> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar
Sayfa: 1 2 [3] 4 5   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar  (Okunma Sayısı 14806 defa)
01 Şubat 2010, 19:06:42
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #10 : 01 Şubat 2010, 19:06:42 »



METİN

Erkeğin diğer erkekle aynı yatakta yatması caiz değildir. Her birisi yatağın bir kenarında olsa dahi.

Allah´ın Resulü: «Bir tek elbisede bir er-kek diğer erkek ile yatmasın, bir tek elbise ile bir kadın

diğer bir kadınla yatmasın» buyurmuştur. Erkek veya kız çocuk on yaşına geldiği zaman aralarını

«ayırmak vacib olur. Kendisiyle kardeşinin, kızkardeşinin, anne-sinin, babasının yataklarını ayırmak

vacib olur. Çünkü Allah´ın Resulü (S.A.V.): «Çocuklarınız on yaşına geldiklerinde yataklarını

ayırınız» bu-yurmuştur. En-Netef adlı eserde: «Kişi altı yaşına geldi mi yatağını ayır-ması gerekir.»

diyor. El-Müctebâ´da da böyle denmiştir. Aynı kitab´da ay-rıca şu da vardır: «Erkek çocuk şehvet

haddine vardı mı ergin erkek gibidir. Kâfir bir kadın da bu hususlarda müslüman kadın gibidir.»

Ebû Hânife´den gelen bir rivayete göre hamam sahibi hamama gelenlerin görülmesi caiz olmayan

yerlerine bakabilir. Ebû Hânife buradaki delilini de sünnet olmaktan almıştır. Meselâ ergin bir insanı

sünnet et-mek için avretine bakmak helâl olduğu gibi, bu da helâldir. Denilmiştir ki, büyük bir

insanın kendi nefsini sünnet etmesi mümkünse kendisini sünnet etmelidir. Eğer imkânı yoksa

kendisi sünnet etmez, başkasına sünnet ettirir. Ancak sünnetçi bir kadını nikâh yoluyla veya

sünnetçi bir cariyeyi satın almak yoluyla da sünnet olmak imkânı varsa onlar vasıta-sıyla sünnetini

icra eder. Zahire göre büyük insan sünnet edilir ve kesil-mesi gereken kabuğun çoğunun kesilmesi

de kâfi gelir.

Alim ve takva sahibi bir kişinin elini öpmekte, -teberrük yoluyla olursa- bir beis yoktur. Dürer.


Musannif El-Câmi´den nakletti ki: Hakim ve adil bir sultanın elinin öpülmesinde beis yoktur. Hatta

bazıları bunun sünnet olduğunu söylemiş-lerdir. Müctebâ.

Alimin başını öpmek elini öpmekten daha güzeldir. El-Bezzâziye´de böyledir. Alim ve adil sultandan

başkasının elinin öpülmesine ruhsat yok-tur. Tercih edilen görüş budur. Müctebâ.

El-Muhit´te: «Eğer bir kişinin müslüman olmasını tazim ve ona ikram etmek bakımından eli

öpülürse, caizdir, eğer dünyalık için öperse mekruhtur» denilmektedir.

Eğer bir kişi bir alim ve zahidden «bana ayağını ver de öpeyim» diye talebde bulunursa, o da

ayağını ona verirse ayağını öper. Bazıları «Ayak öpmekte ruhsat yoktur» demişlerdir. Nitekim bir

kadın diğer bir kadının ağzı ve yanaklarını karşılaştıkları zaman veya veda ederken öpmesinin

mekruh olduğu gibi. Nitekim «kıyl»i öne alarak El-Kınye´de bunu söyle-miştir. Bazı cahillerin

başkasıyla bir araya geldiklerinde sanki onun eliymiş gibi kendi elini öpmesi de böyledir, yani

mekruhtur. Ve bunda bir ruhsat yoktur. Mülakat anında arkadaşının elinin öpülmesi ise mekruh-tur,

bu hususta icmâ vardır. Bazı kimselerin alimlerin huzurunda veya büyük insanların huzurunda yer

öpmeleri de böylece mekruhtur ve ha-ramdır. Bunu yapan, yeri öpen ve rıza gösteren de günahkâr

olur. Bu, putlara tapmaya benzer. Bunu yapan ile razı olanlar ibadet ve tazim yo-luyla olduğu

takdirde kâfir olurlar. Eğer tahiyye yoluyla yani selamlaşma yoluyla olursa kâfir olunmaz, fakat

günahkâr ve büyük bir günah işlemiş olur.

El-Mültekat adlı kitapta «Allah´dan başkasına tevazu haramdır» de-nilmektedir. El-Vehbâniye´de:

«Caizdir, hatta gelene tazim olsun diye aya-ğa kalkmak menduptur.» sözü vardır. Nitekim ayağa

kalkmanın caiz ol-ması gibi. Velev ki alimin huzurunda okuyucu için ayağa kalkmakta ol-duğu gibi.

Bunun hükmü nazmen ileride gelecektir.

FAYDALI BİR NOT: Öpmek beş vecih üzerinedir:

1 - Sevgi öpmesi. Çocukların yanaklarından öpülmesi gibi.

2 - Merhamet öpmesi. Anne ve babanın başlarını öpmek.

3 - Şefkat öpmesi. Kardeşlerin alnından öpülmesi.

4 - Hanım ve cariye için şehvet öpmesi ki ağız üzerinde olur.

5 - ikram öpmesi ki müminler için el üzerinde olur.

Bazıları «altıncı öpme olan din öpmesi konusu geçti. »

El-Kınye´de kabristanlarda ilgili konuda şunu söylemektedir:

«Mushafın öpülmesi vardır.»

Bazıları «mushafın öpülmesi bidattir» dediler. Lâkin Hz. Ömer´den gelen rivayete göre o, her sabah

mushafı alır, öper ve «Bu Rabbimin ah-dîdir, menşurudur» derdi. Hz. Osman da Mushaf´ı öper ve

yüzüne sürerdi.

Ekmeğin öpülmesine gelince, Şâfiîler «mubah bir bidattir» bazıları da: «bid´atı hasenedir» derler.

Alimler «onu çiğnemek mektuhtur, fakat öpmek mekruh olmaz» dediler. Bunu İbn-i Kasım, İbn-i

Hacer´in Şerhul Minhacı üzerindeki haşiyesinde söylemiştir. Bu da Velime bahsinde geçmiştir. Biz

Hânefîlerin kaideleri de buna engel teşkil etmemektedir. Bu eserde gelmiştir: «Sakın ekmeği

bıçakla parçalamayınız ve ona ikram ediniz. Çünkü Allah ona ikram etmiştir.»

İZAH

«İki erkeğin aynı yorgan altında perde olmaksızın yatmaları caiz de-ğildir ilh...» Aynı örtü içinde

aralarında perde olmaksızın demektir. Gele-cek hadisten anlaşılan da budur. El-İtkânî, Hidâye´nin

hilafına «El-Mukâme´a» kelimesini böylece tefsir etmiştir. Acaba bundan maksad ikisinin aynı

elbiseye sarılmaları mıdır yoksa birisi başka bir elbiseye sarılarak aynı yatağa girmeleri midir?

Zahire göre birinci görüştür. Onu Mecmau´l-Bihâr´da nakledilen de tekid etmektedir. Yani ikisi

soyunarak, bir yatağa giriyorlar. Eğer aralarında perde varsa tenzihen mekruh olur. Düşün.

«Oğlan veya kız on yaşına geldiğinde ilh...» El-Müctebâ´da gördü-ğüm gibi Es-Şir´a´da naklediyor:

«Çocuklar on yaşa geldiklerinde ayrı ayrı yatırılırlar. Erkek ve kız çocuklar arasında perde gerilir.

Çocuklar ile er-keklik çağına gelenler arasına da perde gerilmelidir. Zira bir arada olma-ları fitneye

davet eder. Velev ki fitne daha sonra olsa da.»

El-Bezzâziye´de «Çocuk on yaşına geldiğinde annesiyle, kız karde-şiyle aynı yatakta yatamaz. Karısı

ve cariyesi müstesna, başka bir ka-dınla da aynı yatakta yatamaz» denilmektedir.

Maksad mahzura girmekten korkarak uyku anında aralarını ayırmak-tır. Çünkü çocuk on yaşına


geldiği zaman artık cinsi ilişkiyi akledebilir. Onu bu fitneye düşmeden alıkoyacak bir din de yoktur,

kendisi için. Çoğu kez kızkardeşi ve annesinin üzerine düşebilir. Çünkü uyku istirahat za-manıdır,

şehveti de tahrik eder. Veya uyku halindeyken elbiseler, ister erkek ister kadın olsun, avret

mahallinin üzerinden kayabilir. Bu, mah-zura yol açar ve hassaten bu zamanın çocuklarında haram

olan sarılma-lara sebsb olur. Çünkü bu zamanın çocukları fasıklığı büyüklerden daha fazla

bilmektedirler.

Müellifin «anne ve babasından da ayrı olacaktır» ibaresi zahiren de-lâlet e-der ki, babasından da

annesinden de ayrılır. Yani onlarla beraber, onların yatağında yatamaz. Çünkü böyle, bir durumda

onların arasında cereyan eden şeylere muttali olabilirler. Fakat tek başına yatarsa veyathut da

kendisi babasıyla yalnız, veya kız, annesiyle yalnız yatarsa durum değişir. Erkek çocuk başka bir

erkekle veya ecnebi bir kadınla da yata-maz. Buna müsamaha edilemez. Çünkü fitneden korkulur.

Hele çocuk parlak yüzlü ise. Herne kadar böyle uyumalarda bir şey oluşmazsa da o erkek veya

kadının kalbi ona bağlanabilir. Başka bir zamandan sonra da fitne hasıl olabilir. Bu tertemiz şeriat

ne güzel dindir; fesadın kökünü söküp atmıştır!

Kim ki davranışlarda ihtiyatı elden bırakırsa mahzurlara girmiş olur. Darbı meselde «testi her zaman

sağlam kalmaz» denilmektedir.

«Müctebâ´da da böyledir ilh...» sözü işaret eder ki metinden sonra buraya kadar olan kısımların

hepsi Müctebâ´nın sözüdür.

«FahI gibidir ilh...» tabiri geçmektedir. Bu, «baliğ ve ergin insan gibi-dir» demektir. Nitekim

Tatarhâniye´de fahl´ı böyle tevil etmiştir. Yani av-rete bakmak, aynı yatakta yatmak hususunda baliğ

erkek gibidir.»

«Kâfir kadın da müslim kadın gibidir ilh...» sözüne gelince, muhte-mel ki burada: «Kâfirenin

müslüman kadına bakması, müslüman kadının müslüman kadına bakması gibidir.» hükmü

´kastedilmiş olsun.

Bu ise tercih edilen görüşe aykırıdır. Daha önce musannif, «Zımmi bir kadın en sıhhatli görüşe göre

ecnebi bir kişi gibidir.» kavliyle takdim etmiştir. Muhtemel ki maksad şudur: Erkek, müslüman

kadına baktığı gibi kâfire kadına bakar.

Bunun karşılığı Tatarhâniye´de yer alan hükümdür: Rivayet ediliyor ki kâfire kadının saçına

bakmakta bir beis yoktur.

«Ebû Hânife´nin hamam sahibi avret yerine bakabilir ilh...» sözü ise mutemed bir söz değildir.

Çünkü El-Vahbâniye´nin sarihinde bunun ne-denleri yer almaktadır.

Kişinin avret mahallini hizmetkârları değil de kendi eliyle sıvazlaması, yağlaması, tedavi -etmesi en

uygun olanıdır. Sahih görüş budur. Çünkü bakılması caiz olmayan bir yerin ellenmesi de caiz

değildir. Ancak o ye-rin üzerinde elbise varsa caiz olur.

İbn Mukatil: «Başkasının avretini, tüyleri düşürücü zırnık ile sıva-lamakta beis yoktur. Bu tıpkı

sünnet etmek gibidir, fakat bunu yaptığı zaman gözünü ka...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar
« Posted on: 25 Nisan 2024, 00:06:53 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlar ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Yasaklar ve Mubahlarönlisans arapça,
Logged
01 Şubat 2010, 19:09:12
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #11 : 01 Şubat 2010, 19:09:12 »

ALIŞ-VERİŞ FASLI

METİN


İnsan pisliğini hiç bir şey »katılmaksızın satmak mekruhtur. Tezek satmak mekruh olmadığı gibi

caizdir. Fakat İmam Şafiî burada muhale-fet etmiştir. İnsan pisliği toprakla veya kumla ´karıştırılır

veya toprak ve kum maddesi fazla ise sahiha göre satılması sıhhatlidir. Nitekim onun karışımından

intifa etmenin de sıhhatli oluşu gibi. Hatta katıksız insan pisliğinden de intifa edilebilir,

menfaatlenilebilir. Mesela gübre olardık kullanılır. Nitekim Zeylâî ve ´başka alimler bunu tashih

etmişlerdir. Bu, Hidâye´nin tashihine ters düşmektedir. Zira tashihde ihtilâf vardır. El-Mültekâ´da yer

alan hüküm şudur: «İnsan pisliğinden yararlanmak hük-münde satmak gibidir». Anla.

Kâfir üzerinde bulunan bir borcu kâfirin şarap satmaktan aldığı pa-radan alınabilir. Çünkü kâfirin

sarab satması sahihtir. Ama müslüman üzerindeki borç şarap parasından ödenmez. Çünkü

müslümanın şarap satması bâtıldır. Ancak şarabı bir zimmîyi vekil ederek sattırırsa o zaman mesele

değişir. Ebû Hânîfe katında ´böyledir. Şaraptan gelen paradan borç ödenir. İmameyne göre değildir.

Bu görüşe göre eğer bir müslüman ölse, bir müslümanın satmış olduğu şarabın parasını tereke

olarak bıra-kırsa varislerine bu parayı almak helâl değildir. Nitekim Zeylâî bunu de-taylı olarak ele

almıştır.

El-Eşbâh´ta: «Haramlık intikal eder. Bu da ancak ilimle beraber olur. Ancak varis için değildir. Mal

sahibi onu bildiği zaman olur.» denilmek-tedir.

Derim ki: Fasit alışveriş konusunda bu geçti. Fakat el-Müctebâ´da yer alan hüküm şöyledir: Kişi,

kesbî haram olduğu halde öldü. Onun mi-rası helâldir.

Evet, bunu dedikten sonra bunun hangi kitabta yer aldığını işaret etmiştir. Ve: «Biz bu rivayeti

almayız, o, varisler üzerinde mutlaka ha-ramdır» dedi. Uyan.

İZAH

«İnsan pisliğin birşey katılmaksızın mekruhtur ilh...» Fakat alışveri-şin bâtıl olmasını gerektirmez.

Fakat musannifin «insan gübresinin karışığının satışı sıhhatlidir» de-mesinden anlaşılıyor ki, onun

katıksızının satışı bâtıldır. El-Kuhistânî bu-nu açıkça söylemiştir.El-Hidâye´de de buna işaret vardır.

Ed-Durru´l-Müntekâ´da bunu El-Burcundî de ve o da El-Hizâne´den rivayet etmişlerdir. Ve dedi ki:

«İnsanoğlundan ayrılan her şeyin alış verişi de böyledir. Me-sela tüyleri, tırnakları gibi. Bunların

alışverişi de bâtıldır. Çünkü bunlar insanın bir parçasıdır. Onun için bunları toprağa gömmek

vacibtir. Ni-tekim bu durum Timurtâşî ile başka kitablarda yer almıştır.

«Tezeğin alışverişi caizdir. Yani zibil ilh...» Hayvan gübresinin satışı sahihtir. Zibil, insan

dışkısından başka diğer canlıların tüm dışkılarını kapsamaktadır. Şurunbulâliye.

«Toprak ve kum insan dışkısından fazla ise onun alış verişi caiz olur ilh...» El-Muhît, El-Kâfî ve

Ez-Zâhîriye´de böyle denilmektedir. El-Hidâye, El-İhtiyâr ve el-Muhît adlı eserlerde toprakla

karışıksa, ister toprak fazla olsun ister olmasın, alışverişi mutlaka sıhhatlidir diye

kaydetmektedirler. «Mutlak» burada da kayıtlının veya iki rivayet üzerine veya ruhsat ve istihsan

üzerine hamledilecektir. Fakat el-Attâbî´nin Ziyâdât´ında şu hüküm vardır: «Mutlak, ıtlakı üzerinde

cereyan edip bırakılır. Ancak kayıtlanma-sının delili açıkça veya delâleten ortada olursa

kayıtlandırılır.» Bunu ka-ide olarak ezberle. Çünkü bu, fakih bir kimse için zarurî bir kaidedir.

Kuhistânî.

«Sahihe göre ilh...» El-İslah metninin ibaresi şöyledir: «İnsan dışkısı toprak ve kumla karışık ise

sahihde onun alış verişi sıhhatli olur».

Sarihin ibaresi şöyledir: «El-Hidâye´de dedi: Bu, İmam Muhammed´den rivayet edilmiştir ve sahih

olan da budur.» Anla.

«El-Multeka´da İnsan dışkısından yararlanmak da hükmen alış verişi gibidir denildi ilh...» Zahire

göre müellif, el-Multeka´dan bu nakli katıksız insan dışkısından yararlanmanın tashihi, onun alış

verişinin de caiz olu-şunun tashihidir hükmüne işaret etmek için yapmıştır. Müellifin «anla» ibaresi

de buna dikkat çekmektedir.

«Bir kâfir içki satar parasını alır, onunla boynunda bulunan müslümanın borcunu eda ederse bu

caizdir, ilh...» Çünkü kâfirin içki satması caiz bir alış veriştir. Çünkü içki onun nazarında kıymetli bir

maldır. Binaenaleyh onun parasını mülketmiş olur. Bu paradan alacaklının alacağını alması helal

olur. Ama müslüman böyle değildir. Çünkü onun nezdinde içkinin kıymeti yoktur. Böylece içkinin

parası satınalanın mülkünde kalmış, de-mektir.


«Bir müslüman satmış ise ilh...» ibaresini Zeylaî´nin «onu satmış ise» ibaresi yerine koydu. Ki

ibaresi: «İsterse o kişiyi satan ölen bir müslüman olsun, isterse onun vekaletinde başka bir

müslüman olsun, hükmünü kap-sasın.»

«Zeylainin açıkladığı gibi ilh...» Bu içki bedeli olan mal gasbedilmis mal gibidir» dedi. En-Nihâye´de

dedi ki:

«Bizim mesayihimizden bazısı «Şarkıcı bir kadının kazancı gasbedilen bir mal gibidir. Ondan almak

helal olmaz» dediler.»

«Buna binaen dediler ki: Eğer bazik denilen bir nevi içkiden veya zu-lüm veya rüşvetten o malı

kasbettiği halde kişi ölürse varisler böyle bir mirastan kaçınmalıdırlar. Ondan birşey alamazlar.

Böyle yapmaları onlar için en uygunudur. O mallan eğer sahiplerini bilirlerse mal sahihlerine iade

edeceklerdir. Eğer bilmiyorlarsa o malları sadaka olarak verecekler-dir. Zira (şu kaide vardır) pis

kazancın yolu sahibine geri vermek mümkün olmadığı takdirde onu tasadduk etmek, sadaka olarak

vermektir.»

Fakat el-Hindiye´de El-Muhteka´dan, o da Muhammed´den rivayet et-miştir ki; «Ağıtçı bir kadının

kazancı davul ve mizmar çalanın kazancı, eğer şartsız alırsa ve parayı veren de kendi rızasıyla

vermişse helâldir.» Bunun benzeri El-Mevâhib adlı (c)serde de yer almaktadır. Et-Tatarhâniye´-de

Dilencinin derlediği mal habistir» hükmü yer almaktadır.

«El-Eşbâh´ta îlh...» Şeyh Abdulvahab eş-Şa´rânî «El-Minen» kitabın-da şöyle yazar: «Bazı

Hanefilerden «Haram iki zimmete sirayet etmez» şeklindeki nakilin manasını Eş-Şihâb bin

Şelebî´den sordum. Dediler ki: «Bu, bilinmediği duruma hamledilmektedîr. Kim ki haraç kesen,

yoldan gecen vergi alıp, sonra başkasına vererek sonra da ondan alıyor görürse; o mal o gören için

haram olur.»

Ez-Zahîre´de Şöyle denilmektedir: «Ebu Cafer´den «Sultanın emriyle haram olan vergilerden «mal

kasbeden bir kimsenin durumu» soruldu: Onun malını bu durumu bilen bir kimse için yemek helâl

olur mu?

Cevap olarak: «Dini hususunda benim katında en sevimlisi yememesidir. Fakat hükmen eğer gasb

veya rüşvet olmazsa caiz olur, yani yenebilir.» dedi.»

El-Hâniye´de der ki: «Bir kadının kocası zulüm (gasb) arazisindedir. Onun geliri gasb değildir. Veya

aslı helâl olmayan malından bir kisve veya bir yemek satın alsa, o kadın bu maldan yiyebilir mi?

sorusuna o kadın bu hususta genişlik içinde´dir. Günah kocasının boynunadır.» Hamevî.

«Bilmekle beraber haram intikal eder ilh...» denilmiştir. Bilmek olmaz-sa Tatarhâniye´de şu hüküm

yer almaktadır: Adam bir cariye veya bir el-bise satın alır. Bu da satanın malı değildir. Cariye ile

ilişki kurdu veya elbiseyi giydi. Sonra onun malı olmadığını öğrendi. Bu kişi hakkında İmam

Muhammed´in şu rivayeti vardır:

«Cinsi ilişki de elbiseyi giymek de haramdır. Ancak müşteriden bu ha-ram düşürülmüştür.»

Ebu Yusuf´a göre bu meselede, cinsi ilişki helaldir. Hatta kişi o iliş-kiden ötürü ecir de alır. Eğer kişi

cariye ile evlenir, onunla cinsi ilişki ku-rarsa sonra başkasının nikâhında olduğu ortaya çıkarsa

durum bunun tam hilâfınadır.

«Ancak mal sahibini biliyorsa ilh...» O zaman varise vacib olan, o malı sahibine geri vermektir.

«Bu mal, varisler için mutlaka haramdır ilh...» sözüne gelince, yani isterse varisler malın sahiblerini

bilsinler, isterse bilmesinler mal kendi-leri için haramdır. Eğer bilirlerse o malları sahiblerine geri

verirler. Aksi takdirde daha önce de Zeylaî´den naklettiğimize göre onu tasadduk eder-ler.

Ben derim ki: Bu, biraz önce ez-Zahire ve el-Hâniye´den naklettikleri-mizle çatışmaz. Çünkü yemek

veya elbise haram malın aynısı değildir. Çünkü haram mal ile adam bir şeyi satın alırsa Gasb

Kitabında gecen tafsilata binaen yenmesi helâl olur. Fakat bunu miras olarak bırakırsa mesele

değişir. Zira o haram malın aynısıdır. Her ne kadar kabzetmek. malına karıştırmak suretiyle onu

mülk ederse de -İmamın katında- yine onu tazmin etmezden önce onda tasarruf etmesi helâl olmaz.

Onun varis-leri için de hüküm böyledir. Sonra zahire göre o malın varisler için haram olması

dinendir, hükmen değildir. Binaenaleyh kasırın vasisi için böyle bir mirası tasadduk etmek olmaz.

Kasır kişi baliğ olduğu zaman onu. tazmin eder. Düşün.

«Uyanık ol ilh...» Bununla, Eşbâh´ta yer alan ifadenin zayıflığına işaret etmiştir. T.

METİN

Mushafı süslemek caizdir. Çünkü bu, mushaf için tazimdir. Nitekim mescidlerdeki nakışların caiz


oluşu gibi. Mushafı ta´şir etmek yani üşür-lerini belirtmek, noktalamak, irabını açığa çıkarmak da

caizdir. Böyle yap-m...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Şubat 2010, 19:12:03
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #12 : 01 Şubat 2010, 19:12:03 »

METİN

Hasta zimmiyi ziyaret icmaen caizdir. Hasta Mecusî´nin ziyaretinde iki görüş vardır.

En sıhhatli görüşe göre fâsık bir kimsenin ziyareti caizdir. Çünkü fâsık, müslümandır. Ve çünkü

ziyaret de müslümanların haklarındandır.

Kedi dahil olmak üzere bütün hayvanları iğdiş yapmak caizdir. İnsan-ları iğdiş yapmaya gelince bu

haramdır. Bazıları «atın iğdiş edilmesi de haramdın» demiştir. Bunu menfaatle kayıtlandırdılar. Aksi

takdirde haram olur.

Merkebi kısrak üzerine çekmek bunun aksi gibi, yani atı dişi merkeb üzerine çekmek caizdir.

Tedavi için erkek için dahi olsa, tahir bir şeyle hükme caizdir. Fakat necis bir şeyle hükme yapmak

caiz değildir. Böylece her tedavi ancak ta-hir bir şeyle caiz olur.

En-Nihaye´de: «Müslüman bir doktor haramde şifa vardır dese o ha-ramın yerine geçen bir tedbir

yani ilaç da bulunmazsa haram ile tedavi olmak caizdir.» denilmiştir.

El-Bezzâziye´de şu hüküm yer olmaktadır: Resulullah´ın «Cenab-ı Hak sizin şifanızı size haram

kıldığı şeylerde kılmamıştır» hadisinin manası şifa bilindiği anda haramlık kalkar. Demektir. Bunun

delili de boğaza tıkanan lokmayı aşırmak ve susuzluğu gidermek için haram olan şeyi içmenin caiz

olmasıdır. Bunu daha önce de söyledik.

Hakimin maaşının Beytulmal´den (devlet bütçesinden) verilmesi caiz-dir. Şu şartla ki beytulmal

helâl ve hak ile derlenmiş olmalıdır. Aksi tak-dirde helâl olamaz.

«Rızkı» dediği şey, tâ ki hakime ve aile efradına her zamanda ne ka-dar yetiyorsa o kadar takdir

edilsin, demektir. Hakim zengin dahi olsa, rızkı beytulmalden verilir. Bu da eğer hakim maaşı şart

koşmamışsa böy-ledir. Eğer şart koşmuşsa ücret gibi olur ki bu, haramdır. Çünkü kaza yani hüküm

vermek taattır. Diğer taatler gibi maaş karşılığı olamaz.

Ben derim ki: Acaba muteahhirî´nin görüşü burada uygulanır mı? Yazılsın.

Cariyenin, ümmülveledin, mükâtebin, bir kısmı cariye bir kısmı azad edilmişin mahremsiz sefere

çıkmaları caizdir. Fokat bu hüküm onların zamanındaki hükümdür. Bizim zamanımızdaki hükme

gelince, caiz değil-dir. Çünkü fesad ehli çoğalmıştır. Buna göre fetva verilir. İbni Kemal.

Küçük çocuk için gerekenin satınalınması. satılması, kardeş amca,-anne, onu yerde bulup

besleyene, eğer yanında yani himayesinde ise caiz-dir. Aksi takdirde caiz olmaz. Çocuğun annesine

sadece icar edilme?´* caizdir. Eğer çocuk annesinin yanında ise... Çocuğu yerde bulan de t-ı*

sıhhatli görüşe göre böyledir. Musannif bunu Şerh´ulmecma´a nisbet edi-yor. Fakat ben bu kitabta

´böyle bir ibareyi görmedim. Metin olarak onun tam tersi gelecektir. Uyan.

İkincinin katında amca ´için de böyledir. Amma üçüncüye gelince bu-rada ihtilaf.edilmiştir. Eğer

küçük çocuk nefsini ücretle verirse caiz ol-maz. Ancak işi bitirdiği zaman caiz olur. Çünkü bu

katıksız bir yarardır. Ve ´belirtilen ücreti hak eder. Batanın, dedenin, kadının, çocuğu icara ver-mesi

sıhhatlidir. Velev ki ecri misilsiz olsa bile. Sahiha göre caizdir. Nite-kim bu husus Dürer´den de

anlaşılmaktadır. Dikkat et.

İZAH

«Hasta zimmiyi ziyaret ilh...» Bir müslüman ister nasranî veya yahudi olsun hasta zimmiyi ziyaret

edebilir. Çünkü bu onlar hakkında bir çeşit iyiliktir. Onlara iyilik hususunda bize yasak yoktur. Bir

de sıhhatli bir yo^ dan- geliyor ki Resulü Ekrem komşusu olan hasta bir yahudiyi ziyaret et-miştir.

Hidâye.

«Mecusî´nin ziyareti konusunda iki görüş vardır ilh...» El-İnâye´de de-nildi: Mecusinin ziyaretinde

meşâyihin ihtilâfı vardır. Bazıları «olur» de-miştir. «Çünkü onlar da zimmet ehlidirler». Bu görüş

İmam Muhammed´-den rivayet edilmektedir. Bazıları «Onlar yahudi ve hristryanlardan daha çok

İslâm´a uzaktırlar. Görmez misin, onların kestiği helâl değildir. Kadın-larının nikâh edilmesi de helâl

değildir.» demişlerdir.

Ben defim ki: Metnin zahiri Multeka ve başka kitablar birinciyi seç-mektir. Çünkü «iyadetuhu»

kelimesindeki zamir zimmiye raçidir. Metinde «yahudi veya hristiyamn ziyareti» demedi. Nitekim


el-Kudurî şöyie yazıyor: «En Nevâdir´de bir komşu yahudi veya mecusi vardır. Oğlu veya bir yakını

ölmüştür. Ona taziye vermek gerekir. Taziye veren «Allah sana ondan daha hayırlısını halef olarak

versin, Allah seni ıslah eylesin» diyecektir. Bunun manası «Allah seni İslâmla ıslâh etsin» demektir.

Yani İslâmı sana rızık olarak versin, Müslüman bir çocuğu sana rızık olarak versin demek-tir»

Kifâye.

«Fasık bir kimsenin, hasta ziyareti caizdir ilh...» Bu onunla ihtilâl etme hükmünün gayrisidir.

El-Multekat´da şöyle der: «Meşhur ve önder olan bir kimse için bâtıl ve şer ehlinden bir ´kişi ile

zaruret miktarında fazla ihtilaf mekruhtur. Çünkü onunla fazla ihtilâl eden bilinmemiş bir ki-şiyse

onunla müdaraat eder. Ta ki günah olmaksızın nefsinden onun zul-münü defetsin. Binaenaleyh

böyle bir ihtilatta beis yoktur.»

BİR UYARI: Hasta ziyareti bahsinde mekruh olan, hastaya ağır gele-ceğini bildiğin halde onu ziyaret

etmendir. Binaenaleyh böyle bir durumda ziyaret etme. Zira denilmiştir ki «Sıkıcı insanla oturmak

ruhun sıtmasıdır» «Senin bu şiddetli hal üzerinde olduğunu bilmezdin dememelidir. Ona has-talığı

kolaylaştır, kalbini hoşlaştır ve «Seni iyi gördüm» diye tevili! söz şöyle. Ona Allah´ın rahmetine

daha fazla ümid bağlayıcı şekilde ve korku ile karışık sözler şöyle. Onun rızası olmadan «lini başına

koyma. Ancak taleb ederse bunu yap. Huzuruna girdiğin zaman «Kendini nasıl buluyor-sun» diye

sor. Çünkü seleften böyle gelmiştir. Ona «Vasiyette bulun» de-me. Çünkü böyle bir söz cahillerin

amellerindendir. Müctebâ. T.

FAYDALI BİR NOT:

Bizim zamanımızda halk çarşamba günü hastaları ziyaret etmenin meymenetsizlik olduğuna inanır.

Eğer bundan ötürü hastaya bir zarar gel-mesi bahis konusu ise onu terketmek uygundur.

El-Muhibbî´nin Tarihi´nde Şeyh Abdullah el-Bîlûnînin tercümesinde şöyle demektedir:

«Cumartesi, pazartesi ve çarşamba günlerinde hasta ziyaretinden sa-kın. Medinei Münevvere´de de

bu bilinmektedir. Bundan gafil olma. Çünkü örf yüce bir delildir.»

El Muhibbi der ki: «Derim ki: Bu meşhur bir örftür. Fakat sünneti seniyyede cumartesi hakkındaki

görüşü reddeden hüküm vardır. Yine Resulullah´tan gelen bir esere göre Cenab-ı Peygamber cuma

günü Küba ehlini arar veya onların halini sorar, onlardan orada görmediklerini soruş-turdu. Ona O

hastadır, denildiğinde Cenab-ı Peygamber cumartesi günü hastanın ziyaretine giderdi. Düşün.»

«Hayvanların iğdiş edilmesi caizdir, ilh...» Bu yumurtalığın alınmasıy-la olur.

«Altında iğdiş edilmesi caizdir, denildi, ilh...» Şemsu´l-Eimmeti´l Hal-vânî! «Bize göre iğdiş etmekte

bir beis yoktur» dedi. Şeyhülislam, «Atın iğdiş edilmesi haramdır» dedi. T.

«Onu faydalı olmakla takyîd ettiler, ilh...» Hayvanların iğdiş edilmesi-nin caizliğini yarara

bağlamışlardır. Yani onların tavlanması, yahut da baş-ka hayvanları ısırmaktan menedilmeleri gibi

bir maksadla ancak iğdiş edil-lirler. Ama insanlar böyle değildir. İnsanların iğdiş edilmesinde günah

kas-tedilmektedir. Böylece iğdiş edilmeleri de haramdır. El-İtkânî bunu Et-Tahâvî´den naklederek

ifade etti.

BİR UYARI: Belirtmek için hayvanları bağlamak, kız çocuklarının ku-laklarını delmekte bir beis

yoktur. Çünkü Resulullah´ın zamanında bunu yaparlardı ve Peygamber: «Yapmayınız» demedi.

Hastalık için çocuğu dağ-lamakta da beis yoktur. İtkanî.

Zarar veren kedi dövülmez. Kulağı kesilmez. Belki keskin bıçakla kesilir.

Eğer hamile bir kadın ölürse ve ilgililerin gali´b görüşü, karnındaki çocuğun diri olduğu yolunda ise

sol taraftan karnı delinir ve çocuk alınır. Bunun aksi olursa çocuk parçalanarak alınır. Taitarhâniye.

«Tedavi için hukne ilh...» yani şiringa ile ön ve arkadan ilaç veril-mesi caizdir. Yani hastalıktan veya

hastalığa götüren zaiflikten ötürü böyle bir işlem yapılabilir. Fakat cimada daha kuvvetli olsun veya

daha tav-lansın gibi zahir bir menfaat içinse hükmen caiz değildir. Nitekim bu du-rum El-ınaye´de

yer almıştır.

«Erkek için dahi olsa ilh...» ibaresi yerine: «Kadın için dahi olsa» ibaresi olsa daha evladır.

«En Nihâye´de buna caiz demiştir ilh...» En Nihâye´deki ibare şöyle-dir: «Et-Tehzîb´te hasta için

sidiğin, kanın ve murdarın içilmesi ve yenmesi tedavi için olursa caizdir. Müslüman bir doktor da

«Senin şifan bundadır» demişse ve aynı zamanda onun yerine geçecek helâl de yoksa caizdir. Eğer

doktor: «Sen bunu içtiğin veya yediğin takdirde acelece şifa bulur-sun» dediği takdirde, bunu

kullanabilir mi, kullanamaz mı hususunda iki görüş vardır: Acaba tedavi için az bir şarab içmek caiz

midir? Burada da iki görüş vardır. El-İmam Timurtaşî´de böyle dedi.


Ed-Durrul-Münteka´da, En-Nihâye´deki hüküm nakledildikten sonra şu hüküm yer almaktadır:

«El-Minah ve başka kitaplar buna cevaz verdiler.Biz de taharet ve ridâ (süt emme) konularında

mezhebin bunun hilâfı ol-duğunu kaydettik.»

«Şifanın bilinmesi anında ve başka bir helâlin de haram yerine tedavi olarak i...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Şubat 2010, 19:15:51
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #13 : 01 Şubat 2010, 19:15:51 »

METİN

Bakkal fırıncı ve benzerlerine eğer elinde kalırsa helak olacaktır, diye korktuğu buğday veya parayı

borç verip parça parça onunla diledi-ğini almak üzere şart koşarsa, bu mekruhtur. Veya kıtlık,

halinde böyle bir şart ileri sürmezse; fakat peyder pey bu alacakları verecektir diye bulunuyorsa

gene de kerahet vardır. Şurunbulâliye.

Çünkü bu verene yarar sağlayan bir borçtur. O yarar da: malı yok olmaktan kurtarmasıdır.

Eğer bu parayı bahsi geçen kimselere emanet verirse kerahet orta-dan kalkar. Çünkü emanet

verdiği takdirde helak olursa, bakkal, fırıncı ve benzeri kişiler zamin olmazlar. Eğer borç vermezden

önce bu şartı, yani peyder pey alırım şartını koşarsa, sonra borç verirse ittifakla mek-ruhtur.

Kuhistanî ve Şurunbulâliye.

Nerdile oynamak tahrimen mekruhtur. Satranç ta bunun gibidir. İmam Şafiî satrancı mubah

görmüştür. Bir rivayete göre Ebû Yûsuf da satrancın mubah olduğunu söylemiştir. Vehbaniye´nin

sarihi bunu nazmederek demiştir: «Satranç oynamakta bir beis yoktur. Bu şart ile garbın kadısı

Allame Ebû Yûsuf´tan rivayet edilmektedir.»

Evet satrançla kumar oynamasa, ona devam etmese ve onunla oynuyor diye bir vacibi ihlâl

etmezse böyledir. Eğer kumar oynar, devam-lılık gösterir veya bir vacibi ihlâl etmeye sebeb olursa

icmâen haramdır.

Her oyun mekruhtur. Çünkü Cenab-ı Peygamber: «Müslümanın her oyunu haramdır; ancak üç

oyunu müstesnadır: 1- Ailesiyle oynaşması 2- Atını eğitmesi, 3- Yayıyla ok atması.»

Kölenin boynuna «ğul» denilen buka´ğı geçirmek de mekruhtur. Bu-kağı köleye kaçmış kölelerden

olduğu tanınsın diye takılıyordu. Fakat zamanımızda kölenin boynuna böyle bir şey takmakta bir

beis yoktur. Zira köleler artık çokça kaçmakta, firar etmektedir. Hele siyahlar ara-sında kaçmak

çokça görülüyor. Nitekim Aynî´nin el-Mecma´ Şerhin´de geldiği gibi muhtar görüştür. Fakat kayıt

vurmak bunun hilâfınadır. Yani daha önce de geçtiği gibi kayıt vurmak helâldir.

Kişi dua ederken «Bİ MEK´ADİ´L İZZİ MİN ARŞİKE» (yani: Arşından oturduğun yer hakkı için) diye

söylemesi mekruhtur. Ebû Yûsuf´tan gelen rivayete göre; eğer ayni kaftan önce getirirse (yani: Bİ

MA´KADİ´L-İZZİMİN ARŞİKE» derse) o vakit bir beis yoktur. Ebu Leys, -bu hususta eser varit

olduğundan dolayı- bunu kabul etmiştir. Fakat en ihtiyatlısı böyle bir şeyi söylemekten kaçınmaktır.

Çünkü bu hususta gelen eser haber vahittir. Hem de kesin bir delile muhalefet eden bir şekilde

gelmiştir. Zi-ra müteşabih ancak kati delille sabit olur. Hidâye.

Tatarhâniye´de el Münteka´ya nisbet edilerek Ebû Yûsuf´tan rivayet edilir. O da Ebû Hânife´den

rivayet ediyor: Hiçbir kimse için Allah´a za-tından, sıfatlarından başka hiç birşeyle çağırmak uygun

değildir. İzin verilen ve emredilen dua Cenab-ı Hakkın şu âyetinden anlaşılan dua şek-lidir.

«En-güzel isim ancak Allah´ındır. Binaenaleyh Allah´ı o isimlerle ça-ğırınız.» (A´râf, 180) Müellif:


Böylece hiç kimse Peygamber´den başka bir kimseye salevât getiremez demektedir.

Kişinin: «Peygamberlerinin, velilerinin, hakkı için buna şunu ver» de-mesi de mekruhtur. Veya:

«Kabe´nin hakkı için bana ver» dese yine mek-ruhtur. Çünkü hiçbir mahlûkun, Yüce Halik üzerinde

herhangi bir hakkı yoktur. Eğer bir kişi başka bir kişiye: «Allah´ın hakkı için veya Allah için şunu

yap!» dese en uygunu onu yapmak ise de; yemine maruz kalan ki-şinin onu yapması lazım gelmez.

Dürer.

El-Muhtarât´ta İbnü´l Mübarek dedi ki: «Bir kişi «Allah´ın veçhile» veya «Allah´ın hakkı ile» birşey

isterse; benim hoşuma giden ona o şeyi vermemektir. Çünkü o Allah´ın tahkir ettiğini tazim

etmiştir.» El-Muhta-rât´ta şu hüküm de yer almaktadır: «Bir kimse Kur´ân´ı okuyup mucibiyle amel

etmezse okuduğundan dolayı sevap alır; tıpkı namaz kılıp isyan •eden bir kimse gibi.»

Bir mesele: Zikir ve dua yaparken sesin yükseltilmesi mekruh mu-dur, değil midir, hususunda

ihtilâf vardır. Bir kavle göre mekruhtur. Bu konunun tamamı Bezzâziye´nin Cinâyât bahsinden önce

gelmektedir.

Badem, üzüm ve incir gibi beşerin gıda maddelerini, yonca ve sa-man gibi hayvanların yiyeceklerini

ihtikâr etmek; -ehline zarar verecek bir memlekette olursa-mekruhtur. Çünkü: «Celbeden

rızıklanmıştır. İhtikâr eden lanetlenmiştir.» hadisi vardır. Eğer zarar vermiyorsa kerahet Yoktur.

Celepleri karşılamak da bunun gibidir.

Hakimin ihtikârcıya kendisinin aile efradının yiyeceğinden fazla olan malını satmasını emretmesi

vacibtir. Eğer hakimin emrine rağmen satmazsa, hâkim bu işten vaz geçirmek için dilediği şekilde

onu tazir ceza-sına çarptırır. Ve hakim onun malını onun hesabına satar. O sahîha gö-re bir

meselede ittifak vardır. Sirâc adlı kitapta: Eğer imam (devlet baş-kanı) bir memleketin ahalisinin

helak olmasından korkarsa, ihtikârcılardan gıda maddelerini alır ve onlara taksim eder. Bolluğa

kavuşacak olur-larsa, alınanların benzerini sahiplerine iade ederler. Bu, bir hacir mese-lesi değil

zaruret dolayısıyla yapılan bir uygulamadır. Kim başkasının malını almaya mecbur kalır ve yemediği

takdirde helak olmaktan korkarsa; mal sahibinin rızası olmaksızın onu yer. Zeylaî bu hükmü

el-İhtiyâr´dan naklederek uygun görmüştür.

Kişi arazîsinden gelen maddeleri depo etmekle itikârcı olmaz. Bu konuda herhangi bir ihtilâf yoktur.

Ama başka bir memleketten celbettiğinde Ebû Yûsuf´tan farklı olarak itikârcı olmaz. İmam

Muhammed´e göre; eğer binaen bu ikinci memleketten getirmesi, adet ise onu depo-lamak mekruh

olur. Tercihe şayan görüş de budur.

Hiçbir hakim (yönetici) gıda maddelerine fiyat koymaz. Çünkü ce-nabı Peygamber: «Sakın

(başkalarının) mallarına fiyat koymayınız. Zira muhakkak şudur ki: fiyat koyan, kabzeden, basteden,

rızık veren Allahtır»

buyurmuştur. Ancak mal sahipleri kıymette fahiş bir şekilde saldırganlık yaptıkları takdirde hakim

(yönetici) ehli reyin istişüresinden sonra narh koyabilir.

İmam Mâlik: Vali kıtlık senesinde eşyaya narh koymakla görevlidir, der. El-İhtiyar´da Fiyatı

koyduktan sonra satıcı, eğer eksik verirse İmamın dövmesinden korkuyorsa müşteri için helâl

olmaz.

Onun kurtuluş yolu şudur: «Sen istediğin şeyle bana sat» diyecek-tir. Eğer ekmeğin ve etin fiyatı

üzerinde İttifak ederlerse bununla bera-ber satan eksik tartarsa; müşteri o eksiği ekmekle geri

alabilir; fakat fitte alamaz. Çünkü etin fiyatı adeten herkes tarafından bilinen birşeydir.

Derim ki: Buna göre; narh koymak, ancak iki temel gıda maddesin-de olur, başkasında olmaz. El-

Attabî ve başkası bunu açıkça söylemiş-lerdir. Lakin şu vardır ki, iki temel gıdanın gayrisini

satanlar, haksızlık yaptıkları ve halk topluluğuna zulmettikleri takdirde; hakim (yönetici) on-ların

sattığı maddelere fiat (narh) koyar. Bu da Ebû Yûsuf´un dediğine binaen böyledir. Zira Ebû Yûsuf

dediğine göre caiz olması uygundur. Bu meseleyi Kuhistanî zikretti. Çünkü Ebû Yûsuf daha

önceden de tekarrür ettiğine (anlaşıldığına) göre, zararın hakikatini nazarı itibare alır. Dü-şün.

İZAH

Kâmus´ta «bakkal» çeşitli gıda maddelerini satan kişiye denir. Bu kelime avamca kullanılan bir

kelimedir. Doğrusu «BEDDÂL»dir dedi.

«Şart koşarsa ilh...» Gâyetülbeyân adlı eserde: Bakkala teslim edi-len mal eğer menfaat aktin

başında şart koşulmuş ise mekruhtur; aksi takdirde değildir. Çünkü borç alan kişi onu

kendiliğinden teberru olarak veriyor. Bu takdirde Rasûlullâh´ın vermiş olduğu rüçhân gibi oluyor.»


«Akid esnasında şart koşmazsa ilh...» Şurunbulâliye´de bu mesele «et-Tecnisve´l-Mezîd adlı eserde

mesele üç vecih üzerine kılınmıştır: A) Borçta borç verirken bunu teberruen veyahut satın almak

suretiyle alacağını şart koşmasıdır. B) Bunu şart koşmaz; fakat bunun karşılı-ğında ona birşeyler

vereceğini biliyor. C) Borç verip alındıktan önce bunu söylemiştir. Binaenaleyh Birinci ve ikinci

vecihlerde caiz değildir. Çünkü menfaat çeken bir borç oluyor. Üçüncü vecihte caizdir. Çünkü böyle

bir menfaat şartı yoktur. Binaenaleyh kişi her aldıkça bu seninle anlaştığımız noktaya binaendir

diyecektir.»

Derim ki: İkinci vecihten gereken ne ise, üçüncü vecihede o gere-kiyor. Binaenaleyh üçüncü

vecihin de ikinci vecih gibi mekruh olması uy-gundur. Ancak üçüncü vechi şu manâya hamlederse

caiz olur: İki taraf ta borç alınıp verildiği zamanda daha önce aralarında bahsi geçen şart-tan yüz

çevirirlerse, bu borcun çekmiş olduğu menfaat borç verenin malı kalır. ,

«Bu ise malının kalmasıdır ilh...» İhtiyaçlarına cevap verir. Eğer elin-de kalsaydı, mutlaka aynı anda

elinden çıkar, kalmazdı. Minâh.

«Kuhistanî ve Şurunbulâliye ilh...» Kuhistanî´nin ibaresinde: Eğer borç verilmezden önce veren ile

alan arasında kendisine şu kadar dir-hem vereceğim, onu peyder pey, parça parça alacağım diye

bir konuşma geçtikten sonra ona borç vermiş ise; ihtilâf olmaksızın böyle bir borç mekruh değildir.»

«Nitekim bu durum El-Muhitte´de böyle beyan edilmiştir.»

İşte bu Şurunbulâliye´de bulunanın üçüncü vechidir. Sen üçüncü ve-cihte olanı da daha önce

bildin. Eğer bizim s...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Şubat 2010, 19:23:59
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #14 : 01 Şubat 2010, 19:23:59 »

METİN

Bakışla veya celbedip getirmek suretiyle insanlara zarar veriyorsa, burçlarında dahi olsa,

güvercinleri tutması mekruhtur, ihtiyata uygun olan celbedip getirilen güvercini sadaka yermek,

sonra satın alması ve-ya sonra kendisine hibe edilmesidir. Mücteba. Eğer güvercinleri damlar-da

uçurtuyor, böylece halkın avretlerine muttali oluyor veya o güvercin-lere taş ve benzeri serler atmak

suretiyle halkın camlarını kırıyor ise; tezir cezalarına çarptırılır ve en şiddetli bir şekilde bu işten

men edile-cektir. Eğer bir türlü men edilmezse muhtesip (yani devlet tarafından böyle şeyleri

kontrol etmekle görevli olan kişi) güvercinlerini kesecektir. Vehbâniye´de tazir cezası verilmesi

güvercinlerinin kesilmesi vacibtir, di-ye serahat vardır. Ancak bizim kayıt olarak ileri sürdüğümüz

kayıtları da zikretmemiştir.-Bu halkın adetine dayanarak böyle demiş olabilir.

İstinas için güvercin edinmek mubahtır. Tıpkı azad etmek için bir takım kuşları satın alması gibi.

Kim bu kuşları satarsa: «Bu kuşlar onun olsun» desin. Onları azad etmek suretiyle o kuşlar

mülkünden çıkmaz-lar. Bazıları kuşları satın alıp azad etmek mekruhtur. Çünkü malın zayi

edilmesidir demişlerdir. Câmiulfetâvâ.

Muhtârât adlı kitapta: Hayvanının (kulağını kesmek delmek suretiyle onu nişanlayıp) «Kim bu

hayvanı elde ederse bu hayvan onundur» diye hayvanı bırakırsa, o hayvanı alandan geri alamaz. Bu

mesele Haç konusunda geçti. Öküze binmek, onu yük yükletmek caizdir. Zorluk vermemek

dövmemek suretiyle merkebe yük yükletilebilir. Zira hayvana zulmet-mek zımmiye zulmetmekten,

zımmiye zulmetmekse müslümana zulmet-mekten daha şiddetlidir.

Atışta ve ata binmekte müsabaka yapmakta beis yoktur. Katır mer-kep de böyledir. Mülteka ve El

Mecmâ´da da böyle denildi. Musannif ta burada bunu kabul etti. Ancak bu kabulü çeşitli

meselelerde zikrettiğinin hilâfınadır. Dikkat et.

Deve ile yarış etmekte de yaya olarak yarış etmekte de beis yok-tur. Çünkü bunlar cihâdın

sebeblerindendir. Böylece mendup oluyor. Üç imama göre bir para koymak suretiyle yaya olarak

yarışmak caiz değil-dir. Ama para olmaksızın yarış yaparlarsa her oyunda olduğu gibi, mu-bahtır.

Nitekim bu ileride gelecektir. Evet, bu yarışlarda şart koşulan pa-ra helâldir. Mağluptan illâ

alınacaktır, diye şart koşulması hali böyle de-ğildir. Bercendî ve başkaları bunu zikrettiler. Bezzaz?


de bunun illetini şöyle açıklamıştır: «Çünkü şart ile hiçbir şey hak olamaz. Çünkü akid ve kabız

yoktur.» Bezzazî´nin bu sözünden anlaşılan şudur: «Akitle bu la-zım olur.» Nitekim Şâfiîler de böyle

diyorlar. Gözünü aç.

Eğer müsabakada mal bir taraftan şart koşulmuş ise, yani iki ki-şiden birisi ben galip gelirsem

birşey yok. mağlup olursam şu kadar para vereceğim demiş ise caizdir. Eğer iki taraftan biri: «Sen

galip ge-lirsen yüz lirayı benden alacaksın ben galip çıkarsam senden alacağım» diye şart

koşulursa haram olur. Çünkü kumar olur. Ancak üçüncü Bir kişiyi yarışa sokarlarsa, atı ikisinin

atına denk ise, atının önde gel-me ihtimali varsa o zaman helâl olur. Eğer böyle değilse helâl olmaz.

Sonra üçüncü kişi onları geçtiği takdirde ikisinden de parayı alacaktır. Eğer onlar üçüncü kişiyi

geçerlerse üçüncü kişi onlara birşey vermez. Onarın aralarında kim geçerse arkadaşından şart

koştuğu malı alır.

Fıkıhla uğraşanlar hakkında da hüküm böyledir. Haklı ise, ona şu kadar verilecek diye şart koşmuş

ise sahih olur. Eğer iki taraftan kim galip gelir ise diğerine şu kadar mal verecektir diye şart

koşarlarsa helâl olmaz. Dürer ve Müctebâ.

Güreşmek bidat değildir. Ancak eğlenmek için olursa mekruh olur. Bercendî.

Şartsız olan yarışa gelince, her konuda bu caizdir. Nitekim daha son-ra gelecektir.´Şafilere göre;

koşmak, kuşlarla, ineklerle yarışmak, ge-miyle, yüzerek çomaklarla, kurşun atarak, taş atarak, elle

kaldırarak,, parmakları birbirine geçirerek, bir ayak üzerinde durarak, elinde tek mi var çift mi var

bunu bilmesine çalışarak, yüzükle oynayarak müsabaka helâldir. Tehlikeli her oyun da maharetli ve

büyük bir ihtimalle sağlam kalacağını bilen kişi için helâldir.

Atıcı için atmak ve yılanı avlamak gibi. Böyle oyunlara bakmak ta helâldir.

«İsrail oğullarından rivayetleri anlatınız.» hadisi, acaip ve gariplikleri yüzde yüz yalan söylediği

bilinmeyen herkesten, delil niyetiyle değilde seyir niyetiyle dinlemek helâldir. Hatta yüzde yüz yalan

söylemesi sabit olandan da dinlenilir. Fakat darb-ı meseleler, mevizeler vermek;

kahramanlık gibi şeyleri öğretmek maksadıyla insanların veya hayvanların dillerinden rivayetle

anlatmak şeklinde olursa helâldir. Bunu İbn Hacer zikretti.

İZAH

«Celbedip getirdi ilh...» Yani güvercinleri başka bir güvercini geti-rirse; fakat sahibinin kim

olduğunu bilmiyor ise; bu güvercini sadaka verecek sonra satın alacak veya kendisine hibe

edilecektir. H.

«Onu kesecektir ilh...» Yani muhtesip keser güvercinleri sonra sa-hibine atar. Şurunbulalî Şerhinde

bunu ifade etti.

«Vehbâniye ilh...» Bunu Hudûd Kitâbı´nda bizim söylediğim kayıtlan koşmaksızın mutlak şekilde

ifade etti. Yani halkın avretlerine muttali ol-mak, camları kırmak şartlarını söylemeden mutlak

olarak: «Güvercinlerini keser» dedi. Vehbâniye sarihi allâme Abdülber: «Mütekaddimlerin

hiçbi-risinin mutlak bir şekilde muhtesib güvercinleri kesecektir dediklerini gör-medim» diyor.

«Umulur ki ilh...» Yani Vehbâniye sahibi bu hükmünü onların adet-lerine dayanarak mutlak olarak

zikretmiştir. Çünkü güvercin uçurtanlar ekseriyetle avretlere muttali olur, camları kırarlar.

«istisnas için olursa mubahtır ilh...» Müctebâ´da işaretle: «Kuşların ve tavukların evde

hapsedilmesinde bir beis yoktur. Fakat onların yem-lerini vermek şartıyla onları mahallenin arasına

bırakmaktansa hapset-mek daha hayırlıdır.» denilmektedir. Kınye´de de işaret ederek: «Bir bül-bülü

kafeste hapsetme ve yemini verse bu caiz değildir.» dendi.

Derim ki: Fakat Allâme Kârîü´l-hidâye´nin Fetâvâsı´nda şu hüküm yer almıştır: «Acaba tek oldukları

halde kuşların hapsedilmesi caiz mi-dir? Kuşları azad etmek caiz midir? Bunda sevap var mıdır?

Mescitlerin haşirlerini dışkılarıyla kirlettiklerinden dolayı kırlangıçları öldürmek ca-iz midir? Cevap

olarak dedi ki: Cinsiyet için kuşları hapsetmek caiz, on-ları azad etmekle ise herhangi bir sevap

yoktur. Onlardan ve diğer hay-vanlardan eziyet verenin öldürülmesi de caizdir.»

Derim ki: Kerahetin kafeste hapsedilmeleri için söz konusu olduğu-nu umarım. Çünkü kafese

koymak, hapsetmektir ve azap vermektir. Ni-tekim zikrettiğimizin tümünden de bu anlaşılır ve bu

tevil ile değişik gö-rüşlerin arası bulunmuş oluyor. Düşün.

Bir Uyarı: Cerrahî dedi ki: Vahi hadislerden birisi Dara Kutnî´nin el-İfrâd´ında Deylemî´nin de İbn

Abbâs´tan merfû olarak rivayet ettikleri şu eserdir: «Makâsîs denilen kuşları edininiz. Çünkü onlar

cinleri sizin çocuklarmıza dokunmaktan meşgul ederler.» İbn Ebî´d Dünya Sevrî´den ri-vayet ediyor:


«Güvercinle oynamak Lût, kavminin amelindendir.»

«Kişi onu azad etmekle (güvercin) o kişinin mülkünden çıkmaz ilh...» sözüne gelince, kişi azad

ettikten sonra onu başkasının elinde görürse onu alabilir. Ancak «Kim onu tutarsaonun olsun»

demiş ise; sonra ge-lecek ibareden de anlaşılacağı gibi o vakit geri alamaz.

«Kişi bineceğini bıraksa ilh...» Hülâsa´da zikredildi ki: «Bu meseleyi el-Fetâvâ´da Siyer bahsinde

tekrarlamış ve şu şartı ileri sürmüş: Kişi belli bir kavme: «Sizden kim dilerse onu tutsun» demiş

olmalıdır.» «Ta-tarhâniye´de; «Falan adam benim malımdan neyi elde ederse o onun için helâldir.»

dese o kişi de onun malından alırsa helâl olur. «Kim ki benim malımdan ne alırsa ona helâldir»

sözünde ise; bir kişi herhangi bir şey alırsa helâl olmaz. Ebû Nasr dedi ki: «Helâl olur ve zâmin de

olmaz.» Eğer kişi: «Sen benim malım sana helâldir, dilediğini malımdan al» dese İmam

Muhammede göre; onun malından özel olarak dirhemler ve di-narlar helâl olur.»

«Öküze binmek ve yük yükletmek caizdir ilh...» sözüne gelince; bir görüşe göre bu yapılmalıdır.

Çünkü hayvanların her çeşidi bir iş için yaratılmıştır. Cenâb-ı Hâk´kın emrini bozmaya hiç kimsenin

yetkisiyoktur.

«Ama zorlamaksızın ve vurmaksızın ilh...» sözüne gelince; hayvana gücünün üstünde yük

yüklemez, hayvanın yüzüne ve başına vuramaz. Buna icmâ´ vardır. Ebû Hânife´ye göre hiçbir

şekilde vuramaz; hayvan mülkü dahi olursa. Allah´ın Resulü: «Hayvanlara ürkeklikten dolayı

dövülürse de kaydıkları için vurulmazlar.» Çünkü kaymak, binicinin gemi tümü tutuşundan ileri

gelir. Ürkeklik ise, hayvannı kötü ahlâkından neşet eder. Bundan ötürü hayvan tedip edilir.

Fusûlyu´l-Allâmî.

«Zımmîden daha şiddetlidir ilh...» Çünkü hayvanın Allah´tan başka yardımcısı yoktur. Hadiste vârid

olmuştur ki; «Allah´tan başka yardımcısı olmayan bir mahlûka zulmeden bir Kimsenin üzerinde

Allahın gazabı şid-detlenir.»

Zimmîninki ise, müslümanınkinden daha şiddetlidir ilh...» Çünkü müslüman zâlimin aleyhinde

şi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 2 [3] 4 5   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes