> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar
Sayfa: 1 2 3 [4] 5   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar  (Okunma Sayısı 14805 defa)
01 Şubat 2010, 19:28:32
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #15 : 01 Şubat 2010, 19:28:32 »



BİR EK :

Bu beş meseleye altı mesele daha eklenir. O altı meselede ikisi me-tinde geçti. Birincisi, zalimi

durduracak güçte olan bir kimseden yardım istemek, «ikincisi ihtimam vererek onu zikretmektir.

Üçüncüsü, fetva is-temektir. Tebyînü´l-Mahârım´da dedi ki: «Müftüye; falan adam bana şöyle

zulmetti ondan kurtuluş yolu nedir? diyecektir. En sağlamı şudur: Kişi diyecektir ki: Babası veya

oğlu veya halktan birisi kendisine şöyle şöyle zulmetmiş bir kimsenin hakkında ne dersin? Fakat

bu kadarını sarahaten söylemek mubahtır.»

Çünkü müftü, onun tayin etmesiyle beraber, mübehem geçmesinde anlamayacağı şeyleri

anlayabilir. Nitekim İbn Hacerde böyle söylemiştir. Müslim ve Buhârî´nin ittifakla rivayet ettiği bir

hadis şu şekildedir: «Ebû Süfyân´ın hanımı Hind (Allah kendisinden razı olsun) Allah´ın Resulüne

dedi ki: Ebû Süfyân cimri bir kişidir. Bana ve çocuğuma kâfi gelecek miktarı vermiyor. Ancak ondan

bilmediği halde aldığım mal vardır. Al-lah´ın Resulü buyurdu: «Sana ve çocuklarına normal bir

şekilde kâfi ge-leni al.»

Dördüncüsü, bir köleyi satın almak isteyen kişiye o kölenin ayıbını söylemek ve açıklamak. Mesela,

onun hırsız veya zâni olduğunu müşte-riye söyler. Eğer müşterinin satana kalp para verdiğini

görürse; «Şun-lar karışık paralardır bundan sakın» diyebilir.

Beşincisi; tarifi kasdetmektedir. Yani adam topal gibi, şaşı gibi bir lakapla bilinmekte ise, öyle

diyebilir.

Altıncısı; hadis râvilerden, şahitlerden, müelliflerden ceh edilmiş ya-ni zayıf sayılmış kişileri zayıf

saymak. Bu caizdir; hatta Şeriatı korumak için vâcibtir.

Böylece vacib olan gıybet yeri onbire çıkmış oldu. Onları şu şiirim-le derlemiş bulunuyorum:

«İnsandan hoşuna gitmeyen bir şekilde sözetmek haramdır. Ancak on meselede ve bunlardan

sonra bir meseleden helâldir: (1) Zalimin zulmünü söyle, (2) Şeririn şerrini, (3) Mecruhları ceh et, (4)

Açıktan günah işleyeni belirt, (5) Meçhul bir kimseyi bilinen laka-bıyla belirt, (6) Kasden bir kimseye

hile yapmayı ortaya koy, (7) tarif et, (8) Fetva istemem de böyledir, (9) yardım istemek de, (10) Men

edicinin katında yardım istemek de böyledir. (11) Muannit -bir kimsenin zulmün-den de sakındır.»

«Gıybet, fiile de olur ilh...» sözüne gelince; hareket gibi, işaret gi-bi göz kırpma ve ileride gelecek

benzerleri gibi.

«Tarizle de olabilir ilh...» Meselâ bir şahsın sözü geçiyorken: «Bizi şu ayıplardan kurtaran Allah´a

hamdolsun» der. İşte bu, «sarih ola-rak» ifadesinin karşılığıdır.


«Yazı ile de olabilir ilh...» Çünkü kalem iki dilden birisidir. Şir´at´te: «yazı» kelimesi yerinde «kinaye»

kelimesi kullanılmıştır.

«Hareketle de olabilir ilh...» Mesela, bir insan bir başkası yanında hayırla anılırken; O da «Onun iç

yüzünü bilmiyorsunuz» kabilinden ba-şını sallarsa, gıybet olur. Düşün.

«Remizle ilh...» Kamûs´ta remiz, dudaklarla, gözlerle, kaşlarla, ağız-la, dille veya elle işaret etmek

demektir.

«Gıybet ölü olsa dahi müslüman kardeşinin kulağına gittiği zaman hoşuna gitmeyen şeyle

vasıflandırmanda ilh...» Zımmî bir kimse de müslümanın hükmündedir. Çünkü bizim lehimize ne

varsa onun da lehinedir; aleyhimize ne varsa, onun da aleyhinedir. Musannifin «müstemin»;

bahsinde; «bu kişi bir sene yanımızda kalıp kendisine cizye yüklendikten sonra eziyetten kaçınılır;

müslüman gibi onun da gıybeti haram olur.» ifa-desi daha önceden geçmişti. Bu ibarenin

zahirinden anlaşıldığına göre, harbî bir kâfirin gıybeti söz konusu olmaz.

«Gaib olduğu halde ilh...» şeklindeki ibareye gelince; bu kayıt yani «gaiblik» kaydı, gıybet

kelimesinin lügavî manasından alınmıştır. Zira ge-lecek hadiste ayrıca zikredilmemiştir. Zahire

göre, eğer kişi müslüman kardeşinin hoşuna gitmeyeni yüzüne söylerse gıybet olmaz, ona küfür ve

hakaret olur. Bu da öncelikle haramdır. Çünkü gıybetten daha fazla müslümanı rahatsız eder. Hele

gıybet, gıybeti yapılanın kulağına gitmez-den önceki halinden daha şiddetlidir. Bu aynı zamanda

Cenâb-ı Hâk´ın: «Nefislerinizi işaretle ayıplamayınız» buyruğunun iki tefsirinden biridir. Bazıları

gıybeti tarif ederken şunu söylemiştir: «Gıybet kişide bulunan ayıpları arkasından söylemektir.»

Bazıları da: «Onun yüzüne söylemek-tir» diye tarif etmişlerdir.

«Ebû Hureyre´den gelen hadis ilh...» Müslüm Sahîh´in´de ve bir baş-ka grup da rivayet etmişledir.

«Bu kişinin hoşuna gitmeyen ilh...» isterse bedenindeki, nesebinde-ki, ahlâkındaki, fiilindeki,

sözündeki veya dinindeki bir eksiklik olsun. Hatta elbsesinde, evinde veya bineğinde olan bir

eksiklik de gıybet olur. Nitekim bu Tebyînu´l-Meharim´de böyle yer almaktadır. T. dedi ki: «Dik-kat

et, eğer akıllı olmayan çocuğun hakkında, akıllı olduğu takdirde ho-şuna gitmeyen bir şey söylerse

ve o çocuk aynı anda o sözlerle eziyet duyacak akrabalarından bir kimse yok ise, bu gıybet olur mu

olmaz mı?» İbn Hacer´: «Çocuğun ve delinin gıybeti haram kesinlikle haramdır» de-miştir.

«O zaman ona bühtan etmiş olursun ilh...» Yani büyük iftirada bu-lunmuş olursun. Zira bühtan sözü

edildiğinde şiddetinden insanı hayrete düşüren bir bâtıldır. Şir´at Şerhin´de de hüküm böyle yer

almaktadır. Ay-nı Şerhte şu hüküm de vardır: «Gıybeti dinleyen reddetmedikçe gıybetin günahından

kurtulmaz. Eğer gıybet yapanın şerrinden korkarsa kalbiy-le inkârda bulunacaktır. Eğer kalkıp

gitmeye gücü var ise veya konuşma ile konuyu değiştirebilecekse bunu yapmazsa yine günahkâr

olur. İhya´ da da hüküm böyledir.»

Varit olmuştur ki: «Gıybeti dinleyen gıybet yapanlardan birisidir» buyruğu ile; «Kim ki, gıyabında

müslüman kardeşinin namusunu korur-sa, Allah´ın onu ateşten kurtarmasına hak kazanır.»

buyruğu varit olmuş-tur. Bu son hadisi İmam Ahmed Hasen bir senedle ve bir başka ce-maat

rivayet etmişlerdir.

«Eğer gıybet daha gıybeti yapılanın kulağına varmazdan evvel ilh...»

Bu ibare hadisin bir parçası değildir. Başlı başına bir sözdür.

Alimlerden bazıları dedi ki: Gıybet eden adamın sözü, gıybeti yapı-lanın kulağına gitmezden önce

tövbe ederse, gıybeti yapılandan helâl-lik dilemeksizin tövbesi faide verir. Eğer gıybet tövbeden

sonra gıybeti yapılanın kulağına varırsa, bu. kişinin tövbesi iptal olmaz denildi. Belki Cenâb-ı Hâk

ikisini de affeder. Birincisini tövbesinden ötürü, ikincisini de başına gelen meşakkatten ötürü

affeder. Bazıları da: «Böyle bir kim-senin tövbesi askıdadır; eğer gıybeti yapılan gıybet kulağına

gitmezden önce ölürse gıybetçinin tövbesi sıhhatlidir. Eğer gıybet ölümden önce kulağına varırsa

gıybetçinin tövbesi sahih değildir. Bilakis kişi gidip gıy-betini yaptığı kimseden helâllik istemeli,

bağış talebinde bulunmalıdır. Eğer kişi bir bühtanda bulunursa, kimlerin yanında konuşmuşsa

onlara gidip nefsini yalanlaması da gerekir.» Bunun tamamı Tebyînu´l-Mehârim adlı kitapta yer

almaktadır.

«Aksi takdirde gidip ona gıybetinin hepsini açıklaması şarttır ilh...» Yani istiğfar ve tevbe ile birlikte

ona konuşmalarını açıklayacak ve özür dileyecek ki, o da onu affetsin. Önce gıybeti yaptığı kişiyi

mübalağalı bir şekilde övecektir. Kendisini ona sevdirmeye çalışacaktır. Ve onun kalbini hoşnut

edinceye kadar buna devam edecektir. Eğer kalbi buna rağmen hoşnut olmazsa, onun o özür

dilemesi ve sevgiyi oluşturmaya çalışması bir iyilik olur. Ahirette o iyilikle gıybetin kötülüğünü


karşılar. Özür dilerken de ihlâslı olmalıdır. Ama aksi takdirde bu ikinci bir günah olur. Belki de

hasmının onun ´boynunda ahirette ´bir alacak hakkı da kalmış olur. Çünkü eğer hasım, bilse ki bu

gıybetçi adam özür dilemesi de sa-mimi değildir, ondan razı olmaz. Bu durumu İmam-ı Gazâlî ve

başkaları söylediler. Yine Gazâlî şöyle dedi: «Eğer ortaklıktan çekilir veya ölürse, iş işten geçti

demektir. Ve bu durum ancak çok haseneler yapmak sure-tiyle telâfi edilebilir. Ta ki kıymette bu

haseneler o gıybete karşılık olarak alınsın. Gıybeti yapılana gıybeti tafsil etmesi de gerekir. Ancak

eğer taf-sil etmek gıybeti yapılana zarar verirse, o zaman tafsilden vaz geçe-cektir. Mesela kişinin

gizlemeye çalıştığı bir ayıbını söylemek olmaz. An-cak üstü kapalı olarak bu konularda ondan

helâllik talebinde bulunur.»

Molla Ali el-Karî Mişkât Şerhi´nde dedi ki: «Acaba: Ben senin gıy-betini yaptım, hakkını helâl et

demek kâfi gelir mi? Yoksa gıybette ne kullanılmış ise onu açıklaması mı lazımdır? Alimlerimizden

bazıları: Gıy-bet konusunda ancak kişinin gıybeti bitmesiyle gıybet affedilir. Eğer ona bildirmek

fitneyi kabartacağı bilinirse o zaman onun için Allah´dan af talebinde bulunacaktır. Meçhul hakları

ibra etmek, biz Hanefîlerin ka-tında caiz olması buna delildir. Gıybeti yapılanın gıybet yapanı ibra

et-mesi müstahaptır.»

El-Kınye´de şu hüküm yer almaktadır: «Özür için hasımların el sı-kışması helâllik dilemektir.»

Nevevî´de der ki: Tahâvî´nin Fetâvâsı´nda şunu gördüm: «Gıybet konusunda pişmanlık ve istiğfar;

gıybet, gıybeti yapılanın kulağına varmış olsa bile kâfidir. Varislerin helâl etmesine de itibar

edilmez.»

METİN

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar
« Posted on: 24 Nisan 2024, 23:15:53 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlarönlisans arapça,
Logged
01 Şubat 2010, 19:32:10
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #16 : 01 Şubat 2010, 19:32:10 »

METİN

Camide dilenen bir kimseye sadaka vermek mekruhtur. Ancak dile-nen insanların omuzlarından


atlamıyorsa o vakit sadaka verilir. Muhtar ve seçilmiş kavle göre böyledir. Nitekim İhtiyar´da ve

Mevâhiburrahmân metninde böyledir. Çünkü Hazreti Ali namazda iken yüzüğünü sadaka vermiş ve

Cenab-ı Hâk onu bu sadakasından dolayı «Rükû halinde olduk-ları halde zekâtı verirler» mealindeki

âyetle övmüştür.

Allah katında isimlerin en sevimlisi Abdullah ve Abdurrahmân´dır. Ali, Reşid gibi müşterek isimlerin

verilmesi de caizdir. Ancak bizim hak-kımızda, Allah´ın hakkında irade edilenden başkası irâde

edilir. Fakat bizim zamanımızda onun gayrısıyla isim vermek daha evlâdır. Çünkü avam bazan

çağırma anında onu tasgir (küçültme) ederler. Sirâciye´de hüküm böyle yer almıştır. Sirâciye´de:

«İsmi Muhammed olanın Ebûlkâsım künyesiyle künyelenmesinde beis yoktur. Çünkü Resul-ü

Ekrem´in «Benim ismimle isim veriniz, fakat benim künyemle künyelenmeyiniz» hadisi nesh

edilmiştir. Çünkü Hazreti Ali oğlu Muhammed Hanefiyye´ye Ebû´l-Kâsım künyesini vermişti.

Kişinin babasını hanımın da kocasını ismiyle çağırması mekruhtur.

Yine Sirâciye´de geçtiğine göre: camide konuşmak mekruhtur. Cena-ze arkasında, tuvalette, cima

halinde de konuşmak mekruhtur. Ebû Leys şunu da ekledi: Bostanda Kur´an okunurken de

konuşmak mekruhtur. Mülteka´da el-Muhtâr´a tabi olarak şu da eklendi: Öğüt esnasında sesi

yükseltmek böyledir. Peki «vecd» adını verdikleri şarkı söylemek hak-kında zannın ne olabilir?

Arapça´nın diğer dillerden üstünlüğü vardır. Arapça cennet ehlinin dilidir. Onu öğrenen veya

başkasına öğreten ecir alır. Hadiste: «Arapları üç hasletten dolayı seviniz. Çünkü ben Arab´ım,

Kur´ân Arapçadır. Cen-net ehlinin dili de cennette Arapçadır.»

Aynı eserde şunlar da yer alır: Kabirleri sıvamak muhtar kavle gö-re mekruh değildir. Bazıları

mekruhtur dedi. Pezdevî dedi ki: Eseri kayıp olmasın ve hafife alınmasın diye yazıya ihtiyacı var ise,

üzerine yazı da yazılır. Musannif bunu akrabalar için vasiyet konusunun sonunda zik-retmiştir. Biz

de bunu cenazeler bahsinde daha önce zikrettik.

Bir öfkeden veya bir mali sıkıntıdan dolayı ölümü temenni etmek mekruhtur. Ancak bir masiyete

girmek korkusundan olursa o vakit mek-ruh değildir. Yani dinî bir endişe dolayısıyla değil de

dünyevî bir endişe dolayısıyla ölümü temenni etmek mekruhtur. Çünkü hadiste: «Yerin altı sizin için

üstünden daha hayırlıdır» buyurulmuştur. Hülâsa.

Çocuğa inci takmakta bir beis yoktur. Baliğin durumu da böyledir. Vehbâniye Şerhin´de Münye´ye

nisbet edilerek böyle denildi: «Tarsûsî, yakut, zümrüt gibi diğer taşları da inciye kıyas etmiştir.

Ancak İbni Vehbân bu hususta Tarsusîyle münazaa etmiştir. Yani bunların kıyas edile-bilmesi için

açık bir nakle ihtiyaç vardır, demiş; Cevhere´de, incinin ha-remliği kesinlikle kaydedilmiştir.»

Ben derim ki: Musannif Münye´deki hükmü, İ. Azam´ın sözüne, el-Cevhere´deki sözü de İmameyn´in

sözüne hamlederek; «Fakihler imameynin kavlini tercih etmişlerdir.» dedi. Binâenaleyh Kâfî´de şu

yer al-maktadır: «İmameyn´in sözü bizim memleketin örfüne daha yakındır, onunla fetva verilir.»

Sonra musannif dedi ki: «Buna binaen mezhepte erkekler için inci ve benzerinin kullanılması

mutemed´e göre haramdır. Çünkü bunlar kadınların süs eşyalarındandır.»

Çocuğun velisinin çocuğa halhal veya bilezik giydirmesi mekruhtur. Kızın ve erkek çocuğun

kulağını delmekte -istihsânen- herhangi bir beis yoktur. Mütelkâ.

Ben derim ki: Acaba burna takılan hızma caiz midir? O hükmü gör-medim.

Altından veya gümüşten yapılan bir kaleme yazmak veya altın ve gümüş hokkadan mürekkep alıp

yazmak erkek içinde (dişi için) de mek-ruhtur. Sirâciye´de böyledir, dedi. Bundan sonra şöyle dedi:

Silahı altın veya gümüş suyu ile kaplamakta beis yoktur. Atın sırtına vurulan eyerleri, ağızlarına

vurulan gemleri ve kuyruklarına geçirilen kolonyaları Ebû Hânife´ye göre altın ve gümüşle

süslemekte bir beis yoktur. Ama Ebû Yûsuf´a göre caiz olmaz.

Zeyd´in bir cariyesi vardır. Bekir: «Zeyd beni bunu satmakta vekil kıldı» dedi. Bekir´in doğru

söylediği zannı galip ise Amr için bunu vekilden satın almak da bununla cinsî ilişki kurmak da

helâldir. Nitekim bu hüküm daha önce geçti. Eğer zamanın çoğuna göre Bekir yalan söylüyor-sa

kabul etmez ve ondan cariyeyi de satın almaz. Eğer «bu başkasının malıdır» diye ona söylemezse o

zaman onu satınalmakta herhangi bir beis yoktur. Tıpkı zifaf odasına kadınlar tarafından «Senin

hanımındır» diye sokulan kadın ile cinsî ilişki kurmasının helâl olması gibi.

«Kocam beni boşadı iddetim de bitti» veya «ben falanın cariyesi idim, beni azad etti» diyen bir

kadının nikâh edilmesi eğer onun doğru söyle-diğine kanaat getirirse helâldir. Meselenin tamamı

Hâniye´dedir.

Ben derim ki: Özü şudur: Kadın kendisine muhtemel bir emri söy-lediği zaman eğer kadına güvenir


veya kalbine kadının doğru söylediği vaki olursa, onunla evlenmekte bir beis yoktur. Eğer kabul

edilemeye-cek bir emir söylerse ondan bunun açıklamasını istemedikçe onunla evlenemez.

İZAH

«Ancak halkın omuzlarından atlamıyorsa ilh...» Yani namaz kılanla-rın önünden geçmiyorsa

birşeyler verilmesi caizdir.

İhtiyâr´da dedi ki: «Eğer namaz kılanların önünden geçiyorsa halkın omuzlarından atlıyorsa ona

vermek mekruhtur. Çünkü ona vermek, hal-kın eziyeti hususunda ona yardım etmek demektir. Hatta

denildi ki: Di-lenciye camide verilen böyle bir kuruşun yetmiş kuruş kefareti olamaz.»

T. dedi ki: «Camide dilenciye vermenin kefareti, çoğu kez halkın omuzlarından atlayıp eziyet

vermesinden dolayıdır. Eğer camide saflar arasında bir aralık var ise, dilenci de oradan gidiyorsa,

halkın omuzlarından atlamıyorsa ona sadaka vermekte kerahet yoktur. Nitekim bu mef-humundan

böyle anlaşılır.»

«Hz. Ali namazda olduğu halde vermiştir ilh...» Yani namazda ca-mide idi. Evet bu kayıt takdir

edilirse delil tamam olur. Veya en üstünü olan namazda vermek caiz olduktan sonra, mescitte

vermenin caiz ol-ması daha evlâ olur. T.

«İsimlerin en sevimlisi ilh...» sözüne gelince; Bu, Müslüm, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve başka

muhaddislerin İbn Ömer´den merfû olarak rivayet ettikleri bir hadisin lafzıdır. Münâvî der ki:

«Abdullah mutlak bir şekilde en efdal isimdir. Hatta Abdurrahman´dan da efdaldir. Bu iki isimden

son-ra isimlerin en efdali Muhammed´dir sonra Ahmed´dir sonra İbrahim´dir.

Yine Münâvî başka bir yerde dedi ki: «Abdurrahman ile Abdullah´a onlar gibi alan isimler de ilhak

edilmiştir. Abdurrahim ve Abdülmelik gi-bi. Bu iki isimle isimlenmenin efdal olması, kullukla

isimlenmeyi irâde etmekten dolayıdır. Çünkü Araplar daha önce kişiye Abdüşems (güne-şin kulu),

Abdüddar (evin kulu) şeklinde isim verirlerdi. Binaenaleyh bu hadis, Muhammed ve Ahmed isimleri,

Allah katında bütün isimlerden da-ha sevimlidir, hükmüne muhalif düşmez. Çünkü Cenab-ı Hâk,

Peygambe-ri için ancak katında en sevimli olan ismi seçmiştir. Bu doğrunun ta ken-disidir. Onu

mutlak manâya hamletmek caiz değildir.»

Varit olmuştur ki: «Bir kişiye Cenâb-ı Hâk bir erkek çocuk verir o da ona Muhammed ismini verirse,

o kişi de onun çocuğu da cennette olurlar.» İbn-i Asâkir Ümâme´den merfu olarak rivayet etmiştir.

Suyûtî de-di ki: «Bu hadis bir konuda vârid olan en uygun hadistir. Onun isnadı da Hasendir.»

Sehâvî dedi ki: «Onların: «İsimlerin en hayırlısı kendisinden kulluk manâsı veya hamd manâsı

anlaşılan isimdir» sözüne gelince; bunu bil-miyorum.»

«Ali ismini vermek caizdir ilh...» sözüne gelince: Tatarhâniye´de Sıraciyden nakledilerek yer alan

hüküm şöyledir: «Allahın Kitabı´nda bulu-nan el-AIi, er-, el kebir, el-Bedi gibi isimleri çocuğa

vermek caizdir. «Bu-nun benzeri Minahta yine Siraciyeden nakledilerek varit olmuştur. Bunun

zahirinden: Elif Lam´lı dahi olursa isim olarak çocuğa verilmenin caiz ol-duğu anlaşılır.

«Fakat bizimle Allah arasında müşterek olan isimlerle isim verdir-memek zamanımızda daha evlâdır

ilh...» sözüne gelince; Ebu´l-Eys dedi ki: «Acemlerin, yani arap olmayanların Abdurrahman ve

Abdurrahim is-mini vermesi hoşuma gitmiyor. Çünkü onlar bu isimlerin ne demek ol-duklarını

bilmiyorlar. Ayrıca bunları küçülterek kullanıyorlar.» Tatarhâniye.

Bu durum bizim zamanımızda çokça yaygındır. Çünkü Abdurrahim Abdulkerim veya Abdulaziz

isimli insana çağırarak mesela Rahayyim, Kureyyim, Uzeyyiz derler. Abdulkadir isimli insanı da

Kuveydir şeklinde çağırırlar. Bunu kasten yaparsa kâfir olur.

Münye´de şu hüküm yer almaktadır: «Kim Esmayı Husnadan birisine izafe edilen Abdulaziz ve

benzeri isimlerin sonuna tasgir (küçültme) eda-tını eklerse ve bunu kasten yaparsa, kâfir olur. Eğer

ne dediğini bilmi-yorsa, kasti de yapmamış ise küfrüne hüküm edilmez. Kendisinden bu sözü

dinleyenin ona bunu öğretmesi vacibtir.»

Bazıları da ismi Abdurrahman olana Rahmün derler. Türkmenler gi-bi bazıları da Muhammed´e

Hamdo, Hasan´a Haso derler. Dikkat et, aca-ba onlar için bu iki ismi terketme...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Şubat 2010, 19:46:39
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #17 : 01 Şubat 2010, 19:46:39 »

METİN

FER´İ KONULAR :
«Şâfiînin kavline gelince» diye yazarsa, Ebû Hanife´nin cevabını da yazmalıdır.

Müftü «Bu kişi yemini kabul edilir.» diye yazdığı zaman, «hüküm ba-kımından tasdik edilmez» diye

de yazmalıdır. Ta ki kadı onun yeminini bozmuş olduğuyla hükmetsin.

Kur´ân´ı, ezanı güzel bir sesle tercî etmek, güzeldir. Eğer orada faz-ladan harf eklemezse. Eğer

fazladan harf eklerse, hem okuyana hem de dinleyene kerahet vardır. Kişinin Kur´ân okuyana:

«Güzel yaptın» de-mesi, eğer onun sükutu için ise güzel bir sözdür. Eğer «O kıraati güzelleştirdin»

anlamında olursa kişinin küfründen korkulur.

Hakkın zaferi için ilmi münazara etmek, ibâdettir. Fakat şu gelecek üç hasletten birisi için münazara

etmek haramdır. 1 - Bir müslüman mağlup etmek, 2 - İlmini ortaya koymak, 3 - Dünya veya mal veya

halkın katında makbul olmak için...

Vaaz ve öğüt vermek için minberler üzerinde hatırlatmak yani öğüt vermek, nebiler ve mürsellerin

Sünneti Seniyesidir. Riyaset için mal ve kabul için genel bir kabul için yapıyorsa yahudi ve

hıristiyanların sapıklığındandır.

Kur´ân´ı bilinen bir okuyuşla ve şaz okuyuşla bir defada okumak el-Havî el-Kudsî´de yer aldığına

göre mekruhtur.

Erkekler için saclarını ve sakallarını harpte değilse dahi kınalamak en sıhhatli görüşe göre

müstahaptır. Fakat en sıhhatli görüş, Allah´ın Resulünün böyle birşey yapmadığı olur... Siyah ile

boyamak mekruhtur. Bazıları da mekruh değildir dediler. Mecmau´l-Fetâvâ. Bütün bunlar

Mu-sannifin Minâh´ından nakledilmiştir.

Kendisinden yararlanmayan kitaplardan Allah´ın, meleklerin ve pey-gamberlerin ismi silinir gerisi

yakılır. Akan bir suya olduğu gibi atılma-sında da beis yoktur. Veya defnedilir. Peygamberlerin

cesetlerinin def-nedilmesinde olduğu gibi bu daha güzeldir.

Mekruh olan kasasa gelince: kişinin kavme belirli ve bilinen asılları olmayan şeyleri söylemesi

veyahut kendisinden hiçbir nasihat alınma-yan şeylerle halka vaaz etmesidir. Veya aslında eksiklik

veya fazlalık yapmasıdır. Fakat latif ve ince ibarelerin süslenmesi için şerhin fayda-ları için

fazlalıklar eksiklikler yaparsa bu güzeldir.

Efdal olan, naibe (zaruret için toplanan vergi) hususunda mahalle-sinin sakinlerine ortak olmasıdır.

Fakat bizim zamanımızda bu naibenin çoğu zulümdür. Binaenaleyh onu nefsinden uzaklaştırma

imkânına sahip olan bir kimse, böyle yaparsa güzellik yapmış olur. Eğer verirse o vakit istemeyerek

acizliğinden vermiş olsun.

Hak sahibinin hakkının cinsinden başka malı almak yetkisi yoktur. Fakat İmam Şafiî haksızın

malından hakkı kadar -ister cinsinden olsun ister olmasın- almayı caiz görmüştür. İmam Şafiî´nin bu

görüşü daha geniştir.

Bir öğretmen talebelerinden sergilerin parasını istese o parayı toplasa; bir kısmıyla sergi alıp bir

kısmını da kendisine bıraksa; tasarrufta yetkisi vardır. Çünkü o paralar çocukların babalarından

ona temlik edil-miştir.

İZAH

«Şâfiînin kavline gelince diye yazarsa ilh...» sözüne gelince; burada sözle sormak yazı gibidir. Diğer


mezhep sahipleri de İmam Şafiî gibidir.

«Ebû Hanîfe´nin cevabını yazması gerekir ilh...» Bu, fakihlerin: «Ki-şi mezhebinin doğru olduğunu,

hatâ ihtimalinin bulunduğunu; başkasının mezhebinin ise hata olup doğru ihtimalinin bulunduğu»

şeklinde inan-masından ileri geliyor. Bu hüküm: «Daha üstün varsa onun altındaki bir insanı taklit

etmek caiz değildir.» kaidesine dayanır. Fakat hakikat şudur ki; böyle birşey caizdir. Bu inanç

müctehit hakkındadır. (Yani müctehid kendisinin doğruyu bulduğunu, hata ihtimali • bulunduğuna,

başka müctehidin hatalı olduğunu doğruyu bulmuş olmak ihtimalinin bu-lunduğuna, inanmalıdır).

Tâbi mukallid için bu inanç gerekmez. Çünkü mukallid, feri meselelerde müctehidlerden herhangi

birisini taklid etmek-le kurtulur. Mukallidin üzerinde tercih vacib değildir. Bunun benzeri, üstad

Abdulgani en-Nablûsî´nin: Hülasâtu´l-Tahkîk fî Beyânı Hukmi´t-Taklîd adlı eserinde yer almaktadır.

Müftü: «Bu kişi diniyle yemine verdirir dediği zaman» yani bunu ya-zarsa; meselâ, kendisinden

yemin edip istisna yapan ve yeminini hiç kim-seye duyurmayan bir kişinin hali sorulursa, cevap

olarak: Bu kişi kendi-siyle Rabbı arasında keffarete çarpılmaz.» diyecektir. Bu cevabın arkasın-da

«Fakat, hüküm yönünden doğrulanmaz» diye yazılmalıdır. Çünkü ka-dıların çoğu bizim

zamanımızda cahildirler. Çoğu kez hakim, «bu adam madem din yönünden tasdik edilmiştir; hüküm

yönünden de tasdik edilir.» diye zannedecektir.

«Kur´ân ve ezanı güzel sesle tercî etmek güzeldir ilh...» sözüne ge-lince; en uygunu tağannî sözünü

kullanması idi. Çünkü «tercî» lügatta «tekrarlamak» demektir. Muğrib´de müellif dedi ki: «Ezandaki

tercî de bundandır. Çünkü müezzin evvelâ şehadet kelimelerinin ikisini sesini al-çaltarak getirir.

Sonra onları sesini yükselterek tekrarlar.

Zahîre´de şu ifadeler vardır: «Eğer lahinler kelimeyi bozmuyorsa, tagannî yapılan harfleri meydana

getiren uzatmaları, bir harf iki harf ola-cak hale getirmiyorsa; yalnızca sesin güzelleştirilmesi için

yapılıyorsa ve kıraatin güzelleştirilmesi hedef edinilmiş ise; o zaman namazın fasid ol-ması

gerekmez. Bu biz Hanefîler katında namazda da namazın haricin-de de müstahabtır. Eğer kelimeyi

bozuyorsa, no azı ifsad eder; çünkü bu, yasaktır. Med´in ancak, med, havaî ve illetli < harflerde

yapılması ca-izdir.»

Kıraati ses ile güzelleştirmek hususunda birçok hadisler vârid olmuş-tur. O hadislerden birisi

Hâkim ve başka muhaddislerin Câbir´den şu la-fızla rivayet ettikleri hadistir: «Kur´an-ı seslerinizle

güzelleşiriniz. Çünkü güzel ses, Kur´â´nın güzelliğini arttırır.»

«Eğer harf ilâve ederse ilh...» Yani eğer kelimenin manâsını değiş-tirecek tarzda ise mekruhtur, yani

haramdır.

«Ve böyle bir kimsenin hakkında küfürden korkulur ilh...» Çünkü böyle bir kimse haram olduğu

üzerinde icmâ olunan bir haramı hasen kılmıştır. T. Umulur ki, bu kişi yüzde yüz kat´î şekilde kâfir

olmaz. Çünkü onun bunu tahsîn etmesi Kur´ân´ın anlamını değiştirmekten dolayı değil, belki nağme

ile okuyup bir çeşit neşe verdiğinden dolayıdır. Düşün. Bi-zim zamanımızda halk için haram

tağannîde bulunan kişilere: «Allah mü-barek kılsın, Allah nefeslerini güzelleştirsin» demek de buna

yakındır. Eğer tağannisinden dolayı ise, bu dinlemekle beraber ayrı bir masiyettir. İşte bu durumda

küfre düşmekten korkulur. Bu noktaya dikkat kesilme-lidir.

«Dünya veya mal veya insanların yanında kabul için yaparsa yahu-di ve hıristiyanların delâletinden

olur ilh...» Havî el-Kudsî´nin ibaresi şöy-ledir: «Mal veya mal benzeri veya kabul benzeri bir iş için

yaparsa» Minâh´da da ibare böyledir.

«Şart kıraat ilh...» on kıraatin dışında kalan kıraattir. T.

«Bir defa da okursa ilh...» Sadece şaz kıraat ile yetinmesinde ke-rahet vardır, demesi evlâ olurdu.

Bunun namazda kâfi gelmeyeceğini ve namazı ifşa de de etmeyeceğini daha önce belirtmiş idik. T.

«el-Hâvî el-Kudsî´de böyledir ilh...» ibaresi; yani «Kur´ân-ı tercih´le okumak» meselesinden buraya

kadar geçen bütün ifadeler; Hâvî el-Kudsî´de vardır.

«Saçlarını ve sakalını kınalaması müstahabtır ilh...» sözüne gelin-ce; erkeklerin ellerine, ayaklarına

kına yakması mekruhtur. Çünkü kendisini kadınlara benzetmiş oluyor.

«En sıhhatli görüş, odur ki Resul-ü Ekrem bu işi yapmamıştır ilh...»

Çünkü Cenâb-ı Peygamber´in kınaya ihtiyacı olmamıştır. Zira vefat etti-ği zaman saçında ve

sakalında yirmi taneden az beyaz kıl vardı. Hatta Buhari ve başka hadis kitaplarında olduğu gibi

onyedi tüy vardı. Ebû Bekir Sıddık´ın hem kınayı hem de ketem denilen kınamsı maddeyi kul-landığı

varid olmuştur. Medenî.


«Siyah boya ile mekruhtur ilh...» Yani harpten başka anlarda. Zahî-re´de müellif dedi ki:«Taki

düşmanın gözünde dona korkulu ve heybetli olsun diye harb için siyaha boyanmak ittifakla

övülmüş bir harekettir. Eğer kadınlar için süslü görünmek için ise mekruhtur. Meşayih umumî

olarak kanaattedirler. Bazıları da «Kerâhetsiz olarak caizdir» demişler-dir. Ebû Yûsuf´un şöyle

söylediği rivayet ediliyor: «Nasıl kadının süslen-mesi hoşuma gidiyorsa, onun için benim de

süslenmem onun hoşuna gi-der.»

«Kendileriyle faydalanılmayan kitaplardan Allah, melekler ve pey-gamberler ismi silinir, yakılır ilh...»

sözüne gelince bu meseleler buradan şiirlerin geleceği noktaya kadar hepsi el-Müctebâ´dan

alınmıştır. Nitekim ileride Müctebâ´ya nisbet edilecektir.

«Peygamberde olduğu gibi ilh...» İbaresine gelince; Nüshaların çoğun-da böyledir. Fakat

bazılarında el-Eşbâh´da olduğu gibidir. Ancak Müctebâ´nın ibaresi «Defnetmek, Peygamberler ve

veliler öldükleri zaman olduğu gibi, burada da daha güzeldir. Bütün kitaplar çürüdüklerinde

ken-dilerinden artık yararlanılamaz hale geldiklerinde de hüküm böyledir.»

Yani onları defnetmek kitapların tazmini helâldar etmek değildir. Çünkü insanların en üstünleri olan

Peygamberler defnedilirler.

Zahîre´de şu hüküm yer almaktadır: «Mushaf, yırtılır v...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Şubat 2010, 19:57:52
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #18 : 01 Şubat 2010, 19:57:52 »

Farz-ı aynla iştigal etmek farzı kifayeyi izhar etmekten daha

evlâdır.»

Bu ibare ifade eder ki; Kur´ân´ın geri kalan kısmını öğrenmek fıkıh ilminden ihtiyaçtan daha fazla

olanı öğrenmekten daha evladır. T.

Fakat bu görüşte nazar vardır. Çünkü Kur´ân´ın geri kalan kısmı ile fıkhın zaruri ihtiyaçtan fazla olan

kısmı eşittir. Her ikisi de farz-ı kifayedir. Belki biz daha önce El-Hizâne adlı kitabtan gıybet bahsinin


hemen önce naklettik ki: «Fıkhın tamamı gereklidir.» Oraya müracaat et. Bunun ifade ettiği mana

şudur: Fıkıh iliminin öğrenilmesi daha üstündür. Düşün.

Sonra bunun Şurunbulâli´nin şerhinde tasrih edildiğini gördüm: «Sanki bunun nedeni bunun

yararının insanı aşıp diğer müslümanlara da dokun-masına bağlanmış gibi geldi bana.» Düşün.

«Dersin hitamında, sözün bittiğini ilan etmek için «Alluhualem» ve benzeri kelimeleri kullanmak

mekruhtur ilh...» Yani dersin sona erdiğini bildirmek için «vesallalahu ala Muhammedin»,

«Allaualem» denilmesi mekruhtur. Eğer dersin sonunu ilan için değilse bu kelimelerin

kullanıl-masında kerahet yoktur. Çünkü bu kelimeler zikirdir ve onlara teslim ol-maktır. Ama dersin

sonucunu ilan etmek için kullanmak ise böyle değil-dir. Çünkü bunu ilan aleti olarak kullanmış

oluyor. Birisi içeri girdiğinde kendisine yer hazırlansın ve onu tazim etsinler diye -oturanlara

geldiğini bildirmek için- «Yâ Allah» kelimesini kullanmak da bunun benzeridir. Bekçi

«Lailaheülallah» ve benzerlerini ev veya hizmet sahibine uyanık olduğunu bildirmek maksadıyla

sesli kullanırsa, eğer maksadı bu kelimelerle zikir değilse, kerahet işlemiş olur. Ama kendisinde iki

kasıt varsa, yani hem zikir yapar, hem de uyanık olduğunu hissettirmek için söylerse hangisi

galibse o itibara alınır. Nitekim bunun benzerlerinde de galib olan itibara alınmıştır.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

05 Mart 2016, 13:36:55
Pelinay
Bölüm Görevlisi
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.696


« Yanıtla #19 : 05 Mart 2016, 13:36:55 »

kadın diğer bir kadının ağzı ve yanaklarını karşılaştıkları zaman veya veda ederken öpmesinin

mekruh olduğu gibi.

Farkli konularda guzel bir derleme olmus.ancak bn bunun neden yasaklandigini anlayamadim.cunku toplumumuzda yapilan bir sey ki zamn zamn bnde yapiyorm.
Bu konuda aydinlatirsaniz cok sevinirim.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 2 3 [4] 5   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes