> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Vasiyetler
Sayfa: [1] 2 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler  (Okunma Sayısı 5581 defa)
26 Ocak 2010, 19:53:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 26 Ocak 2010, 19:53:05 »



Reddü´l Muhtar / Vasiyetler
VASİYETLER KİTABI

MALIN ÜÇTE BİRİNİ VASİYET BÂBI

HASTALIK ANINDA KÖLE ÂZAD ETME.

AKRABAYA VE BAŞKALARINA VÂSİYET.

(KÖLESİNİN) HİZMETİNİ (EVİNDE) OTURMAYI VE (AĞACININ) MEYVESİNİ VASİYET.

ZIMMİNİN VE BAŞKASININ VASİYETLERİ

VASİ YANİ VASİYETİ EDA İLE GÖREVLENDİRİLEN KİŞİYE AİT HÜKÜMLER.

VÂSİLERİN ŞAHİTLİĞİ

ÇEŞİTLİ MESELELER.






VASİYETLER KİTABI

M E T İ N


«Vasiyetler» kelimesi «vasi tayin etmek» ve «birşey vasiyet etmeyi» kapsar. «Falan kimseye vasiyet

etti» denilince, «onu kendisine vasi tayin etti» manasına gelir. Bunun isim şekli «vesâyet»dir ve

ileride müstakil bir babda gelecektir.

«Falan kişiye vasiyet etti» sözü, «ona vasiyet yoluyla temlik etti» manasınadır. Buna göre vasiyet,

ister bir nesne ister para olsun ölümden sonraya izafe edilen temliktir.

Ben derim ki: Borcu ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması için bu temlikin teberru yoluyla olduğunu

söylemek gerekir. Zira ileride geleceği üzere borç ile ikrar malın tamamından geçerlidir. Bunun

teberru yoluyla temliki vasiyetin Allah´ın hakkından dolayı vacip olmasına ters değildir. Bunu düşün.

Vasiyet, Mücteba´daki ifadeye göre dört kısımdır. Üzerinde borç olan zekâtın, keffâretin, tutamadığı

orucun ve kılamadığı namazın fidyelerinin vasiyeti gibi vâcip olanlar, bir zengine yapılan vasiyet

gibi mübah olanlar, fâsığa yapılan vasiyet gibi mekruh olanlar ve bunların dışındaki müstehab

olanlardır.

Ana-baba ve yakınlara vasiyette bulunmak vacip değildir. Çünkü Bakara Sûresi´ndeki vasiyet âyeti,

Nisa Sûre´sindeki miras âyetiyle neshedilmiştir. Vasiyetin sebebi teberruların sebebidir. Şartları ise

şunlardır;

1 -
Vasiyet eden kimse temlike ehil olmalıdır. Buna göre çocuğun, delinin ve mükâtep kölenin

vasiyeti caiz değildir. Ancak mükâteb bir köle yapmış olduğu bir vasiyeti azad edilmesine izafe

ettiği takdirde vasiyet sahih olur. Nitekim ileride gelecektir.

2 - Borcunun vasiyetini kapsamaması gerekir. Zira ödemede borç vasiyetten önce gelir. Nitekim

ileride bu da gelecektir.

3 - Vasiyet edilen kimse vasiyet anında sağ olmalıdır. İster hakikaten sağ olsun ister takdiren sağ

olsun, değişmez. Böylece ana karnındaki bebe de «mûsâ leh» (vasiyet edilen) in kapsamına girer.

Bununla Şurunbulâliye´nin itirazı geçersiz olur.

4 - Musâleh (vasiyet edilen kimse) ölüm anında varis ve kâtil olmamalıdır.

Vasiyet edilen kişinin malum olması şart mıdır? Ben derim ki: İbnu Sultan ve diğerlerinin gelecek

bâbda zikrettiklerine göre evet şarttır.

5 - Vasiyet edilen şeyin akid türlerinden herhangi biriyle ölümden sonra temliki kabul edecek bir

nesne olmalıdır. Bu nesne ister mal olsun ister bir menfaat. ister hâlen mevcut olsun isterse,

olmasın... farketmez.

6 - Vasiyet edilen şey mirasın üçte biri kadar olmalıdır.

İ Z A H

Musannıfın vasiyetler bahsini kitabın sonuna olmasının uygunluğu açıktır. Çünkü insanın

dünyadaki hallerinin sonuncusu ölümdür. Vasiyet de ölüm vaktindeki bir muameledir. Vasiyetin.

cinayetler ve diyetlere fazlaca bir ihtisası vardır. Zira cinayet, bazan vakti vasiyetin vakti olan ölüme

götürür. İnaye.

Burada vasiyetin sonucu konu olduğunu söylemek nisbîdir. Yâni oradan evvelki bahislere nispetle

sonuncudur. Evet, buraya göre nisbîdir ama Hidaye´deki tertibe göre hakikaten sonuncu bahistir.

Zira Hidaye´de feraiz bahsi yer almamıştır. Ancak Hidaye´de de vasiyet bahsinden sonra hünsâ

bahsi zikredilmiştir. Buna göre, Hidâye´de de nisbîdir. Nitekim Tûrî de böyle ifade etmiştir.

«Vasiyetler kelimesi, vasi tayin etme ile, birşey vasiyet etmeyi de kapsar.» Muğrib´te şöyle

denilmiştir: «Falan kişi Zeyd´e şu konuda vasî tayin etti» ve «falan şeyi de vasiyet etti» denilir.

«Vesât» ve «vasiyet» kelimelerinin her ikisi de masdar manasında isimdirler. Sonra «musâbihe

(vasiyet edilen mal) de «vasiyet» ve «visayet» denildi.

Bazı âlimlere göre de «isâ», bir şahsın birisinden hayatta iken kendisi bulunmadığında ve

ölümünden sonra birşey yapmasını talep etmesine denir.

Zihâr hadisinde şöyle denilmiştir: «Amcanın oğlu hakkındaki hayırlı vasiyetimi kabul et!...»

«Buna göre ilh...» Bu, musannıfın «ben ona vasiyet yoluyla temlik ettim» anlamındaki sözünden

çıkartılan bir tali meseledir.

«İster bir nesne ister parça olsun ilh...» Minah ve başka eserlerin ifadeleri ise «ister bir nesne ister


bir menfaat olsun» şeklindedir. H.

«Teberru yoluyla ilh...» Yani teberru yoluyla temliktir. Bu koydı Zeylai, Nihaye´ye uyarak zikretmiştir.

«Borç ile ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması için». Yâni bir yabancıya borcu olduğunu ikrar...

Bunda da itirazî bir görüş vardır: Âlimlerimizden, ikrârın temlik değil de bir ihbar olduğuna

hükmedenler bu meseleyi kendilerine delil olarak almışlardır. Zîra eğer ikrâr temlik olsaydı

Kitabu´l-İkrar´da izah ettiğimiz gibi malın tamamından geçerli olmaması gerekirdi. O zaman, borcu

ikrarın tariften çıkmasına gerek kalmazdı, çünkü zaten dahil olmadı.

Meselenin tahkiki şudur: «teberru» kaydı, satış ve icare gibi karşılıklı mülk edinmelerin vasiyet

tarifinden çıkması içindir.

Musannıf «ölümden sonrayla izafe edilen» sözüyle de hibe ve hibeye benzer şeyleri tarifin dışında

tutmuştur. Zira hîbe teberru yoluyla ama peşin temliktir.

«İleride geleceği gibi ilh...» Yani hastalık anında köle azad etme babının başında gelecektir.

«Zıt değildir ilh...» Şârih´in bu sözü, teberru yoluyla temliktir» sözünden doğabilecek sorunun

cevabıdır. Bu sorunun takriri açıktır. Şârih «bunu düşün» sözüyle cevabın inceliğine işaret etmiştir.

Zira Allah Teâlâ´nın hakkı için vacip olan şey ölümle düşünce teberrua benzer kî o zaman da

kulların borcu gibi olmaz. H.

Ben derim ki: Bu, teberrudan murad; dilerse yapacağı diterse de terkedeceği şey olduğu takdirde,

böyledir.

Bizim takdim ettiğimize göre teberrudan murad bir ivaz karşılığında olan değil, meccânen olandır.

Bununla yukardaki sual kendiliğinden ortadan kalkar.

«Vasiyet, Mücteba´da olan ifadeye göre ilh...» Müctebâ´nın ibaresi şöyledir: «Vasiyet dört kısımdır:

Vediaların ve meçhul borçların sahiplerine verilmelerini vasiyet gibi vacip olan vasiyet, keffaretlerin

ve namaz, oruç ve benzerlerinin fidyelerinin verilmelerini vasiyet etmek gibi müstehap olan vasiyet,

yabancılardan ve akrabalardan zengin olanlara vasiyet etmek gibi mübah olan vasiyet, fısk ve isyan

ehline yapılan vasiyet gibi mekruh olan vasiyet.»

Bedâî´de ifade edilene göre bunda düşündürücü bir durum vardır. Zira kişinin üzerine farz olan hac.

zekat ve vâcip olan keffâretleri vasiyet etmekde vacip olan vasiyetlerdendir. Şurunbulâliye.

Zeylaî de Bedaî´deki görüşe göre hüküm vermiştir. Mevahib´te de, borçluya Allah´a veya kullara

ödemesi gereken şeyleri vasiyet etmesinin vacip olduğu söylenmiştir. Musannıf da Müctebâ´daki

hükme muhalefet ederek bu görüşe katılmıştır. Zira Müctebâ sahibi Allah hakları ile kul haklarını

ayırmıştır. Yukarda geçen Allah hakkı için vacip olan şey ölümle düşer» sözü Allah hakkı olarak

vacip olan şeyin, vacip olmamasına delâlet etmez. Zira burada «ölümle düşer» sözünden murad

«edasının düşmesi» dir. Yoksa o vacip, onun zimmetindedir. O zaman Şârih´in «Müctebâ´daki

ifadeye göre» sözü yani taksim itibariyle... Düşün.

«Bir zengine yapılan vasiyet gibi mübah olan ilh...» Zengine yapılan vasiyet, bundan Allah´a yakınlık

kasdedilmediği zaman mübahtır. Ama eğer zengine ilim ehli veya salih bir kişi olduğu için veya

uzaklaşmış bir akraba olduğu için yada ailesi kalabalık olduğu için vasiyet etse, uygun olan bunun

da mendub olmasıdır. Düişün.

«Fâsıka yapılan vasiyet gibi mekruh olan ilh...» Musannıfın bu sözüne Sahihû´I-Buharî´deki şu hadis

itiraz olarak varid olur: «Umulur ki zengin ibret alır ve sadaka verir. Hırsız onunki hırsızlıktan,

zaniye de zinadan kaçınırlar.»

Buna göre musannıfın muradı, fısk ehline yapılan vasiyetin mekruh olmasının vasiyet edenin

vasiyet edileni fısk ve fucûr için sarfedeceğini zannetmesi halindedir. Rahmetî.

Ben derim ki: Geçen ifadenin zahiri fasıka yapılan vasiyetin salih olmasına delalet eder şu kadar

var ki, akrabalara vasiyet bâbımın sonunda kabri sıvamayı vasiyetin batıl olma hükmüne, «mekruh

olan şeyi vasiyettir» sözünün gerekçe gösterildiği gelecektir. Bu bahsin tamamı da orada gelecektir.

«Bunların dışında olan vasiyet de müstehab olandır.» Yani vasiyet´e, onu iptal edecek birşey âriz

olmadığı zaman...

«Vacip değildir.» Bu söz ana-babaya ve akrabalara, vâris olmadıkları takdirde, Bakara Suresi´ndeki

ayetten dolayı vasiyetin vacip olduğuna hükmedenleri reddetmektedir. Ayet Allah Teâlâ´nın şu

sözüdür: «Birini...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler
« Posted on: 29 Mart 2024, 04:48:26 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Vasiyetler mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Vasiyetler kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Vasiyetler kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Vasiyetler peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Vasiyetler ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Vasiyetlerönlisans arapça,
Logged
26 Ocak 2010, 19:57:23
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 26 Ocak 2010, 19:57:23 »

M E T İ N


Karnındaki bebeği istisna ederek bir cariyeyi vasiyet etmek sahihtir. Zira bilindiği gibi tek başına

akde konu olabilen herşeyin, ondan istisnası sahihtir. Akde konu olmayanın istisnası ise sahih

değildir.

Müslümanın zımmiye, zımminin de müslümana vasiyetleri sahihtir. Harbîye kendi ülkesinde birşey

vasiyet, etmek ise sahih değildir. Musannıfin burada «ülkesinde» kaydını koyması mustemenin de

zımmi gibi olduğunu belirtmek içindir. Nitekim Molla Hüsrev bunu bir bahis olarak ifade etmiştir.

Ben derim ki; Haddadi, Zeylaî ve diğerleri de bunu sarih olarak ifade etmişlerdir. Bu konu zımminin

vasiyetleri bahsinde de metin olarak gelecektir. Bir kimsenin varisine ve kendisini öldürmeye bizzat

iştirak eden katiline de vasiyeti de sahih değildir. Ama yukarda da geçtiği üzere katline sebep olana

vasiyeti sahihtir. Şu kadar varki vârisleri icazet verirlerse vârislerine de vasiyet edebilir. Zira

Peygamber (s.a.v.): «Vârisler icâzet vermedikçe vârise vasiyet yoktur.» buyurmuştur. Yani başka

vârisi olduğu zaman, bir varise vasiyet edilmez. Nitekim hadisin sonu da bunu ifade etmektedir.

Bunu ileride tahkik edeceğiz.

İcazetin geçerli olması için varislerin akilbâliğ olmaları gerekir. Dolayısıyle çocuğun ve delinin

icazetleri caiz değildir. Hasta olan varisin icâzeti ilk vasiyet etme haline benzer.

Varislerden bazısı icazet verse bazısı da vermese icazet verenlerin hissesine düşecek kadarıyla

caizdir.

Katil, çocuk veya deli olursa o zaman onlara icazet vermeden de vasiyet etmek caizdir. Çünkü onlar

mükellef değildirler. Başka bir varisi olmayıp tek bir varisi olursa o zaman Hâniye´de olduğu gibi

ona da vasiyet caizdir. Yani katil veya varis olan musa lehu dışında varisi olmadığı takdirde... Hatta

karısına vasiyet etse veya karısı ona vasiyet etse ve başka varisleri de olmasa vasiyetleri sahihtir.

İbnu Kemal.

Muhibbiye´de şu da ilave edilmiştir: «Eğer kadın kocasına malının yarısını vasiyet ederse, tamamı

onun olur.»

Ben derim ki: Fukahanın burada «karı-koca» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Onların dışındaki

varisler zaten vasiyete muhtaç değildirler. Zira karıkoca dışındaki varis malın tamamını ya red ile

veya rahim yoluyla alır. Biz bunu, ikrâr bahsinde Şurunbulâli´ye nisbetle nakletmiştik.

Fetâvâ en-Nevâzil´de şöyle denilmiştir: «Bir kişi birisine, malının tamamını vasiyet ettikten sonra

ölse ve vâris olarak da sadece karısını bıraksa bakılır; eğer kadın vasiyete icazet vermezse malın

altıda birini alır, geri kalan da musa lehlerindir. Çünkü malın üçte biri icazetsiz olarak zaten musa

lehlerindir. O zaman geriye malın üçte ikisi kalır. Kadın da üçte ikinin dörtte birini alır ki bu da malın

tamamının altıda biridir.

Eğer vasiyet eden kadın olursa ve kocası vasiyetine icazet vermezse, o zaman malın üçte biri

kocanın kalanı da mûsa lehin olur.

İ Z A H

«Karnındaki bebeği istisna ederek bir cariyeyi vasiyet etmek sahihtir» Yani. «bebeği hariç şu

cariyeyi vasiyet ettim» dediğinde vasiyeti de istisnası da sahihdir.

Buradaki istisna, istisnai münkatidir. (İstisna edilenle istisna olunan aynı cinsten değildir.) Zira lafız

itibariyle cariye kelimesi hami (karnındaki cenîn)i kapsamaz. Hami mutlak ifade ile ancak annesine

tabi olarak istihkak olunur. Bu bahsin tamamı İnaye´dedir.

«Bundan istisnası da sahihtir». Yani yalnız hamli vasiyet etmek. Aynı şekilde hamli vasiyetten

istisha etmek de sahihtir. Zeylaî.

«Harbiye kendi ülkesinde ilh...» Varisler icazet verseler bile böyledir. Zira biz ALLAH Teâlâ´nın şu

ayetiyle onlara iyilik yapmaktan men edilmişizdir: «ALLAH sizi sizinle ancak din hakkında savaşan,

sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan meneder.»

Mümtehine.

Buna göre, darü´l-harpte harbiye vasiyet etmek varislerin hakkı için değil, şeriat yasakladığı için

caiz değildir. Bunun aksine, varise veya yabancıya üçtebirden fazlasını vasiyet etmenin caiz

olmayışı varislerin hakkından dolayıdır. Bize göre harbi dârü´l-harpte, ölü gibidir. Ölüye vasiyet ise

batıldır. İmam Muhammed Mebsut adlı kitabında harbiye vasiyetin caiz olmadığını sarahaten

söylemiştir.

Câmiu´s-Sağîr´de de aynı şekildedir.

Camiu´s-Sağîr´in şarihleri, Siyeru´l-Kebir´de darü´l-harpte harbiye vasiyetin caiz olduğuna delalet


eden ifade olduğunu söylemişlerdir. Allâme Kadızâde Siyerü´l-Kebir´in «eğer bir müslüman

darü´l-harpteki harbiye birşey vasiyet etse caiz değildir» sözü ile bunun caiz olduğunu söyleyenleri

reddetmiştir.

Azmiye´de de Kadızâde´nin bu reddine şu sözlerle itiraz edilmiştir: «Bu cevâzı nakledenler,

kitaplardan bir mesele almakta ve nakletmekte emin olan kimselerdir.»

Allâme Cevvizâde; şârihlerin, cevaza delalet eden ifadeden maksatları Serahsî´nin Siyerü´l-Kebir

Şerhi´ndeki: «Kişinin ister yakın ister uzak ister harbi ister zımmî olsun bir müşriğe yardım

etmesinde beis yoktur» sözüdür. Serahsî bunun cevazına birçok hadisle istidlâl etmiştir. Bu

hadislerden birisi şudur: Resulullah Mekke´de kuraklık olduğunda Mekke´lilere beşyüz dinar

göndermiş ve o paranın da Ebû Sufyan bin Harb ile Safvan İbnu Ümmiye´ye Mekke fakirlerine

dağıtılmak üzere verilmesinin emretmiştir. Ebû Süfyan ile Safvan da bu parayı kabul etmişlerdir.

Cevvîzâde şöyle der: «Biz Peygamberin bu hadîsini alarak onunla hükmederiz». Hem de sılai rahim

her dinde ve her akıllı kişiye göre övülen bir iştir. Ve başkasına birşey hediye etmek güzel

ahlaklardandır. Resulullah (s.a.v.) de : «Ben güzel ahlakları tamamlamak için gönderildim.)»

buyurmuştur.

Bu durumda anlıyoruz ki, yardım etmek ve hediye vermek müslüman ve müşriklerin hepsi hakkında

güzel bir şeydir.

Demekki ihtilaf. harbiye vasiyetin cevazı veya caiz olmaması hususunda değil harbiye yardımın caiz

olup olmaması hususundadır. Özetle... Bunun tamamı Şurunbulâtiye´dedir.

Bunun özeti şudur: Harbinin ölü gibi olduğu gerekçesi ona vasiyetin caiz olmadığını iktiza eder.

Yukarda geçen ayet (Mümtehine : 9) ile talil de harbiye hem vasiyetin hemde yardımın caiz

olmamasını gerektir. Siyerü´l-Kebîr´deki ifade ise Camiu´s-Sağîr Şârihlerinin anladıklarının aksine,

vasiyetin değil yardımın caiz olduğuna delalet eder. O zaman fukaha arasındaki ihtilaf harbiye

yalnız yardım yapılmasının cevazı hususundadır.

Ben derim ki: Ben İmam Muhammed´in harbîye hediyenin caiz olduğuna dair kati ifadesini gördüm.

Zira o. Muvatta´sının ipeğin giyilmesinin mekruh oluşu bâbında da «harbî bir müşriğe silah ve zırh

dışında bir hediye verilmesinde beis yoktur» demiştir. Bu Ebû Hanîfe ve fukahamızın umumunun

görüşüdür.

«Müstemenin de zımmi gibi ilh...» Buna göre bir müstemen bir müslümana veya zımmiye malının

tamamını vasiyet etse caizdir. Nitekim yukarda geçmişti ve tamamı ileride gelecektir.

«Varisine.. sahih değildir.» Yukarda açıklaması geçtiği gibi varisten maksat ölüm anındaki varisidir.

Kuhistâni´de şöyle denilmişti: «Bilinmelidir ki: en-Natifi bazı hocalarından naklen şöyle demiştir:

ölmek üzere olan bir hasta varislerden birisine, ev gibi bir şeyini verse ve ona terekenin diğer

kısmından da hakkı olduğunu söylese caizdir.»

Bazı âlimler tarafından bunun, o varisin tayin edilen şeye, hastanın ölümünden sonra razı olması

halinde caiz olduğu söylenmiştir. Bu durumda ölen kişinin tayini diğer varislerin de ölen kişiyle

birlikte tayini gibi olmaktadır. Cevâhîr´de de böyledir.

Ben derim ki: Bu iki görüş de Camiu´l-Fusuleyn´de nakledilerek şöyle denilmiştir: «Bazı âlimlerce

bunun caiz olduğu söylenmiştir. Bununla bazıları fetva vermişlerdir. Bazı âlimlerce ise caiz

olmadığı söylenmiştir».

FER´İ BİR MESELE :


Bezzâziye´de şöyle denilmiştir: «İtabi´de denilmektedir ki: Hastanın akrabaları onun yanında

toplansalar ve malından yeseler, bakılır, eğer bunlar varis iseler ancak hastanın onlara ihtiyacı

varsa caizdir. Çünkü bunu taahhüd etmiştir. Bu durumda israf etmeden hastanın ailesi ile birlikte

yerler, eğer varis değillerse hasta izin verdiği takdirde malının üçte birinden yemeleri caizdir.»

«Kendisini öldürmeye bizzat iştirak eden kâtiline de ilh...» Zira Peygamber (s.a.v.) «Kâtile vasiyet

yoktur» buyurmuştur. Üstelik kâtil ALLAH´ın tehir ettiğinde acele etmiştir. O halde mirastan mahrum

edildiği gibi vasiyetten de mahrum edilir. İster ona, kendisini öldürmeden önce vasiyet edip de,

kâtil onu sonra öldürsün, ister yaraladıktan sonra vasiyet etsin aynıdır. Çünkü burada hadis

mutlaktır. Zeylaî.

Burada acele etmekten murad kâtilin halinden açığa çıkandır. Yoksa ehli sünnete göre öldürülen

kişi de eceliyle ölmüştür. Düşün.

FERİ BİR MESELE ;


Bir kişiyi, bir adam yaralasa ve başka biri de onu öldürse, yaralayana vasiyet etmesi caizdir çünkü

o katil değildir. Velvaliciye.

«Katline sebep olana vasiyeti sahihtir» Kuyu kazan ve mülkü olmayan yere taş koyan gibi... Çünkü

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 26 Ocak 2010, 20:00:52 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 20:01:06
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 26 Ocak 2010, 20:01:06 »

İ Z A H

«Ve bunasa ilh...» Hâniye´nin ibaresi ise şöyledir: «Bunasa ve bir müddet bu şekilde kalsa, bundan

sonra da ölse İmam Muhammed´e göre vasiyeti batıldır.» Delirme meselesinde itibar edilen

müddete burada da itibar edilir mi? Zâhir olan itibar edileceğidir. Zira ikisi arasında bir fark yoktur.

Ve «zaman» kelimesi nekire olarak zikredildiğinde altı aydır. Düşün.

«Ebû Hanife´nin (r.a.) görüşüne göre ilh...» Şârihin burada yalnız Ebû Hanife´nin görüşünü alması

O´na itimad ettiğine delalet eder. T.

Zahîriye´de denilmiştir ki: Birisi «malımın üçte birini Allah için vasiyet ettim» dese Ebû Hanife´ye

göre vasiyeti batıldır. İmam Muhammed ise bunun caiz olup, hayır işlerinde sarfedileceğini

söylemiştir. Fetva da buna göre verilir.

«Vasiyetinin batıl olması gibi ilh...» Zira vasinin kasdına değil de sözüne bakıldığında, hayvanlar

mülkiyete ehil değildirler. Mirac´daki ifade de buna benzer. Orada şöyle denilmiştir: «Mescidi Haram

mülkiyete ehil değildir. Ancak «Mescidi Haram´a infak edilsin» derse caiz olur. Çünkü «infak»


sözünü zikretmek, Mescidi Haram´ın maslahatlarına sarfedilmek üzere kesin bir ifade ile vasiyet

etmek gibi olur. İmam Muhammed´e göre ise Mescidi-Haram´a birşey vasiyet etmek sahihtir ve

vasiyet edenin sözünü tashih için Mescidi Haram´ın maslahatlarına sarfedilir.

«Caizdir ilh...» Ve o vasiyet at sahibine yapılmış olur. Haniye.

Ben derim ki: Haniye´nin bu ifadesi ile İtkânî´nin «bir kimse malının üçte birini filan kişinin binek

atının karnındakine infak edilmek üzere vasiyet etse. binek sahibi kabul ettiği takdirde caiz olur»

sözünden anlaşılmaktadır ki; hayvan sahibi vasiyet edilen şeyi bineğin karnındakinin

maslahatlarına sarfedebilir. Ayrıca onun, kendilerine vasiyetin sahih olduğu kimselerden olması

şarttır. Ve vasiyet reddi veya vasiden evvel ölmesi ile batıl olur. Düşün.

«O hayvanın satılması ile bâtıl olur» ölümü ile de batıl olur. Hâniye. Zâhir olan, bunun geçen her iki

meseleye de râci olmasıdır. Bunun delili şudur: o vasiyet, sahibi için olsa bile mana itibariyle

hayvanın sahibinin mülkiyetinde olmasına bağlıdır. Düşün.

Bir de ben Velvâliciye´de «at satıldığı zaman vasiyet batıl olur» sözünden sonra aynen şöyle

denildiğini gördüm : Çünkü bu vasiyet at sahibine yapılan vasiyettir. Bu şu meseleye benzer. Birisi

«Vallahi falan kişinin kölesi ile konuşmayacağım veya falan kişinin bineğine binmeyeceğim» dese

kölenin veya hayvanın satılması ile yemin batıl olur. Zira yemin izafe edildiği şeyin yok olması ile

batıl olur. Çünkü köle ile konuşmayacağım ve hayvana binmeyeceğim sözleri köle ve hayvan için

değil belki sahipleri içindir. Nitekim fukaha da bunu yemin bahsinde ele almışlardır. O halde bu

meselede de izafe mevcut olduğu müddetçe vasiyet bakidir. İzafenin ortadan kalkması ile vasiyet

de batıl olur. Şu kadar varki bu feri meseleden hemen önce şöyle denilmiştir: «Birisi falan kişinin

kölesine her ûy on dirhem infak edilmek üzere vasiyet etse, vasiyet caizdir ve vasiyet kölenin

satılması veya azadı halinde yine onundur.

«Ebu Yusuf ile Zâhiriye´nin ibaresi de şöyledir: İmam Muhammed demişlerdir ki, o vasiyet köle

içindir. Köle satılsa veya âzâd edilse bile yine kölenindir. Efendisi köleye yapılan vasiyeti birisine

sulh bedeli olarak verse, köle de buna icazet verse caizdir. Azâd edildikten sonra icazet verse

icâzeti batıldır. Bunu ve yukarda takdim ettiğimiz «Vârisin kölesine yapılan vasiyet caiz değildir.»

sözünü düşün. Çünkü o vasiyet hakikatte varis içindir.

«O evde oturabilir» Yani bir süre varisle nöbetleşerek oturur. «Vârisin, evin üçte ikilik kısmını «alma

hakkı yoktur.» Zira Musa lehin, başka bir malın ortaya çıkması veya elindeki kısmın harap olması ile

evin tamamında oturma hakkı sabittir. O zaman elindeki kısmın harap olması ile varise geri kalan

kısımda ortak olur.

«O evi varislerle paylaşabilir.» Yani musa leh taksimi mümkün ise evin kendisini müştemilatı ile

taksim hakkına sahiptir. Bu taksim nöbetleşe oturmaktan daha âdildir. Zira musa leh ile varis

arasında hem zaman hem de zât itibarı ile eşitlik mevcuttur. Nitekim Hidâye´de de böyledir. Bu

mesele «hizmet ve oturma ile vasiyet» bâbında gelecektir.

«O zaman kendilerine vasiyet eden her İki kişi buğdayı harmanlar ve koyunu yüzer» Şarihin burada.

tesniye elifi ile «buğdayı harmanlarlar ve koyunu yüzerler» demesi gerekirdi. H.

Ben derim ki: Şârihin Zahiriye´de olduğu gibi «pamuğu da atarlar» sözünü eklemesi gerekirdi.

Çünkü maksat vasiyet edilen iki şeyi birbirinden ayırmaktır. Ama susamın yağını bir kişiye

küspesini de başka birine, sütteki kaymağı bir kişiye ayranı da başka birine vasiyet etmesi böyle

değildir. O zaman masraf, yağ ve kaymak sahibine ait olur. Çünkü maksat sadece susamdan ve

sütten yağ çıkarmaktır. Bununla da diğer ortağın hissesi değişir. O halde onun çıkarılması. ona ait

olur.

Eğer vasiyet edilen koyun canlı ise, kesme ücreti yalnız eti vasiyet edilen kimseye aittir. Çünkü

kesim deri için değil et için olur. Velvâliciye´de de böyle denilmiştir.

«Ramazan ayında ilh...» Ramazan ayını tahsis etmesi aydınlatma Ramazan´da daha fazla olduğu

için olabilir. Yoksa Ramazan dışındaki aylar da Ramazan gibidir. Bu, ihtiyaç miktarı ile kayıtlanır

mı? Buna bakılsın. Ayrıca ben Bezzâziye´de gördüm ki: Eğer «malımın üçte biri Allah yolunadır»

dese, o mal savaş için sarfedilir. Eğer ondan yolda kalmış bir hacıya verseler yine caiz olur.

Nevâzil´de şöyle denilmiştir: «Mescid için vasiyet edilen şeyin mescidin lambasına sarfedilmesi

caizdir. Ancak bu Ramazan´da da diğer aylarda da sadece bir lambaya sarfedilir. İşte bu ifade ile

ihtiyaç miktarı tayin edilir. T.

«Kâbe fakirlerine sarfedilir.» Vetvaliciye ve diğer kitaplarda ise «Mekke fakirlerine denilmiştir.»

«Mescid-i Nebevî´ye ve mescid-i Aksa´ya vasiyet edilenin hükmü de aynıdır.» Ben derim ki:


Müctebâ´dan naklen, Minah´ta yer alan ifade: «Ve Beytü´l-Makdes´e» şeklindedir. Bu meselenin

özeti şudur: Mescide vasiyet hususunda iki görüş vardır: Bir görüşde sahih olmadığına, diğerinde

sahih olduğuna hükmedilmiştir: Nitekim Zimminin vasiyetleri faslından hemen önce bunun tafsilatı

gelecektir.

Mescide yapılan vasiyeti sahih kabul eden görüşe göre vasiyet edilen şey mescidin menfaatlerine

mi yoksa etrafındaki fakirlere midir? İmam Muhammed birincisi ile hükmetmiştir. Fukahanın

sözlerinde şarih gibi görünende budur. İkincisine gelince; Müçteba´da bunun sahih olmadığı açıkça

ifade edilmiştir. Buna hükmedenler de İmam Azam ile Ebû Yusuf´tur. Şu kadar var ki «Mescide sarf

edilmek üzere malımı infak ettim» dese fukahanın ittifakı ile bu caizdir.

İmam Muhammed mescide yapılan vasiyeti kayıtsız şartsız caiz görmüştür. Çünkü onu, vasiyet

eden kişinin bizzat mescidi değil, mescidin maslahatlarını irade ettiğine hamletmiştir. Böylece

vasiyet eden kişinin sözü sahih kabul edilmiş olur. Zira Vasiyet eden kişi mescidi ister belirtsin

İster belirtmesin mescid malik olamaz.

İleride geleceği gibi, Bahr sahibi de bununla fetva vermiştir.

Beytü´l-Makdis´e gelince, onun hükmü mescidi Nebevininkinden ayrı olduğu zannedilmesin. Hatta

bezzâziye sahibi metindeki hükmü İmam Muhammed´e isnad etmiştir. Anla.

Mescide yapılan vasiyetin Ezher´deki gibi mescidin etrafındaki fakirlere yapılmış olduğu şeklinde

fetva verilmesi gerekir. Sâihanî de bu meseleyi böyle tahrir etmıştir. Vehbâniye şerhmde olana bak.

«Onlardan başkasına sarfedilmesi caizdir.» Hulasâ´da şöyle denilmiştir: «Kûfe fakirlerine vasiyet

edilirse, efdal olan, onlara sarfedilmesidir. Ama onların dışındakilere verilirse yine caizdir. Bu Ebû

Yusufun görüşü olup, bununla fetva verilir.»

Ben derim ki: Ebû Yusuf´un görüşü, fukâhanın nezirde zamanın mekanın dirhemin ve fakirin nazarı

itibara alınmaması hükmüne uygundur.

«Vasiyet edenin varîsinin olur.» Çünkü, kölenin rakabesi onun mülkündedir. Vetvâliciye. Ama o

kölenin nafakası mescidin vakfiyesinden mi verilir? Zeyd´e hizmet etmek üzere vasiyet edilen

kölenin nafakasının Zeyd´e ait olması gibi... Bu hususu ben görmedim.

«Hayır işlerinde kullanılmak üzere ilh...» Zahiriye´de denilmiştir ki: Temlik olmayan herhangi bir

vasiyet hayır işlerindendir. Hatta onu vakfın tamirine ve mescidin lambasına sarfetmek caizdir,

mescidin süslenmesine sarfetmek ise caiz değildir. Çünkü bu israftır.

M E T İ N

Bir kimse, ölümünden sonra halka üç gün yemek verilmesini vasiyet etse, vasiyeti batıldır. Ebu

Bekr el-Belhî´den naklen Hâniye´de böyle denilmiştir. Yine Haniye´de Ebu Cafer´den naklen ise

şöyle denilmektedir:

ölümünden sonra taziyede bulunanlara yemek verilmesini vasiyet etse, bu vasiyet malının üçte

birinde caizdir. Bu yemek, taziye için uzun müddet kalanlara ve uzun mesafeden gelenlere helâl

olur. Uzun zaman kalmayan ve uzun mesafeden gelmeyenlere ise helal değildir. Yapılan yemek

artarsa bakılır, eğer çok artmışsa tazmin edilir, değilse edilmez.

Ben derim ki: Musannıf birinci görüş...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 20:03:09
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 26 Ocak 2010, 20:03:09 »

MALIN ÜÇTE BİRİNİ VASİYET BÂBI

M E T İ N

Bir kimse malının üçte birini Zeyd´e yine üçte birini de başka birine vasiyet etse ve varisler buna

icazet vermeseler malının üçte biri her ikisine de yarı yarıya verilir. Bunda ittifak vardır.

Eğer malının üçte birini Zeyd´e altıda birini de başka birine vasiyet ederse üçte bir herikisi arasında

üçe bölünerek, ikili birli taksim edilir.

Şayet bir kişiye malının hepsini, başka birine de üçte birini vasiyet etse ve varisler bu vasiyete

icâzet vermeseler malın üçte biri ikisi arasında yarı yarıya taksim edilir. Zira terikenin üçtebirinden

fazla olan vasiyet, icazet verilmediği takdirde batıl olur. O zaman sanki üçte birini herbirine vasiyet

etmiş gibi olur, ve bu üçtebir aralarında yarı yarıya taksim edilir. İmameyn ise dörde bölünerek

taksim edileceğini söylemişlerdir. Zira batıl olan, üçtebirden fazlasıdır. Bu durumda malın hepsi

üçte iki ile çarpılır ki bu da dört eder. Bu dört de malın üçte biri kabul edilir.

Ebû Hanife´ye göre Musa leh üçte birden fazlasını, malın tamamı ile çarpamaz.

Burada çarpmadan murad hesapçılar orasında istilah olan çarpmadır. Buna göre Ebû Hanife´ye

göre vasiyeti´n payları ikidir. Her bir yarı ile çarpılınca, bir bölü altı elde edilir. O zaman da musa

lehlerin herbirine altıda bir düşer.

İmameyne göre ise yukarda takdim ettiğimiz gibi vasiyetin payları dörttür.

Ancak musa leh üç meselede, malın tamamını bir bölü üçten fazlası ile çarpabilir.

Bu meseleler: Muhabat, siayet ve derâhim-i mürseledir. Derâhimi mürsele: Üçte bir, yarım ve

benzerleri ile kayıtlı olmayan dirhemlerdir. Şu şekiller bunların örnekleridir: Birisine bin dirhem

vasiyet etse veya bin dirheme satılacak bir köle için muhâbât yapsa (Kölenin daha ucuza

satılmasını vasiyet etse) veya kıymetini bin dirhem olan bir kölenin âzadını vasiyet etse ve bu da

malının üçte ikisi olsa, başka birine de malının üçte birini vasiyet etse ve bu vasiyete icâzet

verilmese, o zaman terikenin üçte biri icma ile aralarında üçe bölünerek taksim edilir.

Oğlunun hissesi kadarını birisine vasiyet etse, ister oğlu olsun ister olmasın vasiyet sahihtir. Ama

oğlunun hissesini vasiyet ederse, oğlu varsa sahih olmaz, yoksa o vasiyet sahihtir. İnaye ve

Cevhere.

Tekmile şerhinde de şu ilave edilmiştir: Bu durumda, sanki oğlu olduğu takdirde vasiyet etmiş gibi

olur.

Müctebâ´da şöyle denilmiştir: «Oğlu olduğu takdirde, bir oğul hissesi kadarı ile vasiyet ederse o

zaman musa lehe malının yarısı verilir.»

Musannıf Sirâc´tan Müctebâ´daki görüşe muhalif olan« nakletmiştir. Dikkat et.

Birinci şekilde vasiyeti iki oğlu olduğu takdirde yaparsa ona üçtebir verilir.

Mûsî´nin bir oğlu olur da bu fazlalığa icâzet verirse o zaman kendisine malın yarısı verilir. Bu

meselelerde kızlar da oğullar gibidir.

Bunda asıl kâide şudur: Mûsî vârislerin bazılarının hisseleri kadarını vasiyet ettiğinde, vasiyet ettiği

meblağ kadarı varislerin hisselerine eklenir. Müctebâ.

Malından bir parçasını veya bir hisseyi vasiyet etse o zaman onu beyan etmek varislere aittir.

Varislere «musa lehe dilediğinizi verin» denilir. Sonra, cüz ile hisse arasını eşitlemek bizim

örfümüze göredir.

Rivayetin aslı ise bunun hilâfınadır.

İ Z A H


«İcâzet vermeseler ilh...» Yani vârisler her iki vasiyete de icâzet vermezlerse... Şayet icâzet

verirlerse, onun hükmü zaten açıktır.

«Üçte bir her ikisi arasında üçe bölünerek İlh...» Yani ikisi vasiyet edileni aralarında haklarına göre

taksim ederler. Altıda bir vasiyet edilene bir pay. üçtebir vasiyet edilene de iki pay verilir. Çünkü

bunlardan her biri o payı sahih bir sebeple haketmiştir.

Bunun özeti şudur: Vasiyetlerden herbiri üçtebirden fazla olmadığı takdirde. yani meselâ üçtebiri

birisine, altıdabiri başka birine dörtte biri de üçüncü bir kişiye vasiyet etse ve varisler bu vasiyete

icâzet vermeseler o zaman vasiyet bir bölü üçle çarpılır. Hak ediş sebebinde eşit olmadıkları

takdirde bu üçtebir fukahanın ittifakı ile aralarında eşit olarak taksim edilmez. Metindeki birinci


meselede böyledir. Bu bahsin tamamı Tatarhâniye´dedir.

«... Ve vârisler bu vasiyete icâzet vermeseler ilh...» icâzet verirlerse malın hepsi dörde bölünür, üçü

malın tamamı vasiyet edilen kişiye biri de üçtebiri vasiyet edilene verilir. Ama bu hususta İmam´dan

kesin bir ifade gelmemiştir. Ebû Yusuf şöyle demiştir: «İmam´ın kavline kıyas edilirse o zaman

münazaa yoluyla altı bir hesabıyla taksim edilir. Zira malın üçte ikisi malın tamamı kendisine

vasiyet edilenindir. O zaman aralarındaki niza malın üçtebirinde olur. Bu durumda da üçtebir ikiye

bölünür, yarısı olan altıdabir üçte birin sahibine, geri kalan da diğerine verilir.

Hasen demiştir ki: «Bu şekildeki taksim hoş olmayan bir tahriçdir. Zira üçtebir vasiyet edilenin payı,

varisler icazet verseler de vermeselerde aynı oluyor ki bu da altıda birdir. O zaman sahih olan,

münazaa yoluyla dörde taksim edilmesidir. Bu da şöyle olur: evvela üçte bir olan onikide dört

aralarında yarı yarıya taksim edilir, çünkü varislerin icâzetlerinin üçte birlik miktarda tesiri yoktur.

Bu durumda geriye onikide sekiz pay eder, üçte iki kalır. Bu üçte ikiyi kendisine malın tümü vasiyet

edilen iddia eder. Sekizden iki payı da üçte bire tamamlamak için kendisine üçtebir vasiyet edilen

iddia eder. O zaman sekizden altı pay kendisine malın tamamı vasiyet edilene teslim edilir. Geri

kalan iki payda da yarı yarıya münazaa ederler. Böylece üç pay sülüs sahibinin, geri kalan da

diğerinin olur. Hakâik ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Kuhistâni.

Ben derim ki: İmameyn´in görüşüne göre, icâzet verilmesi hali ile icâzet verilmemesi halinde üçte

bir sahibinln payının aynı olması gerekir.

«Zîra üçtebirden fazla olan vasiyete ilh...» Şârih bu sözü ile musannıfın «Eğer bir kişiye malının

hepsini vasiyet ederse» sözünün bir kayıt olmadığına ve burada maksadın. onlardan birine üçte

birden fazlasının vasiyet edilmesi olduğuna işaret etmiştir.

İşte bundan dolayı Mültekâ´da «Eğer birine sülüsü, diğerine üçte ikisini veya yarısını yada tümünü

vasiyet etse : İmam´a göre üçte bir. oralarında yarı yarıya taksim edilir. İmameyn´e göre ise

birincisinde üçe taksim edilir. İkincisinde ise beşte üçü malın yarısını vasiyet ettiği kişiye ikisi de

üçte birini vasiyet ettiği kişiye verilir. Üçüncüde de mal dörde taksim edilir, üçü malın tamamını

vasiyet ettiği kişiye biri de üçtebir sahibine verilir» sözüyle tabir edilmiştir.

Demek ki hüküm, İmam´a göre üçtebirde fazla vasiyetin bütün şekillerinde aynıdır ki bu da

aralarında yarı yarıya taksım edilmesidir.

Bu meselelerin bina edildiği asıl kaide musannıfın «musa leh sülüsten fazla olan vasiyet çarpmaz»

sözüdür.

«Bâtıl olur.» Burada batıl olmadan murad, vasiyetin aslından batıl olması değildir. Böyle olsa

vasiyetten hiçbirşey hak edilmez. Burada batıl olmadan murad sadece üçtebirden fazlasının batıl

olmasıdır. Bunun açıklaması şöyledir: Vasiyet eden iki şey kasdedilmiştir: Bunlardan biri

üçtebirden fazlasını varislere yüklemesi, ikincisi de vasiyet ehlinden bazılarını diğer bazılarına

tercih etmesidir. Bu ikinci husus birincinin zımnında sabit olur. Birinci husus. varislerin hakkı

olmasından ve onların da icâzet vermemelerinden dolayı batıl olunca, onun zımnindaki ikinci husus

da batıl olur. O zaman vasiyet eden sanki bunlardan her birine üçtebir vasiyet etmiş gibi olur. Bu

durumda da üçte bir aralarında yarı yarıya taksim edilir. Her ikisine de hakikaten üçtebir vasiyet

etmesi halindeki gibi olur. İnâye´den kahta.

«İmameyn ise dörde bölünerek taksim edileceğini söylemişlerdir.» Yani üçtebir olan mal aralarında

dörde bölünerek taksim edilir üçüncü malın tamamı vasiyet edilene, biri de üçtebiri vasiyet edilene

verilir.

«Çünkü bâtıl olan üçtebirden fazlasıdır» Yani batıl olan, vasiyet edenin kasdettiği iki şeyden biridir,

ki bu da varislere sülüsten fazlasını yüklemesidir. Çünkü bu, vârislerin hakkından dolayı bâtıl olur.

Vasiyet edenin, vasilerden birini diğerine tercih etmesi olan diğer meseleye ise mani yoktur. O

zaman malın tamamı vasiyet edilene üçtebir vasiyet edilenin üç misli verilir. Şöyle ki, mal dörde

taksim edilir, üçü malın tamamı vasiyet edilen kimseye. biri de diğerine verilir.

«O zaman malın hepsi iki bölü üçle çarpılır» Doğrusu bazı nüshalarda olduğu gibi bir bölü üçle

denilmesiydi. Yani her birinin payı malın üçte biri ile çarpılır. Şöyle ki: Kendisine malın hepsi

vasiyet edilen kişinin payı bir bölü üçle diğerinin payı olan hisse de yine bir bölü üçle çarpılır ve

dört hisse olur ki bu da malın üçte biridir, birinciye üçte birin dörtte üçü ikinciye de üçte birin dörtte

biri verilir. Bu bahis ileride izah edilecektir. Burada sahih olan İmam´ın görüşüdür. Allame Kasım »e

Dürrül-Mülteka´nın Muzmerât ve diğer kitaplardan sahih olduğunu naklettikleri de böyledir.

«Burada çarpmadan murad hesapçılar arasında ıstılah akın çarpmadır.» Burda da çarpılan
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 20:27:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 26 Ocak 2010, 20:27:05 »

M E T İ N

Bir yabancıya ve varisine. veya kâtiline birşey vasiyet etse vasiyet ikiye ayrılır. Varisine ve katiline

yapmış olduğu vasiyet batıl olur. Çünkü daha önce geçtiği üzere ikisi de vasiyet ehlindendir.

Bundan dolayı da varisin icâzeti ile sahih olur.

Ama bir yabancıya ve varisine bir aynı veya borcu ikrar etmesi bunun aksinedir. Çünkü bu ikrar

yabancı hakkında da sahih değildir. Zira bu. aralarında geçen bir akdin ikrarıdır. O akdin bir kısmı

lağv olduğu zaman zarureten geri kalan kısmı da lağv olur.

Bazı âlimler tarafından. bu hükmün birbirlerini tasdik ettikleri takdirde söz konusu söylenmiştir.

Eğer biri diğerinin o ayn veya deynde ortak olduğunu inkar ederse İmam Muhammed´e göre

yabancının hissesindeki ikrarı sahihtir. Ebû Hanife ve Ebû Yusuf´a göre ise yukarda

söylediğimizden gerekçeden dolayı ikrarı tamamında batıldır. Zeylai.

Eğer, iyi, orta ve adi olan üç elbiseyi üç kişiye her birine bir elbise olmak üzere vasiyet etse ve

bunlardan biri zayi olsa, kendisine vasiyet edilen kişi de bunu bilmese ve varis musa lehlerden

herbirine «senin hakkın helâk oldu» dese bu vasiyet. «şu iki kişiden birine vasiyet ettim» demesi

gibi müstahikin mechuliyetinden dolayı vasiyet batıl olur.

Ancak vârisler müsamaha yaparak geri kalanı onlara teslim ederlerse o zaman sahih olur. Çünkü

teslime mani olan durum ortadan kalkmıştır. ki o da ikrardır . O zaman iyi elbise vasiyet ettiği kişiye

iyi elbisenin üçte ikisini, adi elbise vasiyet ettiği kişiye adi elbisenin üçte ikisi, vasat elbise vasiyet

ettiği kişiye de iyi elbise ile âdi elbisenin üçte birleri verilir. Çünkü eşitliği sağlamak imkan

ölçüsündedir.

(Şarihin, o da inkârdır sözü ilh...») «O cehalettir. dese idi daha iyi olurdu. Çünkü Zeylaî´de

belirtildiği üzere, teslime mani olan odur. Zeylaî şöyle demiştir: ....Onun manası ne?» O halde

vasiyet sahih olur. Çünkü o aslında sahihtir. Ancak, sonradan arız olan, teslime mani bir engelden

dolayı batıl oldu. O da Cehâlettir. Teslim ile bu mani ortadan kalktığı için sıhhate inkılab etti.

Ortaklardan birisi aralarında ortak olan bir evden muayyen bir odayı bir kişiye vasiyet etse ve ev

taksim edildiği zaman vasiyet edilen oda vasiyet edilen kişinin payına düşse o oda musâ lehindir.

Ama eğer onun payına düşmezse o zaman hissesine düşenden o odamın ölçüsü kadarı musâ lehe

verilir.

Sadru´ş-Şeria ve diğerleri bu taksimin vacip olduğunu sarahaten söylemişlerdir.

Şayet musannıf: «Taksim edildiği zaman eğer onun payına düşerse...» deseydi daha iyi olurdu.

Ortak bir binadan muayyen bir odanın başkasının olduğunu ikrar etmesi de zikredilen hükümde

vasiyet gibidir.

Muayyen bir bini (bin dirhemi) vasiyet etse, yani bu bin vasinin yanında vedia olarak başkasının

malı ve mal sahibi vasiyet eden kişi öldükten sonra bu vasiyete icâzet vererek o malı musâ lehe

teslim etse sahihtir. Ama onun, icâzetten sonra da, men´e hakkı vardır, çünkü icâzeti teberrudur. O

halde o malı teslim etmekten imtina etme hakkına sahiptir. Ama teslimden sonra artık dönemez.


Şerhu Tekmile.

Malının üçtebirinden fazlasını vasiyet etmesi, katiline veya vârisine vasiyet etmesi ve varislerin de

buna icâze vermeleri ise bunun aksinedir. Çünkü onların icâzetten sonra men etme hakları yoktur.

Belki vasiyet edilen şeyi musâ lehe teslim etmeğe zorlanırlar. Çünkü icâzet verilen kimsenin alacağı

şeyi bize göre vasiyet eden tarafından İmam Şafii´ye göre ise icazet veren tarafından temlik olduğu

tekarrur etmiştir.

Ölen babalarının terikesinin aralarında taksiminden sonra, iki oğlundan biri: babasının, malın

üçtebirini vasiyet ettiğini ikrar etse bu ikrar kendi payının yarısında değil istihsanen üçtebirinde

sahihtir. Çünkü terike iki oğlunun elinde olduğu halde, terikede şâyi olan bir üçtebiri ikrâr etmiştir.

Bu durumda ikrâr eden kişi, terikeden kendi payına düşenin üçtebirini ikrar ettiği gibi kardeşinin

payına düşenin üçtebirini de ikrar etmiş olur. (Başkasının aleyhindeki blr ikrar sahih olmayacağına

göre, sadece kendi hissesindeki ikrar geçerlidir.) Ama bunlardan bir tanesi terikenin taksiminden

sonra babasının borçlu olduğunu ikrar ederse. onun, borcun hepsini vermesi gerekir. Çünkü borç

mirastan önce gelir.

Bir kişi birisine bir cariye vasiyet etse ve o cariye, vasinin ölümünden sonra bir çocuk doğursa;

cariye çocuğu ile birlikte terikenin üçtebirinden çıkarsa her ikisi de musâ lehin olur. Eğer çıkmazsa,

evvela cariyenin sonra da çocuğun üçte birini alır. Çünkü tâbî olan şey, asla müzahamet etmez.

İmameyn ise her ikisinden de eşit olarak alacağını söylemiştir.

Cenînin annesine tabi olarak vasiyetten sayılması terikenin taksimi ile musâ lehin kabûlünden önce

doğduğu takdirdedir. Eğer daha sonra doğarsa, o zaman o çocuk musâ lehindir. Çünkü onun

mülkünün ürünüdür. Kudûrî´nin zikrettiğine binaen taksimden evvel musâ lehin, kabulünden sonra

doğarsa hüküm yine aynıdır. Ama eğer vasiyet edenin ölümünden evvel doğarsa o zaman vârislerin

olur.

Cariyenin kazancı da geçen hükümlerde çocuk gibidir.

i Z A H

«Daha önce geçtiği üzere ilh...» Yani geçen asıl kaideye göre...

«Çünkü bu, aralarında geçen bir akdin ikrarıdır». Bu şekilde gerekçelendiren başka birini görmedim.

Burada düşünülmesi gereken bir husus var; çünkü ikrâr, mukir ile mukarrun leh arasında bir akdin

geçmiş olmasını gerektirmez. Ancak mülkiyetin geçmişte mukarrun leh için olduğunu iktiza eder.

Bunun illeti Kadıhan´ın Camiu´s-Sağir şerhinde söylediği şu sözlerdir: «İkrar ile vasiyet arasındaki

fark şudur; Ikrar geçmişte olan birşeyi haber vermektir. Eğer mukirin, yabancıya ikrarı sahih oluşu,

müşterek borç olan muhberu bih (haber verilen şey) sabit olur. Çünkü mukir, müşterek olan bir

borcu ikrar etmiştir. Bu şekilde de borç sabit olur. Buna göre yabancının, ikrâr sebebiyle aldığı

herhangi bir şeyi, ortaklık hakkı bulunduğundan dolayı varis de alır. O zaman bu, vârise ikrâr olur.

Ama vasiyet başlangıçta her ikisi için de temliktir. Temlikin. birisi hakkında batıl oluşu diğeri

hakkında da batıl olmasını gerektirmez. Bunun benzeri Hidâye ve Zeylaî´de de vardır.

«Üç kişîye ilh...» Şöyle ki; «Zeyd´e kumaşın iyisini, Amr´e ortasını Bekir´e de adisini vasiyet ettim»

dese... İtkanî.

«... Ve bunlardan biri zâyi olsa ilh...» Yani vasiyet eden kişi öldükten sonra... T. Şilbî´den.

«Varis de bunlardan herbirine «senin hakkın helak oldu» dese ilh...»Yani helâk olanın, senin hakkın

olması ihtimali vardır... Demekki musannıfın bu ifadesinde mecaz vardır. Yoksa herbirinin hakkının

helâk olması ancak üç elbisenin de zâyi olmasında tasavvur edilir. Aksi halde yalan olur. Bu

meseledeki Camiu´s-Sağir şerhlerindeki ifade daha iyidir. O ifade de şöyledir: «Varisin inkarından

murâd» sizden birinizin hakkı batıl oldu, kimin hakkının bâtıl olup kiminkinin kaldığını da

bilmiyorum o zaman size hiçbirşey teslim etmiyorum» demesidir» Bunu. Turî ifade etmiştir.

«Şu iki kişiden birine vasiyet ettim, demesi gibi ilh...» Burada vasiyetin batıl olması imam´a göredir.

Nitekim bu «zımminin vasiyetleri» bahsinden hemen önce gelecektir.

«Çünkü teslime mani olan şey ortadan kalkmıştır.» Yani vasiyetin sıhhatine değil, teslime mani

olan... Çünkü sıhhatine manî olan şey cehalet olup, o bakidir. Düşün.

«Bu da inkârdır» Yani varislerin, musâ lehleri haklarının bâki olduklarını inkâr etmeleridir.

«Bu durumda iyi elbise vasiyet ettiği kişiye ilh...» Yani haddi zâtında iyi olan. «Üçte ikisi» sözünün

manası ise kalan iki elbiseden iyi olanın üçte ikidir.


Bu şekildeki taksimin vechi şudur: Vasat elbise vasiyet edilen kimsenin hakkı, eğer zâyi olan elbise

katanlardan daha üstün ise. kalanların iyisindedir. Eğer onlardan aşağı olursa, o zaman onun hakkı,

kalanların hangisi daha âdi ise, ondadır.

Buna göre vasat elbise vasiyet edilen kişinin hakkı birinci seferinde birine diğer seferinde de

öbürüne taalluk eder.

Eğer helâk olan, vasat elbise ise o zaman onun kalan iki elbisede hakkı yoktur. Demekki onun

hakkı, kalan iki elbiseden herbirinde iki halde değil bir halde taalluk eder ve kalanların herbirinin

üçte birini alır. İyi elbise vasiyet edilen kimse de kalanlardan adisini değil iyisini alır. Çünkü

adisinde katiyen hakkı yoktur.

Adi elbise vasiyet edilen kişi de iyisini değil adisini iddia eder. Bu durumda iyi elbise vasiyet edilen

kişiye kalanlardan iyisinin üçte ikisi, âdi elbise vasiyet edilen kişiye de kalanlardan âdi olanın üçte

ikisi verilir. Hânî´nin Câmi şerhinden...

«...Ve ev taksim edildiği zaman ilh...» Yani hayatta olan ortak ile ölenin vârisleri arasında taksim

edildiği zaman... Kâdıhan.

«... Düşse ilh...» Yani vasiyet edilen oda ölen kişinin payına düşse...

«...O oda mûsâ lehindîr» Yani şeyhayne göre... imam Muhammed´e göre ise vasiyet edilen odanın

hepsi değil yarısı musâ lehe verilir. Eğer o oda diğer ortağın payına düşerse, o zaman musâ lehe

vasiyet edilen muayyen odanın yansı kadarı verilir.

İmaml...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes