Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Vela Gönderen: Zehibe üzerinde 05 Şubat 2010, 02:42:00 Reddü´l Muhtar / Vela
VELÂ KİTABI MUVÂLÂT VELASI FASLI VELÂ KİTABI METİN Velâ kelimesi sözlükte; yakınlık anlamına olan «velî» den türemiş olup sevgi ve yardım anlamına gelir. Bir terim olarak ise; azad edilme velâyeti ile muvâlât velâsından olan karşılıklı yardımlaşmadan ibarettir. Zeylâi. Mirasçı olmak cinayet işlediği zaman diyetini vermek ve nikâh veliliği velânın özelliklerindendir. İşte bu tarifle bilindi ki velâ´dan maksat bizzat irs değildir. Belki hükmî bir yakınlıktır ki, irsin sebebliğine de elverişli olur. Bunun sebebi ise, kölenin efendinin mülkiyetinde azad olmasıdır. Efendinin azad etmesi değil. Zira, ümmü´l-veledlikle, yakın akrabasının verasetiyle efendi azad etmeden de azad meydana gelir. Rasûlullâh (s.a.v.)´ın, «Velâ azad edenindir» hadisi, çoğunluğa yorumlanır. Bir köle efendisinin azad etmesiyle azad olursa, velev vasiyetle olsun, veya kitabet tedbir ve istiladla fer´inin vasıtasıyla veya bir yakının onu satın almasıyla hâsıl olan azadda onun velâsı yine efendisinindir. Hatta onun efendisi bir kadın, zımmî ve ölü de olsa. Ki, ölenin vasiyetleri geçerli olur ve onun borçlarını da onun yerine ödemiş olur. Velev ki onun efendisi ona velâyeti olmamasını şart koşsa da. Çünkü şeriata muhalefet ettiğinden onun o şartı bâtıl olur. Bir kim&e cariyesini azad etse, câriye başka bir köle ile evli olsa, cariye azad edilme tarihinden altı aydan daha kısa bir sürede doğum yapsa, azad zamanında mevcut olan hamlin velâsı ebediyyen annenin velâsından başka birisinin velâsına intikal etmez. Bu cariye iki çocuk doğursa, birisi azad tarihinden itibaren altı aydan noksan bir zamanda, ikinci Çocuk da azad tarihinden itibaren altı oydan fazla bir zaman sonra doğsa, her iki doğum arasında altı aydan az bir zaman olmuş olsa. ikisinin ikiz olması zaruridir. Onun için her ikisinin velâsı da annesinin efendisinedir. Cariye azad edildikten itibaren altı aydan fazla bir zaman sonra bir çocuk doğursa, o çocuğun velâsı yine annenin mevâlisinedir. Çocuğun babası köle olduğundan babasına tabi olması güçtür. Eğer o baba, çocuğun ölümünden sonra değil, önce azad edilse, doğan çocuğun velâsı babasının mevâlisine intikal eder. Çünkü engel ortadan kalkmıştır. Bu çocuğun velâsının babasının mevâlisine intikal etmesi, eğer doğumu da azadı tarihinden itibaren altı aydan fazla, ayrılış tarihinden iki seneden az bir süre içînde olmuşsa. o çocuğun velâsı azad olmuş babasının mevâlisine intikal etmez. Arap olmayan kimsenin mevlâ´l-müvâlâtı olsa veya olmasa, o kimse mevlâsının azadlısını nikâhlasa -velev o cariye bir Arabın azadlısı olsa ve o cariye ondan ´bir çocuk doğursa, o çocuğun velâsı annesinin mevlâsınadır. Çünkü azad edilmenin velâyeti kuvvetlidir. Hatta onda emsalliğe dahi itîbar edilir. Ama arap olmayanda ve mevlâ´l-müvâkatta emsalliğe itibar olunamaz. Musannıfın burada arap olmayan kimse ite kayıtlamasının sebebi şudur: Çünkü araplarda mevlâ´l-muvâlât olmaz. Zira onların nesebi kuvvetlidir. Azad eden kimse mirasta reddiye ve zevil-erhamdan önde mirasa girer. Fakat neseb bakımından asabe olanlardan sonraya kalır. Zira o, sebeb bakımından asabedir. Köleyi azad eden efendi ölse, sonra da azad edilen köle ölse, kölenin nesebi varisi bulunmasa, kölenin mirası zikredilen efendinin en yakın asabesine kalır. Biz bu meseleyi ferâiz konusunda inceleyeceğiz. Kadınlar icîn ancak azad ettiklerinin velâsı vardır. Nitekim Dürer ve diğerlerinde zikredilen hadiste de böyledir. Şu kadarı var ki Aynî ve başkaları Dürer´de zikredilen hadisin aslı olmayan münker bir hadis olduğunu söylemîşlerdir. Aynî´ye cevap de feraîz bahsinde gelecektir. Sonra musannıf mezkur asıl üzerine ayrıntı yaparak şöyle demiştir: Efendi öldükten sonra azad edilen köle de ölse, geriye varis olarak da yalnız onu azad edenin kızı bulunsa, kölenin mirasından efendinin kızına hiçbir hak yoktur. Kölenin malı beytü´l-mala konulur. Zahiri rivayet de budur. Zeylaî, Nihaye´ye isnadla şöyle demiştir: «Zamanımızda beytülmal fesada gittiğinden köleyi azad edenin kızı, babasının azadlısı olan kölenin malına varis olur. Yine, karı kocanın mirastaki farz haklarından arta kalanı da onlardan birisine reddolunur. Yine mal onların süt bakımından kızları veya oğullarına verilir. Eşbah´ın ferâiz bahsinde de böyledir.» Musannıf ve diğerleri de bunu ikrar etmişlerdir. Zımmî bir köleye mâlik olsa, o köle müslüman da olsa, onu azad etse, onun velâsı o zımmî içindir. Çünkıi velâ, neseb gibidir. Velâ sebebiyle de müslümanlar gibi aralarında irse perde olacak bir perde bulunmadığı yerde zımmî ile müslim birbirlerinden miras alabilirler. Eğer köle müslüman olursa, öldüğü takdirde zımmî ondan miras alamaz. Onun yerine diyetini de vermez. İşte bununla, «velâ mirastır» sözünün fasit olduğu hakkıyla açıklanmaktadır. Dârü´l-harbte bir harbî, harbî bir köleyi azad etse, köle yalnız onun azad etmesiyle azad olmaz. Ancak onu serbest bıraktığı zaman azad olur. «Ben seni azad ettim» dedikten sonra, «Seni serbest bıraktım» derse. o zaman azad edilmiş olur. Azad edene de hiçbir velâ hakkı yoktur. Hatta azad edenle azad edilenler müslüman olarak dârü´l-islâma gelmiş olsalar, yine efendi öldüğü takdirde azad ettiği köleden miras alamaz. Ebû Yûsuf buna muhalefet etmiştir. Darü´l-harpte azad edilen köle müslüman olarak darü´l-İslâma geldiğinde dilediği kimseye velâ hakkı tanır. Çünkü hiçkimsenin onun üzerinde velâsı yoktur. Bir müslüman darü´l-harbe girse ve orada bir köle satın alsa, sözle onu azad etse, onu serbest bırakmadan köle azad edilmiş olur. Köle müslüman olsa, bir müslüman veya harbî onu darü´I-islâmda azad etse, onun velâsı onu azad eden içindir. PRATİK MESELELER: Bir müslümanla bir harbî azad edilmiş kölenin velâsını iddia etseler, her ikisi de azad ettiğine dair delil getirmiş olsa, onun mirasının ikisine teslim edilmesine hükmedilir, velâ da ikısinindir. Efendi velâya önce müstahık olur, vasiyetleri geçerli olur. Ve ondan borçları ödenmiş olur. Azad edilmiş bir câriyenin velâsında emsâline itibar edilir. Meselâ bir tüccarın azad ettiği bir cariye, bir debbağın değil, bir attarın azad ettiği kölenin dengidir. Kölenin annesi aslen hür olursa. yani onun aslında hiç kölelik olmazsa,, onun çocuğu üzerine vefâ yoktur. Baba da yine böyle aslen hür olursa, velev ki arap olsun, yine onun çocuğu üzerine mutlaka kimsenin velâsı yoktur. Ama eğer çocuğun babası Arap olmazsa. ne onun. ne de kavminin cariyeden olan çocuğu üzerinde velâsı yoktur. Cariyeden olan, babası Arap olmayan bir çocuk ölürse, onun varisi annesini azad edenle onun asabesidir. İmam Ebû Yusuf burada muhalefet etmiştir. ALLAH daha iyisini bilir. İZAH Musannıf bu babı mükâteb babından sonra zikretmiştir. Çünkü velâ da kölenin mülkiyetinin son bulmasının eserlerindendir. Bunu azaddan sonra zikretmemiştir ki, bu mesele kölenin azad edilmesinin bütün çeşitlerinde meydana gelir. «Bu tarifle bilindi ki ilh...» Bu görüşte Sadrı Şeria´ya tariz vardır. Zira Sadrı Şerîa velâyı mirasla tefsir etmiştir. Yine musannıfa da tariz vardır. Çünkü musannıf da Hakâik sahibine uymuştur. İşte bundan dolayı şârih. Kenz ve başkasına uyarak musannıf ve Sadn Şeria´nın tefsirinden dönmüş ve «karabet-i hükmiye» ile tefsir etmiştir. Çünkü velâ mirassız ve yardımlaşma olmaksızın da gerçekleşir. Mesela, bir kâfir bir müslimi azad etse, o müslim kölenin velâsı onundur. Mebsut´ta, «Kâfir azad ettiği müslüman kölenin malına varis olamaz. Çünkü milliyette ona muhaliftir. Onun yerine diyet de veremez. Çünkü diyet yardım için verilir. Yardım da müslim ile kâfir arasında olmaz» denilmiştir. Bunu İbni Kemâl söylemiştir. Şârih de iteride buna işaret edecektir. Yine musannıfın zikrettiği devre vesile olur. Çünkü musannıf velâyı, velânın tarifinde zikretmiştir. «Hükmî bir yakınlıktır ilh...» Yani azad ve mavâlâttan hâsıl olan bir yakınlıktır. Kenz. «Mirasın sebebliğine de elverişli olur ilh...» Şârih burada «elverişli» kelimesini zikrederek azadın dâima mirasa sebeb olmadığına işaret etmiştir. Nitekim sen bunu yukarıda anladın. Bir de. velâ irse ancak nesebi bir asabe bulunmadığı zaman sebeb olur. «Efendinin azad etmesi değil ilh...» Şârih burada «Velâ azad edenindir» hadisiyle istidlal eden cumhura muhalefet etmiştir. Çünkü cumhur, hüküm bir müştak üzerine tertib edilmesi hükmün illetinin kaynağı olduğuna delâlet eder demişlerdir. İşte cumhurun bu istidlaline cevap şudur: İştikakta asıl üç harfli olan azad naslarıdır. Ki o zaman, hükmün illeti azad etmek değil, azad olmak olur. «Zira ümmü´l-veledlikle ilh...» 0 zaman bundan maksat, ümmü´l-veledi onun azad etmesiyle değil, onun ölmesiyle de azad olmuş olur. «Yakın akrabasının verâsetiyle ilh...» Meselâ babası öldüğünde anne bir kardeşi babasının kölesi bulunduğundan ona irsen mâlik olur, mâlik olmasıyla da anne bir kardeşi hısımlık sebebiyle azad olmuş olur. «Çoğunluğa yorumlanır ilh...» Veya hadisteki kısaltma izafîdir. Hamevî. Makdisi´den. O zaman hadisin mânası şöyle olur: Velâ ancak kendisine velâyeti şart koşan satıcı kendisine hibe edilen ve vasiyet eden gibi kimselere değil. ancak azad edenedir. Ebussuud. «Velev vasiyetle olsun ilh...» Meselâ. adam vasiyet etse ki, «Ben öldükten sonra kölem azad olunsun» veya «Benim ölümümden sonra malımdan bir köle alınsın ve azad edilsin.» H. O zaman vasinin fiili mevlâya intikal eder. «Efendisi bir kadın ilh...» Yani velev ki kölenin efendisi bir kadın da olsa. Musannıfın burada kadınla kayıtlamasının sebebi, asabe-i nesebiyyemn muhalefeti üzerine dikkat çekmesidir. Çünkü asabe-i nesebiyede kadın yoktur. «Zımmî ilh...» Zımmî her ne kadar azad edilen müslüman köleden miras alamasa bile yine de onun velisidir. «Ölü de olsa ilh...» Musannıf bu sözüyle İbni Kemal´in zikrettiğine işaret etmiştir. Zira İbni Kemal. «Velâ tedbir ve ümmü´l-veledlikle nasıl efendinin olur? denilmesin. Zira müdebber ve ümmü´l-veled efendinin ölümünden sonra bilindiği gibi zaten azad edilir!er. Velâ o zaman mirasın kendisi değil. belki mirasa sebeb olmaya elverişli olan hükmî bir yakınlıktır. Bu hükmî yakınlık da tedbirle sabit olur. İstilad ise, müdebbirin ölümüne bağlı olmaz. Mebsut adh eserde bu açıklanmıştır. Zira Mebsut sahibi. «Müdebbir, mükâtib, müstavlid sebebe mübâşeret et-tiklerinden velâ onların hakkıdır. Eğer biz velânın miras olduğunu kabul etsek, o zaman onun manâsı efendi onun borçlarını verir. onun vasiyetleri geçerlidir. Eğer onun varisleri varsa, bunu yapamaz. Bizim bu yazdıklarımızla da ortaya çıktı ki fakihlerin mevlânın irtidad etmesi faraziyeşinde gelenek itirazfara cevap hususunda düştükleri hatanın kaynağını biraz düşünmeleri ve biraz çaba göstermeleridir» demiştir. «Vasiyetleri geçerli olur ilh...» Yani efendi de ölen azadlısının mirasını almadan ölmüş olsa. Onun vasiyetleri geçerli olur. «Şeriata muhalefet ettiğinden ilh...» Şerîat şudur: Rivâyet edilmiştir ki, Hz. Âişe Berîre ismindeki câriyeyi azad etmek üzere satın almak istemiş. Berîre´nin akrabaları da bunun velâsının kendilerine ait olmasını şart koşmuşlar. Bunların bu sözleri üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) Hz. Âişe´ye, «Onların böyle demeleri, senin satın olmana engel olmasın. Zira velâ azad edenindîr» buyurmuştur. İtkanî. «Azad zamanlada mevcut olan ilh ..» Musannıf bu sözüyle velânın intikal etmemesinin illetine işaret etmiştir. Yoksa zaten bu altı aydan noksan bir zamanda doğurmuşsa sözünden bilinmektedir. Şu kadarı var ki, metnin bazı nüshalarında «ebediyyen» sözünden sonra mevcut olan ifadenin aynısı şöyledir: Zira hamil azad zamanında mevcuttu. O halde o çocuğun da azad edilmesi kasdî olarak vâkî olmuştur. O zaman onun velâsı onu azad edenden başkasına intikal etmez. Sadrı Şerîa. Turî diyor ki: «İtiraz olarak şu vârid olur: Yukarıdaki ifade fakihlerin azad kitabındaki «Eğer gebe bir cariyeyi azad ederse, onun hamli de ona teban azad olur» sözüne muhalif olur.» Ben derim ki: Bu itiraza şöyle cevap verilir: Hususiyle o doğan çocuğa azad her ne kadar vârid değilse de ancak annesine teban vârid olmuştur. Çünkü o da annesinin bir cüzüdür. Onu azad etmek, onun bütün cüzlerini kasden azad etmektir. Düşünülsün. Bu itiraza cevap olarak en güzeli şöyle denilmesidir: Çocuk altı aydan az bir zaman zarfında doğduğu takdirde onun azadını şart koşmadığı zaman fakihler «Annesine teban azad edilir» sözünü zikrettiler. Çünkü cüziyyet daima gerçekleşmez. Fakihlerin buradaki görüşleri velânın intikal etmemesi üzerinedir. Velânın intikal etmemesinin şartlarından biri de bebeğin altı aydan az bir zaman içinde doğmuş olmasıdır. Fakihler cüziyyetin gerçekleşmesî için kastın olmasını zikretmiştir. Düşünülsün. «Ebedîyyen ilh...» Yani babası da azad edilmiş olsa. Hatta eğer o çocuk cinayet işlemiş olsa, onun cinayetinin âkilesi annesinin mevâlisi üzerine hükmedilir. T. Hamevî´den. «İkisinin ikiz olması zaruridir ilh...» Yani o kadın iki çocuğa birden, gebe kalmıştır. Çünkü ikisinin doğumu arasında bir gebelik süresi yoktur. O zaman annesinin azad edilmesiyle birinci çocuk gibi ikinci çocuk da azad edilir. Zeylaî. «Altı oydan fazla bir zaman ilh...» Uygun olan şarihin burada «Senenin yarısı veya daha fazla bir zaman sonra» demesiydi. Bedâyî´de olduğu gibi. Hemlin en az süresinden daha fazla tabiri de şarihin tabirine müsâvidir. Anla. «Babasına tabi olması güçtür ilh...» Yani burada cüziyet her ne kadar kalkmış olsa da. Çünkü onun ana rahmine azaddan sonra düşme ihtimali de vardır. Şu kadarı var ki yine onun babaya tabi olması mümkün değildir. Çünkü baba henüz azad edilmemiştir. O zaman annesinin muvalisine onun velâsı tabi olma şekliyle sabit olur. Çünkü o bizzat kasdedilerek değil, anneye teban azad edilmiştir. «Çocuğun ölümünden sonra değil, sonra ilh...» İzâhü´l-İslâh´ta şöyle denilmektedir: «Yani eğer baba çocuğunun ölümünden önce azad edilirse, çünkü eğer onun azadından önce ölmüşse, onun velâsı annenin mevâlisinden intikal etmez.» Bu da, ölen çocuğun bir çocuğu da olsa yine onun velâsının baba tarafından mevâlisine intikal etmesini gerektirir. Aroştırılsın. H. Ben derim ki: Zahîre´de şöyle bir şey vardır: «Zahiri rivayete dede torunun velâsını çekmez. Baba hayatta olsun veya olmasın hüküm değişmez. Hasan da dedenin torununun velâsını çekemeyeceğini rivayet etmiştir.» Bunun şekli şöyledir: Bir köle bir kavmin azadlısı olan cariye ile evlense, o cariyeden onun bir çocuğu olsa, o kölenin hayatta olan bir babası olsa, sonra hayatta olan babası azad edilse, köle, köle olarak kalsa, sonra çocuğun babası olan köle ölse, sonra da çocuk ölse, ancak öldüğünde mirasını alacak bir varisi de olmasa, onun mirası annenin mevâlisi içindir. «Engel ortadan kalkmıştır ilh...» Engel babanın köle olması idi. Hem de, azad kasden hamlin üzerine varid olmamıştır. Belki annesinin hamlinde olan çocuk, annesine teban azad edilmiştir. Nitekim biz bunu zikrettik. Velânın nakline aykırı olan azad da kasdi yapılan azaddır. Buraradaki azad ise kasdi değildir. O halde velânın nakline engel değildir. «Çocuğun velâsının babasının mevâlisine intikal etmesi ilh...» Yani velânın cerri.yarım seneden az veya çok zaman içindeki velâdet arasındaki açıklama. «Ayrılış tarihinden ilh...» Yani ölüm ve talâkla. H. «Çocuğun velâsı azad olmuş babasının mevâlisine intikal etmez ilh...» Çünkü hamile oluşun ölümden sonraya izafe edilmesi güçtür. Bu da açıktır. Bain talâktan sonraya izafe edilmeden sonraya izafe edilmesi de yine güçtür. Çünkü cinsi tekarrüb haramdır. Keza, ric´î talâktan sonraya da. Çünkü rıc´î talâktan sonra izare edilmesi de güçtür. Çünkü o zaman adam şüphe ile eşine dönmüş olur. Zira kadın eğer iki seneden az bir zamanda doğurmuşsa, hamlin boşama sırasında mevcut olma ihtimali vardır ki nesebin sübutu için ricatın isbatına ihtiyaç vardır. Mademki hâmile kalışı talâktan sonraya izafe etmek güçtür. O zaman nikâha isnad edilir. O halde çocuk azad anında mevcut olmuş olur. Ki o zaman kasden azad edilmiş olur. Azad anında mevcut olan çocuğun velâsı da köle olan babanın mevâlisine intikal etmez. Bu açıklamadan anlaşıldı ki, azad edilen câriye altı aydan az bir zarnan zarfında doğum yaparsa, hüküm öncelikle yine böyledir. Çünkü çocuğun ölüm veya talâk zamanında varlığı yakın olmuştur. Ama eğer o cariye azattan veya ayrılışından sonra iki seneden fazla bir zaman zarfında doğurursa, bunda hüküm ric´î talâk ve bâin talâkta değişir. Bâin talâkta yukarıda nakledilen hüküm gibi olur. Ric´î talâkta ise o çocuğun velâsı babasının mevâlisi içindir. Çünkü çocuğun böyle bir zaman içinde doğması bize babasının ricat ´ettiğine yakın hasıl etmektedir. İnâye. «Arap olmayan ilh...» Fevâid-i Zahîriye´de şöyle denilmiştir: «Bu birkaç şekil üzerinedir. Câriye bir Arapla evlense, onun doğacak çocuklarının velâsı, fakihlerin görüşüne göre babasının kavmi içindir. Ama eğer o cariye, birkaç babası müslüman olan Arap olmayan bir kimse ile ev-lense, İmam Ebû Yusuf´a göre onun çocuğunun velâsı babanin kavmıne aittir. Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed´in görüşüne göre de meşâyıh ihtilaf etmiştir. Ebû Bekr, A´meş ve Ebû Bekr el-Seffâr´dan rivayet edildiğine göre yine ondan doğacak çocuğun velâsı babasının kavmine aittir. Bunlardan başkası da Ebû Hanife´nin görüşüne göre annenin kavminedir demişlerdir. Bu cariye müslüman olan bir harbî ile evlense, muslüman olan harbî ister kendisine bir velî tayin etsin, ister etmesin, işte bu yukarıdaki kitabın meselesidir. Câriye bir köle veya bir mükâteble evlense, o zaman onun velâsı fakihlerin icmâı ile anneninmevâlisiiçindir. Ancak köle azad edilirse, o zaman çocuğun velâsıannenin kavminden babanın kavmine intikal eder.» Kifâye. «Veya olmasa ilh...» Metinde bu mesele mevlâyı mavâlâtı olan kimse için farzedilmıştir. Çünkü bunun mukûbilı öncelikle anlaşılır. Öyleyse eğer musannıf, «O câriyenin çocuğunun velâsı onun mevâlisi içindir» deseydi, her ne kadar babanın mevlâyı muvâlâtı da olsa, Kenz´de ifade edildiği gibi, daha uygun olurdu. H. «Araplarda mevlâyı muvâlât olmaz ilh...» Çünkü Arabın kendinden aşağı bir efendisi olmaz. «Cariye bir Arabın azadlısı olsa ilh...» Bunun doğrusu, «Velev Arap olmayan birisinin azadlısı olsa» demesiydi. Zira Arap olmayan bir mevlâya velâ olduğu takdirde, Arap olan bir mevlâya evleviyetle olur. H. «Annesinin mevlâsınadır ilh...» Velânın annesinin mevlâsına olması da İmameyne göredir. İmam Ebû Yusuf ise. baba tarafını tercih ederek onun çocuğunun velâsı babasının mevâlisidir demiştir. «Hatta onda emsalliğe dahi itibar edilir ilh...» Bunun açıklaması denklik (küfüv) babında geçmiştir. Yakında da gelecektir. Yine annenin mevlâsı zevi´l-erhamdan önde gelir. Meydana geldikten sonra da fesih kabul etmez. Muvâlât ise bunların hepsinin aksinedir. «Arap olmayanda ve mevlâyı muvâlâtta emsalliğe itibar olunmaz ilh...» Yani neseb ve hürriyet itibariyle denkliğe Arap olmayanla mevlâyı muvâlâtta itibar edilmez. Zira Arap olmayan hakkında hürriyet ve neseb zayıftır. Çünkü onların hür oluşu köle edinilmekte bâtıl olma ihtimalini taşır. Arap bunların aksinedir. Zira Arap olmayanlar neseblerini kaybetmişlerdir. Çünkü onların islâmdan önce iftihar ettikleri şey dünyayı imar etmekti. İslâmı kabul ettikten sonra da onların iftiharı İslâmdır. Selman-ı Fârisî de, «Selman´ın babası İslâm´dır» sözüyle buna işaret etmiştir. Baba tarafında zayıflık sabit olduğu zaman Arap olmayan hür bir adamla köle eşit olurlar. «Reddin ilh...» Kitaptaki bu mesele aşağıdaki «onun malı beytülmale konur» meselesine kadar ferâiz meselelerindendir. Uygun olan bu meselenin kaldırılmasıdır. H. «Azabe-i neşebiyeden sonraya kalır ilh...» Yani asabe-i nesebiyenin üç kısmı ile de. Bu üç kısım şunlardır: 1) Bir kimsenin kendi başına asabe olması, 2) Başkası ile asabe olması, 3) Başkasının bulunması sebebiyle asabe olması. Musannıf burada nesebiye ile sebebiyetin diğer bir türünden kaçınmıştır. Sebebiyetin diğer türü ise mevlâyı mevâlâttır. Zira azad eden ondan önde gelir. Azad edenin asabesi de onun gibidir. «Zira o, asabe-i sebebiyedir ilh...» Yani neseb daha kuvvetlidir. «Nesebi varisi bulunmasa ilh...» Bu söz geneldir. Farz sâhibi olan neseb hısımları asabe olan neseb hısımlarını kapsamına alır. «En yakın ilh...» Bu görüş efendinin asabesini çıkarmıştır. O halde kadın eğer bir köle azad etse, geriye de vâris olarak kocasını. bir oğlunu ve annesinden olmayan bir kardeşini bıraksa, sonra da azad ettiği köle ölmüş olsa, kölenin velâsı yalnız kadının oğlu içindir. Eğer oğlu do ölse. geriye vâris olarak babası ile dayısını bıraksa, ölen kölenin velası dayısına olur. Çünkü dayı o kölenin asabesidir, baba değil. Zira o, oğlunun asabesidir. Bu meselenin tamamı Bedâyî ve Zahîre´dedir. «Erkek asabesinde ilh...» Yâni kadınlara değil. Zira burada başkası ile asabe olmakta, başkası ile birlikte asabe olmak yoktur. Zira zikredilen hadis de bunu gösterir. «Ferâiz babında araştıracağımız ilh...» Miras babında. Miras babında da burada olandan fazla bir şey zikretmemiştir. Yalnız hadisle açıklamıştır. «Kadınlar için velâ yoktur ilh...» Burada musannıf istisna edeceği yerde istinaf etmiştir. Çünkü musannıfın mevlânın asabesinin en yakını sözü bazı kadınları da kapsar. Bundan ötürü de musannıf «eğer ölse» sözüyle meseleyi dallandırmıştır. İşte bu açıklama ile anlaşıldı ki şârihin yukarıda erkek asabe ile kaydetmesi gerekmez. «Dürer ve başkalarında zikredilen ilh...» Dürer ve başkalarında zikredilen hadis şudur: «Kadınlara velâdan ancak azad ettiklerinin velası vardır veya kadınları azad eden bir kimseyi azad etmişse veya kitabet yaptıkları kadınların veya kadınlar ile kitabet yapan bir mükâtebi azad ederse veya tedbir ettiklerine veya tedbir ettiklerini tedbir edenleri veya onları azad edenlerin velâsını cerreden veya onları azad edeni azad ederse, onlara velâsı vardır.» O halde kadın bir köleyi tedbir yapsa, sonra da ölse, sonra da tedbir yaptığı köle ölse, kölenın velâsı o kadın içindir. Hatta o kadının asabesinden olan erkekler içindir. Kadın ölse, müdebber kölesi azad edilir. Tedbirle azad edilen kölede bir köle alsa ve ona tedbir yapsa, sonra do o köle ölse, onun velâsı da o kadının asabesi içindir. «Aynî ve başkası ilh...» Aynî şöyle demiştir: «Ali, İbni Mes´ud ve İbni Sâbıt´ten vârid olan habere göre onlar kadınlara velâdan ancak kadınların kitabet yaptıkları ile azad ettiklerinin velâsını verirlerdi.» «Ayni´ye cevap da ferâiz bahsinde gelecektir ilh...» Şârihin ferâiz bahsinde metni aynen şöyledir: «Dürer´de zikredilen hadiste her ne kadar sazlık varsa da şu kadarı var ki, sahabilerin büyüklerinin sözleriyle tekid edilmiştir. O halde bu hadis meşhur hadis yerindedir. Nitekim Seyyid bu hususta açıklamada bulunmuş musannıf da bunu ikrar etmiştir.» H. Biz de ferâiz bahsinde bu hadis üzerinde olan sözlerin tamamını zikredeceğiz. «Zeylâî, Nihâye´ye isnadla ilh...» Zeylâî´de olanın misli Zahîre´dedir. Zahîre sahibi şöyle demiştir: «Bu şekilde İmam Ebû Bekr el-Berzencî ve Kadı İmam Sadrı İslâm fetvâ verirler. Çünkü azad eden kişinin kızı beytülmaldan daha yakındır. O zaman ona verilmesi daha uygun olur. Çünkü azad edenin kızı değil de oğlu olsaydı. malın hepsine hak kazanmış haketmiş olurdu.» «Zamanımızda vâris olur ilh...» Zeylâî´nin ifadesi şöyledir: «Mal, irs yoluyla değil, ama yine azad edenin kızına verilir. Çünkü ölen köleye halktan en yakını odur.» H. «Arta kalanı da onlardan birisine red yapılır ilh...» Zahîre´de bu İmam Abdülvahid eş-Şehid´in feraiz kitabına isnad edilmiştir. «Musannıf ve diğerleri de bunu ikrar etmişlerdir ilh...» Musannıf Mülteka şerhinde şöyle demiştir: «Ben diyorum ki, şu kadarı var ki bana ulaşan fakihler bununla fetvâ vermezlerdi. Uyanık ol. Bu konuda ferâiz kitabında meseleler vardır.» Ben derim ki: Zamânımızda bu ifade ite fetvâ vereni veya hükmedeni görmedim. Bununla hükmedildiği takdirde uygun olan diyâneten o hükmün caiz olmasıdır. Araştırılsın ve düşünülsün. «Köle müslüman da olsa ilh...» Şârihin bu müslüman kelimesini getirmesinin sebebi, çünkü burada kelâm velânın sûbutu hakkındadır. Mirasa gelince o, azad eden kâfir olduğu sürece sabit olmaz. İleride bu hususa dikkat çekilecektir. «Zımmî ondan miras alamaz. ilh...» Çünkü mirasçı olmanın şartı olan din milliyeti yoktur. Hatta eğer zımmî azad ettiği kölenin ölümünden önce müslüman olsa sonra köle ölse, ondan miras alabilir. Yine zımmînin müslümanlardan, müslüman bir amcası gibi bir asabesi olsa zımmînin ölen azadlısından miras alabilir. Zira zımmî ölü gibi kılınır. Eğer zımmînin müslüman bir asabesi yoksa, azad etmiş olduğu kölenin malı beytü´l-mâla konulur. Bir köle bir müslümanla, bir zımmî arasında ortaklı olsa, o köleyi azad etmiş olsalar, onun velâsının yarısı müslüman için, diğer yarısını da zımmînin müslüman asabelerinin en yakınınadır. Eğer müslüman asabesi yoksa, onun velâsının yansı beytül malındır. Bedâyî. «Onun yerine diyetini de vermez ilh...» Köleyi azad eden zımmî galib gelen bir Hıristiyan kabileye ait ise, azad ettıği kölenin âkilesi onun kabilesinden alınır. Tatarhâniye´de olduğu gibi. Tatarhâniye´deki bu ifadeden şu anlaşılır ki, müslüman köleyi azad eden zımmînin kabilesi olmadığı takdirde azad olunan köle cinayet işlediği takdirde âkilesi kendisine aittir. Zira geçen meselede açıklanmıştır. Geçen mesele şudur: Köleyi azad eden zımmînin müslüman bir asabesi olmazsa, azad olunan köle öldüğü takdirde mirası beytü´l-mala kalır, hataen bir cinayet işlerse, âkilesi de kendi nefsinedir. «Bununla hakkıyla izah olunmaktadır ilh...» Çünkü velâ mirassız da mevcut olmaktadır. H. «Bİr harbî ilh...» Burada musannıfın «harbî» ile takyid etmesi, «yalnız azad etmesiyle azad olmaz. Ancak onu serbest bıraktığı zaman azad olur» sözüne nisbetle fayda verir. Çünkü müslümanda yalnız sözle de azad olur. Nitekim musannıf da bunu ileride zikredecektir. Ama «harbî» ile kayda bağlaması, «ona velâ yoktur» sözüyle birlikte düşünülürse, bunun blr faydası yoktur. Çünkü darü´l-harpte kölesini azad eden harbi ile yine darü´l-harbte kölesini azad eden müslüman eşittirler. Yakında bu konudaki sözü zikredeceğiz. «Harbî bir köleyi ilh...» Harbi, müslüman veya zımmî bir köleyi azad etmiş olsa, fakihlerln icma ile, yalnız sözle azad edilir, velâsı da onundur. Bedâyî. «Onu serbest bıraktığı zaman ilh...» Yani azadı geçerli olur. Şu kadar var ki azadının sıhhati her ne kadar mülkiyetin izalesi için geçerli olsa da, o köleden kölelik kalkmaz. Çünkü harbinin darü´l-harbte olması onun köleliğine sebebtir. Turî. Muhit´ten. «Velâ hakkı yoktur ilh...» Velânın köleyi azad eden harbiye olmayışı, Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed´in görüşüdür. Zira onlara göre, azad sözüyle darü´l-harpte harbî kölesini azad edemez. Ancak serbest bırakmakla azad etmiş olur. Serbest bırakma ile sabit olan azad velâyı icab ettirmez. Bedâyî. Zira sen yukarıda anladın ki, darü´l-harbteki tahliye her ne kadar mülkiyeti izale etse de köleliği izale etmez. «Ebû Yûsuf buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira EbÛ Yusuf´a göre, azad edilen harbî kölenin velâsı, onu azad eden harbî içindir. Çünkü yalnız sözle azad etmek geçerlidir. Eğer harbî, Darü´l-harbte harbî olan kölesini tedbir ederse, o da yine yukarıdaki ihtilaf üzerinedir. Ama da-rü´l-harbte bir harbînin harbî olan cariyesini ümmü´l-veled kılmasının cevazında ihtilaf yoktur. Çünkü ümmü´l-veledlik nesebin sübutu için bina kılınmıştır. Neseb de darü´l-harbte de sabit olur. Bedâyî. «Serbest bırakmadan köle azad edilmiş olur ilh...» Yani onun velâsı da müslümanın olur. Nitekim geçen açıklamada bunu ifade etmektedir. Çünkü o köle tahliye ile değil, yalnız sözle azad edilmiş olur. Şu kadarı var ki, Şurunbulâliye´de Bedâyî´den naklen şöyle denilmiştir: «İmam Ebû Hanife´ye göre, darü´l-harbte müslümanın alıp azad ettiği köle sözle değil tahliye ile azad edilmiş olur. İmam Ebû Yûsuf´a göre de. onu azad eden müslüman onun mevlâsı olur.» Şurunbulâlî"nin Bedâyî´den naklettiği ifade şârihin zikrettiği sözün aksidir. Şurunbulâlî´nin Bedâyî´den naklettiğini ben Bedâyî´nin iki nüshasında da bulamadım. Evet ben, Hindiye´de Bedâyî"ye nisbetle şunu gördüm ki: Bir müslüman kendisinin müslüman veya zımmî olan kölesini darü´l-harbte azad etse, o kölenin velâsı onundur. Çünkü onun azad etmesi fakihlerin icmaı ile câizdir. Ama eğer bir müslüman darü´l-harpte harbî olan bir kölesini azad ederse, Ebû Hanîfe´ye göre onun mevlâsı olamaz. Ebû Yusuf´a göre ise, onun mevlâsı olur.» Bu ifadede söz ile azad edilmez diye bir şey yoktur. Çünkü Hindiye´ nin Bedâyî´den naklettiği ifadedeki, «Ebû Hanife´ye göre onun mevlâsı olmaz.» sözü azad edilmemeyi gerektirmez. Belki Tatarhâniye´de «azad edilir» sözüyle açıklanmıştır. Zira Tatarhâniye sahibi şöyle demektedir: «Bir müslüman darü´l-harbe gitse, orada harbî bir köle alsa, onu azad etse, azad olunur. Ancak İmam-ı Azâm ile İmam Muhammed´e göre o azad olunan kölede ona velâ sabit olmaz. İm´am Ebû Yûsuf´da, «İstihsanen velâ ona sabit olur» demiştir. Tûrî de bunun mislini Muhit´ten naklen zikretmiştir. Sonra ben, Bahır adlı eserin azad kitabında aynen şunu gördüm: «Müslüman darü´l-harbe gitse. orada harbî bir köle satın alsa. onu orada azad etse, kıyas odur ki, bunu serbest bırakana kadar o azad olunmaz. İstihsana göre ise, sözle azad ettiği zaman, serbest bırakmasa dahi yine azad olunur. Onu azad eden müslüman için İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed´e göre kıyasen velâ yoktur. İmam Ebû Yusuf´a göre ise istihsânen velâ ona sabittir.» İşte bununla Şurunbulâliye´nin Bedâyî´den nakli ile diğer ifadeler arasında uygunluk meydana gelmektedir. Düşünülsün. «Köle müslüman olsa ilh...» Musannıf burada bütün kısımları tamamen almamıştır. Tatarhâniye´de olan ifadenin sonucu şudur: Dârü´l-İslâmda köleyi azad eden ister zımmî olsun, ister müslüman olsun, köle her ne kadar zımmî de olsa, kölenin velâsı azad edene sâbit olur. Ama eğer köle harbî olursa, onda yine geçen hilâf mevcuttur. Ama eğer köleyi azad eden harbî, darü´l-İslâmda olursa, köle azad edilir. kölenin velâsı da ona sabit olur. Azad olunan köle ister müslüman, ister zımmî, ister harbi olsun. Ama eğer köleyi azad eden harbi darü´l-harbte harbinin azad ettiği köle de harbi olursa, serbest bırakmadan yalnız sözle azad olunmaz. Azad olduğu takdirde de ona velâ yoktur. «Darü´l-İslâmda ilh...» Bunun mislî dârü´l-harbte olduğu takdirde kölenin efendisi müslüman olursa, yine azad olur ve velâ da müslüman efendinindir. Nitekim biz bunu Hindiye´den naklen zikrettik. ÖNEMLİ BİR PRATİK MESELESİ: Pasaportlu bir harbî İslâm ülkesinde bir köle alarak azad etse, sonra da memleketine dönse, memleketine döndükten sonra müslümanlara esir düşse, onun daha önce darü´l-İslâmda azad ettiği köle onu satın alsa ve azad etse, onların her biri diğerinin mevlâsı olur. Yine bunun gibi, bir zımmî veya irtidad eden bir kadın darü´l-harbe iltihak etse, sonra da esir olarak İslâm ülkesine dönseler, onları da daha önce darü´l-İslâmda azad ettikleri köle satın alıp azad etse. onlar da birbirinin velîsi olurlar. Bedâyî. «Mirasın ikisine taksim edilmesine hükmedilir, velâ da ikisinindir ilh...» Yani velev ki mal bunlardan birisinin elinde olsun hüküm değişmez. Zira bu davadan maksat, velâdır. Onların ikisi de velâda eşittirler. Burada zilliyet tercih edilmez. Çünkü velânın sebebi azaddır. Bu satın almanın aksîne kabızla tekid olunmaz. Nitekim Zahîriye´nin muhtasarında da böyledir. Bu mesele, eğer her ikisi de vakit tayin etmişler ve iki delilden birisine daha önce hüküm verilmemişse, böyledir. Çünkü Bedâyî´de şöyle denilmektedir: «Eğer her iki davacı da vakit bildirirlerse, hangisinin vakti önce ise, velânın ona verilmesi daha uygundur. Çünkü o öyle bir vakit isbat etmiştir ki, o vakitte hiç kimse onunla anlaşmazlığa düşmemiştir. Ama eğer bu mesele muvâlâtın velâsı hakkında olursa, son vakti isbat eden daha uygun olur. Çünkü muvâlâtın velâsı nakz ve feshi ihtimal eder. O zaman ikincinin akti birincisini nakzetmiş olur. Ancak birinci vaktin sahibine, şahitler, kölenin âkilesini verdiğine dair şahitlik ederlerse, o zaman bunda da birinci vakit sahibine velâ verilmesi daha uygun olur. Zira o zaman ikincinin velâsı şahitlerin şehâdetinden dolayı nakzı ihtimal etmez. O zaman azad edilenin velâsına benzer.» Bu konunun tamamı Şurunbulâliye´dedir. «Efendi ilh...» Yani azad eden efendi. Velev ki bu azadı kitabet, tedbir veya istilâdla olsun. T. «Velâya önce müstahık olur ilh...» Yani azad edilen köle öldüğü takdirde. Ama eğer azad edilen köle hayatta ise, onun velâsı şüphesiz azad edenindir. Bu söz musannıfın geçmişteki «Ölen köle» sözüyle mükerrerdir. «Azad edilmiş cariyenin ilh ..» Ama muvâlâtın velâsı bunun aksinedir. Nitekim geçti. «Tacirin azad ettiği bir cariye ilh...» Uygun olan burada, musannıfın, «Tâcirin azadlısı olan köle, attarın azadlısı olan cariyeye denktir» demesiydi. Ama attarın azadlısı olan câriye, debbağın azad ettiği köleye denk değildir. Çünkü denklik erkek için değil, kadın için geçerlidir. Düşünülsün. T. «Onun aslında hiç kölelik olmasa ilh...» Yani yine onda da velâ yoktur. Musannıf ancak. bu aslı hür olanı niçin böyle tefsir etmiştir? Zira hür asıllı nasıl ıtlak olunursa, soyu üzerinde değil kendi şahsı üzerinde kölelik hiç cârî olmayan kimseyi de kapsamına alır. Ama onun aslında ister kölelik cârî olsun, ister cârî olmasın. Bu ise burada irade olunmaz. Nitekim Dürer´de de böyle tesbit edilmiştir. H. «Onun çocuğu üzerine velâ yoktur ilh...» Yani babası azadlı köle bile olsa, yine o çocuk üzerinde kimsenin velâsı yoktur. Zira biz yukarıda zikrettik ki, çocuk kölelik ve hürriyette annesine tâbidir. Annesi de aslen hür olduğundan onun annesi üzerinde hiç kimsenin velâsı yoktur. O halde onun çocuğu üzerinde de kimsenin velâsı olamaz. Bedâyî. Tekmile Şerhi, Muhit ve Mes´udî muhtasarlarında da buna uyulmuştur. Nitekim Dürer´de de zikredilmiştir. Sükbü´l-Enhur sahibı de. «Bu önemli bir feri meseledir. Hıfzedilsin. Zira insanların ilim bakımından kaydığı yerdin» demiştir. Azmiye´de şöyle denilmiştir: «Bilinmiş olsun ki, İstanbul´da Sultanın emir ve nasbı ile fetvâya tayin olunan âlimler fetihten günümüze, yani binotuzaltıya kadar bu konuda ikiye ayrılmışlardır. Âlimlerden bir kısmı binotuzaltıya bu konuda ikiye ayrılmışlardır. Bunlar Dürer sâhibi, Mevlâ İbni Kemal paşazâde, Mevlâ Kadızâde. Mevlâ Bıztanızâde. Mevlâ Zekeriyya, Mevlâ Sadettin bin Hasan Han ve Mevlâ Sunullahtır. Âlimlerin diğer kısmı dc annenin aslen hür olmasının şart olmadığı görüşündedirler. Bunlar da Sadi Çelebi, Mevlâ Aliyyü´l-CemaIî. Bicevizâde-i kebir la-kabıyla meşhur olan mevlâ ve oğludur. Ebussuud da önce bu son görüş üzerine fetvâ vermiştir. Sonra da bu fetvâdan rücu ettiğini zikrederek Bedâyî´de olan görüşe uygun şekilde fetvâ vermiştir. Bu görüşünü ölene kadar da değiştirmemiştir. Cenab-ı ALLAH onların sayini meşkur, amellerini mebrur eylesin. Veciz Şerhinde aynen şunu gördüm: «Bir azadlının annesi aslen hür olursa, babası köle olduğu takdirde, onun üzerinde velâsı yoktur. Eğer baba azad edilirse, babanın mevâlisine onun velâsı sabit olur mu, Bu konuda iki görüş rivayet olunur.» Bunun benzeri Miraç´ta da mevcuttur. «Velev ki Arap olsun ilh...» Bu sakınma kaydı değil, ittifaklı bir kayıttır. Zira eğer baba bir Arabın mevâlisi olsa, yine onun çocuğu üzerine kimsenin velâsı yoktur. Zira bir Arabın mevâlisinin hükmü Arap gibidir. Zira Rasûlullâh (s.a.v.) «kavmin azadlısı kavimdendir.» buyurmuştur. Bedâyî de de böyledir. Şurunbulâliye. Bunun benzeri Hindiye´de de mevcuttur. «Mutlaka ilh...» Yani baba kavmine de anne kavmine de velâ yoktur. Zira velâ baba ciheti içindir. Baba cihetinde de kölelik yoktur. H. Azmiye´de de bu »mutlak» sözü «İster annesi azadlı olsun, ister olmasın, babası hür asıllı olursa onun üzerinde kimsenin velâsı yoktur» şeklinde tefşir edilmiştir. «Ebû Yusuf muhalefet etmiştir ilh...» Zira Ebû Yusuf, velâda çocuk babasına tabidir görüşündedir. Aslen Arap olan kimsede olduğu gibi. Çünkü neseb ne kadar zayıf olursa da babanındır. İmameynin delili şudur: Velâ yardım içindir. Onun baba tarafından ona bir yardımı yoktur. Çünkü arabın dışında kabilelerde kabile halinde birbirine yardım etmezler. Bedâyî. Velhâsıl burada beş şekîl vardır. Dördü ittifaklı, beşinci, ihtilâflıdır. Birinci şekil: Anne ve baba ikisi de hür asıllı olursa. Yani ne onlara, ne de onların asıllarına kölelik girmemişse, o anne babanın evlâdı üzerinde kimsenin velâsı yoktur. İkinci şekli: Anne ve babanın her ikisi de azadlı olsalar veya onların aslında azadlık bulunsa, onların çocuğunun velâsı baba kavminedir. Üçüncü şekil: Baba azadlı veya soyunda azadlılık varsa, anne de bu manâ ile Arap ve hür asıllı olursa, babanın kavmine velâ yoktur. Dördüncü ve beşinci şekil: Anne azadlı, baba ise bu manâ ile hür asıllı. Baba eğer Arap ise annenin kavmine vela yoktur. Eğer baba Arap değilse bu beşinci ve ihtilaflı mesele olur. Ebû Hanife ile İmam Muhammed´e göre çocuğun velâsı annenin kavminedir. İmam Ebû Yusuf´a göre ise, o çocuğun üzerinde kimsenin velâsı yoktur. Bu meselenin tamamı Dürer´dedir. ALLAH daha iyisini bilir. Konu Başlığı: Ynt: Reddü´l Muhtar / Vela Gönderen: Zehibe üzerinde 05 Şubat 2010, 02:43:29 MUVÂLÂT VELASI FASLI
METİN Müslüman değil, arap olmamak şartı ile mükellef bir kişi diğerinin eliyle müslüman olsa. «Ben öldüğüm zaman mirasım senindir, cinayet işlediğim takdirde âkilem de sana aittir» diyerek eliyle müslüman olduğu kişiyi veya başka birisini kendisine velî tayin etse, akilesi veli tayin ettiği kişi üzerinedir, mirası da onundur. Nitekim yukarıda geçti, ileride de gelecektir. Böyle bir durumda her iki taraftan da mirası şart koşsalar, yine geçerlidir. Akıllı bir çocuk babasının veya vasisinin izni ile bir diğerine velâ vermiş olsa, engel olmadığından geçerlidir. Efendisinin izni ile bir kölenin diğerini kendisine veli tayin etmesi halinde geçerli olduğu gibi. Efendinin izni ile kölenin velisi olan kimse muvâlât akti ile kölenin efendisinin vekili olmuş olur. Yalnız bu miras zevi´l-erhama verilen mirastan sonra gelir. Çünkü bu zayıftır. Eğer veli ettiği adam kendisi veya çocuğu için âkile vermemişse, onun huzurunda velâsını başkasına nakledebilir. Eğer veli kendisinin veya çocuğunun âkilesini vermişse, onun velâsı başkasına intikal etmez. Çünkü âkile ile tekid edilmiştir. Azadlı bir kimse hiç kimseye velâyet veremez. Çünkü onu azad edenin velâsı lüzumlu bir velâdır. Kadın birisini veli kılsa sonra da nesebi meçhul bir çocuk doğursa yaptığı muvâlât aktinde çocuk da kendisine tabidir. Bu kadın birisi ile muvâlât akti yapmasa da çocuğu yanında olduğu halde muvâlût akti ile ikrar etse, yine çocuk ona tabidir. Çünkü o akit, babası bilinmeyen çocuk hakkında sırf menfaattir. Muvâlât aktinin şartı hür ve nesebin meçhul olmasıdır. Yani başkasına nisbet edilmemesidir. Ama birisinin ona nisbet edilmesi, meselâ çocuğu olması, muvâlât aktine engel değildir. İnâye. Muvâlât aktini yapan kimsenin Arap olmaması da şarttır. Üçüncü şart, onu azad eden bir velinin ve daha önce kendisi yerine âkilesini veren bir velisinin olmamasıdır. Dördüncü şart da beytü´l-maldan onun cinâyet âkilesinin verilmemesidir. Beşinci olarak akıllı ve miras olacak malının olması da şarttır. İslâma gelince, velâ veren kimsenin müslüman olması şart değildir. O halde müslümanın zımmîye muvâlâtı, zımmînin müslümana muvûlâtı veya zımmînin zımmîye muvâlâtı, her ne kadar esfel müslüman olsa da geçerlidir. Zira muvâlât vasiyet gibidir. Nitekim bu husus Bedâyî´de ayrıntılı bir biçimde anlatılmıştır. Vehbûniye´de nazmen şöyle denilmiştir: «Birisi babasının hayrına bir köle azad etse, kölenin velâsı azad edenindir. Babası da meşiyetle ecre nail olur.» Yani oğlu ölmüş babasının yerine bir köle azad etse, kölenin velâsı azad edenin adamıdır. Allah dilerse ecri de babasınındır. Oğlunun ecrinden de hiçbir şey eksilmez. Ölen baba için verilen sadaka ve dua da ona kavuşur. Babası yerine sadaka veren kimsenin ecrinde de hiçbir şey eksilmez. Müzmarat. İZAH Musannıf bu faslı bir önceki fasıldan geri bırakmıştır. Çünkü bu fasl yer değiştirmeyi ve intikali kabul ettiği gibi aynı zamanda ihtilaf edilmiş bir meseledir. Çünkü Mâlik ve Şâfii´ye göre buna asla itibar edilmez. Ama azad velasına itibar edilir. Her iki tarafın delilleri uzun uzun kitaplarda mevcuttur. «Mükellef bir kişi ilh...» Yani âkil ve bâliğ olan. O halde akıllı olan çocuk velisinin izni iIe de olsa, başkasını veli etme hakkına sahip değildir. Nitekim ileride bunun açıklaması gelecektir. Burada «kişi» ile kayda bağlanması ittifakîdir, ihtirazî değil. Zira kadının da bu akti yapması sahihtir. Nitekim ileride gelecektir. «Veya başka birisini ilh...» Yani elinde müslüman olduğu kimseden başkasını veli etse. Ata´ya göre, onun velâsı ancak elinde müslüman olduğu kişidir. Bedâyî. «Arap olmamak şartı ile ilh...» Bu görüş musannıfın «müslüman olsa» Sözünü takip eder. Tatarhâniye´de şöyle denilmiştir: «Şeyhülislâm Mebsût´unda arap olmamanın adet üzere zikredildiğini açıklamıştır.» «Yukarıda geçti, ileride de gelecektir ilh...» Bu söz musannıfın «arap olmama» sözüne bağlıdır. Zira musannıf bu fasıldan önce muvâlâtın Araplarda olmayacağını zikretmiştir. Yine, «Arap olmaması da şarttır.» sözünde de gelecektir. Ondan sonra da, velâ yapan kimsenin müslüman olmasının şart olmadığını açık olarak söyleyecektir. «Öldüğüm zaman mirasım senindir ilh...» Yanı, asen benim mevlâmsın, öldüğüm zaman benim varisimsin ve cinayet istediğimde de benim yerime akile vereceksin.» dese, o da. «Kabul ettim» veya «Sana veli oldum» dese, diğeri de tekrar «kabul ettim,» dese. Bedâyî. Bu ifadenin zahirine göre irs ve âkileyi akitte konuşmak şarttır. Bu ileride açıklanacaktır. «Mirası da onundur ilh...» Mebsut´ta şöyle denilir: «Önce veli tayin edilen kimse ölse, sonra da onu veli yapan kimse ölse, velî olan kimsenin kız çocukları değil, ancak erkek çocukları miras alırlar. Bizim azad velâsında açıkladığımız gibi.» Turf. «İki taraftan da mirası şart koşsalar, yine sahihtir ilh...» Yani her ikisinde de gelecek şartlar tamamlandıktan sonra bunlardan her biri kendinden Önce ölen arkadaşının malına varis olur. Bu bütün kitaplarda hilafsız zikredilmiştir; Makdisî, İbni Zjya´dan şöyle nakletmiştir: «İmam Ebû Hanîfe´ye göre ikinci birincisinin mevlası olur. Birincisinin, velâsı da bâtıl olur. İmameyn de, bunların her biri arkadaşının mevlâsı olur demişlerdir.» Bu konunun tamamı Şurunbulâliye´dedir. Bu husustaki ihtilaf, Tuhfe´den naklen Gâyetü´l-Beyânda zikredilmiştir. «Akıllı bir çocuk ilh...» Musannıf burada çocuğu akıllı olmasıyla kayda bağlamıştır. Zira çocuk akıllı olmadığı takdirde onun tasarrufları asla muteber değildir. Zeylâî´nin ifadesi ise şöyledir «Eğer adam muvâtât aktini çocuk veya köle ile yaparsa.» Uygun olan, «Akıllı bir çocukla veya bir köleyle» denilmesiydi. Zira çocuğun veya kölenin mevlâ olması anlaşılır. Bedâyî´de bunun illeti mevcuttur. Bedâyî´de şöyle denilmiştir «Büluğa gelince. bu kabul değil, icab tarafında aktin bağlanmasının şartıdır. Hatta bir çocuk bir kişinin elinde müslüman olsa, o çocuğu kendisine veli etse, caiz değildir. Onun kâfir babası her ne kadar izin verse de. Zira Kâfir babanın müslüman oğlu üzerinde velâyeti yoktur. İşte bundan dolayı o çocuğun satım akdi gibi diğer akitleri de kâfir babasının izni ile caiz değildir. Ama büluğun kabul tarafında olmasına gelince, o aktin geçerliliğinin şartıdır. Hatta baliğ birisi bir çocukla velâyet akti yapsa, o çocuğun babasının veya velisinin icazetine bağlı olur. Yine bir kişi bir köleyi veli etse, kölenin efendisinin icazetine bağlıdır. Ancak velâ efendidendir, çocukta da babadandır. Çünkü baba veya mevlâ mülkiyet ehlidir. Mükâteb de köle gibidir.» Özetle. «Bu zayıftır ilh...» Zira muvâlât bunların ikisinin aktidir. Bunlardan başkasına gerekmez. Zevi´l-erham ise şer´an vâristir. Onlar onun ibtaline mâlik değildirler. Dürer. «Onun huzurunda velâsını başkasına nakledebilir ilh...» Yani onun bilgisiyle. Bedâyî. Musannıfın burada «huzur» ile kayda bağlaması Hidaye´de olan ifadeye aykırıdır. Zira Hidaye sahibi hazır olmayı intikal için değil, velâdan teberri için bir kayıt yapmıştır. Kifâye´de de şöyle denilmiştir: «Esfel olan mevlâ, yani bir diğerini veli tayin eden kişi veli yaptığı adamın huzurunda olmasa bile bir diğeriyle muvâlât akti yapmanın zımnında velâsını feshedebilir. Şu kadarı var ki, ne veli olan kimse, ne de veli yapan kimse kasıtlı olarak diğeri hazır olmadığı zaman velâyı Teshedemez.» Kifaye´de olanın misli Bedâyî´de Tebyîn adlı eserde Mücteba´da, Gurerü´I-Efkâr. Dürer, Mülteka, Cevhere ve bunlardan başka da mevcuttur. Yine. Hakim´in Kâfi´sinden naklen Gayetü´l-Beyân´da da vardır. Zira velâsını başkasına veren kimse bir diğeri ile akit yaptığı zaman hükmen bir önceki aktini feshetmiş olur. Bunda onun bilgisi de şart değildir. Zira bir-şey bazen kasden sabit olmadığı yerde zarureten sabit olur. Mesela bir kölenin satışı için birisini vekil tayin etse. vekil gâib olduğu halde onu azletse, azli geçerli değildir. Ama eğer kölesini satar veya azad ederse, vekil ister bilsin, ister bilmesin kendiliğinden azledilmiş olur. Bedâyî. Kenz´in ifadesi de musannıfın ifadesine eşittir. İbni Kemâl de Islâh ismindeki eserinin iki yerinde hazır olmasıyla kayıtlamıştır. Bu da eğer ıslâha muhtaç olmayan diğer bir görüş yoksa. Bunun üzerine uyarı yapanı da görmedim. Evet. Şurunbulâliye´de Tâcü´ş-Şeriâ´dan naklet Islâh isimli kitapta olan ifadenin aynısı zikredilmiştir. Düşünülsün. «Çocuğu için âkile vermemişse ilh...» Bu söz işaret ediyor ki, muvâlât yapanın küçük çocukların da akte dahildirler. Yine, akitten sonra doğan çocukları da akte dâhildir. Tebyîn adlı eserde olduğu gibi. Ama büyük çocukları bunun aksinedir. Muvâlât akti yapanın yetişkin bir oğlu babasının mevlâsının dışında bir kimse ile muvâlât akti yapmış olsa, onun velâsı da akit yaptığı kimsenindir. Muvâlât akti yapanın küçük çocukları büyüseler. eğer babasının mevlâsı büyüyen çocuk yerine veya babasının veya çocuklardan bir tanesinin yerine âkilesini vermişse, büyüyen çocuk artık babasının mevlâsından dönemez. Bedâyî. «İntikal etmez ilh...» Çocuğu da dönemez. «Azad edenin velâsı lüzumlu velâdır ilh...» Zira o velânın sebebi azaddır. Velânın sübutundan sonra nakzı ihtimal etmez. O halde münfesih olmaz. onunla birlikte başka bir akit de yapılmaz. Zira yapılacak akit bir şey ifade etmez. Zeylâî. Tatarhânîye´de şöyle denilmiştir: «Bir zımmî, bir köleyi azad etse, sonra dârü´l-harbe iltihak etse, sonra köle edilse, onun azad ettiği köle bir diğerini veli tayin etme hakkına sahip değildir. Zira onun azadlık mevlâsı vardır. Azad edilen köle esir düşen efendisini alıp azad etse, öldüğü takdirde ondan miras alır. Eğer onu azad ettikten sonra bir cinayet işlerse, köle âkilesini kendi nefsinden verir. Onun efendisi, bütün rivayetlerde onun namına âkile vermez. Bazı rivayetlerde de ondan miras alacağı ve âkile vereceği söylenmiştir.» Tatarhâniye´nin bu ifadesi muvâlâttün men edilmeyi ifade etmektedir. Her ne kadar azad mevlâsına engel olsa bile. «Nesebi meçhul bir çocuk ilh...» Doğumunda babası bilinmeyen kişi. T. «Sırf menfaattir ilh...» Zira çocuk cinayet iştediği takdirde onun annesinin muvâlât akti yaptığı kişi âkilesini verir. O zaman bu hibenin kabulü gibi sırf menfaat olur. Bu zikredilen hüküm İmam Ebû Hanife´nin görüşüdür. İmameyne göre, müvâlât akti yapan kadının yanındaki çocuğu muvâlât aktinde annesine tabi değildir. «Muvâlât akti ilh...» Bu ifadede muzaf mazuftur. Yani muvâlât yapmasının sahih olduğu bildiren geçen ifadeye münafi değildir. Zira geçen ifade birisinin akti kabul etmesinden bahsedilmektedir. Buradaki kelam ise akit icab ettiren hususundadır. «Hür ilh...» Bu zannedildiği gibi kölenin efendisinin izni ile muvâlât yapmasının sahih olduğu bildiren geçen ifadeye münafi değildir. Zira gelen ifade de birisinin akti kabul etmesinden bahsedilmektedir. Buradaki kalem ise akti icab ettiren hususundadır. «Nesebin meçhul olmasıdır ilh...» Ben diyorum ki, oğul, babasının muvâlât akti yaptığı kimse ile başka bir muvâlât akti yapabilir. Veya ondan başkası ile muvâlât akti yapmaya da dönebilir. Ama, babasının mevlâsı onun âkilesini vermemişse. Fakihler bunu açıklamıştır. O halde nesebin meçhul olması şartı uygun değildir. Sadiye. Bunun benzerini H. de Makdisî´den nakletmiştir. Ben derim ki: Bunu Gürerü´l-Efkâr´daki «Velev nesebi bilinse bile» sözü teyid etmektedir. Tercih edilen de ancak budur. Mecma şerhinde de «Muvâlât akti yapan kimsenin nesebinin meçhul olması bazı âlimlere göre aktin şartlarından değildir» denilmiştir. Tercih edilen de ancak budur. «Arap olmaması ilh...» Yani Arap olmayacağı gibi bir Arabın azadlısı da olmayacaktır. Bedâyî´de olduğu gibi. Nesebin meçhul olması sözü buna ihtiyaç bırakmamaktadır. Çünkü Arapların nesebi malumdur. Şurunbulûliye ve Sadîye. «Onu azad eden bir velinin ilh...» Yani onu azad eden mevlâsının velâsı için bir engel dahi olsa, yine de kimse ile muvâlât akti yapamaz. Nitekim biz bunu yukarıda zikrettik. «Akilesini veren bir velisinin olmaması ilh...» Bedâyî´de olduğu gibi, musannıf eğer, «Onun muvâlât akti yaptığı kişinin dışında onun yerine kimse âkilesini vermese» deseydi, dördüncü şartta buna girerdi. Eğer beytü´l-maldan onun âkilesi verilmişse, onun velâsı müslüman cemaatindir. O halde o, velâsını müslüman cemaatten belirli bir kişiye havale etmeye de mâlik değildir. Bedâyî. «Beşinci ilh...» Altıncı, yedinci ve sekizinci şartlar kaldı. Zeylâî şöyle demektedir: «Velâ akti yapan kimsenin hür, akil ve malı olması şarttır.» Zira bunlar icabta bulunan akitte olması gereken şartlardır. Sen de bunları geçmişte bildin. Beşinci şart ise, bunun olduğunu fakihlerden birçoğu açıklıkla söylemiştir. Açıklıkla söyleyenlerden birisi de Hidâye sahibidir. Gâyetü´l-Beyân´da beşincinin şart olmasına birçok itirazlar varid olmuştur ki, bu itirazların hiç birinde bunun açıklığı zikredilmemiştir. Kadızade ve başkası da açıklamalarının beşincinin şart olmamasını gerektirmeyeceğini söyleyerek itirazları defetmişlerdir. «İslâma gelince, velâ veren kimsenin müslüman olması şart değildir ilh...» Dürer de bu mesele kapalı görülmüştür. Çünkü mirasçı olmak velâya gereklidir. Dinlerinin birbirine muhatif olması da mirasçılığa engeldir. Sonra Dürer sahibi, «Ya rabbi sen bizî sorguya çekme ancak şöyle denilebilir: Mirasçı olmanın sebebi akit. vaktinde sabit olur. Şu kadar var ki, velâ akti yapanlar dinleri ayrı olduğu sürece mirasçılık ortaya çıkmaz. Mani zail olduğu. yani müslüman oldukları zaman daha önce men edilen mirası alır. Nasıl asabenin veya farz sahibinin küfrü mirasa mani oluyorsa, ölümden önce o farz sâhibi veya asabe dönmüş olsalar onlardan men edilen miras da avdet eden» demiştir. Şurunbulâliye, şârihin Bedâyî´den naklettiği ifade ile Dürer´in bu tevilini reddetmiştir. Bunda da açık bir görüş vardır. Zira eğer Dürer sahibi, «akit sahihtir» demek istiyorsa, zaten bunda anlaşmazlık yoktur. Zira buradaki kapalılık hükmün naklinde değil, şeklindedir. Veya eğer bunu vasiyet yerine koymuşsa, o zaman da mevâlinin velâ yaptığı kimsenin ölümünden sonra, varis olmaksızın malı istihkak edeceğini ifade eder. Dinleri her ne kadar muhtelif olsa da. Nitekim bazı alimler de böyle anlamışlardır. O zaman da açık bir nakle ihtiyaç duyurur. Çünkü fakihler muvâlâtı mirasçılığın sebeblerinden saymışlardır. Velâ akti yapan kimseye de malın tamamına hak kazanan varis ismini vermişlerdir. Şunun üzerine ki, Turî, Muhit adlı eserden naklen. «Bir zımmî bır müslümanı velî yapsa. ölse, o malı alamaz. Çünkü miras alma yardımlaşma itibariyledir. Yardımlaşma ise Araplardan başkasında ancak din ite olur.» demiştir. Bunu da kapalı görmüştür. Dürer´in kapalılığa verdiği şekilde de cevap vermiştir. O zaman herhangi bir yerdekî aktin sıhhatinde ve engelin mevcut olmasıyla birlikte miras almama hususunda nakil sabitse. o zaman nakle dönmek vacib olur. Allah daha iyisini bilir. «Müslümanın zımmiye muvâlâtı ilh...» Eğer birisi bir harbînin elinde müslüman olsa ve onu kendisine veli etse, geçerli olur mu? İmam Muhammed bunu Kitap´ta zikretmemiştir. Bunda da âlimler orasında ihtilaf vardır. Bazı alimlere göre geçerlidir. Çünkü harbî için bir müslümanın üzerinde azad etme velâsının alması caizdir. O zaman muvâlât velâsı da olabilir. Zımmîde olduğu gibi. Bazı âlimlere göre de geçerli değildir. Çünkü onda harbî ile muvâlât yapmak, dostluk kurmak ve yardımlaşmaktan nehyedilmişizdir; Zımmî bunun aksinedir. Dürer, Muhît´ten. «Zımmînin zımmîye muvâlâtı, her ne kadar esfel müslüman da olsa, geçerlidir ilh...» Bedâyî´nin ifadesi şöyledir: «Yine zımmî bir zımmî ile muvâlât yapsa, sonra muvâlât yapan zımmî müslüman olsa.» Burada esfel müslüman kaydına ihtiyaç yoktur diye itiraz edilmiştir. Çünkü musannıfın müslümanın zımmîye, bunun aksi, yani zımmînin müslümanla muvâlât akti yapması caizdir sözü ile birlikte buna ihtiyaç yoktur. Ben derim ki: «Esfel müslüman da olsa» sözünün faydası, din ihtilafının ister akit vaktinde, ister ondan sonra olsun, arasında bir fark olmadığına dikkat çekmek hususundadır. Yalnız bu tevilde şarihin ifadesi Bedâyî´nin ifadesinden daha açıktır. Düşün. «Vasiyet gibidir ilh...» Yani geçerli oluşunda. Bir müslümanın bir zımmîye vasiyeti nasıl geçerli ise bu da sahihtir. Şu kadarı var ki aralarında şu cihette fark vardır: Vasiyet edilen kişi. vasiyet edilen malı dinlerinin ihtilaflı olmasıyla beraber vasîyet eden kişinin ölümünden sonra hak kazanır. Mevlâ ise bunun aksinedir. Nitekim sen bildin. «Kölenin velâsı azad eden kimsenindir ilh...» Zira azad eden ancak odur. T. «Allah dilerse ecri de babasınındır ilh...» Musannıf burada «Allah dilerse» dedi. Çünkü bu hüküm haber-i vâhidle sabittir. O da kesinlik ifade etmez. Bunu Abdül Birî söylemiştir. T. YAŞAYANLARIN AMELLERİNİN SEVABININ ÖLÜLERE ULAŞACAĞI «Oğulun ecrinden de hiçbir şey eksilmez ilh...» AIIâme Abdül Birî şöyle demiştir: Mesela burada hayatta olan kimselerin amellerinin sevabının ölülere ulaşması üzerine bina kılınmıştır. Bu konuda Kâziü´l-Kuzzât es-Sürucî ve başkası da kitap yazmışlardır. Bu konuda yine şeyhimiz Kâziü´l-Kuzzât Sadettin Deyrî, el-Kevâkibü´n-Neyyirât adını verdiği kitabı telif etmiştir. Bu teliflerin hepsinin merkezi alimlerin cumhurunun mezhebinde geçerli olan hayattakilerin bağışladıkları sevabların ölülere ulaş-masıdır. AIIah daha iyisini bilir.» |