâmından El-Havi Ez-Zâhidî´den gelen rivayet de takviye

etmektedir.

«Elbisenin alemi» onun süsü, deseni demektir. Nitekim bu husus Kâmus´ta da bu şekilde

manâlandırılmıştır. Bundan katıksız ipekliden örül-müş veya sonradan elbiseye dikilmiş desenler

kastedilmektedir. Onların kelâmının zahirinden anlaşılır ki; onunla elbise kenarlarında dikilenler

arasında fark yoktur. İkisi de dört parmak ile kayıtlıdır. Ama İmam Şafiî burada muhalefet etmiştir.

Çünkü Şâfiîler süsü dört parmakla kaydetmişlerse de etrafının her memlekette galib adete göre

takdir edilmesini ter-cih etmişlerdir. Yani bir memlekette dört parmaktan daha fazla olmak üzre

elbiselerin yakalan süslenmekte ise yine caizdir. Bize göre alem yani işaret hem yakalara takılan,

armaları, hem de elbiselerde, kullanılan desenleri kapsamaktadır. Buna perdele...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ocak 2010, 18:44:17
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 31 Ocak 2010, 18:44:17 »

METİN

Yarayı ipekli ile bağlamakta ihtilâf edilmiştir. el-Müctebâ´da hüküm böyledir. Yine el-Müctebâ´da:

«Kişi ipekli ile evini süsleyebilir.» denilir. Altın ve gümüş kaplarla süsleyebilir, fakat tefahur

kastedilmeksizin. El Kınye´de: «Fakihler için uzun bir sarık sarmak, geniş elbiseler giymek daha

güzeldir» deniliyor. Yine el-Kınye´de: «Göze, göz ağrısı gibi bir özür sebebiyle ipekliden olan siyah

bir eşarp bağlamada beis yoktur.» denili-yor.

Ben derim ki: Göz ağrısı da bir mazerettir. el-Vehbâniyye Şerhi´nde el-Müntekâ´dan alınarak

«Gömleğin ilikleri ile düğmeleri ipekliden olur-sa beis yoktur. Çünkü ilik ile düğme gömleğe

tabidirler» denilmektedir. et-Tatarhâniyye´de es-Siyeru´l-Kebir´den naklederek şöyle denildi:

«İpekli ve altından düğmelerde beis yoktur.» Yine aynı kitabta Muhtasaru´t-Tahâvî´den naklen:

«Kumaşın deseni gümüştense mekruh değil, altından yapılmışsa mek-ruhtur» denilmiştir. Fakihler

ise, «Bu müşküldür. Zira şeriat yakalarını nakşedilmesine ruhsat vermiştir. Bu nakışlar bazan

altından olabilir» de-mişlerdir.

ipekliyi yastık veya döşek yapmak, onların üzerinde uyumak helâl-dir. İmameyn, İmam Şafiî ve

İmam Malik «Haramdır» dediler. El-Mevâ-hib´te yer aldığı gibi bu görüş daha sıhhatlidir.

Ben derim ki: Buna dikkat edilsin. Fakat bu hüküm meşhurun hilâfınadır. İpekliden entari veya

kaftan yapmak icmaen mekruhtur. Bu Si-râc´dan nakledildi.

Gümüşün üzerinde oturmak icmâ ile haramdır. Mecmâ Şerhi.

Erişi ipekli, argacı keten, pamuk, yün gibi başka maddeden olan bir elbise giymek helâldir. Çünkü

elbise ancak dokunmakla elbise olur. Dokuma ise ancak argaç ile olur. Binaenaleyh onda argac

asgari itibara alınır, eriş nazara alınmaz.

Ben derim ki: el-Mevahib´den naklen Eş-Şurunbulâliye şöyle dedi: «Erişi ipekli olup da el-Attabî gibi

erişi görülenin kullanılması mekruh-tur.» Bazılarına göre mekruh değildir. Bunun benzeri

el-İhtiyâr´da yer almaktadır.

Ben derim ki: gizli değildir ki itibar yönünden tercih argace verilir. Nitekim el-Azmiyye´den böylece

öğrenildi. Hatta El-Müctebâ´da şunlar yer alıyor: Meşayihin çoğu bunun hilâfına fetva verdiler.

El-Mecmâ´ Şerhi´nde «hazz» deniz koyunlarının yünüdür, denildi. Ben derim ki, bu hüküm onların

zamanında idi. Şu anda ise el-Hazz, ipek çe-şididir. İpekliden yapıldığı takdirde kullanılması haram

olur. Burcundî ve Tatarhânî bunu ifade ettiler. Dikkat edilsin!

Sadece harpte bunun aksi helâldir. Eğer kalınsa, onunla düşmandan korunmak mümkünse.´Eğer

ince ise harpte de haramlığı icmâ iledir. Çün-kü faidesi yoktur. Sirâçtan nakledilmiştir.

Hepsi ipekli olana gelince... Harpte imama göre mekruh, İmameyne göre değildir. Mültekâ zahire

göre galib hangisi ise ona itibar edilir. Ez-Zâhidî´nin Hâvî´sinde şu hüküm yer almaktadır: Zahiri

kısmı ipekli olan veya bir hattı ipekli, bir hattı da hazdan olan mekruhtur. Tercih edilen görüşe göre

değişik yerlerde olanların bir yerdeymiş gibi sayılmaması-dır. Ancak kumaşın bir hattı ipekli bir

hattı da başka bir mâdenden olursa ve hepsi ipekliymiş gibi görünürse o zaman itibar edilir. Ama

sa-rıktaki desen gibi her hat ayrı ayrı görünürse mezhebin zahirine göre bir aradaymış gibi itibar

edilmez. Şeyhimiz de bunu kabul etti. Ben de derim ki: Daha önce bildin ki tercih edilen görüşe

göre itibar zahire değil ar-gacadır. Dikkat ediniz.

Usfur veya zaferan ile boyanmış kırmızı, sarı elbiseler erkekler için mekruhtur. İbarenin ifadesi şu:


Kadınlar için mekruh değildir. Diğer renk-leri giymekte beis yoktur.

el-Müctebâ, el-Kuhistânî ve Ebû´l-Mekârim´in En-Nikâye Şerhi´nde şu hüküm vardır: Kırmızı elbise

giymekte beis yoktur.»

Bunun ifade ettiği manâ, buradaki kerahetin kerâhet-i tenzihiyye olmasıdır. Lakin et-Tuhfe´de

«haram» olduğuna dair serahat vardır. Ve bu serahet de ifade eder ki kerahet, tahrimiyyedir.

Musannif böyle idi.

Ben derim ki: Şurunbulâlî´nin bu hususta telif ettiği bir risale vardır. O risalede sekiz görüş

nakletmektedir. Onlardan bazılarına göre müstahabtır. Mutlak olarak erkek altın ve gümüş takı

takamaz. Ancak gümüşten yüzük, kemer ve süslenmiş kılıç kullanılabilir. Çünkü bunlarda süs

astedilmemektedir. El-Müctebâ;da şu hükümler vardır: «Ortası ipekliden olan bir kemer kullanmak

helâl değildir.» Bazıları helâl olduğunu söylediler, eğer eni dört parmağa yetişmezse.

Kemerde demirden, bakırdan veya kemikten bir halka bulunursa ke-rahet yoktur. İncinin hükmü ise

ileride gelecektir.

Kişi ancak gümüş yüzük kullanır. Zira gümüş yüzük kullanıldı mı başka maddelere ihtiyaç kalmaz.

Binaenaleyh taş vesaire başka maden-lerden yüzük yapmak haramdır. Es-Serâhsî «Yeşim ve akik

taşlarından yüzük yapmak veya edinmek caizdir.» dedi. Molla Husrev bunu daha da umumîleştirdi:

Altın, demir, bakır, kalay, cam ve benzeri maddelerden yüzük edinmek haramdır. Çünkü daha önce

ancak gümüşten yüzük edi-nilebileceği geçmiştir.

Yüzük olarak onları kullanmasının keraheti sabit olduktan sonra bunların yani bu maddelerden

yapılan yüzüklerin satılması da imalinin de keraheti sabit olur. Çünkü imal ve satmakta caiz

olmayan bir şeye yar-dım vardır. Caiz olmayana götüren her şey caiz değildir. Bunun tamamı

El-Vehbâniye şerhindedir.

Yüzük konusunda halkanın gümüşten olmasında itibar edilir. Kaşın önemi yoktur. Kaş, taştan,

akikten, yakuttan veya başka maddelerden olabilir. Bu taşlara altın çiviler de çakılabilir. Taş daim

sol elin içinde tutulur. Bazıları sağ elin içinde tutulur demiştir. Ancak sağda takılması rafizlerin

alametinden olduğundan bundan sakınmak lazımdır. Kuhistanî ve başkaları.

Derim ki: Umulur ki bu daha önceydi; fakat geçti; dikkat ediniz.

Yüzük kaşına kişinin isminin veya Allah´ın isminin nakşedilmesi ca-izdir. Bir insanın şekli veya bir

kuş resmi yapmak caiz değildir.» Muhammed Resulullah» yazmak da caiz değildir. Yüzük bir

miskalden daha ağır olmayacaktır.

Sultan ve kadı ve zengin kişiler gibi ihtiyaç sahihleri hariç mühür edinmeyi terketmek efdaldir.

Kişi sallanan dişini altınla değil belki gümüşle takviye eder. İmam Muhammed ikisini de caiz

görmüştür.

Altından burun edinebilir. Çünkü gümüş kokutur. Çocuğa altın ve ipek giydirmek mekruhtur. Çünkü

giyilmesi ve içilmesi haram olanın giy-dirilmesi de içirilmesi de haramdır.

Abdest sonrası kurulanmak için veya sümkürmek, terini silmek gibi ihtiyaç için bir mendil

bulundurmak mekruh değildir. Ama tekebbür (sük-se ve caka satmak) için olursa mekruhtur.

Bir şeyi hatırlamak için parmağa bağlanan ip veya yüzük mekruh değildir. Hasılı kibir için işlenen

her şey mekruhtur, ihtiyaç içinse mekruh olmaz. İnâye.

EK: El-Müctebâ´da şu hüküm yer almaktadır: «Mekruh olan nazar-lık yani muska, Arapça´dan

gayriyle yazılandır.»

İZAH

«Yarayı ipekle bağlamakta ihtilâf edilmiştir. ilh...» Hindiye´de şu hü-küm yer almaktadır: «İpekliden

yapılmış uçkurlu elbisenin giyilmesi ih-tilaflıdır.».

«İttifakla mekruhtur» da denilmiştir. Yaralara sarılan sargı bezi de böyledir. Dört parmaktan daha

küçük olsa bile. Çünkü o başlıbaşına bir asıldır. Timurtaşî´de böyle kaydedilmiştir. T.

«Evini ipekli kumaşlarla süslemek caizdir ilh...» el-Fakîh Ebû Cafer, es-Siyer Şerhi´nde «Evlerin

duvarlarını nakışlı keçelerle örtmekte beis yoktur. Eğer bunu yapan süslenmeyi kastetmişse bu

mekruhtur» diyor.

el-Ğıyâsiye´de: «Kapı üzerinde perde sarkıtılması mekruhtur» denil-mektedir. İmam Muhammed,

«Es-Siyer-u´l-Kebir»inde bunu açıkça belirt-miştir. Çünkü bu, ziynet ve kibirdir.


Hülâsa tekebbür görüntüsü olan herşey mekruhtur. Eğer ihtiyaç ve zaruret için yapılırsa mekruh

olmaz. Tercih edilen görüş de budur. Hin-diye.

Bu ibarenin zahiri: Eğer sadece süs içinse, kibir ve fahr bahis konu-su değilse mekruh olur. Fakat

el-Hindiyye bu hükümden sonra ez-Zâhi-riyye´den buna ters düşen bir şey naklediyor. Dikkat ediniz.

BİR UYARI:

Bundan şu hüküm çıkar: Şenlik günlerinde yayılmakta olan ipekli sergiler, altın ve gümüş kaplar

kullanılmadıkları takdirde ve eğer bun-larla tefahur kastedilmiyorsa yalnız sultanın emrini yerine

getirmek için olursa caizdir. Fakat mum ve kandillerin gündüz yakılması böyle değil-dir. Bu caiz

olmaz, çünkü malı zayi etmektir. Ancak hakimin bunları yak-madığı takdirde cezalandırmasından

korkan bir kişi bunları yakabilir. Nerede münkerleri kapsıyorsa onlara da caizdir. Şehadetler

kitabında geçti ki, bir emirin gelmesi için seyretmek üzere çıkmak sahiciliğin red-dedilmesi için

sebebtir. Çünkü onu karşılamak bir sürü münkerleri, şer´an inkâr edilen hareket ve fiilleri

kapsamaktadır. Kadın ve erkek karışık-tır. Öyleyse bu daha evlâdır. Dikkat ediniz!

«Fakihler için uzun sarık bağlamak daha güzeldir ilh...» Bunun ne-deni alimler bunu bu şekilde adet

ettikleri içindir. Eğer başka bir mem-lekette alimler uzun sarıkla değil de başka şeyle tanınıyorlar,

tazim gö-rüyorlarsa ilim makamını izhar bakımından bunu yapacaktır. Bir de ama-menin

uzatılma...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ocak 2010, 18:46:14
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 31 Ocak 2010, 18:46:14 »

EK:

Demirden yapılmış, demir görünmeyecek şekilde üzerinde gümüş bir astar geçirilmiş bir yüzüğü

takmakta beis yoktur. Tatarhâniye.

«Yüzük taşını altın çivi ile tutturmak ilh...» Yüzük taşı düşmesin diye altın çivilerle çakılması

helâldir. Tatarhâniye. Çünkü o, elbisedeki çiçek-ler gibi tabidir. Kişi onu giymiş sayılmaz. Hidâye.

Hidâye´nin Ayni´ye ait olan şerhinde ise şu hüküm vardır :

«Bu altın çiviler helak edilmiş gibidir. Veya gümüş yüzüğün etrafın-daki altın dişliler gibidir. Çünkü

halk bunları hiç bir sakınca olmaksızın caiz görüyorlar ve bu yüzükleri kullanıyorlar.»

T. diyor ki: «Ben üst dairesi altından olanın caiz olduğunu zikreden kimseyi görmedim. Ancak

fakîhlerin yüzükteki altın çivilerin helâl oldu-ğunu söylemeleri çivilerden başkasının haram olmasını

gerektirir.»

Ben derim ki: Bu geçen nedenin iktizası şudur: Çividen başka da yüzüğün etrafındaki dişler gibi

altından yapılan kısımlar caizdir. Bunları gümüşe dahil etmek de mümkündür. Düşün.

«Yüzük tasını sol elinin içine doğru çevirecektir ilh...» Kadınlar bu-nun tersini yapabilir. Çünkü

yüzük kadınlar için süstür. Hidâye.

«Sol elin parmağına takacaktır ilh...» Uygun odur ki serçe parma-ğında olsun, diğerlerinde

takılmasın ve sağ elde de olmasın. Zahire

«Ondan sakınmak gerekir ilh...» el-Kuhistânî, el-Muhit´ten şunu nak-lediyor:

«Sağ eline de yüzük takabilir. Ancak bu rafîzilerin alametidir.» Bu-nun benzeri ez-Zâhîre´de de

vardır. Düşün.

«Fakat umulur ki bu eskiden vardı ilh...» Artık bu zamanda ortadan kalkmıştır. Bu zamanda sağ ele

yüzük takmak da mümkündür. Gayetu´l-Beyân adlı eserde Fakîh Ebu´l-Leys, Ed-Camiu´s Sağîr

Şerhi´nde: «sağ ve sol eller arasında fark yoktur.» demiştir. Yani isterse yüzüğü sağ eline, isterse

sol eline takar. Hak da budur. Çünkü Resulullâh´dan gelen bu hususla ilgili rivayet değişiktir.

Bazıları da «sağ ele yüzük takmak zalimlerin alametidir» demişse de bu görüş bir şey ifade etmez.

Çünkü Al-lah Resulü´nden gelen sahih nakil bunu nakzetmektedir. Bu konunun ta-mamı

Ebûl-Leysin Şerhi´nde vardır.

«Veya Yüce ALLAH´ın adını ilh...» Eğer ALLAH´ın veya Peygamber´in is-mi yüzük üzerinde nakşedilirse

o zaman, helaya girildiğinde taşın el aya-sına doğru çevrilmesi müstahab olur. İstinca edince sol

elden çıkınca sağ ele takılması müstahabtır. Kuhistanî.

«Bir insan veya kuş timsalini nakşetmez ilh...» Çünkü ruh sahibinin tasviri haramdır. Lakin namazın

mekruhatı bahsinde geçti ki uzaktan görülmeyen suretin nakşında bir zarar yoktur. Zira Danyal

(A.S.)´ın yü-züğünde, önünde emzirmekte olduğu bir yavrusu bulunan dişi aslanın resmi

nakşedilmişti. Müracaat edilsin. T.

Ben derim ki: -önce geçenden maksat ancak onunla namazın mek-ruh olduğu hakkındaydı. Bunu

nakşetmekle ilgili değildi. Burada ise nak-şın fiili bahis "konusudur. Et-Tatarhâniye´de şöyle

denildi: «El-Fakîh de-di ki: Eğer gümüş yüzük üzerinde resimler varsa mekruh değildir. Ve buradaki

resimler, elbise ve evlerdeki resimler gibi değildir. Çünkü bun-lar küçüktür. Ebû Hureyreden rivayet


ediliyor ki, onun yüzüğü üzerinde iki sinek resmi vardı.» Düşün.

«Muhammed Resulullah ibaresi yüzüğe yazılmaz ilh...» Çünkü Resul-ü Ekrem´in yüzüğüne bu

yazılmıştı. Peygamber yüzüğünde üç satır vardı. Her kelime bir satırdı: Muhammed, Resul, ALLAH.

Cenab-ı Peygamber herhangi bir kimsenin bunu yüzüğüne nakşet-mesini yasaklamıştı. Nitekim

Şemail kitabında bu böyle rivayet edilmiştir. Yani onun yüzüğüne nakşedildiği tarzda nakşetmek

veya o nakşa ben-zer bir şekilde nakşı yasaklamıştır. Ebû Bekr´in yüzüğündeki nakş «Al-lah ne

güzel kudret sahibidir,» Hz. Ömer´inkinde: «Vaiz olarak ölüm ye-ter», Hz. Osman´ın yüzüğünde:

«Andolsun, ya sabredeceksin veya andolsun pişman olacaksın.» Hz. Ali´nin yüzüğünde ise: «Mülk

ALLAH´ındın» iba-releri nakşedilmişti. İmam Azâm´ın yüzüğünde ise «Ya hayrı söyle, yoksa sükût

eyle» Ebû Yûsuf´unkinde ise: «Kendi reyiyle amel eden bir kimse kesinlikle pişman olmuştur.»

İmam Muhammedi´n yüzüğündeki nakısı «Kim sabrederse zaferi elde eder» şeklindedir. Kuhistânî,

El-Bustân´dan.

«Yüzüğün ağırlığı bir miskalden fazla olmayacaktır ilh...» Eğer bir görüşe göre miskal kadar bile

olmayacaktır. Zahire.

Ben derim ki: Resulullah´ın daha önce geçen: «Onu bir miskale de tamamlama» hadisindeki nass

tarafından takviye edilmektedir.

«Sultan ve kadı olmayan kimse için mühür edinmemek daha efdaldir. ilh...» sözü mühre ihtiyacı

olanın mühür edinmesinin sünnet olduğu-na işarettir. Nitekim El-İhtiyâr´da böyle geçmiştir.

El-Kuhistânî der ki: «El Kirmânî´de El-Halvânî´nin bazı talebelerini mühür edinmekten menettiği

hususu yer almaktadır.» El-Halvânî´deki ifade şöyledir: «S*n kadı ol-duğun zaman mühür edin.»

El-Bustân´da tabiinin bazılarından nakledili-yor: «Ancak üç sınıf mühür edinir: Emir, kâtib ve

ahmak.»

Bunun zahirine bakılırsa ihtiyacı olmayan bir kimsenin mühür edin-mesi mekruhtur.

Fakat Musannifin «Hidâye ve başkaları gibi, terkedilmesi daha efdaldir» demesi, caiz olmasını ifade

eder. Yani terkedilmesi daha efdaldir, fakat terkedilmezse de caizdir. Ed-Dürer´de «evlâ odur ki

terketsin», El-Islâh´da «ehab odur ki terkedesin» denilmektedir. Buradaki yasak tenzi­hi kerahettir.

Tatarhâniye´de El-Bustânî´den nakledilerek denildi: «Bazı kimseler, ancak otorite sahibi müstesna,

başkası için mühür edinmek mekruhtur, dediler. Fakat ehl-i ilimin umumîsi ise bunu caiz gördüler.»

Yunus bin Ebi İshak´tan rivayet ediliyor: «Ben Kays bin Ebi Hâzim´î. Abdurrahman bin El-Esved´i,

Eş´Şabî ve başkalarını gördüm ki herhangi bir saltanatları yani vazifeleri bulunmadığı halde, sol

ellerinde üstü mühür sayılan yüzük takıyorlardı. Bir de sultan süs ve mühürlemeye olan ihtiyaç için,

sultan olmayan ise, sadece süs için kullanmaktadır. Öyleyse ikisi eşit olur ve sultan olmayan bir

kimseye de caizdir. Bu hükümle biz amel ederiz.»

Bu âmmenin sözünde olduğu gibi caiz olmasını seçmek demektir. Ve «İhtiyaç sahibi olmayanlar

için onu terketmek daha evlâdır.» hükmü-ne de ters düşmektedir, anla. Bu hükmün muktezası süs

ve mühürlemek için edinmekte kerahet olmadığıdır. Sadece süs için edinilmesi içinse onun hükmü

daha önce geçti. Düşün.

«Ve ona gerek duyan ilh...» El-Minâh´da şu hüküm vardır: «Onların kelâmının zahirinden anlaşılıyor

ki; sadece üstü mühür olan yüzük edin-mek sultan ile kadı´nın özelliği değildir. Belki her ihtiyaç

sahibi onu edi-nebilir. Mübaşirler, evkaf mütevellileri, malın zaptedilmesi için mühre muhtaç olanlar

bu kapsama girsin diye müellif «ihtiyaç sahibi olmayan kişi için yüzüğü terketmek efdaldir»

ibaresini kullansaydı faide yönünden daha umumi olurdu. Nitekim bu durum gizli değildir.»

Ben derim ki: Seçkin görüş şudur: Mühür edinmek sultan ve kadı gibi ona muhtaç olanlar için

sünnettir. Sultan ve kadı gibi o ayarda olan-lar hakkındaki hüküm bu hususta sarihtir. Bunun

benzeri El-Hâniye adlı kitabta da yer almaktadır. Dikkat et, icazet, şahitlik, veya bir mektup

göndermek için velev ki az da olsa mühre ihtiyacı olanlar buna girerler mi? Veya girerse onun

hakkında mühürü terketmek daha evlâ olmaz.

EK:

Mühür edinmek ancak gümüşten olur ve erkeklerin yüzüğü gibi yapı-lır. Ama iki kaşı veya daha

fazlası olursa haram olur. Kuhistânî.

Allâme Abdulberr bin Şıhne, babasının kendisine şu şiiri okuduğu-nu söylüyor: İstediğin şekilde,

mühür edin, perva etme. İster sağ eli-nin ister sol elinin serçe parmağında olsun. Fakat taş, bakır,

demir veya altın, erkekler için haramdır. Eğer istiyorsan ismini onun üzerine nakşet. İstiyorsan celâl


sahibi olan Rabbının ismini nakşet.»

«Sallanan dişini altın ile bağlamaz, ancak gümüş ile bağlar ilh...» sözündeki «sallanma» kaydı

El-Kerhî´nin şu naklinden gelmiştir: «Kişinin ön dişleri düştüğünde Ebû Hanife´ye göre onu iade

etmek, gümüş veya altınla bağlamak mekruhtur. Ebû Hânife der ki «bu ölünün dişi gibidir.» Ancak

kesilmiş bir koyun dişi alacak, onun yerine onu bağlayacaktır. Ebû Yûsuf bu hususta Ebû Hanife´ye

muhalefet ederek dedi ki: «Dişini yerine koymak ev bağlamakta beis yoktur. Onun dişi ölünün

dişine ben-zemez.» Bunu istihsan etti.»

Bana göre bu iki görüş arasında fark vardır. Her ne kadar şu anda o farkı bilmiyorsam da. İtkanî.

Tatarhâniye´de fazla olarak şu hüküm de vardır: «Bışr dedi ki, Ebû Yûsuf demiştir: Ebû Hânife´den

bu meseleyi başka bir mecliste sordum. Dişin iade edilmesinde herhangi bir beis görmedi.»

«İmam Muhammed altın ve gümüşle dişin bağlanmasını caiz gör-müştür ilh...» Ebû Yûsuf´a gelince,

bazı görüşlere göre İmam Muhammed´le beraber olduğu, bazılarına göre ise Ebû Hânife ile beraber

ol-duğu söylenmektedir.

«Çünkü gümüş koku yapar ilh...» Altından burun edinmek İmam ka-tında caizdir. Yani diş bağlamak

ile burun edinmek arasında İmam ka-tında fark vardır. Çünkü burunda zaruret vardır. Zira gümüş

kokar. Ha-ram olan bir şey de ancak zaruret için mubah olur. Diş meselesinde gümüş vardır.

Gü...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 31 Ocak 2010, 18:48:41 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3 4 5   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes