Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 19:53:05 Reddü´l Muhtar / Vasiyetler
VASİYETLER KİTABI MALIN ÜÇTE BİRİNİ VASİYET BÂBI HASTALIK ANINDA KÖLE ÂZAD ETME. AKRABAYA VE BAŞKALARINA VÂSİYET. (KÖLESİNİN) HİZMETİNİ (EVİNDE) OTURMAYI VE (AĞACININ) MEYVESİNİ VASİYET. ZIMMİNİN VE BAŞKASININ VASİYETLERİ VASİ YANİ VASİYETİ EDA İLE GÖREVLENDİRİLEN KİŞİYE AİT HÜKÜMLER. VÂSİLERİN ŞAHİTLİĞİ ÇEŞİTLİ MESELELER. VASİYETLER KİTABI M E T İ N «Vasiyetler» kelimesi «vasi tayin etmek» ve «birşey vasiyet etmeyi» kapsar. «Falan kimseye vasiyet etti» denilince, «onu kendisine vasi tayin etti» manasına gelir. Bunun isim şekli «vesâyet»dir ve ileride müstakil bir babda gelecektir. «Falan kişiye vasiyet etti» sözü, «ona vasiyet yoluyla temlik etti» manasınadır. Buna göre vasiyet, ister bir nesne ister para olsun ölümden sonraya izafe edilen temliktir. Ben derim ki: Borcu ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması için bu temlikin teberru yoluyla olduğunu söylemek gerekir. Zira ileride geleceği üzere borç ile ikrar malın tamamından geçerlidir. Bunun teberru yoluyla temliki vasiyetin Allah´ın hakkından dolayı vacip olmasına ters değildir. Bunu düşün. Vasiyet, Mücteba´daki ifadeye göre dört kısımdır. Üzerinde borç olan zekâtın, keffâretin, tutamadığı orucun ve kılamadığı namazın fidyelerinin vasiyeti gibi vâcip olanlar, bir zengine yapılan vasiyet gibi mübah olanlar, fâsığa yapılan vasiyet gibi mekruh olanlar ve bunların dışındaki müstehab olanlardır. Ana-baba ve yakınlara vasiyette bulunmak vacip değildir. Çünkü Bakara Sûresi´ndeki vasiyet âyeti, Nisa Sûre´sindeki miras âyetiyle neshedilmiştir. Vasiyetin sebebi teberruların sebebidir. Şartları ise şunlardır; 1 - Vasiyet eden kimse temlike ehil olmalıdır. Buna göre çocuğun, delinin ve mükâtep kölenin vasiyeti caiz değildir. Ancak mükâteb bir köle yapmış olduğu bir vasiyeti azad edilmesine izafe ettiği takdirde vasiyet sahih olur. Nitekim ileride gelecektir. 2 - Borcunun vasiyetini kapsamaması gerekir. Zira ödemede borç vasiyetten önce gelir. Nitekim ileride bu da gelecektir. 3 - Vasiyet edilen kimse vasiyet anında sağ olmalıdır. İster hakikaten sağ olsun ister takdiren sağ olsun, değişmez. Böylece ana karnındaki bebe de «mûsâ leh» (vasiyet edilen) in kapsamına girer. Bununla Şurunbulâliye´nin itirazı geçersiz olur. 4 - Musâleh (vasiyet edilen kimse) ölüm anında varis ve kâtil olmamalıdır. Vasiyet edilen kişinin malum olması şart mıdır? Ben derim ki: İbnu Sultan ve diğerlerinin gelecek bâbda zikrettiklerine göre evet şarttır. 5 - Vasiyet edilen şeyin akid türlerinden herhangi biriyle ölümden sonra temliki kabul edecek bir nesne olmalıdır. Bu nesne ister mal olsun ister bir menfaat. ister hâlen mevcut olsun isterse, olmasın... farketmez. 6 - Vasiyet edilen şey mirasın üçte biri kadar olmalıdır. İ Z A H Musannıfın vasiyetler bahsini kitabın sonuna olmasının uygunluğu açıktır. Çünkü insanın dünyadaki hallerinin sonuncusu ölümdür. Vasiyet de ölüm vaktindeki bir muameledir. Vasiyetin. cinayetler ve diyetlere fazlaca bir ihtisası vardır. Zira cinayet, bazan vakti vasiyetin vakti olan ölüme götürür. İnaye. Burada vasiyetin sonucu konu olduğunu söylemek nisbîdir. Yâni oradan evvelki bahislere nispetle sonuncudur. Evet, buraya göre nisbîdir ama Hidaye´deki tertibe göre hakikaten sonuncu bahistir. Zira Hidaye´de feraiz bahsi yer almamıştır. Ancak Hidaye´de de vasiyet bahsinden sonra hünsâ bahsi zikredilmiştir. Buna göre, Hidâye´de de nisbîdir. Nitekim Tûrî de böyle ifade etmiştir. «Vasiyetler kelimesi, vasi tayin etme ile, birşey vasiyet etmeyi de kapsar.» Muğrib´te şöyle denilmiştir: «Falan kişi Zeyd´e şu konuda vasî tayin etti» ve «falan şeyi de vasiyet etti» denilir. «Vesât» ve «vasiyet» kelimelerinin her ikisi de masdar manasında isimdirler. Sonra «musâbihe (vasiyet edilen mal) de «vasiyet» ve «visayet» denildi. Bazı âlimlere göre de «isâ», bir şahsın birisinden hayatta iken kendisi bulunmadığında ve ölümünden sonra birşey yapmasını talep etmesine denir. Zihâr hadisinde şöyle denilmiştir: «Amcanın oğlu hakkındaki hayırlı vasiyetimi kabul et!...» «Buna göre ilh...» Bu, musannıfın «ben ona vasiyet yoluyla temlik ettim» anlamındaki sözünden çıkartılan bir tali meseledir. «İster bir nesne ister parça olsun ilh...» Minah ve başka eserlerin ifadeleri ise «ister bir nesne ister bir menfaat olsun» şeklindedir. H. «Teberru yoluyla ilh...» Yani teberru yoluyla temliktir. Bu koydı Zeylai, Nihaye´ye uyarak zikretmiştir. «Borç ile ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması için». Yâni bir yabancıya borcu olduğunu ikrar... Bunda da itirazî bir görüş vardır: Âlimlerimizden, ikrârın temlik değil de bir ihbar olduğuna hükmedenler bu meseleyi kendilerine delil olarak almışlardır. Zîra eğer ikrâr temlik olsaydı Kitabu´l-İkrar´da izah ettiğimiz gibi malın tamamından geçerli olmaması gerekirdi. O zaman, borcu ikrarın tariften çıkmasına gerek kalmazdı, çünkü zaten dahil olmadı. Meselenin tahkiki şudur: «teberru» kaydı, satış ve icare gibi karşılıklı mülk edinmelerin vasiyet tarifinden çıkması içindir. Musannıf «ölümden sonrayla izafe edilen» sözüyle de hibe ve hibeye benzer şeyleri tarifin dışında tutmuştur. Zira hîbe teberru yoluyla ama peşin temliktir. «İleride geleceği gibi ilh...» Yani hastalık anında köle azad etme babının başında gelecektir. «Zıt değildir ilh...» Şârih´in bu sözü, teberru yoluyla temliktir» sözünden doğabilecek sorunun cevabıdır. Bu sorunun takriri açıktır. Şârih «bunu düşün» sözüyle cevabın inceliğine işaret etmiştir. Zira Allah Teâlâ´nın hakkı için vacip olan şey ölümle düşünce teberrua benzer kî o zaman da kulların borcu gibi olmaz. H. Ben derim ki: Bu, teberrudan murad; dilerse yapacağı diterse de terkedeceği şey olduğu takdirde, böyledir. Bizim takdim ettiğimize göre teberrudan murad bir ivaz karşılığında olan değil, meccânen olandır. Bununla yukardaki sual kendiliğinden ortadan kalkar. «Vasiyet, Mücteba´da olan ifadeye göre ilh...» Müctebâ´nın ibaresi şöyledir: «Vasiyet dört kısımdır: Vediaların ve meçhul borçların sahiplerine verilmelerini vasiyet gibi vacip olan vasiyet, keffaretlerin ve namaz, oruç ve benzerlerinin fidyelerinin verilmelerini vasiyet etmek gibi müstehap olan vasiyet, yabancılardan ve akrabalardan zengin olanlara vasiyet etmek gibi mübah olan vasiyet, fısk ve isyan ehline yapılan vasiyet gibi mekruh olan vasiyet.» Bedâî´de ifade edilene göre bunda düşündürücü bir durum vardır. Zira kişinin üzerine farz olan hac. zekat ve vâcip olan keffâretleri vasiyet etmekde vacip olan vasiyetlerdendir. Şurunbulâliye. Zeylaî de Bedaî´deki görüşe göre hüküm vermiştir. Mevahib´te de, borçluya Allah´a veya kullara ödemesi gereken şeyleri vasiyet etmesinin vacip olduğu söylenmiştir. Musannıf da Müctebâ´daki hükme muhalefet ederek bu görüşe katılmıştır. Zira Müctebâ sahibi Allah hakları ile kul haklarını ayırmıştır. Yukarda geçen Allah hakkı için vacip olan şey ölümle düşer» sözü Allah hakkı olarak vacip olan şeyin, vacip olmamasına delâlet etmez. Zira burada «ölümle düşer» sözünden murad «edasının düşmesi» dir. Yoksa o vacip, onun zimmetindedir. O zaman Şârih´in «Müctebâ´daki ifadeye göre» sözü yani taksim itibariyle... Düşün. «Bir zengine yapılan vasiyet gibi mübah olan ilh...» Zengine yapılan vasiyet, bundan Allah´a yakınlık kasdedilmediği zaman mübahtır. Ama eğer zengine ilim ehli veya salih bir kişi olduğu için veya uzaklaşmış bir akraba olduğu için yada ailesi kalabalık olduğu için vasiyet etse, uygun olan bunun da mendub olmasıdır. Düişün. «Fâsıka yapılan vasiyet gibi mekruh olan ilh...» Musannıfın bu sözüne Sahihû´I-Buharî´deki şu hadis itiraz olarak varid olur: «Umulur ki zengin ibret alır ve sadaka verir. Hırsız onunki hırsızlıktan, zaniye de zinadan kaçınırlar.» Buna göre musannıfın muradı, fısk ehline yapılan vasiyetin mekruh olmasının vasiyet edenin vasiyet edileni fısk ve fucûr için sarfedeceğini zannetmesi halindedir. Rahmetî. Ben derim ki: Geçen ifadenin zahiri fasıka yapılan vasiyetin salih olmasına delalet eder şu kadar var ki, akrabalara vasiyet bâbımın sonunda kabri sıvamayı vasiyetin batıl olma hükmüne, «mekruh olan şeyi vasiyettir» sözünün gerekçe gösterildiği gelecektir. Bu bahsin tamamı da orada gelecektir. «Bunların dışında olan vasiyet de müstehab olandır.» Yani vasiyet´e, onu iptal edecek birşey âriz olmadığı zaman... «Vacip değildir.» Bu söz ana-babaya ve akrabalara, vâris olmadıkları takdirde, Bakara Suresi´ndeki ayetten dolayı vasiyetin vacip olduğuna hükmedenleri reddetmektedir. Ayet Allah Teâlâ´nın şu sözüdür: «Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah´tan korkanlar üzerine farz kılınmıştır.» Nisa Suresi´ndeki ayetten murad miras ayetidir. Buharî Sahîh´inde Atâ ve İbnu Abbas´tan (r.a.) rivayetle demiştir ki: «Kişi ölünce malı evladına kalır, ana-babasına da vasiyet olurdu. Allah Teâlâ bunu en güzeli ile neshetti. Erkeğe iki kadının payını verdi ve ona ana- babadan herbirine de ölen çocuklarının mallarından altıda birlni verdi.» Sunen´de Ebû Umâme´ye isnadla şöyle rivayet edilir: Ebû Umâme demiştir ki: «Resulullah´ı; «Allah Teâlâ her hak sahibine hakkını yermiştir. O halde vârise vasiyet yapılmaz.» derken duydum. Bu rivayeti Tirmizî ve İbnu Mâce´de kitaplarında zikretmişlerdir. Tirmizi; «bu hadis hasendir» demiştir. Bu hadis meşhur bir hadistir, ümmet bunu benimseyerek telakki etmiştir. Bize göre Kitâbın kitapla neshedilmesi caizdir. İtkanî. «Vasiyetin sebebi teberruların sebebidir» Bu sebep de; dünyada hayır ile anılmayı kazanmak, âhirette de yüksek derecelere ulaşmaktır. Nihâye. Bu da müstehap olan vasiyettedir. Vâcip olan vasiyetin sebebine gelince açık olan şu ki: onun sebebi edânın sebebidir. O da Allah Teâlânın, o vâciplerin edası hususundaki hitâbıdır. Hakikaten fukaha da, bir ibadetin edası ne ile vacip ise kazasının da onunla vâcip olduğunu söylemişlerdir. «Temlike ehil olmalıdır ilh...» Evlâ olan Nihaye´nin «teberrua ehil olması» sözüdür. «İlerde geleceği gibi ilh...» Yani bir yaprak kadar sonra... «Borcu vasiyetini kapsamamalıdır ilh...» Ancak alacaklılar vasiyet eden kişiyi alacaklarından ibrâ ederlerse o zaman vasiyet edebilir. Kuhistanî. «ileride geleceği gibi ilh...» Yani biraz sonra metinde gelecektir. «Vasiyet anında ilh...» Ben derim ki: Tatarhâniye´de şöyle denilmiştir: «Eğer vasiyet edilen kişi vasiyeti hak edecek kişilerden muayyen birisi ise vasiyet günündeki icabın sıhhatine itibar edilir. Muayyen bir kimse olmadığı zaman vasiyet eden kişinin öldüğü vakitteki icabın sıhhatine itibar edilir. 0 zaman, malının üçte birini falan kişinin çocuklarına vasiyet etse ve onların isimlerini söylemediği gibi işaret de etmese o vasiyet, vasiyet edenin ölümü vaktinde o çocuklardan mevcut olanlarındır. Onların ismini vermiş olsa veya onlara işaret etse o zaman vasiyet ettiği bunlarındır. Hatta eğer onlar ölseler vasiyet batıl olur. Çünkü vasiyet edilen kimse muayyendir. Dolayısıyle vasiyet günündeki icâbın sıhhatine itibar edilir. Özetle... » «Ana karnındaki bebek «vasiyet edilen»in kapsamına girsin». Yani ona ruh verilmeden önce... Zira ruh verildikten sonra hakikaten hayattadır. H. «Şurunbulâllye´nin itirazı ilh...» Zira Şurunbulâliye´de şöyle denilmiştir: «Buna ana karnındaki cenine vasiyyet vârid olur. Çünkü cenine yapılan vasiyette onun canlı olması değil mevcudiyeti şarttır. Çünkü ruh onun cansız olarak bulunduğu bir vakitten sonra verilir. H. «Vâris olmalarıdır» Yani eğer başka bir varis olursa, sahih değildir. Ama şayet başka bir varis yoksa vârise vasiyet etmek sahihtir. Meselâ: karıkocadan biri başka bir varis olmadığında, birisi diğerine vasiyette bulunsa vasiyeti sahihtir. Nitekim ileride gelecektir. «Ölüm anında ilh...» Yani vasiyet vaktinde değil... Hatta kardeşi varisi olduğu halde, ona malından vasiyet etse sonra da bir oğlu olsa, kardeşine yaptığı vasiyet sahihtir. Ama eğer oğlu olduğu halde kardeşine birşey vasiyet etse ve sonra kendi ölümünden evvel oğlu ölse vasiyeti batıl olur. Zeylai. «Kâtil olmamalıdır.» Yani hattaen veya kasden öldürende olduğu gibi bizzat öldürme fiilini işlemiş olmamalıdır. Mütesebbib ise, bunun aksinedir. Zira o hakikatte kâtil değildir. Bu, ortada başka bir varis bulunduğu ve katil mükellef olduğu takdirdedir. Aksi halde vasiyet sahihtir. Eğer katil çocuk veya deli ise o zaman kâtile vasiyet yine sahihtir. Nitekim tafsilatı yakında gelecektir. «Mûsâ leh´ûn malum olması şart mıdır?» Yani «Zeyd» gibi muayyen bir şahıs veya miskinler gibi muayyen bir gurup olması şart mıdır? O halde eğer «Ben malımın üçte birini falan kişi için veya falan kişiye vasiyet ettim» dese, İmam´a göre bu vasiyyet cehaletten dolayı batıldır. Nitekim musannıf da bunu zimminin vasiyetleri bahsinden hemen önce zikredecektir. Velvâliciye´de şöyle denilmiştir: Bir kadın benim adıma bir cariyeyi şu kadar para ile azad edin ve ona malımın üçte birinden de şu kadar verin» diye vasiyet etse; eğer cariye belirli ise her iki vasiyet de caizdir. Aksi takdirde mal ile yapılan vasiyet değilde azad konusundaki vasiyet caizdir. Ancak malın verilmesini vasisine havale ederek. «arzu edersen ona malın üçte birinden de ver» derse caiz olur. Zira İmam Muhammet; cariyesinin, onun seveceği kimseye satılmasını vasiyet eden kimse hususunda şöyle demiştir: varisler o cariyenin, sevdiği kişiye satılması hususunda zorlanırlar. Eğer cariyenin sevdiği kişi onu kıymeti kadarıyla almaktan kaçınırsa vasiyet eden kişinin malından üçte bir miktarı kadar cariyenin kıymetinden düşülür. Özetle... Ben derim ki: İmam Muhammed´in bu söylediklerinden, vasi muhayyer bırakıldığında, meçhul bir kimseye vasiyet etmenin sahih olduğu anlaşılır. Bunun delili ise açıktır. Zira bu meçhuliyet münazaaya vesile olmaz. Zira o. muhayyer olan kişinin vereceği kimseyi seçmesi ile ortadan kalkar. Ama «filan kişiye» veya «Zeyd´e veya Amr´e» dese böyle değildir. Düşün. «İterse mevcut olmasın ilh...» Yâni akidlerden herhangi birisiyle temlike kâbil olması... Nihâye´de denilmiştir ki: İşte bundan dolayı biz her ne kadar musabihi yok olsa bile, bu sene veya ebediyyen meyve verecek bir hurmalığın hurmalarını vasiyet etmenin caiz olduğuna hükmettik. Çünkü bu vasiyet eden kimse hayatta iken müsakât akdiyle temliki kabul eder. Koyunların doğuracağı kuzuları vasiyet etmenin ise istihsânen caiz olmadığına hükmettik. Zira bu o, vasiyet eden hayatta iken akitlerden herhangi birisiyle temliki kabul etmez. Kuhistanî´de denilmiştir ki: «Vasiyet edilen nesne ister belirli, ister belirsiz olsun, vasiyet eden kimsenin malının bir kısmında şâyi ise vasiyet anında mevcut olması şarttır. Eğer malın hepsinde şâyi ise, o zaman ölüm anında mevcut olması şarttır. Mesela bir kişi, sürüsünden bir keçiyi veya malının tümünden bir keçiyi vasiyet etse o zaman keçinin. birinci durumda (sürüdeki keçiyi vasiyet etmesi) vasiyet anında, ikinci durumda ise ölüm anında mevcut olması şarttır. Bunun benzeri Tatarhâniye´de vardır. Bahsin tamamı aşağıdaki bâbda gelecektir. «Vasiyet edilen şey mirasın üçte biri kadar olmalıdır.» Yani eğer varisi bulunsa ve o da üçte birinden fazlasının vasiyetine icazet vermezse... Bizim bu takririmizle bu şartlardan bazıları lüzum şartı olup başkasının hakkından dolayı beklemez. Dolayısıyla onun icazeti ile geçerli olur. Bazıları ise sıhhat şartlarıdır. M E T İ N Vasiyetin rüknü ise «falan kişiye şunu vasiyet ettim» ve vasiyette kullanılan lafızlardan bunun yerine kullanılan herhangi bir lafızdır. Bedai´de şöyle denilmiştir: «Vasiyetin rüknü icap ve kabuldür. İmam Züfer ise «yalnız icaptır» demiştir.» Ben derim ki: Kabulden murad, hem sarih hemde delaleten olan lafızları kapsar. Delâleten kabul. Musa lehin vasiyeti edileni kabul etmeden vasiden sonra ölmesidir. Nitekim ileride gelecektir. Vasiyetin hükmü vasiyet edilen şeyin hibeden olduğu gibi Musa lehe yeni bir mülk olmasıdır. Buna göre vasiyet edilen câriyede istibra (efendisinin kendisi ile bir hayız görünceye kadar ilişki kurmaması) gerekir. Bir mani yoksa yabancı birine üçte birini vasiyet etmesi caizdir. Vâris buna icazet vermese bile caiz olur. Ama üçte birden fazlasını vasiyet etmek caiz değildir. Ancak vasiyet edenin ölümünden sonra varisler büyük oldukları halde üçte birinden fazlasına izin verirlerse o zaman caiz olur. Vasiyet eden hayatta iken varislerin icazetine itibar edilmez. Vasi öldükten sonraki icazet müteberdir. Yani birisinin varis olup olmadığına itibar etmek vasiyet anında değil ölüm anındadır. Bu durum ölüm hastasının, varisine bir şey ikrar etmesinin aksinedir. Malın üçte birinden azını vasiyet etmek menduptur. Vasiyet eden kimsenin varisleri zengin olsalar veya alacakları miras ile zengin olacak olsalar bile... bu böyledir. Hiç vasiyette bulunmamak da varisler zengin değilseler ve mirastan hisselerine düşecek olanla zengin olmayacakları durumda menduptur. Zira varisler zengin olmadıklarında vasiyeti terk edip, malını varislerine bırakması hem sıla-i rahim hemde sadakadır. Vasiyet borçtan sonraya ertelenir. Çünkü kul hakkı öncedir. Müstemen gibi, hükmen de olsa varisi olmayan kişinin, malının hepsini vasiyet etmesi sahihtir. Çünkü buna mani yoktur. Bir kimsenin malının üçte birini kölesine vasiyet etmesi ittifakla sahihtir. Bu vasiyet kölesinin azadını vasiyet etmek olur. Eğer kölesinin azâdı malın üçte birinden karşılanabilirse güzeldir. Ama eğer üçte birinden karşılanamıyorsa o zaman kıymetinden geri kalan miktar karşılığında çalışır. Şayet malın üçte birinden birşey artarsa o kölenindir. Mürsele olan dirhem veya dinar ile vasiyet etmek esah olan kavle göre sahih değildir . Nitekim eşyalarından belirsiz birisini vasiyet etmesi de sahih değildir. Mürsele´nin manası izah kısmında gelecektir. Mükâteb veya müdebber kölesine veya ümmü´l-veledine vasiyet etmek istihsanen sahihtir. Ama varisinin mükatebine vasiyetti sahih değildir. Ana karnındaki bebeğe veya ana karnındaki bebeği vasiyet etmek sahihtir. Cariyenin veya hayvanın karnındaki cenini falan kişiye vasiyet ettim» sözü ana karnındaki bebeği vasiyettir... Sonra, bu vasiyet ancak o cenin altı oydan erken doğduğu zaman sahih olur. Bu, hamile kadının kocası sağ olduğu takdirdedir. Ama eğer ölmüşse ve o cariye vasiyet anında iddet bekliyorsa o zaman iki seneden önce doğduğu takdirde sahihtir. Zira eğer iki seneden evvel doğarsa nesebi sabit olur. İhtiyar ve Cevhere. Cenîne ve cenîni vasiyet hususunda insanlarla hayvanlar arasında bir fark yoktur. Buna göre eğer falan kişinin hayvanına karnındakine infak edilmek üzere vasiyet etse vasiyeti sahihtir. İnsan için hamlin en az müddeti altı ay, fil için onbir sene deve, at ve eşek için bir sene, sığır için dokuz ay, koyun için beş ay, kedi için iki ay, köpek için kırk gün ve kanatlı hayvanlar için de yirmi bir gündür. İstifâ´ya isnaden Kuhistâni. Nihâye´de şöyle denilmiştir: «Vasiyet edenin ölümünden itibaren altı aydan evvel...» Kâfî´de de eğer vasiyet cenin için yapılıyorsa vasiyet anından itibaren altı aydan evvel. eğer cenini vasiyet ise o zaman vasiyet edenin ölümünden itibaren altı aydan evvel olduğunu ifade eden bir ibare vardır. Kenz´de de buna, şu ilave edilmiştir: Cenîne hibe etmek sahih değildir. Çünkü kabz gerçekleşmediği gibi adına kabzetmek için cenîn üzerinde kimsenin velâyeti de yoktur. Zeyklai ve diğerleri. öyleyse cenînin babası, ona vasiyet edilen bir şeyi kullanarak sulh yapsa caiz değildir. Çünkü babanın cenîn üzerinde velâyeti yoktur. Ben derim ki: Bununla. fetvâsı istenilen bir hâdise cevabı bilinmiş oldu. O hâdise şudur: Vâsi. hakimin seçtiği bile olsa cenîne vakfedilen bir şeyde tasarrufta bulunamaz. Aksine fakihler demişlerdir ki; «Ne cenînin velayeti vardır, ne de herhangi bir kimsenin cenîn üzerinde velâyeti vardır.» İ Z A H «Bunun yerine kullanılan herhangi bir lafızdır.» Hûniye´de şöyle denilmiştir: «Falan kişiye şunu, falan kişiye de şunu vasiyet ettim ve evimin dörtte birini falan kişiye sadaka kıldım» dese, İmam Muhammed´e göre bunun vasiyet olması caizdir. Ebû Yûsuf kendisine yöneltilen bir soruya cevabında (Evimin dörtte birini falan kişiye sadaka) kıldım, sözü vasiyet olup onda kabz ve ifraz şart değildir.» demiştir. Özetle. Nihâye´de şöyle denilmiştir: Vasiyette kullanılan lafızlara gelince; Nevâdir´de İmam Muhammed´den naklen şöyle denilmektedir: «Bir kişi falan kişiye bin dirhem vasiyet ettiğime şahid olun» dese, ve «falan kişinin malımda bin dirhemi olduğunu vasiyet ettiğime şahid olun» dese, birincisi vasiyet ikincisi ise ikrârdır.» Asıl´da belirtildiğine göre, bir kişi «evimin altıda biri falan kişinindir» dese, bu vasiyettir. «Falan kişi için evimde altıda bir vardır» dese bu ikrardır. Buna göre bir kişi: «Falan için malımdan bin dirhem vardır» dese eğer bunu vasiyetini zikrederken söylerse istihsanen vasiyet olur. Şayet falan kişi için benim malımda bin dirhem vardır» dese, bu ikrar olur. Vasiyetini kendi eliyle yazdıktan sonra, «Bu yazdığımda bana şahit olun» dese istihsânen caiz olur. Ama eğer başkası yazarsa caiz olmaz. Özetle. «Bedâi´de şöyle denilmiştir ilh..» Şurunbulâliye´de belirtildiğine göre onun ibaresi şöyledir: «Vasiyetin rüknünde ihtilaf edilmiştir. İmam ile iki talebesi demişlerdir ki: Vasiyetin rüknü icap ve kabuldür. İcap vasiyet edenden, kabul de musa lehdendir. Bunların her ikiside beraber bulunmazlarsa rükün tamamlanmaz. Dilersen, vasiyetin rüknü. vasiden icap, musalehten de reddetmemektir, diyebilirsin. Reddetmemesinden maksat; onun reddinden ümidin kesilmesidir. Bu tarif meselelerin tahrici için daha kapsamlıdır. İmam Züfer ise: «vasiyetin rüknü yalnızca, vasiyet edenin icabıdır.»demiştir. Musannıfın sözü. Hidaye şerhlerine uyarak, kabulün rükün değil de şart olduğuna işaret etmektedir. Bedayi´deki ifade ise fukahanın satım ve benzeri diğer akitlerde zikrettiklerine uygundur. ki bu da icap ve kabulün her ikisidir. «Ben derim k»: ilh...»Bu ifade Şurunbulâliye´de Hulâsa´ya isnad edilmiştir. Zâhir olan şudur: kabulden murad reddin olmadığına delalettir. Bu da bizim Bedai´den naklettiğimiz «Dilersen...» sözü ile aynı manadadır. Sonra kabul veya redde muteber olan ölümünden öncesi değil sonrasıdır. Nitekim ileride gelecektir. «Vasiyet edileni kabul etmeden ölmesidir» Bu söz metinde geçen «detâleten kabul»u tasvir etmektedir. Cenîne vasiyet etmek de bunun benzeridir. Mûsa lehlerin fukara gibi muayyen olmaması hususu ise izah edilmemiştir. Zahir olan şu ki: Burada kabul şart değildir veya delâleten mevcuttur. Düşün. «İleride geleceği gibi ilh...» Böyle olması mûsa leh içindir. Vasî açısından ise onun dört kısım olduğu geçmişti. Bu Şurunbulâliye´de de ifade edilmiştir. Tahtavi demiştir ki: Orada belirtildiğine göre buradaki hükümden murad birşey üzerine terettüp eden eserdir. Geçmiş olandakinden murad ise sıfat ile tabir edilendir. «Mâni olmadığı zaman ilh...» öldürmek. harbi olmak. borcun malın üçte birini kapsaması veya benzerleri gibi... «Ama üçte birden fazlasını vasiyet etmek câiz değildir» O zaman, eğer üçte birden fazlasını vasiyet etse ve sadece kendisine red yapılan bir varis olsa, o fazlalığa icâzet verse geri kalan kendisinin olur. Eğer red yapılmayan bir varis icâzet verirse mirastaki hissesini geri kalandan alır. Hissesinin fazlası da hazineye kalır. Buna göre birisi malının üçte ikisini Zeyd´e vasiyet etse karısı da icazet verse o zaman karısı üçtebirin dörtte birini yani malın onikide birini alır. Buna göre hazineye (onikide) üç, Zeyd´e de (onikide) sekiz düşer. Bu bahsin Saihanî´nin İbnu Şıhne´nin feraiz hususunda yazdığı manzumesinin şerhinde vardır. Eğer karısı icâzet vermese. vasiyet eden ister ona da vasiyet etmiş olsun ister vasiyet etmiş olmasın. bu durum Cevhere´de izâh edilmiştir. «Ancak vasiyet edenin ölümünden sonra varisler üçte birinden fazlasına izin verirlerse caiz olur» Yani ne kadar vasiyet ettiğini bilmelerinden sonra... Ama eğer bir çok şeyler vasiyet ettiğini ama miktarını bilmeseler ve «ona icazet verdik» deseler onların icazetleri sahih değildir. Hâniye Müttekâ´dan. Sâihâni Makdisî´den şunu nakletmiştir: Eğer varislerden birisi vasiyetin malın üçtebirinden fazlasına icazet verse o zaman varislerin hepsi icâzet verdikleri takdirde hissesine düşecek mikdar kadarı o adamın hissesinden caiz olur. Hatta, bir kişiye malının yarısını vasiyet etse ve iki eşit varisten birisi ona icazet verse, o zaman icâzet veren geri kalanın dörtte birini, öbürü üçte birini musa leh de malın tamamının üçte birini ve icâzet veren kişinin payından on ikide birini alır. Bunun benzeri Gâyetü´l-Beyandadır. BİR UYARI: Ölümden sonra icâzet sahih olduğuna göre, hakkındaki vasiyet için icazet verilen kişi bize göre kendisine vasiyet edilen şeye tarafından malik olur. Şafiî´ye göre ise icazet veren tarafından mâlik olur. Nitekim Zeylâî´de de böyledir ki gelecek bâbın sonunda açıklaması gelecektir. «Vasi hayatta iken varislerin icazetine itibar edilmez» Çünkü icâzetleri. o hak kendileri tein sabit olmadan öncedir. Çünkü hakkın onlar için sabit olması vasiyet edenin ölümünden sonradır. Çünkü onlar ölümünden sonra daha önce verdikleri icazeti reddedebilirler. Ölümden sonraki icazet ise böyle değildir. Bunu reddedemezler. Çünkü o icâzet hak kendileri için sabit olduktan sonradır. Bunun tamamı Minah´tadır. Bezzâziye´de. vasiyette icâzetin ölümden önce değil ölümden sonra muteber olduğu söylenmiştir. Ama âzad gibi vasiyetin kuvvetlendirilmesini ifade eden tasarruflar ölüm hastalığındaki vasiden sâdr olsa ve varis ona ölümden önce icazet verse. bu hususta imamlarımızdan herhangi bir rivayet yoktur. İmam Alaaddin es-Semerkandi şöyle demiştir: «Hasta, kölesini azad etse ve ölümünden evvel varis de buna razı olsa köle hiçbirşey için çalışmaz. Çünkü fukaha, yaralının varis yaralayanı affettiği takdirde sahih olduğunu ve yaralı kimsenin ölümünden sonra da onu dava etmeye malik olmadığını açıkça söylemişlerdir. «Yani birsinin varis olup olmadığına itibar etmek ilh...» En uygunu bunu müstakil bir mesele kılmak ve«ve» ile tabir etmesiydi. T. Ben derim ki: Herhalde Şârih bunu zarfı -ki o da ölümünden sonra sözüdür- kendisinde «icâzet verseler» ve «varisleri» sözlerinden her ikisini de müteallik kılmak suretiyle. musannıfın sözünden aldığına işaret etmiştir. Bunda da kapalılık olduğu için. yani «lafzını kullanmıştır». «Vasiyet anında değil ölüm anındadır.» Zira vasiyet ölümden sonraya izafe edilen bir temliktir. Buna da, vakti olan ölüm anında itibar edilir. Zeylai. Biz bu husustaki feri meseleyi Zeylaî´den naklen takdim ettik. «Bu durum ölüm hastasının varisine bir şey ikrar etmesinin aksinedir». O zaman, onun varis olup olmamasına itibar etmek ik´rar anında söz konusudur. Hatta varisi olmayan birisine ölüm hastası b}r şey ikrâr etse ikrar ettiği kişi ikrardan sonra varisi olsa bile caizdir. Şu kadar var ki varisliğin ikrardan sonra yeni bir sebeple ortaya çıkması şarttır. Mesela; yabancı bir kadına birşey ikrar etse sonra da o kadınla evlense ikrarı caizdir. Bunun aksine eğer bir mani olduğu halde ırsiyet sebebi mevcut olup sonra o sebep ortadan kalksa o zaman vasiyet ve hibe gibi, ikrarı da iptal eder. Kâfir veya köle olan oğluna birşey ikrâr ettikten sonra oğlunun müslüman olması veya azad edilmesi buna misaldir. Nitekim bu bahis ileride metin olarak gelecektir. Zeylaî ve başka müelliflerin Nihâye´ye uyarak zikrettikleri meseleye gelince : Bir kişi köle olan oğluna birşey ikrar etse oğlunun vâris olması ikrardan sonra yeni bir sebepledir. Hem de mana olarak o ikrâr. köle olan oğlunun yabancı olan efendisine ikrardır. O zaman Zeylaî ve diğerlerinin zikrettikleri bu meseleyi allâme itkana «o bir sehv olup nakli sahih değildir. İmam Muhammed Câmiu´s-Sağir´de nassen bunun aksini zikretmiştir.» sözüyle; reddetmiştir. Ben derim ki; Zeylaî ve diğerlerinin zikrettikleri bu mesele, aynı zamanda metinlere de muhaliftir. Çünkü ileride de geleceği gibi bu durumda varisliğin yeni bir sebeple oluşunda itiraz edilecek bir nokta vardır. Evet Hidâye´de «eğer ikrar ettiği köle olan oğlu borçlu değilse ikrârı sahihtir, aksi halde sahih değildir» diye zikredilmiştir. İleride gelecektir. Düşün. «Vârisleri... zengin olsalar bile ilh...» Şârih, «bile» sözü ile vârislerin zengin olmadıkları, veya alacakları mirasla zengin olmayacakları durumda da üçte birden azı ile vasiyetin yine müstehab olduğuna işaret etmiştir. Ve öyledir. çünkü Hidâye´de şöyle denilmiştir: «Malın üçte birinden azını vasiyet etmek müstehabdır. ister varisleri zengin olsunlar ister fakir olsunlar farketmez. Zira üçtebirden azını vasiyet ettiği zaman malını yakınlarına bırakmakla sıla-i rahim yapmış olur. Ama üçtebirini vasîyeti bunun aksinedir. Çünkü o durumda hakkını tamamlamış olur ki, artık yakınlarına malı ile sıla-i rahim yapması söz konusu olmaz. Bir de şu var: vasiyetin üçte birden azı mı daha evlâdır yoksa hiç vasiyet etmemekmi? Fukaha bu hususta şöyle demiştir: Eğer varisler fakir olup alacakları miras ile de zengin olmuyorlarsa vasiyeti terk etmek evlâdır. Zira bunda akrabalara sadaka vardır. Resülullah (s.a.v.) de: «Sadakanın en efdali uzaklaşan yakın akrabaya verilendir» buyurmuştur. Akrabaları fakir olduğunda vasiyeti terketmekle onların hem fakirlik hemde akrabalık haklarına riayet edilmiş olunur. Eğer akrabaları zengin iseler veya mirastan alacakları hisseleri ile zengin alacaklarsa o zaman vasiyet etmek daha evlâdır. Çünkü yabancıya sadaka etmiş oluyor. Vasiyeti terk ise kendi hakkı olan üçte biri yakınlarına hibe etmektir. O zaman, birincisi daha evladır. Çünkü vasiyet ile Allah´ın rızasını talep etmektedir. Bu konuda bazı âlimler tarafından da şöyle denilmiştir: «Kişi vasiyette muhayyerdir. Çünkü vasiyet de vasiyeti terk de faziletli işleri kapsarlar ki. birisi sadaka diğeri de sıla-i rahimdir.» Hidâye´nin ketâmı burada bitmiştir. Bu meselenin özeti şudur: Üçte birin tamamını vasiyet etmek uygun değildir. Müstehab olan, mutlak, olarak üçte birden noksan olmasıdır. Zira Peygamber (s.a.v.) üçte biri de çok görerek «üçte bir de çoktur» buyurmuştur. Şu kadar var ki varisler fakir oldukları zaman üçte birden azını vasiyet etmek her nekadar müstehab ise de, ondan daha evlası da vardır. O da vasiyeti tamamen terketmektir. Zira müstehabın dereceleri farklıdır. Sünnet. mekruh ve diğerinin de dereceleri de farklıdır. işte bu izahla açıklamış oldu ki, muhakkik olan Şârihin «bile» sözünü eklemesi Hidaye´ye uygun olmuştur. Bunu anla. «Kuhistânî´de denilmiştir ki: «Mal az olduğu zaman. Ebû Hanife´nin dediği gibi, vasiyet etmek uygun değildir. Bu tafsilat vasiyet edenin çocukları yetişkin oldukları zamandır. Eğer çocukları küçük iseler vasiyeti mutlak olarak terk etmek -seyheynden rivayet edilen hadîse binâen- daha efdaldir. Kâdıhan´da da böyle denilmiştir.» Bu tafsilat ancak çocuklar yetişkin oldukları zamandır, ama eğer küçük iseler. zengin ofsalar bile vasiyeti terkedip malı onlara bırakmak efdaldir. BİR UYARI: «« Havî´l-Kudsî´de şöyle denilmiştir: «Vârisi olmayıp borcu da bulunmayan kimse için evlâ olan, bizzat sadaka verdikten sonra malının tamamını vasiyet etmektir.» «Veya alacakları miras ile zengin olsalar bile ilh...» Yani varislerden herbiri İmam´dan nakledilen rivayete göre» dörtbin dirhem miras alırsa zengin olur. Fütflî´den gelen rivayete göre ise herbir varis onbin dirhem almakla zengin olur. Kuhistânî Zahîriye´den. İtkani birinci görüşü almıştır. «Zengin olmadıkları ve mirastan hisseleri dolayısıyla zengin olmadıkları iIh...» Şarihin bu ifadesi her iki halin beraberce bulunmasına işaret eder. Zira bunlardan birinin olup diğerinin olmaması halinde, mendup olan, vasiyeti terketmek değil vasiyet etmektir. O zaman bu mesele evvelki meseleye zıt olur. «Müstemen gibi ilh...» Zira müstemen malının tamamını bir müslümana veya zımmiye vasiyet etse caizdir. Zira vasiyete mani olmak varislerin hakkı içindir. Dârü´l-harpte de varislere hiçbir hak yoktur. Velvâliciye. Bu bahsin tamamı zımmînin vasiyetleri bâbında gelecektir. «Çünkü buna mâni yoktur ilh...» Bu söz, «vasiyet sahihtir» sözünün ve devamının iiletidir. «Kölesine azâdını vasiyet etmek olur» Yani bu vasiyet onu tashih için kölenin şahsı için şahsını vasiyet olur. Kıymetinden fazlası ile sulüsü tamamlayıncaya kadar yapılan şahsiyet de yine köle içindir. «Malın üçte birinden karşılanabilirse ilh...» Bu ifade mücmeldir. Bunun açıklaması T. nin Hindiye´de onun da Bedaî´den naklettiği şu sözlerdir: Bir kimse malının üçte birini kölesine vasiyet etse bakılır; eğer mal dirhem veya dinar olup. kölenin kıymetinin üçte ikisi de köleye vasiyet edilen mal kadar ise o zaman köleye vasiyet edilen mal kölenin şahsına takas edilir. Eğer ,malda fazlalık varsa, o köleye verilir yok eğer kölenin üçte ikisi daha fazla ise o fazlalık varislere verilir. Eğer mal ev eşyası ise ancak varislere köle anlaştıkları takdirde takas edilirler. Çünkü cinsler muhteliftir. Bu durumda köle. kıymetinin üçte ikisi kadar çalışır ve diğer mallarının üçte birini alır. Bu İmam´a göredir. İmameyn´e göre ise kölenin tamamı müdebber sayılı ve diğer vasiyetlere takdim edilerek azad edilir. Eğer terikenin üçtebiri kölenin kıymetinden fazla ise varisler o fazlalığı köleye verirler. Şayet kölenin kıymeti üçtebirden fazla ise köle fazlalığı tamamlamak için çalışır. Özetle... Ben derim ki: İmam ile İmameyn arasındaki ihtilaf Mecma şerhinde olduğu gibi âzâdın bölünüp bölünmeyeceği noktasındadır. Bedai sahibi «âzâdın diğer vasiyetlerden öne olmaması» sözüyle İmamlar arasındaki ihtilafın semeresine işaret etmiştir. Bu semere de Azmiye´den nakledilen şu ifade ile izah edilmiştir: Kişi kıymeti bin dirhem olan kölesine malının üçte birini ve bin dirhemin üçte ikisini de fakirlere vasiyet etse ve öldüğü zaman da geriye köle ile ikibin dirhem bıraksa İmam´a göre kölenin üçte biri karşılıksız olarak azâd edilir. Kölenin kıymetinin üçte ikisi de köle ile fakirler arasında eşit olarak taksim edilir ve köle kıymetinin üçte birini fakirlere verir. İmameyn´e göre ise köle daha baştan karşılıksız olarak âzâd edilir, fakirlere de hiçbirşey düşmez. Düşün. Bunun zâhirine göre, bu vasiyetin, azâd ile vasiyet oluşu İmameyn´in görüşlerine göredir. «Veya dinar ilh...» Eğer musannıf «veya dinar ile» değil de «dinar ile değil» deseydi daha açık olurdu. Şârih´in gelecek bâbda zikredeceği gibi «mürsele dirhem» den murad üçte bir yarım ve benzeri bir oranla kayıtlanmayan mutlak dirhemdir. Mesela «Yüz dirhem vasiyet ettim» demesi gibi... «Mükâteb kölesine vasiyet etmesi sahihtir.» Yani mükateb köle kitâbet bedelini ödemekten âciz olmadığı zaman... Bu acizlik efendisinin ölümünden sonra olsa bile farketmez. Ama eğer mükatep kitâbın bedelini ödemekten âciz ise buna yapılan vasiyet mutlak köleye yapılan vasiyet hükmünde mi olur? Bunu araştır. T. «Veya müdebber kölesine veya ümmü´l-veledine ilh...» Zira vasiyetin geçerliliği efendinin ölümünden sonradır. Onlar da o zaman hürdürler. T. «Ama vârisinin mukâtebine vasiyeti sahih değildir.» Çünkü o mükateb vasinin ölümü anında varisin mülkiyetindedir. Bu durumda vasiyet vârise yapılmış o!ur. Düşün. Kuhistânî´de şöyle denilmiştir: «Vâsinin kölesine, müdebberine ve ümmü´l-veledine vasiyeti sahih değildir. Çünkü bu vasiyet gerçekte varise vasiyettir. Ama, Nazım´da denildiği gibi varisin oğluna vasiyet etmek böyle değildir...» «Ana karnındaki bebeğe vasiyet etmek sahihtir.» Çünkü vasiyet bir yönden istihlâftır. Zira vasî onu malının bir kısmında halef yapmıştır. Cenîni de mirasta halef olmaya uygundur. Aynı şekilde vasiyette de halef olabilir. Vasiyetin şartının kabul olduğu cenînin ise kabule ehil olmadığı söylenemez. Çünkü vasiyet hem hibeye hem de mirasa benzer. Hibeye benzemesinden dolayı, mümkün olduğu zaman, kabul şarttır. Mirasa benzemesinden dolayı da, mümkün olmadığı zaman, kabul düşer. O zaman her iki benzerlik ile de amel edildiğinde vasiyette kabul şart değildir. İşte bundan dolayı da kabul etmeden önce mûsa leh ölse vasiyet düşer. Zeylai. «Veya cenini ilh...» Çünkü cenînde miras câri olur. O zaman onda vasiyet de cari olur. Çünkü vasiyet mirasın kardeşidir. ZeyIai Cenîni vasiyetin sahih olması, bebek câriyenin efendiden olmadığı takdirdedir. İtkânî Şârih de buna işaret etmiştir. BİR UYARI: Fethu´l-Kadir´in lian bâbından takdim ettik ki: Cenîni vasiyet etmek ve cenîne vasiyette bulunmak ancak anasından ayrıldıktan sonra sabit olur. O zaman do vasiyet cenîne değil çocuğa olmuş olur. Ben derim ki: Burada kastedilen veraset ile vasiyetin hükümleridir. Yoksa onlar anasından ayrılmadan önce de sabittirler. Buna göre Fethü´l-Kadir´in bu sözü fakihlerin bu meseledeki sözlerine ters olmaz. FER´İ BİR MESELE : Zâhiriye´de şöyle denilmiştir: «Vârisler, birisine vasiyet edilen cenîni azad etseler, bu caizdir. Musâ leh´e cenînin doğduğu gündeki kıymetini tazmin ederler.» Ben derim ki: Bunun delili bildiğin gibi şudur: Cenîni vasiyetin hükmü ancak doğumdan sonra sabit olur. Çünkü cenîn doğumdan evvel anasına teban varislerin mülküdür. Doğması ile de musa lehlerin hakkı sabit olur. Halbuki varisler âzâd etmekle bu hakkı telef etmişlerdir. O zaman vârisler cenînin doğum vaktindeki kıymetini musa lehe tazmin ederler. Düşün. «Altı aydan erken ilh...» Zira eğer altı oyda veya daha fazla bir zaman zarfında doğarsa vasinin ölümü anında var olması da yok olması da muhtemeldir. O zaman o vasiyet sahih değildir. Bunu İtkani ifadâ etmiştir. «Eğer ölmüşse ilh...» Talâkı-Bâin de ölüm gibidir. T. Ben derim ki: Şu meselede yukardaki gibidir: Eğer vasî câriyenin hamile olduğunu ikrar eder ve câriye de vasiyet ettiği günden itibaren iki sene içinde doğum yaparsa o zaman vasiyet onun için sabit olur. Zira cenînin ana karnındaki varlığı vasiyet edenin ikrarı ile sabitolmuştur. Zira vasi bu hususta itham edilemez. Çünkü vasi bu ikrara binaen hâlis hakkını o cenîne vermiştir. O hak da terikenin üçtebiridir. O zaman bu cenîni ikrar yakinen malum olana yani altı oydan az zaman içerisinde doğan çocuğa ilhâk olunur. Hocalarımızın hocası Kudüsü şerif müftüsü allâme Muhammed et-Taflâtî el-Hanefi de Serahsi´nin Mebsut´undan aynı şekilde nakletmiştir. «O zaman iki seneden önce ilh...» Yani ölüm veya talak anından itibaren iki seneden az bir zaman içerisinde... Bu, vasiyet anından itiba altı aydan fazla olsa bile yine sahihtir. T. «Bir fark yoktur» Yani cenîne vasiyet ile cenini vasiyetin sıhhati hususunda insanlarla hayvanlar arasında bir fark yoktur. «İnfak edilmek üzere ilh...» Şârih´in bununla kayıtlanmasının sebebi ileride gelecek olan «filanın hayvanına şu samanı vasiyet etse o vasiyet bâtıldır» sözüdür. Eğer «onunla falan kişinin hayvanlarının yemlenmeleri için vasiyet ettim» dese caizdir. «Sahihtir.» Yanı filan kişi de kabul ettiği takdirde. İtkâm. Zira ileride geleceği gibi o vasiyet onun içindir. «Hamiin en az müddeti ilh...» Kuhistâni´deki ifadenin sarih şekli budur. T. «Fil için onbir sene ilh...» Benim Kuhistâni´nin iki nüshasında gördüğüm «onbir ay» şeklindedir. Diğer nüshalara müracaat et. «Metinler de bu görüş üzeredir». Şârih bununla yukarda geçene itimadını ifade etmiştir. T «Kâfi´de de ilh...» Ben derim ki: Kâfî´deki bu ifâdeye itimad etmek uygundur. Zira metin sahipleri yukarda geçeni nasıl sarahaten söylemişlerse, hizmeti vasiyet bâbının sonunda «eğer koyunun yününü veya hamlini vasiyet ederse» sözünü de yani ölümü anında mevcut olan hamlini» şeklinde sarahaten açıklamışlardır. Şârih de bunu ikrâr etmiştir. Buna göre vasiyet bahsinin sonunda sarahaten zikrettikleri buradaki mutlak ifadelerini tashih etmektedir. Anla. «Eğer vasiyet cenîn için yapılıyorsa ilh...» Yani eğer vasiyet cenîn içinse, musa lehin vasiyet vaktinde mevcut olmasının vasiyetin şartlarından olduğu yukarıda geçmişti. Onun varlığı da ancak o cenîn vasiyet vaktinden itibaren altı aydan az bir zaman içinde doğduğu takdirder yakınen bilinir. «Eğer cenîni vasiyet ise ilh...» Zira Nihaye´den naklen, vasiyet edilen mal mevcut olmadığı zaman akitlerden herhangi birisiyle temlike kâbil olması gerektiğini daha önce söylemiştik. Bundan dolayı da kişinin koyunlarının doğuracağı kuzuları vasiyet etmesi caiz değildir. «Kabz olmadığı ilh...» Bu. vasiyet ile hibe arasındaki farkı beyan etmektedir. Zira hibe yalnız temliktir. Hibe ile mülk edinmek de ancak kabz ile sabit olur. Cenin ise kabza uygun değildir. Bu, İnaye´de ifade edilmiştir. Vasiyet ise bir yönü ile temlik bir yönüyle de istihlâftır. «Çünkü babanın cenin üzerinde velâyeti yoktur;» Zira velayetin subûtu velâyet altına alınan bakıma ihtiyacından dolayıdır. Cenînin ise buna ihtiyacı yoktur. Üstelik cenin annesinin parçalarından bir parça hükmündedir. Babanın başkasının cariyesi olan anne üzerinde velayeti sabit olmadığı gibi onun bir parçası olan cenin üzerinde de velayeti yoktur. Eğer sulh yapan anne ise o do aynı şekildedir. Zira velâyette babalık daha kuvvetlidir. O zaman velâyet babaya sabit olmayınca anneye sabit olmaması daha evladır. Cenin ise bir yönüyle annesinden bir parça ise de hakikatte annesinin rahmine konulan emanet bir nefistir. Bu manaya itibar edilerek hamle vasiyetin sahih olduğuna hükmedilmiştir. Halbuki parçalara vasiyet etmek sahih değildir. Bu manadan dolayı cûziyete itibar edilerek annenin sulhunu sahih görmek mümkün değildir. Taflâti Mebsut´tan... «Ben derîm ki: Bununla, ilh...» Bu, musannıfın Minah´taki sözüdür. T. Hamevî´nin Eşbah haşiyesinin «tâbî tâbîdir» kaidesinde şöyle denilmektedir: Uygun olan; «Cenîne vasiyet edilen şeyin telefinden korkulursa velisi onu satar, eğer telef edilmesinden korkulmuyorsa bakılır, şayet hayvan ise ayni şekilde onu satar çünkü bakımı kıymetini aşar ama vasiyet edilen şey bir akar ise o zaman satamaz.» denilmesidir. Fıkhen bana zâhir olan budur, kaideler de bunu gerektirir. «Aksine fukahâ demişlerdir kî: ilh...» Bu, intikâli bir idrabdır. Zira cenîn üzerinde asla velayet olmayacağını ifade etmektedir. Böyle olunca artık onun tasarrufunun sahih olup olmadığından nasıl bahsedilir. Remlî´de: «Babanın ve vâsinin cenin üzerinde velâyetlerinin olmadığı hususunda nakiller çoktur ve açıktır.» denilmiştir. BİR UYARI Hâmidiye´de bumdaki ifadeden alınarak şöyle fetva verilmiştir: Babanın cenîn üzerine vasi etmesi sahih değildir. Ancak Eşbah´ta Kitabul-Büyû´un başında denilmiştir ki: Uygun olan, vasiyet gibi, cenin üzerine birşey vakfetmenin de sahih olmasıdır.» Hamevî´nin Eşbah üzerine olan haşiyesinde de şöyle denilmektedir: «Eşbah´ın «cenîn üzerine vakıf sahihtir» sözü ifade ediyor ki, cenîn üzerine vasi tayin etmek de sahihtir». Bu da Hamevi´nin geçen bahsine uygundur. Bununla Allame İbnu´ş-Şilbî, fukahanın «kişinin çocuklarından doğacak olanlar üzerine vakfetmesi sahihtir» sözleri ile «vakıf vasiyetin kardeşidir» sözlerine istinad ederek fetva vermiştir. O zaman, onlara vakfetmek sahih olduğu takdirde onlara vasiyet de sahihtir. Ben derim ki: Bunda bir yanlışlık vardır. Zâhir olan şu ki; onların vasiyetten muradları temlik olan vasiyettir. Vakıf da bu vasiyetin bir eşidir. Çünkü vakıf menfaatı tasadduk etmektir. Halbuki burada söz cenîne vasi tayin etme hususundadır. Bu da âşikar olduğu gibi ona birşey vakfetmeye benzemez. Mevlâna Şeyh Muhammed et-Taflati´nin bu meselede bir risalesi vardır ki orada cenine birşey vakfetmenin sahih olduğunu söylemiştir. Şu kadar var ki, bu vakıf onun doğumuna bağlıdır. Bu da bizim Fethu´l-Kadir´den naklen takdim ettiğimizden alınmıştır. Cenîni vâris yapmak, cenîne ve cenîni vasiyet etmek de doğumuna bağlıdır. Allah Teâlâ en iyisini bilendir. Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 19:57:23 M E T İ N
Karnındaki bebeği istisna ederek bir cariyeyi vasiyet etmek sahihtir. Zira bilindiği gibi tek başına akde konu olabilen herşeyin, ondan istisnası sahihtir. Akde konu olmayanın istisnası ise sahih değildir. Müslümanın zımmiye, zımminin de müslümana vasiyetleri sahihtir. Harbîye kendi ülkesinde birşey vasiyet, etmek ise sahih değildir. Musannıfin burada «ülkesinde» kaydını koyması mustemenin de zımmi gibi olduğunu belirtmek içindir. Nitekim Molla Hüsrev bunu bir bahis olarak ifade etmiştir. Ben derim ki; Haddadi, Zeylaî ve diğerleri de bunu sarih olarak ifade etmişlerdir. Bu konu zımminin vasiyetleri bahsinde de metin olarak gelecektir. Bir kimsenin varisine ve kendisini öldürmeye bizzat iştirak eden katiline de vasiyeti de sahih değildir. Ama yukarda da geçtiği üzere katline sebep olana vasiyeti sahihtir. Şu kadar varki vârisleri icazet verirlerse vârislerine de vasiyet edebilir. Zira Peygamber (s.a.v.): «Vârisler icâzet vermedikçe vârise vasiyet yoktur.» buyurmuştur. Yani başka vârisi olduğu zaman, bir varise vasiyet edilmez. Nitekim hadisin sonu da bunu ifade etmektedir. Bunu ileride tahkik edeceğiz. İcazetin geçerli olması için varislerin akilbâliğ olmaları gerekir. Dolayısıyle çocuğun ve delinin icazetleri caiz değildir. Hasta olan varisin icâzeti ilk vasiyet etme haline benzer. Varislerden bazısı icazet verse bazısı da vermese icazet verenlerin hissesine düşecek kadarıyla caizdir. Katil, çocuk veya deli olursa o zaman onlara icazet vermeden de vasiyet etmek caizdir. Çünkü onlar mükellef değildirler. Başka bir varisi olmayıp tek bir varisi olursa o zaman Hâniye´de olduğu gibi ona da vasiyet caizdir. Yani katil veya varis olan musa lehu dışında varisi olmadığı takdirde... Hatta karısına vasiyet etse veya karısı ona vasiyet etse ve başka varisleri de olmasa vasiyetleri sahihtir. İbnu Kemal. Muhibbiye´de şu da ilave edilmiştir: «Eğer kadın kocasına malının yarısını vasiyet ederse, tamamı onun olur.» Ben derim ki: Fukahanın burada «karı-koca» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Onların dışındaki varisler zaten vasiyete muhtaç değildirler. Zira karıkoca dışındaki varis malın tamamını ya red ile veya rahim yoluyla alır. Biz bunu, ikrâr bahsinde Şurunbulâli´ye nisbetle nakletmiştik. Fetâvâ en-Nevâzil´de şöyle denilmiştir: «Bir kişi birisine, malının tamamını vasiyet ettikten sonra ölse ve vâris olarak da sadece karısını bıraksa bakılır; eğer kadın vasiyete icazet vermezse malın altıda birini alır, geri kalan da musa lehlerindir. Çünkü malın üçte biri icazetsiz olarak zaten musa lehlerindir. O zaman geriye malın üçte ikisi kalır. Kadın da üçte ikinin dörtte birini alır ki bu da malın tamamının altıda biridir. Eğer vasiyet eden kadın olursa ve kocası vasiyetine icazet vermezse, o zaman malın üçte biri kocanın kalanı da mûsa lehin olur. İ Z A H «Karnındaki bebeği istisna ederek bir cariyeyi vasiyet etmek sahihtir» Yani. «bebeği hariç şu cariyeyi vasiyet ettim» dediğinde vasiyeti de istisnası da sahihdir. Buradaki istisna, istisnai münkatidir. (İstisna edilenle istisna olunan aynı cinsten değildir.) Zira lafız itibariyle cariye kelimesi hami (karnındaki cenîn)i kapsamaz. Hami mutlak ifade ile ancak annesine tabi olarak istihkak olunur. Bu bahsin tamamı İnaye´dedir. «Bundan istisnası da sahihtir». Yani yalnız hamli vasiyet etmek. Aynı şekilde hamli vasiyetten istisha etmek de sahihtir. Zeylaî. «Harbiye kendi ülkesinde ilh...» Varisler icazet verseler bile böyledir. Zira biz ALLAH Teâlâ´nın şu ayetiyle onlara iyilik yapmaktan men edilmişizdir: «ALLAH sizi sizinle ancak din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan meneder.» Mümtehine. Buna göre, darü´l-harpte harbiye vasiyet etmek varislerin hakkı için değil, şeriat yasakladığı için caiz değildir. Bunun aksine, varise veya yabancıya üçtebirden fazlasını vasiyet etmenin caiz olmayışı varislerin hakkından dolayıdır. Bize göre harbi dârü´l-harpte, ölü gibidir. Ölüye vasiyet ise batıldır. İmam Muhammed Mebsut adlı kitabında harbiye vasiyetin caiz olmadığını sarahaten söylemiştir. Câmiu´s-Sağîr´de de aynı şekildedir. Camiu´s-Sağîr´in şarihleri, Siyeru´l-Kebir´de darü´l-harpte harbiye vasiyetin caiz olduğuna delalet eden ifade olduğunu söylemişlerdir. Allâme Kadızâde Siyerü´l-Kebir´in «eğer bir müslüman darü´l-harpteki harbiye birşey vasiyet etse caiz değildir» sözü ile bunun caiz olduğunu söyleyenleri reddetmiştir. Azmiye´de de Kadızâde´nin bu reddine şu sözlerle itiraz edilmiştir: «Bu cevâzı nakledenler, kitaplardan bir mesele almakta ve nakletmekte emin olan kimselerdir.» Allâme Cevvizâde; şârihlerin, cevaza delalet eden ifadeden maksatları Serahsî´nin Siyerü´l-Kebir Şerhi´ndeki: «Kişinin ister yakın ister uzak ister harbi ister zımmî olsun bir müşriğe yardım etmesinde beis yoktur» sözüdür. Serahsî bunun cevazına birçok hadisle istidlâl etmiştir. Bu hadislerden birisi şudur: Resulullah Mekke´de kuraklık olduğunda Mekke´lilere beşyüz dinar göndermiş ve o paranın da Ebû Sufyan bin Harb ile Safvan İbnu Ümmiye´ye Mekke fakirlerine dağıtılmak üzere verilmesinin emretmiştir. Ebû Süfyan ile Safvan da bu parayı kabul etmişlerdir. Cevvîzâde şöyle der: «Biz Peygamberin bu hadîsini alarak onunla hükmederiz». Hem de sılai rahim her dinde ve her akıllı kişiye göre övülen bir iştir. Ve başkasına birşey hediye etmek güzel ahlaklardandır. Resulullah (s.a.v.) de : «Ben güzel ahlakları tamamlamak için gönderildim.)» buyurmuştur. Bu durumda anlıyoruz ki, yardım etmek ve hediye vermek müslüman ve müşriklerin hepsi hakkında güzel bir şeydir. Demekki ihtilaf. harbiye vasiyetin cevazı veya caiz olmaması hususunda değil harbiye yardımın caiz olup olmaması hususundadır. Özetle... Bunun tamamı Şurunbulâtiye´dedir. Bunun özeti şudur: Harbinin ölü gibi olduğu gerekçesi ona vasiyetin caiz olmadığını iktiza eder. Yukarda geçen ayet (Mümtehine : 9) ile talil de harbiye hem vasiyetin hemde yardımın caiz olmamasını gerektir. Siyerü´l-Kebîr´deki ifade ise Camiu´s-Sağîr Şârihlerinin anladıklarının aksine, vasiyetin değil yardımın caiz olduğuna delalet eder. O zaman fukaha arasındaki ihtilaf harbiye yalnız yardım yapılmasının cevazı hususundadır. Ben derim ki: Ben İmam Muhammed´in harbîye hediyenin caiz olduğuna dair kati ifadesini gördüm. Zira o. Muvatta´sının ipeğin giyilmesinin mekruh oluşu bâbında da «harbî bir müşriğe silah ve zırh dışında bir hediye verilmesinde beis yoktur» demiştir. Bu Ebû Hanîfe ve fukahamızın umumunun görüşüdür. «Müstemenin de zımmi gibi ilh...» Buna göre bir müstemen bir müslümana veya zımmiye malının tamamını vasiyet etse caizdir. Nitekim yukarda geçmişti ve tamamı ileride gelecektir. «Varisine.. sahih değildir.» Yukarda açıklaması geçtiği gibi varisten maksat ölüm anındaki varisidir. Kuhistâni´de şöyle denilmişti: «Bilinmelidir ki: en-Natifi bazı hocalarından naklen şöyle demiştir: ölmek üzere olan bir hasta varislerden birisine, ev gibi bir şeyini verse ve ona terekenin diğer kısmından da hakkı olduğunu söylese caizdir.» Bazı âlimler tarafından bunun, o varisin tayin edilen şeye, hastanın ölümünden sonra razı olması halinde caiz olduğu söylenmiştir. Bu durumda ölen kişinin tayini diğer varislerin de ölen kişiyle birlikte tayini gibi olmaktadır. Cevâhîr´de de böyledir. Ben derim ki: Bu iki görüş de Camiu´l-Fusuleyn´de nakledilerek şöyle denilmiştir: «Bazı âlimlerce bunun caiz olduğu söylenmiştir. Bununla bazıları fetva vermişlerdir. Bazı âlimlerce ise caiz olmadığı söylenmiştir». FER´İ BİR MESELE : Bezzâziye´de şöyle denilmiştir: «İtabi´de denilmektedir ki: Hastanın akrabaları onun yanında toplansalar ve malından yeseler, bakılır, eğer bunlar varis iseler ancak hastanın onlara ihtiyacı varsa caizdir. Çünkü bunu taahhüd etmiştir. Bu durumda israf etmeden hastanın ailesi ile birlikte yerler, eğer varis değillerse hasta izin verdiği takdirde malının üçte birinden yemeleri caizdir.» «Kendisini öldürmeye bizzat iştirak eden kâtiline de ilh...» Zira Peygamber (s.a.v.) «Kâtile vasiyet yoktur» buyurmuştur. Üstelik kâtil ALLAH´ın tehir ettiğinde acele etmiştir. O halde mirastan mahrum edildiği gibi vasiyetten de mahrum edilir. İster ona, kendisini öldürmeden önce vasiyet edip de, kâtil onu sonra öldürsün, ister yaraladıktan sonra vasiyet etsin aynıdır. Çünkü burada hadis mutlaktır. Zeylaî. Burada acele etmekten murad kâtilin halinden açığa çıkandır. Yoksa ehli sünnete göre öldürülen kişi de eceliyle ölmüştür. Düşün. FERİ BİR MESELE ; Bir kişiyi, bir adam yaralasa ve başka biri de onu öldürse, yaralayana vasiyet etmesi caizdir çünkü o katil değildir. Velvaliciye. «Katline sebep olana vasiyeti sahihtir» Kuyu kazan ve mülkü olmayan yere taş koyan gibi... Çünkü o gerçekten kâtil değildir. «Yukarda da geçtiği gibi ilh...» Yani cinayetler kitabında... Ebû Yusuf ise bunun caiz olmadığını söyler. İmamlar arasındaki ihtilaf vasiyetten sonra, kasden öldürmediği durumdadır. Eğer vasiyetten sonra kasden öldürmüşse imamların ittifakı ile vasiyet geçersiz sayılır. Şurunbulâliye. «Hasta olan varisin icazeti de ilk vasiyet etme haline benzer.» O zaman, vasiyet edenin vârisi âkilbâliğ olduğu halde hasta olsa ve vasiyete icazet verse bakılır: eğer o hastalıktan iyileşirse icazeti sahihtir. ama o hastalıktan ölürse bakılır; şayet musa leh onun varisi ise icâzeti caiz değildir, ancak ölümünden sonra varisleri icazet verirlerse caiz olur. Eğer musa leh yabancı ise hasta olan barisin icazeti caizdir ve bu malının üçte birinden hesaplanır. Minah. «İcâzet verenin hissesine düşecek kadarıyla caizdir.» İcâzet veren hakkında, sanki hepsi icâzet vermişler gibi takdir edilir. Onun dışındakiler hakkında ise, sanki hiçbiri icazet vermemiş gibi takdir edilir. Bunun açıklamasını Makdisi´den naklen takdim etmiştik. «Çünkü onlar mükellef değildirler» Bundan dolayı da çocuk ile deli katil oldukları takdirde öldürdükleri kişinin mirasından mahrum olmazlar. Bu illet Şurunbulâliye´de bir konu olarak zikredilmiştir. Bana göre bunda itiraz edilecek bir nokta var. zira eğer yetişkinin mirastan mahrum edilmesinin illeti sorumluluk ise; miras gibi. vasiyetinde icazetle caiz olmaması gerekir. Evet. bu Ebû Yusuf´un görüşüne göre acıktır. Zira ona göre varisler icazet verseler bile katile vasiyet caiz değildir. Fukaha İmam Ebû Yûsuf´un bu görüşünü şu gerekçeye bağlamışlardır: Kâtilin cinayeti bâkîdir, onun mirastan men edilmesi de cinayeti dolayısıyladır ki o da onun için bir cezadır. Tarafeyn´in görüşüne gelince : Katilin mirastan mahrum edilmesinin illeti varislerin hakkı içindir. O da; kâtilin mahrum bırakılmasının içlerindeki öfkeyi gidermesidir. Böylelikle kâtil katline koştuğu kişinin malında varislere ortak olmaz. İşte bu da onların icazetleri ile yok olur. Çocuk ise nefretten uzaktır. O zaman bâliğ hakkında sâbit olan onun hakkında sabit olmaz. Kifâye ve diğer kitaplarda da aynı şekildedir. «Hatta karısına vasiyet etse ilh...» Bu söz «veya varis» sözünün bir fer´idir. Kuhistânî´de şöyle denilmiştir: «Bir kişi başka varisi olmadığı halde katiline vasiyet etse ona vasiyeti sahih olur. Bu iki tarafa göre de böyledir.» «Kadın da üçte ikisinin dörtte birini alır» Çünkü miras vasiyetten sonradır. O zaman kadının mirastan payı geri kalan üçte ikinin dörtte biridir. «O zaman malın üçte biri kocanın ilh...» Bu da kalanın yarısıdır. FER´İ BİR MESELE: Bir kişi ölse de geride karısı kalsa ve ona malının yarısını, bir yabancıya da diğer yarısını vasiyet etse; evvela yabancıya malın üçte biri verilir. kadına da kalanın dörtte biri miras olarak verilir. Geri kalan da her ikisinin haklarına göre aralarında taksim edilir. Tartarhâniye. Tatarhâniye´de denilmiştir ki: «Kadın ölüp geride yalnız kocasını bıraksa, ve daha evvel de bir yabancıya malının yarısını vasiyet etmiş olsa o zaman musa lehe malın yansı kocasına da üçte biri verilir. Altıda bir de hazineye kalır. Eğer kişi kansı ile yabancı birinden her birine kalanın tamamını vasiyet etse... bu mesele Cevhere´de izah edilmiştir. M E T İ N Mümeyyiz olmayan çocuğun vasiyeti asla sahih değildir. Hayır yollarında sarfetse bile böyledir. Şafiî buna muhalefet ederek «hayır işlerine vasiyeti caizdir». demiştir. Aynı şekilde mümeyyiz olan çocuğun vasiyeti de kendisinin techizi ve defninin dışındaki bir konuda sahih değildir. Techiz ve defin için sahih oluşu istihsandır. Hz. Ömer´in mürâhik çocuğun vasiyetine icazet vermesi, buna yorumlanır. Çocuk ergin olduktan sonra ölse, veya vasiyetini erginlik dönemine izafe etse; yani. Ben erginlik çağıma geldiğimde malımın üçte biri falanındır» dese yine caiz değildir. Çünkü velâyeti noksandır. O zaman talakta olduğu gibi ne hemen ne de daha sonra vasiyet etme hakkına sahip değildir. Ama ileriye matuf vasiyet hususunda köle, çocuğun aksinedir. Mutlak köle ve mükâtebin vasiyetleri de sahih değildir. Mükateb, öldüğünde kitabet bedelini karşılayacak kadar mal bıraksa bile böyledir. Bazı âlimlerce. İmameyn´e göre, mükateb, ölümünde kitabet bedelini ödeyecek kadar mal bıraktığı takdirde vasiyetinin sahih olduğu söylenmiştir. Ancak köle veya mükatebden herbiri vasiyetlerini azad vakitlerine izafe ederlerse sahih olur. Çünkü efendinin hakkı olan «mani» ortadan kalkmıştır. Dili tutuk olan kimsenin işaretle olan vasiyeti sahih değildir. Ancak eğer dilinin tutulması uzayıp belirli işaretler edinirse o zaman dilsiz gibi olur. Uzama müddeti bir senedir. Bazı âlimler tarafından da dilinin tutulması ölümüne kadar uzadığı takdirde işaretle ikrarın ve ikrarına şahit tutmasının caiz olacağı bu durumda dilsiz gibi olacağı söylenmiştir. Fukaha da fetvanın bu görüşe göre olduğunu söylemişlerdir. Dürer. Müteferrik meseleler bahsinde gelecektir. Vasiyetin kabulü ancak ölümden sonra sahihtir. Çünkü onun hükmünün sabit olma zamanı ölümden sonrasıdır. Buna göre vasiyetin ölümden önce kabul veya reddi bâtıl olur. Vasiyet edilen şeye ancak «kabul» ile malik olunabilir. Şu kadar var ki; vasiyet eden ölse sonra da musa leh vasiyeti kabul etmeden ölse vasiyet edilen şey «kabul» olmadan istihsanen musalehin varislerinindir. Nitekim daha önce geçmişti. Aynı şekilde cenîne birşey vasiyet etse, «kabul» olmadan, istihsânen onun mülküne girer. Çünkü cenîn adına kabul edecek veli yoktur. Nitekim yukarda geçmişti. İ Z A H «Aynı şekilde mümeyyiz olan çocuğun vasiyeti de kendisinin techizi ve defni dışındaki bir konuda sahih değildir.» Şu kadar var ki techiz ve defninde maslahata riayet edilir. Zira Ravza´dan naklen Hülâsâ´da şöyle denilmektedir: «Eğer bin dinar karşılığında kefenlenmesini vasiyet etse vasat bir kefenle kefenlenir. Yalnız iki parça ile kefenlenmesini vasiyet etse vasiyetin şartlarına riayet edilmez. Ama eğer beş veya altı parça ile kefenlenmesini isterse şartlarına riayet edilir. «Falan kabristanda falan zahid kişinin yanına defnedilmesini vasiyet etse, eğer vasiyet ettiği kabristana defni için terekesine bir taşıma külfeti getirmezse şartlarına riayet edilir. Eğer falan kişi ile bir kabre gömülmesini vasiyet etse şartlarına riayet edilmez» Şurunbulâliye. Ben derim ki: Şurunbulâliye´nin sözlerinin zahiri, Hulâsâ sahibinin bu bu meseleyi, çocuğun vasiyeti hususunda söylediğini vehmettiriyor. Halbuki öyle değildir. Aksine Hulâsâ´nın ibaresi mutlaktır. Onun aynısı Bezzaziye´de de vardır. «Hz. Ömer´in mürâhik çocuğun vasiyetine icazet vermesi de buna yorumlanır» İnâye´de denilmiştir ki: «Hz. Ömer´den rivayet edilen bu söz o mürahikin büluğa yakın olduğuna yorumlanır. Yani büluğu üzerinden çok zaman geçmemiş. Bunun gibi olana da mecâzen yâfi yani mürahik denilir. Veya Hz. Ömer´in icâzet verdiği vasiyet çocuğun techiz ve defni hususundaki vasiyettir. Ancak bu şununla reddolunmuştur: Hadîsin rivayetinde çocuğun henüz ihtilam olmadığı sahihtir. Amcasının kızına bir mal vasiyet etmiştir. Böyle olunca artık hadîsin tevili nasıl sahih olur.» Tahavî de şöyle demiştir: «Bu söz ile ihticâc etmek Şâfii için sahih değildir. Çünkü bu söz mürseldir. Bize göre mürsel hadis her ne kadar hüccet ise de Peygamber (s.a.v.)´in «kalem üç kişiden kaldırılmıştır» sözüne zıttır. Bunda da itiraz edilecek bir nokta vardır; çünkü hadîsteki kalemden murad mükellefiyettir. Bizim bahsettiğimiz husus ise bundan değildir. İbn Hazm şöyle der: «Bu ALLAH´ın. «Nikâh çağına varıncaya kadar öksüzleri deneyin...» sözüne de muhaliftir. Çünkü âyet çocuğun mâlî tasarruftan men edildiğine delalet eder.» Özetle... Ben derim ki: Denilebilir ki: Teklîfin kalkması çocuğun söz ve tasarruflardan men edildiğinin delilidir. Zira men edilme çocuğa şer´an gereklidir. Düşün. «Murâhik ilh...» Mürâhik bulûğa yakın olan çocuktur. Bu şekilde tefsir etmek Muğrib´teki ifadeye de uygundur. «Bazı âlimlerce İmameyn´e göre ilh...» İmamlar arasındaki bu ihtilaf mükatebin malının üçte birini vasiyet etmesi hususundadır. Ama eğer malından bir nesneyi vasiyet etse icmaen sahih değildir. Mükatebin; vasiyetini âzâdından sonra mâlik olacağı mala izafe etmesi halinde bu icmaen sahihtir. Bunun delili uzun, kitaplarda zikredilmiştir. T. «Ancak köle veya mükatebden herbiri... îzafe ederlerse ilh...» Yani köle «azad olunduğum zaman malımın yarısı filan kişi için vasiyettir» dese veya «malımın üçte birini filan kişiye vasiyet ettim» dese vasiyeti sahihtir. Hatta kitabet bedelini ödeyerek veya başka bir sebepten dolayı âzâd edilse ve sonra ölse malının üçte biri musa lehindir. Kitâbet bedelini ödeyecek kadar mal bıraksa ama âzâd edilmemiş olsa vasiyeti batıl olur. Çünkü mülk hakikaten onun değildir. Zeylai. «Çünkü mâni ortadan kalkmıştır». Bu söz köle ve mükatep ile çocuk arasındaki farkı beyan etmektedir. Zira onların ehliyeti tamamdır. Onlar ancak efendilerinin haklarından dolayı vasiyetten men edilirler. O halde onların, vasiyetlerini efendilerinin haklarının düşeceği bir zamana izafe etmeleri sahihtir. Çocuğun ehliyeti ise kusurludur. O gerekli kılacak bir söze ehil değildir. O zaman çocuk ne hemen ne de daha sonrası için vasiyet etme hakkına sahip değildir. «Bazı âlimlerce de ölümüne kadar uzadığı takdirde caiz olacağı söylenmiştir.» Kifâye´de şöyle denilmiştir: «Hâkim´in Ebû Hanife´den zikrettiği bir rivayete göre; eğer dilinin tutukluluğu ölümüne kadar uzarsa işaretle ikrarı ve buna şahit tutması caizdir. Çünkü iyileşmesi umulmayan bir şekilde, konuşmaktan aciz olmuştur. O zaman. dilsiz gibi kabul edilir. Fukaha da fetvanın bu görüşe göre olduğunu söylemişlerdir » Sâlhanî´de denilmiştir ki: «Müddet ister uzasın ister kısalsın farketmez. Birinci görüşte şart olan sonunda ölmese bile hastalığın bir sene sürmesidir. Onların sözünden anlaşılan budur.» «Dürer» Mevahib´in metinde de bu görüş kati olarak ifade edilmiştir. «Vasiyet edilen şeye ancak kabul ile malik olunur». Bu söz metne dahil edilebilir. Eğer vasînin ölümünden sonra musa leh onu kabul etmezse, vasiyet kabulü üzere mevkuftur. Ne vârisin ne de kabul edinceye veya ölünceye kadar musa lehunun mülkündedir. İtkânî Kerhî´nin muhtasarından... «Sonra da musa leh vasiyeti kabul etmeden ölse ilh...» Yani red de etmeden... «İstihsânen ilh...» Kıyas ise bu vasiyetin batıl olmasını gerektirir. Zira vasiyetin tamamı musa lehin kabule bağlıdır. Halbuki bu da yok olmuştur. İstihsânın vechi şudur: Vasiyet. vasiyet eden açısından tamamlanmıştır, artık fesholunmaz ancak musa lehin muhayyerliğine bağlıdır. O zaman bu vasiyet, muhayyerlik müşteriye ait olan satışa benzer ki müşteri üç gün içerisinde icazet vermeden önce ölse satış tamamlanır ve alınan meta müşterinin varislerine kalır. Burada da aynı şekildedir. O zaman musa lehin reddetmeden ölmesi. Detâleten, kabulü gibidir.İtkânî. BİR UYARI: Makdisî´de denilmiştir ki: «Musaleh vasiyeti kabul ettiği zaman vasiyet edilen şeye malik olur. Kabul etmezse eğer kabulü mümkün olan muayyen bir şey ise. Cumhura göre mâlik olamaz. Ama fakirler, Benî Haşim, Hac, mescid ve savaş maslahatı için vasiyet olunanlar bunun hilâfınadır.» Zahiriye´de şöyle denilmiştir: «Kişi» ölümümden sonra malımın üçtebirini Mekke fakirlerine verin» dese ve ölümünden sonra vâsisi malı Mekke fakirlerine götürse de onlar «Onu istemiyoruz. ona ihtiyacımız yok» deseler Ebu´l-Kasım´a göre, o mal varislerine geri verilir. O fakirler mal varislerine verilmeden önce sözlerinden dönseler bile mal yine varislerindir. Çünkü ilk defa reddetmekle hakları batıl olmuştur.» Eşbâh´ta denilmiştir ki: «Vasiyeti kabul etse sonra da vasiyet edenin varislerine geri verse, varisler kabul ettikleri takdirde musa lehin mülkiyeti fesholur. Kabul etmezlerse bunun için zorlanmazlar.» Sâihânî. M E T i N Vasiyet eden kişi sarih bir söz ile veya adını yahutta, ondan gelecek menfaatların çoğunu ortadan kaldırmak gibi bir yolla mal sahibinin gasbedilen malındaki hakkını kesen bir fiile vasiyetten dönebilir. Nitekim bu fiiller gasb bahsinden bilinmektedir. Vasiyet edilen şeyde, ancak o olduğu zaman teslim edilebilecek bir fazlalık yapsa yine vasiyyetten dönmüş olur. Vasiyet edilen kavutu yağ ile karıştırması veya vasiyet edilen eve bir oda eklemesi buna misaldır. Ama evi badana yapması veya bir odasını yıkması vasiyetten rücû sayılmaz. Çünkü vasiyet edilen şeyin tabiinde tasarrufta bulunmuştur. Vasiyet edilen şeyde satış ve hibe gibi mülkiyeti izale edecek bir tasarrufta bulunması da rücudur. Bu rücûdan sonra o nesne tekrar mülkiyetine girse de girmesede aynıdır. Bu söz musannıfın «sarih bir söz ile» sözü üzerine atıftır. İbnu Kemal ise bunu Dürer´e uyarak «veya» ile atfetmiştir. Buna göre, bu ifade mûsînin fîlen vasiyetten dönmesinin üçüncü bir kısım olur. Nitekim Dürer´in metni de bunu ifade etmektedir. Düşün. Aynı şekilde vasiyet edilen şeyi başka bir mal ile ayırdedilmesi mümkün olmayacak şekilde karıştırması da rücûdur. Vasiyet ettiği elbiseyi yıkaması rücû değildir, çünkü tâbi olan birşeyde tasarrufta bulunmuştur. Şu bilinmelidir ki: Vasiyet edenin ölümünden sonraki değişiklik vasiyete asla zarar vermez. Vasiyet edenin vasiyeti inkârı da rücû değildir. Dürer, Kenz, ve Vikâye. Mecma´da: «Fetva bununla verilir» denilmiştir. Bunun benzeri ifadeler Aynî´de vardır. Sonra Ayni´de Uyun´dan fetvanın vasiyeti inkâr etmenin rücû olduğuna göre verildiği nakledilmiştir. Sirâciye´de fetvanın buna göre olduğu söylenmiştir. Musannıf da bunu ikrâr etmiştir. Aynı şekilde kişinin, «etmiş olduğum bütün vasiyetler haramdır veyd riyadır veya onları erteledim» demesi rücû değildir. Ama «vasiyetimi terk ettim» veya «etmiş olduğum her vasiyet batıldır» veya «Zeyd´e vasiyet ettiğim şey Amr´in veya falan vârisimindir» dese bunlar birinci vasiyetinden rücû sayılır. O zaman vasiyet edilen şey diğer varislerin icâzetleriyle o varisin ölür. Nitekim daha önce geçmişti. Sonraki kişi vasiyet vaktinde ölü ise, o zaman vasiyetlerden birincisi hall üzere kalır. Çünkü ikincisi batıl olmuştur. Ama vasiyet vaktinde hayatta olup da vasîden evvel ölse birincisi vasiyet rücû ile ikinci vasiyet de ölümle bâtıl olur. Ölüm hastasının, hibe ve vasiyet ettikten sonra nikahladığı kadına yapmış olduğu hibe ve vasiyet batıl olur. Zira vasiyetin caiz olması için muteber olan, musa lehin vasiyet vaktinde değil ölüm vaktinde varis olup olmadığıdır. ikrâr ise böyle değildir. Zira mukarrun lehin varis olup olmadığına ikrâr gününde itibar edilir. Buna göre bir kadın için bir şey ikrar etse, onunla evlendikten sonra ölse ikrarı caizdir. Kişinin kâfir, köle veya mükateb olan oğluna ikrârı. vasiyeti ve hibesinden sonra müslüman olsa veya azad edilse bile batıl olur. Zira ikrâr vaktinde oğlu olduğu sabittir. Bu da oğlunun tercih ettiği töhmetini doğurur. İ Z H A N «... Vasiyetten dönebilir». Çünkü vasiyet vasiyet edenin ölümü ile tamamlanır. Zira kabul, vasiyet edenin ölümüne bağlıdır. Satım gibi karşılıklı mübadelelerdeki icabın iptâli caiz olunca teberrularda iptali evleviyetle câizdir. İnâye. Vasiyetten rücûnun bir kaç türlü olduğu bilinmelidir; 1 - Bir malı (aynı) vasiyeti gibi fiil ile de söz ile de feshi muhtemel olanlar. 2 - Malın üçtebiri ve dörtte birini vasiyeti gibi feshi ancak söz ile muhtemel olanlar. Bu durumda vasiyet ettiği üçtebir veya dörttebiri satsa yada hibe etse vasiyeti batıl olmaz. Vasiyeti malın kalanından geçerli olur. 3 - Bir şarta bağlı olarak müdebber yaptığı kölesi gibi, ancak fiil ile feshi muhtemel olanlar. mesela «eğer bu hastalığımdan ölürsem hürsün» demesi gibi... O zaman böyle bir köleyi satsa, satışı sahih olduğu gibi vasiyeti de münfesih olur. Şu kadar var ki o köleyi tekrar satın alsa köle yine önceki haline döner. Bir de köleyi mutlak müdebber yapması gibi ne söz nede fiil ile feshi muhtemel olmayan vasiyetler vardır. İtkâni ve Kuhistânî´den özetle. «Veya mal sahibinin gasbedilen malındaki hakkını kesen bir fiil ilh...» Fiil ile dönmek delâleten rücûdur. Birincisi ise sarahaten rücûdur. Vasiyet edilen nesne değiştiği için isminin de değişmesi gibi delaleten rücû bazen zarureten sabit olur. Meselâ bağındaki yaş üzümü yaş olarak vasiyet ettikten sonra o üzümün kuru üzüm olması veya yumurta vasiyet ettikten sonra bir tavuğun kuluçkaya yatarak vasiyet eden ölmeden önce ondan civciv çıkarması gibi... Bu bahsin tamamı Kifâye´dedir. «Adını... ortadan kaldırarak ilh...» Mesetâ vasiyet ettiği demiri kılıç veya bakırı kap yapsa, bu fiilen rücûdur. Zira demiri kılıç veya bakırı kap yapması malikin mülkiyetinin kesilmesine nasıl tesir ediyorsa vasiyete mâni olmaya da evleviyetle tesir eder. Zeylai. Yani onun musa lehe mülk olmasına mani olur. Vasiyet eden kişi vasiyet ettiği koyunu kesse; mücerred kesmesi vasiyetten rücûdur. Aslında bunun rücû sayılmaması daha uygundu. Çünkü onun koyunu kesmesi; kumaşı kesip dikmemesi ve evdeki bir odayı yıkması gibi bir noksanlıktır. Şu kadar var ki, koyunu kesmesi. onu kendi mülkiyeti üzere bırakmaktır. O zaman bu. rücûnun delhi olur. Zira âdeten etin, mûsînin ölümüne kadar kalması çok enderdir. İtkânî. «Kavutu yağ ile karıştırması gibi ve pamuğu birşeye doldurması veya astarlık kumaşı bir elbiseye kullanması veya örtüyle bir şey kaplaması gibi... Zira bun(arı ziyadesiz teslim etmek mümkün olmadığı gibi onu bozmak da mümkün değildir. Çünkü bunlar vasî tarafından kendi mülkünde icra edilmiştir. Hidaye. Vasiyet ettiği tarlaya ağaç veya boğ dikse bu da aynı şekildedir. Ama taze sebze dikse bu rücû sayılmaz. Hâniye. «Çünkü vasiyet edilen şeyin tabiinde tasarrufta bulunmuştur.» Ki buda odadır. Kireçle badana ise süstür. İtkani. Evi çamur veya kireçle sıvamanın ise, odayı yıkmak yada kireçle badanalamak gibi olup olmadığına bok. Yalnız ben Hâniye´de aynen şunu gördüm : Eğer vasiyet ettiği evi çamurla sıvasa, bu çok olduğu takdirde rücûdur. Bunun tamamı Vehbâniy şerhindedir, oraya müracaat et. «... Üçüncü bir kısım olur» Yani rücûu ifade eden fiilin üçüncü bir kısmı olur. Bu da musannıfın ibaresinin ifade ettiğinin aksinedir. Zira o bunu fiile karşılık yapmıştır. şu kadar var ki. Halebiye göre fiilin üçüncü bir kısmı olması ancak Durer´in ibaresinde kendisini gösterir. Zira Dürer´de, «veya birşey fazlalaşırsa» deyip tasarruf lafzını zikredilirse bununla filin üçüncü bir kısmı olmaz. İster «veya» isterse «ve» ile atfedilsin böyledir. «O nesne tekrar mülkiyetine girse de girmesede ilh...» Yani satın olma veya hibeden dönmekle... Zeylaî. Bu hastalığımdan ölürsem, «sen hürsün» demesi gibi bir şarta bağlı olan müdebber kölenin dışındadır. Zira eğer bu durumdaki müdebber kölesini sattıktan sonra tekrar satın alsa. o köle birinci haline döner. Satın alışı rûcû olmaz. Nitekim İtkânî nakletmiş biz de takdim etmiştik. «Aynı şekilde vasiyet edilen şeyi başka birşey ile ayırdedilmesi mümkün olmayacak şekilde karıştırması da rücûdur.» Ben derim ki: Arpayı buğdayla karıştırmasındaki gibi ayırd edilmesi zorlukla mümkün olduğu takdirde de yine rücûdur. Şârihin bu sözü, metindeki «mal sahibinin mülkiyet hakkını kesecek bir fiil...» sözünün yanında zikretmesi gerekirdi. Sâlhâni. Çünkü tâbi olan bir şeyde tasarrufta bulunmuştur.» Bazı nüshalarda böyledir. Bazı nüshalarda ise «menfaatli olan bir tasarrufta bulunmuştur» şeklindedir. Hangisi olursa olsun burada kasdedilen, elbisenin kirden temizlenmesidir. Hidâye´nin ibaresi ise şöyledir: «Elbisesini başkasına vermek isteyen kişi âdeten onu yıkar. Dolayısıyla o yıkaması vasiyeti takrir olur. Yani vasiyetten dönmek değil vasiyet ibkâ etmektir. «Asla zarar vermez.» Bu değişiklik ister musa lehin kabulünden önce isterse sonra olsun değişmez. Zeylai. Zira bu değişiklik vasiyetin tamamlanmasından sonra olmuştur çünkü vasiyetin tamamlanması ölümle olur. Kifâye. «Vasiyet edenin inkarı rücu değildir.» Çünkü birşeyden rücû o şeyin önceden var olmasını gerektirir. Bir şeyi inkâr ise onun geçmişte mevcut olmamasını gerektirir. Çünkü inkar akdin aslını nefyetmektir. Eğer vasiyeti inkâr, vasiyetten dönmek olsaydı vasiyetin geçmişte hem var olmasını hem de yok olmasını gerektirirdi ki bu muhaldir. Kifâye. «Musannıf da bunu ikrar etmiştir. Mülteka şerhinde şöyle denilmiştir: «Şu kadar var ki metinler birinci görüşe uygundur. Bundan dolayı musannıf âdeti üzere onu önce zikretmiştir.» Ben derim ki: Hidaye de birinci görüşün delili sonraya bırakılmıştır. Demekki birinci görüş, Hidaye´nin ihtiyar ettiği görüştür. Nihâye´de de : «Mevâhib ve İslahta birinci görüş katî olarak ifade edilmiştir.» denilmektedir. Bahr´in «geçmiş namazların kazası» bahsinde de şöyle denilir: «Metinlerle fetvâlar farklı oldukları zaman metinlere uygun bir şekilde amel etmek evlâdır.» «Haramdır veya riyadır ilh...» Zira bir şeyi haram veya riya ile nitelemek onun aslının baki olmasını gerektirir. Vasiyeti ertelemek ise borcu ertelemek gibidir. Vasiyeti düşünmek için değildir. Zeylai. «Bunlar... rücûdur» Zira terketmek o şeyi düşürmektir. Bâtıl ise dağılarak gidene denir. Üstelik kişinin «Vasiyet ettiğim şey...» sözü ortaklığın kesilmesine delalet eder. Ama, önce bir kişiye sonra da başkasına vasiyet etmesi böyle değildir. Çünkü burada ortaklık ihtimali vardır ve telaffuz şekli de buna uygundur. Zeylai. «Çünkü ikincisi bâtıl olmuştur.» Zira birinci vasiyet ancak ikinci kez başka birine yapıldığı zaman zarureten batıl olur. Bu da olmadığına göre birinci vasiyet hali üzere kalır. Zeylaî. «Ölüm hastasının, hibe ve vasiyet ettikten sonra ilh...» Zira vasiyet ölüm anında sabit olur. Halbuki nikahladığı kadın ölüm anında varistir, varise ise vasiyet yoktur. Hibe ise görünüşte peşin olsa bile, hükmen, ölümden sonraya izafe edilen gibidir. Çünkü onun hükmü ölüm anında gerçekleşir. Görülmüyor mu? Kişinin borcu malından fazla olduğu zaman hibe batıl olur. Borç olmadığı zaman da malın üçte birinden itibar edilir. Hidâye. «Zira vasiyetin caiz olması için ilh...» Yani ister müsbet ister menfi olsun. «Ölüm vaktinde ilh...» Buna göre birisi, karısına birşey vasiyet etse sonra da onu üç talak ile boşasa veya bir talak ile boşayıp kadının iddeti dolsa ve daha sonra vasî ölse vasiyet sahih olur. Kuhistanî. «İkrâr gününde itibar edilir.» Zira ikrâr bizatihi ödemeyi gerektirir. Vasiyetin ölüme bağlı olması gibi zâid bir şarta da tevekkuf etmez. O halde borcu ikrarı sahihtir. Çünkü yabancı bir kişiye ikrar etmiştir. İtkânî. «Bir kadına birşey ikrar etse ilh...» Yani yabancı bir kadına... Bu söz, «ikrâr gününde varis olmayan» sözünün bir feridir. Yani ona ikrar etmek caizdir. Zira o ölüm anında varis olsa bile ikrar vaktinde varis değildir. Varis olmanın buradaki evlenme gibi ikrardan sonraki yeni bir sebeple olmasının şart olduğunu daha önce belirtmiştik. Ama varis olma ikrar vaktinde bir sebeple kâim olduğu halde, bir maniin zuhuru ve daha sonra bu mâniin ölüm vaktinde ortadan kalkması böyle değildir. Nitekim musannıf da bunu Kâfir ve köle olan oğluna ikrârı vasiyeti ve hibesi bâtıl olur» sözü ile ifade etti. Şu mesele de bunun gibidir: Kitap ehli olan karısına veya cariyesine birşey ikrar etse sonra da ölümünden evvel o kadın müslüman olsa veya âzâd edilse ikrârı sahih değildir. Çünkü sebep ikrarın yapıldığı anda mevcuttu. Nitekim bunu Zeylaî de ifade etmiştir. «Veya köle olan ilh...» Zeylaî bunu «üzerinde borç olması» sözü ile kayıtlamıştır. Çünkü ikrar ona ölüm anında varis olduğu halde yapılmıştır. Bu durumda vasiyet gibî o da batıl olur. Eğer köle olan oğlu borçlu olmadığı halde ona ikrar etse sahih olur. Çünkü ikrar kölenin efendisinedir. Bu bahis Hidâye´de İmam Muhammed´in kitabına isnad edilmiştir. Bizim birkaç yaprak önce Zeylaî ve Nihâye´den naklen takdim ettiğimizin zahiri ise, ikrar ettiği oğlunun âzadı ile, ikrarın batıl olmayacağıdır. Buna yapılan itirazı da yukarda beyan etmiştik. «Zira ikrâr vaktinde oğlu olduğu sâbittir» Bu, ikrarın batıl olmasının gerekçesidir. Vasiyet ve hibenin batıl olmalarına gelince, musannıfın daha önce belirttiği gibi onlarda muteber olan, ölüm vaktidir. Oğlu da ölüm vaktinde varis olmaktadır. O halde hibe de vasiyet de batıl olurlar. METİN Kötürümün, felçlinin, çolağın ve veremlinin hastalıkları bir sene uzar ve ondan ölmeleri korkusu olmazsa hibeleri mallarının bütününden sayılır. Hastalığı uzamasa ve ölümünden korkulsa o zaman malının üçte birinden sayılır. Çünkü bunlar öldürücü değil müzmin hastalıklardır. Bazı âlimlere göre ölüm hastalığı, kişinin ihtiyaçları için dışarıya çıkamamasıdır. Tecrid´de de buna itimad edilmiştir. Bezzâziye. Muhtar olan, ölüm hastalığı yatalak olmasa bile çoğunlukla ölümle biten hastalıktır. Zâhire´nin hibe bahsinden Kuhistanî. Eğer kişi birden fazla vasiyette bulunsa en son söylese bile, evvelâ farz olan yerine getirilir. Eğer vasiyetler kuvvet bakımından eşit iseler ve malın üçte biri bunlara yetmiyorsa, o zaman vasî önce hangisini söylemişse o yerine getirilir. Zeylai şöyle demiştir: «Katil keffareti, zihar ve yemin keffâretleri fitneden öncedirler. Çünkü bunların vücubu kitap iledir. Fitre ise böyle değildir.» Zahiriye´nin İmam Tavâsisi´den Kuhistâni´nin de Zahiriye´den nakline göre: yapmış olduğu vasiyetler içerisinde evvela kâtil sonra zihâr, sonra oruç bozma kaffâretleri sonra nezir sonra fitne sonra da kurban yerine getirilir. Öşür de haracdan önce yerine getirilir. Bercendi´de şöyle denilmiştir: «Ebû Hanife´nin son görüşüne göre nâfile hac sadakadan daha efdaldir. Bir kimse hac vasiyet etse, onun yerine binekli olarak hac edilir. Eğer nafakası o şehirden binekli olarak hacca gidip gelmeye yetmese de bir kişi «bu para ile yaya olarak onun yerine ben gider gelirim» dese o hac vasi yerine yapılmış olmaz. Kuhistani Tetimme´ye isnaden... Kendi memleketinden kendi yerine binek ile haccedilmesini vasiyet etse eğer nafakası kâfi gelirse vasiyeti yerine getirilir kâfî gelmezse. o zaman nereden yeterse oradan yerine getirilir. Şayet bir hacı hac yolunda ölse ve yerine hac yapılmasını vasiyet etse, şayet nafakası yetişirse onun memleketinden ve binekle yaptırılır. İmameyn ise istihsana göre öldüğü yerden hac yaptırılacağını söylemişlerdir. Hidaye, Müctebâ ve Mültekâ. Ben derim ki; Bu, İmam´ın görüşünün kıyasa göre olduğunu ifade eder. Metinlerde İmam´ın kavli üzeredir. O halde burada itimad edilecek görüş kıyasa göre olandır. Sen onla. Hac yolunda ölen kişinin nafakası kendi memleketinden gidilmesine kâfi gelmezse, nereden kafi gelirse oradan yaptırılır. Vatanı olmayan bir kimsenin haccı icmaen öldüğü yerden yaptırılır. Bir kimse malının hepsi ile bir köle alınıp kendi adına azad edilmesini vasiyet etse ama varisleri icâzet vermeseler vasiyeti batıl olur. Bin dirheme bir köle alınıp kendi adına âzâd edilmesini vasiyet etse ve bin dirhem de malının üçte birinin tamamı ile bir köle alınıp azâd edileceğini söylemişlerdir. Mecmâ. İ Z A H «Kötürümün, felçlinin, çolağın ve veremlinin hibeleri ilh...» Kötürüm ayakta duramayan, felçli vücudunun yarısının hiss ve hareketi olmayan, çolak ise elinin biri veya her ikisi tutmayan kişidir. İnaye. «Hastalıkları bir sene uzarsa ilh...» Bir sene uzaması fukahamızın görüşüne göredir. Alimlerden bazıları ise fukahanın şöyle dediklerini naklederler: »Eğer halkın örfünde hastalık müddeti uzun kabul edilirse o zaman uzun sayılır. Aksi halde uzun sayılmaz». Kuhistânî. «Ondan ölmeleri korkusu olmazsa ilh...» Bu cümle bir evvelki şart cümlesini izah etmek içindir. Hamevî Miftah´tan. T. Sonra, burada «korkmaktan» korkunun kendisi değil ekseriyette ölümle sonuçlanmasıdır. Kifâye. Kuhistâni «Korku olmamasını» Kişideki hastalığın sürekli artmaması ile tefsir etmiştir. Zira zamanla artmazsa, hastalık onda körlük ve topallık gibi tabiatından bir parça olur. Zira kişinin tasarrufuna mani olan ölüm hastalığıdır. Bu da çoğunlukla ölüme sebep olan hastalıktır ki o ölümle sonuçlanıncaya kadar sürekli artan hastalıktır. Ama hastalık artmadan kalır ve ondan dolayı ölmesi korkusu olmazsa o zaman körlük ve benzeri gibi, ölüme sebep olan bir hastalık olmaz. Çünkü ondan korkulmaz. Bundan dolayı da tedavi ile uğraşmaz. Zeylaî ve diğerleri. «Hastalığı uzamasa ve ölümünden korkulsa ilh...» Kuhistânî´nin ibaresi ise şöyledir: «Bunlardan hiçbiri olmazsa yani hastalığı uzamasa ve bir seneden önce ölse veya o hastalıktan dolayı öleceğinden korkulursa yani hastalığı günden güne artsa...» Bundan anlaşılan şudur: Hastalığı uzamasa ve ondan dolayı ölmesinden korkulmasa, o zaman onun vasiyeti malının tamamından değil üçtebirinden alınır. Zeylaî´nin ibaresi ise bunun aksinedir. Onun ifadesi aynen şöyledir: «Hastalığı uzamasa ve hastalık süresince yatakta olsa ve ondan dolayı yatakta iken ölse, tasarrufu üçtebirden itibar edilir. Zira daha hastalığın başlangıcında, ondan öleceğinden korkar ve bundan dolayı tedavi olursa o zaman bu hastalık ölüm hastalığı olur. Eğer hastalık uzadıktan sonra yatağa düşerse, bu yeni bir hastalık gibidir ve tasarrufu malın üçtebirinden itibar edilir.» Şârihin yukarıdaki sözlerine uygun olan da, Zeylai´nin bu ifadesidir. Hastalığı uzadığı ve ölümünden korkulduğu zaman hükmün nasıl olacağı ise açıklanmamıştır. Kuhistânî´nin ibaresinin gereği onun tasarrufunun da üçtebirden itibar edilmesidir. Bu da musannrfın : «tasarrufu malın tamamındandır» cümlesini «ölümünden korkulmazsa» cümlesi de kayıtlamasından anlaşılandır. «Çünkü bunlar müzmin hastalıklardır». Yani müddetleri uzundur. Şârihin bu sözü musannıfın «vasiyeti malının hepsinden itibar edilir» sözünün illetidir. O zaman bu sözü «eğer uzamasa îlh...» sözünden evvel zikretmesi gerekirdi. Minah´ta şöyle denilmiştir «Fusulu´l-İmadiye »denilmiştir ki: kötürüm ve felçli hususunda İmam Muhammed el-Kitab´da şunları söylemektedir: Eğer bu dertler daha önceden yoksa hasta gibidir. Ama eskiden beri var ise o zaman sağlam kimse gibidir. Çünkü o öldürücü değil, müzmin bir hastalıktır.» «Buna Tecrid´de de itimad edilmiştir.» Mirac´da şöyle denilmektedir: «Manzûme sahibine, ölüm hastalığının mahiyeti sorulduğunda Meşâyihın bu hususta bir çok sözleri var ama itimadımız Fadli´ nin görüşünedir. O da şudur: Şahsî ihtiyaçları için evinden dışarıya çıkmaya gücü yetmeyen kimsedir. Kadın ise, şahsi ihtiyacı için evin içinde dama bile çıkmaya gücü yetmiyendir.» Cevabını vermiştir. Hastanın talâkı bâbında hükme esas alınan bu tarîftir. Bunu Zeylai de sahih görmüştür. Ben derim ki: Zâhir olan, ölüm hastalığının, felç ve benzerleri gibi uzun olan ve ölüm korkusu olmayan müzmin hastalıklardan olmaması şeklinde kayıtlanmasıdır. Bu hastalık kişiyi yatalak yapsa ve kendi ihtiyaçları için yürümesine mani olsa bile böyledir. Bu durumda metin ve şerh sahiplerinin üzerinde durdukları tarife de muhalif olmaz. «Muhtar olan ilh...» Hİdâye sahibi de Tecnis adlı kitabında aynı şeyi ihtiyar etmiştir. BİR UYARI: Gebe kadının doğum anındaki mâlî teberruu malının üçte birinden verilir. İki kabile savaş için biribirlerine girseler ve sayıca eşit olsalar veya birisi diğerînden fazla olsa bu durum ölüm hastalığı hükmündedir. Birbirlerine girmeseler, o zaman ölüm hastalığı hükmünde olmaz. Deniz vasıtasına binen kimsenin hükmü eğer deniz sakin ise, ölüm hastalığındakinin hükmü gibi değildir. Ama rüzgar esiyorsa veya deniz dalgalı ise o zaman bunun hükmü ölüm hastalığının hükmü gibidir. Hapise giren kimsenin âdeti öldürülmek ise onun hükmü de ölüm hastalığının hükmü gibidir. Aksi halde ölüm hastası gibi değildir. Mirâc. Özetle... Bunun «hastanın talâkı bâbı»nda geçenle birlikte düşün. «Eğer kişi birden fazla vasiyette bulunsa ilh...» Bilinmelidir ki vasiyetlerin ya hepsi ALLAH Teâlâ için veya hepsi kullar için yada herikisi içindir; Önceliğe itibar etmek ALLAH Teâlâ´nın haklarına hastır. Çünkü hak sahibi bir tanedir. Şayet sahipleri birden fazla ise önceliğe itibar edilmez. Buna göre. sadece kullar için olan vasiyetlerde önceliğe itibar edilmez. Mesela; bir kişiye malının üçte birini vasiyet etse sonra da aynı üçte biri başka bir adama vasiyet etse bunda önceliğe itibar edilmez. Ancak kesin olarak birisine öncelik tanırsa o zaman önceliğe itibar edilir. İleride geleceği gibi vasiyetin bazısı âzâd bazısı da muhâbat (fiatı düşürme) olursa bunda da öncelik olabilir. Sadece ALLAH Teâtâ için olan vasiyetlerin hepsi zekât ve hac gibi farz olursa veya keffaretler, adaklar ve fıtır sadakası gibi hepsi vâcip olursa yada nafile hac ve fakirlere sadaka gibi nafile ibadet olursa o zaman ölen kişi evvela hangisini söylemişse o yerine getirilir. Eğer vasiyetler karışık olursa yani farz. vacib ve sünnet olan vasiyetleri varsa o zaman ister önce ister sonra söylesin vasiyette evvela farzlara sonra vaciplere başlanır. Vasiyetleri arasında hem ALLAH Teâlânın hakkı hem de kul hakkı varsa o zaman terikenin üçte biri bunların tamamına taksim edilir. ALLAH´a yaklaşma yönlerinden herbir cihet müstakil kabul edilir, hepsi bir vasiyet kabul edilmez. Çünkü hepsinden maksat ALLAH rızası olsa bile, herbiri kendi başına kastedilmiştir. O halde birkaç adamın vasiyetleri gibi herbiri kendi başına bir vasiyet kabul edilir. Sonra onlar toplanır ve en mühimi hangisi ise o öne alınır. Mesela : bir kişi «malımın üçte biri üzerimde borç olarak duran hacc, zekât, ve keffaretler ile Zeyd içindir» dese o zaman malının üçte biri dörde taksim edilir. Burada farz olan vasiyet kul hakkına takdim edilmez, çünkü kulun ihtiyacı vardır. Eğer vasiyet ettiği adam belirli bir kişi değilse, meselâ fakirlere sadaka vermeyi vasiyet etmişse, o zaman taksim edilmez. Aksine hangi hak daha kuvvetli ise ona öncelik verilir. Daha sonra da sırayla devam eder. Çünkü eğer muayyen bir hak sahibi yoksa o zaman hepsi ALLAH için bir hak olarak kalır. Bu mesele; vasiyette hastalığında geçerli olacak veya ölümüne bağladığı bir köle azadı yadd hastalığında geçerli bir fiat indirimi olmadığı takdirdedir. Eğer vasiyetinde, ölümü halinde geçerli olacak bi âzâd ve diğerleri gibi vasiyetler varsa, o zaman evvelâ onların yerine getirilmelerine başlanır. Nitekim ölüm hastalığında âzâd etme bâbında bunun tafsilatı gelecektir. Sonra malın üçtebirinden geri kalan da diğer vasiyetlerine sarf edilir. İnâye, Nihâye ve Tebyin´den özetle... «Evvelâ farz olan yerine getirilir.» Hac, zekât ve keffâretler gibi... Zira farzın yerine getirilmesi nafileden önemlidir. Bunun zâhirinden vasiyetlerin en mühiminden başlanması gerektiği anlaşılmaktadır. Zeylai. Zeytaî´nin burada farzdan muradı vâcibi de kapsayandır. Zira «keffâretler» sözü buna delalet eder. Şu kadar var ki yukarda da geçtiği gibi hakiki farz vacibten önce gelir. Kuhistânî´de denilmiştir ki: «vasiyetler içinde kul hakkı olan farz varsa evvela onunla başlanır, sonra ALLAH´ın hakkı olan farz, sonra vâcip sonra do nafile yerine getirilir. Nitekim fukaha´dan da böyle rivayet edilmiştir.» «Eğer kuvvet bakımından hepsi eşit iseler ilh...» Müttekâ´da şöyle denilmiştir: «Vasiyetlerin hepsi farziyet veya diğerlerinde eşit olurlarsa, vasiyet eden evvelâ hangisini söylemişse önce o yerine getirilir. Bazı âlimler vasiyetler içerisinde hem hac hemde zekât varsa evvelâ zekâtın verileceğini. bazıları ise tam aksini söylemişlerdir.» Bunun benzeri İhtiyâr ve Kuhistâni´de de vardır. Musannıfın «Kuvvet bakımından eşit oldukları zaman» sözü ile vasiyet eden takdim etmediği zaman farzların bazılarının diğerlerine takdim edilemiyeceğine işaret etmiştir. Yani vasiyetlerin hepsi hakiki farz oldukları zaman böyle olur. Bu sözü ile de, içinde vacip olan vasiyetlerden kaçınmıştır. Farzların bazılarının diğerlerine takdim edilmesi sözünün mutemed olmayan bir hüküm olduğuna da işaret etmiştir. Bunu söyleyen İmam Tahavî´dir. Birinci görüşle hükmeden ise İmam Kerhi´dir İmam Kerhî bunun bütün fukahanın görüşü olduğunu zikretmiştir. Kerhi muhtasarında şöyle demiştir: «Hişam Muhammed´den o da Ebû Hanife ve Ebû Yusuf´tan rivayetle -ki bu İmam Muhammedin de kavilde- şöyle demiştir; Hac, sadaka, azad ve diğerleri gibi hepsi ALLAH için vasiyet etse ve malın üçte biride buna kâfi gelmese, hepsi nafile olduğu takdirde evvelâ hangisini söylemişse ondan başlanarak, sonuncuya gelinceye kadar yerine getirilir, kalanları batıl olur. Hepsi farz oldukları takdirde de yine aynı şekilde evvela hangisini söylemişse o yerine getiril, ve malın üçtebiri bitene kadar söylediği sıra takip edilir. Vasiyetlerden bazısı sünnet bazısı da farz olur yada kendisine vacip kıldığı birşey ise önce farza veya kendi üzerine vacip kıldığı şeye başlanır. Konuşmada bunları sonda söylemiş olsa bile hüküm böyledir. Hişam: «Buraya kadar olan İmamların hepsinin görüşüdür.» demiştir. Bunun tamamı Gayetü´l-Beyan´dadır. «Zeylai demiştir ki ilh...» Ben derim ki: Zeylai Kenz´in «kuvvet bakımından eşit olurlarsa ilh...» sözünden sonra şöyle demiştir: «Çünkü kişinin halinden anlaşılan ona göre en mühim olanından başlamasıdır.» Zâhirle sâbit olan nass ile sâbit olan gibidir. O zaman o ilk söylediğini sanki nassen söylemiş gibidir. Buna göre, vasiyetteki zekât hacca takdim edilir. Çünkü zekat kul hakkına taalluk eder. Zekât ile hac do keffârete takdim edilirler. Zira onlar keffarete tercih edilirler. Çünkü hac ve zekat hususundaki tehdid onların dışındakilerde gelmemiştir. Katil, zahir ve yemin keffâretleri de fitreye takdim edilirler...» Zeylai´nin bu ifadesinin benzeri Nihaye´de de mevcuttur. Ben derim ki: Zeylai´nin takririnin başlangıcı Kerhi´nin, sonu da Tahavî´nin sözüne uygundur. O zaman Zeylai Tahavî´nin görüşünü Kerhi´nin görüşü üzerine tefri ederek iki görüş arasında cem yapmıştır. Müftekâ´nın ibaresinin bunun her ikisine de muhalif olduğunu ve bunlardan ikinci görüşün de zayıf olduğunu biliyorsun. Sen düşün. Bu naktayı izah edeni ben görmedim. Düşün. İtkânî´nin Gâyetü´l-Beyan da şöyle dediğini gördüm : Fukahadan bazıları demişlerdir ki: «Katil keffâreti yemin keffaretine takdim edilir. Çünkü müslüman olmak şartıyla katil keffareti daha kuvvetlidir. Yemin keffareti de zihar keffaretine takdim edilir. Zira yemin keffareti ALLAH´ın ismine karşı hürmetsizlikten dolayı vacip olur. Zihar keffareti ise helal olan birşeyi kendisine haram kılmak sebebiyle vacip olmuştur. Bize göre bunda bir yanlışlık var. Çünkü fukahadan bazılarının söylediği imamlardan nassen rivayet edilene muhaliftir. Zira farzlardan bazıları diğerlerine takdim edilmez. Sünnet olan vasiyetler de böyledir. Vasiyet eden hangisini önce söylemişse onunla başlanır. Kerhi´nin bu husustaki kati sözü yukarda geçmişti. Zekât ve haccın keffaretlere takdim edilmesinin sebebi de zikrettiğimiz tehdiddir. Bu tehdid keffaretlerin hiçbirinde mevcut değildir. İtkâni «fukahadan bazıları» sözü ile Nihâye sahibini kasdetmiştir. Ben derim ki: Haccın ve zekâtın keffaretlere takdimi açıktır. Çünkü yukarda da geçtiği gibi keffâretler vaciptirler. Şu kadar var ki İtkâm Zeylaî ve Şarihin yaptığı gibi bizzat, keffaretlerin takdim edileceğini söylemiştir. Bunu Tahtavî´nin görüşü üzerine bina etmiş olabilir. Binaenaleyh tercih sebebi bulunduğu zaman keffâretlerin bazısını diğerlerine takdim etmeğe mani yoktur. Nitekim Nihâye sahibi böyle yapmış ve Zeylai de buna uymuştur. işte bununla da yukardaki itiraz düşer. Düşün. «Evvela katil keffareti, sonra da yemin ve zihâr keffaretleri yerine getirir.» Bunların tertip şekilleri yukarda geçti. «Sonra oruç bozma ilh...» Bu, Nihâye´deki «fitre, icma ve mûstefiz haberlerle vacip olduğundan oruç yeme keffâretine takdim edilir. Çünkü oruç yeme keffâreti haberü´l-vâhid ile sabittir. Fitre nezire de takdim edilir, zira fitneyi ALLAH vacip kılmıştır. O zaman fitre kulun nezrettiğine de takdim edilir. Nezir de kurbana takdim edilir. Çünkü kurbanın vacip olmasında ihtilaf olup nezrin yerine getirilmesinin vacip oluşunda ihtilaf yoktur.» sözüne muhaliftir. «Öşür de haracdan önce yerine getirilir». Öşür hem ALLAH Teâlâ´nın hem de kulların haklarını kapsadığı için haraca takdim edilmiş olabilir. Haraç ise yalnız kul hakkı içindir. T. «Nafile hac sadakadan efdaldir» Musannıf bu sözü ile vasiyet eden sonra söylese bile nafile haccın sadakaya takdim edileceğine işaret eder. Şu kadar var ki: İnâye ve Nihâye´de denilmiştir ki: içinde vacip olmayan bir vasiyette önce vasiyet edenin evvel söylediği yerine getirilir. Mesela nafile haccı, belirsiz bir köle azadını ve fakirlere sadakayı vasiyet etmesi gibi... Zâhiri rivayet de budur. Hasen, Hanefî âlimlerinden, efdal ite başlanacağını rivayet etmiştir; o zaman önce sadaka, sonra hac sonra da âzâd yerine getirilir. Hasen´in «önce sadaka, sonra hacc...» sözü İmam´ın evvelki görüşüne mebnidir. İmam haccın meşakkatini görünce bu sözünden dönmüştür. Buna göre vasinin infak etmek istediği mikdar ile hac etmek daha efdaldir. «Onun yerine binekli olarak hac edilir» Zira onun yerine yaya olarak hac yapılması gerekmez. O zaman ona hac farz olan şekilde hac yaptırılması vacip olur. Zeylai. «Eğer nafakası o şehirde hacca gidip-gelmeye yetmiyorsa ilh...» Kuhistani´deki de bunun benzeridir, şöyle ki: Bedel olarak hacc yapan kişiye verilen para binekli olarak gitmesine yettiği halde yürüyerek gitse ve onu kendisine bıraksa bu vasinin emrine muhalif olur. Kendisine ayırdığı miktarı tazmin eder. Çünkü verilen parayı yerinde sarfetmediğinden sevabı da hasıl olmamıştır. «Bir hacı hac yolunda ölse ilh...» Şarih «başkasının yerine yapılan hac» bâbında farz olduktan sonra ertelediği takdirde haccı vasiyet etmek farzdır. Ama farz olduğu zaman haccetmişse haccın vasiyeti farz değildir. «Onun memleketinden ilh...» Çünkü ona farz olan. kendi memleketinden haccetmesi idi. Burada vasiyet. üzerine farz olan şeyin edası içindir. Zeylaî. Eğer vasî onun memteketi dışından hac yaptırırsa zâmin olur. Ancak orada onun vatanına birgünde gidip dönebiliyorsa o zaman zamin olmaz. Menâsiku´s-Sindi´de şöyle denilmiştir: «Memleketi dışından hac yaptırılmasını vasiyet etse ister Mekke´ye yakın olsun ister uzak olsun vasiyet ettiği şekilde hac yaptırılır.» Ben derim ki: Zâhir´e göre vasiyet eden bununla günahkar olur. Çünkü üzerine farz olanı» terketmiştir. Kendi memleketinden hac yapılmasına kâfi gelmeyecek miktarda mal ile yerine hac yapılmasını vasiyet etse yine günahkar olur. «Metinler de İmam´ın görüşü üzeredir» Sahih olan da budur. Mahbûbî, Nesefî, Sadru´ş-Şeria ve diğerleri de bunu ihtiyar etmişlerdir. Kasım. «Sen anla» Şârih bu sözü ile istihsanın kıyasa takdim edilme kaidesinden çıkıldığına işaret etmektedir. «Vatanı olmayan bir kimsenin ilh...» Eğer kişinin birkaç vatanı olursa, o zaman Mekke´ye hangisi daha yakınsa oradan hac yaptırılır. Haccını vasiyet etse ve Horasan´da vefat etse, Mekkeli olduğu takdirde onun yerine Mekke´den hac yaptırılır. Kıran haccı vasiyet etse o zaman Mekkeli de olsa Horasan´dan hac yaptırılır. Cevhere. FER´İ BİR MESELE : «Malımın üçte biri ile veya bin dinar ile yerime hac yaptırın» dese ve o para do birkaç hacca yetse, «bir hacc yaptırın» diye sarahaten söylediği takdirde sözüne uyulur ve fazlası vârislerine verilir. Eğer sarahaten söylememişse o zaman bir sene içinde birkaç kişi -efdal olan da budur- veya her sene onun yerine hacc yaptırılır. Sindî. «Vasiyeti bâtıl olur». Çünkü malın hepsi ile alınan bir köle malın üçte biri ile alınan köleden ayrı olur. Dürer. Bunun benzeri bundan sonra gelecek meselede de söylenebilir. T. M E T İ N Hasta bir kişi birden fazla vasiyette bulunsa ve sonra da o hastalıktan iyileşerek bir kaç sene yaşasa, daha sonra tekrar hastalansa, şayet daha önce «eğer bu hastalığımdan ölürsem şunu vasiyet ediyorum» dememiş ise, vasiyetleri bakidir. Hâniye´de de aynı şekildedir. Vasiyet ettikten sonra delirse: eğer delirmesi altı ay kadar bir müddet sürerse vasiyeti batıl olur. Aksi halde batıl,olmaz. Vasiyet ettikten sonra evhamlansa, bunasa ve bu şekilde ölse yine vasiyeti batıl otur. Hâniye. Bir kimse evinin falan kişiye âriyet olarak verilmesini vasiyet etse veya hac mevsiminde veya AIIah yolunda kendi yerine bir ay su dağıtılmasını vasiyet etse Ebû Hanife´nin (r.a.) görüşüne göre bu vasiyet batıldır. Hâniye bu; «Şu samanı falan kişinin hayvanına vasiyet ettim» dediğindeki vasiyetinin batıl olmasına benzer.. Ama «Bu samanı falan kişinin hayvanlarına yedirin» derse caiz olur. Falan kişinin atına her ay şu kadar infak edilmesi vasiyet etse caizdir. O vasiyet hayvanın satılması ile batıl olur. Bir adamın, evinde oturmasını vasiyet etse o evden başka malı olmasa bile vasiyeti caizdir ve musa leh hayatta olduğu sürece o evde oturabilir. Vârisin evin üçte ikilik kısmını satma hakkı yoktur. Ebû Yusufa göre ise satabilir. Musa lehu o evi vârislerle paylaşabildiği gibi vasiyet için olan sülüsü ifrâz da edebilir. Hâniye. Pamuğu bir kişiye çekirdeğini başka birine, muayyen bir koyunun etini bir kişiye derisini de başka birine, başaktaki buğdayı bir kişiye samanını da başka birisine vasiyet etse her iki kişiye yapılan vasiyet de caizdir. Bu durumda kendilerine vasiyet edilen her iki kişi. buğdayı harmanlar ve koyunu yüzer. Malının üçte. birini Mescidü´l-Aksa´ya vasiyet etse bu caizdir ve mescidin tamirinde, aydınlatmasında ve benzeri şeylerde kullanılabilir. Fakihler şöyle demişlerdir: «Bu, mescide vakfedilenden mescidin kandil ve lambalarına sarfedilmesinin cevazı ifade ettiği gibi, vakfın geliri ile, messcitte yakmak için yağ ve gaz almanın ve Ramazan ayında yakılan kandillere sarfedilmesinin de cevazını ifade etmektedir. Haniye. Müctebâ´da şöyle denilmiştir: Bir kimsenin malının üçte birini Kabe´. ye vasiyet etmesi caizdir ve vasiyet edilen şey başkasına değil Kabe fakirlerine sarfedilir. Mescid Kâbe´ye ve mescidi Aksa´ya vasiyet edilenin hükmü de aynıdır. Kûfe fakirlerine vasiyet edilen şeyin onlardan başkasına sarfedilmesi caizdir. Hâniye´de denilmiştir ki: Bir kölenin mescidde hizmet etmesini ve ezan okunmasını vasiyet caizdir. Kölenin kazandığı da vasiyet edenin varisinin olur. Malının üçte birini hayır işlerinde kullanılmak üzere vasiyet etse bu mal hapishane inşaasında kullanılmaz. Çünkü hapishane yaptırmak Sultanın görevidir. Konu Başlığı: Ynt: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 20:01:06 İ Z A H
«Ve bunasa ilh...» Hâniye´nin ibaresi ise şöyledir: «Bunasa ve bir müddet bu şekilde kalsa, bundan sonra da ölse İmam Muhammed´e göre vasiyeti batıldır.» Delirme meselesinde itibar edilen müddete burada da itibar edilir mi? Zâhir olan itibar edileceğidir. Zira ikisi arasında bir fark yoktur. Ve «zaman» kelimesi nekire olarak zikredildiğinde altı aydır. Düşün. «Ebû Hanife´nin (r.a.) görüşüne göre ilh...» Şârihin burada yalnız Ebû Hanife´nin görüşünü alması O´na itimad ettiğine delalet eder. T. Zahîriye´de denilmiştir ki: Birisi «malımın üçte birini Allah için vasiyet ettim» dese Ebû Hanife´ye göre vasiyeti batıldır. İmam Muhammed ise bunun caiz olup, hayır işlerinde sarfedileceğini söylemiştir. Fetva da buna göre verilir. «Vasiyetinin batıl olması gibi ilh...» Zira vasinin kasdına değil de sözüne bakıldığında, hayvanlar mülkiyete ehil değildirler. Mirac´daki ifade de buna benzer. Orada şöyle denilmiştir: «Mescidi Haram mülkiyete ehil değildir. Ancak «Mescidi Haram´a infak edilsin» derse caiz olur. Çünkü «infak» sözünü zikretmek, Mescidi Haram´ın maslahatlarına sarfedilmek üzere kesin bir ifade ile vasiyet etmek gibi olur. İmam Muhammed´e göre ise Mescidi-Haram´a birşey vasiyet etmek sahihtir ve vasiyet edenin sözünü tashih için Mescidi Haram´ın maslahatlarına sarfedilir. «Caizdir ilh...» Ve o vasiyet at sahibine yapılmış olur. Haniye. Ben derim ki: Haniye´nin bu ifadesi ile İtkânî´nin «bir kimse malının üçte birini filan kişinin binek atının karnındakine infak edilmek üzere vasiyet etse. binek sahibi kabul ettiği takdirde caiz olur» sözünden anlaşılmaktadır ki; hayvan sahibi vasiyet edilen şeyi bineğin karnındakinin maslahatlarına sarfedebilir. Ayrıca onun, kendilerine vasiyetin sahih olduğu kimselerden olması şarttır. Ve vasiyet reddi veya vasiden evvel ölmesi ile batıl olur. Düşün. «O hayvanın satılması ile bâtıl olur» ölümü ile de batıl olur. Hâniye. Zâhir olan, bunun geçen her iki meseleye de râci olmasıdır. Bunun delili şudur: o vasiyet, sahibi için olsa bile mana itibariyle hayvanın sahibinin mülkiyetinde olmasına bağlıdır. Düşün. Bir de ben Velvâliciye´de «at satıldığı zaman vasiyet batıl olur» sözünden sonra aynen şöyle denildiğini gördüm : Çünkü bu vasiyet at sahibine yapılan vasiyettir. Bu şu meseleye benzer. Birisi «Vallahi falan kişinin kölesi ile konuşmayacağım veya falan kişinin bineğine binmeyeceğim» dese kölenin veya hayvanın satılması ile yemin batıl olur. Zira yemin izafe edildiği şeyin yok olması ile batıl olur. Çünkü köle ile konuşmayacağım ve hayvana binmeyeceğim sözleri köle ve hayvan için değil belki sahipleri içindir. Nitekim fukaha da bunu yemin bahsinde ele almışlardır. O halde bu meselede de izafe mevcut olduğu müddetçe vasiyet bakidir. İzafenin ortadan kalkması ile vasiyet de batıl olur. Şu kadar varki bu feri meseleden hemen önce şöyle denilmiştir: «Birisi falan kişinin kölesine her ûy on dirhem infak edilmek üzere vasiyet etse, vasiyet caizdir ve vasiyet kölenin satılması veya azadı halinde yine onundur. «Ebu Yusuf ile Zâhiriye´nin ibaresi de şöyledir: İmam Muhammed demişlerdir ki, o vasiyet köle içindir. Köle satılsa veya âzâd edilse bile yine kölenindir. Efendisi köleye yapılan vasiyeti birisine sulh bedeli olarak verse, köle de buna icazet verse caizdir. Azâd edildikten sonra icazet verse icâzeti batıldır. Bunu ve yukarda takdim ettiğimiz «Vârisin kölesine yapılan vasiyet caiz değildir.» sözünü düşün. Çünkü o vasiyet hakikatte varis içindir. «O evde oturabilir» Yani bir süre varisle nöbetleşerek oturur. «Vârisin, evin üçte ikilik kısmını «alma hakkı yoktur.» Zira Musa lehin, başka bir malın ortaya çıkması veya elindeki kısmın harap olması ile evin tamamında oturma hakkı sabittir. O zaman elindeki kısmın harap olması ile varise geri kalan kısımda ortak olur. «O evi varislerle paylaşabilir.» Yani musa leh taksimi mümkün ise evin kendisini müştemilatı ile taksim hakkına sahiptir. Bu taksim nöbetleşe oturmaktan daha âdildir. Zira musa leh ile varis arasında hem zaman hem de zât itibarı ile eşitlik mevcuttur. Nitekim Hidâye´de de böyledir. Bu mesele «hizmet ve oturma ile vasiyet» bâbında gelecektir. «O zaman kendilerine vasiyet eden her İki kişi buğdayı harmanlar ve koyunu yüzer» Şarihin burada. tesniye elifi ile «buğdayı harmanlarlar ve koyunu yüzerler» demesi gerekirdi. H. Ben derim ki: Şârihin Zahiriye´de olduğu gibi «pamuğu da atarlar» sözünü eklemesi gerekirdi. Çünkü maksat vasiyet edilen iki şeyi birbirinden ayırmaktır. Ama susamın yağını bir kişiye küspesini de başka birine, sütteki kaymağı bir kişiye ayranı da başka birine vasiyet etmesi böyle değildir. O zaman masraf, yağ ve kaymak sahibine ait olur. Çünkü maksat sadece susamdan ve sütten yağ çıkarmaktır. Bununla da diğer ortağın hissesi değişir. O halde onun çıkarılması. ona ait olur. Eğer vasiyet edilen koyun canlı ise, kesme ücreti yalnız eti vasiyet edilen kimseye aittir. Çünkü kesim deri için değil et için olur. Velvâliciye´de de böyle denilmiştir. «Ramazan ayında ilh...» Ramazan ayını tahsis etmesi aydınlatma Ramazan´da daha fazla olduğu için olabilir. Yoksa Ramazan dışındaki aylar da Ramazan gibidir. Bu, ihtiyaç miktarı ile kayıtlanır mı? Buna bakılsın. Ayrıca ben Bezzâziye´de gördüm ki: Eğer «malımın üçte biri Allah yolunadır» dese, o mal savaş için sarfedilir. Eğer ondan yolda kalmış bir hacıya verseler yine caiz olur. Nevâzil´de şöyle denilmiştir: «Mescid için vasiyet edilen şeyin mescidin lambasına sarfedilmesi caizdir. Ancak bu Ramazan´da da diğer aylarda da sadece bir lambaya sarfedilir. İşte bu ifade ile ihtiyaç miktarı tayin edilir. T. «Kâbe fakirlerine sarfedilir.» Vetvaliciye ve diğer kitaplarda ise «Mekke fakirlerine denilmiştir.» «Mescid-i Nebevî´ye ve mescid-i Aksa´ya vasiyet edilenin hükmü de aynıdır.» Ben derim ki: Müctebâ´dan naklen, Minah´ta yer alan ifade: «Ve Beytü´l-Makdes´e» şeklindedir. Bu meselenin özeti şudur: Mescide vasiyet hususunda iki görüş vardır: Bir görüşde sahih olmadığına, diğerinde sahih olduğuna hükmedilmiştir: Nitekim Zimminin vasiyetleri faslından hemen önce bunun tafsilatı gelecektir. Mescide yapılan vasiyeti sahih kabul eden görüşe göre vasiyet edilen şey mescidin menfaatlerine mi yoksa etrafındaki fakirlere midir? İmam Muhammed birincisi ile hükmetmiştir. Fukahanın sözlerinde şarih gibi görünende budur. İkincisine gelince; Müçteba´da bunun sahih olmadığı açıkça ifade edilmiştir. Buna hükmedenler de İmam Azam ile Ebû Yusuf´tur. Şu kadar var ki «Mescide sarf edilmek üzere malımı infak ettim» dese fukahanın ittifakı ile bu caizdir. İmam Muhammed mescide yapılan vasiyeti kayıtsız şartsız caiz görmüştür. Çünkü onu, vasiyet eden kişinin bizzat mescidi değil, mescidin maslahatlarını irade ettiğine hamletmiştir. Böylece vasiyet eden kişinin sözü sahih kabul edilmiş olur. Zira Vasiyet eden kişi mescidi ister belirtsin İster belirtmesin mescid malik olamaz. İleride geleceği gibi, Bahr sahibi de bununla fetva vermiştir. Beytü´l-Makdis´e gelince, onun hükmü mescidi Nebevininkinden ayrı olduğu zannedilmesin. Hatta bezzâziye sahibi metindeki hükmü İmam Muhammed´e isnad etmiştir. Anla. Mescide yapılan vasiyetin Ezher´deki gibi mescidin etrafındaki fakirlere yapılmış olduğu şeklinde fetva verilmesi gerekir. Sâihanî de bu meseleyi böyle tahrir etmıştir. Vehbâniye şerhmde olana bak. «Onlardan başkasına sarfedilmesi caizdir.» Hulasâ´da şöyle denilmiştir: «Kûfe fakirlerine vasiyet edilirse, efdal olan, onlara sarfedilmesidir. Ama onların dışındakilere verilirse yine caizdir. Bu Ebû Yusufun görüşü olup, bununla fetva verilir.» Ben derim ki: Ebû Yusuf´un görüşü, fukâhanın nezirde zamanın mekanın dirhemin ve fakirin nazarı itibara alınmaması hükmüne uygundur. «Vasiyet edenin varîsinin olur.» Çünkü, kölenin rakabesi onun mülkündedir. Vetvâliciye. Ama o kölenin nafakası mescidin vakfiyesinden mi verilir? Zeyd´e hizmet etmek üzere vasiyet edilen kölenin nafakasının Zeyd´e ait olması gibi... Bu hususu ben görmedim. «Hayır işlerinde kullanılmak üzere ilh...» Zahiriye´de denilmiştir ki: Temlik olmayan herhangi bir vasiyet hayır işlerindendir. Hatta onu vakfın tamirine ve mescidin lambasına sarfetmek caizdir, mescidin süslenmesine sarfetmek ise caiz değildir. Çünkü bu israftır. M E T İ N Bir kimse, ölümünden sonra halka üç gün yemek verilmesini vasiyet etse, vasiyeti batıldır. Ebu Bekr el-Belhî´den naklen Hâniye´de böyle denilmiştir. Yine Haniye´de Ebu Cafer´den naklen ise şöyle denilmektedir: ölümünden sonra taziyede bulunanlara yemek verilmesini vasiyet etse, bu vasiyet malının üçte birinde caizdir. Bu yemek, taziye için uzun müddet kalanlara ve uzun mesafeden gelenlere helâl olur. Uzun zaman kalmayan ve uzun mesafeden gelmeyenlere ise helal değildir. Yapılan yemek artarsa bakılır, eğer çok artmışsa tazmin edilir, değilse edilmez. Ben derim ki: Musannıf birinci görüşü üç gün kaydı ile ağıtçı kadınların toplanıp yedikleri yemeğe hamletmiştir. Bu takdirde o vasiyet, ağıtçı kadınlara yapılan vasiyet olur ki bu da batıldır. İkinci görüşü de bunların dışındakilere yapılan vasiyete hamletmiştir. FER´İ BİR MESELE: Bir kimse cenaze namazını falan kişinin kıldırmasını veya ölümünden sonra başka bir yere taşınmasını yada şöyle bir kumaş ile kefenlenmesini veya kabrimin sıvanmasını veya kabri üstünde bir kubbe yapılmasını veya kabri yanında Kur´an okuyana muayyen bir şey verilmesini vasiyet etse bu vasiyetlerin hepsi batıldır. Siraciye. Biz bu ferî meseleyi ileride tahkik edeceğiz. Malının üçte birini (cihet belirtmeden) Allah için vasiyet etse batıldır. İmam Muhmmed ise bunun caiz olup hayır yollarına sarfedileceğini söylemiştir. «Falan kişiye bin dirhem vasiyet ettim ve bu da malımın onda biridir» dese musa lehe sadece bin dirhem verilir. «Bu cüzdandaki paranın hepsini falan kişiye vasiyet ettim ve bu da bin dirhemdir» dese ve içinden ikibin dirhem gümüş, altın paralar ve mücevherler çıksa, eğer bunlar malının üçte birinden çıkarsa hepsi musalehindir. Mûcteba. Alacaklı olduğu kişiye, «öldüğüm zaman, senden olan alacaklarımdan berisin» dese, vasiyeti sahihtir. Ama «ölürsen benim borçlarımdan verirsin» dese beri olmaz. Çünkü bunda muhatara vardır. Birisi hastalara birşey vasiyet ederse deli de o vasiyete dahil olur. Ulemaya yapılan vasiyetlere Harezm beldelerindeki kelâm âlimleri de dahildir. Bizim memleketimizdekiler ise dahil olmazlar. Akıllı kimselere vasiyet etse vasiyeti zâhid olan âlimlere sarfedilir. Çünkü hâkikatte akıllı olanlar ancak onlardır. Dikkat et. Vasiyet edilen nesne vasiyet edenin veya varislerinin elinde vedia gibidir. Sirâc. İ Z A H «Vasiyet batıldır» Câmiu´l-Fetâvâ´da denildiği gibi, esah olan bu vasiyetin batıl olmasıdır. «Uzun müddet kalanlara ve uzun mesafeden gelenlere helâl olur.» Bu konuda zengin ve fakir birdir. Hâniye, Mesâfenin uzunluğundan maksat evlerinde geceleyememeleridir. Zahiriye. Yani evlerine aynı gün dönmek istedikleri takdirde evlerinde geceleme imkanları olmamasıdır. «Tazmin edilir ilh...» Zahir olan bunun, vasiyet edenîn malum bir miktar takdir etmediği zaman böyle olduğudur. «Musannıf birinci görüşü... hamletmiştir.» Yani metindeki, vasiyetin batıl olmasını. «Üç gün kaydı ile ilh...» Musannıfın ibaresi ve Ebû Bekr el-Belhi´den naklen zikrettiği ifade «üç gün» ile kayıtlıdır. Üçüncü günde ağıtçı kadınlar toplanırlar. O zaman da yemek verilme vasiyeti, onlara yapılmış olur ki bu da batıldır. Zâhir olan bunun onların örflerinde böyle olduğudur. Musannıf sanki bunu Ebu´l-Kasım´dan naklen Haniye´deki şu ibareden almıştır. «Musîbete uğrayanlara başlangıçta yemek götürmek mekruh değildir. Çünkü onlar ölünün techizi ve benzeri şeylerle meşguldürler. Ama onlara üçüncü gün yemek götürmek müstehap değildir. Çünkü üçüncü gün ağıtçı kadınlar toplanırlar. o zaman da onlara yemek vermek mesiyete yardım etmek olur.» Ben derim ki: Sâihâni yemek verilme vasiyetinin batıl oluşunu şöyle gerekçelendirmiştir: O, insanlara yapılmış bir vasiyettir. İnsanlar ise sayılamazlar. Bu «Müslümanlara vasiyet ettim» dediği zaman vasiyetinin batıl olmasına benzer.. Çünkü bu şekildeki vasiyetin lafzında ihtiyaca delalet edecek birşey yoktur. O zaman bu vasiyet meçhula temlik olur ki bu da sahih değildir. «İkinci görüşü de ilh...» ki bu, vasiyetin cevazına hükmeden görüştür. Ben derim ki: Esah olanın, ancak birinci görüş olduğunu yukarda belirttik. Bunun zâhiri o vasiyetin mutlak olarak batıl olmasıdır. Fethu´l-Kadir´in cenazeler bahsinin sonundaki ifade de bunu teyid eder. Zira orada denilmiştir ki: «Ölünün yakınlarının ziyafet vermeleri mekruhtur. Çünkü ziyafet kötü zamanlarda değil sevinçli zamanlarda meşrudur. O halde böyle bir ziyafet çirkin bir bidattır. İmam Ahmed, Cerir bin Abdullah´ın şöyle dediğini nakleder: Biz ölünün yakınları ile toplanmayı ve onların yemek yapmalarını ağıt sayardık.» Ölünün komşularının ve uzak akrabalarının, onun yakınlarına bir gün ve bir gece doyacakları miktarda yemek hazırlamaları müstehaptır. Zira Peygamber (s.a.v.) «Cafer´in ailesine yemek yapın çünkü onlar meşgul eden bir musibet gelmiştir» demiştir. Bu hadisi Tirmizi hasen. Hâkim ise sahih kabul etmiştir. «Bir kimse cenaze namazını falan kişinin kıldırmasını vasiyet etse ilh...» Bu vasiyetin batıl olmasının sebebi şu olabilir: Böyle bir vasiyet velinin cenaze namazını kıldırma hakkını iptal etmektedir. «... Veya şöyle bir kumaş ile kefenlenmeyi vasiyet etse ilh...» Musannıfın «Mümeyyiz çocuğun vasiyeti techizi dışında caiz değildir.» sözü üzerine söylediklerimize bak. «Biz bu ferî meseleyi ileride tahkik edeceğiz» Yani «bir kölenin hizmeti ile vasiyet» faslından hemen önce bu konuyu ele alacağız. Şöyle ki; muhtar olan; kabirlerin sıvanmasının ve kabirlerin yanında Kur´an okunmasının mekruh olmadığıdır. O halde bu husustaki vasiyetin batıl olmasına hükmetmek bunların mekruh olmalarının hükmüne mebnidir. Bu husustaki tafsilat ileride gelecektir. «İmam Muhammed ise caiz olup, hayır yollarına sarfedileceğini söylemiştir.» Yukarda müftabih olan görüşün İmam Muhammed´in görüşü olduğunu Zahiriye´den naklen beyan ettik. Çünkü herşey Allah için olsa bile, bundan murad Allah´ın zatı için sadakadır. Zira durum onun sözünün tashihine karinedir. «Falan kişiye bin dirhem vasiyet ettim dese ilh...» «Malımın üçte birini vasiyet ettim, o da bindir» dese vasiyet edilen kişiye, neye varırsa varsın malın üçte biri verilir. Çünkü onun «o da bindir» sözüne ihtiyaç yoktur. Velvâliciye. «Şu evdeki hissemi Vasiyet ettim, o da üçte biridir» dese ve evin yarısının ona ait olduğu meydana çıksa evin yarısı musa lehindir. «şu evde olanın hepsini vasiyet ettim, o da bir ölçek yemektir» dese ve orada daha fazla olduğu anlaşılsa hepsi musalehindir. «Bir ölçek buğday veya arpa» dese ve söylediğinden fazla çıksa yine hepsi musâ lehindir. Bu konunun özeti şudur: İşaret ile birşey vasiyet etse ve sonra onu sözle takdir etse ister takdir ettiği meblağa uygun olsun ister olmasın vasiyeti sahihtir. Bu vasiyetin sıhhati şöyle gerekçelendirilmiştir: Vasiyet eden ikişi icap ve temliki mutlak olarak üçte bire ve cüzdandaki paranın hepsine izafe etmiştir. O zaman izafesi sahihtir. Ancak hesapta yanılmıştır. Bu yanılması da icâba mani değildir. Ama satım bunun aksinedir, çünkü bu durum satımda sahih değildir. Mebi ancak bilinen bir meblağ olduğu takdirde, satış o miktarda gerçekleşir. Bu meselenin tamamı Vehbaniye şerhindedir. Oraya müracaat et. «Vasiyeti sahihtir.» Zira Kınye´de denildiği gibi vasiyeti şarta bağlamak caizdir. Benim Kınye´de gördüğüm şöyledir: «O söz, vasiyet olarak sahihtir. Yani o söz ibra değil. vasiyettir. Çünkü onu kendi ölümüne bağlamıştır.» «Eğer ölürsen ilh...» Bu söz Kınye´nin muhtasarında, bazı kitaplara isnad edilmiştir. Sonra orada şu da zikredilmiştir: «Sen ölürsen bana olan borcundan berisin» şeklinde olursa, lâyık olan o borçtan kurtulmuş olmamasıdır. Kınye sahibi bunu Fusûl ve diğer kitaplardan almıştır. Şöyle ki: Birisi borçlusuna «eğer ölürsen bana olan borçlarından birisin» dese sahih olmaz. Çünkü bu vasiyeti sonu belli olmayan bir şeye bağlamadır. Yani ibranın gelecekteki bir şeye bağlanması sahih değildir. Yukarda da geçtiği gibi vasiyet bunun aksinedir. Burada tehlikeden murad vukuun beklenen. malum bir şeye bağlamaktır. ölüm ve «yarın»ın gelmesi gibi vukuu gerekli olan bir şey olsa bile aynıdır. Musannıf bununla, ibrayı olacak bir şeye bağlama meselesini dışta bırakmıştır. Mesela borçlusuna «Eğer senden alacağım varsa seni ondan beri ettim» dese sahihtir. Nitekim bunun tamamı hibe kitabının sonunda geçmiştir. Oraya müracaat et. «Harezm beldelerindeki ilh...» Şom ve Mısır bölgelerindekiler de aynıdır. Salhânî. Çünkü Harezm´deki kelâm âlimleri şüpheli şeylere uymayıp, onları öğrenirler ve inanılması vacip olan şeyleri de bilirler. Diğer beldelerdeki kelâm âlimleri ise filozofların müslümanların itikadlarını karıştıracak şüphelerini zikreder ve kimseyi onlardan uzaklaşmaya teşvik etmedikleri gibi onları red de etmezler. Şüphesiz onlar bu özellikleri taşıdıkları zaman hem delalettedirler hem de delalete sevkederler. Onların ilmi ilâhiden de hiçbir payları yoktur. T. «Dikkat et» Nüshalarda aynen böyledir. Ama bunun doğrusu «Kınye»dir. Zira Minah´ta da belirtildiği gibi bu Kınye´nin ibaresidir. Böyle olmazsa bunun Sirâc´ın ibaresi olduğu zannedilir. T. «Vedia gibidir. » O zaman vasiyet edenin veya varisinin elinde teaddi olmadan helak olursa onlara tazmin ettirilmez. Ama eğer bunlar tarafından helâk edilirse, eğer vasiyet eden helak etmişse bu vasiyetinden rücû olur. Vâris musa lehin kabulünden evvel veya sonra istihlak etmişse o zaman varis onu tazmin eder. T. Sirâc´ın ibaresi ise, Minah´ta metindeki «vasiyetin kabulü ancak vasiyet edenin ölümünden sonra sahihtir.» sözünün şerhinde zikredilmiştir. Oraya müracaat et. Allah en iyisini bilendir. Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 20:03:09 MALIN ÜÇTE BİRİNİ VASİYET BÂBI
M E T İ N Bir kimse malının üçte birini Zeyd´e yine üçte birini de başka birine vasiyet etse ve varisler buna icazet vermeseler malının üçte biri her ikisine de yarı yarıya verilir. Bunda ittifak vardır. Eğer malının üçte birini Zeyd´e altıda birini de başka birine vasiyet ederse üçte bir herikisi arasında üçe bölünerek, ikili birli taksim edilir. Şayet bir kişiye malının hepsini, başka birine de üçte birini vasiyet etse ve varisler bu vasiyete icâzet vermeseler malın üçte biri ikisi arasında yarı yarıya taksim edilir. Zira terikenin üçtebirinden fazla olan vasiyet, icazet verilmediği takdirde batıl olur. O zaman sanki üçte birini herbirine vasiyet etmiş gibi olur, ve bu üçtebir aralarında yarı yarıya taksim edilir. İmameyn ise dörde bölünerek taksim edileceğini söylemişlerdir. Zira batıl olan, üçtebirden fazlasıdır. Bu durumda malın hepsi üçte iki ile çarpılır ki bu da dört eder. Bu dört de malın üçte biri kabul edilir. Ebû Hanife´ye göre Musa leh üçte birden fazlasını, malın tamamı ile çarpamaz. Burada çarpmadan murad hesapçılar orasında istilah olan çarpmadır. Buna göre Ebû Hanife´ye göre vasiyeti´n payları ikidir. Her bir yarı ile çarpılınca, bir bölü altı elde edilir. O zaman da musa lehlerin herbirine altıda bir düşer. İmameyne göre ise yukarda takdim ettiğimiz gibi vasiyetin payları dörttür. Ancak musa leh üç meselede, malın tamamını bir bölü üçten fazlası ile çarpabilir. Bu meseleler: Muhabat, siayet ve derâhim-i mürseledir. Derâhimi mürsele: Üçte bir, yarım ve benzerleri ile kayıtlı olmayan dirhemlerdir. Şu şekiller bunların örnekleridir: Birisine bin dirhem vasiyet etse veya bin dirheme satılacak bir köle için muhâbât yapsa (Kölenin daha ucuza satılmasını vasiyet etse) veya kıymetini bin dirhem olan bir kölenin âzadını vasiyet etse ve bu da malının üçte ikisi olsa, başka birine de malının üçte birini vasiyet etse ve bu vasiyete icâzet verilmese, o zaman terikenin üçte biri icma ile aralarında üçe bölünerek taksim edilir. Oğlunun hissesi kadarını birisine vasiyet etse, ister oğlu olsun ister olmasın vasiyet sahihtir. Ama oğlunun hissesini vasiyet ederse, oğlu varsa sahih olmaz, yoksa o vasiyet sahihtir. İnaye ve Cevhere. Tekmile şerhinde de şu ilave edilmiştir: Bu durumda, sanki oğlu olduğu takdirde vasiyet etmiş gibi olur. Müctebâ´da şöyle denilmiştir: «Oğlu olduğu takdirde, bir oğul hissesi kadarı ile vasiyet ederse o zaman musa lehe malının yarısı verilir.» Musannıf Sirâc´tan Müctebâ´daki görüşe muhalif olan« nakletmiştir. Dikkat et. Birinci şekilde vasiyeti iki oğlu olduğu takdirde yaparsa ona üçtebir verilir. Mûsî´nin bir oğlu olur da bu fazlalığa icâzet verirse o zaman kendisine malın yarısı verilir. Bu meselelerde kızlar da oğullar gibidir. Bunda asıl kâide şudur: Mûsî vârislerin bazılarının hisseleri kadarını vasiyet ettiğinde, vasiyet ettiği meblağ kadarı varislerin hisselerine eklenir. Müctebâ. Malından bir parçasını veya bir hisseyi vasiyet etse o zaman onu beyan etmek varislere aittir. Varislere «musa lehe dilediğinizi verin» denilir. Sonra, cüz ile hisse arasını eşitlemek bizim örfümüze göredir. Rivayetin aslı ise bunun hilâfınadır. İ Z A H «İcâzet vermeseler ilh...» Yani vârisler her iki vasiyete de icâzet vermezlerse... Şayet icâzet verirlerse, onun hükmü zaten açıktır. «Üçte bir her ikisi arasında üçe bölünerek İlh...» Yani ikisi vasiyet edileni aralarında haklarına göre taksim ederler. Altıda bir vasiyet edilene bir pay. üçtebir vasiyet edilene de iki pay verilir. Çünkü bunlardan her biri o payı sahih bir sebeple haketmiştir. Bunun özeti şudur: Vasiyetlerden herbiri üçtebirden fazla olmadığı takdirde. yani meselâ üçtebiri birisine, altıdabiri başka birine dörtte biri de üçüncü bir kişiye vasiyet etse ve varisler bu vasiyete icâzet vermeseler o zaman vasiyet bir bölü üçle çarpılır. Hak ediş sebebinde eşit olmadıkları takdirde bu üçtebir fukahanın ittifakı ile aralarında eşit olarak taksim edilmez. Metindeki birinci meselede böyledir. Bu bahsin tamamı Tatarhâniye´dedir. «... Ve vârisler bu vasiyete icâzet vermeseler ilh...» icâzet verirlerse malın hepsi dörde bölünür, üçü malın tamamı vasiyet edilen kişiye biri de üçtebiri vasiyet edilene verilir. Ama bu hususta İmam´dan kesin bir ifade gelmemiştir. Ebû Yusuf şöyle demiştir: «İmam´ın kavline kıyas edilirse o zaman münazaa yoluyla altı bir hesabıyla taksim edilir. Zira malın üçte ikisi malın tamamı kendisine vasiyet edilenindir. O zaman aralarındaki niza malın üçtebirinde olur. Bu durumda da üçtebir ikiye bölünür, yarısı olan altıdabir üçte birin sahibine, geri kalan da diğerine verilir. Hasen demiştir ki: «Bu şekildeki taksim hoş olmayan bir tahriçdir. Zira üçtebir vasiyet edilenin payı, varisler icazet verseler de vermeselerde aynı oluyor ki bu da altıda birdir. O zaman sahih olan, münazaa yoluyla dörde taksim edilmesidir. Bu da şöyle olur: evvela üçte bir olan onikide dört aralarında yarı yarıya taksim edilir, çünkü varislerin icâzetlerinin üçte birlik miktarda tesiri yoktur. Bu durumda geriye onikide sekiz pay eder, üçte iki kalır. Bu üçte ikiyi kendisine malın tümü vasiyet edilen iddia eder. Sekizden iki payı da üçte bire tamamlamak için kendisine üçtebir vasiyet edilen iddia eder. O zaman sekizden altı pay kendisine malın tamamı vasiyet edilene teslim edilir. Geri kalan iki payda da yarı yarıya münazaa ederler. Böylece üç pay sülüs sahibinin, geri kalan da diğerinin olur. Hakâik ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Kuhistâni. Ben derim ki: İmameyn´in görüşüne göre, icâzet verilmesi hali ile icâzet verilmemesi halinde üçte bir sahibinln payının aynı olması gerekir. «Zîra üçtebirden fazla olan vasiyete ilh...» Şârih bu sözü ile musannıfın «Eğer bir kişiye malının hepsini vasiyet ederse» sözünün bir kayıt olmadığına ve burada maksadın. onlardan birine üçte birden fazlasının vasiyet edilmesi olduğuna işaret etmiştir. İşte bundan dolayı Mültekâ´da «Eğer birine sülüsü, diğerine üçte ikisini veya yarısını yada tümünü vasiyet etse : İmam´a göre üçte bir. oralarında yarı yarıya taksim edilir. İmameyn´e göre ise birincisinde üçe taksim edilir. İkincisinde ise beşte üçü malın yarısını vasiyet ettiği kişiye ikisi de üçte birini vasiyet ettiği kişiye verilir. Üçüncüde de mal dörde taksim edilir, üçü malın tamamını vasiyet ettiği kişiye biri de üçtebir sahibine verilir» sözüyle tabir edilmiştir. Demek ki hüküm, İmam´a göre üçtebirde fazla vasiyetin bütün şekillerinde aynıdır ki bu da aralarında yarı yarıya taksım edilmesidir. Bu meselelerin bina edildiği asıl kaide musannıfın «musa leh sülüsten fazla olan vasiyet çarpmaz» sözüdür. «Bâtıl olur.» Burada batıl olmadan murad, vasiyetin aslından batıl olması değildir. Böyle olsa vasiyetten hiçbirşey hak edilmez. Burada batıl olmadan murad sadece üçtebirden fazlasının batıl olmasıdır. Bunun açıklaması şöyledir: Vasiyet eden iki şey kasdedilmiştir: Bunlardan biri üçtebirden fazlasını varislere yüklemesi, ikincisi de vasiyet ehlinden bazılarını diğer bazılarına tercih etmesidir. Bu ikinci husus birincinin zımnında sabit olur. Birinci husus. varislerin hakkı olmasından ve onların da icâzet vermemelerinden dolayı batıl olunca, onun zımnindaki ikinci husus da batıl olur. O zaman vasiyet eden sanki bunlardan her birine üçtebir vasiyet etmiş gibi olur. Bu durumda da üçte bir aralarında yarı yarıya taksim edilir. Her ikisine de hakikaten üçtebir vasiyet etmesi halindeki gibi olur. İnâye´den kahta. «İmameyn ise dörde bölünerek taksim edileceğini söylemişlerdir.» Yani üçtebir olan mal aralarında dörde bölünerek taksim edilir üçüncü malın tamamı vasiyet edilene, biri de üçtebiri vasiyet edilene verilir. «Çünkü bâtıl olan üçtebirden fazlasıdır» Yani batıl olan, vasiyet edenin kasdettiği iki şeyden biridir, ki bu da varislere sülüsten fazlasını yüklemesidir. Çünkü bu, vârislerin hakkından dolayı bâtıl olur. Vasiyet edenin, vasilerden birini diğerine tercih etmesi olan diğer meseleye ise mani yoktur. O zaman malın tamamı vasiyet edilene üçtebir vasiyet edilenin üç misli verilir. Şöyle ki, mal dörde taksim edilir, üçü malın tamamı vasiyet edilen kimseye. biri de diğerine verilir. «O zaman malın hepsi iki bölü üçle çarpılır» Doğrusu bazı nüshalarda olduğu gibi bir bölü üçle denilmesiydi. Yani her birinin payı malın üçte biri ile çarpılır. Şöyle ki: Kendisine malın hepsi vasiyet edilen kişinin payı bir bölü üçle diğerinin payı olan hisse de yine bir bölü üçle çarpılır ve dört hisse olur ki bu da malın üçte biridir, birinciye üçte birin dörtte üçü ikinciye de üçte birin dörtte biri verilir. Bu bahis ileride izah edilecektir. Burada sahih olan İmam´ın görüşüdür. Allame Kasım »e Dürrül-Mülteka´nın Muzmerât ve diğer kitaplardan sahih olduğunu naklettikleri de böyledir. «Burada çarpmadan murad hesapçılar arasında ıstılah akın çarpmadır.» Burda da çarpılan sayılardan birinin elde edilecek sayıya olan nispetinin, diğer çarpılan sayının bire olan nispeti gibi olmasıdır. Buna göre musa lehu «üçtebirden fazlasını çarpamaz» sözünün manası şudur: Musaleh üçtebirden fazla olan bir sayıyı diğer bir sayı ile çarpmaz. Mesela dörtte üçü üçte birle çarpamaz. Bu bahsin tamamı Kuhistânî´dedir. Ben derim ki: Hesap ıstılahında kesirleri çarpmak şu manâdadır: Dörtte biri, üçtebirle çarp denildiği zaman, bunun manası; üçtebirinin dörtte birini al demektir ki bu da onikide birdir. O zaman buna göre yukardaki «Musa lehu üçtebirden fazlasını çarpamaz» sözünün manası ona yapılan vasiyetin hükmü ile üçtebirden fazlasını alamayacağıdır. Çünkü yukarda, üçtebirden fazlası batıl olunca. musa lehlerden birinin diğerine tercihinin de batıl olduğu geçti. O zaman vasiyet payları İmameyn´in kabul ettikleri gibi dört´ olmaz. Vasiyet üçtebirden geçerli olduğu için. ancak üçtebirden alabilir. Yani herbirine üçtebirini vasiyet etmiş gibi kabul edilir ve terikenin üçtebiri oralarında yarı yarıya taksim edilir. Sonra ben Gürerü´l-Efkâr´da, zikrettiğim çarpmanın manasının açıklanmasını gördüm. İleride gelecek olan da bu açıklamaya uygundur. «Buna göre Ebû Hanife´ye göre vasiyetin payları ikidir». O zaman herbirine yarısı düşer ki bu da bir paydır. «Her birinin yarınsı üçtebirle çarpılınca, altıdabir elde edilir». O zaman onlardan herbirine, malın altıda biri verilir. Çünkü yukarda da takdim ettiğimiz gibi elde edilen budur. «İmameyn´e göre ise vasiyetin payları dörttür». Bu, şuna binaendir: Musa lehe üçtebirden fazla yapılan vasiyetin sahih olması sebebiyle, İmameyn´e göre ona hissesi verilir. O zaman bizim de yukarda takrir ettiğimiz gibi vasiyet paylan dört olur; birine terikenin üçte birinin dörtte biri, diğerine de dörtte üçü verilir. Sadruş´-Şerid ve İbnu Kemal demişlerdir ki: terikenin üçtebirinin dörtte biri, malın üçte birinden alınır. Bu dörtte bir de üçte birin dörtte biri olur. O zaman kendisine malın tamamı vasiyet edilen kimseye dörtte üçü verilir ki bu da terikenin üçtebirinin dörtte üçüdür. O zaman üçtebirde dörtte üç denildiği zaman. üçtebirin dörtte üçü manasına gelir. İşte çarpmanın manası budur, ki ulemadan birçoğu buna hayret etmişlerdir. BİR UYARI: Mesela kıymeti malının üçte biri kadar olan bir köleyi birisine ve kıymeti malının yarısı kadar olan bir köleyi de başka birisine vasiyet etse... Bu ihtilaf caridir. Bu bahsin tamamı Tatarhâniye´dedir. Eğer birisine kıymeti malının altıda biri kadar olan kılıcını, başka birine de malının altıda birini vasiyet etse ve mal» da kılıç hariç beşyüz dirhem olsa, o zaman ikinci vasiyet ettiği kişi malın altıda birini alır. Birinci vasiyet ettiği kişi ise, kılıcın kıymetinin altıda beşini olur. Kılıcın,kıymetinin altıda biri de ikisi arasında kalır. Çünkü kişi de kılıcın yalnız altıda birinde münazaa halindedir. Buna göre, kılıncın altıda biri aralarında yarı yarıya taksim edilir. Bu taksim İmam´a göredir. Bu husustaki sözün tamamı Mecma ve şerhlerindedir. «Muhâbât» Hıbâ kökündendir. «Vermek» manasınadır. Muğrib. Kuhistâni muhâbatı vasiyette, birşeyi benzerinin kıymetinden noksan satmak alışta da kıymetinden fazlası ile satınalmak diye tefsir etmiştir. Bunun şekli şöyledir: Bir kişinin iki kölesi olup birinin kıymeti otuz diğerininki ise altmış dirhem otsa ve bu iki köleden başka malı olmadığı halde, birinci kölenin Zeyd´e on dirheme ikinci kölenin de Amr´e hakkındaki vasiyet de kırk dirhem otur. O zaman üçtebiri üçe bölünerek ikisi arasında taksim edilir. Yani birinci köle Zeyd´e yirmi dirheme satılır ve kıymetinden artan on dirhem de ona vasiyet olur. İkinci köle Amr´e kırk dirheme satılır ve yirmi dirhem de ona vasiyet olur. Bu üçtebirden fazla olsalar bile böyledir. İbnu Kemâl. «Siâyet» Bunun sureti de böyledir: Birinin kıymeti otuz, diğerinin altmış dirhem olan iki kölesini azad etse ve bunlardan başka malı olmasa, o zaman birinci köleye malının üçte birini ikincisine de üçte birini vasiyet etmiş olur. O halde vasiyet payları her iki köle orasında üçtür, birinciye bir pay ikinciye de iki pay düşer. Üçtebir aralarında bu şekilde taksim edilir. O zaman, birinci kölenin üçte biri âzâd edilmiş olur ki bu da ondur ve kıymetinin geri kalan kısmını ödemek için çalışır. İkincinin de üçtebiri azad edilmiş olur ki bu da yirmi dirhemdir ve kıymetinden kalan kırk dirhemi de çalışarak öder. Demek ki bunlardan herbiri fazla olsa bile vasiyetten hissesi kadar alır. İbnu Kemal. «Derâhim-i mürsele» Bunun şekli de böyledir: Zeyd´e otuz dirhem başka birine de altmış dirhem vasiyet etse ve malı doksan dirhem olsa. O zaman bunlardan herbiri vasiyetteki payı kadar alır, birincisi malın üçtebirinden üçte birini, ikinciside üçte ikisini alır. Ebû Hanife bu şekillerde diğerlerini birbirinden ayırmıştır. Zira şeriat iptal ettiği halde vasiyet malın yarısı veya üçte ikisi gibi açık bir şekilde, terikenin üçte birinden fazlası ile takdir edilirse o fazlalık lağv olur. Pay alma hususunda o vasiyete itibar edilmez. Ama vasiyet ya kiradaki gibi takdir edilmezse yani zikredilen şekillerde olduğu gibi, malından birşey vasiyet etse bunun hilafınadır. Çünkü zikredilen şekillerde ibarede vasiyet iptal edecek bir ifade yoktur. Mesela: Elli dirhem vasiyet etse ve malının yüz dirhem olduğu anlaşılsa o zaman vasiyet tamamen batıl olmaz. Çünkü malının yüzden fazla çıkması mümkündür. Bu vasiyet tamamen batıl olmayınca pay alma hususunda muteber olur. İşte bu fark ince ve güzel bir farktır. İbnu Kemâl. «Şu şekiller bunların örnekleridir ilh...» Şârih bu sözüyle, muhâbat, siâyet veya azadın musâ lehlerin her ikisi tarafından şart olmadığını ifade etmiştir. Belki bunlardan bir tanesinin bir tarafta olması ve malın üçte ikisi kadar olması kâfidir. Diğer tarafa da malın üçte birinin vasiyet edilmesi yeterlidir. Düşünülsün. T. Ben derim ki: Ama bu tasvir müşkildir, zira fukaha hastalıktaki azad ile, hastalıkta peşinen yerine getirilen muhâbatın diğer vasiyetlerden önce yerine getirileceğini sarahaten zikretmişlerdir. Nitekim yukarda geçti ve gelecek bâbda da gelecektir. «Muhâbât yapsa ilh...» Yani ölüm hastalığında bin dirhem ile muhâbât yapsa... «Bu da malının üçte ikisi olsa ilh...» Yani o bin dirhem her üç meselede de malının üçte ikisi olsa... H. Şöyle ki: Birisinin malı binbeşyüz dirhem olsa ve ondan bir dirhemini birisine vasiyet etse, veya binbeşyüz dirhem kıymetinde kumaşı olsa ve ondan bin dirhem muhâbât yaparak beşyüz dirheme satılmasını vasiyet etse... Azâd meselesi ise açıktır. «Başka birine de malının üçte birini vasiyet etse ilh...» Bu cümle geçen her üç meseleye de bağlıdır. H. «O zaman üçte bir, icmâ ile aralarında üçe bölünerek taksim edilir.» Yukarda takdim ettiğim izahtan, bunun takriri anlaşılır. «Ama oğlunun hissesini vasiyet etse sahih değildir.» Zirâ oğlunun hissesi Kur´an´ın nassı ile sabittir. Buna göre oğlunun hissesini başka bir adama vasiyet etse, Allah Teâlâ´nın farz kıldığı birşeyi değiştirmiş olur ki bu da sahih değildir. Minah. Bu hususta varislerin icazetlerine de ehemmiyet verilmez. Çünkü vasiyet kendi mülkünde olmamıştır. Aksine o başkasının mülküne izafe etmiştir. Bu, şuna benzer, Birisi Zeyd´in mülkünü birine vasiyet etse ve sonra ölse, Zeyd de ona icâzet verse bu caiz olmaz. Meselemizde de aynı şekilde caiz olmaz. Mekkî Sirac´tan. T. «... Olur» Yani «oğlunun hissesi kadarı» sözü -H- veya oğlu olmadığı halde oğlunun hissesini» sözü... «Musannıf Sirâc´tan nakletti.» Zîra Sirac sahibi şöyle demiştir: Oğlu olduğu takdirde. oğlunun hissesi kadarını vasiyet etse musaleh malın üçte biri verilir. Çünkü ona olmayan oğlun hissesini vasiyet etmiştir. O oğlun payını da bir hisse olarak takdir etmek lazımdır. Bunun misli de bir hissedir. O zaman üç hisseden bir hissesini vasiyet etmiş olur. Ama Müctebâ´da iki ifade bunun aksinedir. Çünkü orada oğlu mevcut olduğu takdirde oğlunun hissesini vasiyet etmiştir. Oğlu olduğu takdirde oğlunun hissesi kadar dememiştir. Siracu´l-Vehhâc´da da böyledir. Bunun benzeri Cevhere´de de vardır. Tahâvî şerhinden naklen Gâyetü´l-Beyan´da da aynı şekildedir. Müctebâ´daki ifadeye gelince. Delili zahir olsa bile Müctebâ onu hiçkimseye isnad etmemiştir. Zira Mücteba´daki ile mevcut oğlunun hissesi kadarıyla vasiyet etme arasındaki fark açık değildir. Şu kadar var ki Müctebâ´daki ifade, bir nakille teyid edilmedikçe buradaki hükme muarız olmaz. Zira Müctebâ Zâhidi´nindir. Fukaha; «fıkıh kaidelerine muhalif bir şey söylediği takdirde bir nakille teyid etmediği müddetçe onun söylediğine iltifat edilmez» demişlerdir. «Birinci şekilde ilh...» Yani metindeki iki suretten birincisinde; eğer musa leh iki oğlu ile birlikte, oğlunun hissesi kadar vasiyet ederse üçte bir verilir. Kıyasa göre, varisler icazet verdiklerinde ona malın yarısının verilmesi gerekir. Çünkü ona oğlunun hissesi kadarını vasiyet etmiştir. Birincinin illeti, yani üçtebir verilmesinin nedeni şudur: Vasî musa lehe oğlunun mirastaki hissesi kadarını vasiyet etmeyi kasdetmiştir, oğlunun hissesinden fazlasını dilemiştir. Yani musa lehi oğullarından biri gibi yapmıştır. Zeylaî. «İcâzet verirse ilh...» Yani üçtebirden fazlasına icazet verirse. malın yarısı musa leh´e verilir. İcâzet vermezse yalnız üçtebir verilir. «Kızlar da oğullar gibidir.» Yani eğer bir kızı olduğu halde, birisine, kızının hissesi kadarını vasiyet etse eğer kız icâzet verirse musa lehe malın yarısı verilir. Aksi takdirde üçtebir verilir. İki kızı olduğu halde kızının hissesi kadarını vasiyet etse, o zaman musa lehe üçtebir verilir. Minah´da da böyle denilmektedir. Üç kızı olduğu halde kızının hissesi kadarını vasiyet etse iki kızın farz olan hisselerinin üçte iki olması itibariyle ona yine üçte bir mi verilir yoksa dörtte bir mi verilir? Zâhir olan kimisi yani dörtte bir verilmesidir. Eğer dörtte bir verilmezse o zaman ona verileni bir kızın hissesi kadar olmaz. H. Şârihin mebsattan naklen. Müctebâ´dan naklen zikrettiği bunu teyid eder. T. «Vârislerin bazılarının hisseleri kadarını vasiyet etse onun misli artırılır.» Hatta eğer bir kişinin bir oğlu ve bir de kızı olup, kızının hissesi kadarını vasiyet etse musa lehe dörtte bir verilir. Eğer bir kadının, kocası ve üç tane ana baba ayrı kız kardeşi olsa; anne bir olan kızkardeşinin hissesi kadarını bir kişiye vasiyet etse. musa lehe onda bir verilir. Müctebâ . (Mûsa lehe onda bir verilir. Müctebâ) Doğrusu «dokuzda bir verilir» şeklinde olmasıdır. Çünkü meselenin aslı altıdır. Sekize evleder. Kocasına altının yarısı olan üç verilir. Anne-baba bir kardeşine de yine altının yarısı olan üç verilir. Baba bir kardeşine üçte ikiye tamamlamak için altıda birle avledilir. Anne ile kardeşi içinde altıda birle avledilir. O zaman mesele sekizden olur. Musa lehu da annebir kardeş farzedilirse ona da dokuzuncu hisse ile avledilir. Düşün. Hindiye´de şöyle denilmiştir: «Bunun nedeni şudur: Evvelâ varislerin hisseleri açıklanır, sonra vasiyet edenin zikrettiği kişinin hissesi farz hisselerin mahrecine ilave edilir. O halde bir kişi ölüp geriye annesini ve oğlunu bıraksa ve birisine de bir kız hissesi kadarını vasiyet etse o zaman vasiyet onyedi hisse üzerindendir. Musâ lehe beş. oğluna on, annesine de iki hisse verilir. Çünkü meselenin aslı altıdandır: Beş oğluna ikibuçuk kızına verilir ve bu ikibuçuk, farz olan hisselerin üzerine ilave edilir ve küsürlü olduğu için ikiyle çarpılır, böylece onyediye ulaşır. Onyediden beşi musa lehe verilince geriye oniki kalır, Anneye de onikinin südüsü olan iki hisse verilir ve kalan oğula verilir. Çünkü miras vasiyetten sonradır.» Yine Hidaye´de denilmiştir ki: Bir adamın bir kızı ve anababa bir kızkardeşi olsa ve birisîne de kızının hissesi kadarını vasiyet etse, ister icazet versinler ister vermesinler malın üçte biri musa lehe verilir. Bu Sâlhâni´nin Niamiye adlı fetvasında bazıları kendisinden sorulan birçok suretleri üzerine bina ettiği muteber bir faydadır. «Bir parçasını ilh...» Pay, parça,. nasip ve kısım da bunun gibidir. Cevhere. «O zaman onu beyan emek varislere aittir ilh...» Çünkü o meçhul olduğundan azı da çoğu da kapsar. Vasiyet edilen şeyin bilinmemesi vasiyete mani değildir. Vârisler de vasiyet edenin yerine kaimdirler. O zaman beyanı onlara aittir. Zeylai. «Bizim örfümüze göredir» Yani arap olmayanların örfüne göre... Dürrü Mültekâ. «Rivayetin aslı ise bunun hilafınadır.» O rivayet şudur: «Câmiu´s-Sair´in rivayetinde hisse altıdabirdir. Zira İmam Muhammed orada demiştir ki: Bir kişiye malının bir hissesini vasiyet etse ona, varislerin hisselerinin en azı verilir. Ancak südüsten aşağı olursa o zaman o südüse tamamlanır, fazlası verilmez. Yani özetle ona altıda bir verilir. Vasiyetler Kitabı´nın rivayetine göre südüsten fazla olmadığı müddetçe musâ lehe varislerin hisselerinin en aşağısı verilir. İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf ona en aşağısının verileceğini, ancak üçtebirden fazla olursa ancak ona üçtebir verileceğini söylemişlerdir. İhtiyar. O zaman birinci rivayete göre altıdabir noksanlığı menetmek içindir, fazlalığa mani değildir. İkinci rivayet ise bunun aksinedir. Hidaye´de zikredilmiştir ki, altıdabir hem fazlalığa hem de noksanlığa mani olmak içindir. Zeylaî. Hidâye sahibi ya bu iki rivayet dışında bir rivayet görmüştür veya iki rivayet arasında cem yapmıştır. İnâye. Bu bahsin tamamı uzun kitaplardadır. BİR UYARI: Zikredilenlerin bu şekilde olmaları vasiyet edenin varisleri olduğu takdirdedir. İhtiyar ve Cevhere´de denilmiştir ki: «Birisi hiçbir varisi olmadığı halde malından bir hisse vasiyet etse, musa lehe malın yarısı verilir. Çünkü hazine oğul menzilesindedir. Bu durumda sanki iki oğulu varmış gibi olur. Vasiyetin üçtebirden fazla olmasına mâni bir durum da olmadığı için sahih olur.» «Cüz ile sehim aynıdır.» Sözünü düşün. Cüz dediği zaman yine malın yansı mı verilir yoksa hazine vekiline «dilediğini ver» mi denilir? Bu hususu araştır. M E T İ N Bir kimse «malımın altıda biri falan kişinindir», daha sonra da «malımın üçte biri onundur» dese ve varisler de icâzet verseler ona sadece üçtebir verilir. Yani hakkı sadece sülüstür. Varisler icâzet verseler bile böyledir. Çünkü altıda bir. ister önce ister sonra zikredilsin üçtebire dahildir. İşte bu takrirle, Sadru´ş-Şeria´nın suâli ile, İbnu Kemâl´in meseledeki işkâli ortadan kalkmış olur. «Malımın altıda biri onundur» sözünü söylese, ona altıda bir verilir. Çünkü izafe ile marife olarak tekrar edildiğinden dolayı aynı altıda bir kasdedilmiş olur. Birbirlerinden ayrı cinste olan dirhemlerinin koyunlarının ve elbiselerinin. veya kölelerinin üçte birini vasiyet etse ki eğer koyunlar ve elbiseler farksız olsalar o zaman dirhemler gibi olurlar. ve onların üçte ikisi helâk olsa, musa lehe kalan bütün mallarının üçte birinden çıktığı takdirde dirhemlerden ve koyunlardan kalanın hepsi verilir. Ahî Çelebi, elbise ve kölelerde ise, kalan bütün malların üçte birinden çıksa bile kalanın üçte biri verilir; der. Ölçülen ve tartılan şeyler gibi cinsleri bir olan herhangi bir şeyi vasiyet etmenin hükmü de dirhem ve boyunların hükmü gibidir. Aynı cinsten olan elbiseler de böyledir. Bu meselenin kaidesi şudur: Cinsi bir olan şey. zorla taksim olunabilendir. Cinsleri muhtelif olan şeylerde elbise ve köle gibidir. Bunun kaidesi de; malın zorla taksim olunamamasıdır. Bir kişiye, (cins anmadan) bin vasiyet etse ve vasiyet ettiği bin cinsinden hem alacağı hem de malı olsa, eğer vasiyet ettiği bin, elindeki malın üçtebirinden çıkarsa musa lehe verilir. Eğer çıkmazsa o zaman elindeki malın üçte biri ona verilir ve alacaktan gelen her miktarın üçtebiri, bini tamamlayana kadar vermeye devam edilir. Eğer birisi, malının üçte birini Zeyd´e ve ölü olan Amr´a vasiyet etse, terikenin üçtebirinin tamamı Zeyd´e verilir. Bu konuda kaide ,şudur: Ölü veya malum olan hiçbirşey hak edemezler, başkasına da ortak olamazlar. Bu, Zeyd ve duvara vasiyet etmiş gibi olur. Böyle olması, ortak edilen. vasiyetin aslından çıktığı takdirdedir. Ama eğer ortak edilen, icabın sıhhatinden sonra çıkarsa o zaman vasiyetten alacağı hisse ile birlikte çıkar. Diğerine terikenin üçte birinin hepsi teslim edilmez. Çünkü onun, üçtebirdeki ortaklığı sabit olmuştur. Buna misâl şudur: «Malımın üçtebiri filanla öldüğüm zaman fakir ise Abdullah oğlu falanındır» dese ve vasiyet eden öldüğünde Abdullah oğlu falan zengin olsa o zaman terikenin üçtebirinin yarısı, diğer kişinindir. Adam malının öçte birini iki kişiye vasiyet etse ve onlardan biri vasiyet edenden önce ölse, aynı şekilde üçtebirin yarısı hayatta olanındır. Bu konunun ferileri çoktur. Bu bahsin itimad edilecek asıl kaidesi şudur: Bir kişi vasiyete dahil olduktan sonra bir şartın yokluğundan dolayı vasiyetten çıksa bu çıkışı diğerinin vasiyetteki hakkının artmasını gerektirmez. Herhangi bir kişi ehliyet yokluğundan dolayı vasiyete dahil olamazsa vasiyet edilen malın hepsi diğer kişinin olur. Bunu Zeylaî zikretmiştir. Bazı âlimler tarafından da muteber olanın vasiyet edenin ölüm vakti olduğu söylenmiştir. Kâfî´ye uyarak, Dürer´ sahibinin söylediği de buna işaret eder. Dürer´de denilmiştir ki: «Malımın üçtebiri Zeyd ile Bekr´in oğlunundur» dese ve vasiyet eden ölmeden önce Bekr´in oğlu ölse, muteber olan vasiyet edenin ölüm vakti olduğundan, sülüsün yarısı Zeyd´e verilir ilh... Şu kadar yar ki, Zeylaî´nin geçmişteki müzâhim, icâbın sıhhatinden sonra çıkarsa...» sözü icap halinin muteber olduğunu sarahaten bildirmektedir. Bazı âlimlerce bu hususta iki rivayet olduğu söylenmiştir. İ Z A H «İşte bu takrirle Sadru´-Şerîa´nın suâli ve... ortadan kalkar» Onun sualinin özeti şudur: Vasinin «malımın üçte biri onundur» demesi ihbâr olmaya elverişli değildir. Çünkü yalandır. Bu durumda bunun inşâ olduğu ortaya çıkar, yani «malımın üçte biri şu anda onundur» demektir. O zaman da uygun olan yarısının onun olmasıdır. Bu suâlin giderilmesi şöyle olur: Vasiyet eden kişinin «malımın üçte biri onundur» sözünün. inşa olduğunu kabul ediyoruz. Ancak bu sözün, «malımın altıda biri falan kişinindir» sözünden sonra olmasında, ya altıda birin artırılmasını irade etmiş olması ihtimali yada altıda birden başka bir üçte biri irade etmiş olması ihtimali vardır. O zaman da kesin olana hamledilir ki, bu da ücte birdir. «İbnu Kemâl´in meseledeki işkâli ilh...» Zira İbnu Kemâl Şerhi´nin hâmisinde bu geçen sorunun cevabını takrir ettikten sonra şöyle demiştir: Burada şöyle bir husus kalmıştır, vârislerin icâzet verdikleri üçtebir, ya icâzet verdikleri altıdabire eklenmeyen bir üçtebirdir veya değildir. Zira murad belli olmadan onların icâzetleri mümkün değildir. Çünkü onun mercii lafzî icâzettir ki onun da bir manası yoktur. İkincisini de musannıfın metindeki «ve icâzet verseler» sözü meneder. Çünkü onun üçtebir» demesi varislerin icâzetlerine ihtiyaç bırakmaz. Birincisine göre ise zikredilen cevap sahih değildir. Kenz sahibi zikredilen kaydı yani «ve icâzet verseler» sözünün bundan dolayı düşürmüş olabilir. Bunun özeti şudur: Burada ikinci mana taayyun eder ki bu da varislerin icâzetlerinin altıda bire eklenmeyen bir üçtebir için olmasıdır. Yani altıdabirin de dahil olduğu bir üçtebirdir. Çünkü daha kesin olan budur. Bununla Sadru´ş-Şeria´nın suûlinin cevabı tamamlanmış olur. Ancak bu durumda, musannıfın «ve icâzet verirler» sözü zaid olarak kalır ki, bunda bir fayda yoktur. Çünkü üçtebir, mutlak olarak verilir. İşte bundan dolayı da bu sözü Kenz sahibi ıskat etmiştir. Cevabı; şârihin, «varisler icâzet verseler bile» sözü ile işaret ettiğidir. Yani bu itirazi bir kayıt değildir. Belki fukahâ bu kaydı, icâzet verildiği zaman ona malın yarısının verileceği zannedilmesin ve icâzet verilmeyince ona üçtebirin evleviyetle verileceği anlaşılsın diye zikretmişlerdir. Şârihin derin sorulara hazinenin cevhereleri olan bu rumuzlarla cevap vermesinden dolayı emeli sadece Allah için olsun. Şu kadar var ki burada, Şurunbulâliye´de zikredilen, bir işkâl kalmıştır. Bunun benzeri Kâdızâde´den de nakledilmiştir ki o da şudur: Hak sahibi olan varis. vasinin sözündeki üçtebirinin altıda birle içtima ve varisin hakkı için, kesin olmayan şeyden imtina ihtimaline razı olmuştur. O zaman razı olduktan sonra artık niçin mani olunmaya zorlansın? Bunun özeti: birinci mananın teayyun etmesidir. Bu da, varislerin altıda bire ek olarak vasiyet edilen üçtebire icâzet vermeleridir. Çünkü icâzete muhtaç olan budur. Ben derim ki; Bu işkâlin cevabı şudur. vasiyet edenin kelâmı ihtimalIi, olunca biz yukarda da geçtiği gibi onu vasiyet edenin kesin olarak hakkı olan üçtebiri vasiyete hamlettik. Vasiyet bir şeyi temlik etmek için icabtır. O zaman. üçtebiri icap ettirmesi kesin olandır. Üçtebirin fazlasını icap ettirmek de şüphelidir. Varisin icâzeti ise, ancak vasiyet edenin icap ettirdiğinde geçerlidir. Biz ise vasinin üçtebirden fazlasını icap ettirdiğini yakınen bilmeyiz ki icâzet geçerli olsun. O zaman icâzet lağv olur. Çünkü icâzet birşeyi başlangıçta temlik etmek değildir. icâzet ancak, vasinin icâzete bağlı olan akdinin geçerli olması içindir. Bundan dolayı da. vâsiyet edilen nesnenin mülkiyeti, icâzet verilen kişiye icâzet veren tarafından değil vasî tarafından sabit olur. Nitekim bu bâbın sonunda da gelecektir. Fettâh ve âlim olan Allah´ın feyzinden benim kusurlu anlayışıma açık olan ancak budur. «... Sözünü tekrar söylese ilh...» Hidâye´de de denildiği gibi, bir mecliste veya iki mecliste «malımın altıda biri onundur, malımın altıda biri onundur» diye tekrarlasa. «Çünkü marife olarak ilh...» Ve bu da «südüstür»tür. Çünkü o, mala izafe edilerek zikredilmiş ve marife olarak iade edilmiştir. O zaman, ikincisi birincinin aynı olur. Bu da asıl olan kaideye göredir. «... Veya kölelerin ilh...» Köleler de elbet birbirlerinden farklı olurlar. Bundan dolayı da musannıf yalnız elbiseyi ayırmıştır. Bu Şurunbulâliye´de ifade edilmiştir. «...Ve onların üçte ikisi helak olsa ilh...» Yani dirhemlerin veya koyunların üçte ikisi helak olsa... Meselâ üç tane olsa ve bunlardan ikisi helâk olarak biri kalsa musa lehe kalanın hepsi verilir. İmam Züfer ise burada da kalanın üçte birinin verileceğini söylemiştir. Çünkü mal müşterektir ve maldan helâk olan şirketten helâk olur. Kalan da yine şirkette kalır. İmam´ın ve iki arkadaşının sözlerinin delili şudur: Bir cinsten olunca, vasiyet mirasa takdim edildiğinden musâ lehin hakkı kalanda toplanır. Hem de eğer hiçbirşey helâk olmasa idi. Hâkim kalanı ona verirdi. Ama fertleri birbirinden farklı olan elbise ve benzeri şeyler bunun aksinedir. Çünkü onlar cebren taksim edilemezler. Bu bahsin tamamı uzun kitaplardadır. Gâyetü´l-Beyân´da : «Biz Züfer´in görüşünü alırız. Çünkü kıyas odur.» denilmiştir. Bu, Sâ´diye´de de ikrâr edilmiştir. «Üçtebirinden çıktığı takdirde ilh...» Bu şart bütün şerhlerde hatta Hidâye´de de tasrih edilmiştir. «... Bin vasiyet etse ilh...» Alacaktan herhangi birşey istihkak etmesi uygun değildir. Çünkü «bin» maldır, alacak ise mal değildir. Zira birisi alacağı olduğu halde «benim malım yoktur» diye yemin etse günahkar olmaz, denilemez. Çünkü biz deriz ki: alacağa, ele geçtikten sonra mal denilir. Musâ lehin hakkının sabit olması da. alacak ele geçtikten sonra mümkündür. Bu kendisine malın üçte biri vasiyet edilen musâ lehe benzer ki onun aslında kısasta hakkı yoktur. Ama kısas mala inkılap ettiği zaman, musâ lehin hakkı onda sabit olur. Çünkü kısas bedeli ölenin malıdır. Yemin meselesi ise örfe göredir. Miraç, özetle... İşte bununla ortaya çıktı ki: Birisi malının üçte birini vasiyet etse buna alacaklar da dahildir. Bu hüküm iki görüşten biridir. Vehbâniye´de de bu tercih edilmiştir. Bahr sahibi «kaza» bahsinin müteferrik meseleler bölümünde bu hüküm üzerine görüş beyan etmiştir. Oraya müracaat et. «... Bin cinsinden ilh...» Dürer´de de aynı şekildedir. Zâhir olan bu sözün faydası musannıfın «alacaktan gelen her miktarın üçte biri ona verilir» sözüne uygun olmasıdır. Zira eğer dinar olsalardı ona verilmezlerdi. Düşün. Sirâc´tan naklen Minah´ta şöyle denilmiştir: Bir adam derahim-i mürsele vasiyet etse ve sonra ölse dirhemleri hazır olduğu takdirde musa lehe verilir eğer hazır değilse ortaklı mal satılır ve dirhemler ondan verilir. «Malı ilh...» Ebû Yusuf demiştir ki: Ayn külçe, zinet ev eşyası ve elbiseler değil dirhemler ve dinarlardır. Alacak ise altından, gümüşten veya buğday ve benzeri şeylerden, zimmetteki ödenmesi vacip olan herşeydir. Bu bahsin tamamı Tûrî´dedir. «Eğer bin çıkarsa ilh...» İnâye´de de denilmiştir ki: «Bin» vasiyet eden kişinin elinde nakit olarak üçbin dirhemi olsa, bini musa lehe verilir. Eğer çıkmazsa, yani nakdi de yine bin olsa o zaman ona bunun üçte biri verilir. «Eğer çıkmazsa o zaman aynın üçte biri ona verilir ilh...» Yani ona aynden bin verilmez. Çünkü tereke, musâ lehle varisler arasında ortaktır. Ayn da, alacaktan hayırlıdır. Eğer ayn musâ lehe veya varise verilmiş olsa öteki taraf zarar görür. İhtiyar. Yani alacağın, borçlunun yanında helâk olma ihtimali vardır. «Üçte birin tamamı Zeyd´e verilir» Ebû Yûsuf´tan şu rivayet edilmiştir: Malın üçte birini Zeyd ile Amr´a vasiyet ettiği zaman, Amr´ın öldüğünü bilmediği takdirde Zeyd´e üçte birin yarısı verlir. Çünkü vasi sadece üçte birin yarısının verilmesine razı olmuştur. Zeylai. «Veya madûn ilh...» Buna göre, «Zeyd´e ve bu evde olan kişiye vasiyet ettim» dese ve o evde de kimse olmasa üçte birin hepsi Zeyd´in olur. çünkü madûm malı hak etmez. Zeyd´e ve ondan sonra soyundan gelecek olanlara vasiyet etse yine aynıdır. Çünkü onun soyundan gelenler, onu ölümünden sonra takip edenlerdir. O zaman onlarda o anda madumdurlar. Dürer. Şurunbulâliye´nin «soyundan gelenlere vasiyet» meselesinde bir görüş vardır, ki o akrabalara vasiyet bâbında gelecektir. «... Ve onlardan biri de vasiyet edenden önce ölse, yine aynıdır.» Yani musa lehulardan biri... Ama vasîden sonra ölürse vârisleri onun yerine kâim olurlar, o zaman da ortaklık mevcut olur. «Bu bahsîn ferileri çoktur» Şu da onlardandır: «Malımın üçtebiri falan kişi ile, -eğer Abdullah bu evde ise- Abdullah´ındır». dese ve Abdullah da o evde olmasa üçte birinin yarısı falan kişinin olur. Çünkü şartı bulunmadığından istihkâkının batıl olması, diğerinin hakkının fazlalaşmasını gerektirme. Minah. «Sonra, bir şartın yokluğundan dolayı vasiyetten çıksa ilh...» Yani, veya bunlardan birini vasiyet edenden önce ölmesi gibi ehliyeti zâil olsa. «Bunun Zeylaî zikretmiştir.» Yani metin ve şerh olarak geçenlerin hepsini... «Bazı âlimlerce de muteber olanın ilh...» Yani icâbın sıhhatinde muteber olanın ilh... Bunun tamamı böyledir. «Malımın üçte biri Zeyd´in ve Bekir´in fakir çocuklarının veya Bekir´in çocuklarından fakir düşenindir.» dese ve vasiyet edenin ölümünde şart ortadan kalksa o zaman bu suretlerin hepsinde üçtebirin tamamı Zeyd´indir. Zira madûm veya ölü, herhangi birşey istihkâk etmez. O zaman Zeyd´e ortaklık da sabit olmaz. Bu durumda o Zeyd´e ve duvara vasiyet etmiş gibi olur. «Şu kadar var ki Zeylaî´nin geçmişteki sözü ilh...» Yani metnin ibaresinde... Musannıfın «Bazı âlimlerce..» sözünden sonra istidrâke (şu kadar var ki demeye) lüzum yoktur. Çünkü musannıfın bu sözü; onlar ile, geçen arasındaki muhalefeti beyan etmek içindir. Düşün. Şu bilinmelidir ki; musannıfın, Dürer ve Kâfi´nin işaretlerinden alarak, «Bazı âlimlerce denilmiştir», demesi takdim ettiğine muhalefetinden anladığına mebnîdir. Halbuki aralarında muhalefet yoktur. Tatarhâniye´nin altıncı fasılda zikrettiği de bunu beyan etmektedir: Asıl kaide şudur: Eğer musa leh istihkak ehlinden muayyen bir kişi olursa, o zaman vasiyetin icabının vasiyet gününden sahih olduğuna itibar edilir. Musâ leh muayyen olmadığı zaman ise, vasiyetin icabının, vasînin öldüğü günden itibaren sahih olduğuna itibar edilir. Buna göre: «Malımın üçte biri falan kişi ile, Bekir´in çocuğunundur» dese ve Bekir´in çocuğu vasiyet edenden önce ölse üçte birin tamamı falan kişinin olur. Eğer Bekir´in on çocuğu olduktan sonra vasi ölse o zaman üçtebir, falan kişi ile, Bekir´in evlatları sayısınca onbir sehme bölünerek taksim edilir. Çünkü, vasiyet edenin öldüğü gün muteberdir. Zira «oğul» muayyen olmayıp, teke de, fazlasına da şamildir. Birisi, falan kişinin oğullarına vasiyet etse ve vasiyet gününde o kişinin oğlu olmasa da, sonra birkaç oğlu olsa ve vasî ölse o zaman üçte bir aynı şekilde hepsinin olur. Vasiyet gününde o kişinin oğulları olsa ama vasî onların adlarını söylemese ve onlara işaret de etmese vasiyet anında mevcut olmasalar bile üçtebir onun ölümü anında mevcut olan oğullarınadır. Şayet onların adlarını söylemiş olsa veya onlara işaret etse vasiyet onlarındır. Eğer onlar ölmüşlerse, batıl olur, çünkü musa leh muayyendir. O zaman, vasiyetin gereğinin vasiyet gününden sahih olduğuna itibar edilir. Özetle... Bununla ortaya çıktı ki: Dürer´deki icabın sıhhatinin, vasiyet edenin ölüm gününden itibar edilmesi ancak musa lehin muayyen olmaması halindedir. Çünkü Dürer´in «Bekir´in çocuğu veya çocuklarından fakir olanlar veya çocuklarından fakir düşenler» sözü muayyen değildir. Çünkü ne isimlendirme ne de işaret etme vardır. Bu hususta muteber olan ölüm günü olunca ve çocuğun ölmesi veya zengin olması ile ona göre şart bulunmazsa, müzahamet variyetin aslından çıkar. Bundan dolayı da üçtebirin hepsi Zeyd´in olur. Yine bununla ortaya çıktı ki; Zeytâî´nin kelami, icap halinin mutlak olarak muteber olduğu hususunda sarih değildir. Çünkü onun sözü musa leh muayyen olduğu haldedir. Düşün. M E T İ N Birkimse «malımın üçtebiri Zeyd ile Amr arasındadır dese ve Amr o an ölü olsa, üçtebirin yarısı Zeyd´indir. Çünkü «arasındadır» kelimesi yarı yarıya bölünmeyi icab ettirir. Hatta «Zeyd» ve «arasında» kelimelerini söyleyip ikinci şahsı söylemeden süküt etse yine üçtebirin yarısı Zeyd´indir. Vasî vasiyet vaktinde fakir olduğu halde, malının üçte birini vasiyet etse vasiyet edilen şey bir ayn veya muayyen bir nevi olmadığı takdirde öldüğü zaman malının üçtebiri musa lehindir. İster o malı vasiyetten evvel kazansın isterse sonra kozansın... Çünkü vasiyetin ölümden sonrası için icap olduğu bilinmektedir. Ama eğer, malından bir aynı veya koyunlarının üçte biri gibi, nevi vasiyet etse ve bunlar vasî ölmeden evvel telef olsa vasiyeti batıl olur. Çünkü vasiyet, ayna bağlanmıştır. Vasiyet ettiği ayndan başkasını kazansa bile onun yok olması ile batıl olur. Vasiyet anında koyunları olmadığı halde mevcut olmayan koyunlarından üçte birini vasiyet etse ve sonra koyun sahibi olsa, sonra da ölse sahih görüşe göre vasiyeti sahihtir, çünkü vasiyetin nevie taalluku mala taalluku gibidir. «Malımdan bir koyun onundur» dese fakat koyunları olmasa, bir koyunun kıymeti verilir. Koyunları olmadığı halde, «koyunlarımdan bir koyun onundur» dese, yine batıl olur. Bazı âlimlerce ise bunun sahih olduğu söylenmiştir. Malın, sığır, elbise ve benzeri bütün türlerinde de hüküm aynıdır. Zeylaî. Malının üçtebirini, üç tane olan ümmü´l-veled cariyelerine, fakirlere ve miskinlere vasiyet etse beş sehimden üçü ümmü´l-veledlere, bir sehim fakirlere ve bir sehim de miskinlere verilir. İmam Muhammed´e göre ise, malın üçtebir yediye taksim edilir: Üçü ümmü´lveled lere ikisi fakirlere ikisi de miskinlere verilir. Çünkü «fukara» ve «mesakin» kelimeleri çoğuldurlar: Çoğulun da en azı ikidir. Biz deriz ki «fukara» ve «mesakin» kelimelerindeki cinsiyet ifade eden harfi tarif onlardaki çoğul manasını iptal eder. Malının üçte birini Zeyd´e ve miskinlere vasiyet etse, yarısı Zeyd´e yarısı da miskinlere verilir. İmam Muhammed´e göre ise yukarda geçtiği gibi bu üçtebir, üçe taksim edilir; biri Zeyd´e ikisi de miskinlere verilir. Malının üçte birini Zeyd´e, fakirlere ve miskinlere vasiyet etse İmam´a ve üçe, Ebû Yusuf´o göre ikiye İmam Muhammed´e göre de beşe taksim edilir. İhtiyâr. Malını miskinlere vasiyet etse, birtek miskine sarf edebilir. İmam Muhammed ise, yukarda geçen esasa göre, iki kişiye sarf edeceğini söylemiştir. Ona göre miskinlere vasiyet edilen şeyin iki kişiden azına sarfedilmesi caiz değildir. İmam Muhammed ile Şeyhayn arasındaki ihtilaf miskinlere, (şu miskinler diye) işaret edilmediğindendir. Eğer bir topluluğa işaret ederek, «malımın üçte biri şu miskinlerindir» dese imamların ittifakı ile bunun birtek miskine sarfedilmesi caiz değildir. «Belh fakirlerine» vasiyet etse ve mal onlardan başka fakirlere verilse İmam Ebû Yûsuf´a göre caizdir. Fetva da bu görüşe göre verilir. Hulâsa ve Şurunbulâliye. İ Z A H «Çünkü «arasındadır» kelimesi yarı yarıya bölünmeyi icab ettirir. » Zâhir olan şudur: Böyle olması, «arasında» kelimesinin burada olduğu gibi iki müfred kelimeden sonra geldiği takdirdedir, Ama eğer «Zeyd, Amr ve Bekir arasındadır» sözü gibi üç müfredden sonra gelirse o zaman onların sayısına göre taksimi gerektirir. Binaenaleyh «Zeyd» ve «arasındadır» kelimelerini söyleyip sussa o zaman vasiyet ikiye taksim edilir. Çünkü ortaklığın en azı iki kişi arasındadır. İkiden yukarısının ise sonu yoktur. «Arasında» kelimesinin iki oğuldan sonra gelmesi hususunda Mirac´ta şöyle denilmiştir: «Zeyd´in oğulları ile Bekir´in oğulları arasındadır» dese ve bunlardan birinin hiç oğlu olmasa o zaman üçtebirin tamamı, diğerinin oğullarının olur. Zira vasi üçtebirin tamamını Zeyd´in oğulları arasında ortak kalmıştır. Hatta sadece Zeyd´in oğulları deseydi yine üçtebir onlar arasında taksim edilirdi, çünkü ortaklık sabit olmayınca, üçtebirin tamamı onların aralarında taksim edilir. «Filan kişinin oğulları ile falan arasındadır» sözü de yukardaki gibidir. Yani «arasında» kelimesinin tekrarlanması ile tekrarlanmaması orasında fark yoktur. «Fakir olduğu halde ilh...» Gelecek olan mutlak hükmün kolay anlaşılması için bu sözün yazılmamış olması daha iyi idi. T. «Çünkü vasiyetin ölümden sonrası için icab olduğu bilinmektedir.» Yani vasiyet bir malı ölümden sonra temlik etmek akdidir. Bundan dolayı, temlik edilen malını kabul edilmesine reddedilmesine ölümden sonrasında itibar edilir. Hükmü de ölümden sonra sabit olur. «Ama eğer malından bir aynı veya ilh...» Bunun özeti şudur: Geçen tafsilatsız hüküm, sadece ayn veya tür olmayan ve malın tamamında şûyi olan vasiyet akdidir. Bunun dışındakilerde ise tafsilat vardır. Şöyle ki: Bir kimse koyunları olduğu halde, koyunlarının üçte biri gibi, bir aynı vasiyet ederse bu aynın vasiyet anında mevcut olanına itibar edilir. Çünkü bu vasiyet, izafei ahdiye ile belirtilmiştir. İzafe-i ahdiye de ahd için olan harfi tarif gibidir. Ama eğer koyunları olmadığı halde, koyunlarının üçte birini vasiyet ettiğini söylese bu vasiyet gibi ölüm anında koyunları varsa muteberdir. Çünkü bu bir ayn değildir ki vasiyet onunla kayıtlansın. Zira burada ahdiyet yoktur. İşte benim anladığım budur. Düşün. «Koyunları olmadığı halde ilh...» Veya olduğu halde helâk olsa, Mihâc. Şayet malında birtek koyun olsa, varisler koyunu veya kıymetini vermekte muhayyerdirler. Nihâye. «Bir koyunun kıymeti...» Mirâc. «Koyunlarımdan bir koyun onundur sözü ise bunun hilafınadır ilh...»İkisi arasındaki fark şudur: Birincisinde, malından bir koyun, vasiyet etmesinden onun bir koyunun maliyetini vasiyet ettiğini anlıyoruz, koyunun maliyeti de mutlak malda bulunur. İkincisinde ise, koyunları olmadığı halde koyunlarından bir koyunu vasiyet etmesinden muradının koyunun bizzat kendisi olduğunu anladık. Çünkü onu koyunlarından bir cüz kılmaktadır. Zeylaî. «Yani koyunu olmadığı halde ilh...» Şârih burada İbnu Kemâl´e uymuştur. Zira Hidâye ve diğer kitaplardaki ifadeye zıt bir ifade kullanmıştır. İbnu Kemal demiştir. «Koyunu olmadığı halde demiştir» dedi Hidâye sahibinin dediği gibi «koyunları olmadığı halde dememiştir. Çünkü koşun, koyunlardan bir ferddir. Bir koyunu olmayanın koyunları da yoktur, aksi ise böyle değildir. Şart olan çokun olmaması değil cinsin olmamasıdır. Hatta, bir koyunu olsa vasiyeti sahih olur. Bu ifadede Sadru´ş-Şeria´ya red vardır. Zira o «bir tek koyun bulunması halinde yine vasiyet batıl olur» demiştir. Ben derim ki: İbnu Kemâl´in bu ifadesinde itiraz edilecek bir nokta vardır: Çünkü vasiyet eden çoğul, lafzı ile «koyunlarımdan bir koyun» demiştir. Hiç koyunu olmayan veya birtek koyunu olan kimsenin, koyunları yoktur. O zaman her iki şekilde de vasiyet batıl olur. Çünkü her iki şekilde de «koyunları» yoktur. İşte bununla anlaşılmaktadır ki vasiyetin batıl olmasının şartı koyun cinsinin olmaması değil, «koyunların» olmamasıdır. Bundan dolayı Sadru´ş-Şeria, Hidâye´nin ibaresinin daha şumûllü olduğunu söylemiştir. Zira Hidâye´nin ibaresi her iki şekilde de vasiyetin batıl olduğuna delalet eder. «Malına izafe etmemesi de aynı şekildedir»Şârih bunu katî olarak söylemiştir. Halbuki Hidâye, Tebyîn ve Minah´ta şu şekilde ifade edilmiştir: Bazı âlimler tarafından bu vasiyetin sahih olmadığı söylenmiştir. Çünkü vasiyeti sahih kılan şey onun mala izafe edilmesidir. İzafesiz olduğunda koyunun sûretine ve manasına itibar edilir. Bazı âlimler tarafından da bu vasiyetin sahih olduğu söylenmiştir. Çünkü mülkünde koyun olmadığı halde, koyunu zikredince muradının koyunun maliyeti olduğu anlaşılır. Düşün. «Çoğulun da en azı ikidir» Yani mirasta... Vasiyet de mirasın bir eşidir. İbnu Kemâl. «Çoğul manasını iptal eder». Eğer bunu, belirsiz olarak zikretmiş olsa, biz de İmam Muhammed´in dediği gibi söyleriz. Zeylai. BİR UYARI : Bu vasiyet, ölümü ile azad edilen ümmü´l-veledlere veya başka ümmü´l-veledleri yoksa hayatında azad edilen ümmü´l-veledlere ait olur. Eğer her iki türden de ümmü´l-veledleri olsa, o zaman vasiyet ölümü ile azad edilecek olan ümmü´l-veledlerdir. Çünkü örfe göre ümmü´l-veled ismi bunlara verilir. Hayatında azad edilenlere ise ümmü´l-veled değil mevâlî denilir. Hayatında azad edilenlere ancak, ölümü ile azad edilecek ümmü´l-veledleri olmadığı zaman sarfedilir. Çünkü onlardan başka ümmü´l-veled denilecek kimse yoktur. Bu bahsin tamamı Zeylai´dedir. «Ebû Yusuf´a göre yarı yarıya taksim edilir» Çünkü fakirler ve miskinler mana itibariyle aynı sınıftırlar. Zira her iki kelime de ihtiyaç ifade eder. İhtiyâr. Şu kadar var ki geçen meselede Ebû Yusuf´un görüşü İmamı Azam´ın görüşü gibidir. O zaman burada Ebû Yusuf´un iki görüşünü ayırmaya ihtiyaç vardır. Düşün. «Yukarda geçene göre ilh...» Yani cem´in en azına itibar edilmesine göre. «... Caizdir». Ama efdal olan Belh fakirlerine sarfedilmesidir. Hulasa. M E T İ N Bir kişiye yüz dirhem başka birine daha yüz dirhem vasiyet etse ve üçüncü birisine de «seni onlara ortak ettim» dese üçüncü kişi her bir yüz dirhemin üçte birini alır. Çünkü ilk iki kişinin payları eşittir. Böylece üçü arasında eşitliği sağlamak mümkündür. O zaman musâ lehuların ilk ikisinden herbirine yüz dirhemin üçte ikisi verilir. Bir kişiye dörtyüz dirhem, başka birisine de ikiyüz dirhem vasiyet etse ve üçüncü bir şahsa da «seni onlara ortak ettim» dese, üçüncü şahıs diğerlerine vasiyet edilenlerin herbirinin yarısını alır. Çünkü birinci ve ikinci kişilerin payları farklıdır. Böylece üçüncü şahıs bunlardan herbirine eşit olur. Bir kişiye malının üçte birini vasiyet etse, başka birine de «seni ona ortak ettim» veya «seni onunla beraber vasiyete dahil ettim» dese, zikrettiğimiz sebepten dolayı, üçte biri ikisi orasında taksim edilir. Vârislerine: «Falan kişiye borcum var, onu tasdik ediniz» dese, malının üçte. birine kadarkinde tasdik edilmesi istihsanen vaciptir. «Kim benden bir alacağı olduğunu iddia ederse onu veriniz» sözü ise bunun aksinedir. Çünkü bu söz, şeriata muhaliftir. Ancak «eğer vasi vermeyi uygun görürse veriniz» derse, o zaman üçtebirden verilmesi caiz olup, vasiyet olur. «Falan kişi malımdan ne iddia etmişse o doğrudur» dese eğer o adam daha önce belirli bir şey iddia etmişse iddia ettiği şey onundur. Aksi halde ona bir şey verilmez. Mücteba. Eğer yani varislerine söylediği «falan kişinin benden alacağı var, onu tasdik ediniz» sözüyle birlikte birçok vasiyetler yapmış olsa, terikenin üçtebiri vasiyet sahiplerine ayrılır, üçte ikisi de varislere verilir. Vasiyet sahipleri ile varislerden herbirine «onu dilediğiniz şeyde tasdik ediniz» denilse o zaman, üçte birden kalan miktar vasiyet edilen kişilerindir. Borç, iki haktan önce olsa da meşgul olmasından dolayı geri kalmıştır. Onun taayyün yolu da zikredilendir. Bu durumda varislerden ikrar ettiklerinin üçte ikisi, musa lehlerden de ikrar ettiklerinin üçte biri alınır. Geri kalan da onların olur. Eğer alacaklı kişi fazla olduğunu iddia ederse bunlardan herbiri bilgisi olmadığına yemin eder. «Ben derim ki: Bir de şu husus kalmıştır; eğer vasiyetler üçte birden az olursa üçte birin tamamı mı vasiyetler için ayrılır yoksa vasiyetler kadar mı ayrılır.? Bu hususu görmedim. Yine, şu da kalmıştır: Varislerin üçtebirden fazlasını tasdik etmeleri gerekir mi? Bu hususta İbni Kemâl´e müracaat edilsin. İ Z A H «Çünkü ilk iki kişinin payları eşittir» Çünkü lügat bakımından şirket, eşitlik içindir. Bundan dolayı da Allah Teâlâ´nın «onlar üçte birde ortaktırlar» sözü eşitliğe hamledilmiştir. Zeylai. «Çünkü birinci ve ikinci kişilerin payları farklıdır.» Buna göre üçü arasında eşitlik gerçekleşmediğinden dolayı, biz eşitliği. üçüncü kişinin, onlardan herbirine vasiyet edene eşit olmasına hamlettik. Bu durumda da üçüncü şahıs her ikisine vasiyet edilen miktarların yarılarını alır. Birisi Zeyd´e bir cariye başka bir câriyeyi de Bekir´e vasiyet etse, sonra da üçüncü bir şahsa «seni onlara ortak kıldım» dese, eğer iki cariye kıymet bakımından farklı iseler üçüncü şahıs fukahanın icmaı ile herbir cariyenin yarısını alır. Eğer eşit iseler İmamı Azam´a göre kölenin taksim edilebileceğine binaen yine herbir cariyenin yarısını alır. İmameyn´e göre ise kölenin taksim edilemeyeceğine binaen herbir cariyenin kıymetinin üçte birini alır. Zeylaî özette... «Zikrettiğimiz sebepten dolayı ilh...» Yani eşitliğin mümkün olmasından dolayı... T. «İstihsânen ilh...» Kıyasa göre ise tasdik edilmez. Çünkü meçhul olan bir şeyi ikrar etmek sahih olsa bile ona ancak, beyan edildikten sonra hükmedilir. Vasiyet edenin «onu tasdik edin» sözü şeriate muhalif olarak sâdır olmuştur. Çünkü iddia edilen şey ancak delil ile tasdik edilir. İstihsanın illeti şudur: Hakkın aslı borçtur. Borcun miktarı da vasiyet yoluyla sâbit olur. M; «Çünkü bu söz şeriata muhaliftir.» Bu söz Şârihin «bunun aksinedir.» Sözünden anlaşılan batıl oluşun gerekçesidir. T. Bu meselede musa leh meçhul olduğu için burada istihsân ile hükmedilmez. «... Vasiyet olur». Zira onu vasinin reyine havale etmiştir. Bunu Musannıf ifade etmiştir. Bunda. vasiyet edilen kişi meçhul de olsa havale edilen vasiyetin sahih olduğuna işaret vardır. Bunu vasiyetler kitabının başında takdim etmiştik. «Eğer o adam daha önce» belirli bir şey iddia etmişse ilh...» Yani mukir hayatta iken. T. «İddia ettiği şey onundur.» Bu da iddia ettiği şeyin, vasi tarafından ikrarı olur. T. Yani malın tamamından verilir. Ama Halebi´nin : «iddia ettiği şey üçte birden verilir» sözü, davanın mukirrin ölümden sonra oluşuna binaendir. Burada itirazi bir görüş vardır .bundan dolayı da Tahtavî şöyle demiştir: «iddia etmişse» sözünü «iddia ederse» sözüyle tevil etmek, ibareden akla ilk gelen manaya ters düşer. Ama birinci mesele bunun hilafınadır, Çünkü burada vasiyet eden kişi kendisinin borcu olduğunu ispat etmiş ve onun takdirini varislerine havale etmiştir. «Aksi halde ona birşey verilmez.» Bu tafsilat Ebu´l-leys´indir ve o. bu meselede herhangi bir rivayet olmadığını zikretmiştir. Bu Kifâye´de İfade edilmiştir. «Terikenin üçte biri vasiyet sahiplerine ayrılır.» Çünkü vasiyetler üçte birdeki bilinen haklardır. Miras da üçte ikide malum olandır. Borcu ikrar ise •bilinen bir borç olmadığı gibi, bilinen bir vasiyet de değildir. O zaman bilinen ortak olmaz. Bundan dolayı da bilinenin ayrılmasını öne aldık. Zeylaî. «O zaman üçte birden kalan miktar vasiyet edilen kişilerindir». Musannıfın bunu metinde kısa olarak ifade etmesi kasdedilen manaya kâfi değildir. Musannıfa düşen şarihin, «o zaman varisler...» sözüyle zikrettiği tafsilatı zikretmesiydi. Nitekim Mülteka, Dürer ve Islah´ta böyle yapılmıştır. «Borç iki haktan ilh...» Bu, bir sorunun cevabıdır. Soru da şudur:«Falan kişiye borcum vardır» sözü, borcu ikrardır. Borç ise varislerin ve musa lehlerin haklarından önce verilir. öyle olduğu halde musannıf bu meselede neden vasiyet edilenlerin ve varislerin haklarının borçtan evvel ayrılacağını söyledi? «Zikredilendir» Yani her iki fırkanın da tasdikleri... «O zaman varislerden ikrar ettiklerinin üçte ikisi alınır.» Çünkü her gurup bir, sehim ile ikrar edilince terekede her iki payda da şâyi olan bir borç olduğu ortaya çıkar. O zaman borç onlardan, ellerinde terekeden olan miktar hesabınca alınır. Aynî ve diğerleri. «Geri kalan da onların olur.» Yani üçte birden kalan vasiyet sahiplerinin, üçte ikiden kalan da varislerin olur. Hatta eğer musâ lehler borcun yüz dirhem olduğunu söyleseler mukarrun lehe ellerinde olanın üçte biri verilir. Eğer birşey artarsa o da yine kendilerinindir. Eğer varisler borcun üçyüz dirhem olduğunu söyleseler ellerindekinin ikiyüz dirhemi mukarrun lehe verilir. Şayet birşey artarsa o da yine onlarındır. ama artmazsa birşey verilmez. İtkâni. «Bilgisinin olmadığına ilh...» Yani mukarrun lehe ondan daha fazla verileceğini bilmediklerine dair yemin ederler. Zeylaî şöyle demiştir: «Zira bu yemin, başkasının yapmış olduğu şeye dair yemin ettirmektir. Yani muddaî ile ölen kişi arasında cereyan eden birşey üzerine yemin ettirmektir. Yoksa kendi yapmış olduğu şeye değil... Bu durumda da kesin bir şekilde yemin ettirilmez; «Ben derim ki: Şu husus kalmıştır ilh...» Bu, şundan kaynaklanmaktadır: Musannıfın diğer müelliflerinki gibi olan «üçtebir vasiyet sahiplerine ayrılır» sözü, vasiyetlerin terikenin üçte birini kapsadığını açık olarak ifade eder. Bunu Zeylai ve İbnu Kemal de sarih olarak söylemişlerdir. Nitekim müşkil bahsinde gelecektir. O halde bu ifadeden vasiyetlerin üçte birden az oldukları durumun hükmü bilinemez. Evet, bundan vasiyetler kadarının ayrılacağı anlaşılır. Ama yalnız vasiyetler kadarı ayrılınca üçtebirden kalan miktarın hükmünün ne olduğu kaldı. Eğer vasiyet sahipleri ile varislerden herbirine; «istediğiniz miktarı tasdik edin» denilse herbir guruptan ne kadar alınır? Tahtavî şöyle demiştir: «Fukahanın geçen meselede zikrettiklerine kıyasla, onlardan herbirinin elindekine bakılır ve tasdik ettikleri şeyi hisseleri miktarınca vermeleri gerekir.» Ben derîm ki: Şu husus da kalmıştır; vasinin borçları için vasiyet sahiplerinden alınanı vasiyet sahipleri vasiyetlerinin tamamlanması için rücû ederek terekenin üçtebirinden alabilirler mi? Bu soru Ayni´den naklen geçtiği gibi mukarrun lehin aldığı şeyin iki gurubun da ikrarından sonra terekede şâyi bir deyn olduğu hükmünden kaynaklanır. Üçtebirden de onların vasiyetlerini tamamlayacak miktar kalmıştır, ama geçen mesele bunun hilâfınadır, çünkü orada vasiyetler terikenin üçtebirini tamamen kapsamıştır, İtkânî´nin de geçen meselede tasrih ettiği gibi mukarru lehin aldığı şey onlar hakkında vasiyettir? Bunun cevabını görmedim. Düşün. «Yine şu da kalmıştır: Varislerin üçtebirden fazlasını tasdik etmeleri gerekir mi?» Evlâ olan, «onlara nasıl gerekli olur» demesiydi. Bu da, varislerin üçtebirini vasiyet sahiplerine ayırmalarından sonra vasiyet eden kişiye tasdiklerini gerektirmesi hususunda müşkildir. Şârihin «bu hususta İbnu Kemal´e müracaat edin» sözünde, «bu hususta» demesinin sebebi bu konuda Şârihin söz etmemesidir. Çünkü İbnu Kemal´in zikrettiği geçen mesele üzerinedir. Şu kadar var ki İbnu Kemal´in zikrettiğinden, şârihin söz etmediği bahsun cevabı da anlaşılır. Nitekim bunu yukarda takrir etmiştik. Anla. İbnu Kemâl´in ibaresi şöyledir: «Bu meselenin şu bakımdan müşkil olduğu söylenmiştir: Varisler onu üçtebire kadar olanda tasdik ederler, ama üçtebirden fazlasında tasdik etmeleri gerekmez. Burada ise varislerin onu üçtebirden fazlasında da tasdik etmelerini gerektirir. Çünkü vasiyeti sahipleri vasiyetler terikenin üçtebirinin tamamını kapsadığı takdirde, üçtebiri almış olurlar ve varislerin ellerinde üçtebirden birşey kalmaz. O zaman varislerin onu tasdik etmeleri gerekmez.» İbnu Kemal´in «şu bakımdan müşkil olduğu söylenmiştir: Varisler onu üçtebire kadar olanda...» sözü, vasiyet edenin borcu ikrarı ile birlikte, vasiyet yapmadığı mesele hakkındadır. «Burada» sözü ise borcu ikrarla birlikte, vasiyette bulunduğu mesele hakkındadır. Bu iskâlin aslı da imam Zeylai´nindir. Buna, Allame Makdisî şu şekilde cevap vermiştir: İkrar edilen şey için iki benzerlik vardır; birisi vasiyete benzemesi ki o da vasiyetin çıktığı yerden (üçtebirden) çıkar diğeri de borca benzemesidir. Çünkü mukir ona borç ismini vermiştir. O zaman ikrar edilen hak şeklen borç mana olarak da vasiyettir. Vasiyet olmadığı zaman onu vasiyete benzeme tarafına riayet edilir, vasiyet olduğu zaman da borca benzemesine riayet edilir. Çünkü vasiyet ite birlikte onun da kati olarak söylenmesi, ayrı şeyler olduklarının delilidir. O zaman varisler ile musa lehu taraflarına riayet edilerek üçtebirden fazlasında tasdik olunur. Çünkü vasi bu hususta onların bilgilerine ve varislerinin zimmetim kurtarmaya çalışacaklarına güvenerek, onların dilemelerine bağlanmıştır. Allame Kadızâde de bu işkali başka bir şekilde cevaplandırmış, ancak bu Şurunbulâliye´de reddedilmiştir. Şurunbulâliye bu işkâli Makdisî´ninkine yakın bir şekilde cevaplandırmıştır. Bu iki cevap için Halebi´nin haşiyesine müracaat et. Konu Başlığı: Ynt: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 20:27:05 M E T İ N
Bir yabancıya ve varisine. veya kâtiline birşey vasiyet etse vasiyet ikiye ayrılır. Varisine ve katiline yapmış olduğu vasiyet batıl olur. Çünkü daha önce geçtiği üzere ikisi de vasiyet ehlindendir. Bundan dolayı da varisin icâzeti ile sahih olur. Ama bir yabancıya ve varisine bir aynı veya borcu ikrar etmesi bunun aksinedir. Çünkü bu ikrar yabancı hakkında da sahih değildir. Zira bu. aralarında geçen bir akdin ikrarıdır. O akdin bir kısmı lağv olduğu zaman zarureten geri kalan kısmı da lağv olur. Bazı âlimler tarafından. bu hükmün birbirlerini tasdik ettikleri takdirde söz konusu söylenmiştir. Eğer biri diğerinin o ayn veya deynde ortak olduğunu inkar ederse İmam Muhammed´e göre yabancının hissesindeki ikrarı sahihtir. Ebû Hanife ve Ebû Yusuf´a göre ise yukarda söylediğimizden gerekçeden dolayı ikrarı tamamında batıldır. Zeylai. Eğer, iyi, orta ve adi olan üç elbiseyi üç kişiye her birine bir elbise olmak üzere vasiyet etse ve bunlardan biri zayi olsa, kendisine vasiyet edilen kişi de bunu bilmese ve varis musa lehlerden herbirine «senin hakkın helâk oldu» dese bu vasiyet. «şu iki kişiden birine vasiyet ettim» demesi gibi müstahikin mechuliyetinden dolayı vasiyet batıl olur. Ancak vârisler müsamaha yaparak geri kalanı onlara teslim ederlerse o zaman sahih olur. Çünkü teslime mani olan durum ortadan kalkmıştır. ki o da ikrardır . O zaman iyi elbise vasiyet ettiği kişiye iyi elbisenin üçte ikisini, adi elbise vasiyet ettiği kişiye adi elbisenin üçte ikisi, vasat elbise vasiyet ettiği kişiye de iyi elbise ile âdi elbisenin üçte birleri verilir. Çünkü eşitliği sağlamak imkan ölçüsündedir. (Şarihin, o da inkârdır sözü ilh...») «O cehalettir. dese idi daha iyi olurdu. Çünkü Zeylaî´de belirtildiği üzere, teslime mani olan odur. Zeylaî şöyle demiştir: ....Onun manası ne?» O halde vasiyet sahih olur. Çünkü o aslında sahihtir. Ancak, sonradan arız olan, teslime mani bir engelden dolayı batıl oldu. O da Cehâlettir. Teslim ile bu mani ortadan kalktığı için sıhhate inkılab etti. Ortaklardan birisi aralarında ortak olan bir evden muayyen bir odayı bir kişiye vasiyet etse ve ev taksim edildiği zaman vasiyet edilen oda vasiyet edilen kişinin payına düşse o oda musâ lehindir. Ama eğer onun payına düşmezse o zaman hissesine düşenden o odamın ölçüsü kadarı musâ lehe verilir. Sadru´ş-Şeria ve diğerleri bu taksimin vacip olduğunu sarahaten söylemişlerdir. Şayet musannıf: «Taksim edildiği zaman eğer onun payına düşerse...» deseydi daha iyi olurdu. Ortak bir binadan muayyen bir odanın başkasının olduğunu ikrar etmesi de zikredilen hükümde vasiyet gibidir. Muayyen bir bini (bin dirhemi) vasiyet etse, yani bu bin vasinin yanında vedia olarak başkasının malı ve mal sahibi vasiyet eden kişi öldükten sonra bu vasiyete icâzet vererek o malı musâ lehe teslim etse sahihtir. Ama onun, icâzetten sonra da, men´e hakkı vardır, çünkü icâzeti teberrudur. O halde o malı teslim etmekten imtina etme hakkına sahiptir. Ama teslimden sonra artık dönemez. Şerhu Tekmile. Malının üçtebirinden fazlasını vasiyet etmesi, katiline veya vârisine vasiyet etmesi ve varislerin de buna icâze vermeleri ise bunun aksinedir. Çünkü onların icâzetten sonra men etme hakları yoktur. Belki vasiyet edilen şeyi musâ lehe teslim etmeğe zorlanırlar. Çünkü icâzet verilen kimsenin alacağı şeyi bize göre vasiyet eden tarafından İmam Şafii´ye göre ise icazet veren tarafından temlik olduğu tekarrur etmiştir. Ölen babalarının terikesinin aralarında taksiminden sonra, iki oğlundan biri: babasının, malın üçtebirini vasiyet ettiğini ikrar etse bu ikrar kendi payının yarısında değil istihsanen üçtebirinde sahihtir. Çünkü terike iki oğlunun elinde olduğu halde, terikede şâyi olan bir üçtebiri ikrâr etmiştir. Bu durumda ikrâr eden kişi, terikeden kendi payına düşenin üçtebirini ikrar ettiği gibi kardeşinin payına düşenin üçtebirini de ikrar etmiş olur. (Başkasının aleyhindeki blr ikrar sahih olmayacağına göre, sadece kendi hissesindeki ikrar geçerlidir.) Ama bunlardan bir tanesi terikenin taksiminden sonra babasının borçlu olduğunu ikrar ederse. onun, borcun hepsini vermesi gerekir. Çünkü borç mirastan önce gelir. Bir kişi birisine bir cariye vasiyet etse ve o cariye, vasinin ölümünden sonra bir çocuk doğursa; cariye çocuğu ile birlikte terikenin üçtebirinden çıkarsa her ikisi de musâ lehin olur. Eğer çıkmazsa, evvela cariyenin sonra da çocuğun üçte birini alır. Çünkü tâbî olan şey, asla müzahamet etmez. İmameyn ise her ikisinden de eşit olarak alacağını söylemiştir. Cenînin annesine tabi olarak vasiyetten sayılması terikenin taksimi ile musâ lehin kabûlünden önce doğduğu takdirdedir. Eğer daha sonra doğarsa, o zaman o çocuk musâ lehindir. Çünkü onun mülkünün ürünüdür. Kudûrî´nin zikrettiğine binaen taksimden evvel musâ lehin, kabulünden sonra doğarsa hüküm yine aynıdır. Ama eğer vasiyet edenin ölümünden evvel doğarsa o zaman vârislerin olur. Cariyenin kazancı da geçen hükümlerde çocuk gibidir. i Z A H «Daha önce geçtiği üzere ilh...» Yani geçen asıl kaideye göre... «Çünkü bu, aralarında geçen bir akdin ikrarıdır». Bu şekilde gerekçelendiren başka birini görmedim. Burada düşünülmesi gereken bir husus var; çünkü ikrâr, mukir ile mukarrun leh arasında bir akdin geçmiş olmasını gerektirmez. Ancak mülkiyetin geçmişte mukarrun leh için olduğunu iktiza eder. Bunun illeti Kadıhan´ın Camiu´s-Sağir şerhinde söylediği şu sözlerdir: «İkrar ile vasiyet arasındaki fark şudur; Ikrar geçmişte olan birşeyi haber vermektir. Eğer mukirin, yabancıya ikrarı sahih oluşu, müşterek borç olan muhberu bih (haber verilen şey) sabit olur. Çünkü mukir, müşterek olan bir borcu ikrar etmiştir. Bu şekilde de borç sabit olur. Buna göre yabancının, ikrâr sebebiyle aldığı herhangi bir şeyi, ortaklık hakkı bulunduğundan dolayı varis de alır. O zaman bu, vârise ikrâr olur. Ama vasiyet başlangıçta her ikisi için de temliktir. Temlikin. birisi hakkında batıl oluşu diğeri hakkında da batıl olmasını gerektirmez. Bunun benzeri Hidâye ve Zeylaî´de de vardır. «Üç kişîye ilh...» Şöyle ki; «Zeyd´e kumaşın iyisini, Amr´e ortasını Bekir´e de adisini vasiyet ettim» dese... İtkanî. «... Ve bunlardan biri zâyi olsa ilh...» Yani vasiyet eden kişi öldükten sonra... T. Şilbî´den. «Varis de bunlardan herbirine «senin hakkın helak oldu» dese ilh...»Yani helâk olanın, senin hakkın olması ihtimali vardır... Demekki musannıfın bu ifadesinde mecaz vardır. Yoksa herbirinin hakkının helâk olması ancak üç elbisenin de zâyi olmasında tasavvur edilir. Aksi halde yalan olur. Bu meseledeki Camiu´s-Sağir şerhlerindeki ifade daha iyidir. O ifade de şöyledir: «Varisin inkarından murâd» sizden birinizin hakkı batıl oldu, kimin hakkının bâtıl olup kiminkinin kaldığını da bilmiyorum o zaman size hiçbirşey teslim etmiyorum» demesidir» Bunu. Turî ifade etmiştir. «Şu iki kişiden birine vasiyet ettim, demesi gibi ilh...» Burada vasiyetin batıl olması imam´a göredir. Nitekim bu «zımminin vasiyetleri» bahsinden hemen önce gelecektir. «Çünkü teslime mani olan şey ortadan kalkmıştır.» Yani vasiyetin sıhhatine değil, teslime mani olan... Çünkü sıhhatine manî olan şey cehalet olup, o bakidir. Düşün. «Bu da inkârdır» Yani varislerin, musâ lehleri haklarının bâki olduklarını inkâr etmeleridir. «Bu durumda iyi elbise vasiyet ettiği kişiye ilh...» Yani haddi zâtında iyi olan. «Üçte ikisi» sözünün manası ise kalan iki elbiseden iyi olanın üçte ikidir. Bu şekildeki taksimin vechi şudur: Vasat elbise vasiyet edilen kimsenin hakkı, eğer zâyi olan elbise katanlardan daha üstün ise. kalanların iyisindedir. Eğer onlardan aşağı olursa, o zaman onun hakkı, kalanların hangisi daha âdi ise, ondadır. Buna göre vasat elbise vasiyet edilen kişinin hakkı birinci seferinde birine diğer seferinde de öbürüne taalluk eder. Eğer helâk olan, vasat elbise ise o zaman onun kalan iki elbisede hakkı yoktur. Demekki onun hakkı, kalan iki elbiseden herbirinde iki halde değil bir halde taalluk eder ve kalanların herbirinin üçte birini alır. İyi elbise vasiyet edilen kimse de kalanlardan adisini değil iyisini alır. Çünkü adisinde katiyen hakkı yoktur. Adi elbise vasiyet edilen kişi de iyisini değil adisini iddia eder. Bu durumda iyi elbise vasiyet edilen kişiye kalanlardan iyisinin üçte ikisi, âdi elbise vasiyet edilen kişiye de kalanlardan âdi olanın üçte ikisi verilir. Hânî´nin Câmi şerhinden... «...Ve ev taksim edildiği zaman ilh...» Yani hayatta olan ortak ile ölenin vârisleri arasında taksim edildiği zaman... Kâdıhan. «... Düşse ilh...» Yani vasiyet edilen oda ölen kişinin payına düşse... «...O oda mûsâ lehindîr» Yani şeyhayne göre... imam Muhammed´e göre ise vasiyet edilen odanın hepsi değil yarısı musâ lehe verilir. Eğer o oda diğer ortağın payına düşerse, o zaman musâ lehe vasiyet edilen muayyen odanın yansı kadarı verilir. İmamlardan herbirinin delilini taksimin nasıl olacağının izahı ile birlikte Zeylaî tafsilatlı olarak zikretmiş ve bunu da İtkânî ve Sadi tahkik etmişlerdir. «... Daha evlâ olurdu». Zira fukahanın dilinde «ihbar» vücub içindir. «İkrâr etmesi de ilh...» Eğer Dürer ve İslah´da tabir edildiği şekilde «ikrar gibi» deyip, «vasiyet gibidir» sözünü anmasa idi daha iyi olurdu. Zira Kâfi´den naklen Şurunbulâliye´de denildiği gibi, esah olan bu meselenin ittifâkî bir mesele olduğudur. O zaman münasip olan ihtilaflı meselenin bu meseleye benzetilmesi idi, aksi değil... Nitekim âdet böyledir. «Muayyen bir bini (bin dirhemi) vasiyet etse ilh...» Yani «şu bini falana vasiyet ettim» dese. Bunun vedia ile kaydedildiğini şârihten başka kimsede görmedim. Bundan anlaşılan şudur: Eğer «Zeyd´in malından bin vasiyet ettim» diyerek bini tayin etmese asla sahih olmaz. Zeyd vasiyete icâzet vererek onu teslim etse bile böyledir. «O malı musâ lehe teslim etse ilh...» Çünkü onun icâzeti, teberrudur yani hibe menzilesindedir. Hibe de teslim edilmeden tamamlanmaz. Eğer teslim ederse tamamlanır. Câmi şerhi ve diğerleri. «... Dönemez.» Dönülmeme sebebi, daha önce naklettiğimiz ibareden anlaşılacağı üzere: her yönü ile hibe olmaması olabilir. Çünkü vasiyet akdi sahihtir ve icâzete bağlıdır. Zira eğer bâtıl olsaydı icâzet de geçerli olmazdı. Velvâliciye´deki: «Falan kişinin kölesini vasiyet etse sonra da o köleye malik olsa vasiyet bakidir» ifadesi de buna delalet eder. Şu kadar var ki Zeylaî vasiyetin bâki kalmayacağını zikretmiştir. Düşün. «Çünkü tekarrur etmiştir ki ilh...» Bu, iki mesele arasındaki farkın beyanıdır. Bunun özeti şudur: Burada vasiyet ilk anda sahihtir, çünkü vasinin mülküne tesadüf ediyor. Artık onun durulması, varislerin hakkından dolayıdır. Vârisler icâzet verdikleri takdirde hakları düşer ve vasiyet vasî cihetinden geçerli olur. Dürer. «Bize göre vasi tarafından temlik olur.» O zaman vâris, vasiyet edilen nesneyi musâ lehe teslim etmeye zorlanır. Birisi bir köleden başka malı olmadığı halde. hastalığında o köleyi azad etmiş olsa ve vârisler de buna icazet verseler, azad edilen kölenin velâ hakkının tamamı ölen kişinindir. Eğer varis mûrisinin cariyesi ile evli olsa ve mûrisin o câriyeden başka malı olmasa da onu başka birine vasiyet etse câriyenin kocası olan vâris de vasiyete icazet verse nikâhı batıl olmaz. Bu bahsin tamamı Zeylaî´de vasiyet bahsinin başındadır. «İki oğlundan biri ikrâr etse ilh...» Üç veya dört oğlundan biri ikrar etse hüküm yine aynıdır ve o ikrâr kendi payının üçtebirinde sahihtir. Mecma´da da böyle denilmiştir. «Taksiminden sonra ilh...» Bundan anlaşılan. terikenin taksiminden önceki ikrarın sahih olmamasıdır. Düşün. «İkrârı sahihtir ilh...» Bu ikrârın sahih olması, başka bir kişiye üçte biri vasiyet ettiğine dâir beyyine olmadığı takdirdedir. Eğer böyle bir vasiyete beyyine varsa ondan dolayı ikrar eden kişinin bir şey vermesi gerekmez ve ikrarı da batıl olur. Nitekim Tûrî Mebsut´tan bu şekilde nakletmiştir. «İstihsânen ilh...» Kıyas : elindekinin yarısını vermesi idi. Bu da Züferinin görüşüdür. Bu bahsin tamamı Zeylai´dedir. «Onun borcun hepsini vermesi gerekir». Yani eğer miras olarak aldığı ikrar ettiği miktar kâfî gelirse... Şayet bu meselede, mukir başka birisi ile birlikte ölenin borçlu olduğuna şahitlik etse bu şâhitlik kabul edilir. Nitekim bunun tafsilatı Kitabu´l-İkrar´da istisna bâbından hemen önce geçmiştir. «Çünkü borç mirastan önce ödenir». O zamanda, borcun mirastan önce olduğunu ikrar etmiş oluyor. Vasiyet ise bu şekilde değildir. Çünkü musâ leh varislerin ortağıdır. Bu durumda da ancak, varise kendisine verilecek olanın iki katı teslim edildiği zaman birşey alabilir. Zeylaî. «Her ikisi de musâ lehin olur». Zira cariye olan anne terikenin üçtebirine asaleten dahildir. Çocuğu ise annesi ile birlikte olduğu zaman annesine teban dahil olur. Zeylâî. «İmameyn ise her ikisinden de eşit olarak alacağını söylemişlerdir.» Buna göre altıyüz dirhem malı ve üçyüz dirhem kıymetinde bir cariyesi olsa ve cariyesini birine vasiyet etse; tereke taksim edilmeden önce câriye üçyüzdirhem kıymetinde bir çocuk doğursa o zaman musâ lehe İmam´a göre anneyi ve doğan çocuğun üçte birini alır. İmameyn´e göre ise her ikisinin de üçte birini alır. İbnu Kemâl. «Kuduri´nin zikrettiğine binâen ilh...» Hocalarımız demişlerdir ki o çocuk musâ bihidir. (vasiyet edilen şeydir) Dolayısıyla, sülüsten çıkışına itibar edilir. Musa lehin kabûlünden önce doğduğunda da böyledir... Zeylaî. «Cariyenin kazancı da geçen hükümlerde çocuk gibidir» Hindiye´de şöyle denilmiştir: Galle, kazanç ye erş gibi, vasiyet edilen malda, musînin ölümünden sonra musâleh vasiyeti kabuletmeden önce meydana gelen fazlalık vasiyet edilen mala dahil olur mu? İmam Muhammed bunu zikretmemiştir. Kuduri, bu fazlalığın taksimden sonra meydana gelmesi gibi, vasiyet edilen mala dahil olmayacağını, hatta musâ leh ipin malın tamamından sayılacağını zikretmiştir. Ulemamız da o fazlalığın vasiyet edilen mala dahil olup sülüsten çıkışına itibar edileceğini söylemişlerdir. Serahsi´nin Muhit´inde de aynı şekildedir. T. Allah en iyisini bilendir. HASTALIK ANINDA KÖLE ÂZAD ETME M E T İ N Geçerli olan tasarrufta, akd zamanına itibar edilir. Geçerli tasarruf: hükmünü derhal icap ettiren tasarruftur. Eğer köleyi sıhhatli iken âzâd ederse, bu âzâd malının tamamından sayılır. hastalığında âzâd ederse o zaman malının üçtebirinde sayılır. Burada tasarruftan murad: kendisinde teberru manâsı bulunan inşâdır. Hatta hastalığında borçlu olduğunu ikrar etse borç malın tamamından verilir. Birisi hastalığı esnasında kadınla nikâhlansa kadına verilecek mehir mehri misl kadarıyla malın tamamından verilir. Kişinin ölümüne izafe ettiği tasarruf ise, sıhhatli halinde yapmış olsa bile yine terikenin üçtebirinden verilir. Bu tasarruf, şekli: hükmünü, kişi öldükten sonra İcap.ettiren tasarruftur. «Ölümünden sonra hürsün» veya «şu şey ben öldükten sonra Zeyd´indir» demeside böyledir. Sonradan iyileştiği (neticesinde ölmediği) bir hastalık sıhhatli hali gibidir. Kötürümlük, felç ve verem uzayıp yatağa düşürmediği takdirde sıhhatli hali gibidir. Müctebâ. Uzama müddeti bir senedir. Hastalıkta muteber olan namazını oturarak kılmasını mubah kılan hastalıktır. Hastanın âzâd etmesi (mubahat yapması değerinden aşağıya satması) hibe etmesi, vakfetmesi ve zamin olmasının hükümleride vasiyetin hükmü gibidir. Dolayısıyle terikenin üçte birinden verilir. Nitekim vakıf bahsinde takdim ettiğimiz üzere; malının hepsini kapsayacak kadar borçlu olan bir hastanın vakfı batıldır. Hıfzedilsîn ve araştırılsın. Azâd edilen, kendisine ucuza satılan kimseler ve diğerleri darpte vasiyet sahiplerine ortak olurlar. Azâd edilen kölenin âzâdına icâzet verilirse köle artık çalışmaz, zira onun azâdına vârislerin hakkı için mâni olunuyordu. İcâzet ile bu hak düşmüştür. Bir kimse birine fiatından daha ucuza birşey satsa ve bir de köle âzâd etse ve terikenin üçtebiri ikisine kâfî gelmese, o zaman değerinden aşağıya olan satış öne alınır. Bunun aksini yaparsa yani önce köleyi âzâd etse ve sonra birisine muhâbât yapsa (değerinden aşağıya satsa) o zaman ikisi eşittir. İmameyn ise her iki meselede de âzâdın daha evlâ olduğunu söylemişlerdir. «Şu yüz dirhem ile benim yerime bir köle âzâd edin» diyerek vasiyet etse: eğer dirhemlerden bir kısmı helâk olursa o zaman kalan dirhemler ile bir köle alıp âzâd etmeleri geçerli olmaz. Çünkü ibadet kölenin kıymetine göre değişir. Ama hac bunun hilâfınadır. İmameyn ise : Belirli bir miktar para ile köle azad edilmesini vasiyet ile kendi yerine haccedilmesini vasiyetin aynı olduğunu söylemişlerdir. İ Z A H Hastalıkta köle âzâd etmek vasiyetin türlerindendir. Şu kadar var ki buna ait özel hükümler bulunduğu için musannıf bunu müstakil bir bâbda zikretti. Bunu da şarih vasiyetten sonra zikretmiştir. Çünkü sarih vasiyet asıldır. İnâye. «Geçerli olan ilh...» Bu sözü söylemesi izahı ileride gelecek olan ve ölümden sonraya izâfe edilen azâddan, kaçınmak içindir. Çünkü onda muteber olan izafet halidir. «Eğer hastalığında âzâd ederse o zaman malının üçtebirinden sayılır.» Eşbâh´ta: evde oturmayı vasiyet gibi menfaatler ile teberru istisna edilerek bunların,. malın tamamından geçerli oldukları söylenmiştir. Bu bahsin tamamı Eşbah ve haşiyelerinde vardır. «Hatta hastalığında borçlu okluğunu ikrar etse ilh...» Yani varisten başkasına borçlu olduğunu ikrâr etse.. Bu. *inşâ» sözünün muhterizidir. Çünkü bir şeyi ikrar etmek o şeyin olduğunu haber vermektir. «Bir kadınla nikahlansa ilh...» Bu da, şârihln, onda teberru manası bulunur» sözünün muhterizidir. Zira mehri misli kadarıyla nikahlamakta teberru yoktur. Çünkü kadınlık uzun gerdek anında mütekavvimdir ve onun kıymeti mehri misildir. Eğer mehri misil kadınlık uzvu ile karşılaştırılırsa temerru değil bedel olur. Mehri misilden fazlası da ikramdır. Bu ise vasiyet kabilindendir. Zira tenzilat teberru manası bulunan inşâdır. Hulu bedeli de yine vasiyet kabilindendir. Çünkü kadınlık uzvu ayrılma anında mütekavvim değildir. Buna göre, ona karşılık kılınan şey ister az ister çok olsun teberrudur. Rahmeti. «Sıhhatli halinde yapmış olsa bile ilh.. » Zira Dürer´de de olduğu gibi ölüme izafe edilen tasarrufta mûteber olan ölüm anıdır. «...Sonradan iyileştiği bir hastalık sıhhatli hali gibidir.» Bu mesele, Mülteka, İslâh ve başkaları, gibi bütün muteber kitaplarda aynı yerde zikredilmiştir. Halbuki bu mesele «ölüme izafe eden» sözünden daha evvel zikredilseydi daha iyi olurdu. Çünkü ölüm izafe edilen tasarrufta hastalık hali ile sıhhat hali arasında fark yoktur. Düşün. Kuhistâni şöyle demiştir; «Eğer ölüm hastalığına tutulan kişi, bir şey vasiyet ederse, batıl olur. Çünkü sıhhatine kovuşması ile ki onun malında kimsenin hakkının olmadığı açığa çıkmıştır. Hastalığında yaptığı vasiyetin, sıhhatine kavuşması ile bâtıl olması vasiyeti hastalığı ile kayıtladığı takdirdedir. Yani «eğer bu hastalığımdan ölürsem» diyerek vasiyet edersedir. Ama eğer hastalığında bir kayıt koymadan vasiyet etse ve sonra iyileşse, birkaç sene yaşasa bile vasiyeti bakidir. Tettimme´de olduğu gibi... «Muteber olan hastalık ilh...» Bu konudaki muteber olan hastalık, namazı oturarak kılmayı mübah kılan hastalıktır. Bu husustaki malumât «vasiyetler» kitabının başında buradakinden daha tafsilatlı olarak geçti. T. «Değerinden aşağıya satması ilh..» Yani kiraya vermeden, kiralamda, mehirde ve alış verişte... Bir hastanın yüz dirhem değerindeki bir şeyi varis olmayan bir yabancıya elli dirheme satması gibi. Netif´te de böyle denilmektedir. Kuhistânî. Elli dirhem değerinde olan bir şeyi yüz dirheme alsa yine aynıdır. Demek ki bu alışta değer kıymetinden fazla, satışta da noksan olan muhâbâttır, Yani müsâmahadır. Bezzâziye ve diğer kitaplarda muhâbât, «aldatılmamakla» kayıtlanmıştır. Ben derim ki: Vehbâniye´nin icârât bahsinin sonunda şöyle denilmiştir. Ecr-i misli daha fazla olsa bile bir şeyi kıymetinden noksanına icâre vermek câizdir. Şurunbulâli şerhinde şöyle denilmektedir: «Muhâbât´ın şekli şudur: Hasta kişi evini değeri fiatından daha azına kiraya verse: fukaha, bu icârenin aciz olup, malın üçte birinden değil, hepsinden sayılacağını söylemişlerdir. Zira hasta iken evini birisine âriyet olarak verse câizdir. O halde ecri misliden daha az bir fiyata icâreye vermesi evleviyetle caiz olur. Tarsûsî demiştir ki: Bu mesele kâideye muhaliftir. Çünkü fıkıhta asıl kâide şudur: Menfaatler, aynların yerlerine kaim olurlar. Satımda ise feri asla kıyasla malın üçte birinden sayılır. O zaman fark şudur: Satış malın aynına taalluk eden bağlayıcı bir akiddir. Ona vârislerin ve alacaklıların hakları do taalluk eder. İcâre ise nafakaya taalluk eder ve ölümle münfesih olur. O halde ölümden sonra herhangi birşeye taalluk etmesi tasavvur olunmaz. Uyanık ol. Buradaki «nafaka» kelimesi «menfaat» olmalıydı (Mütercimler) İkisinin söyledikleri. ayrı ayrı iki rivâyet olabilir. Nitekim şârih de vasiyetlerin sonunda ferî meseleler bahsinde zikredecektir. «Hibe etmesi ilh...» Yani hibe ettiği şey ölümünden evvel kabzedilirse... Ama bir şeyi hibe etse ve kabzedilmeden ölse vasiyet batıl olur. Çünkü hastanın hibesi hükmen vasiyet olsa bile hâkîkatte hibedir. Nitekim Kâdıhan ve diğerleri de bunu sarahaten söylemişlerdir. T. Mekkî´den. «Zamin olması ilh...» Bu, kefâletten daha geneldir. Zira zâminiyetin bir kısmında zâten kefâlet yoktur. Şöyle ki: yabancı bîr kişi «bin dirhem karşılığında karın ile muhâlaa yap ben zâminim» veya «şu kölemi sat ben zâminim lâkin bin dirhemini değil beşyüz dirhemini.» demesi gibi. Bu durumda, muhâlaa bedelini kadın değil, yabancı adam öder. Kölenin fiatının beşyüz dirhemini de müşteri değil zâmin olan öder. İnâye. BİR UYARI : Bezzâziye´de şöyle denilmiştir: Hastanın kefâleti üç şekildedir: Bir şeklinde sıhhatli iken bir sebebe bağlı olarak kefil olup da o sebebin hasta halinde tahakkuk etmesidir. «Falan kişideki paran kaybolursa ben öderim» demesi buna misaldir. Bir vecihte de hastalıktaki borcu gibidir, yâni hastalığında, sıhhatli iken falan kişiye kefil olmuştum» dese o zaman sıhhatli iken borçlandığı alacaklıları hakkında tasdik olunmaz. Buna göre mekfûlu leh, kefilin hastalığındaki alacaklıları ile beraberdir. Birinci surette ise, mekfûlun leh sıhhatli zamanındaki alacaklılar ile beraberdir. Bir surette de kefâlet diğer vasiyetler gibidir yani´ ötüm hastalığında kefil olması gibidir. «Hükümleri vasiyetin hükmü gibidir». Yani terikenin üçtebirinden verilmesi itibarı ile vasiyet gibidir. Hakikaten vasiyet değildir. Çünkü vasiyet ölülüden sonra gerekli olur. Bu tasarruflar ise peşinen yerine getirilir. Zeylaî. «Araştırılsın». Araştırma sonucu şudur: Vakıf bahsinde geçen hüküm buradaki hükme zıt değildir. Çünkü borçları malını kapsayan kimsenin malının üçtebiri olmaz. Rahmetî. «Darpta vasiyet sahiplerine müzâhim olurlar». Yani âzâd edilen köle muhâbât yapılan, hibe edilen ve mekfûlün leh eğer üçtebir hepsine kâfi gelirse, onda diğer vasiyet sahipleri ile birlikte hesap edilirler. Eğer kâfi gelmezse üçtebirde hisseleşirler. Taksimde de üçte birden. herbirine düşecek miktar kadarına itibar edilir. Benim anladığım budur. T. Ben derim ki: Allâme İtkânî şöyle demiştir: Bunların diğer vasiyet sahipleri ile birlikte üçtebir ile darb edilmelerinden murad, bunların yalnız malın üçtebirini istihkak etmeleridir. Yoksa maksat bunların terikenin üçte birinde diğer vasiyet sahipleri ile eşit olup, hisseleşmeleri değildir. Çünkü hastalıkta geçerli olan âzâd, üçtebirdeki, vasiyete takdim edilir. Ölümünden sonra kölesinin âzâd edilmesini vasiyet etmesi veya «kölem ölümümden birgün yada biray sonra hürdür» demesi yukandakinin hilâfınadır. Çünkü bu diğer vasiyetler gibidir. Özetle... Benderim ki: Geçerli olan muhâbât, yerine getirilen âzâd gibidir. Nitekim musannıfın «vasiyetler içtima ederse» sözünün izahında geçmişti. yakında da gelecektir. «Azâdına icâzet verilirse ilh...» Yani üçtebir kâfi gelmediği takdirde... İcâzet, vasiyet edenin ölümünden evvel olsa bile, üçtebir kâfi gelmediği takdirde köle çalışmaz. Nitekim vasiyetler kitabının baş tarafında Bezzâziye´den naklen takdim etmiştik. «Zira onun âzâdına vârislerin hakkı için mânî olmuyordu» Yani onun azâdının, malın tamamından geçerli olması için varislerin haklarından dolayı kölenin çalışması gerekirdi. Onların icâzetleri ile de, çalışması sakıt oldu. Burada evlâ olan şârihin. «Çünkü çalışmak...» demesiydi. Düşün. «Birine muhâbât yapsa ve bin de köle âzâd etse ilh...» Birincisinin sureti şudur: Kıymeti ikiyüz dirhem olan kölesini yüz dirheme satsa, sonra da yüz dirhem kıymetindeki kölesini âzâd etse ve bu iki kölesinden başka malı olmasa o zaman terikenin üçtebiri muhabâtâ sarfedilir. Azâd edilen köle de kıymetinin tamamını doldurana kadar çalışarak varislere öder. Bunun aksinin sureti de şudur: Yüz dirhem kıymetinde olan kölesini âzad etse sonra da ikiyüz dirhem kıymetindeki kölesini muhabât yoluyla yüz dirheme satsa o zaman yüz dirhem alan üçte biri, ikisi arasında yarı yarıya taksim edilir. Bu durumda. âzâd etmiş olduğu kölenin yarısı müccânen âzâd edilir ve kıymetinin diğer yarısı kadar da çalışır. Kendisine Muhâbât yapılan da, diğer köleyi yüz elli dirhem karşılığında alır. İbnu Kemâl. Bu konuda asıl kaide şudur: Vasiyetlerden, terikenin üçte birini gecen bir vasiyet olmadığı takdirde, vasiyet sahiplerinden her biri vasiyetinin tamamını üçtebirden alır. Bir kısmı diğer kısmına takdim edilmez. Ancak hastalığında yapmış olduğu âzâd ile, ister mutlak, isterse mukayyed olan ölümüne bağlanan âzâd ve hastalığındaki muhâbât diğer vasiyetlere takdim olunurlar. Bu bahsin tamamı Zeylaî´dedir. İmameyn ise her iki meselede de âzâdın daha evlâ olduğunu söylemişlerdir». Yani gecen her iki meselede de. Çünkü âzâda fesh iltihak etmez. İmam´ın delili ise şudur: Muhâbât daha kuvvetlidir. Zira o muavaza akdinin zımnında meydana gelmektedir. Şu kadar var ki, evvela âzâd ederse azâddan da geri dönme ihtimali olmadığı için muhâbâta müzâhim olur. İbnu Kemâl. Zeylaî ve musannıfın Minah´taki; «İmameyn demişlerdir ki: her iki meselede âzâd ile muhâbat eşittirler» sözleri bir kalem hatasıdır. Doğrusu buradaki ifadedir. Nitekim Şilbî de buna dikkat çekmiştir. «Şu yüz dirhem ile...» Yani muayyen olan yüz dirhem ile... Bununla kayıtlamasının sebebi, o yüz dirhemin bir kısmının hetâkinin tasavvur edilebilmesi içindir. Eğer «benim yerime yüz dirheme bir köle âzâd edin» demiş olsa ve yüz dirhem de terikenin üçte birinden fazla olsa, metinde de geçtiği gibi o vasiyet yine batıl olur. «Çünkü ibadet kölenin kıymetine göre değişir». Bu gerekçe ile, köle âzâdı ile hac arasındaki fark açıklanmaz. Halbuki Zeytaî´nin sözü daha uygundur ki o da şudur: İmâm´ın delili: bu vasiyetin, malından yüz dirhem ile alınacak olan kölenin âzâdının vasiyeti olmasıdır. Yüz dirhemden daha az bir kıymetteki bir kölenin âzâdının geçerli olması vasiyet ettiğinin dışındaki bir şeyin geçerli olmasıdır. Bu da caiz değildir. Ama haccı vasiyet bunun aksinedir. Yani «benim yerime yüz dirheme hac yaptın» dese ve o yüz dirhemden bir kısmı helâk olsa diğer kısmı ile hac yaptırılır ve vâsiyeti batıl olmaz. Çünkü haccı vasiyet yalnız Allah´ın hakkı olan bir ibadettir ve hak sahibi değişmemiştir. Demekki bu vasiyet, bir kişiye yüz dirhem vasiyet edip bunun bazısının helâk olması halinde geri kalanın musâ lehe verilmesi gibi olur. M E T i N Vârislerinin kendi ölümünden sonra kölesini âzâd etmelerini vasiyet, ölümünden sonra kölenin bir cinayet işleyip de, cinayet karşılığı olarak verildiği takdirde bâtıl olur. Bu, ölümünden sonra âzad edilmesini vasiyet ettiği kölenin borcunu ödemek için satıldığı takdirde batıl olmasına benzer. Eğer vârisler kölenin cinayetine karşılık fidye verseler. vasiyet batıl olmaz. Verdikleri fidye de kendi mallarından gider. Çünkü onu ödemeyi kendilerine vacip kılmışlardır. Birisi malımın üçtebirini (meselâ) Bekir´e vasiyet etse ve geriye tereke olarak bir köle bıraksa, varis ve Bekir´den her biride ölen mûsînin bu köleyi âzâd etmiş olduğunu iddia etse, Bekir kölenin azâdının malın tamamından geçerli olması için, kölenin mûsînin sıhhatinde âzâd edildiğini iddia etse, vâris de kölenin âzâdının terikenin üçtebirinden geçerli olması ve terikeden Bekir´ln önüne geçmek için mûsinin köleyi hastalığında âzâd ettiğini iddia etse söz yemini ile birlikte vârisindir. Çünkü o Bekir´in mirastan istihkakını inkar etmektedir. Zeyd için de birşey yoktur. Metnin ve şerhin nüshalarında aynen bu şekildedir. Bon derim ki: Doğrusu «Bekr için» demesiydi. Çünkü yukarda zikredilen Bekir´in İşin aslı şudur: fakihler Zeyd ile misal vermişlerdir. Musannıf ise önce değiştirerek «Bekr» demiş ikinci kez ise bunu unutarak Zeyd demiştir. Allah en iyisini bilendir. Ancak kişinin malının üçtebirinden kölenin kıymetinden fazla bir şey kalırsa veya Zeyd´in iddiasının sıhhatine dair bir delil kaim olursa o zaman arta kalan Zeyd´e verilir. Çünkü musâ leh olan Zeyd hasım olup hakkını ispât etmektedir. Köle de aynı şekildedir. Bir kişi, ölen birisinden alacağı olduğunu, ve kölesi de sıhhatli iken kendisini âzâd ettiğini iddia etse ve ölen kişinin köleden başka malı olmasa, varis de her ikisini tasdik etse o zaman köle kıymetini dolduracak kadar çalışır ve kazandığı olacaklıya verilir. İmameyn ise kölenin âzâd edileceğini ve hiçbirşey için çalışmayacağını söylemişlerdir. Bu ihtilafa göre: bir kişi ölse ve geriye varis olarak bir erkek evlat ve bir dirhem bıraksa ve bir kişi ölenden bin dirhem alacağı olduğunu iddia etse, başka biriside ölenin yanına bin dirhemini vedia olarak bıraktığını iddia etse. oğlu da her ikisini tasdik etse, İmam´a göre bin dirhem bu iki kişi arasında yarı yarıya taksim edilir. İmameyn ise vedianın daha kuvvetIi olduğunu söylemişlerdir. Ben derim ki, Hidâye´de bunun aksi söylenerek denilmiştir ki: İmam´a göre vedia daha kuvvetlidir. İmameyn´e göre ise borç ve vedia eşittir. Esah olan bizim zikrettiğimizdir.. Nitekim Kâfi´de de böyledir. Bu meselenin tamamı Şurunbulâliye´dedir. Hıfzedilsin. İ Z A H «Fidye verseler ilh...» Cinayet karşılığında ne köle ne de fidye verilmese ve vasi de o köleyi âzâd etse, eğer kölenin cinayet işlediğini bilerek âzâd etmişse, cinayetin diyetinin tamamını vermesi gerekir. Aksi halde kölenin kıymetini verir ve terekeden birşey alamaz. Çünkü ona cinayet işlememiş olan bir köleyi âzâd etmesi vasiyet edilmişti. O da bu vasiyete muhalefef etmiştir. Sâihânî. «Malının üçtebirini vasiyet etse ilh...» Bunun manası şudur: Birisi, öldüğünde bir köle, mal ve bir varis bıraksa ve kölenin kıymeti malının üçte biri kadar olsa... Kâdıhan buna sarahaten ifade etmiştir. Mirac. «Malın tamamından geçerli olması için ilh...» Bekir sanki, «azad vasiyet olarak vâki olmamıştır ve köle dışında bana malın üçtebiri ile yapılan vasiyet sahihtir» demektedir. «Bekir´in önüne geçmek için ilh...» Çünkü âzâd, kişinin hastalığında olduğu takdirde vasiyet olarak vakı olur. Kölenin kıymeti de malın üçte biridir. Bu durumda musâ lehe hiçbirşey kalmamıştır. Çünkü âzâd vasiyet, imamların ittifakı ile vasiyetten daha öncedir. Mirac. «Zeyd için de birşey yoktur». Çünkü, âzâdın vasiyete takdim edildiğini biliyorsun. Musannıfın daha evvel geçen «Vasiyet sahiplerine müzahim olurlar» sözüne gelince bundan nekastedildiğini de biliyorsun. Anla. «Ancak kişinin malının üçte birinden kölenin kıymetinden fazla bir şey katırsa ilh...» Yani malın üçtebiri kölenin kıymetinden fazla olursa Zeyd´e yapılan vasîyet kölenin kıymetinden artan miktarda geçerli olur. Minah. «Çünkü musâ leh hasımdır ilh...» Bu söz müşkil görülen bir noktanın cevabıdır ki o müşkil şudur: İmam´a göre; beyyineyi ikâme etmek için kölenin âzâdını iddia etmek şarttır. Hasım olmadan beyyine ikâme nasıl sahih olur? Musannıf bu ikâmeye cevap vermek için şöyle dedi: Musâ leh hakkını ispat etmek hususunda hasımdır, .çünkü kölenin hür olduğuna dair beyyine ikâme etmeye mecburdur ki terikenin üçtebiri başka birinin hakkı ile meşgul olmaktan kurtulsun. Mirac. «Köle de aynı şekilde.» Yani o da hasımdır. Çünkü âzâd onun hakkıdır. Ben derim ki: Kölenin hasım olmasından murad, onun bu mesele haricinde hasım olmasıdır. Çünkü varis burada onun âzâdını ikrar etmektedir. Yahutta köle kıymeti terikenin üçte birinden fazla olduğu takdirde, mûsinin sıhhatinde azâd ettiğini ispat etmek konusunda hasımdır. «İmameyn ise kölenin hiçbirşey için çalışmayacağını söylemişlerdir.» Çünkü borç ile sıhhatindeki âzâd vârisin tek bir sözündeki tasdiki ile beraberce zahir oldular, öyle ise sanki her ikisi beraber vâki olmuş gibidir. Sıhhat halindeki âzâd da musinin borcu olsa bile çalışmayı gerektirmez. İmam´ın delili ise şudur: Borcu ikrar, âzâdı ikrârdan daha evlâdır. Bundan dolayı da hastalığında borcu ikrar etmiş olsa malının tamamından verilir. Hasfa iken âzâdı ikrar etse, üçtebirden sayılır. Daha kuvvetli olan zayıf olanı defeder. Ancak daha zayıf olanın, vukuundan sonra bâtıl olması muhtemel değildir. O zaman kölenin çalışmasını gerekli görmekle. köle mana itibariyle âzâd edilir İbnu Kemâl. «Bu ihtilafa göre ilh...» Hidâye´de de aynen böyle tabir edilmiştir. Hidâye sahibinin gelecek olan ihtilafı takrir ettiği üzere bu şekilde tabir etmek zâhirdir. Şârîh ise Hidâye sahibine uymayarak onun aksini söylemiştir. O zaman buradaki ihtilaf gelecek meseledeki ihtilafın aksinedir. Buna göre Şârihe düşen, meseleyi. «ihtilaf» kelimesini zikretmeden, zikretmesi idi. Anla. «Yarı yarıya ilh...» Çünkü vedia ancak borç ile ortaya çıkmıştır. O zaman ikisi de eşit olurlar. Zeylaî. «İmameyn ise vedianın daha kuvvetli olduğunu söylemişlerdir». Çünkü vedia belirli olan binin aynında sabittir. Borç ise evvela borçlunun zimmetinde sabit olur, sonra ayna intikal eder. O zaman vedia borçtan daha evveldir, ve vedia sahibi daha çok hak sahibidir. Zeylaî. «Esah olan bizim zikrettiğimizdir». Bütün kitaplarda zikredilen de budur. İnaye. AKRABAYA VE BAŞKALARINA VÂSİYET M E T i N Kişinin komşusu, kendisine (evine) bitişik olandır. Sahibeyn: «Mahallesinde oturan ve aynı mahalle mescidinde namaz kılanlardır.» derler. Bu, istihsâna göredir. İmam Şâfiî; konusunun, kendisine her yönden kırk hane mesafede olanlar, olduğunu söyler. İ Z A H Bu konu kişinin; ailesinden, kayın pederi tarafından ve damarlardan kendisine akraba olanlara vasiyetten bahseder. Müellifin bunu sonraya bırakmasının sebebi; vasiyyetin Özel hükümlerinden oluşudur. Daha önceki konularda ise genel manâdaki hükümleri geçmişti. Her zaman, özel olan genel olanın peşinden gelir. Minah. «Komşusu, kendisine bitişik olandır...» Akraba ve komşulardan her birisi için, önem verilmesi gereken hususiyetler olduğu için her birinin önemine bir yönden dikkat çekmiştir. Başlıkta akrabayı önce zikretmiş, burada ise komşuyu öne almıştır. Sa´diyye. «Bu istihsana göredir...» Sahih olan. İmâmı Azâm´ın görüşüdür. Dürrül-Mülteka´da buna işaret edilmiştir. Allâme Kâsım ise bunu açıkça belirtmiştir. Hidaye´de denildiğine göre; İmamı Azâm´ın görüşü kıyastır. Bu mesele kıyasın istihsâna tercih edildiği yerlerdendir. BİR UYARI: Komşulukta: mal sahibi lle kiracı, erkek ve kadın. müslüman ve zimmî büyük ve küçük eşittir. İmam Azâm´a göre buna köle de girer, Sahibeyne göre ise köleye yapılan vasiyyet efendisine yapılmış sayılır. Köle komşu değildir. Mükâtep ise, böyle değildir. Kocasına tabî olduğu için, kocası olan kadın komşu kavramına girmez. O gerçek manâda komşu sayılmaz. Makdisi. Yukarıdaki mal sahibinden maksat; mal sahibi evde oturduğu takdirde söz konusudur. Ebus-Suûd. M E T İ N Kişinin sıhrî (evlilikten dolayı olan akrabaları) hanımı nikahı altında iken veya racî talaktan dolayı iddeti içinde iken ölmesi şartıyla, hanımından dolayı olan zî rahimi mahremleridir. (kendileri ile evlenemiyeceği akrabaları) Hanımlarının babaları, amcaları, dayıları, kız kardeşleri v.s. Şayet koca karısını bâin talakla boşamışsa, kendisine varis olsa bile hanımın yakınları kocanın akrabası sayılmaz. Bu bölüm arapçada farklı manalarda kullanılan sıhr ve haten kelimelerinin izahından bahseder. Bizde kayın, damat, enişte, kayın peder gibi tabirler açıktır. Bunlara vasiyette bir karışıklık söz konusu olmaz. (Mütercih) Hulvânî: «Bu onların örfüne göredir. Ama bizim zamanımızda sıhriyet (evlilikten dolayı olan akrabalık) sadece hanımın anne babasıdır». demiştir. İnâye ve başkaları Kuhistâni de bunu ikrar etmiştir. Ben derim ki: «Fakat Bürhân ve başka eserlerde, sadece önceki görüşe yer verilmiştir. Şurunbulâlî de onu ikrar etmiş. Sonrada Aynîden: «Hidâye ve daha başkalarının Rasûlüllah (s.a.v.) Safiyye binti Harisle evlenince... -doğrusu.. Cûveyriyedir- sözlerini...» nakletmiştir. Bu faide iyi zaptedilsin. i Z A H «Kişinin sıhrı (evlilikten dolayı olan akrabaları)... hanımının yakın akrabası olan mahremleridir.» Şu rivâyet buna delâlet etmektedir: «Rasûlüllah (s.a.v.) Safiyye ile evlenince, kendisine ikram olsun diye onun mahremi olan yakın akrabalarından Mâlik olduğu kölelerin hepsini azât etti.» Bunlara; Hz. Peygamberin kayınları derlerdi. Bu tefsir; Muhammed ve Ebû Ubeyd´in tercıh ettikleri tefsirdir. Kişinin; babasının hanımı, oğlunun hanımı ve mahremlerinin hanımlarının mahremleri olan yakın akrabalarında aynı hükmün içine girerler. Çünkü bunların hepsi sıhriyet yönüyle olan akrabalardır. Hidâye. İmam Muhammed´in sözü, lügatta huccettir. Ebû Ubeyd; Halil´in : «hanımın ailesine ancak sıhr (kayın) denilir.» sözü ile desteklemekle birlikte, Garibü´l-Hadis adındaki eserinde İmam Muhammed´in sözü ile istişhad etmiştir. Bezdevî´nin ziyadât şerhinde: «Bazan sıhr (kayın) sözü damatlar için kullanılır, ama gâlip olan, Muhammed´in dediğidir.» denilmektedir. İtkânî. Özetle. Meselenin tamamı Şurunbulâliyye´de vardır. «Ve kız kardeşleri...» Gördüğüm nüshalarda bu şekildedir. Ama doğrusu «erkek kardeşleri» (manasına olan ıhve) olmasıdır. «Kendisine vâris olsa bile...» Hanımını hastalığında bâin tatâkla boşar (ve ölür)se. Çünkü rac´î talak nikah bağını koparmaz. Baîn talâk ise koparır. Zeylai. «İnâye..» Evet, ileride geleceği üzere Zeylaî zikretmiştir ama ben bunu inâye´de bulamadım. «Ben derim ki; Bûrhân ve...» Ben derim ki: Bu meselede örfe itibar edilmelidir. Nitekim Câmiu´I-Fusûleyn de: «Halk arasındaki mutlak söz örf halinde kullanılana hamledilir» denilmektedir. Hattâ eğer halk arasında bunların tümünün aksi bir şey bilmiyorsa o müteberdir. Meselâ Şamlılar «Sıhr» sözünü sadece damat hakkında kullanırlar ve bundan başka bir manâ anlamazlar. Daha önce geçtiği gibi bu manâda, lugavî´dir. Ama Bûrhan ve diğer kitaplardaki ibare, mezhep sahibinin söylediğini nakildir. Bu, örfün nazari itibara alınmayacağını göstermez. Benim anladığım bu. Düşün. «Sonra da Aynî´den... nakletmiştir;» Yâni Şurunbulâlîye Aynî´nin Hidâye şerhinden, az önce naklettiğimiz ibarenin yanında zikretmiştir. «Doğrusu Cüveyriye´dir.» Ebû Dâvûd Hz.Âişe (radiyallahü anhâ)´dan şöyle dediğini tahriç etmiştir: «Haris b. Mustalık´ın kızı Cüveyriye Sâbit b. Kays b. şimâz ve amcasının oğlunun hissesine düştü. Sonra Cüveyriye kendisi için mükâtebe yaptı. (Anlaştıkları miktarda bir mal ödeyip hür olması için anlaşma yaptı.)» Ahmet b. Hanbel, Bezzar ve ibn Râhûye´nin müsnedlerinde de şu rivâyet vardır: Sahibi onunla (Cüveyriye ile) dokuz okka altın karşılığında mükâtebe yaptı. Kadın, mükâtebe konusunu sormak üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)´ın yanına girdi ve: «Yâ Rasülullah, ben müslüman bir kadınım. Allah´tan başka ilâh olmadığına ve senin Allah´ın Rasulü olduğuna şahitlik ederim. Ben, kavminin efendisi olan Haris´in kızı Cüveyriyeyim. Benim başıma bildiğin şeyler geldi ve sabit b. Kaysın hissesine düştüm. Kays benimle, ödeyemeyeceğim miktarda bir mal karşılığında mükâtebe yaptı. Gerçi beni buna zorlamadı ama benim sende ümîdim var -Allahın salâtı üzerine olsun- Yani benim kurtarılmamı kastediyorum» dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): «Bundan daha hayırlısını istermisin?» dedi. Cüveyriye : - «O nedir?» Rasülullah (s.a.v.) - Senin anlaştığın bedeli ödeyip seninle evleneyim.» Cüveyriye: - Evet ya Rasülullah! Hz. Peygamber: - Öyleyse yaptım, buyurdu ve onun mükatebeden olan borcunu ödeyip onunla evlendi. Haber halk arasında yayıldı. Bunun üzerine: «Hz. Peygamber´in kayınları (hanımı tarafından olan akrabaları) köle olarak duruyorlar» deyip, ellerindeki benî Mustalık esirlerinden yüz aileyi azad ettiler. Hz. Aişe: «Kavmine karşı, Cüveyriye´den daha bereketli bir kadın görmedim» demiştir. Şu´runbulâlîyye´de şöyle denilmektedir: «Bildin ki esirler taksim edilmişti. Azad edenler de Hz. Peygamber değil sahâbilerdi. Bu hadise ile «sıhr» kişinin hanımının mahremi olan yakın akrabaları olduklarına istidtâlı düşünmek lazım. Çünkü sen hadiseden böyle öğrendin.» M E T i N Kişinin hateni (damat veya eniştesi) onun mahremi olan tüm kadınların kocalarıdır. Kızlarının ve halalarının kocaları buna örnektir. Onların kocalarının mahremleri de damat sayılır. Denildiki, bu müellifin memleketinin örfüne göredir. Bizim örfümüze göre ise Sıhr: hanımın anne babası, haten (damat) da sadece mahremi olan kadının kocasıdır. Zeylaî ve başkalar. Kuhistânî ; «Bizim memleketimizde Sıhr´ın kayın pedere, haten´in (damadın) de kızın kocasına tahsis edilmesi gerekir. Çünkü bu meşhurdur» sözlerinide ilâve etmiştir. Kişinin ehli (aliesi); hanımıdır. Sahibeyn´e göre; kişinin ailesi, evinde olup nafakasını karşıladığı -kilelerinin dışındaki- kişilerdir. Sahibeynin görüşü istihsandır. Tekmile şerhi. İbnu Kemâl bunun nass ile teyid edilmiş olduğunu söyler. Allah (c.c.) «Biz onu ve hanımı hariç ailesini kurtardık» buyurmuştur. Ben derim ki: Bunun cevabı mufassal eserlerdedir. İ Z A H «Onların kocalarının yakın akrabaları öyledir.» Yani, Minah ve başka kitaplarda belirtildiğine göre mahremleri. İmam Muhammed İmlâda şöyle demiştir: «Bir kimse; hatenlerime (damatlarıma) malımın üçte birisini vasiyet ettim dese; onun hatenleri mahremi olan bütün kadınların kocaları ve kocanın mahremi olanlardır. işte hatenler bunlardır. Şayet kendisinin kız kardeşi, kız kardeşinin kızı ve teyzesi ve bunların her birinin kocaları olsa, bu kocalarında mahremleri bulunsa bunlar da onun «hatenleri»dir. Vasiyet ettiği malının üçte biri bunlar arasında eşit olarak paylaştırılır. Bu konuda erkekle kadın eşittir. Kocanın anası, nenesi ve diğerleri de eşittir..» İtkânî. Bu meselede de, Tûrî´nin naklettiğine göre; vasiyet eden (mûsi) öldüğü zaman, mahremleri ile kocaları arasındaki evliliğin mevcut olması gerekir. «Bizim örfümüzde «sıhr» hanımın anne babası...» Bu, geçenle birikte bir tekrardır. «Kölelerinin dışındaki...» Yâni ve varisi olmayan Şurunbulâliyye ve İtkanî. Çünkü varis olan akrabaya vasiyyet yapılamaz. (Mütercim). «Bunun cevabı mufassal eseflerdedir.» O cevap şudur: «Ehl» kelimesi hanım için hakikattir. Nass ve örf buna delâlet eder. Allah (c.c.) «Ehlini (hanımını) götürdü» ve «ehline (ailesine) bekleyiniz dedi» buyurmuştur. Arapların; «falan memlekette ehil edildi» sözleri de bu kabildendir. Mutlak ifade; kulanıldığı gerçek manaya sarfedilir. Zeylai. Bu, sahibeynin istidlal ettikleri şeyin istisna karinesi ile mutlak olmayan (mukayyed) yaş olduğuna işaret ediyor. Şârih´in meyli de, kıyasda olsa İmamı Azâm´ın görüşünü tercihedir. Onun için, Durru´l-Mültekâ da; «ama metinler imamın kavline göredir» demiştir. Musannıf da bu görüşü öne almıştır. Bu da hıfzedilsin. Bu, kadın kitâbî olduğu ve varisleri icâzet verdlklerl zamandır. Ebu´s-Suud´da Hamevî´den naklen : «kadın, ehline vasiyet ettiği zaman, sadece kocamı anlaşılır? hükme bakılır» demiştir. Ben derim ki; «hayır, çünkü bu hakîkat de, örfde değildir.» Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 20:31:42 M E T i N
Kişinin âli: ailesi ve kendisine nisbet edildiği kabilesidir. Buna göre, müslüman olan en son dedesine kadar, babası tarafından kendine nisbet edildiği herkes bu tabirin içine girer. Ancak son (en uzak) baba (dede) hariçtir. Çünkü o, ona izâfe edilir Kuhistânî. Kirmânî´den naklen. «Çünkü o ona muzâftır... Yani ona mensuptur. Bundan maksat, ıstılâhî izafet değildir. Dolayısıyle bir itiraz varid olamaz. T. Bu durumda bir kimse: «Alime vasiyet ettim» dese en üstteki dede buna girmez. Çünkü al den maksat en üstteki dedeye nisbette kendisine ortak olanlardır. Alî´in yakını uzağı, erkeği kadını, müslümanı kâfiri ve küçüğü büyüğü eşittir. Şayet, -ihtiyarda denildiği gibi- sayılmayacak kadar çok olsalar, bu sözün içersine zenginler ve fakirlerden girerler. Şerhu´l Tekmile´de belirtildiğine göre; eğer varis olmuyorlarsa, kişinin babası, dedesi oğlu ve hanımı da âlî (ailesi) dirler. Kızların çocukları, kızkardeşlerin çocukları ve annesi tarafında olan hiçbir akrabası bu sözün şumûlüne girmez. Çünkü çocuk annesine değil. babasına nisbet edilir. i Z A H «Kabilesidir...» Bu, aile sözüne atfı tefsir (izah için yapılmış bir atıf) dır. Hidâye´deki: «Çünkü âl kişinin, kendisine nisbet edildiği kabilesidir» sözü buna delâlet etmektedir. «Kendine nisbet edildiği...» Yani nesebine nisbet edildiği. Nesebine sözü hazfedilmiştir. Bundan maksat şudur: Nisbette kendisine ortak olan ve kendisi ile birlikte en üst dedede de olsa babalardan birisinde birleşenler onun âlidir. (Amcalar, babalarının amcaları, dedelerinin amcaları... ve bunların çocukları...) Benim anladığım bu, Bunu tevzih edecek şeyler gelecektir. Yoksa mûsî (vasiyyet eden) in kabilesi kendisine, ancak kabilenin babası olduğu zaman nisbet edilir. İsaf´ta aynen şu ibareyi gördüm : «Adamın ehli beyti (ailesi) âli ve cinsi aynıdır. O, babaları kanalıyla İslâm dönemindeki ilk babaya birlikte nisbet edildikleri (soyları bir olan) kişilerdir. İslâm dönemindeki ilk baba; müslüman olsa da olmasa da İslam dönemini idrak eden babadır. Kendisiyle birlikte bu babaya nisbet edilen erkek, kadın ve çocuk herkes onun ehli beytidir». Açıktır ki. buradakl «kendisiyle birlikte nisbet edilen» İfâdesi musannıfın «kendisine nisbet edilen» sözünden daha iyidir. «Çünkü o, ona izafe edilir.» Yani vaziyyet muzafa (tamlanan)dır, muzafın ileyhe (tamlayana) değil. (Yani bir kimse: Ali Hasen Hasanın âline şu malımı vasiyet ettim, dese Hasan değil, Hasanın âli alır.) Kâfî´den naklen Zeylaî. Tahtâvî şöyle der: «Bunda işaret ediliyorki; o (vasiyetin muzafa ait oluşu) ancak meselâ «Abbas oğullarına âli Abbas´a vasiyet ettim» dediğinde kendisini gösterir. Ama «âlîme veya Zeyd´in âli´ne vasiyet ettim» dese, o da en büyük baba değilse bu kaydın geçerliliği olmaz. Şayet: «En büyük babaya onun ehlibeyti denilmez» diyerek gerekçe gösterseydi daha iyi olurdu. Ben derim ki: Hidaye´nin ibaresi: «Falanın âline vasiyet etse...» şeklindedir. «Şayet sayılmayacak kadar çok olsalar...» ihtiyâr´daki ifade, «sayılmıyor olsalar (çok olsalar) bile..» şeklindedir. «Hanımı...» Yani babasının sülâlesinden değilse. Sâlhânî. «Kızlarının çocukları... bu sözün şumülüne girmezler.» Yani bu çocukların babaları, vasiyet edenin sülâlesinden değilseler. Sâihâni. METİN Kişinin cinsi, babasının ehli beyti (ailesi) dir. Çünkü insan annesi ile değil babası ile cinslenir. Aynı şekilde ehli beyti ve ehli nesebi de, âli ve cinsi gibidir. Yani hükümleri aynıdır. İZAH «Çünkü İnsan, babası ile cinslenir.» Yâni «ben, falan adamın cinsindenim» der. Gâyetü´l-Beyân´da : «Çünkü cins, nesebten ibarettir. Neseb de babayadır» denilmektedir.T. «Âli ve cinsi gibidir.» Bu, «aynı şekilde» sözündeki ismi işaretin merciini beyan içindir. Yâni, ehli beyti ve ehli nesebi âli ve cinsi gibidir. Hepsinden maksat. annesinin değil, babasının kavmidir. Onlar da, kendisine nisbet edildiği sülâlesidir. Fetâvayı Hindîye de şöyle denilmektedir: «Bir kimse kendi ehli beyti (ailesi) için vasiyette bulunsa. buna islâm dönemindeki ilk babanın, kendisi ile birlikte kendilerini topladığı kişiler girer. Buna göre eğer mûsî (vasiyet eden) Hz. Ali veya Hz. Abbas´ın soyundan olsa vasiyetinin içerisine, Hz. Ali veya Hz. Abbas´a baba cihetinden nisbet edilen herkes girer. Anne cihetinden nisbet edilenler ise girmezler. Hasebi veya nesebi için yaptığı vasiyetler de aynıdır. Çünkü bu, anneye değil babaya nisbet edilen şeyden ibarettir. Aynı şekilde, falanın cinsi için vasiyette bulunsa, babanın oğulları vasiyeti alırlar. Lahme (akrabalık) de cinsten ibârettir. Falan´ın âline yapılan vasiyette, onun ehli beytine vasiyyet demektir.» Özetle. M E T İ N Bir kadın, kendi cinsine veya ehli beytine vasiyette bulunsa, kendi çocukları vasiyete dahil değildirler. Çünkü kadının çocukları kendisine değil, babaya nisbet edilirler. Ancak, oğlunun babası (kocası) kadının babasının sülâlesinden olursa o zaman vasiyete dahildir. Çünkü bu durumda oğul kadının cinsindendir. Dürer, Kâfi ve başkaları. Ben derimki; «Bundan anlaşılan; sadece anne tarafından olan şeref müteber değildir.» İbn Nüceym´in fetvâsının sonlarında böyle denilmektedir. Üstâdımız Remlî bununla fetvâ vermiştir. Ama bu (annenin şerefi) genelde bir meziyettir. İ Z A H «Bundan anlaşılanm... ilh...» Hindiye´nin Bedâî´den naklettiği şu sözlerde bunu teyîd etmektedir: «Sâbit olduki; haseb ve nesep anne ile değil, sâdece baba iledir.» Annesi şeriflerden olan kişiye zekât vermek haram olmaz, Haşimi bir hanıma denk olamaz ve eşraf için yapılmış olan vakfda vakfa müştehak olmaz. T. «Üstâdımız Remlî bununla fetvâ vermiştir.» Fetâvâsının nesebin sübûtu bahsinde söylediklerinin özeti şudur: «Annesi şerefli olan için bir mikdar şerifliğin olduğunda şüphe yok. Aynı şekilde onun çocukları ve ilâ nihâye torunları için de bir şeriflik söz konusudur. Ama nesebin aslı babalarladır. Kendisine, Câferi Tayyar´ın oğlu Abdullah´ın hanımı olan Fâtımatü´z-Zehrâ´nın kızı Zeyneb´in çocuklarının durumu soruldu. Onların şüpheye meydan vermeyecek şekildi eşraftan oldukları cevabını verdi. Çünkü şerif, ister Alı, ister Cafer ister Abbas´a mensup olsun ehli beytten olan herkestir. Ancak bunların şerifliği Hz. Peygamber (s.a.v.)´e nisbetlik şerefi değil. sadaka almanın haramlığı şerefidir. Alimler, kızlarının çocuklarının kendisine nisbet edilmesinin Hz. Peygamberin husûsiyetlerinden olduğunu söylemişlerdir. Husûsuyet de üst tabakaya aittir. Hz. Fâtımâ´nın dört çocuğu; Hasan, Hüseyin, Ümmû Gülsün ve Zeynep Hz. Peygamber´e nisbet edilirken. Hasan ve Hüseyinin çocukları o ikisine neticede de Hz. Peygamber´e nisbet edilirler. Zeyneb ve Ümmü Gülsümün çocukları ise annelerine değil, babalarına nisbet edilirler. Hz. Fatımaya ve babası Hz. Peygamber (s.a.v.)´e nisbet edilmezler. Çünkü onlar kızının çocukları (torunlarının çocukları) dırlar. Dolayısıyle şeriatın «çocuğun nesebi annesine değil babasına tabidir» kaidesi onlar hakkında uygulanır. Sadece Hz. Fâtıma´nın çocukları, haklarında hadis varid olması hususiyetlerinden dolayı bu kaidenln dışında kalmışlardır. Bu hususiyetde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin´in zürriyetine mahsustur. Ama aile için olan mutlak şeref hepsine şâmildir. Hz. Peygamber´e nisbet olan özel şeref ise böyle değildir.» Bu ifâdelerin aslı şâfîî mezhebi âlimlerinden İbn. Hacer «Mekki´ye aittir. Ben derim ki: Sadaka almayı haram kılan, Hz. Peygamber´in sülalesinden olma şerefi, babaları da aynı sülâleden oldukları zaman söz konusudur. Nitekim daha önce geçmişti. Yukarıda anılan hadisten maksat; Ebû Hüreyre, Ebû Nuaym ve daha başkalarının tahric ettikleri şu hadistir: «Adem oğullarının hepsinin asabeleri babalarına aittir. Fatıma´nın çocukları ise bundan müstesnadır. Çünkü ben onların babası ve asabesiyim.» M E T İ N Bir kimse; akrabalarına, veya zî karâbetine (kendisine akrabalığı olana) -Nüshaların ibâresi bu şekildedir. Doğrusu; zevî karâbetine (kendisine akrabalığı olanlara) dır.- veya erhâmına (yakınlarına) ya da en sâbına (aynı nesebten olduğu kişilere) vasiyette bulunsa bu vasiyet kendisinin mahremi olan yakın akrabalarının hepsine (zî rahımı mahremi olanlar) ve yakınlık derecelerine göredir. Anne baba girmezler. -Babaya yakın (akrabaî diyen, âsî dir.» denilmiştir-, küfür veya kölelik sebebiyle mirastan mahrum olsalar bile çocukları -nitekim (peşindeki) varis sözünün umumu bunu ifade eder-, ve vâris bu vasiyete dahil değildirler. Zâhiri rivâyete göre; dede ve oğulun oğulu ise dahildir. Bir görüşe göre ise dede ve oğulun oğlu da dahil değildirler. İhtîyâr´da bu tercih edilmiştir. Bu tabirler bizim «akraba. dediğimiz kişilerdir.Ancak ifâdeleri farklıdır. Onun için tabirleri aynen almak zorunda kaldık.(Mütercim) Bu şekilde yapılan bir vasiyet iki veya daha fazla akrabaya ait olur. Yani mirasda olduğu gibi vasiyette de cem´in (çoğulun) en aşağısı ikidir. İ Z A H «Akrabalarına... vasiyet etse» Mültekâ´da buna, (metindeki ekârib kelimesine) «akrabası» ve «zevû´lerhamı» sözleri de ilave edilmiştir. «Nüshaların ibaresi bu şekildedir...» Kenz, Ğurer ve Islahta da böyledir. «Doğrusu, zevî karabetine.. dir.» Yani Mülteka´daki gibi, ifâde çoğul (kendisine akrabalığı olanlara manasını verecek şekilde) dur. Çünkü bir kimse; «zî karabetine: kendisine akrabalığı olana» sözü ile tekil bir ifade •kullanarak vasiyette bulunsa ve kendisinin bir amcası iki de dayısı olsa, vasiyetin tamamını amca alır. Çünkü kullandığı ifâde tekildir. Bir kişi vasıyetin tamamını alır. Zira o zaman yakındır. Zeylaî. Ğurerul efkâr´da : «Bir kimse karabetine (yakınına) zî karabetine (yakınlık sahibi olana) veya zî nesebine (kendisi ile aynı nesebte olana) diyerek vasiyette bulunsa bütün ulemaya göre, bir kişi vasiyetin tümünü hak eder» denilmektedir. «... Ensâbına kendisi ile aynı nesebten olan kişilere)...» Zeylai: «ensûb» kelimesinin, «neseb» kelimesinin çoğulu olması sebebiyle bu ifadeye itiraz etmiştir. Zeylaî´de : «Anne cihetinden akrabası olanlar neseb sözcüğünün altına girmezler. Peki, burada nasıl girsinler?!..» der. Şiblî buna : «Ensab sözünden maksat. nisbetin hakikatıdır. O da babadan olduğu gibi, anneden de sabittir.» diyerek cevap vermiştir. Ben derim ki: «Geçtiği üzere âlimler. «kişinin ehli nesebi»nden baba cihetinden olan nesebe itibâr ettiler. Aralarında ne fark var ki?!..» «Bu vasiyet zî rahimi mahremi olan akrabalarına ve yakınlık derecelerine göredir.» Meselenin özü şudur :İmam Ebû Hanife bu konuda beş şarta itibar etmiştir. Bunlar vasiyet edilen malı alabilecek olan kişi: 1 - Zû rahimi mahremi (mahremi olan yakın akrabası) olacaktır. 2 - iki veya daha fazla olacaklardır. 3 - Baba ve oğuldan başkası olacaktır, 4 - Varis olmayanlardan olacaktır, 5 - Vasiyet eden şahsa akrabalık derecesi önde olanlardan olacaktır. Sahibeyne göre; islâm´daki ilk babasında birleştikleri bütün akrabaları vasiyet hak ederler. Sahibeyn İmamı Azâm´a,mahremiyet ve yakınlık şartında muhalefet ettiler. Onlara göre, mahremiyet olmasa bile akrabalık yeterlidir, akrabalarda da yakın ile uzak eşittir. İmamlann hepsi, vasiyete müstehak olanların iki veya daha fazla kişi olacağı şartında müttefiktirler. Çünkü mûsî (vasiyet eden)nin ifâdesi çoğuldur. İkiside çoğul gibidir. Yine bütün Hanefî imamları vasiyeti alacak olanın; varis. baba ve oğul olmaması gerektiğinde hem fikirdirler. İtkânî, Muhteleften özetle. Zeylai ise şöyle der: «Ebû Yusuf ve Muhammede göre: Hür, köle, müslüman, kâfir, büyük küçük, erkek ve kadın eşittir. Ebû Hanife´ye göre ise vasiyet ancak iki veya daha fazla kişi içindir.» Bu ifâdenin benzerini Sa´diyye sahibide Kâfî´den nakletmiş ve şunları ilave etmiştir: «Bu, kişinin üç ümmüveledine (kendilerinden çocuğu dünyaya gelen câriyeleri), fakirlere ve mıskinlere vasiyette bulunması konusundaki İmam Muhammed´in görüşüne aykırıdır. Çünkü Muhammed orada çoğula itibar etmiş, burada ise etmemiştir.» Ben derim ki: «Önceki rivâyete göre muhalefet söz konusu değildir. Sanki bu ikisi, iki ayrı rivâyet gibidir. Düşün. Sonra ben, Hakâik ve Kuhistânî´de iki kavil gördüm. Bu ve İmam´ın görüşü. Kudûrû ve Dürrü´l-Mültekâ´nın tashihinde belirtildiğine göre İmamın görüşü sahihtir. TENBİH : Gureru´l-Efkâr ve Şerhu´l-Mecma da. Hakâik´ten naklen şöyle denilmektedir: «Bu tabirlere. elekrabû fe´l-ekrab (yakınlık derecesine göre) ifadesi ilâve edilse idi ittifakla, bunların çoğul oluşlarına itibâr edilmezdi. Çünkü, ekrab: (yakın) sözü ferd (tek) ismidir. öncekini tefsir için söylenmiştir. Mahrem olanda olmayan da bu tâbirin altına girer ama yakın akraba daha uzağına takdim edilir. Çünkü bu durumda mûsî´nin şartı sarihtir.» Bu sözler. İhtiyar ve Şurunbulâliyye´de de nakledilmiştir. Ben derim ki: «Bu 1230 senesinde; akrabalarına, yakınlıklarına göre (daha yakın olana) vasiyette bulunan kişi hakkında çıkan bir fetvâdır. Bu vasiyete mahremi olmayanların da gireceğine fetvâ verilmiştir. Nitekim o fetva bu naklin şarih ifadesidir. «... Denilmiştir.» Mi´rac´ta şöyle denilmektedir: Bir hadiste «Babasına karîb (yakın) diyen ona isyan etmiştir» buyurulmaktadır. ALLAH (c.c.) «Anababaya ve akrabaya vasiyet...» âyeti kerimesinde akrabayı ana baba üzerine atfetmiştir. Bir şey hakikaten kendisinden başka olan bir şeye atfedilir. Halkın dilinde «yakın (akraba)», birisine başka birisi vasıtasıyla yakın olandır. Mebsut´ta böyle denilmiştir. T. Yanı ana baba ve oğul kişiye, başkaları vasıtasıyla değil kendiliklerinden yakın olurlar. «Nitekim (peşindeki) varis sözünün umumu bunu ifade eder.» Yani onlar. mirastan mahrum da olsalar, akrabaya vasiyetin şumûlüne giremezler. Çünkü eğer onların vasiyetin şumûlüne girmeme illeti varis olmaları olsaydı. ana baba ve çocuğun bu meseledeki vasiyet müstehık olmadıklarını açıkça söylemeye ihtiyaç duyulmazdı. Çünkü «ve varis» sözü ile onlar da bu hükmün dışında kalırlardı. Zira varis sözü bunlara da şamildir. Bununla (varis sözü ile) yetinmeyip de, ana baba ve oğulu açıkça zikretmesinden, onların varis olsalar da olmasalar da, akrabaya vasiyette vasiyete müstehık olmadıklarını anlarız. «Ve varis...» Buna, «varise vasiyet yoktur» hadisini gerekçe olarak göstermişlerdir. Bu ifadelerle bundan maksadın; kişinin kendi akrabalarına vasiyet etmesi durumu olduğu, ama başkasının vârisine vasiyet ettiğinde onların vasiyetin haricinde tutulamayacakları tarzındaki sözlerin doğruluğu açığa çıkar. «İhtiyâr da bu tercih edilmiştir.» Çünkü orada sadece bir görüş verilmiş ve şu söylenmiştir): «Lûgat olarak yakın (karîb); birisinebaşka birisi vasitasıyla yakın olan ve aralarında cüziyet bulunmayandır.» Ebu´s-Suud, Allâme Kâsım´dan o da Bedâî´den bunun sahih olduğunu nakletmiştir. Sonra Ebu´s-Suûd, Hamevî şerhinde kendi el yazısı ile; onların (dede ve torun) akrabaya vasiyetin şumûlüne girdiklerini yazmıştır. O esahtır. Ben derim ki: Mevâhibin metninin ibâresi; «Muhammed, dedeyi ve torunları vasiyetin şumûlüne dahil etmiştir. Ebû Hanife ve Ebû Yusuf´tan zahir olan da budur.» şeklindedir. Nine de dede hükmündedir. «Bu şekildeki bir vasiyet iki veya daha fazla akrabaya ait olur.»Yani mûsî vasiyette çoğul bir ifade kullanmışsa. Ama «yakınıma, yakınlık sahibime (zî karabetime)» demişse böyle değildir. Nitekim bunu daha önce söylemiştik. Tahtavi ifade etti. «Yani cem´in (çoğulun)... en aşağısı ikidir.» Şayet, «Çünkü cem´in en en aşağısı üçtür» deseydi daha açık olurdu. M E T İN Akrabasına vasiyette bulunan kişinin, iki amcası ve iki dayısı olsa, mirasta olduğu gibi vasiyet amcaları içindir. Ebû Yûsuf ve Muhammed amca ve dayıların her birinin vasiyetin dörtte birini alacaklarını söylerler. » Şayet mûsî´nin bir amcası ve iki dayısı olsa vasiyetin yarısını amca, diğer yarısını da dayıları alır. Sahibeyne göre, üçün üçte birerini alırlar. Eğer tek bir amcası olsa, o vasiyetin yarısını alır, diğer yarısı varislere iade edilir. Çünkü onda hak sahibi olan birisi yoktur. Eğer bir amcası ve bir halası olsa, akrabalıkları eşit olduğu için, vasiyeti almada da eşittirler. Şayet akrabaya vasiyette bulunanın mahremi yoksa vasiyet batıl olur. Ebû Yusuf ve Muhammed´e göre ise batıl olmaz. İ Z A H «...Vasiyet amcaları içindir.» Çünkü onların akrabalığı dayılardan daha yakındır. Zira onların yakınlıkları baba yönündendir. İnsan da babasına nisbet edilir. Nitekim nikâhta velâyet dayıya değil amcaya aittir. Bununla amcaların hüküm bakımından daha yakın oldukları sabit olmuştur. İtkânî. Bu hüküm. musînin varisinin amcalardan başkaları olması durumundadır. Mesele bundan sonraki meselede de gelecektir. «Ebû Yûsuf ve Muhammed amca ve dayıların, dörtte birerini alacağını söylerler.» Çünkü daha önce geçtiği üzere onlar yakınlığa itibar etmezler. «Diğer yarısını dayılar alır...» Çünkü tek amca cemî (çoğul) olmadığı için, vasiyetin tamamını alamaz. Yarısı ona verilince geri kalan yarısı da dayılara verilir. Çünkü mûsîye amcadan sonra yakın olanlar onlardır. Geriye kalan yarı da. sanki iki dayıdan başka akrabası yokmuş gibi davranılır. İtkânî. «Çünkü onda hak sahibi olan biri yoktur.» Çünkü cemî (çoğula) itibar etmek gerekir. İtkânî. Sahıbeyne göre; vasiyetin tamamının üçtebiri amcanındır. Ğureru´l-Efkâr. Bu, Zeylaî ve Kâfî´den naklen geçen söze mebnîdir. Düşün. M E T İ N Bir kimse «falanın çocuklarına» diye vasiyette bulunsa, vasiyet erkek ve kız çocuklara eşit olarak verilir. Çünkü «çocuk» ismi hepsine hatta hanımın karnındaki çocuğa şamil olur. «Falanın çocukları»nın şumulüne, kendi çocuğu varsa, oğlunun çocukları girmez. Şayet falanın kendi kızları ve oğlunun oğulları olsa, hakikatle amel edilerek vasiyyet kızlara verilir. Hakîkatle amel mümkün olmaz, sözü geçersiz kılmamak için mecaza hamledilir. (kendi çocuğu yoksa torunlarına verilir.) Kızın çocukları vasiyetin şumulüne girmezler. İmam Muhammed´den bunların da gireceği rivayet edilmiştir. İhtiyâr. Şayet mûsî, «falanın varislerine» diyerek vasiyette bulunsa. Erkekler iki, kızlar bir alırlar. Çünkü bu sözüyle verasete itibar etmiştir. İ Z A H «Çünkü «çocuk» ismi hepsine... şamildir.» Çünkü bu ister erkek ister kız, ister tek ister çok olsun çocuk için cins isimdir. İhtiyâr. «Hattâ hanımın karnındaki çocuğa... ilh...» Bunun, çocuğun vasiyet anından itibaren altı aydan dahi az bir müddette doğması hali ile kayıtlanması, vasiyet anında onun varlığının tahakkuku içindir. Nitekim bunu, «karındaki çocuğa vasiyet» konusunda söylemişlerdir. T. «...Kendi çocukları varsa oğlunun çocukları girmez.» Bu, «falan» husûsû baba olduğu takdirdedir. Ama bir kabilenin veya oymağın babası ise (Zühreoğulları gibi) kendi çocukları olsa bile, çocukların çocukları da vasiyete dahildirler. İnciye. Tamamı Minah´tadır. «Çünkü o verasete itibar etmiştir.» Çocuklar ve kardeşler arasındaki verâset de böyledir. Ayrıca müştak (türemiş) bir ismi açıkça söylemek, hükmün, bu ismin türediği kök üzerine terettüp edeceğine delildir. O zaman vasiyetin gerekçesi veraset olmuş olur. Zeylaî. Bununla açığa çıkmış oluyorki: «Erkek için iki kadının hissesi vardır.» âyeti tüm varislere şamil değildir. Aksine sadece çocuklarla kız ve erkek kardeşlere mahsustur. Diğerlerinde herkesin kendi hissesine göre taksim edilir. Bu İsaf ve Hassaf´ta, vakıf meselelerinde zikredilmiştir. Vasiyet de vakfın benzeridir. M E T İ N «Falanın varislerine ve akabine» tarzındaki ve aynı manadaki vasiyetlerde, vasiyetin sahih olması için varislerine vasiyette bulunulan şahsın, mûsî (vasiyet eden) den önce ölmüş olması şarttır. Çünkü vâris ancak, ölümden sonra söz konusudur. Bir de eğer onlarla birlikte kendisine vasiyet edilen başkası varsa bırakılan mal önce sayılarına göre paylaştırılır. Daha sonra da varislere düşen erkeklere iki, kadınlara bir hisse olmak üzere taksim edilir. Nitekim bu daha önce geçmişti. Şayet mûsî, varislerine veya akabine vasiyette bulunduğu şahıstan önce ölürse vasiyet batıl olur. Eğer bunlarla birlikte başka müsâleh (kendisine vasiyet edilen) ler varsa; meselâ adam «falana ve varislerine ve akabine vasiyet ettim» demişse vasiyetin tamamı mûsâ leh olan falanadır. Varisleri ve akîbi bir şey alamaz. Çünkü isim (varisler kelimesi) onları ancak ölümden sonra içine olır. Tamamı Sirac´tadır. Yine orada; «akîb erkek ve kız çocuklarıdır. Eğer onlar ölmüş iseler çocuğun çocuklarıdır. Kadınların çocukları buna girmezler. Çünkü onlar, onun değil, babalarının akibidir» denilmektedir. İ Z A H «Çünkü varisler ancak ölümden sonra söz konusudur.» Zîra onların varis oluşu ancak mürisin ölümünden sonra tahakkuk eder. Akıb de aynıdır. Çünkü o, insan öldükten sonra peşinde kalan çocuklardan ibârettir. Hayatta iken, akibi olmaz. Sirac´tan naklen Minah. «Blr de eğer... ilh...» Yani gecen sıhhat şartı bulunduktan sonra, onlarla birlikte kendisine vasiyet edilen başkası varsa... «Önce sayılarına göre...» Yâni varislerin ve kendisine vasiyette bulunulan diğerlerinin adedine göre... «Daha sonra da varislere düşen ilh...» Bunu «varisler» sözüyle özellikle kayıtladı. Çünkü bir erkeğe, iki kadın hissesi karşılığı taksim, vârislere mahsustur. «Akıb» ismi ise, hepsine şamildir. Erkek ve kız çocuklar eşittirler. Minah´ta böyle denilmiştir. «Nitekim daha önce geçmişti...» Yani metinde, az önce «varisler için taksim böyledir» diye.geçmişti. «Sonra eğer...» Yâni kendileri ile başka musa leh varsa. mezkür şart bulunmadığı için varislere veya akibe vasiyyetin batıl oluşuna hükmettikten sonra. Aşağıdaki misalde o, veresesi veya akıbı için vasiyette bulunulan şahıstır. Minah´ta misal gösterildiği gibi, yabancı birisi olursa da aynıdır. Anla. «Çünkü isim (varisler) onları ancak ölümden sonra içine alır.» ölmeden önce ise maduma vasiyet olur ki. «falana» ortak olamazlar. Bir kişiye ve bir ölüye vasiyette de durum aynıdır. İtkânî. TENBİH : Anlatılanlardan. Şurunbulâliyye´nin «malın üçte birini vasiyet» konusunda söylediklerinin geçersiz olduğunu öğrenmiş oldum. Şurunbulâliyye orada şöyle der: «Bir kimse filana ve akıbine» diye vasiyette bulunsa. filanın, vasiyetin tamamında hak sahibi oluşu. altı aydan daha önce bir çocuğun dünyaya gelmesi durumundadır. Aksi halde, vasiyette ortak olmalarına manî bir şey yoktur.» Böyle bir ifadenin Şurunbulâlî gibi biri tarafından söylenmiş olması hayret vericidir. Çünkü eğer, bundan önce doğmuş olsa idi vasiyete girmezdi. Dikkatli ol. «Kadınların çocukları buna girmezler.» Ama nesle vasiyette bulunursa bunun aksinedir. Çünkü nesil sözünün şumulüne kadınların çocuklarıda girerler ve vakıf ve vasiyetin taksiminde eşit olurlar. Ebussuûd, Hassaf ve başkalarından naklen. M E T İ N Filân oğullarının yetimlerine, -yetim, baliğ olmadan önce babası ölene verilen isimdir. Hz. Peygamber (s.a.v.) «büluğdan sonra yetimlik olmaz» buyulrumuştur.- Körlerine kötürümlerine ve düşkün dullarına -düşkün dul erkek olsun kadın olsun hiç bir şeye gücü yetmiyendir. Peşindeki ifade bunu te´yid eder.- Yapılan vasiyette. eğer bunlar nesep ve yazı olmadan sayılabiliyorlarsa, bunların fakirleri, zenginleri erkek ve kadınları girerler. Çünkü sayılabilirlerse bu vasiyet onlar için bır temlik olur. Ama sayılamazlarsa (çoksa) sadece fakirlerine verilir. Bu durumda vasi istediklerine verir. Zira temlik mümkün değildir. O zaman bununla kastedi´lir. Şerhu´t-Tekmile. İ Z A H «Bülûğdan sonra yetimlik olmaz.» Bu hadisi Ebû Davud, «İhtilamdan sonra yetimlik olmaz.» lâfzı ile rivayet etmiştir. «Düşkün dullarına...» «Düşkün dul» diye terceme edilen eramil kelimesi için Muğrib´de, «Ermele: ihtiyaç duydu demektir.» denilmiş sonrada Tezhib´den naklen şunlar ilave edilmiştir: Erkek ve kadından, hiç bir şeye muktedir olmayana ermele denilir. Kocası olan zengin kadına ermele denilmez. Şabi´de şöyle der: «Dul (ermel) denilmesi için dişilik şart. değildir. Erkek de kadın da bu kelimenin şumulüne girer. Ancak sahih olan Muhammed´in şu tefsiridir. Ermele : Kocası ölen veya kendisinden ayrılan, yetişkin dul kadındır. ölen kocası kendisi ile zifafa girmiş olsa da olmasada fark etmez. Muhammed´in sözü lügatta hüccettir. Kifâye. Nihâye´de, buna ihtiyaç kaydı da eklenmiştir. Çünkü bundaki gerçek mana kocası tarafından nafakası temin edilmediği için azığının bitmesidir.» Sa´diyye´de Muhit´ten naklen : «Erkeğe nadir olarak ermel (dul) denilir. Kayıtsız olan söz halk arasında yaygın olana hamledilir.» denilmektedir. «Bunu te´yid eder..» Çünkü devâmında, «erkekleri ve kadınları» demiştir. Şârih bu sözünde İnâye sahibine tâbî olmuştur. Ama bu uygun değildir. Çünkü onun; «fakirleri ve zenginleri» demesi, buna ters düşmektedir. Bu yüzden Şa´diyye´de : «Zârihe göre, musannıfın sözü, karışıklığın olmamasına binaen taksime dairdir» denilir. «Hesap ve kitap olmadan...» Bu, Ebû Yûsuf´un görüşüdür. İmam Muhammed´e göre, eğer sayıları yüzden fazla iseler sayılamıyorlar demektir. Bazı âlimler ise. bunun tâyininin hâkimin görüşüne bırakıldığını söylerler. Fetvâ da buna göredir. En kolayı Muhammed´in dediğidir. Hâniye´den naklen Kifaye. Müftâbih olana da İhtiyar´da : «Muhtar olan ve İhtiyatlı olan budur» denilmiştir. «Sayılamayacak kadar çoklarsa soaece fakirlerine verilir.» Çünkü vasiyetten maksat tâattir. Bu da, ihtiyacı gidermek ve açlığı savmakla olur. Bu isimler, ihtiyacın tahakkukunu akla getirirler. O halde bunun fakirlere hamledilmesi caizdir. Dürer. M E T İ N «Falanın oğullarına» diye yapılan bir vasiyet, zenginde olsalar sadece erkeklerine ait olur. Ama «falan» sözcüğü bir kabile veya bir boy ismi ise o zaman kadınlarına da şamil olur. Çünkü bu durumda «oğullar»dan maksat, mücerred bir intisâb olur. «Adem oğulları» demeye benzer. Bunun için bu sözün şumulüne, mevle´l-alaka (azad edilen köle) ve mevla´l-Müvâlât (yani müslüman olup da kimsesi olmayan veya nesebi belli olmayan birisi ile velâyet anlaşmasında bulunan) ve onların halefleri girerler. Bu, anılanlar sayılabilir oldukları takdirdedir. Sayılmazlarsa vasiyet batıldır. Şerhte geleceği üzere,kendileri ile yardımlaşmaanlaşması yapanlar (Mütercim). Bu konuda asıl şudur: Eğer vasiyet, «fa´an oğullarının yetimleri» sözünde olduğu gibi, ihtiyaç manası taşıyan bir isimle olmuşsa, musâ lehler sayılamıyacak kadar çokta olsalar vasiyet sahihtir. Çünkü bu durumda ALLAH için yapılmış demektir ve o da malumdur. Fakat, ihtiyaç manası taşımayan bir isimle yapılmışsa, musâ lehler mahdutsa sahihtir ve bir temlik kabul edilir. Mahdut değilseler batıldır. Meselenin tamamı İhtiyar´dadır. İ Z A H «Sadece erkeklerine ait olur.» Sahibeyne ve İmam Ebû Hanife´den gelen bir rivayete göre, kadınlarda vasiyete dahil olurlar. Mülteka. Oğulların çocuklarından başka hiç birisi olmadığında da bu ihtilaf carîdir. Kızların oğullarının bu vasiyete girıp girmeyecekleri konusunda İmamı Azâm´dan iki rivayet vardır. Eğer falanın bir oğlu ve oğullarının oğulları olsa oğul vasiyetin yarısını alır. torunlar bir şey alamazlar. Sahibeyne göre ise. kalan kısım torunlara verilir. Askarî doğum müddeti içinde (vasiyetten itibaren altı ay içinde) doğan cenin de vasiyete dahildir. İtkânî. Özetle. «Ama falan sözcüğü bir kabile veya boy ismi ise...» Araplara göre insanları bir araya getiren tabakalar altıdır. Bunlar Şa´b, Kabile, İmâret, batın, fahiz ve fasile´dir. Şa´b, kabileleri içine alır. Kabile İmaletleri içine alır ve bu sırayla devam eder. Buna göre (mesetâ) Huzeyme Şa´b, Kinane kabile, Kureyş İmâ! ret, Kusâ batın. Hâşim fahiz, Abbas´da fasile´dir. Bunu Keşşaf sahibi söylemiştir. «Mevle´l-Atâka..» Yani azad edilmiş olan köle. Mevle´l-Müvâlat; yani mevla-ı esfel . O, anılan guruptan birinin velayet anlaşması yaptığı kimsedir. Böyle olunca, o toplumun tümünün mevlası olur. Düşün. Velât muvalâtta bulunan: Yani müslüman olan veya nesebi belli olmayan şahıs (Mütercimi) «Halefleri...» Yani bir kabileye gelip de onlara karşılıklı olarak yardımlaşma yapmak için yeminleştikleri kişi. İtkânî. «İhtiyaç manası taşımayan bir isimle...» Mesela; falan oğullarının gençleri, eşrafı, fukahası gibi. Hindiye. M E T İ N Kendisinin azad ettikleri ve kendisini azad edenleri bulunan bir kimse, mevlâlarına vasiyette bulunsa. bu vasiyet batıl olur. Çünkü mevlâ lafzı iki manada müşterektir. Bize göre onun için umum yoktur. Birisine delalet edecek bir karine de yoktur. Ulemamıza göre bu konu da nefyle isbat (olumlu ve olumsuz) arasında fark yoktur. Şemsu´l-Eimme ve Hidâye müellifi (Merginâni) nefyden sonra vakî olduğunda bunun umum ifade edeceği görüşünü tercih etmişlerdir. Buna göre; «Bir kimse; falanın mevlâları ile konuşmamaya yemin etse bu, mevlâyı esfel ve mevlâyı âlâya şâmil olur.» sözleri kelime nefyde vâki olduğundan dolayı değil, kişiyi yemine sevkeden amil onun buğzu olduğu içindir. Buğzda değişmez. İnâye. Bunu, musannıf da ikrar etmiştir. Ama eğer musî ölümünden önce «mevle´l-Alâ veya mevle´l-Esfel» diyerek musâ lehi tayin ederse vasiyet sahih olur. Çünkü manî zâil olmuştur. Mevlâyı esfel´in izahı önce geçmişti. Mevlâyı â´Iâ: Yeni müslüman olan veya nesebi meçhul olan kişinin velâsını kabul eden şahıstır. Mevle"latâka konusunda, azad eden MevIeI´a´lâ. azad edilen de Mevle´lesfel´dir. (Mütercim) Mevlâlara yapılan vasiyete hasta olmadan önce ve öldüğündeki hastalığında azad ettiği köleler girerler. Müdebberleri ve ümmü veledleri ise girmezler. Ebû Yusuf´tan bir rivayete göre ise onlarda girerler. İ Z A H «Bu vasiyet batıl olur...» Bu meselenin sekiz surete ihtimali vardır. Çünkü müsînin ya mevlâyı âlâları ve mevlâyı esfelleri veya bunlardan sadece bir mevlâsı, ya da birisinden mevtâları öbüründen de bir tek mevlâsı vardır. Bu ikisinde de iki suret vardır. Her birisinde müsî ya tekil siğasını ya da çoğul siğasını kullanmış olabilir. Musannıfın ifadesi iki cihetten de mevlâlar çok olduğu ve müsînin çoğul siğası kullandığı durumla ilgilidir. Diğer suretler araştırılsın. T. Ben diyorum ki: Âlimler burada çoğulun, iki ve daha fazlası için kullanıldığını söylemişlerdir. Buna göre, iki kişi bulunsa vasiyetin tamamını alırlar. Bir kişi bulunursa yarısını alır. Yine ben diyorum ki: «Mevlâ» kelimesi, çocuk kelimesi gibi cins ismidir. Teke de çoğa da şamildir. İki gurup bir arada söylenince vasiyet batıl olur. Düşün. «Şemsü´l-Eimme ve... tercih etmişlerdir» Muhakkak İbn. Hümam´da Tahrir de bunu tercih etmiştir. «Buna göre...» Yani, bizim âlimlerimize göre umuma delâlet etmeme konusunda nefy ile isbatın farkı olmadığını bildiğine göre.. T. «Kişiyi yemine sevkeden âmil, onun buğzu olduğu içindir.» Yâni falana olan buğzudur. Yahutda, buğzu muhtelif değildir. Yani, buğz tek şey olduğu için, kendisinde ortaklık olmaz. Ben derim ki: «Evet âmilin bir olduğunu kabul ediyoruz. Ama söz mevlâ lafzı hakkındadır, ve sâik tek olduğu için her iki manası da murâdedilmiştir. O halde sözün umûmu icâbeder. Ancak şöyle denilmesi müstesnadır: Kendisi ile iki manaya da şamil olması murad edilmek suretiyle, saikin bir oluşu onun, mecazın umûmundan karinedir. O iki manada azad eden ve edilendir. «Çünkü manâ zail olmuştur.» Yâni maksadın anlaşılmamasıdır. «Azad ettikleri gîrerler...» Yani musînin hastalığında ve sağlığında, vasiyetten önce ve sonra azad ettiklerinin hepsi eşittir. Çünkü vasiyet ölüme bağlıdır. Ölüm esnasında bunların herbiri için velâ sabittir, ve vasiyete hak kazanır. Onların erkek ve kadın olan çocukları da girerler. Çünkü bunlar, velâ da azad eden mevlâya nisbet edilirler. Dolayısıyla babalarıyla birlikte onlarda vasiyete dahil olurlar. MevIe´l-Müvâlât ve mevtânın mevlası konusunda ise çocuklar, ancak babalarının bulunmaması halinde vasiyete girerler. Çünkü onlar manâda hakikat değildirler. İhtiyar ve Mültekâda da böyledir. «Müdebberleri ve Ümmüveledleri girmezler...» Çünkü bunlar vâsinin ölümünden sonra mevlâsıdırlar, vasiyet esnasında değil. «Ebû Yûsuf´tan bir rivayete göre ise onlarda girerler;» Çünkü velâye istihkak sebebi mevcuttur. İtkânî. M E T İ N Bir kimse malının üçte birini fakirlere vasiyet etse, delilleri ile birlikte üç tanecik mesele bile bilmiş olsa, şerî meseleler de tedkîkatta bulunanlar vasiyete dahil olurlar. Kınye´de de böyledir. Kınye´de: «Denilmiştir ki (Meseleye nüfûz edemezse) binlerce meseleyi ezberlemişte olsa vasiyetin şumûlüne girmez». denilmektedir. i Z A H «Tedkikatta bulunanlar...» Yâni delilini düşünerek araştırmada bulunanlar. «Delilleri ile birlikte üç tanecik mesele bile bilmiş olsa..» Fakih Ebû Câfer´den şöyle dediği nakledilmiştir: «Bize göre fakih fıkıhta son mertebeye ulaşandır. Fıkıhla uğraşan fakih değildir. Onun için böyleleri vasiyetten bir nasib alamaz. Memleketimizde, üstadımız Ebû Bekir Ames Tûrî´den başka fakih denilecek kimse yoktur. Yine Kınye´de şöyle denilmektedir: «Bir kimse eşrafa vasiyette bulunsa, Fakih Ebû Câfer´den hikaye edildiğine göre caiz olmaz. Çünkü onlar sayılamayacak kadar çoktur ve bu isimde fakir ve ihtiyaç manasını taşıyan bir yön yoktur. Ama, eşrafın fakirlerine vasiyet etse caizdir. Fakihlere vasiyet de buna benzer.» Ben derim ki: İs´af´ta, «fakat, kötürümlere, körlere, Kur´an okuyuculara, fakihlere ve hadisçilere vakıf câizdir ve bunlardan fakir olanlara sarfedilir. Çünkü kullanma itibariyle isimler fakirlik manasını hissettirmektedir. Körlük ve ilimle meşguliyet kazanca manî olur ve bunlar genelde fakir olurlar. Bu esahtır.» denilir. «Denilmiştir ki; binlerce meseleyi ezberlemişte olsa...» Yani delilsiz olarak Kınye´de, âlimler vasiyetin bir çok meselesinde örfe itibar ederler. Acaba mûsî´nin örfüne neden itibar etmiyorlar?´» denilmektedir. T. Ben derim ki: Anlaşılan bu, onların zamanındaki örfleri imiş, Comiıu´1Fusuleyn´den kayıtlanmıyan sözün, örf haline gelmiş olana sarf edileceğini takdim etmiştik. Eşbah´ta: «Adet hakem kılınır» kâidesinden hareketle, vakıf yapanların sözleri örfleri üzerine mebnîdir. Fethu´l-Kadir´in vakıf bahsinde de böyledir. Nezredenin, vasiyette bulunanın ve yemin edenin durumu da aynıdır» denilmiştir. Nitekim şarih, kitabın başında fıkhı tarif ederken onun, üçden aşağı olmamak üzere fürû´u ezberlemek olduğunu söylemişti. Bahr sahibi bunu Mültekâ´ya nisbet etmiş sonra da : «Tahrir´de zikredildiğine göre, yayğın olan ister delilleriyle olsun ister delilsiz ferî meseleleri ezberleyene itlak edilir» demiştir. M E T İ N Bir kimse, kabrinin çamurla sıvanmasını veya üzerine kubbe yapılmasını vasiyet etse bu vasiyet bâtıldır. Nitekim Hâniyye ve başka kitaplarda da böyle denilmektedir. Bunu daha önce Sîrâcîyye ve başka eserlerden nakletmiştir. Ancak orada Kerûhiyye bahsinde muhtar olan görüşe göre kabirleri çamurla sıvamanın mekruh olmadığını takdim etmiştik. Kabri çamurla sıvama konusundaki vasiyetin batıl oluşunu söylemek, onun mekruh olduğu görüşüne mebni olmalıdır. Çünkü bu durumda o, mekruh olan bir şey vasiyet olur. Bunu Musannıf söyledi. Ben derîm ki: Aynı şekilde, kabrinin yanında Kur´an okunmasını vasiyet etmenin batıl oluşu, kabirler üzerinde Kur´an okumanın mekruh olduğu görüşü veya taât için adam kiralamanın caiz olmayışına binaen söylenmiş olsa gerektir. Ama, bunların (kabir üzerinde Kur´an okumak ve tâat için adam kiralamanın) câiz olmaları müttâbih olduğuna göre bunları vasiyet de mutlak olarak caiz olmalıdır. Meselenin tamamı Eşbah haşiyelerinin vakıf bahsindedir. Tenviru´l-Besâîr´de: Kur´an kıraatı veya ders vermek için, vakıfta bulunan şahsın tayin ettiği yerin, teayyün edeceği belirtilmiştir. Buna göre; eğer tayin edilen yerde yapılmazsa, kendisine şart koşulan kişi, vakfedilen şeyde hak sahibi olamaz. Nitekim Manzume şerhinde şöyle denilmektedir: «Vakıf yapanın şartına uymak gerekir. Onun tayin ettiği yerden başka bir yerde yapılmakla o yerin ihyası olan, vâkıfın maksadı yerine gelmemiş olur. Bu meselenin tahkiki, Dürretü´s-Seniyye adındaki kitapta, Câmekiyyeye istihkak meselesindedir.» İ Z A H «Ancak orada... kabirleri sıvamanın mekruh olmadığını takdim etmiştik.» Bu, sadece kabri sıvamaktan istidraktır. Üzerine kubbe yapma konusu ile ilgisi yoktur. Kabrin üzerine kubbe yapmak ittifakla mekruhtur. T «Çünkü bu durumda o, mekruh olan bir şeyi vasiyet olur.» Bunun gereği; vasiyetin sahih olması için vasiyet edilen şey mekruh olmamalıdır. Vasiyet bahsinin baş tarafında onun dört kısım olduğu ve fısk ehli için mekruh olduğu geçmişti. Buradakinin muktezası bu vasiyetin batıl oluşudur. Vasiyet ya sıla yada bâattır. Kabri sıvamak ise bunlardan hiç birisi değildir. O halde batıl olur. Fasıka vasiyet ise böyle değildir. Çünkü o sıladır ve kullar açısından istenilir. Dolayısıyle, her ne kadar zengine vasiyette olduğu gibi, tâat değilse de sahihtir. Çünkü o daha önce de geçtiği üzere tâat değil, mübahtır. Benim anladığım bu. Bunu açıklar mahiyette sözler Zımmi´nin vasıyeti bahsinin başında gelecektir. «Kabirler üzerinde Kur´an okumanın mekruh olduğu görüşü... üzerine binaen söylenmiş olsa gerektir.» Ben derim ki: Velvaliciyye´deki şu ifadeden dolayı hüküm böyle değildir: «Bir kimse bir arkadaşının veya yakınının kabrini ziyaret etse ve yanında Kur´ân´dan bir şeyler okusa iyi bir şeydir. Bunu vasiyette ise hiç bir mana yoktur. Okuyanın ödüllendirilmesinde de manâ yoktur. Çünkü bu Kur´ân okuması için adam kiralamaya benzerki o da batıldır. Halifelerden hiç birisi bunu yapmamıştır.» Velvâliciyye´nin sözleri harfiyyen böyle. Görüldüğü gibi Velvalîciyye sahibi kabir üzerinde Kur´ân okumanın iyi, bunu vasiyetin ise batıl olduğunu açıkça ifade etmiştir. O halde, kabir üzerinde Kur´ân okumayı vasiyetin bâtıl oluşu; orada Kur´ân okumanın mekruh oluşuna mebnî değildir. «Veya tâat için adam kiralamanın caiz olmayışı... ilh...» Yani yahut da, tâat için adam kiralamanın caiz olmayışı görüşüne mebnidir. Onun için adam tutmaya cevaz verilişi konusunda düşün. Çünkü bunu caiz görenler insanların hayra rağbetinin azalmasından dolayı yok olur korkusuyla Kur´ân, fıkıh veya ezan öğretmek yada imamet için adam kiralamak da olduğu gibi zaruret halinde caiz görmüşlerdir. Kabir üzerinde veya başka bir yerde Kur´ân okumak üzere adam kiralamakta ise hiçbir zaruret yoktur. Rahmetî. Ben derim ki: «Doğrusu budur. Bu meselede bazıları: müteehhirun ulemaya göre, bütün tâatlerde adam kiralamanın cevazının müftabih olduğunu zannederek hata etmişlerdir. Halbuki müteehhirun ulemanın fetva verdiği, Kur´ân öğretmek, ezan okumak ve imamlık için adam kiralamaktır. Musannıf Minah ta icâre bahsinde Hidâye sahibi, bütün şarîhler ve fetva kitaplarının müellifleri bu cevazına gerekçe olarak zarureti ve bunların yok olma korkusunu göstermişlerdir. Şayet her taât için adam kiralamak caiz olsaydı namaz. oruç ve hac için de câiz olması gerekirdi. Oysa bu ittifakla batıldır. Ben bunu uzunca bir risalede ele aldım ve fasid icareler bölümünde, taat için adam tutma meselesinden de bir nebze bahsettim. Kur´ân okumak üzere adam kiralamak her ne kadar örf halini almışsa da, örf bunu caiz kılamaz. Çünkü nassa aykırıdır. O nass Hidâye sahibi gibi imamlarımızın istidlal ettikleri şu hadistir: «Kur´ân´ı okuyunuz, karşılığında (birşey) yemeyiniz». Örf. nassa aykırı olduğu zaman ittifakla reddedilir. Bunu iyi öğren ve ALLAH´ın âyetleri karşılığında az bir para satın alanlardan ve onu maiyşet temini için dükkan haline getirenlerden olma. «... Müftâbih olduğuna göre, bunları vasiyet mutlak olarak caiz olmalıdır» Yani, vasiyetin batıl oluşu ister kabir üzerinde Kur´ân okumanın mekruh oluşu meselesine mebnî olsun, ister tâat üzerine icârenin câiz olmayışına mebnî olsun eşittir. Ben derim ki: Bu bahsin nakledilen ibarelere aykırı olduğunu öğrendin. O, makbul değildir. Aksine batıl oluşu, Velvâliciyye´den naklettiklerimize mebnidir. İhtiyar´da ve kitapların çoğunda bu açıkça belirtilmiştir. O da Kur´ân okumak üzere adam kiralamaya benzer. Muteehhırûn ulemanın fetvâ verdiği, Kur´ân okumak için değil, Kur´ân öğretmek için adam kiralamanın caiz oluşudur. «Eğer tayin edilen yerde yapılmazsa... ilh...» Yani orada yapmak mümkün olduğu halde yapılmazsa. Hânûtî´nin fetâvâsında ki şu ifadeler buna delalet etmektedir: «Vakfeden kişi, birisi için belli bir şey şart koştuğunda, çalışmaya manî bir şey bulunduğu ve kendisinin bir kusuru olmadığı zaman onu hak eder. Şart koşulan kişi ister nâzır (mütevellinin vakıf hakkındaki tasarruflarına nezâret etmek ve ona danışmanlık yapmak üzere tayin edilen kişi) ister Câbî (vakfın gelirini toplamakla görevli olan kişi) gibi başka birisi olsun farketmez. Bir hoca, kendi medresesinde ders vermek mümkün olmaz bir hale geldiği için, başka bir medrese de ders verdiğinde de durum aynıdır. Nitekim şarih de, Nehr´den Vakf bahsinin sonundaki çeşitli meseleler bölümünün baş tarafında bir konu olarak nakletmiştir. Onun benzeri Hamevi´nin haşiyesinde de vardır. ALLAH (c.c.) en iyisini bilir. (KÖLESİNİN) HİZMETİNİ (EVİNDE) OTURMAYI VE (AĞACININ) MEYVESİNİ VASİYET M E T İ N Kölesinin hizmetini, evinde oturma hakkını ve bunların gelirlerini belirli bir.müddet için ve (ya) ebedî olarak vasiyet sahihtir. Hizmet ve evde oturma konusunda, vakıfta olduğu gibi, mal ölenin mülkünde mahbus ve vasiyet menfaat hakkında olur. Dürer´de konu hayli uzundur. Eğer menfaatı vasiyet edilen malın rakabesi terikenin üçte birinden çıkarsa menfaatını alması için mal müsâlehe teslim edilir. Ama terikenin üçte birinden çıkmazsa içerisinde oturmayı vasiyet meselesinde ev üçe bölünür. Gelirin vasiyetinde ise, zâhire göre ev taksim edilmez. Köleyi ise üçte birer oranında münavebeli olarak kullanırlar. Köle onlara üçte bir hisseye göre hizmet eder. Bu, kölenin köle ve evden başka malı olmadığı zaman söz konusudur. Ama başka malı varsa kölenin hizmeti ve evin taksiminde tüm malın üçte biri mikdarına göredir. Sadruşşeria da böyle ifade etmiştir. Zahiri rivayete göre varisler, terikenin üçte birinden ellerinde olanı satamazlar. Çünkü, başka bir malın zuhuru veya elindekinin harab olması sebebiyle musa leh´in evin tamamında oturma hakkı sabit olabilir. Bu durumda geriye kalan kısımda oturmak zorunda kalacaktır. Satmak ise buna aykırıdır. Onun için alimler satmayı men etmişlerdir. Ebû Yûsuf´tan bir rivayete göre, varislerin ellerindekini satmaya hakları vardır. İ Z A H Malın bizzat kendisi ile ilgili olan vasiyyetin ahkâmını bitirince, menfaatlara bağlı olan vasiyetin ahkâmına başladı. Menfaat vücût itibariyle maldan sonra olduğu için, müellif de onu konu alarak sona aldı. İnâye. «Kölesinin hizmetini ve evinde oturma hakkını... vasiyet sahihtir.» Yani muayyen birisine vasiyyet. Makdisi şöyle der: «Şayet evinin veya kölesinin gelirini fakirlere vasiyet ederse caizdir. Evde oturmayı veya kölenin hizmet etmesini vasiyet ise ancak bilinen birisine vasiyet edebilir. Çünkü gelir bir maldır, sadaka alarak verilebilir. Hizmet ve oturma hakkı ise sadaka olarak verilemez. Belki, bunlar için iyreti olarak verilir. İyreti vermek de ancak belli birisi için olur. Bunların vakfını caiz görenlerin kıyasına göre, musâ lehi tayin etmeden (fakirlere diye) vasiyetin de caiz olması gerekir. Bu iki mesele arasındaki farkın tamamı Bedâî´dedir.» Sâlhanî. «Belirli bir müddet için ve ebedi olarak.» Eğer zaman tayin etmezse, ebede hamledilir. Eğer «senelerce» diye vasiyette bulunursa üç seneye hamledilir. Kölenin ve evin gelirini vasiyette böyledir. Miskin. «Vakıfta olduğu gibi...» Çünkü kendisine vakfedilen kişi, vakfın menfaatlerini mal vakfedenin mülkünde olmak kaydıyla alır. «Bunların gelirlerini...» Yâni kölenin ve evin gelirlerini. Şârih galle (gelir) kelimesinin ne demek olduğunu izah edecektir. «Malın rakabesi terikenin üçte birinden çıkarsa...» Yani hizmetini, içinde oturmayı ve geliri vasiyette kölenin ve evin rakabesi (kendisi) terikenin üçte birinden çıkarsa.. Kifâye´de; «Menfaatlerini vasiyet ettiği malların aynlarına bakılır. Eğer bunların rakabeleri terikenin üçte biri mikdarında ise caiz olur. Hizmetin, meyvenin, gelirin ve oturma hakkının kıymetlerine itibar edilmez. Çünkü aynlardan maksat, onların menfaatlarıdır. Menfaatlar başkaları tarafından istihkak edilip de malların kendileri vârisin mülkünde kalırsa menfaatı hiç olmayan mallar menzilesinde olurlar. Bu yüzden, malın kendi rakabesi vasiyet edilmiş gibi rakabenin kıymetine itibar edilir.» denilmiştir. işte bunun için müellif de «rakabe» kaydını koymuştur. Ben derim ki: «Her halde Eşbâh´ın «Menfaatları teberru bütün mallar da geçerlidir.» sözünden maksat budur. «... Ev üçe bölünür... Ğurer´de şöyle denilir; «Yahut da zaman itibariyle munâvebelî olarak kullanılır.» ifadesiilave edilmiştir. Aralarında hem zaman hem de zât itibariyle eşitliği sağlamak için evin bölümleri ile taksimi mümkün olduğu için birincisi daha adildir. Münâvebede ise zaman yönünden birisi öbürüne takdim edilmektedir.» Kuhistânî´de ise şu sözler yer almaktadır: «Bu, ev taksimi mümkün olduğu takdirdedir. Ama evin taksimi mümkün olmazsa tek çare münaveli olarak kullanmaktır. Zahiriyye´de de böyledir.» «Gelirin vasiyetinde ise... ev taksim edilmez.» Yani evin kendisi taksim edilmez. Geliri ise taksim edilir. İtkânî şöyle der: «Kölesinin veya evinin bir senelik gelirini vasiyet etse ve kendisinin bundan başka malı olmasa, bu senenin gelirinin üçte biri mûsâ lehindir. Çünkü o taksimi muhtemel olan bir mali ayn´dır.» Eğer kişi bostanı, onlara (musâ teh ile varislere) bölüştürse ve sadece hisselerden birisi ürün verse hepsi o üründe ortak olurlar. Çünkü taksim batıldır. Mebsut´tan naklen Sâihânî. «Zahire göre...» Yâni Zahirî rivâyete göre. Çünkü musâ lehin hakkı evin kendisinde değil gelirindedir. Ebû Yûsuf´tan gelen bir rivayete göre ise, evin üçte birinin gelirini alması için ev taksim edilir. Kâfî´den naklen Şurunbulâliyye. «Köleyi ise... munâvebeli olarak kullananlar.» Çünkü onun parçalara ayrılarak taksimi mümkün değildir. «Köle onlara üçte bir hisseye göre hizmet eder.» Yani iki gün varislere bir günde musa lehe hizmet eder. Bu daima böyledir. Ancak mesela «bir seneliğine» gibi muvakkat bir zaman için olursa başka. Şayet sene muayyen değilse vasiyyet üç sene geçinceye kadar, muayyen ise o sene geçinceye kadar muteberdir. Eğer o müddet geçn16den veya müddet içinde musî (vasiyette bulunan) ölürse, köle varislere teslim edilir. Çünkü musâ leh hakkını almıştır. Ama vasiyet eden kişi o müddet geçtikten sonra vasiyet bâtıl olur. Minah. Özetle. «Bu...» Yâni evin taksimi ve kölenin üçte bir hisseye göre sırayla kullanılması kölenin başka malı olmadığı zaman söz konusudur. «(Ama başka mal» varsa)... tüm malın üçte biri mikdarına göredir.» Bunun misali şudur: Köle terikenin yarısı ise, iki gün musâ lehe, bir gün de varislere hizmet eder. Çünkü kölenin üçte ikisi tüm terikenin üçte biridir. Dolayısıyla vasiyet edilen mal kölenin üçte ikisi olmuş olur. Üçte biri ise varislerindir. Anlattığımız şekilde taksim edilir. Geriye kalan meseleler bu kıyasa göre halledilir. İhtiyâr. M E T İ N Kendisine kölenin hizmeti veya evde oturması vasiyet edilen kişi, köleyi veya evi kiraya veremez. (Ancak kendisi kullanır, kendisi oturur.) Çünkü bizim kaidemize göre menfaat, mal değildir. Menfaatı bir bedel karşılığında temlik ettiği zaman, malik olduğundan daha fazlasını temlik etmiş olur ki bu da câiz değildir. Kölenin veya evin geliri kendisine vasiyet edilen kişinin. esah olan görüşe göre köleyi bizzat kullanmaya veya ev de kendisi oturmaya hakkı yoktur. Kendisine bir ev vakfedilmiş olan da böyledir. Fetvâ buna göre verilir. Şerhul-Vehbâniyye. Çünkü onların hakları malın kendisinde değil, menfaattadır. Aralarındaki farkı da sen öğrendin. İ Z A H «Çünkü... menfaat mal değildir.» Yanı ancak mâlikin bir bedel karşılığında kiraya vermesi sahihtir. Çünkü o, malın kendisine mâlik oluşuna tebaen menfaata da mâlik olur. Kiralayan do, menfaatten başka bir şeye malik olmamakla birlikte, kiraladığı malı kiraya verebilir. Zira kiracı, ıvazlı bir akitle (bedelini ödeyerek) menfaata mâlik olunca. menfaat kendisi için mal olmuş olur. Bedel ödemeden mâlik olması durumunda ise böyle değildir. Nitekim bizim üzerinde durduğumuz mesele de böyledir. Sârhâni. «Esah olan görüşe göre...» Mültekâ, Hidâye ve başka kitaplarda da böyledir. Bunlarda gerekçe olarak şu gösterilmiştir: Gelir dirhem veya dinar (para) dır. Dolayısıyla vasiyyet bunlarla vacip olmuştur. Kullanmak veya oturmak ise menfaatı almaktır. Menfaatı almakla geliri almak başka başka şeylerdir. Varisler hakkında muhteliftirler. Çünkü eğer musînin bir borcu ortaya çıksa bunu, musâ lehten geri almak suretiyle gelirden ödemek mümkündür. Elde edildikten sonra menfaatla ödemek ise mümkün değildir. «Fetvâ da buna göre verilir.» Bu zahiriyye de zikredilmiştir. Evinin gelirini bir adama vasiyet konusunda şöyle denilir: «Ev kiraya verilip geliri adama verilir. Eğer bizzat kendisi oturmak isterse; İskâfta buna hakkı olduğu söylenir. Ebu´l-Kasım ve Ebû Bekir b. Said ise hakkının olmadığını söylerler. Fetvâ da bu görüşe göredir. Vasiyet, vakfın bir eşidir. Buna göre vakıf konusunda da fetvânın böyle olması gerekir. Hatta vakıf konusunda böyle olması daha evlâdır. Çünkü o konuda ulemadan bir ihtilaf nakledilmiş değildir.» Allâme Abdi´l-Berr b. Şıhne bunu naklettikten sonra şöyle der: Bu rivâyet yönünden makbuldür. Fıkıh yönünden ise, Musannıfın yâni İbn Vehbân´ın şu sözlerinde vasiyetle vakfın arasındaki fark ortaya çıkar: «Vasiyet, geliredir. Evde oturmak ise onu (geliri) yok eder. Dolayısıyle vasiyet edenin maksadı yok olmuş olur. Vakıf ise böyle değildir. Çünkü o faydalanmanın, evde oturmak veya geliri ile olmasından daha geneldir. O halde vakıf konusunda da öncelikle ihtilafın cârî olması gerekir.» Bunun özü şu: Zâhiriye sahibi ile İbn şıhne arasındaki dava hüküm konusunda değil öncelik konusundadır. Ben derim ki: Eğer vakfeden kişi evin geliri için vakfettiğini açıkça söylerse, fetvanın böyle olmasının evlâ oluşu açıktır. Ama Allâme Şurûnbûlâli´nin bu konuda bir risâlesi var. Özeti şu : «Süknâ (oturma) hakkına sahip olanın, gelire malik olamayacağında ihtilaf yoktur. Aksinde ise ihtilaf edilmiştir. Üstün görülen görüşe görecaizdir. ((Yani evin gelirinde hakkı olanın orada oturması caizdir). Düşün. Şurunbulâli; Vehbâniye üzerine yazdığı şerhinde, Kitabü´l-Vakf´ta buna dikkat çekmiştir. «Çünkü onların hakları malın kendisinde değil, menfaattadır.» Yani kendilerine vasiyette bulunulan ve kendilerine vakıf edilenlerin hakları. Buradaki maldan maksat gelirdir. Çünkü geçtiği üzere gelirde bir mâll ayn´dır. Ama bu gerekçe istenilen neticenin aksini isbat etmekte ve bunun aksi mesele için gerekçe olmaya uygun düşmektedir. Bununla; «Kendisine kölenin hizmeti veya evde oturması vasiyet edilen kişi köleyi kullanamaz, evde oturamaz..» sözünü kastediyorum. Doğrusu: «Onların hakkı menfaatın kendisinde değil, bedelindedir.» demesi idi. Çünkü bu ikisi arasında varisler açısından fark anlaşılmamak. tadır. Fakat eğer; menfaatle kölenin hizmeti ve evde oturmak değil de gelirini almak, mal (ayn) ile de köle veya evin kendileri kastedilirse o zaman yukarıdaki gerekçe doğru olur. Şârihin «aralarındaki farkı öğrendin» sözü ile »kendisine gelir vasiyet edilen kişinin evi taksime hakkı yoktur. Çünkü onun malın aynında hakkı yoktur sözüne işaret etmiştir. Düşün. M E T İ N Musâ leh, kendisine hizmet etmesi vasiyet edilen köleyi (bulunduğu yerden) meselâ Kûfe´den çıkaramaz. Ancak. orası mekanı olur da ailesi başka bir yerde bulunursa ve vasiyet edilen şey terikenin üçte birinden çıkarsa başka yere çıkartabilir. Üçte birinden çıkmazsa ancak varislerin izni ile çıkartabilir. Çünkü varislerin ondaki hakları bâkîdir. İ Z A H «Musâ leh... çıkaramaz» Hidâye´de şöyle denilmektedir: «Musâ leh köleyi Küfe´den çıkartamaz. Ancak, Musa leh ve ailesi Kûfe´den başka bir yerde olur ve köle malın üçte birinden cıkarsa orada kendisine hizmet etmesi için çıkartabilir. Çünkü vasiyyet ancak, vasiyet edenin bilinen maksadına göre nafiz olur. Eğer musâ leh´in ailesi kölenin bulunduğu şehirde olursa. vasiyet edenin maksadı; yolculuk meşakketini gerektirmeden bulunduğu yerde hizmet etmesine imkân vermektir. Ama başka bir yerde iseler, mûsî´nin maksadı, ailesine hizmet etmesi için köleyi oraya götürmesidir.» Ebu´s-Suûd´da da Makdîsi´den naklen şöyle denilir: «Eğer musa leh ailesini, vasiyyet edenin memleketinden çıkarsa ve musî bunu bilmese, musâ leh´in köleyi çıkarmaya hakkı yoktur.» «Ancak orası mekânı olur da..» Metnin zahirine göre İşaret (orası sözü) köleyi götürmek istediği yeredir. Minah´ta bu açıkça belirtilmiştir. Ama Şârihin izahına göre işaret; çıkarana -ki oda musâ leh tir, Kûfe´ye değil. Halebî de böyle demiştir. Çünkü önceki izaha göre daha sonra gelen «ve ailesi başka bir yerde bulunursa» sözüne uygun düşmemektedir. Mevâhib´in ibaresi: «Köleyi ancak kendi memleketine götürebilir» şeklindedir. M E T İ N Musâ leh´in, vasiyet eden hayatta iken ölmesi ile vasiyet batıl olur. Musâ leh vasiyet eden öldükten sonra ölürse köle ve ev, mülkiyet hükmü ile vasiyet edenin varislerine döner. Şayet onu varisler telef ederlerse, öncekinin yerine geçmek üzere bir köle satın alınması için öderler. Bundan dolayı, hasta olan kişi malının üçte birinden fazlasını bağış yapmaktan menedilir. Musannıf da Rehin bahsinde bunu zikretmiştir. İ Z A H «Köle ve ev varislere döner» Yâni kölenin hizmeti, evin oturma hakkı ve gelirleri varislere döner. Nitekim İtkânî de böyle anlatmıştır. Çünkü vasiyet edilen budur. Düşün. «Mülkiyet hükmü ile...» Yani vasiyet edenin veya varislerinin mülkü. Dolayısıyle musâ leh´in varislerine dönmez. Hidaye´nin ibaresi şu şekildedir: «Şayet musâ leh ölürse varislere geçer. Çünkü vasiyet eden kişi, kendi mülkü hükmünde olmak üzere menfaatları alma hakkını musâ leh´e bırakmıştır. Eğer musâ leh´e varislerine geçerse, rızası olmadan vasiyet edenin mülkinden, daha başlangıçta ona hak kazanır ki bu caiz değildir.» «Şayet onu varisler telef ederlerse..» Yani hizmeti vasiyet edilen köleyi telef ederlerse. «Bunun için...» Yani cinayet anında zarar göreceği için vasiyet bağlayıcı olupda ona cinayet işlediklerinde malın tamamının zararını ödemek gerekmemesi için malın üçte birinden daha fazlasını teberrû´dan, mürisleri men edilir. Bu sakat bir gerekçedir. Sâihânî ve Rahmetî. M E T İ N Bir kimse; kölesinin kendisini birisine, hizmetini de bir başkasına vasiyet etse ve köle terikenin üçte birinden çıksa. bu vasiyet sahihtir. Meselenin tamamı Dürer´dedir, Şurunbulâliyye´de : «Kölenin nafakası; hizmete gücü yetmiyorsa, büyük köle gibi olup da hizmete muktedir hale gelinceye kadar, kendisinin vasiyet edildiği şahsa aittir. Büyük kölenin nafakası ise hizmeti vasiyet edilen şahsadır. Şayet hizmeti vasiyet edilen kişi, nafakayı vermekten kaçınırsa, köleyi rakabesi (kendisi) vasiyet edilmiş olan verir. Bu, iyreti alanla iyreti verenin durumuna benzer.» denilir. Eğer köle cinayet işlerse; fidye, hizmeti vasiyet edilen tarafından ödenir. Eğer o ödemezse kölenin rakabesinin sahibi fidyeyi öder veya köleyi verir, vasiyetde batıl olur. İ Z A H «Bu vasiyet sahihtir...» Köle, kendisine hizmeti vasiyet edilmiş olan şahıs ölünce, rakabesi vasiyet edilmiş olan şahsa intikal eder. «Kölenin nafakası; hizmete gücü yetmiyorsa ilh...» Yani küçüklük ve hastalık gibi bir sebepten hizmet edemiyorsa. Meselenin tamamı Kifâye´de dir. Velvâliciye´de ise şöyle denilmektedir: «Eğer iyileşmesi umulan bir hastalığa tutulmuşsa nafaka. hizmet edeceği kişiyedir. Ama iyileşmesi umulmuyorsa rakabesi vasiyet edilenedir.» «Büyük kölenin nafakası, kendisine hîzmet edeceği şahsadır.» Çünkü o, köleye yedirmek suretiyle onun hizmetine imkân bulur. İnâye. «Eğer köle cinâyet işlerse; diyeti hizmeti vasiyet edilen tarafından ödenir.» O öldükten sonra varisleri ödenen fidyeyi rakabenin vasiyet edildiği kişiden geri isterler. Çünkü kölenin hizmetinden istifade edecek olan odur. Kendisine hizmeti vasiyet edilmiş olan ise, fidyeyi ödemeye mecbur kalmıştı. şayet kölenin kendisinin vasiyet edildiği şahıs diyeti ödemekten kaçınırsa.köle satılır. Çünkü diyet ödemeseydi köle cinayet mukabilinde sahip olunacaktı. Konunun tamamı Eşbah´tadır. «Vasiyet de batıl olur.» Yâni diyet ödeme veya kölenin verilmesi suretlerinde. Bunun izahı Velvâliciyye´de yedinci bâbtadır. EK: Musannıf; Gelirin vasiyet edilipde, ürünün bulunmaması meselesini açıklamadı. Bunu Mebsüt sahibi açıklamış ve şöyle demiştir: «Bir kimse bir bahçenin ürününü ebediyyen bir adama, kendisini de bir başkasına vasiyet etse ve bahçe hiçbir ürün vermese; bahçenin sulanması ve bakım masrafları bahçenin kendisine sahip olan kişiye aittir. Çünkü bu masraf malın kendisini geliştirir. Ürünü alacak olan ise bundan herhangi bir yarar elde edemez. Dolayısıyle onun, bu masraflarla ilgili bir sorumluluğu olmaz. Bahçe meyve verdiği zaman bahçeye ait masraflar ürünü alacak olana aittir. Zira meyve bu masraflarla meydana geldiği için edilen masrafın menfaatı ürünü alacak olana döner. Eğer ağaçlar bir sene meyve verir, ertesi sene bir şey vermezse bahçenin masrafı ürün sahibine aittir. Çünkü menfaatı ürün sahibine aittir. Çünkü menfaatı ürün sahibine döner. Zira bir sene meyve verip bir sene vermeyen ağaçların meyveleri her sene meyve veren ağaçların meyvelerinden iyi ve daha büyük olur. Bu, kendisine kölenin hizmeti vasiyet edilmiş olana benzer. Böyle bir köle geceleri uyuyup da hizmet etmese bile nafakası hem gece hem de gündüz, hizmet edeceği kişiye aittir. Çünkü köle gece istirahat edince, gündüz hizmette daha güçlü olur. Şayet bahçenin ürünü kendisine vasiyet edilen kişi, bahçeye gereken masrafı yapmazsa, bahçe meyve verinceye kadar nafakayı bahçenin rakabesine sahip olan kişi öder. Çünkü mülkünün telef olmaması için buna muhtaçtır. Bahçe sahibi yaptığı bu masrafı karşılıksız yapmaz. Çıkan meyveden alır. Geriye kalan üründe. ürün sahibinedir. T. Seriyyüddin´den naklen. Konu Başlığı: Ynt: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 20:35:04 M E T İ N
Bir kimse bahçesinin meyvesini vasiyet etse ve ölse, o esnada da bahçede meyve bulunsa sadece bu meyve musâ lehindir. Ama vasiyette «ebedi olarak» sözünü eklemişse, bu meyve ile birlikte gelecektekiler de o musâ leh´e aittir. Bu, bahçenin ürününü vasiyete benzer. Çünkü bahçenin ürünü vasiyette, musî «ebedî olarak» sözünü ilâve etmiş olsun olmasın o senenin meyvesi ve ileride olacak olanlar musâ leh´e ait olur. Eğer aynı meselede, vasiyet esnasında bahçede meyve bulunmazsa, bu vasiyet: musâ leh yaşadığı müddetçe, henüz mevcut olmayan meyveyi kapsaması bakımından ürünü vasiyet gibidir. Zeylai. İnâye de şöyle denilmektedir: «Bahçenin sulanması. haracının ödenmesi ve ıslahı için gereken masraflar, ürünü alacak olan kişiye aittir. Zira bahçeden faydalanan odur. Kölenin hizmeti meselesinde kölenin nafakasını vermeye benzer. Ürün (Galle): Arazinin mahsulü kirası kölenin ücreti ve benzeri şeylerden hasıl olan gelirdir. Camiu´l-Luğa da böyle denilmiştir. Ben derim ki: Bu ifadenin zâhirine göre harer ağacı ve benzerlerinin parası da ürün sözcüğünün içine girer. Araştırılsın. İ Z A H «... Ölse ve o esnada behçede meyve bulunsa...» Yâni bahçede meyve bulunduğu halde vasiyet eden ölse. «Sadece bu meyve musâ lehindir.» Kifâye´den naklettiğimiz üzere eğer bahçe terikenin üçte birinden çıkıyorsa o esnadaki meyve musâ leh´e aittir. «Musi «ebedi olarak» sözünü ilave etmiş olsun olmasın...» önceki mesele ile bunun arasındaki fark şudur: Meyve, örfen, mevcut oran şeyin adıdır. «Ebediyyen» demek gibi, ziyadeye delalet eden bir ifade bulunmadıkça olmayan şeye şamil olmaz. «Ürün» ise; mevcut olana da, defalarca olacak olana şamildir. Örf böyledir. Dürer. «Eğer aynı meselede vasiyet esnasında bahçede meyve yoksa... ilh...» Yani adam, «ebediyyen» sözünü eklemeden, bahçesinin meyvesini vasiyet etse ve ölse, bahçede de meyve bulunmasa. «Vasîyet esnasında...» Bunun doğrusu, sözün başından ve sonundan anlaşıldığı üzere «öldüğü zaman» olmalıydı. Tûri bunu açıkça ifâde etmiştir. «Zeylaî» Zeylaî´nin sözü şudur: «Meyve sözcüğü hakikatte mevcut olanın ismi olduğu, mevcut olmayan, ancak mecâzen içine aldığı için böyle olmuştur. Eğer ölüm esnasında ağaçta meyve varsa, hakiki manasında kullanılmış olur, mecâzî olana şâmil olmaz. Meyve yoksa, mecâzî manaya şamil olur. İkisinin arasını birleştirmek caiz değildir. Ancak «ebedi olarak» sözü zikredildiği zaman hakikat ile mecazın arasını birleştirme olarak değil, mecazın umumu ile ikisini de içine alır. TENBİH: Bir kimse arazisinin ürününü vasiyet etse, tarlada ağaç olmasa ve vasiyet edenin başka malı bulunmasa arazi kiraya verilir ve ücretin üçte biri ürünü vasiyet edilen şahsa verilir. Eğer arazide ağaç varsa, ağacın vereceği meyvenin üçte biri verilir. Şayet musâ leh bahçeyi varislerden satın alırsa, satış caiz, vasiyet ise batıl olur. Eğer varisler, musâ leh´e birşey verip ürünü kendilerine teslim etmesi için anlaşsalar caiz olur. Evde oturmak ve kölenin hizmeti karşılığında bir bedel üzerine anlaşmak da caizdir. Ama bu hakların satışı caiz değildir. Tûri. «Camiu´l-LÛğa´da böyledir.» Muğrib te de böyle denilmektedir. «Bu ifadenin zahirine göre haver ağacı ve benzerlerinin parası ilh...» Yani söğüt ve servi gibi meyvesi olmayan ağaçlar. Haver bir ağaç türüdür. Şamlılar, çınara haver derler. Bu kelime, hür değil. haver´dir. Tekmile sahibinin söylediği, çobanın şu sözü buna delildir. «Söğüt ve haverle konuşan ceviz gibi ..» Muğrib. «Araştırılsın..» Ben derim ki: Araştırma, haver ağacının kendisi konusundadır, parasında değil. Çünkü haverin kendisi vasiyete konudur. Çünkü bu ağaçtan maksat sadece tahtadır. Hâniyye´de şöyle denilmektedir: «Bir kimse bağının ürününü birisine vasiyet etse; fakih Ebû Bekir´in dediğine göre bağın çubukları, yaprakları. meyveleri ve odunu vasiyete girerler. Çünkü kişi bağını müsakat yoluyla ortağa verirse meyve gibi, bütün bunlar akdin içine girerler. M E T İ N Bir kimse koyununun yününü, yavrusunu ve sütünü vasiyet etse, musî öldüğü zaman mevcut olanlar musâ leh´indir. Mûsî ister «ebediyyen» desin ister demesin farketmez. Çünkü bunlardan mevcut olmayanlar, hiç bir şekilde akdin şumûlüne girmezler. Aynı şekilde vasiyetin şumûlüne de girmezler. Meyve ise bunların aksinedir. Müsâkâtın sahih oluşu buna delildir. İ Z A H «... Mevcut olanlar...» Minah´ta şöyle denilir: «Çünkü bu ölüm esnasındaki bir icâbtır. Dolayısıyle o anda mevcut olanların tümüne itibar edilir.» T. «Çünkü bunlardan mevcut olmayanlar...» Hidâye müellifi şöyle der: «Meyve ile koyunun yavrusu yünü, sütü vs. arasındaki fark şudur: Aslında kıyasa göre, olmayan bir şeyin temliki caiz değildir. Ancak mevcut olmayan meyve ve ürünle ilgili olarak, bunların mevcut olmayanında, icâre ve müsakat gibi akillerin cevazında hüküm varid olmuştur. Bunlar da vasiyetin de, bi Tariki´l-Evlâ caiz olması gerekir. Çünkü vasiyet kapısı daha geniştir. Olmayan yavru ve benzerlerin de ise, onlar üzerine akd icra edilmesi aslen caiz değildir. Bunlar aslen hiç bir akitle hak edilemezler. Aynı şekilde vasiyetin şumûlüne de girmezler. Bunlardan mevcut olanlar ise böyle değildir. Çünkü mevcutların, satım akdi ile tebean, hul´ akdini de maksûd olarak hak edilmeleri caizdir. Vasiyette de durum aynıdır.» Kadının kocasına mal vererek boşanması (Mütercim). M E T İ N Kişi evinin mescid yapılmasını vasiyet etse ve ev terikenin üçte birinden fazla olsa : Eğer varisler icazet verirlerse ev mescid haline getirilir. Çünkü onların icâzeti ile mânî kalmamıştır. Ama varisler razı olmazlarsa, hem varisin hemde vasiyetin hakkına riayet için evin üçte biri mescid haline getirilir. Hayvanın sırtını (hayvana binmeyi) Allah yolunda vasiyet batıldır. Çünkü taşınır malların vakfı: İmâmı Azâm´a göre batıldır. Aynı şekilde, vasiyeti de batıldır. Ebû Yusuf ve Muhammed´e göre ise bunların ikisi de caizdir. Dürer. Musannıf şöyle der: «Bunda bir yanlışlık var. Çünkü, ürünü. yünü ve benzeri şeyleri vasiyet gibi, vakfın caiz olmadığı birçok yerde vasiyet caizdir.» Bir kimse bir şeyini mescid için vasiyet etse caiz olmaz. Çünkü mescid malik olamaz. İmam Muhammed ise bunu caiz görmüştür. Musannıf: «Üstadımız Bahr sahibi. Muhammed´in görüşü ile fetva vermiştir.» der. Ama eğer mûsî; «Bu malım mescide harcansın» derse ittifakla caiz olur. Birisi «malımın üçte birini falana veya filâna vasiyet ettim» dese, musâ leh belli olmadığı için İmamı Ebû Hanîfe´ye göre vasiyet batıldır. Ebû Yûsuf´a göre bu iki kişi üçte birini alma konusunda anlaşırlar. İmam Muhammed´e göre ise varisler muhayyerdir. Hangisini isterlerse ona verirler. i Z A H «Ev terikenin üçte birinden fazla olsa...» Eğer «onun başka malı olmazsa» deseydi. daha iyi olurdu. Daha sonra gelen, «varisler icâzet vermezlerse evin üçte biri mescid haline getirilir» sözü buna delalet eder. «Allah yolunda...» Yani bir insan tayin edilmeden. Ama hayvanına binmeyi. Allah rızası için muayyen birisine vasiyet etse, bu vasiyet ittifakla caizdir. Ğureru´l-Efkâr. «Ebû Yûsuf ve Muhammed´e göre bunların ikisi de caizdir.» Yani taşınır malları vakfetmek ve vasiyet etmek. Bu ifadenin zahirine göre, bu vasiyet vakıf değildir. Ğureru´l-Efkâr da şöyle denilmektedir: «Ebû Yûsuf ve Muhammed´e göre. sırtına binmek üzere Allah yolunda vasiyet edilen bir hayvan vakıftır, devletin elinde kalır ve masrafları hazineden karşılanır. Çünkü harp araç ve gereçlerinin Allah yolunda vakfı vârid olan eserlerden dolayı. onlara göre caizdir. Deve de savaş için hazırlanan at gibidir. «Bunda bir yanlışlık var..» Yâni hayvanın sırtını vasiyetin batıl oluşu konusunda zikredilen gerekçe doğru değildir. Ben derim ki: «Bunun cevabı şudur: Bu gerçek manada vasiyet değildir. Çünkü İmamı Azam´a göre vakıf manasındadır. Ğureru´l-Efkâr´da bu. şu ifadelerle açıkça beyan edilmiştir: Evini mescid yapmayı vasiyet gibi. Çünkü bu mânen vakıftır. Taşınır malların vakfı İmamı Azâm´a göre caiz değildir. Bu da aynıdır. Ürünü, yünü ve benzerlerini vasiyet ise böyle değildir. Çünkü bu bir yönden temliktir. Aslen vakıf manasında değildir. Düşün. «(Bir kimse bir şeyini mescid için vasiyet etse) câiz olmaz.» Ğurerde´de böyle denilmektedir. Şurunbulâliyye de bu Kâfi´ye nisbet edilmiştir. Bu konuda söylenecekler; «Malının üçte birini beyt´i makdise vasiyet etse câizdir» sözü esnasında geçmişti. Allah Teâlâ (c.c.) en iyisini bilir. Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 21:11:56 ZIMMİNİN VE BAŞKASININ VASİYETLERİ
M E T İ N Bir zımmi hayatında iken evini, kilise, manastır veya ateşe tapılan tapınak yapsa da ölse ev mirastır. Çünkü bu, tescil edilmemiş vakfa benzer. Sahibeyne göre bu vakfın caiz olmayışına sebep, bunun bir ma´siyet olmuşdur. Kilise, cami gibi değildir. Çünkü hıristiyanlar kilisede otururlar, ölülerini defnederler. Hatta eğer cami de böyle olsa kesinlikle o da miras olarak vereseye geçer. (Vakıf olmaz) Bunu musannıf ve başkaları söylemiştir. Çünkü bu durumda cami sırf Allah için olmuş olmaz. i Z A H Başlıktaki ve başkasından maksat, müstemen. bidat ehli ve dinden çıkandır. Bu başlık Minah´ta yer almamıştır. Malûm olsun ki, zımmilerin vasiyetleri üç çeşittir: 1 - İttifakla caiz olanlar: Bu bize ve kendilerine göre tâat olan bir şeyle vasiyettir. Meselâ beyti makdis de kandil yakılmasını veya düşmanla savaş edilmesini vasiyet buna misaldir. Son meselede musâ leh´lerin muayyen olup olmaması farketmez. 2 - İttifakla batıl olanlar: Bu, hem bize hemde zımmîlere göre tâat olmayan birşeyi vasiyettir. Meselâ, şarkıcı kadınlara ve ölü arkasından ağlayan ağıtçı kadınlara vasiyet gibi . Aynı şekilde, haccetmek, müslümanlar için câmi binâ etmek gibi sırf bizim için tâat olan bir konudaki vasiyetleri de batıldır. Ancak bunlar, muayyen bir topluluk için yapılırsa temlik olarak sahihtir. Daha önce geçtiği üzere fasıklara vasiyet kerâhetle sahihtir. Her halde buradaki ibarenin doğrusu: «Şarkı söylemeye veya ölü peşinden ağlamaya» vasiyettir. Çünkü bu ma´siyetin kendisine vasiyettir. 3 - Hakkında ihtilaf edilenler: Bu da muayyen olmayan şahıslar için kilise inşası gibi, sadece kendilerine göre tâat olan bir konudaki vasiyettir. Bu şekildeki bir vasiyet Ebû Hanife´ye göre caizdir. Sohtbeyne göre câiz değildir. Ama kilise muayyen kişiler için inşa edilirse ittifakla caizdir. Hülasa; zımminin belirli kişiler için olan vasiyeti, onlara temlik olmak üzere hepsinde caizdir. Camilere kandil yakmak ve benzerlerinden zikrettikleri ise bağlayıcı olarak değil. istişarî mahiyette söylenmiştir. Kendi mülkleri olduğu için onda diledikleri gibi tasarrufta bulunurlar. Vasiyyet, onlara temlik itibariyle sahih olur. Zeylai. Özetle. «O mirastır». Yâni ittifakla ihtilaf meselenin tahricindedir. Şurunbulâliyye. «Çünkü bu, tescil edilmemiş vakfa benzer.» Yani bağlayıcılığına hüküm verilmemiş olan vakıf. Bundan maksat; zımmînin kilise olması için vasiyet ettiği evi, anılan vakıf gibi vereseye miras olur. Yoksa maksat; tescil edildiği zaman vakıf gibi, vasiyet de geçerlidir. demek değildir. Bunu Şurunbulâliyye ifade etmiştir. «Kilise câmi gibi değildir.» Bu sahibeynin görüşünün tamamlayıcı değil, Ebû Hanîfe´nin görüşünün tamamlayıcısıdır. Bu cümle şu şekildeki bir mukadder soruya cevaptır: «Onlara göre kilise bize nisbetle câmı gibidir. Satılmaz ve miras olarak intikal etmez. Kilisenin de böyle olması gerekir.» H. «Hatta eğer cami de böyle olsa... ilh...» Meselâ evini mescid yapsa ve altında sığınak, üzerinde oda bulunsa böyledir. Nitekim, Kitâbü´l-Vakfta geçmişti. İtkâni. M E T i N Bir zımmi, evinin belirli kişiler için kilise yapılmasını vasiyet etse, bu vasiyet evin üçte birinde caizdir ve temlik olur. Şayet köylerdeki evini adını vermediği kişiler için kilise yapılmak üzere vasiyet etse Ebû Hanîfe´ye göre sahihtir. Sahibeyne göre ise bu ma´siyet olduğu için sahih değildir. Ama eğer şehirdeki evini vasiyet etse ittifakla caiz olmaz. önceki meselede Ebû Hanife´nin delili zımmîlerin kendi inançları ile başbaşa bırakılmaları prensibidir. Dolayısıyle vasiyeti sahih olur. Bizim ülkemizde varisi olmayan müs´temen bir harbinin tüm malını bir müslüman veya zımmîye vasiyeti de sahihtir. Vikâye de de böyle denilmektedir. Kendi ülkesindeki varislerine itibar edilmez. Çünkü onlar bize göre ölüdürler. Şayet harbî, meselâ malının yarısını vasiyet etse, bu vasiyet geçerlidir. Malın kalanı da varislerine verilir. Fakat bu, miras olarak değil, ona bizım ülkemizde bir hak sahibi bulunmadığı içindir. Kendisi gibi bir müste´mene vasiyet etmesinde de durum aynıdır. Eğer harbi öleceği anda kölesini azat etseveya öldükten sonra hür olmasını söylese dediğimiz sebepten dolayı bu,malının tümünden geçerlidir. Bir müslüman veya zımmî, harbi için vasiyette bulunsa ezher olan görüşe göre câizdir. Zeylaî. İ Z A H «... Evin üçte birinde câizdîr». Yani ittifakla caizdir. Ancak daha öncede geçtiği üzere evi kilise yapmaları şart değildir. «Köylerdeki... ilh...» Buradaki «köyler» den maksat, içerisinde islâm´ın şiarlarından birisi bulunmayan köydür. Aksi halde şehirler gibidir. Bunu, Kuhistâni ve Bercendî zikretmişlerdir. Dürrü Mültekâ. «Bu ma´siyet olduğu için ilh...» Musâ leh´ler muayyen olmadığı için bunun temlik sayılması da mümkün değildir. Sahibeyn´e göre sahih olmayışının gerekçesi budur. «Ebû Hanîfe´nin delili, zımmilerin kendi inançları ile başbaşa bırakılmaları...» Onların inancına göre evlerini kilise yapmaları bir tâattır. Bundan dolayı bir zımmî, gerçekte tâat ama kendi inancına göre ma´siyet olan bir şeyi vasiyet etse, bu vasiyet onların inancına itibarla caiz değildir. İmam-ı Azâm´a göre, binâ inşaı ile vasiyet arasındaki fark şudur: binanın kendisi, binayı yapanın mülkinin elden çıkmasına sebep değildir. Vasiyet ise mülkü elden çıkarmak için vaz edilmiştir. Hidaye. Özetle. «Muste´men bir harbinin tüm malını... vasiyeti de sahihtir.» Muste´men tabirini özellikle kullandı. çünkü zımminin vasiyyeti terikenin üçte birinde muteberdir. Ve varisine vasiyet sahih değildir. Bir zımmînin, kendi dininden olmayan başka bir zımmîye vasiyeti caizdir. Dari harpteki bir harbiye vasiyeti ise caiz değildir. Mültekâ. «Bizim ülkemizde varisi olmayan müste´men ilh...» Bunun muhalif mefhumundan anlaşılıyor ki; eğer varisi varsa malının üçte birinden fazlasındaki vasiyet caiz değildir. Zeylaî ve başkaları bu mefhumu «kîle: denildi» sözcüğü ile ifade edip zayıflığına işaret etmişlerdir. Vikâye, İslah ve Mülteka da, şarihin söylediği kesin bir dille ifade edilmiştir. Hidaye ve Camiu´s-Sağir de de buna işaret edilmiştir. Bu hal, mütemed olanın bu görüş olduğunu gösterir. Çünkü metinler şerhlerden önce gelir. İtkânî de. Serahsî´nin şerhine müsteniden bunu söylemiştir. Çünkü harbinin buradaki (darı İslâm´daki) varisinin hakkı, eman sebebiyle muteberdir. Eğer orada (darı harpte) onun başka bir varisi bulunursa, burada hazır olana ortak olur ve musü leh´in terikenin üçte birinden fazla olan miktarda hakkı olmaz. «Vîkâye´de de böyle denilmektedir.» Aslında bu sözü, Zeylaî´nin muhalefetine işaret etmek için, «bizim ülkemizde varisi olmayan» cümlesinden sonra söylemesi gerekirdi. Nitekim biz öyle yaptık. «Kendi ülkesindeki varislerine itibar edilmez.» Yani dârı harp´teki varislerine. Bu demektir ki; üçte birinden fazla olan miktarda, haklarının ibtaline itibar edilmez. «Malın kalanı varislerine verilir.» Varislerinin hakkını değil kendi hakkını gözetmek için böyle yapılır. ihtiyacından fazla kaldığı zaman, kalan malın varislerine teslim edilmesi de müste´menin hakkıdır. İtkânî; «Fakat bu miras olarak değil...» Minah´ta da vesaya bahsinin başında böyle denilmektedir. Bu söz; «Varislerine» sözünden anlaşılacak manayı def için söylenmiştir. Bu mesele ile önceki arasındaki fark şudur: önceki meselede malın üçte birinden fazla olan kısmı varislerine iade edilmez. Çünkü onda hak sahibi olan vardır. O da kendisine malın tamamı vasiyet edilmiş olan şahıstır. «Dediğimiz sebepten dolayı...» Yani dârı harpteki veresesine itibar edilmez. «Ezhar olan görüşe göre caîzdir...» Bunun karşıtı olan görüşe göre Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf´tan, caiz olmadığı yolundaki rivayettir. Bu görüşün gerekçesi şudur: Onlar hükmen kendi ülkelerinde sayılırlar. Nitekim her an oraya dönme imkanına sahiptirler. Vasiyet de mirasa benzer, (Darı İslâm´daki bir müslümanın mirasını dârı harpteki bir yakını alamaz. Vasiyetde böyledir.) Harbiye vasiyetin caiz oluş gerekçesi d6 şudur: Bu başlangıçta bir temliktir. Onun için verasetin aksine köleye ve zımmîye vasiyet caizdir. Zeylaî. M E T İ N Bid´at ehli, kafir sayılmadığı zaman vasiyet konusunda müslüman menzilesindedir. Çünkü biz hükümleri İslâm´ın zahiri üzerine koymakla emrolunduk. Ama eğer kafir sayılıyorsa mürted hükmündedir. Bu durumda vasiyeti İmamı Ebû Hanife´ye göre mevkuf, Sahibeyne göre geçerlidir. Şerhu´l-Mecma. Vasiyet konusunda mürted kadın (dinden çıkan) esah olan görüşe göre zımmî kadın gibidir. Çünkü o öldürülmez. İ Z A H «Bid´at sahibi ..» Seyyid Şerif Cürcânî Ta´rifât´ında şöyle der: Bid´at ehli: inançları ehli sünnetin inancı gibi olmayan kıble ehlidir, Onlar; Cebriye, Kaderiyye, Rafızîler, Hariciler, Muattıla ve Müşebbihedir. Bunlardan herbiri on iki fırkadır. Tamamı yetmiş iki eder. «... İmam Ebû Hanife´ye göre mevkuf...» Yani müslüman olursa geçerlidir. Riddeti üzere ölürse diğer tasarrufları gibi vasiyeti de batıl olur. «Mürted kadın esah olan görüşe göre zımmî kadın gibidir.» Bunların vasiyetleri sahihtir. Hidâye. Sahih olmadığını söyleyen de vardır. Hidâye sahibi, Ziyâdât´ta şöyle der: O (caiz olmayışı) sahihtir. Çünkü zımmî olan kadının inancına saygı gösterilir. Mürted olan kadının inancına ise saygı gösterilmez. İnâye sahibi şöyle der: «Hidâye sahibinin iki sözü arasında zıtlık yoktur. Çünkü sahih de esah da tasdik edilir.» Yani bir görüşün «esah» oluşu öbürünün «sahih» oluşuna ters düşmez. Zeylaî birinci görüşü tercih etmiştir. M E T İ N «Malımın bu kadarı veya malının üçte biri vasiyettîr» demesi gibi, mutlak olan vasiyyet zengine helal olmaz. Çünkü vasiyyet sadakadır ve sadaka da zengine haramdır. Eğer mutlak vasiyet, «Ondan zenginde fakirde yer» denilmesi suretiyle genelleştirilse yine de zengine helal olmaz. Çünkü zenginin vasiyetten yemesi ancak temlik sûretiyle olur. Temlik de ancak muayyen birisi için sahihtir. «Zenginler» muayyen değildir ve sayılamıyacak kadar çoktur. «Malımın şu kadarı Zeyd´e -o da zenginse- vasiyettir» demesi gibi vasiyet bir zengine, veya zenginlerden sınırlı bir guruba tahsis edilse, kendilerine helâl olur. Çünkü belli olan zenginlere temlik sahihtir. Molla Husrev´in belirttiğine göre, vakıfta da hüküm aynıdır. Camiu´l-Fusûleyn´de; vakfın mütevellisinin vasi olduğu söylenilmiştir. İ Z A H «...Mutlak olan vasiyet...» Yani zengine veya fakire olduğu belirtilmemiş olan vasiyet, umûmi olan vasiyet ise zengine veya fakire olduğu belirtilen vasiyettir. T. «Sadaka da zengine haramdır.» Vasiyet eden öldükten sonra, vasiyeti hibe saymak mümkün değildir. Zengine anında verilen sadaka ise böyle değildir. Çünkü o hibe sayılabilir. Zira âlimler, «Zengine verilen sadaka hibedir. Fakire yapılan hibe de sadakadır» demişlerdir. T. «.. Genelleştirilse de yine zengine helal olmaz.» Bunun zahirine göre buradaki vasiyet sahihtir. Sadece zenginlere tahsis edilmek suretiyle yapılan bunun aksinedir. Çünkü onlar sayılamayacak kadar çok oldukları için bunu temlik saymak mümkün değildir. Aynı şekilde bunu sadaka saymak da mümkün değildir. Zirâ tâfız ihtiyaç manâsı taşımaz. Nitekim biz bunu. «akrabaya vasiyet» konusunda İhtiyar´dan naklen takdim etmiştik. «Vakıfta da hüküm aynıdır.» Yâni mutlak olan vakıf, vakıfta bulunan genelleştirse bile sadece fakirlere mahsustur. Zenginlere helal olmaz. Ama eğer vakıf sahibi muayyen bir zengine veya zenginlerden olan sınırlı bir topluluğu tahsis ederse onlara helal olur. Vakıf malın kendisine değil menfaatlerine malik olurlar. Dürer. Alimlerin; çeşme, kabristan, karakol ve benzeri şeylerden fakirlerin de zenginlerin de istifade edebilecekleri tarzındaki açık ifadeleri, bu sözlere göre biraz müşkül görünmektedir. Çünkü vakıfta bulunan bunlarla umumu kasteder. Umum kastı kâfi gelince, umumun açıkça söylenmesi durumunda umuma nasıl şamil olmaz?! Araştırılsın. Rahmetî. «Vakfın mütevellisi vasî gibidir...» Yani birçok hükümde, mütevelli vasi gibidir. Bundan dolayı «mütevelli vasinin kardeşidir» demişlerdir. Bunun buradaki münasebeti, geçen konuda vakıfla vasiyet arasındaki hüküm birliğidir. Aynı şekilde âlimler: «Vakıfla vasiyet kardeştir» demişlerdir. Yine «vakıf vasiyetten sulanır.» «Vakıf ve vasiyet aynı vâdiden sulanır» da derler. FER´Î MESELELER M E T İ N Bir kimse malının üçte birini namazları için vasiyet etse; vâsi bunu eğer muhtaç iseler kendilerine keffaret verilmesi caiz olanlardan mûsî´nin, usulü ve fürû´u dışındakilere sarfedebilir. Fakirler için yapılan mutlak vasiyet ise böyle değildir. Çünkü bu eğer muhtaç hazır, baliğ ve ıazı iseler bütün varislerine veya birisine verilebilir. Ama içlerinde küçük hazır olmayan veya hazır olduğu halde rızası olmayan bulunursa caiz olmaz. Namazının keffaretini muayyen bir adama vasiyet etse, başka birisi için caiz olmaz. Namaz bozulduğu için böyle fetvâ verilir. Bir kimse. namazları için vasiyette bulunsa ve malının üçte birisi fakirlerden alacak olsa, vasî de alacağı fidye yerine onlarda bıraksa kâfi gelmez. önce alacağı kabzedip sonra onlara tasadduk icâbeder. Birisi malının üçte birinin bağışlanmasını emretse ve ölse, meselâ malının üçte birini de bir gasıb gasbetse ve tüketse gâsıp fakir olup, vasî ona gasbettiğini bıraksa kafidir. Çünkü ölümden sonra kabz hasıl olmuştur. Malının tamamının alacak olması ise bunun aksinedir. Kinâye´den. Cevâhir´de şöyle denilmektedir: «Birisi bir taşınmazını bir adama vasiyet etse ve ölse, terike, varisler arasında taksim edilse ve musâ leh aynı şehirde olduğu halde birşey talep etmese de aradan seneler geçtikten sonra hakkını almak için dâva açsa davası dinlenir. Vasiyeti reddetmemişse, gecikme ile batıl olmaz.» Kendisine bir ev vasiyet edilen kişi vasiyet eden öldükten sonra evi kabzetmeden satsa sahihtir. Çünkü vasiyet edilen malı kabzetmeden, tasarruf caizdir. Bir kadın bir malını çocuğuna vakfedip çocuğun amcasını mütevelli tayin etse ve çocuğun da babası bulunsa mütevelli babadan daha evlâdır. Birisi bir ev satın alıp bir adama vasiyet etse ve şefî evi musâ leh´in elinden alsa, parası alınır, şayet ev, başka biri tarafından istihkak yoluyla alınırsa, musa leh varislerden birşey talep edemez. Çünkü mûsî´nin başkasına alt olan bir malı vasiyet ettiği açığa çıkmış olur, Allah en iyisini bilir, İ Z A H «... Usulü ve fürûu dışındakilerine... ilh...» Bu kayıt, Ebû Kasım´ın sözünden alınarak Kınye´de zikredilmiştir. Şayet adam namazlarının keffaretinin oğlunun oğluna verilmesini vasiyet etse o da vasisi olmasa, emrettiği gibi verilir ama keffâret olarak kâfî gelmez. «Kendilerine keffâret verilmesi câiz olanlardan... ilh...» Müslüman ve muhtaç olmak suretiyle. T. «... Ve birisine verilebilir.» Yani hepsi şart değildir. T. «Ama içlerinde küçük... bulunursa». Aslında, istisnaların tam olması için, bunlara «Veya muhtaç olmayanlar...» sözünü de ekleseydi daha iyi olurdu. «Câiz olmaz.» Çünkü bu, varise vasiyyet kabilindendir. Tüm vârislerin icâzetine ihtiyaç vardır. Hazır olmayan ve rızosı olmayandan icazet bulunmamaktadır. Çocuğun icâzeti de sahih değildir. Bu şartlar ikinci kısım içinmi yoksa her iki kısım içinmidir -yâni namaz keffâreti ve teberrû- araştırılsın Rahmeti. «Namazının ketfâretini... vasiyet etse. » «Keffâret»! açıkça söyledi. Çünkü muayyen bir şahsa bir vasiyette bulunsa, ihtilafsız olarak vasiyet kendisine verilir. T. «Başka birisi için câiz olmaz.» Yâni kadı ve vasinin başka birisine vermeleri câiz olmaz. Minah. «Zaman bozulduğu için... ilh...» Kâdî ve başkalarının tamahkârlıklarıda arttığı için. Çünkü eğer biz ölenin tayin ettiği kişiden başkasına vermesini caiz görsek belki de hiç kimseye vermeyecektir. Çünkü kendilerinden bunu isteyecek birisi yoktur. «Namazları için vasiyette bulunsa...» ve oruçları için... Minah. «Kâfi gelmez..» Kâfi geleceği de söylenmiştir. Kınye´de şöyle denilmektedir: Üstâdımız «bir rivâyet bulununcaya kadar önceki görüş bana daha iyi geliyor» demiştir. «Sonra onlara tasadduk icâbeder.» Yâni fidye niyyetiyle. Aksi halde emrolunduğu şeyi yapmamış olur. Düşün. «Malının tamamının alacak olması ise bunun aksinedir.» Yâni önceki meseledeki. Çünkü o meselede ölümden önce kabzedilmiştir. Bu konuda bir de şu kaldı: Aynı meselede birisi namazlarının keffâretini vasiyet etse : Kabz ölümden sonra hasıl olduğu için kâfi gelirmi gelmezmi? Araştırılsın. «...Evi kabzetmeden satsa ilh...» Yâni mûsi öldükten sonra musâ leh satsa. «Mütevelli babadan evlâdır.» Çünkü bu, babadan sonra gelmesi için, annenin vasîsi kabilinden değildir. Zinâ mütevelli´nin velâyeti çocuk üzerine değil, vakıf üzerinedir. «Parası alınır...» Yâni musâ leh için. müşterinin terikesinden alınır ve müşterinin varisleri Şefi´den alırlar. Nitekim Minah´ta da böyledir. Bir mesele : Birisi bir takım vasiyetlerde bulunsa, ve «kalanı da fakirleredir» dese, musâ leh´lerden bazıları ölse bunlara verilecek olan fakirlere verilir. Çünkü onlar ölünce vasî kendilerine bir şey veremez. Kalanı da fakirleredir. Velvâliciyye. Allah en iyisini bilir. Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 21:17:10 VASİ YANİ VASİYETİ EDA İLE GÖREVLENDİRİLEN KİŞİYE AİT HÜKÜMLER
M E T İ N Birisi (mesela) Zeyd´i vasi tayin etse, Zeyd de onun yanında kabul etse sahih olur. Şayet onun yanında yâni bilgisi dahilinde reddederse, reddolur. Ama onun gıyabında reddederse, vasi cihetinden kandırılmış olmamak için red sahih olmaz. Musî´nin vasîyi onun haberi olmasa bile vasilikten çıkarması, İmamı Azâm´a göre sahihtir. Ebû Yusuf´a göre sahih değildir. Bezzâziye. İ Z A H Müellif, musâ leh´e ait ahkâmı beyan ettikten sonra, vasiye alt ahkâmın izahına başladı. Çünkü vasiyyetler bahsi buna da şamildir. Şu kadar varki, musâ leh´e ait hükümler daha çok olduğu. daha fazla rastlandığı ve onları bilme ihtiyacı daha çok olduğu için önce onu ele aldı. İnâye. Şu bilinmelidir ki: vasînin vesâyeti (hemen) kabul etmemesi gerekir. Çünkü tehlike vardır. Ebû Yûsuf´dan şöyle rivayet edilmiştir. «Vasiliğe girmek, ilk seferde yanılgı, ikincisinde hıyânet üçüncüsünde ise hırsızlıktır.» Hasen´den de şöyle dediği nakledilmiştir: «Ömer b. el-Hattab bile olsa vasî adil davranamaz.» Ebû Mutî: «Yirmi senelik kadılığım esnasında kardeşinin oğlunun malında âdil davrananı görmedim.» Kuhistânî. Ulemâdan birisi de nazım halinde şöyle demiştir: «Dört vav dan sakın çünkü onlar ölümdürler. Bunları: Vekâlet, vetâ, vâsilik ve vakıftır.» «... Zeyd´i vasî tayin .etse...» Bu cümle «işini ona verse» manasını da içine alır. Biz bu konuda söylenecekleri, konunun başında söyledik. Tefvîz (işi ona bırakma) ona delâlet eden her tâfızla sahihtir. Hâniyye de şöyle denilmektedir: «Bir şahıs birisine: Ben öldükten sonra sen vekilimsin dese, vasî olur. Hayatımda iken sen benim vasimsin dese vekil olur. Çünkü bu tabirlerden herbiri -diğerinin yerine kullanılır- Dolayısıyle diğerinin ibaresi ile münakid olur.» Hâniyye, Hulâsa ve daha başka kitaplarda da şöyle denilmiştir: Bir kimse: «Sen benim vasîmsin. sen malımda vasîmsin ben öldükten sonra çocukları sana teslim ettim, ölümümden sonra çocuklarıma sahip ol, ölümümden sonra onların ihtiyaçlarını gör» dese veya bu sözlerin manasına gelen bir şey söylese vasî olur. Velvâliciyye sahibi şöyle der: Bir kimse bir kaç kişiye: «Ben öldükten sonra şöyle yapın» dese hepsi vasîdir. Şayet adam ölünceye kadar sussalar da ikisi veya daha fazlası kabul etse bunlar vasî olurlar. Ama sadece biri kabul etse, hakim başka birisini daha tayin etmedikçe veya onun tasarrufunu serbest bırakmadıkça tasarrufta bulunamaz. Çünkü bu durumda mûsi sanki iki kişiyi vasî yapmış sayılır. bunlardan sadece birisi kafi gelmez. Dürrü´I-Mültekâ da Zahîre´den naklen şu ifadeler yer almaktadır: «Birisi bir adamı sadece bir konu da vasî tayin etse, o her konuda vasî olur.» Meselenin tamamı ileride gelecektir. T. «... Bilgisi dahilinde...» Bu ifade yukarıda gecen «yanında» kelimelerinin izahıdır. Yani vasî olacak olan kişinin hazır olması şart değildir. Bilmesi yeter. T. «Ama onun gıyabında ilh...» Geçen kısma uygun olanı, «bilgisi olmadan» demesi idi. Böyle denilmeyişine sebep siyâkın ona delâletidir. Çünkü musannıfın «aksı halde» sözünün manası: «Ölümünden önce veya sonra reddetmek suretiyle, bilgisi olmadan reddederse» demektir. «...Vasî cihetinden kandırılmış olmamak için... ilh...» Yâni ölenin. vasî tayin ettiği kişi tarafından kandırılmış olmaması için. Çünkü ona güvenmiştir. Dolayısiyle reddetmesi durumunda ölüye zarar vardır. Musannıf bununla, musa leh ile vasî arasındaki farka işaret etmiştir. Çünkü musâ leh´in, vasiyet esnasındaki kabûlü mûteber değildir. Öyleki şayet mûsî´nin sağlığında kabul etse. sonra da reddetse sahihtir. Çünkü vasiyetin menfaatı kendisinedir. İkincisi ise böyle değildir. Nitekim İnâye de böyle ifadelendirilmiştir. BİR UYARI Hakimin tayin ettiği vasî, kendisini azlederse, bundan hakimin haberdar olmasının şart olması gerekir. Vekilin kendisini azlinde de sultanın bilgisi şarttır. Bezzâziye. «Vasilikten çıkarması... İlh...» Yani Bezzâziye´de belirtildiği üzere : kabûl ettikten sonra. M E T İ N Eğer (vasiyeti teklif esnasında) vasî ses çıkarmasa ve mûsî ölse, vasînin kabul etmeyede reddetmeye de hakkı vardır. Vasiyet akdi, vasî vasî olduğunu bilmezse bile terikeden bir şeyi satması ile lazım (bağlayıcı) olur. Çünkü tasarrufunun sahih olması için, vasînin vasîliği bilmesi şart değildir. Vekil ise bunun aksinedir. Çünkü vekilin tasarrufunun sahih olması için, vekil olduğunu bilmesi gerekir. şayet vasî vesayeti teklif esnasında ses çıkarmasada sonra reddetse, mûsî öldükten sonra kabul etse sahihtir. Ama reddini hakim infaz etmişse, bundan sonraki kabulü sahih olmaz. İ Z A H «Lâzım olur.» Bununla, kabulün sözle olabileceği gibi, fiille de olabileceğine işaret etmiştir. Çünkü fiil söze delalet eder. «Bir şeyi satması ile ilh...» Yâni mûsi öldükten sonra satsa satış, velâyetten dolayı ehlinden sâdır olduğu için geçerlidir. Varîslerin işine yarayan bir şey satın alsa, bir borç ödese veya borç tahsil etse yine aynıdır. İhtiyâr. «Vekil ise bunun aksinedir.» Çünkü vekâlet; müvekkilin kendi velâyetinin mevcudiyeti halinde sabit olduğu için inabe (niyabeten) dir. Vasîlik ise hilafettir. Çünkü o, ölünün velâyetinin kesilmesi haline mahsustur. Dolayısıyle varîsler gibi, vasînin bilmesine bağlı değildir. Zeylaî. «Mûsî öldükten sonra da kabul etse sahihtir.» Çünkü bu red, mûsi´nin bilgisi olmadan sahih olmaz. Kifâye, Reddin sahih olmaması onun vasî olmasını gerektirmez. Çünkü az önce geçen «onun redde de kabule de hakkı vardır.» sözünün ifade ettiği üzere vasîlik kabule mütevekkıftır. Hâsılı: Adam sustuğu zaman vasî olmaz. Kabul edip etmekte muhayyerdir. Reddederse yâni kabul etmezse, kabule zorlanmaz. Reddettikten sonra bile olsa kabul ederse sahih olur. Çünkü onun reddi sahih değildir. Yani onu, kabul etme ehliyetinden çıkarmamıştır. Kabul ederse vasî olur. etmezse olmaz. Bununla, zamanımızda fetvası istenen şu hadisenin cevabı açığa çıkıyor: Bir odam iki kişiyj vasî tayin etse ve adamlardan birisi kabul edip öbürü sussa da kendisinden rızasının olup olmadığına delalet eden bir söz sadır olmasa ve kabul eden terikede tasarrufta bulunsa : Diğerinin kabul veya reddinden önce onun tasarrufu sahihmidir? Cevap: Dediğimiz gibi. susan vasî olmaz. Ama kabul eden de Ebû Hanîfe ve Muhammed´e göre tek başına tasarruf hakkına sahip değildir Ebû Yusuf´a göre ise sahiptir. Nitekim bunu Velvaliciyye´den naklen zikredeceğiz. O halde, hakim kabul edenle birlikte başka bir vasî tayin eder ve beraber tasarrufta bulunurlar. ALLAH en iyisini bilir. «Ama reddini hakkın infâz etmişse ilh ..» Çünkü konu ictihadi´dir. Zira Zufer´e göre red sahihtir. Kinâye. Ben, bunun. zamanımız hakimlerinden başkaları için olduğunu söylerim. M E T i N Bir kimse; bir çocuğu. başka birinin kölesini. bir kâfiri veya bir fasıkı vasî tayin etse. varislerin hakkını gözetmek için hakim bunları değiştirir. Müellifin «değiştirir» sözü, bu vasiyyetin sahih olduğunu ifade eder. Şayet bunlar vasilikten çıkartılmadan önce tasarrufta bulunsalar caizdir. Sirâciyye. Eğer çocuk bâliğ olsa, köle azad edilse, kafir veya mürted müslüman olsa, fasık tevbe etmiş (Mücteba) -Mücteba da : Vakfın velayetinin çocuğa verilmesinin istihsanen sahih olduğu belirtilmektedir- hakim onları vasîlikten çıkarmaz. Çünkü azli gerektiren sebep ortadan kalkmıştır. Ama vasî emin birisi olmazsa azledebilir. İhtiyar. Eğer, vârisleri küçük oldukları halde, kendi kölesini vasî tayin etse sahih olur. Nitekim mükâtebini veya başka birinin mükâtebini vasî yapması da sahihtir. Eğer hâkim mükatebi köleliğe döndürürse hüküm köle de olduğu gibidir. Şayet mûsînin varisleri küçük değilseler, kölenin vasîliği sahih değildir. Ebû Yûsuf ve Muhammed´e göre kölenin vasîliği her halükârda sahih olmaz. Dürer. İZAH «..Başkasının kölesini ilh...» Yani efendisinin izni ile bile olsa Kuhistanî. «..Bir kafiri ilh...» Yani zımmi, harbi veya müstemeni İnaye. Yahut da gelecek olan bölümden anlaşılacağı üzere mürtedi. «Veya fasık...» Yâni mala zarar vermesinden korkulan fasık. Kuhistânî. «..Değiştirir.» Yani. Müslüman. hür ve salih birisi ile değiştirmesi vaciptir. Çünkü: köle hacredilir, kafir düşmandır, fasık hiyanetle itham edilir. Kuhistânî. «Değiştirir sözü, bu vasiyyetin sahih olduğuna delâlet eder.» Kudûri´nin ibaresi «Hakim onları çıkartır.» şeklindedir. Hidâye´de de: «Bu vasiyetin sıhhatine işaret eder. Çünkü vasîlikten çıkarmak sıhhatten sonra olur.» denilmektedir. «İmam Muhammed Asi da : Vasî tayini batıldır» demiştir. Alimler bu sözün manasında ihtilaf etmişlerdir: «bu, bütün suretlerde hakimin ibtal etmesi île batıl olur.», «Velayeti olmadığı için, kölenin dışındakiler de batıl olur». «Fasıkta batıl olur. Çünkü. Kâfî de beyan edildiği , üzere kafir köle gibidir» gibi görüşler ileri sürülmüştür. İnaye´de ifade edildiğine göre ilk görüş ulemanın çoğunun görüşüdür. Şunu da bil ki musannıf «çocuk» sözünü zikretmekle metinlere ve Hîdâye´ye ilave de bulunmuştur. Mücteba üzerine olan şehrinde şunu nakletmiştir: «Çocuğu vasî tayin etmek caizdir ama vekalette olduğu gibi, sorumluluk gerekmez.» Bunu, musannıfın yaptığı gibi ihtiyar sahibı de zikretmiştir. Vehbaniyye şerhinde ise : «Birisi köleyi veya çocuğu vasî tayin etse hakim onları çıkartır. Çünkü çocuğun tasarrufa pek aklı ermez. Çocuğun vesayetten çıkartılmadan önceki tasarrufu geçerlimidir? «Geçerlidir»de. «Geçerli değildir»de diyenler vardır. İkincisi sahihtir. Çünkü çocuğa sorumluluk yükletmek mümkün değildir. Çocuk vesayetten çıkartılmadan önce büluğa erse Ebû Hanîfe ye göre vasî değildir, Sahibeyne göre vasîdir» denilmektedir. Özetle. Tamamı oradadır, müracaat et. «Kafir müslüman olsa...» Yani mükatebe bedelini ödemekten aciz olmak suretiyle köle olarak devam ederse. «Kölede olduğu gibidir.» Şayet başka birisinin mükatebi ise vasiyet sahihtir. Ve hâkim başka birisi ile değiştirir. Kendi mükabeti ise o, musannıfın ihtilafı olan meselesidir. T. «Şayet mûsînin varisleri küçük değilseler...» İçlerinde büyüklerin bulunması suretiyle küçük değilseler vesayet sahih olmaz. Çünkü büyük olan terikeyi veya kendi hissesini satabilir dolayısıyla vasiyetten aciz olunur. Zira müşteri onu meneder. Vasiyyetin faydası olmaz. «Ebû Yûsuf ve Muhammed´e göre her hâlûkârda sahih olmaz.» Çünkü bunda memlüke (köleye) maliki üzerine bir velâyet isbatı söz konusudur. Bu da meşru kılınanın ters çevrilmesidir. Ebû Hanife´nin gerekçesi de şudur: Mûsî ehil olan birini vasî tayin etmiştir. dolayısıyla sahihtir. Mükâtebi vasî tayin etmeye benzer. Çünkü köle mükelleftir. Kendi başına tasarrufta bulunabilir. Onun üzerinde hiç kimsenin velâyet hakkı yoktur. Çünkü çocuklar her ne kadar malik iseler de babaları köleyi kendi yerine kâim kılınca. onlar üzerine velâyeti olmadan, kendisi gibi tek başına tasarrufta bulunabilecek durumda olmuştur. Dürer. Ancak kölenin, kendisini satma hakkı yoktur. T. şayet «Onlar için satış velâyeti yok ise onu hakim satabilir. Dolayısıyle men tahakkuk eder» denilse, buna : «Vasî ta´/im sabit olduğu zaman. Hâkim için satış velâyeti kalmaz.» diye cevap verilir. İnâye. M E T İN Mücerred haberi ile değilde gerçekten vasîliğin icaplarını yerine getirmekten aciz olan vasiye hâkim başka birisini daha ekler. Bunu, musî ve vârislerin hakkına riayet için yapar. Şayet vasinin aslen aciz olduğu Hâkime zahir olursa onu başka birisi ile değiştirir. Seçilmiş olan vasiyi, vesâyete ehil olduğu halde hakim azlederse, azli geçerlidir, ama hakim zulmetmiş ve günaha girmiş olur. Eşbâh´ta şöyle denilmektedir: «Bu durumda hakimin azlinin sahih olup olmadığı konusunda âlimler ihtilaf halindedirler. Vehbâniyye Şerhi´nde belirtildiği üzere çoğunluğun görüşüne göre sahihtir. Ama Fusûleyn de denildiği gibi sahih olmadığı tarzında fetva vermek gerekir. Hain olan vasinin azl se vaciptir.» Ben derim ki: Câmiu´l-Fusûleyn´in yirmi yedinci faslındaki ibare şu şekildedir: «Ölü tarafından tayin edilmiş olan vasi adil ve yeterli ise, hâkimin onu azletmesi uygun olmaz. Ama buna rağmen azlederse vâsilikten düşeceği söylenir. Ben derim ki: Bana göre vasilikten düşmez. Çünkü mûsî kendisine karşı hakimden daha müşfiktir. O halde nasıl düşer?! Devrimiz hakimlerinin bozukluğundan dolayı bu görüşe göre fetvâ vermek gerekir.» Musannıf da şöyle der: «Üstadımız da demiştir ki: Vasî´nin azlinin sahih olmadığı görüşü tercih edilmiştir. Vakıflardaki vazifelerde durum nasıl olur?! İ Z A H «Vasiliğin icaplarını yerine getirmekten aciz olan vasiye ilh...» Tekbaşına bunları yapamayıpta yardımcıya ihtiyaç duyan vasiye. Aşağıdaki mesele bu anlayışa delâlet etmektedir. «... Gerçekten ilh...» Yani bu, beyyine ile sabit olursa. Çünkü beyyine ile sabit olan gözle görülen gibidir. Hâkimin ilmi ile sabit olursa olmaz. Çünkü müftabih olan görüşe göre hakim. kendi bilgisi ile hüküm veremez. Rahmetî. «Mücerred haberi ile değil de...» Çünkü o yükünü hafifletmek için yalan söylemiş olabilir. Aynı şekilde, varislerin tümü veya bir kısmı vasiyi hakime şikayet etseler, vasinin bir hıyâneti görülünceye kadar hakimin onu azletmesi gerekmez. Hidâye. BİR UYARI Geçen bu ifadelerden anlaşılıyor ki: Kabul ettikten sonra vasinin kendisini vesayetten azle hakkı yoktur. Nitekim bu açıkça geçmişti. Eşbah´ta belirtildiğine göre vasinin vasîyeti bırakabilmesi için iki çare vardır. Bunlar: I - Ölen kişi, onu vasi tayin ederken istediği zaman vasiliğl bırakabileceği şartıyla tayin eder. II - Vasi ölüden alacağı olduğunu iddia eder. Hakim de onu itham ederek vesâyetten ihraç eder. Anlaşıldığı üzere bu, ölünün tayin ettiği vasi ile ilgilidir. Hâkimin atadığı vasi ise, onun bilgisi dahilinde olmak şartıyle vasiliği bırakabilir. Biz bunu Bezzâziye´den naklen takdim etmiştik. Eşbah´tan naklettiğimiz; «... vesâyetten ibraceder» sözünün ifade ettiği hüküm âlimler arasında ihtilaflıdır. Hindiyye de Hassaf´tan naklen : «Sadece vasinin iddia ettiği borç mikdarında başka bir vasi tayin eder. Ulema bu görüşü almıştır ve müftabih olan budur» denilmektedir. «Bunu musî ve varislerin hakkına riayet için yapar.» O vasiyi bırakmak suretiyle, çünkü mûsî olarak seçmiştir. Kendisine başka birini ilave etmekle de varislerin hakkı korunmuş olur. «Onu başka birisi ite değiştirir.» Zahiriyye´de şöyle denilmektedir: «Vasî aciz olsa hakimde başka birisini tayin etse, bir müddet sonra birinci vasî ben vesayete muktedir hale geldim dese âlimler; onun eski hali üzere vasi olacağını söylemişlerdir. Çünkü hakim onun yerine ikincisini, onu azletmiş olmak için tayin etmemiştir. Bu, azl değil bir ilavedir.» Bunun benzeri ifade Hâniyye ve başka eserlerde de vardır. Hulûsa´da ise şöyle denilmektedir: «Hakim, acizin yerine başka birini atarsa aciz olan azledilmiş olur. Hasî: Çünkü ikincisi öncekinin yerine ancak onun azlinden sonra geçer, der. Hakimin acz sebebiyle azle yetkisi vardır..» Edebü´l-Evsıyâ´dan özetle. Ben derim ki; Bu iki naklin arasını şöylece uyuşturmak mümkündür: Eğer hakim : «Seni vasi kıldım» veya «öncekine ilaveten seni vasî yaptım» derse birincisi azledilmiş olmaz. Ama «senionun yerme tayin ettim» derse azledilmiş olur. Düşün. BİR UYARI Hâniyye´den naklen Edep de şöyle denilmektedir: «Şayet vasî sürekli bir şekilde delirirse hakimin onu değiştirmesi gerekir. Eğer iyileşinceye kadar bunu yapmazsa vesayeti devam eder.» «Vesâyete ehli olduğu halde ilh...» Âdil ve yeterli olmak suretiyle. «Azli geçerlidir.» Kınye´de şöyle denilmektedir: Zarhiruddin ölen tarafından seçilmiş olduğu için. vasinin hakimden daha mukaddem olması sebebiyle buna uzak bulmuştur. Üstadımız şöyle der: «Adil ve yeterli olduğu halde, ölenin vasisi münazil olunca, hakimin vasisi nasıl olur?! «Hain olan vasinin azli vaciptir.» Kitapların çoğunda şu ibare yer almıştır: «Baba müsrif. küçük oğlunun malını saçıp savuran birisi olduğu zaman. hakim bir vasî tayin eder ve çocuğun malını babasının elinden alır.» «Yirmi yedinci fasılda ... ilh...» Orada Mültekâ´dan naklen: «Adil olmaz da yeterli olursa hakim onu azleder. Adil olurda yeterli olmazsa yanına yeterli olan başka birisini tayin eder» denilmektedir. Velvâliciyye´de buna : «Eğer onu hakim azlederse sahih olur» sözleride ilave edilmiştir. «Sahih olmadığı tarzında fetva vermek gerekir.» Nûru´l-Ayn da şöyle denilmiştir: «Camiu´l-Fusuleyn sahibi, söylediği şeyde çok iyi yapmıştır. Ama «bana göre» demek suretiyle, sanki bu konuda yalnız kalmış gibi bir his vermiştir. Halbuki bu eski ve yeni âlimlerin çoğunun tercih ettiği görüştür. «Devrimiz hakimlerinin bozukluğundan dolayı» Hâkimin onları azletmesi dünyevi bir maksada mebni olabilir. Çünkü ehil olan vasiyi azlde yetime bir maslahat yoktur. T. BİR UYARI Bütün bunlar ölenin tayin ettiği vasi ile ilgilidir. Ama hâkim kendi tayin ettiği vasiyi adil bile olsa azledebilir. Şarih bunu çeşitli meseleler başlığı altında söyleyecektir. Ancak az sonra bunu, maslûhat gördüğü takdirde yapabileceği aksi halde yapamayacağı gelecektir. «Musannıf şöyle der: Üstadımız demiştir ki... ilh...» Yani Bahr müellifi ibn. Nüceym. «Vakıflardakl vazifelerde durum nasıl olur?» Vakfa idareci tayini konusundaki vazifelerde. Fetevâyı-Hayruddin´de. Bahr´dan naklen şöyle denilmiştir: «Hâkimin vakıf nazırını azledebilmesi, bunun bir suç sebebiyle olması şartına bağlıdır.» Bahr sahibi buna, İsaf ve Camiu´l-Fusuleyn´den naklettiği şu ibareyi delil göstermiştir: «Nazırın hyâneti olmadan başka birisini tayin etmenin haram olduğunu, şayet bunu yapmışsa sahih olmayacağını ifade etti.» Daha sonra da şöyle der: «Nâzırın suçu yokken azledilmiyeceğinden istifade ile anlıyoruz ki; vakıfta vazifeli olan birisini de azl sahih.değildir. Buna Bezzâzî ve başkalarından yaptığı nakillerle istidlal etmiştir.» Şârih: «Nasıl olur?!» sözü ile evleviyetle sahih olmayacağına işaret etmiştir. Bunun delili de şudur: Bu, muhterem bir hakkı ibtaldir ki o da vakfedenin onun için tayin ettiğidir. M E T İ N (iki tane vasi olsa) iki mütevelli de olduğu gibi, iki vasiden birisinin tek başına yaptığı batıldır. Hüküm itibariyle iki mütevelli. iki vasi gibidir. Eşbah ve Kınye´nin vakıf bahsi. Bundan anlaşıldığına göre: Mütevellilerden birisi vakıf arazisini kiraya verse öbürünün reyi olmadan caiz olmaz. Bu yeni bir hadiseye verilen bir fetvadır. ölenin : iki vasiyi ayrı ayrı tayin etmiş olması durumunda da hüküm aynıdır. (Birisinin haberi olmadan öbürünün yaptığı bâtıldır). Her birinin tek başına tasarrufta bulunabileceği de söylenilmiştir. Ebu´l-Leys: Bu esahtır, biz bunu benimsiyoruz» der. Ama Mebsutta önceki görüş sahih edilmiş, Dürer´de de birincisi tek görüş olarak verilmiştir. Kuhistâni´de «Bu doğruya daha yakındır.» der. Ben derim ki: «Bu, ölünün tayin ettiği vasiler veya vakıfın tayin ettiği mütevelliler ya da bir hakimin tayin ettiği vasi ve mütevelliler oldukları takdirdedir. Ama iki ayrı beldedeki iki ayrı hakimin tayin ettiği vasiler veya mütevelliler olursalar herbiri tek başına tasarrufta bulunabilirler. Çünkü hakimlerden herbirinin tasarrufta bulunması caizdir. Naibleri için de hüküm aynıdır.» İ Z A H «Vasilerden birinin yaptığı batıldır.» Ama diğer vasi bu tasarrufa icazet verirse caiz olur ve akti yenilemeye gerek kalmaz. Minah´ta da böyledir. T. Ben derim ki: Vasî ile onun nâzırı arasında da durum böyledir. Hâmidiyye de İsmailîyye´den naklen şöyle denilmektedir: «Eğer nazırın haberi olmadan vasî yetimlerin malından tasarrufta bulunsa ve mal helâk olsa onu zamin olur.» «Bundan anlaşıldığına göre ilh...» İsraf´ta bu, şu ifadelerle açıkça söylenmiştir: «Nazırlardan birisi tek başına kiraya veremez. Ama birisi öbürünü vekil ederse caiz olur. Bunu Ebussuûd nakletmiştir.» Şarihin söylediği Minah´tan alınmadır. «Her birinin tek başına tasarrufta bulunabileceği de söylenmiştir». Şarihin açıklayacağı gibi, bunu söyleyen Ebû Yusuf´tur. Önceki görüş de Ebû Hanife ile Muhammed´e aittir. Birde denildiki: «Bu ihtilaf vâsileri peşi peşine tayin ettiği takdirde söz konusudur. Ama tek akitle birlikte tayin ederse, biri olmadan öbürü ittifakla tasarrufta bulunamaz.» Yine denildi ki: «İhtilaf; vasilerin aynı akidde tayın edilmeleri halindedir. Ama ayrı akitlerle tayin edilmişlerse ittifakla her biri tek başına tasarrufta bulunabilir.» Ebu´l-Leys: «Bu, esahtır, biz bunu benimsiyoruz» der. Üçüncü bir görüş olarak her iki durumda da ihtilaf olduğu söylenmiştir. Mehsut´ta da «Bu esahtır» denilmiş Molla Hüsrev bunu tek görüş olarak takdim etmiştir. Minah özetle. Bunun benzeri ifadeleri Zeylaî ve başka müellifler de zikretmişlerdir. «Ama Mebsût´ta önceki görüş sahih kabul edilmiştir.» Ben derim ki: Bu ifade sanki mebsut; tek başına yaptığı tasarrufun geçerli olacağı görüşünü sahih görmüş intibaını vermektedir. Halbuki biliyorsunki söz, ulema arasında ihtilafa konu olan meselededir. Mebsutta sahih görülen : İhtilafın her iki durumda da cari olduğu görüşüdür. Mebsutta vasilerden her birinin tek başına tasarrufta bulunabileceği yada bulunamıyacağı görüşünün tashihi mevcut değildir. Ama Ebu´l-Leysin sahih gördüğü : iki ayrı akitle tayin edilmişlerse vasilerin kendi başlarına tasarrufta bulunabilecekleri görüşünü şamildir. Çünkü o bu konuda icma olduğunu iddia etmiştir. Düşün. ! Şöyle de denilebilir: Mebsutta´ki ibare, tek başına tasarrufta bulunamıyacakları görüşünün tashihini de mutazammındır. Çünkü o imamlar orasındaki ihtilafın her iki halde de olduğunu sahih bulunca : Ebû Hanife ve Muhammed´in görüşlerinin, her iki halde de vasilerin ayrı ayrı tasarrufta bulunamıyacakları tarzında olduğunu isbat etmiş demektir. Ekseriyetle amel, imamın görüşüne göredir. Bu, metinlerin mutlak ibarelerinden anlaşılan ve Musannıf´ın açık ifadesidir. Düşün. «Bu doğruya daha yakındır». Çünkü ölüm esnasında vasiyyetin vücubu ikisi için birlikte sabit olmuştur. Ayrı ayrı verilen vekaletler ise bunun aksinedir. O halde ihtilafın her iki halde de geçerliliği sabıt olmuştur. Zeylaî. Yâni ikisine vasî tayin etmenin birlikte veya ayrı ayrı zamanlarda olması hallerine. «Bu... ilh...» Yâni, vasilerden her birinin tek başına tasarrufta bulunamamaları. «İki ayrı beldedeki...» Gâlip olana bakarak bunun kaydı ittifaki olduğu anlaşılmaktadır. Hatta şayet sultan bir beldede iki hakim tayin etse ve bunlara vasiler seçme yetkisini verse hüküm yine aynıdır. Zikredilen gerekçenin ifade ettiği manada bunu teyid etmektedir. Bunu T. ifade etmiştir. M E T İ N İki hakimden herbiri öbür hakimin tayin ettiği vasiyi azletmek isterse; şayet bunda bir maslahat görürse azledebilir. Aksi halde azledemez. Meselenin tamamı Müttekatât ve başkalarına nisbetle Tenviru´l-Besâir´in vekâlet bahsindedir. Sirâcın vesaya bahsinde şöyle denilmektedir: «...Yahut da hakim, ölünün tayin ettiği vasinin olduğunu bilmezse ve onun için başka bir vasi tayin etse sonra vasi gelip vasiyete girmek istese buna yetkisi vardır. Hakimin başka bir vasi tayin etmesi öncekini vasilikten çıkarmaz. (İki vasîden birisinin tek başına) ölenin kefenini satın alması onu techizi, haklarında hasımlık yapması, çocuğun ihtiyacı olan şeyleri satın alması, onun için hibe kabul etmesi, muayyen köleyi azad etmesi, muayyen olan vediayı sahibine vermesi ve muayyen olan vasiyeti yerine getirmesi caizdir. Şerhu´l-Vehbaniye´de bunlara on tane tasarruf daha eklenmiştir. Bunlardan bazıları: Gasbedilen veya fasit bir akitle satın alınan malı iâde, keyli veya vezni olan ortak malı taksim, alacağı istemek ve borcu kendi cinsi ile ödemektir. Yine (iki vasiden birisinin yalnız başına) telef olacağından korktuğu bir malı satmaya ve kaybolan malları toplamaya hakkı vardır. Ebû Yûsuf´a göre vasilerden birisi her konuda tek başına tasarruf yetkisine sahiptir. Şayet mûsî, vasilerin birlikte veya ayrı ayrı tasarrufta bulunmalarını açıkça söylemişse, sözüne ittifakla uyulur. Şerhu Vehbânîyye. i Z A H «Tamamı... Tenvîru´l-Besâir´in vekâlet bahsindedir.» Tenviru´l-Besâir´de Mültekâ´ya nİsbetle zikredilen yukarıda geçenlerdir. Tenviru´l-Besâir sahibi daha sonra şöyle der: «Nâibi de böyledir» sözünde acık bir yanlışlık var. Çünkü bilindiği gibi, hakimin vasisi. hakimin değil, ölünün naibidir. Böylece kendisine sorumluluk yüklenir. Hakimin tayin ettiği emini ise böyle değildir. Çünkü o hakimin naibidir dolayısıyla kendisine sorumluluk yüklenmemiştir. «Hakimin vasisi onun naibidir» sözünün gereği, hakimin yetimin malında tasarrufta bulunmak hakkının mevcut olmasıdır. Halbuki, kendi tayin ettiği bile olsa, vasi varken hâkim yetimin malında tasarrufta bulunamaz. Emini ile birlikte ise tasarrufta bulunabilir. Yine bunun gereği: Hakimin tayin ettiği vasiden yetimin malını satın alma yetkisinin olmamasıdır. -Nitekim emininden de satın alamaz.- Halbuki birçok kitapta belirtildiği üzere hüküm bunun aksinedir. (Hakim tayin ettiği vasiden yetimin malını satın alabilir.) «Hakimin başka bir vasi tayin etmesi öncekini çıkarmaz.» Gerçek vasi. hakimin tayin ettiği değil, birincisidir. Çünkü, hakimin bilgisi olduğundaki gibi, ilk vasi ölünün arzu ettiği vasidir. Ebussuûd´un Eşbah haşiyesinde de Muhit´ten naklen böyle denilmiştir. Ben derim ki: Burada bir soru kaldı: şayet birinci vasî yokken. ikincisi bir tasarrufta bulunsa geçerli olurmu? Zahire göre eğer yokluğu gaybeti münkatıa ise geçerli olmalıdır. Eşbah´ta şöyle denilmektedir: «ölünün vasisi varken hakim başka bir vasi tayin edemez. Ancak vasi gaybeti munkatıa ıle gaip ise veya borç iddia edeni ikrar ederse müstesnâ». Gaybeti Munkatıa: Kişinin; kendisine kafilelerin varmadığı bir yerde olmasıdır. Ebussuûd Haşiyesin´de böyle denilmektedir. Velvâliciye´de de şu cümleler yeralmıştır: «Bir adam ölünün aleyhinde bir olacak iddiasında bulunsa, vasi de gaib olsa, hakim ölünün yerine hasım olması için bir vasi tayin eder. Biliyorsun ki şayet vasi hazır olsa ve borcu ikrar etse, müddeinin hakkını alabilmesi için hakim ölünün yerine hasım olmak üzere bir vasi tayin eder. Çünkü vasinin ölü aleyhine ikrarda bulunması caiz olmaz ve müddei de, ikrar ettiği şeyde vâsi ile hasım olamaz. (davalaşamazlar)» «Ancak, ölenin kefenini satın olması ilh...» Bu meseleler vasilerden birisinin tek başına tasarrufta bulunmasının batıl oluşundan zarûret için istisna edilmiştir. «Ve techizi...» Sadece bu söylenseydi, yeterdi. öncekini söylemeye gerek yoktu. Tebyin de : «Çünkü defni geciktirmede, ölünün bozulması söz konusudur. Onun için memleketinde komşuları, seferde de yol arkadaşları onu kefenleyebilirler» denilmektedir. T. «Haklarında hasımlık yapması». Bu konuda birisinin yapabilmesinin illeti; âdeten husûmette beraber olmamalıdır. Şayet ikisi de bulunsa bile, çok kerre sadece birisi konuşur. Dürer. «Çocuğun ihtiyacı olan şeyi satın alması...» Yâni elbise ve yemek gibi mutlaka bulunması gerekenleri İtkânî. Çünkü bunların geciktirilmesi çocuğa zarar verir. Minah. «Onun için hibe kabul etmesi...» Yani çocuk için hibe kabul etmesi. Çünkü geciktirilmesi halinde hibenin kaçırılması korkusu vardır. Kuhistânî. Bir de bu, velâyet bâbından değildir. Onun için annesi ve ailesinden olanlarda hediye kabul etme hakkına maliktirler. Hidâye. «Muayyen köleyi azad etmesi... Çünkü bu konuda görüşe ihtiyaç yoktur. Muayyen olmayan köleyi azad ise bunun aksinedir. Çünkü o doğru görüşe muhtaçtır. Kuhistânî. Kadıhan, köleyi mutlak olarak zikretmiş, muayyen olup olmamakla kayıtlamamıştır. Bunun mukayyede hamledilmesine mani yoktur. Bunu T. ifade etmiştir. Ben derim ki: Zâhire göre bunların hepsi, kölesini karşılıksız olarak âzad etmeyi vasiyet ettiğindedir. Fakat mal karşılığında azadı vasiyet ederse görüşe muhtaçtır, dolayısıyla iki vasinin birlikte hareket etmeleri gerekir. Düşiin. «... Vediayı sahibine vermesi ilh...» «Verme» kaydını özellikle koymuştur. Çünkü birisi yalnız başına ölünün vediasını kabzedemez. Sâihânî, Hindi´ye´den naklen. «Vasiyeti yerine getirmesi ilh...» Muayyen olan vasiyeti veya mikdarı belli olan parayı vasiyeti yerine getirmesi. İbn Şıhne. Ama vasiyeti ödemek için bir şeyi satmak gerekiyorsa. diğer vasinin izni olmadan bir vasi yerine getiremez. İtkâni. Kuhtetâni: «Çünkü muayyen olan vasiyeti vasi vermeden de hak sahibi alabilir» der. Zahire´de şöyle denilmektedir: «Birisi, cenazesi kaldırılmadan fakirlere buğday tasadduk edilmesini vasiyet etse ve vasilerden birisi bunu yapsa: Eğer buğday musînin mülkünde ise vermek caizdir. Ama eğer satın alırsa, buğday da sadaka da kendi adına olmuş olur.» Velvâliciyye´de de şöyle denilmektedir: «İhtilafa göre: Malından şu kadarını tasadduk etmeyi vasiyet etse ve fakirleri tayin etmese, vasinin birisinin tek başına bu vasiyeti uygulama yetkisi yoktur. Ama fakirleri tayin ederse, birisi tek başına vasiyyeti uygular. Bunda icmâ vardır.» Bununla; metindeki; musâ leh olan fakirin muayyen olması kaydı bilinmiş oldu. Düşün. «Şerhu´l-Vehbâniye´de bunlara... Eklenmiştir.» Eğer bunu musannıfın zikrettiklerinden sonra söyleseydi daha iyi olurdu. Vehbaniyye şerhinde zikrettiklerinin tamamı on yedidir. Metindekinden fazla olarak yedi tane vardır. Şarih bunlardan dördünü zikretmiştir. Kalan üçü de: Yetimin malını korumak, -Çünkü yetim malı kimin eline geçerse onu koruması vaciptir-. Vasînin satın aldığı bir malın parasını vermek ve yetimin kendisini kiralamaktır. Vehbâniyye´yi şerheden zât teklifini anmamış, bunu techizin içine sokmuştur. Onun yerine de şu sûreti zikretmiştir: Ölünün malından bir kısmını muayyen bir fakire tasadduk etme şeklindeki vasiyetini yerine getirebilir. Ben derim ki: Bu sûret, bildiğin gibi tekrardır. Metindeki, muayyen olan fakir ile kayıtlıdır. Düşün. Tahtâvî şöyle der: «Mekki, Hâniye´den naklen şunu ilâve etmiştir: Vasîlerden birisi, borcu olmadığı ve mal yanında emânet olduğu zaman ölünün terikesini kabzedebilir. Hata helaki halinde onu zâmin olmaz. Yine vasilerden birisi cenaze kaldırılmadan önce tasadduk edilmesini vasiyet ettiği buğdayı tasadduk edebilir. Ölenin terikesinden elinde olanı vedia olarak verebilir, yetimin malını kiraya verebilir, emanet ve âriyet olan şeyleri sahiplerine verebilir.» Bunlardan bazıları sonuç olarak öncekilerin içine girer. «Fâsid bir akitte satın alınan malı iade...» Yani ölenin fasit bir akitle satın almış olduğunu satana geri verir. Çünkü konusunda geçtiği üzere, müşterinin ölmesi ile, fasit satımla alınan malın iade gereği ortadan kalkmaz. Vasilerden birisi bunu tek başına yapabilir.» İbn. Şıhne şöyle der: «Çünkü bu. vasiyetle sahip bulunan bir velâyetten değildir, borcu ödemeye mülhaktır.» «Keyli veya veznî olan ortak malı taksim» Yâni meselâ mûsî´nin ortağı ile taksim. T. «Alacağı istemek» «İstemek» sözünü özellikle söylemiştir. Çünkü birisi, ölünün alacağını yalnız başına kabzedemez. Sâîhâni. Hindiye´den naklen. Zira özellikle cinsler farklı olduğunda alacağı tahsil, mübadele manasındadır. Hidâye. Şerhu´l-Vehbaniyyedeki: «Vasînin birisinin alacağı tahsil hakkı yoktur.» sözü, buradaki ifade ile çelişkili değildir. Çünkü Muğrib de belirtildiği üzere istemek ile tahsil etmek ayrı ayrı şeylerdir. Anla. Şarihin sözünün zahirine göre : «Alacağı istemek» cümlesi, Vehbaniye şerhinde ilave edilenlerdendir, ama orada bu söz yoktur. Bu, Nükaye´de zikredilmiştir. Nükaye´nin şarihi Kuhistânî: «O, husumet ile istidrak edilmiştir. Zahire´nin sözü de buna delâlet eder.» demiştir. «Her konuda ilh...» Yâni istisna edilen bu konularda ve başka konularda. Bu sözü ile. istisnanın İmamı Azam ve Muhammed´in görüşlerine mebni olduğuna işaret etmiştir. Muhammed´in Ebû Yûsufla blrlikte olduğu da söylenmektedir. M E T i N Vasilerden birisi ölür ve hayatta olan vasiyi veya başka birisini vasi tayin ederse eskisinin terikede tek başına tasarruf yetkisi vardır. Hâkimin vasi tayin etmesine ihtiyaç yoktur. Ama vasi tayin etmişse, hakim hayattaki vasinin yanına başka birisini daha tayin eder. Dürer. Eşbâh´ta şöyle denilmektedir: «Vasilerden birisi ölse hakim öbürünü onun yerine ikame eder veya hayatta kalanın yanına başkasını tayin eder, ölünün malının üçte birini istedikleri yere tasadduk etmeleri için ikisini vasi seçmesi müstesna vasiyet batıl olmaz.» Meselenin tamamı Şerhu´l-Vehbâniyye´dedir. Bu konuda Ebû Yûsuf´un ihtilafının olup olmadığı konusunda iki görüş vardır. Ebû Yusuf´tan, Vasî değilde Muşrifin tek başına tasarrufta bulunabileceğîni söylediği rivayet edilmiştir. Bunu, Mülteka üzerine yazdığım ta´likte araştırdım. İleride gelecektir. İ Z A H «Eskisnin terikede tek başına tasarruf yetkisi vardır.» Bu, hayatta olan vasiye vasiyet ettiğinde doğru olur. Ama başka birisine vasiyet etmişse ikisinin birlikte hareket etmeleri gerekir. Bunun benzeri Azmiyye´de de vardır. Hidâye´de şöyle denilmektedir: «ölünün vasilerinden ölen, hayatta kalanı vasi yaparsa zahiri rivayete göre; onun tek başına tasarrufta bulunma yetkisi vardır. Sanki o, başka birisini vasi tayin etmiş gibi olur. Hâkimin yeni bir vasi tayin etmesine gerek yoktur. Çünkü ölünün görüşü, halefi olan vasinin görüşü ile hükmen bakidir. Ebû Hanife´den, tek başına tasarrufta bulunamıyacağı da rivayet edilmiştir. Çünkü mûsî, hayatta kalan vasinin tek başına tasarrufta bulunmasına razı olmamıştır. Ölen vasinin başka birisini vasi yapması ise böyle değildir. Çünkü onun tasarrufu ikincinin görüşü ile birlikte geçerli olur. ölenin razı olduğu tasarrufa benzer.» «Ama vasi tayin etmemişse hakim hayattaki vasinin yanına bir başkasını dahi tayin eder.» Bu, İmamı Âzam ve Muhammed´e göre açıktır. Çünkü vâsîlerden hayatta kalan, tek başına tasarruftan acizdir. Hakim. ölen vasinin aczi esnasında, ölüyü gözetmek için diğer bir vasî tayin eder. Ebû Yûsuf´a göre ise: Her ne kadar vasilerden hayatta olanı tasarrufa muktedir ise de, musî, haklarındaki tasarrufta kendisine iki vasinin halef olmasını istemiştir. Bunun gerçekleştirilmesi de öncekinin (ölenin) yerine başka bir vasi tayini ile mümkündür. Zeylaî ve Hidâye. Bu. Ebû Yusuf´un burada muhalefet etmediğini gösterir. Velvâliciyye´de ise muhalefetin olduğu söylenmiştir. Şarihin söyleyeceği gibi bunlar iki görüştür. BİR UYARI Vasilerden birisinin delirmesi veya azlini gerektiren bir şeyin meydana gelmesi de ölüm gibidir. Hâkim onun yerine bir emin seçer. Hakim yetkiyi vasilerden ikincisine devredemez. Bunda ihtilaf yoktur. Miraç. Velvâliciyye´de ise şöyle denilmektedir: «Bu ihtilafa göre; vasilerden birtek fasık olsa hakim öbür vasiyi tek başına tasarrufta bulunmak üzere serbest bırakır veya yanına başka bir vasi atar.» Düşün. Yine Velvâliciyye´de: «İki kişiyi vasi tayin etse ve vasilerin birisinden önce ölse, yahutta vasilerden birisi mûsiden önce ölse sonra da öbürü vasiliği kabul etse Ebû Hanife ve Muhammed´e göre kabul eden yalnız başına tasarrufta bulunamaz. Ebû Yûsuf´a göre ise bulunabilir. «Hakim öbürünü onun yerine ikame eder. Bu, az önce zikredilen gerekçenin icabına terstir. «... Tasadduk etmeleri için ikisini vâsî seçmesi müstesnâ...» Bu, sadakanın verileceği yeri tayin etmediği zaman olur. Şayet tayin ederse batıl olmaz. Velvâliciye´de şöyle denilmektedir: «Bir şahıs iki kişiyi vâsî tayin etse ve onlara malımın üçte birini dilediğiniz yere sarfedin, dese, sonrada vasilerden birisi ölse vasiyet batıl olur ve vasiyet edilen mal varislere döner. Çünkü mûsî bunu, ikisinin dilemesine bağlamıştır. Bu da ölümden sonra tasavvur edilemez. Ama eğer malımın üçte birini fakirlere bağışladım derse vasiler istedikleri fakirlere verirler. Birisi ölürse hakim başka bir vasi tayin eder.» Zahiriyye´de buna; «Hakim isterse hayatta kalan vasîye, tek başına ver der.» sözü ilave edilmiştir. «Bu konuda Ebû Yûsuf´un ihtilafının olup olmadığı konusunda iki görüş vardır.» Yâni vasilerden birisi ölüpde, başka birini vasi seçmediğinde. Kuhistani şöyle der: «Vasilerden birisi ölürse, yerine başka birisini tayin gerekir. Çünkü hayatta kalan, tasarruftan acizdir. Âlimlerimiz arasındaki ihtilaf burada caridir. ÂIimlerden bazılarına göre ise bunda ittifak vardır. Ebû Yûsuf: Çünkü bu hal mûsînin, vasilerden her birinin. diğerini kontrol etmesi maksadını tahsildir.» Ben derim ki: Müctebâ´da : «Vasiyye bir müşrif verir. Vâsi olmadan tasarrufta bulunamaz. Müşrif tasarrufta bulunamaz diyende olmuştur» denilmiştir. «İleride gelecektir.» Yâni. çeşitli meseleler bahsinde gelecektir. Orada gelecek olan Müctebâ´nın ibaresidir. BİR UYARI Müşrif, nazırdır. Hindiyye´de: «Malı elinde tutmaya vasi daha lâyık. tır. Müşrif, vasi olmaz. Onun müşrif oluşunun tesiri bilgisi olmadan vasinin tasarrufunun caiz olmayışıdır.» denilmektedir. Hâsî´den nakille Edebü´l-Evsiyâ´da belirtildiğine göre bu, müftabihtir. Hâmidiyye. Bir görüşe göre ise, müşrif vasi olur. İki vasiden birisinin tek başına tasarrufta bulunamıyacağı konularda, vasi ve müşrifte tek başına tasarrufta bulunamazlar. Kâdihan, önce bu görüşü vermiştir. Adeti üzerine bu ona itimad ettiğini gösterir. Zevâhiru´l-Cevâhir´de de böyle denilmîştir. BİR MESELE : Birisi, birini vasi tayin etse ve falan adamın görüşü ile hareket etmesini emretse, o vasidir ve öbürünün görüşü olmadan amel eder. Ama eğer, ancak onun görüşü ile amel et demişse, ikisi de vasidir. Çünkü bu şıklardan birincisi istişare ikincisi nehy´dir. Velvâliciyye. Hanîyye´de onun daha uygun olduğu belirtilmiştir. EK: Malın muhafazada vasiler ihtilaf etseler: Eğer mal taksim edilebilir cinstense yarı yarıya korurlar. Taksim edilemezse ya münavebeli olarak korurlar yahut da birisine emanet bırakırlar. Çünkü vâsîlerin buna hakkı vardır. M E T İ N Vasinin vasisi, -ister kendi malında ister mûsînin malında vasi tayin etsin Vikaye- her iki terikede de vasidir. Şâfiî ise buna muhaliftir. Vasînin, hazır olmayan büyük varislere veya küçük varislere niyabeten, terikenin üçte birisi kendisine vasiyet edilen musâ leh´le yaptığı taksim sahihtir. Onunla varislerin hissesi zayi olmuşsa musâ leh´ten birşey talep edemezler. Çünkü vasinin o zamanki taksimi sahihtir. Ama ister hazır olsunlar ister gaib, musâ leh´ler adına onların izni olmadan, varislerle yapacağı taksim ise sahih olmaz. Buna göre. musâ leh, hakkı zayi olmuşsa. alacağı üçte birinden kalanını ister. Çünkü o, vasî ile ortak gibidir. Eksik olan miktarı vasiden alamaz zira o emindir. İ Z A H «Vasinin vasisi ilh...» Câmiu´l-Fusûleyn de belirtildiği üzere vasinin vasisi uzakta olsa. Yani ikinci vaside bir vasi tayin etse, o da bir vasi tayin etse ilh... «İster kendi malında ister mûsî´nin malında vasi tayin etsin ilh...» Mülteka´daki şu sözler de buna uygun düşmektedir: «Vasinin vasisi iki terikede de vasidir. Aynı şekilde. sahibeynin hilafına terikelerden birısınde vasi tayin etse yine aynıdır.» Remli ise şöyle der: «Mesele dört şıkta incelenir: Çünkü o (vasî) . Bu şıklar; aşağıdaki: 1.2 ve a.b.c, şıklarıdır (Mütercim). 1 - Sözünü açıklamadan «seni kendimden sonra vasi bıraktım veya seni vasi bıraktım yada benzeri bir şey söyler, 2 - Sözünü açıklar ve. a- seni terikemde, b- mûsî´nin terikesinde, c- her iki terikede vasi tayin ettim der. Vasi sözü kapalı söylemişse yahutta onun iki terikede de vasi olduğunu beyan etmişse, Şâfiî ve Züfer´in hilafına her iki terikede de vasidir. Şayet, benim terikemde vasinin demişse, hükmün de Ebû Hanife´den iki rivayet vardır. Zahiri rivayete göre, her ikisinde de vasi olur. Çünkü, ihtiyar da açıkça belirtildiği üzere mûsî´nin terikesi onun (ilk vasinin) terikesidir. Sahîbeyn´den de iki rivayet vardır. Bunların ezhar olanına göre ise ikinci vasi sadece birinci vasinin terikesinde vasidir. Eğer mûsî´nin terikesinde vasinin demişse bütün imamlara göre birinci mûsînin vasîsi olur. Tattarhaniyye´de Şerhu´t-Tahâvî´den naklen böyle denilmekte, İhtiyar´ın gerekçesi de buna işaret etmektedir. Çünkü iki vasinin terikesi; mûsînin terikesi değildir. Benim terikemde.. demesi ise böyle değildir. Çünkü mûsî´nin terikesi onunda terikesidir. Dolayısıyle benim terikem sözü onu da içine alır. Bu izahın kıymetini bil. Çünkü başka yerde bulamazsın.» Şârihin söylediğini, bu son sûretin dışındaki suretlere tahsis etmek mümkündür. Düşün. «... Yaptığı taksim sahihtir.» Bunun tasavvuru şöyledir: Birisini kendisini vasî tayin eden bir adam malının üçte birini bir başkasına vasiyet etse, kendisinin de küçük ya da gaib olan büyük varisleri bulunsa ve vasi varisler adına musâ leh ile terikeyi taksim edip, üçte birini musâ leh´e verse üçte ikisini de varisler için tutsa taksim geçerlidir. Aksi ise -Musâ leh adına varislerle taksim etmesi- caiz değildir. Çünkü varisler ve vasi her ikisi de ölünün halefidirler. Dolayısıyle vasinin onların yerine geçip onlar adına hasım olması caizdir. Musâ leh ise hiçbir yönden ölü"un halefi değildir. Onunla vasi arasında hiçbir münasebet yokturki, taksimin geçerliliği için yerine kaim olup onun adına hasım olabilsin. Tamamı İnâyededir. İmam Mahbûbi Şeyhu´l-İslâm´ın Mebsût´undan naklen şöyle demektedir: «Birincisinde, çocuklar küçük iseler, hem taşınır hemde taşınmaz mallardaki taksim caizdir. Küçük değilseler sadece taşınır mallarda caizdir. İkincisinde ise hepsinde batıldır. Kifâye, Mi´rac ve başkalarında da böyle denilmektedir. Zeylaî de bunu benimsemiştir. İnaye´de : taşınır mallarla taşınmazların arasındaki fark, varisler küçük iseler her ikisini de satabilir. Büyükseler taşınmazları satamaz. taşınırları satabilir. Taksim de böyledir. Çünkü o da bir çeşit satımdır. denilmektedir.» Ben derim ki: Bu zikredilen, terikede borç olmadığı takdirdedir. Eğer borç varsa taşınmazları da satabilir. Nitekim ileride gelecektir. Sonra, şu da bilinmeliki buradaki taksimden maksat. küçüklerin hissesini diğerinden ayırmaktır. Küçüklerin hisselerini birbirlerinden ayırması ise caiz değildir. Konunun tamamı vesaya bahsinin sonunda çeşitli meseleler başlığı altında gelecektir. «Hazır olmayan ilh...» Yâni üç günlük veya daha fazla mesafede ise Kuhistâni. «Alacağı üçtebirden kalanı ister..» Yâni eğer mal mevcutsa varislerden ister. Şayet varislerin elinde helak olmuşsa isterse kabzettiklerinin üçte biri kadarını varislere, isterse vasiye tazmin ettirir. Çünkü vasi malı çocuklara teslim etmekle, çocuklarda kabzetmekle mütecavizdirler. Dolayısıyle musâ leh hangisinden isterse tazmin ettirir. Zeylai. Bu; taksim, hakimin emri olmadan yapıldığı takdirdedir. Ama hakimin emri ile yapılmışsa caizdir ve musâ leh´in birşey isteme hakkı yoktur. Miskin. «O, vasî ile ortak gibidir ilh...» Yani varislere ortak gibidir. Dolayısıyle müşterek maldan helâk olan, şirket malından helâk olur. Kalan da şirkete kalır. Zeylai. «Zira o emindir.» Yâni onun malı koruma hakkı vardır. Zeylaî. M E T İ N Hakimin terikeyi taksim etmesi ve gaipse musâ leh´in hissesini alması sahihtir. Şayet mal hakimin veya emininin elinde helak olursa, musâ leh bir şey isteyemez. Bu. ölçü ve tartı ile alınıp satılan malardadır. Çünkü bir ifrazdır. Başka mallarda ise caiz değildir. Çünkü o zaman, satım akdi gibi. mübadele olur. Başkasının malını satmak caiz değildir. Taksim de aynıdır. Şayet, haccetmek üzere edilen vasiyette vasi varislerle taksim ederse: Eğer mal vasinin veya haccetmesi için kendisine verilenin elinde helak olmuşsa kalanın üçte biri ile ölenin yerine hacceder. Sahibeyn aksi görüştedir. Menâsik´te belirtilmektedir ki: Eğer ölmüş olan malından bir miktarını hac için ayırsa ve adam öldükten sonra mal kaybolsa, kalan malın üçte biri ile haccedemez. Çünkü mûsî hac için o malı tayin etmişti. Mal helâk olunca vasiyet batıl olur. İ Z A H «Hakimin terikeyi taksim etmesi... sahihtir.» Çünkü o acizin hakkını gözeticidir. Gaib olanın hissesini ayırıp kabzetmek de bir çeşit hak gözetmedir. Bu da musâ leh üzerine geçerlidir. Zeylai. «... Kalanın üçte biri ile hacceder.» Yâni emredenin evinden veya onu götürebilecek yerden hacceder. İkinci veya üçüncü defa helak olursa da böyledir. Ancak, üçte birden kalanı onu hacca götürmezse müstesna. O zaman, başkasının yerine haccetmek konusunda geçtiği üzere vasiyet batıl olur. «Sahibeyn aksi görüştedir.» Ebû Yûsuf: «Şayet ayrılan mikdarı üçte birin tamamını kaplarsa vasiyet batıl olur ve vasi onun yerine haccetmez. Üçte birini kaplamazsa üçte birinden kalanı ile, terikenin tamamının üçte birine kadarı ile onun yerine hacceder.» İmam Muhammed´e göre ise onun yerine hiçbir şekilde haccetmez. Bunu biz menâsik bahsinde izah etmiştik. Zeylaî. M E T İ N Vasinin alacaklılar yokken terikedeki köleyi onlar için satması sahihtir. Çünkü alacaklıların hakkı kölenin maliyetindedir. Vasî, satıp, parasını tasadduku kendisine vasiyet edilen köleyi satsa ve yanında parası zâyî olduktan sonra köleyi birisi hak etse parasını zamin olur. Çünkü akdi yapan odur, sorumluluk da onadır. Ama verdiğini terikenin tamamından geri alır. İmam Muhammed´e göre ise üçte birinden alır. Biz diyoruz ki; O kandırılmıştır, dolayısıyla borç olur. Şayet terike helak olur veya kafi gelmezse, rûcu hakkı yoktur. Mültekâ´da onun, kendilerine tasadduk ettiği kişilerden isteyeceği söylenir. Çünkü malın menfaatı onlara olmuştur. sorumluluğu da onlaradır. Vasi terikeden, çocuğa düşeni satsa ve parası elinde helak olsa satılan malda başkası tarafından istihkak edilse kendisine rücû edilir. Çocukta kendisine düşen payı varislerden ister. Çünkü ona düşen başkası tarafından istihkak edilince taksim bozulmuş olur. İ Z A H «Çünkü onların hakkı kölenin maliyetindedir.» Yâni sûretinde (rakabelerinde) değil. Satış da maliyeti ibtal etmez. Çünkü satışla maliyet, bedeline geçmiştir. Ticaret yapmasına izin verilmiş olan köle ise bunun aksinedir. Çünkü mevlânın onu satması caiz değildir. Zira alacaklıların o köleyi çalıştırıp alacaklarını tahsil hakları vardır. Üzerinde durduğumuz mesele ise böyle değildir. «Çünkü akdi yapan odur.» Bu, vasî parasını zamin olur, sözünün gerekçesidir. «O kandırılmıştır». Çünkü ölü ona köleyi satıp parasını tasadduku emredince sanki «bu köle benim malımdır» demiştir. İnâye. «Rûcu yoktur.» Yâni varislere de, kendilerine tasadduk eîmişse fakirlere de rûcû edemez. Çünkü satış ölü için yapılmıştır ve ölenin başka bir borcu olduğundaki gibidir. İnâye. «Mülteka da.. ilh...» İnâye´de şöyle denilmektedir: «Bu rivayet, Camius-Sağir´in rivâyeti´ne terstir. Camius-Sağir´in rivâyetinin illeti şudur: Bu tasarrufun menfaatında asıl, ölüdür. O da sevaptır. Fakir ise tabidir.» M E T İ N Vasi malı, muhalûnileyh daha hayırlı ise yani ikincisi daha zenginse havale edilir. Fakat muhalünileyhde birincisi gibi ise câiz olmaz. Münye, Yine vasî yetimin malını yabancı birine, herkesin anlayabileceği bir fiatla satabilir veya satınalabilir. Ama herkesin aldanmayacağı bir fiata (ucuz olarak) -ki o da fahiş aldanmadır- satamaz. Çünkü onun yetim malındaki velâyeti yetimi gözetmek içindir. Eğer fahiş bir aldanma ile satarsa bu satış fasittir; müşteri kabzetmek suretiyle mala mâlik olur. Kuhistânî. Bu; vasî küçük çocuk adına yabancı birisi ile alış veriş yaptığı zamandadır. Ama eğer kendisi için satınalır veya satarsa, şayet hakim tarafından tayin edilmiş vasi ise asla caiz olmaz. Çünkü onun vekilidir. Ama babanın seçtiği vasi ise, çocuk açık bir menfaatın bulunması şartıyla sahihtir. Bu acık menfaatta satmada diğerinin yarısı kadar fazla, satın almada da yarısı kadar noksan olmasıdır. Sahıbeyne göre bu durumda da mutlak olarak caiz değildir. İ Z A H «... Birincisi gibi ise caiz olmaz...» Bu, iki görüşten biridir. Kifâye de:«Kitap ta onun caiz olmadığına işaret edilmiştir.» denilmektedir. Yani cevazı, havale edilen şahsın daha zengin olması ile kayıtlanmıştır. Bu alacağın ölünün yaptığı akitle sübutu halindedir. Ama eğer alacak, vasinin yaptığı bir akitle olmuşsa yetimin hayrına da olsa zararına da olsa havale caizdir. şu kadar var ki eğer onun için hayırlı ise ittifakla caiz olur. Bûlûğa erdikten sonra bunu bozamaz. Fakat hayrına olmazsa yine caizdir. Ancak, Ebû Hanife ve Muhammed´e göre vasi yetime karşı sorumludur. Ebû Yûsuf´a göre ise bu havale caiz değildir. İtkanî. Tahavî şerhinden naklen. «... Satabilir veya satınalabilir.» Müellif bunu mutlak olarak ifade etmiştir. Dolayısıyle peşine de müflis de olsa zengin birine olması kaydıyla adet bir vadeye kadar vâdeli olana da şamil olur. Mesele vesâyâ bahsinin sonunda çeşitli meseleler başlığı altında gelecektir. Hamiye de şöyle denilmektedir: «Ölünün terikesinden bir şey veresiye sattığı zaman : Eğer vâde çok fazla olduğu için yetim bundan zarar görürse caiz olmaz.» Remlî. «Yabancı birine ilh...» Yâni hem ölüye hemde vasiye yabancı olan birine. Eğer kendisine lehine şahitliği kabul edilmeyen birine veya ölünün varisine satarsa caiz olmaz. Câmiu´l-Fusûleyn de şöyle denilmektedir: «Müdâribin, lehine şahitliği kabul edilmeyen birisine az bir indirimle satması caiz değildir. Vasî bunlardan birine sattığında da aynıdır. Ama değer kıymetiyle satarsa caiz olur. Eğer sıhhati yerinde olan varis hasta olan mûrisine değeri ile satar veya ondan satın alırsa Ebû Hanife´ye göre caiz olmaz. Az bir aldanma ile olursa ittifakla caiz olmaz. Çünkü bu, onun için vasiyet gibidir. ölünün vasîsi de, değer fiatıyla varis ile alış veriş yapsa aynı ihtilaf onda da cârîdir.» BİR UYARI Hâniyye sahibi de şöyle der: «İki yetimin iki ayrı vasisi olsa, vasilerden birisinin öbür vasiden yetimi için bir şey satın alması değildir. Çünkü vasilerin tasarrufları, yetimin hayrına olması şartı ile kayıtlıdır. Bu mesele de, yetimlerden birisinin menfaatı varsa da öbürünün yoktur. Dolayısıyle vasinin tasarrufu caiz değildir.» Ben derim ki: Bunun izahı biraz güç. Çünkü vasilerden her biri öbürüne yabancı ve kendisi için değil, yetimi için satın almıştır. Dolayısıyle yetimin menfaatı şartı aranmaz. Düşünülsün. Ancak bu satış, gayri menkulle kayıtlanır veya Nafaka ve benzeri bir şeyden başkası için olursa müstesna. (O zaman müşkül kalmaz.) O durumda da ileride geleceği üzere malın iki misli kıymeti ile satılması gerekir. Bu izah ile gerekçe de anlaşılmış olur. Benim anladığıma göre maksat budur. En iyisini ALLAH bilir. «Herkesin aldanmıyacağı bir fiata satamaz.» Sahih olan bunun tefsirinde; fiat takdircilerinin takdiri altına girmeyen» demesi idi. Nitekim Bahr, Minah ve daha başka kitaplarda böyledir. «Çünkü onun yetimin malındaki velâyeti onu gözetmek içindir.» Aşırı aldanmada ise, az aldanmanın aksine gözetme yoktur. Çünkü çok aldanmadan sakınmak mümkündür. Zeylaî. «... Bu satış fâsittir.» Bu iki görüşten ikincisidir. Kınye sahibi bunları nakletmiştir. Birinci görüşe göre bu satış batıldır. Müşteri kabzetmekle o mala malik olamaz. «... Müşteri kabzetmek suretiyle mala mâlik olur.» Vasî fahiş aldanma ile sattığını zamin olur mu? Zahire göre evet . T. Üstadımız şöyle der: Âlimler demişlerdir ki, eğer mütevelli vakıf malını ecri misilden daha aşağı bir fiatla kiraya verse, ecri misle varıncaya kadar kiracıya tamamlatır. Nazıra bir sorumluluk yoktur. Buna göre müşterinin kıymeti tamamlaması ve vasiyet bir şey icabetmemesi gerekir. Hatta bu daha evlâdır. Çünkü icare menfaatin satılmasıdır. Menfaatde gerçek mal değildir. Biz bunu zaruretten dolayı caiz gördük. Düşünülsün. BİR UYARI Borçlu olan hasta eğer malını değerinden aşağıya satarsa caiz olmaz. ömründen sonra ise, vasisi satabilir. Bu enteresan bir mesele. Çünkü asıl malik ucuz fiata satamıyacağı halde, halefi satabiliyor. Bu Camîu´l-Fusûleyn de ifade edilmiştir. «Eğer kendisi için... veya satarsa» Yâni yetimin malından.. «Çünkü onun vekilidir.» Yâni hâkimin vekilidir. Vekilin yaptığı müvekkilin yaptığı hükümdür. O do kendi lehine hüküm veremez. T. «Bu açık menfaat da, satma da değerinin yarısı kadar fazla satın almada da yarısı kadar noksan olmasıdır.» Zeylaî şöyle der: «Açık menfaatin tefsiri: Değeri onbeş olanı çocuğa ona satmak çocuğun malından değeri on olanı da onbeşe satın almaktır.» Edebu´l-Evsiyâ´da da şöyle denilmektedir: «Mültekâ da, fetvâ bununladır. denilir. Hâniyede de, İmamı Serahsî, taşınmaz malların dışında yetime hayırlı olanı bununla tefsir etmiştir. Taşınmaz mallarda ise. bazılarına göre iki kat değerine satın almak ve yarı fiatına satmaktır, denilmiştir.» Hafızıyye de şöyle denilir: «Eğer (yetime) açık menfaat varsa vasinin onu kendisine satması veya kendisinden satın olması caizdir. Meselâ değeri dokuz olan ona satmak veya on olanı dokuza satın almak böyledir. Beri derim ki: Taşınmaz malda, yetimin hayrına olanı. satmakta iki kat. satın almakta ise yarı fiat olduğunda ihtilaf yoktur . Çünkü o bir başkasına ancak iki kat fiatına satabilir. Kendisi için bundan aşağıya nasıl satın alabilir?! Ben taşınmaz malların dışında onda iki aşağı veya fazlayı hayırlılıkta kâfî görüyorum. Çünkü bu mikdar, insanların tahammül edemiyeceği ölçüde fazla aldanmadır.» Gerekçeden anlaşıldığına göre bu kabul edilemez. Edebü´l-Evsiyâ´dakiler özetle böyle Bununla bilindi ki:Vasinin satın almasının sıhhati taşınır mallara mahsus değildir. Anla. M E T i N Babanın, küçük çocuğunun malını değer fiatına ve herkesîn aldanabileceği kadar -yani az- bir aldatma ile kendisine satması caizdir. Aksi halde caiz olmaz. Bu hüküm taşınır mallardadır. Taşınmaz mallarla ilgili hüküm ileride gelecektir. i Z A H «Babanın satması ilh...» Yabancı birine satması da aynıdır. Aşağıdaki üç suret de aynı hükümdedir. Bu suretler: Babanın kendisine satması, yabancı birine satması ve vasinin yabancıya satmasıdır. T. Ben derim ki: Bu hüküm baba, adîl veya duruma gizli olduğundandır. Ama eğer fasık ise, taşınır malları satması konusunda ileride geleceği üzere iki rivâyet vardır. Satın alma da. satma gibidir. Câmiu´l-Fusuleyn de şöyle denilir: «Baba küçük çocuğun malını az bir aldatma ile satın alabilir. Fahiş aldatma ile satın alamaz.» Yine aynı eserde şöyle denilmektedir: «Eğer baba, malını çocuğuna satarsa mücerred satması ile onun için kabzetmiş sayılmaz. Dolayısıyle kabz imkanı bulmadan mal helak olursa babanın hesabına helak olmuştur. Şayet çocuğunun malını kendisi için satın alırsa, hakim, çocuk adına parayı alıp, babaya geri verinceye kadar parayı vermiş sayılmaz. Satış, çocuğun adına sattım demesi ile tamam olur. Kabul ettim demesine ihtiyaç yoktur, satın almakta aynıdır. Şayet vasi ise, her iki halde de (satmak ve almak) kabul ettim demedikçe akit tamam olmaz. Baba iki çocuğun birinin malını öbürüne satabilir. Vekil ve vasi ise satamaz. Şayet baba bunun için iki vekil tayin ederse caiz olur. Hakimin böyle bir satış yapıp yapamıyacağı ihtilaflıdır. Şayet baba malını küçük çocuğuna satması veya ondan satın alması için bir adamı vekil tayin etse, baba hazır olmadan caiz olmaz. Hakim yetimin malını satın alamaz ve satamaz. Çünkü hakim için caiz olsa idi onun bir hükmü olacaktı. Halbuki hakimin kendisi hakkında hüküm vermesi caiz değildir. Yetimin. vasisinden satın alması veya ona satıpta vasinin kabul etmesi ise bunun aksinedir. Çünkü bu, hakimin tayin ettiği vasi bile olsa caizdir.» Özetle. M E T i N Şayet vasi ölünün kefenini sünnet olan adetden daha fazla sararsa, fazlasını zamin olur. Şayet benzerlerinin kefeninden daha pahalısını alırsa, kendisi adına satın almış olur. Yetimin malından verdiğini öder. Velvâliciyye. Eğer vasi malı, yetime, rüşt çağına erdikten sonra ama rüştü belli olmadan teslim eder ve mal zayi olursa onu zamin olur. Çünkü onu vermemesi gereken birine vermiştir. İ Z A H «Fazlasını zamin olur.» Yâni ölü fazlayı vasiyet edip. fazlanın terikenin üçte birinden çıkması hali müstesna. «Kendisi için satın almış olur.» Çünkü o fazlalıkta. hakkı olmayan bir şey yapmıştır. Fazlalık ayrı olmadığına göre, ölüyü kefenlemekte teberruda bulunmuş olur. Rahmetî. «Rüştü belli olmadan..» Rüşt: Hacr bahsinde geçtiği üzere malını iyi idare etmesidir. Orada, rüşdün belli olmasının beyyine ile sabit olduğunu söylemiştik. Şayet rüştü, vakdi gelmeden de olsa belli olur da vasi malını teslim ederse zamin olmaz. Haniyyede de böyledir. «... Zâmin olur.» Bu, gerekçeden anlaşıldığına göre sahibeynin görüşüdür. İmamı Azam, yirmibeş yaşından sonra teslim ettiği takdirde zamin olmayacağını söyler. Çünkü o zaman vasinin malı teslim yetkisi vardır. M E T İ N Vasinin; gaib olan büyük çocuğun taşınır malını satması caizdir. Borç veya helakinden korkulması durumunda taşınmazı da satabilir. Bunu Azmî zikretti ve Haniye´ye nisbetle ilavede de bulundu. Ben derim ki: Zeylaî ve Kuhistâni de: Esah olan, taşınmazı satamamasıdır. Çünkü onun helaki nadirdir. Küçük çocuğun taşınmazını ise kendisine değil başkasına iki kat fiatıyla satabilir. Aynı şekilde çocuğun nafakası, ölünün borcu taşınmazdan başka ifa imkânı olmayan mürsel vasiyet için veya gelirinin masrafını karşılayamaz olması, harab olmasından veya noksanlaşmasından korkulması yahut da bir zorbanın elinde olması hallerinde de caizdir. Dürer ve Eşbah. özetle. Mürsel vasiyet: Mûsâ bihin mikdarı belli olupta, üçte bir dörtte bir gibi bir oranla kayıtlı olmayan vasiyettir. (Mütercim) Ben derim ki: Bu, vasi anne veya kardeş tarafından tayin edilen bir vasi olmadığı takdirdedir. Çünkü bunlar mutlak olarak küçüğün taşınmaz malını satamazlar. Yiyecek ve giyeceğin dışında bir şey satın almazlar. Ama eğer satıcı baba olur ve halk arasında övülen veya durumu belli olmayan birisi olursa satması caizdir. Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 21:30:15 İ Z A H
«Vasinin... satması câizdir.» Meselenin izahı şudur: ölünün borcu ve vasiyeti bulunmaz, vârislerde büyük ve hazır olurlarsa vasi hiçbirşey satamaz. Şayet gaib iseler sadece taşınır malları satabilir. Şayet varislerin hepsi küçük iseler taşınırları da taşınmazları da satabilir. Bazıları küçük bazıları büyük ise, Ebû Hanife´ye göre yine aynıdır. (taşınırı da taşınmazı da satabilir) Sahibeyne göre ise taşınmaz da olsa küçüklerin hissesini satar. Büyüklerin hissesini satamaz. Ama büyükler gaib iseler taşınırları satabilir. Sahibeynin görüşü kıyasının icabıdır ve biz onu benimsiyoruz. Şayet ölünün borcu olur veya para vasiyet eder ve terikede para bulunmaz. varisler de büyük ve hazır olurlarsa Ebû Han´rfe´ye göre terikenin hepsini satar. Sahibeyn´e göre ise sadece borç mikdarı kadarını satar. Gâyetü´l-Beyan´dan özetle. O da Ebu´l-Leys´in Nüketü´l-Vesâya´sından almıştır. «Borç veya... halinde taşınmazı satabilir.» Ancak bu ibare, hükmün büyüğün gaip olması hali ile kayıtlı olduğu izlenimini vermektedir. Ama geçtiği üzere böyle değildir. İnâye´de şöyle denilmektedir: «Büyük varislerin gâib olmaları ile kayıtlanmıştır. Çünkü onlar hazır iseler, vasînin terikede asla tasarruf hakkı yoktur. Ancak ölünün borcu veya vasiyeti olur, varisler bunları kendi mallarından ifaya yanaşmazlarsa müstesna. O takdirde vasi; borç terikenin tümünü kaplıyorsa malın hepsini, tümünü kaplamıyorsa borca yetecek kadarını satar. Sahibeynin hilafına, Ebû Hanife´ye göre borç mikdarından fazlasını da satmaya hakkı vardır. Vasiyeti ise terikenin üçte biri kadarını satarak yerine getirir. Vasiyeti yerine getirmek için, terikeden o mikdar birşey satarsa ittifakla caiz olur. Fazlasında ise borçtaki ihtilaf burada da geçerlidir.» Edebûl-Evsıyâ´da: «Sahibeynin görüşleri ile fetva verilir. Hafızıyye, Gunye ve başka kitaplarda da böyledir.» denilmiştir. Bunun aynısı Bezzâziye´de de vardır. BİR UYARI Kınye´de şöyle denilmektedir: «Vasî, yetimin nafakası için evinin muayyen bir parçasını satın alacak birisini bulursa, şâî bir bölümünü satamaz. Çünkü şâî bir bölümünü satmak kalan kısmı ayıplandırır.» «Esah olan, taşınmazı satamamasıdır.ı» Yâni helakinden korkulması durumunda. «Çünkü o nadirdir.» Yâni taşınmazın helaki nadirdir. Mi´râc´da şöyle der: «Bazıları vasinin buna malik olmadığını söylerler. Bu esahtır. Çünkü gaibe göre taşınmaz mal helak olmaz. Hükümler nadir üzerine değil, gaib üzerine bina edilir.» «Küçük çocuğun taşınmazını satabilir.» Selef ulema küçüğün taşınmazını satabilmesini her hangi bir kayda tabi tutmamışlardır. Sonraki âlimler ise bunu. haşiyede anılan şartlarla kayıtlamışlardır. Hâniye ve başka eserlerde böyle denilir. Zeylaî şöyle der: «Sadruşşehid; sonraki âlimlerin dedikleri ile fetvâ verilir, der.» Eşbâhtaki; «o, önceki âlimlere göre caiz değildir.» tarzındaki ifade. kalem hatasıdır. Dikkatli ol. «Kendisine değil...» İbn. Kemâl şöyle demektedir: «Yabancı demeleri, kendisinin satın almasının caiz olmadığına işaret etmektedir. Çünkü taşınmaz mal, en değerli maldır. Kendisine satın alması durumundaki töhmet açıktır.» Bu ifadeden anlaşılıyor ki; eğer, kıymetinin iki katı ile satın alırsa töhmet söz konusu olmaz. Her halde kayıt ittifakidir. (söz gelişi söylenmiştir.) Hindiye´deki şu ifade de bunu teyid etmektedir: «Şayet vasi, yetimin taşınmaz malını, -bazılarına göre- kıymetinin iki katı ile kendisine satın alırsa, caizdir.» Bunu Sâihânî söylemiştir. Bunun benzerini, Edebu´1Evsıyâ´dan nakletmiştik. Hindiye´nin «bazılarına göre» sözü, cevaz için değil, «iki katı ile satın alması» sözünün kaydıdır. Daha önce söylediklerimizden böyle anlaşılmaktadır. «Çocuğun nafakası ilh...» Yâni değer fiatına veya birazçık aldanma ile de olsa. T, Ben derim ki: Bunu birincisi için delil kılmasından anlaşıldığı üzere, sonrakiler içinde aynısı söylenebilir. «ÖIünün borcu ilh...» Yâni, taşınmazı satmadan, karşılığı olmayan borç. Hâniyye. Şu kadar varki, müftabih olan görüşe göre ancak borç miktarı kadarını satabilir. Vasiyette de durum aynıdır. «Mürsel vastyet...» Bunun tefsiri. Üçtebir, dörtte bir gibi bir kesjrle kayıtlı olmayan diye geçmişti. Bu, mesela yüz lira vasiyet ettiği zaman gibidir. «Harab olmasından... korkulması» Gaib olan büyüğün taşınmaz malını esah olan görüşe göre böyle bir sebepten dolayı satamıyacağı geçmişti. Ama aynı şey burada söylenemez. Çünkü burada gözetilecek olan, küçüğün menfaatıdır. Bu yüzden, büyüğün taşınmaz malında yapılması caiz olmayan bazı şeyler küçüğün taşınmazında yapılabilir. Düşün. «Yahut da bir zorbanın elinde olması hallerinde...» Vasînin ondan geri alıp, elinde beyyine olmaması ve zorbanın eskiden elinde olmasına dayanarak geri almasından korkması halinde, yetimin parasına ihtiyacı olmasa bile vasinin o malı satması caizdir. Haniyye´nin büyü bahsinde böyle denilmektedir. «Bu vasi anne veya kardeş tarafından tayin edilen bir vasî olmadığındadır.» Yâni, baba, dede ve hakimin haricinde, diğer akrabalar tarafından tayin edilen vasi olmadığında. Bu konuda geniş bilgi, bölümün sonunda gelecektir. «Mutlak olarak». Yâni bu istisnalarda bile şayet (vasi: baba, dede ve hakimden başka birisinin vasisi olur ve) buna ihtiyaç duyarsa meseleyi hakime götürür. T. «Satıcı baba olur ve... satması caiz olur.» Çocuk baliğ olduktan sonra bu satışı bozamaz. Çünkü baba çocuk için tam bir şefkâta sahiptir. Bu duyguya, başka bir duygu karşı gelemez. Dolayısıyla satış çocuğun menfaatını gözetmek için yapılmıştır. Ama baba kötü birisi olursa o zaman çocuğun taşınmaz bir malını satamaz. (Satmışsa) çocuk, baliğ olunca akdi bozabilir: Muhtar olan budur. Ama böyle bir baba malı, değerinin iki misline satmışsa müstesna. Çünkü burada bu duyguya başka bir duygu karşı gelmiştir. Kötü baba çocuğunun taşınır malını bir rivayete göre satabilir. Parasını emin birine teslim eder. Bir rivayete göre ise ancak değerinin iki katı ile satarsa caiz olur. Fetvâ bu (ikinci) görüş ile verilir. Camiu´l-Fusûleyn. Çeşitli meseleler başlığı altında tekrar gelecek. BİR UYARI Buradaki sözlerin zahirinden anlaşıldığına göre; babanın, çocuğunun taşınmaz bir malını satabilmesi, vasî de anılan tecviz edici sebeplere muhtaç değildir. Hamevî, Eşbâh´ın haşiyesinde vesaya bahsinden şöyle nakletmiştir: «Baba vasi gibidir. Çocuğunun taşınmaz malını ancak anılan durumlarda satabilir. Nitekim Tanutî böyle fetvâ vermiştir.» Ben, hocalarımızın hocası Molla Ali Türkmânî´nin mecmasında, Hamevinin anılan ibaresini nakledip sonra şöyle dediğini gördüm: «Bu, Fûsûl ve başka eserlerdeki mutlak ifadelere aykırıdır. Hanûtî bu fetvasında sahih bir nakle dayanmamıştır. Ama eğer vasînin satabilmesini caiz kılan şeyler, babanın satması halinde de mevcut olursa iyi ve faydalıdır. Çünkü ittifakla olan hükmü almak daha uygundur. Üstadımız Şeyh Muhammed Murad es-Sekâmi buna böyle dedi.» M E T İ N Vasi yetimin malı ile kendisi için ticaret yapamaz. Şayet yaparsa kârını tasadduk eder. Yetimin malında yetim için ticaret yapması ise caizdir. Tamamı Dürer´de dir. İ Z A H «Şayet yaparsa kârını tasadduk eder.» Yâni Ebû Hanife ve Muhammed´e göre. Sermâye´yi de öder. Ebû Yûsuf´a göre ise kâr kendisine ait olur. Hiçbir şey tasadduk etmesi gerekmez. Hâniye. Yine Hâniye´de şöyle denilmektedir: «Vasi yetimin malını borç olarak veremez. Şayet verirse zamin olur. Hakim ise borç verebilir. Sahih olan görüşe göre baba hakim gibi değil, vasi gibidir. Vasî´nin yetimin malını kendisinin borç olarak alması da caiz değildir. Alırsa üzerine borç olur. imam Muhammed: Ben, ödeme gücüne sahipse onun borç almasında bir mahzur olmayacağını umarım, der.» Câmiu´l-Fusâleyn´de de şöyle denilmiştir: «Hakim, yetime gelir sağlamak için satın olacak bir şey bulamadığında (yetimin parasını) borç olarak verebilir. Ama satın alacak bir şey veya parayı çalıştırıp kârından hisse verecek birisini (mudarib) bulursa veremez.» Havî ez-Zahidi´de şu sözler yer almıştır: Hakim vasiye; yetim malında ticaret yapmasını ve ortaklık yapmasını emredebilir. Kâr için muamele yapmamasını (tasarrufta bulunmamasını) ise emredemez.» Remlî´nin ifade ettiğine göre: Bazı hakimler, önce bir defa tasarruf edildiği zaman bir daha malında muamele yapmadan (yetim için) kâra hükmediyorlar ve bunda mezhepte sözleri önemsenmeyen bazı kişilere dayanıyorlar. O hakimler câhillerdir ve hükümleri de diğer dinlerde ribadır, yetimi gözetme namıyla bazı kötü hayallere dayanmaktadır. Hiç Allah´ın haram kıldığı bir şeyde gözetme olur mu?!.. Bu, büyük bir delaletten başka birşey değildir. «(Yetimin malında yetim için ticaret yapması) caizdir.» Bu, vasinin yetimin malı ile ticarete ve onda tasarrufta bulunmaya zorlanamıyacağını ifade eder. Nuru´l-Ayn bu Mecmâu´l-Fetâvâ´dan naklen açıkça belirtilmiştir. Birî: «Vasi tasarruftan kaçındığı zaman, Hulâsa´da belirtildiğine göre tasarrufa zorlanamaz.» der. El-Havî el-Hasîri de Muhammed b. Mukâtil´in şöyle dediğini nakleder: «ölünün halktan olacağı olsa varisler, bu alacakları çıkarıp tahsil etmesi için vasiyi zorlayamazlar.» EK: Küçük çocuğu baba, dede, veya vasi ücretle çalışması için birisine kiralasalar caiz olur. Çünkü bunların çocuğu terbiye ve geliştirme için karşılıksız olarak çalıştırma hakları vardır. Karşılıkla olunca öncelikle câiz olur. Şayet vasi, çocuğu kendisi için kiralarsa caiz olur. Ama kendisini çocuğa kiralarsa caiz olmaz. Babanın, kendisini çocuğa kiralaması ise caizdir. Vasî´nin aksine, baba borcunu çocuğunun malından ödeyebilir. Her ikisi de kendilerinin borcu karşılığında çocuğun malını satabilirler ve rehin bırakabilirler. Baba muhtaçsa, çocuğunun malından ihtiyacı kadarını yiyebilir ve bunu zamin olmaz. Vasî ise yiyemez. Ama kendisi için bir ücret takdir edilmişse o kadarını yiyebilir. Bu devirde, vasinin yetimin malını mudarebe yoluyla alması ve onu borç olarak vermesi caiz olmaz. Ama vermişse bununla hiyanet etmiş sayılmaz ve vasilikten azledilmez. Vasi. kendisinin yapabileceği her konuda birisini vekil edebilir. Konu ile ilgili meselelerin tümü Camiu´l-Fusûleyn´in 27. faslında vardır. M E T İ N Ben derim ki: Eşbah´ta : «Vasî hiçbir şeyi misli fiatından daha azına satma hakkına malik değildir. Kölesini falana satması şeklindeki vasiyet bundan müstesnadır.» denilmektedir. Yine Eşbah´ta ecri misil konusunda şöyle denilmektedir: «Mütevelli. çalışmasının ecri mislini alır. Çalışmazsa ona ücret yoktur. ölünün vasisine ise sahih görüşe göre ücret yoktur. Bu; hâkim mütevelliye ücret takdir ettiği takdirdedir. Ama takdir etmemişse mütevelli bir senede çalışsa kendisine birşey verilmez.» Eşbâh sahibi bunu Kınye´ye nisbet etmiş sonrada bundan aksini zikretmiştir. Anla. Bu, vakıf bahsinde geçmişti. Hakimin vasisine gelince, eğer onu ücretle (çalışmak üzere) tayin etmişse caiz olur. İ Z A H «Misli fiatından daha azına ilh...» Her halde bu gabni fahişe hamledilir. Zirâ musannıf, vasinin insanların aldanabileceği kadar bir aldanma ile alıp satabileceğini söylemişti. T. «Kölesini falana satması şeklindeki vasiyet bundan müstesnadır.» Eşbah´ın ibaresinin tamamı şöyledir: «...ve musâ leh misli fiatına razı olmazsa fiatı eksiltme hakkı vardır.» Yani malın üçte birine kadar. Tethîsu´I-Kübrâ´ya nisbetle Biri şöyle demiştir: «Birisi, câriyesinin, istediği kimseye satılmasını vasiyet etse bu caizdir ve varisleri cariyeyi istediği adam onu değer fiatına almak istemezse, fiattan mûsî´nin malının üçte biri kadarı düşürülür. Hâvî de bunun, vasiyet gibi olduğu ilave edilmiştir.» Ebussuûd da şöyle der: «Bak, eğer cariyenin kıymetinin tamamı, mûsî´nin terikesinin üçte birinden çıksa, istediği adama parasız olarak verilir mi? Hâvî´nin; bu vasiyet gibidir sözü bunu gerektirir.» Ben diyorum ki: «Bunu araştırmalı. Çünkü mûsî cariyenin karşılıksız verilmesini değil, satılmasını vasiyet etti. Satışta da az da olsa bir paranın bulunması gerekir. Bu, her yönden değil fiatını terikenin üçte birine kadar indirme açısından vasiyettir.» «Mütevelli çalışmasının ecri mislini alır.» Dolayısıyle eğer vakıf değirmen ise, onun gelirini kendilerine vakfedilenler alırlar. Mütevelli bir şey alamaz. Hâniyye´de böyle denilmiştir. Bu hüküm, vakıf bırakanın kendisi için hiçbir şey şart koşmadığı nazır hakkındadır. Nitekim Eşbah´ta da böyledir. T. Ben diyorum ki: «Şarihin ecri misli demesi, hakimin onun için daha fazla bir ücret takdir edemiyeceğine işarettir. Dolayısıyla eğer, adet olduğu üzere hakim mütevelli için on takdir etse, eğer bu ecri misilden fazla ise, fazlasını iade eder. Bunu Allame Bîrî Eşbah´a yazdığı şerhin kazâ bahsinde tehkik etmiştir. Oraya müracaat et. Çünkü mühimdir. Fakat vakıf bırakan, mütevelli için bir şey şart koşmuşsa, ecri misilden fazla bile olsa bunu alabilir. Çünkü bu durumda o kendilerine vakfedilenlerden olur. Nitekim Bahr´de de böyledir. «Ölünün vasisine ise sahih görüşe göre ücret yoktur.» Remlî Fetvâsında; bunun peşinden, Camiu´l-«Fusuleyn´den naklen geçen şu sözleri nakletmiştir: «Vasî muhtaç bile olsa yetimin malından yiyemez. Kendisi için ücret takdir edilmişse müstesna. O zaman onun kadar yiyebilir. Ayrıca;Hâniyye ve Bezzâziye´de; Eğer muhtaçsa, istihsanen buna hakkı vardır. denilir. Bilindiği gibi; bazı konular hariç, istihsan tercih edilir. Bu da kıyasın tercih edildiği konulardan değildir. (Yani burada istihsanla emel edilir.) Kınye´de Kadıhân´ın nakline karşı gelinmez. Çünkü o tercih ehlindendir.» denilmektedir. Özetle. Yine Remlî, Eşbâh üzerine Haşiye´sinde emanet konusunun sonlarında uzun bir izahtan sonra şöyle der: «Gizli değildir ki, eğer ölünün vasisi vasiyeti ücret almadan yerine getirmekten imtina ederse. bunu yapmaya zorlanamaz. Çünkü teberruda bulunmuştur ve teberruda bulunan zorlanamaz. Hakim onun için ücreti misil tayinin uygun görürse buna ne engel var? Bu, yeni fetvâ verilen bir konudur. Ben defalarca böyle fetvâ verdim.» Hâmidiyye´de de böyle fetvâ verilmlştır. Ben derim ki: Hâniyye´nin -Nasir´den naklen- ibaresi şu şekildedir: «Vasî´nin yetimin malından yemeğe, yetimin ihtiyaçları için gittiğinde hayvanına binmeğe hakkı vardır. Bazıları bunun caiz olmadığını söylerler ki o kıyastır. İstihsan´a göre ise muhtaçsa, çalıştığı ölçüde iyilikle (haddi aşmadan) yemesi caizdir.» Ben diyorum ki: Kâdîhan´ın bu hükmü «Fakir olan iyilikle yesin» âyetine uygun olarak, ihtiyaç ile kayıtlanması, muhtaç olmayana ücret vermenin caiz oluşuna delalet etmez. Yeme konusunda daha geniş malumat çeşitli meseleler bölümünde gelecektir. Burada ölenin, vasiyi kiralaması meselesi anılmamıştır. Hâniyye´de şöyle denilir: «Birisi bir adamı vasi tayin etse ve vasiyyetini yerine getirmesi için onu yüz liraya kiralasa: âlimlerin dediklerine göre bu icare olmaz. Çünkü o öldükten sonra vasi olur. İcarede ölümle batıl olur. Mûsî´nin takdir ettiği ücretde bir bağış olur ve terikenin üçte birinden verilir. Birisi birisine: «Benim vasim olursan sana yüz lira var.» dese: Bunun caiz olup olmayacağında âlimler ihtilaf etmişlerdir. Nasîr: «İcâre batıldır, kiralanan bir şey alamaz» der. Ebû Seleme ise :«Şart batıl olur. Kiralanan vasidir ye yüz Iira kendisi içln vasiyet olur.» demiştir. Ebû Câfer ve Ebu´lLeys bunu benimsemişlerdir. «Bu ilh...» Yâni hâkim tayin ettiği zaman mütevelli için ecri mislin sübutu. Şayet tayin edilen, ecri misilden fazla ise, ancak emelinin ecri mislini alır. Ama ecri misil daha fazla ise, tayin ettiğinden fazlasını alamaz. Çünkü mütevelli buna razı olmuştur. Zâhir olan budur. T. «Kendisine birşey verilmez.» Çünkü o karşılıksız olarak çalışmıştır. «Sonra bunun muhalifini zikretmiştir.» Yâni Eşbâh´ta Kınye´den naklen bunun muhalifi zikredilmiştir. Çünkü o: «Kendisi için hakim şart koşmamışsa da ücreti hak eder» demiştir. «Anla» Kınye sahibinin iki sözü arasındaki muhalefete veya sonraya bıraktığı için ikinciyi tercih ettiğine dikkat çekmektir. Hayriyye de Bahır´dan naklen bununla fetvâ verilmiştir. Hayriyye´de nakledilen ibare şöyledir: «Kayyim, kendisi için ister ücret şart koşulsun. ister şart koşulmasın çalışmasının ücretini alabilir. çünkü o zahire göre kayyimliği ancak ücret için kabul etmiştir. Bilinen şey şort koşulmuş gibidir.» «Bu, vakıf bahsinde geçmişti.» Vakıf bahsinin iki yerindeki ifade : Kendisi için amelinin ecri misli olduğudur. Sanki bunu kendisi için şart koşulmamış olsa bile «onun için bu vardır» sözünün itlakından istifade ile söylemiştir. Düşün. «...Tayin etmişse caizdir.» Eğer bununla, hakimin takdirinden önceki, ameli için olan ücreti kasdetmişse, caiz olmaz. Çünkü o ise, karşılıksız olarak başlamıştır. Nitekim Hayriyye´de de böyle denilmiştir. İ Z A H Kuhistânî´de Zahire´ye nisbetle belirtildiğine göre: Çocuklardan bir kısmı küçük, bir kısmı büyük olsalar, daha önce geçtiği gibi vasi küçüklerin hissesini mutlak olarak daha önce geçen tafsilat dairesinde olmak kaydıyla da büyüklerin hissesini satar. Kuhistânî´nin Sâdiye´den naklettiğine göre de; vasinin bir taşınmaz malı vefâ yoluyla satması konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Hidâye sahibi bunu câiz görmüştür. Çünkü bunda ihtiyacını gidermekle beraber malını elinde tutmak vardır. Zorba korkusu olduğunda, vasiden başkasının da yetim malında tasarruf hakkı vardır. Fetvâ bu şekildedir. Konunun tamamı, Mültekâ üzerine yazdığım ta´likta vardır. İ Z A H «Daha önce geçtiği gibi ilh...» Yani vasinin herkesin yanılabileceği kadar bir yanılma ile taşınır mallan satabileceği, istisnâ edilen yerler dışında taşınmazı satamayacağı geçmişti. «Vefâ yoluyta..» Yâni beyul-vefa ile. Bu satım şekline, bey´u-câiz ve bey´u-tâat da denilir. Bu konuda bilgi, kefâlet bahsinin başında geçmişti. Camiu´l-Fusûleyn de şöyle denilir: «Vasi taşınmaz bir malı, beyu´l-vefa yoluyla satabilir. Satmayacağı da söylenmektedir.» «Çünkü bunda... malını elinde bırakmak vardır.» Onu rehin yerine tutarak sahih sayılmasına binaen, mal elde kalmaktadır. «Konunun tamamı Mültekâ üzerine yazdığım talikte vardır.» Orada şöyle demiştir: Başkasının da tasarrufunun cevazına işaret olsun diye, tasarruf sadece vasiye hasredilmemiştir. Nitekim. çocuğun malı üzerine hakimden korktuğu zaman aynı sokaktan birisinin onda tasarrufta bulunması, zarurete binâen, istihsânen câizdir. Fetvâ böyledir. Bunu Kuhistânî söylemiştir. M E T İ N Vasînin, ölü aleyhine borç ikrarında bulunması veya terikeden bir şeyin başka birinin olduğunu söylemesi caiz olmaz. Ancak ikrar eden, varis olursa sadece kendi hissesinde caiz olur. İ Z A H «...Ölü aleyhine borç ikrarında bulunması caiz olmaz.» Çünkü bu, başkası aleyhine ikrardır. Minah. (Şayet ikrar etmişse) Mukarru´n-leh´in, bir delil getirmedikçe veya yemin etmedikçe onu almaya hakkı yoktur. Şayet vasî malı mukkarun leh´e teslim etmişse zamin olur. T. Mukarrun lehin beyyinesi yoksa ve vasi borcu biliyorsa bunun çâresi Hâniyye ve Hulâsa´nın Nasîr´den naklen söyledikleri şu beyanlarıdır: Terikede altın ve gümüş varsa ondan borç mikdarı kadarını alacaklıya emanet verilir. Altın veya gümüş yoksa terikeden borç kadarını alacaklıya satar. Sonra alacaklı bunu inkâr eder ve kısas olur. Orada belirtildiğine göre: Mûde´ ile müşteri ikrar halinde yemin ederler. Bu çare ancak hâkimin, onlara hasıl üzerine yemin ettirmesi ile tamam olur. Edebu´l-Evsiya da Hasi´den naklen : «Fetva böyledir» denilmektedir. Haniyyede´de şöyle denilmiştir: «Vasinin yanında adil birisi ölünün şu adama bin lira borcu olduğuna şahitlik etse: Ebû Süleyman´dan nakledildiğine göre, vasî adamdan korkmazsa o parayı verebilir. Ebû Süleyman´a : «Eğer borç muayyen bir cariye ise ve vasi ölünün ona gasbettiğini bilirse hüküm nedir?» diye soruldu. «Sahibine verir. Vermezse gasıp zamin olur.» dedi. İki zarardan daha hafifini irtikab etmiş olmak için varislere zamin olur. Çünkü eğer vermezse yine zamin olur. Ayrıca bir de günahkar olur. Sahibine vermesi durumunda ise, varislere zamin olmaktan başka bir sorumluluk yoktur. Düşün. «Sadece kendi hissesinde caiz olur» Yâni hissesindeki ikrarı sahihtir ve ikrar ettiğinin tamamı kendi hissesinden alınır. Anla. Terikenin üçte birinin vasiyet olduğunu ikrarı ise böyle değildir. Çünkü bu sadece hissenin üçte birinde geçerlidir. Nitekim bu, hastalık halinde köle âzâdı bahsinin baş tarafında geçmişti. Orada borcunda böyle olduğu, sadece borçtan kendi hissesine düşen kadarını ödemesi gerektiği söylenmişti. Musannıf´ın ikrar bahsinde istisna bölümünün başlarında belirttiğine göre Ebu´l-Leys bu ikinci görüşü tercih etmiştir. BİR MESELE : ölünün terikenin tamamını kaplamayan borcu olsa ve (borç ödenmeden) miras bölüşülse sonra da alacaklı gelse; varislerin her birinden hissesine düşen borcu alır. Bu, hakimin yanında alacağının tamamını hepsinden aldığı takdirdedir. Ama varislerden birisini bulursa ondan,elindekinin tamamını alır. Câmiu´l-Fusûleyn. M E T İ N Vasi bir malın başka birine ait olduğunu ikrar etse, sonra da onun küçük çocuğun olduğunu iddia etse, dinlenmez. Çocuğun malında, babanın vasisi dedesinden daha çok hak sahibidir. Babanın vasisi yoksa dede gelir. Nitekim bu Münye´de Hacr bahsinde belirtilmiştir. Dedenin, borcu ödemek ve vasiyeti yerine getirmek için çocuğun taşınır ve taşınmaz mallarını satma hakkı yoktur. Vasinin ise buna hakkı vardır. Allah en iyisini bilir. İ Z A H «... Bir malın başkasına ait olduğunu ikrar etse...» Yâni Edebü´l-Evsıyâ´da belirtildiği üzere elindeki bir malı ikrar etse. Bu hüküm, o mal terikeden olmadığı takdirde böyledir. Ama eğer terikeden ise ikrarı caiz olmaz Şarihin az önce geçen «Vasînin ölü aleyhine bir borç ikrar etmesi ve terikeden bir şeyin birisine ait olduğunu söylemesi caiz olmaz» sözü buna delalet etmektedir. «... Dinlenmez.» Çünkü sözü çelişkilidir. Zira onun ikrarı her ne kadar başkası aleyhine geçerli değilse de kendi aleyhine geçerlidir. Hatta eğer bir gün o mala mâlik olursa, onu mukkarrun leh´e vermesi emredilir. T. «Çocuğun malında, babasının vasisi dedesinden daha çok hak sahibidir.» Çocuğun malında vesâyet: Sırayla babaya, babanın vasisine, onun vasisinin vasisine ilh... aittir. Eğer baba vasi tayin etmeden ölürse velâyet babanın babasına geçer. Sonra onun vasîsi sonrada vasînin vasîsinedir. Bunlarda yoksa hakim ve hakimin tayin ettiği vasiye geçer. Birisi, küçük ve büyük çocukları olduğu halde bir adamı vasi tayin etse ve oğullardân birisi ölüp küçük bir çocuk bıraksa, dedenin vasisi hepsinin vasisidir. Babasının taşınır malını satması caiz olduğu gibi çocuğun taşınırını satması da sahih olur. Öğrenilsin. Kardeşin, annenin, amcanın ve diğer akrabaların asilerine gelince: İsbicâbî şerhinde beyan edildiğine göre, kendisinden önce gelen biri yoksa borcu ve vasiyeti için ölünün malını satma hakkına sahiptirler. Küçüklerin taşınmaz mallarını ise satamazlar. Çünkü onların malı korumaktan başka bir hak ve görevleri yoktur. Bunların, ticaret için bir şey satın almaya ve çocuğun mûsîleri cihetinden maliki olduğu malda tasarrufa da haklar; yoktur. Çünkü onlar ona göre yabancıdırlar. Herhalde doğrusu: "Musilerinden başka cihetinden» olmalı idi. Gerekçe buna delalet etmektedir. Ayrıca peşindeki: «Evet, onların çocuk için zaruri olan yiyecek veya giyecek maddelerini satınalmaya, yetimin mûsî cihetinden varis olduğu taşınır mallarım satmaya hakları vardır.» sözü de buna delalet eder. Evet, bu vasilerin çocuk için zaruri olan yiyecek ve giyecek maddelerini satın almaya, yetimin musî cihetinden vâris olduğu taşınır mallarını satmaya hakları vardır. Çünkü bu malı korumadır. Zira parayı korumak malı korumaktan daha kolaydır. Edebu´l-Evsiyâ ve başka kitaplar. Camiu´l-Fusuleyn´de şöyle denilmektedir: «Bu konuda asıl şudur: Vasilerin zayıf olanı hallerin kuvvetlisinde, hallerin zayıfında vasîlerin kuvvetlisi babanın, dedenin ve hakimin vasisidir. Hallerin zayıfı da varislerin büyüklük halidir. Buna göre, varislerin büyük olmaları halinde varis gaib iken babanın vasisi gibidir. Demekki anne (ve benzerleri)nin vasisi, varisler büyük olupda hazır olmadıklarında babanın vasisinin yapabileceği gibi, küçüğün taşınmaz malını satabilir. Vasilerin zayıf olanının hallerin zayıf olanındaki hükmü nedir? Bak. Düşün. «...Hacr bahsinde belirtilmiştir.» Me´zun bahsinde deseydi daha iyi idi. T. «Dedenin... çocuğun taşınır ve taşınmaz mallarını satma hakkı yoktur.» Hâniyye´de şöyle denilmektedir: «Ebû Hanife vasî ile. ölenin babasını ayrı mütâlaa etti. Ölünün vasîsi, borcu ödemek ve vasîyeti yerine getirmek için terikeyi satabilir. Ölenin babası ise ölünün borcunu değil de, sadece çocukların borcunu ödemek için terikeyi satabilir.» Şemsu´l-Eimme el-Hulvanî şöyle demiştir: «Bu, Hassaftan öğrenilen bir faidedir. Muhammed ise, babayı, dedenln yerlne kaim kılmıştır. Hassâf´ın sözü ile fetvâ verilir.» Camiu´l-Fusuleyn de şunları görmekteyiz: «Dede taşınır malları alıp satabilir. Ama o, borç veya vasiyet için terikeyi satarsa caiz olmaz. Babanın vasisi ise böyle değildir.» «Vasi ise bunun aksinedir.» Yâni, Edebü´l-Evsıyâ´da belirtildiğine göre, babanın vasîsi. Bunun zahirine göre : Dedenin vasîsi de dede gibidir. Dolayısıyle buna evleviyetle hakkı yoktur. Tahtâvî şöyle der: «Alacaklılar meselelerini hâkime götürürler. O da, onlar için, alacakları kadarını satar. Musâ leh´ler içinde hüküm aynıdır. Allah en iyisini bilir. Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 21:38:09 VÂSİLERİN ŞAHİTLİĞİ
M E T İ N Vasîlerin küçük olan varis lehine mutlak olarak, malda. büyük olan varis içinde ölünün malında şahitlikleri batıldır. ölünün malından başkasında büyük varis lehine şahitlikleri ise sahihtir. Çünkü onda velâyetleri yoktur. Dolayısıyla töhmet söz konusu değildir. Bu; iki kişinin, başka iki adamın ölüden bin lira alacağı olduğuna, sonrakilerin de öncekiler için aynı şekildeki şahitliğine benzer. Her gurubun öbür gurup için şu kadar lira vasiyet edildiği tarzındaki şahitlikleri ise bunun aksinedir. (kabul edilmez.) Bu bölümdeki vasiler, ikidir. Maksat; hakiminveya yetimin velisinin tayin ettiği vasilerdir. (Mütercim). Ebû Yûsuf, borç konusunda da kabul edilmeyeceğini söyler. öncekilerin köle, sonrakilerinde malının üçte biri veya mürset dirhemlerin vasiyet olduğuna dair şahitlikleri de kabul edilmez. Çünkü bu şahitlik ortaklık meydana getirir. dolayısıyla batıldır. i Z A H Eğer başlığı «ve bundan başka» sözünü ilâve etse idi daha iyi olurdu. Çünkü bölümün çoğu vasilerin şahitliğinden başka konudadır. T. «Mutlak olarak ilh...» Yâni kendisine ister ölüden intikaletmiş olsun ister olmasın. Çünkü vasinin, küçüğün malındaki tasarrufu, mal ister terikeden olsun ister olmasın eşittir. Minah. Vasilerin şahitlikleri kendileri hakkında şahitlik yaptıkları şeyde tasarrufu isbat eder. (onun için kabul edilmez.) «Büyük olan varis için de ölünün malında ilh...» Çünkü onlar şahitlikleri ile malı muhafaza, varisin gaib olması durumunda taşınır mallan satabilme ve varisin delirmesi halinde velâyetinin kendilerine dönmesi vilâyetlerini isbat ederler. Gureru´l-Efkâr. Bu izah İmam-ı Azâm´a göredir. Sahibeyn´e göre ise her iki halde de yani ölünün bıraktığı malda da başkasında da büyük için şahitlikleri batıldır. Zeylaî. «Ebû Yûsuf, borç konusunda da kabul edilmeyeceğini söyler.» Çünkü ölümlü borç terikeye taalluk etmiştir. Zirâ ölümlü zimmet ortada kalmaz. işte bundan dolayı alacaklılardan binsi hakkını terikeden alırsa ona öbürüde ortak olur. Dolayısıyla borç hakkındaki şahitlik şirketi isbat eder ve töhmet tahakkuk eder. Ebu Hanife ile İmam Muhammed´in delilleri de şöyledir: Borç zimmette sabit olur. Borcun, terikeden tahsil edilebilmesi bunun semeresidir. Zimmet, birçok hakka kabildir. Dolayısıyle şirket olmaz. Bunun için, eğer bir adam alacaklılardan birinin alacağını karşılıksız olarak ödese, öbürünün onda ortaklık hakkı olmaz. Vasiyet ise böyle değildir. Çünkü vasiyette hak, zimmette değil, malın kendisinde sabit olur. Dolayısıyle malın ikisi arasında ortak olacağı şüphesini doğurur. Dürer. Şeyh Kâsım, Mecma hâşiyesinde şöyle der: «Nesefi ve Mahbûi Ebû Yûsuf´un görüşüne itimad etmişlerdir.» Makdisi: «Eğer Nesefi ile, Kenz sahibini kastediyorsa. Kenz´deki İmam Muhammed´in görüşüdür. O da şahitliğin sadece borçta kabul edileceğidir. Bu gibi durumlarda eğer şahitler ma´ruf iseler fetvâ esnasında İmam Muhammed´in görüşü ile, maruf değilseler EbÛ Yûsuf´un görüşü ile amel edilmesi gerekir.» der. T. Hamevi şerhinden. «Çünkü bu şahitlik, ortaklık meydana getirir.» Yâni hakkında şahitlik yapılan şeyde ortaklık. Çünkü onun üçte biri vasiyet mahallidir. Dolayısıyle, aralarında müşterek olur. Mi´râc. M E T i N İki adam, iki kişi için, köle ve benzeri bir malın vasiyet olduğuna şahitlik etseler. lehlerine şahitlik edilenlerde, başka bir malın şahitlere vasiyet edildiğine şahitlik etseler sahih olur. Çünkü bunda ortaklık da töhmet de yoktur. İki vasî, ölünün, kendileri ile birlikte zeydi de vasi tayin ettlğine şahitlik etseler kabul edilmez. Çünkü onlar kendileri için, hakim yanlarına üçüncü bir vasi tayin eder. Daha önce söylendiği üzere o vasi olmadan, tasarrufta bulunmaları mümkün olmaz. Ancak Zeyd´de bunu iddia ederse müstesna. Yâni Zeyd kendisinin de öbürleri ile birlikte vasi olduğunu iddia ederse, o zaman şahitlikleri istihsanen kabul edilir. Çünkü hakimden vasi tayini külfetini düşürmüşlerdir. Aynı şekilde eğer ölünün iki oğlu babalarının bir adamı terikeyi korumak suretiyle kendilerine menfaat sağlaması için vasi tayin ettiğine şahitlik etseler, o adam da inkar etse bu şahitlik kabul edilmez. Ama adam da kabul ederse istihsanen kabul edilir. Oğulların, babalarının, Zeyd´in Küfe´deki alacaklarını tahsil etmeye vekil ettiğine şahitlikleri mutlak olarak kabul edilmez. Zeyd vekâleti iddia etsin etmesin farketmez. Çünkü hakim, onların isteği ile diri için vekil tayin edemez. Bu, vasiyetin aksinedir. Azilden sonra bile olsa ve hasım olmasa da vasinin ölünün lehine şahitliği kabul edilmez. aleyhine olan şahitliği kabul edilir. Mültekâ. i Z A H «Daha önce söylendiği üzere...» Yâni vasilerden birisinin yalnız başına tasarrufta bulunamayacağı geçmişti. «... Şahitlikeri istihsânen kabul edilir.» Kıyasa göre. öncekinde olduğu gibi kabul edilmemesi gerekir. «Çünkü hakimden vasi tayini külfetini düşürmüşlerdir.» Çünkü yanlarına üçüncü bir vasi eklemesi gerekir. O da öbürleri ile birlikte hakimini atadığı bir vasî olur. Bu. kişinin vasî bırakmadan ölmesi haline benzer. Hakim o durumda da bir vasî tayin eder. Bu daha evlâdır. Zeylaî. Ben derim ki: Bu ifadenin zahirine göre üçüncü vasî için, ölünün vasisine değil, hakimin vasisine ait hükümler caridir. Şahitlik de tayinden başka bir konuda tesir etmez. Düşün. İki vasi arasındaki fark ileride gelecektir. «Oğulların, babalarının zeydi... şahitlikleri mutlak olarak kabul edilmez.» Yâni eğer. babalarının sağlığında. kendisinin gıyabında, haklarını kabzetmesi için birisini vekil tayin ettiğine şahitlik etseler, babanın borçluları da bunu inkar etseler oğulların şahitlikleri kabul edilmez. Şayet oğullar böyle bir şahitlikte bulunmasalar da, hakimden, falanı vasi tayin etmesini isteseler ve vaside buna razı olsa hakimin onu vasi tayin etme yetkisi vardır. Hatta tayin etmesi evlâdır. Babalarının gaib olduğu hallerde. haklarını alması için bir vekil tayin etmesini isteseler ve vekilde bunu istese hakim vekil tayin edemez. Şayet tayin edecek olursa, oğulların şahitlikleri ile tayin etmiş olur. Babaları lehine şahitlik ettikleri için bu caiz olmaz. Velvâliciyye. «Azlden sonra bile olsa... kabul edilmez;» Aynı şekilde yetimin lehine olan şahitlikleride kabul edilmez. Vekil bunun aksinedir. Çünkü onun azlden sonra. husumetten önce müvekkili lehindeki şahitliği kabul edilir. Çünkü vasilik halefliktir. Bundan dolayı vasinin bilgisine bağlı değildir. Hulâsa. M E T İ N Vasî vasiyeti kendi malı ile yerine getirirse, herhangi bir kayda tabi olmadan onu terikeden alır. Fetvâ böyledir. Dürer. Vekil de (müvekkil için satın aldığı malın) parasını kendi malından verirse müvekkile rücû eder. Aynı şekilde vasi kendi malından sarfederek, çocuk için bir elbise veya onun nafakası için bir şey alsa ve buna şahit tutarsa harcadığını alır. Bezzâziye´de: «Şahit tutması şart koşulmuştur. Çünkü vasinin infak konusundaki sözü kabul edilir, ama harcadığını geri alma konusundaki sözü şahit tutmadan kabul edilmez» denilmektedir. Ben derim ki: Kınye, Hulâsa ve Hâniye´de ise şöyle denilmektedir: «Ebeveyn´in aksine vasi şahit tutmadan da parayı geri alabilir.» Bunu ifade eden sözler gelecektir. Dikkatli ol. İ Z A H «Herhangi bir kayda tabi olmadan terikeden alır.» Minah´ta şöyle denilmektedir: «Bu vasi. eğer ölünün varisi ise onun terikesinden alır değilse alamaz, denilmiştir.» Ayrıca; «Vasiyet kullar içinse rücû eder. Çünkü onun kullar tarafından isteyeni vardır. Borcu ödemek gibidir. Ama Allah için ise rücû edemez» diyenlerde olmuştur. Bir başka görüşe göre de vasi her halükârda rücû edebilir. (verdiğini alır.) Dürer´de ifade edildiğine göre fetvâ böyledir. Bezzâziye´de de bunun muhtar olduğu söylenmiştir. «... Buna şahit getirirse harcadığını alır.» Yâni geri almak üzere sarfettiğine şahit getirirse. Bu : musannıfın, vekilin azli bahsinin baş tarafında üzerinde durduğudur. «Harcadığını geri alma konusundaki sözü şahit olmadan kabul edilmez.» Vakfın kayyımı da böyledir. Çünkü bunlar kendilerinin yetimden ve vakıftan alacaklı olduklarını iddia etmektedirler. Mücerred bir dava ile bunu hak edemezler. Edebü´l-Evsiyâ´da da böyledir. «Ben derim ki ilh...» Şurunbulâliyye de, İmâdiyye´den hem buna uygun hemde ters ifadeler nakledilmiş sonra da şöyle denilmiştir: «Kayıtsız olarak veya şahit tutmakla rücû konusunda imamlarımızın söyledikleri farklıdır. Araşatırılmalıdır.» Ben derim ki: Edebü´l-Evsıya da araştırma yapılmıştır. Orada Muhiften naklen : «Vasinin rücu için şahit tutmadan, rücu edip edemiyeceği konusunda âlimler ihtilaf halindedirler.» denilmektedir. Edebü´l-Evsıya´da her iki görüşte Haniyye´den ve birçok kitaptan nakledilmiştir. Haniye´deki ifadeler çelişkilidir. Hulasadan, Şârihin yaptığı naklin aksine, şahit tutmanın şart olduğunu nakletmiş sonra da Mültekâ´dan naklen şöyle demiştir: «Küçük çocuğun gaib malı olduğu halde vasi ona kendi malından infak etse, istihsana göre karşılıksız olarak infak etmiş sayılır. Ama malını sarfederken, borç olarak verdiğine veya geri almak üzere harcadığına şahit tutarsa müstesna. (O zaman harcadığını alır.) Çünkü vasinin rücû (geri alma) konusundaki sözü kabul edilmez. Bunun için şahit göstermesi gerekir. Attabiyye´de, Allah´la kendi arasında (dini yönden) niyet kafidir denilmektedir.» Muhit´te de Muhammed´den naklen şöyle denilmiştir: «Baba geri almaya niyet ederek parayı ödese Allah´la kendi arasında (dinen) o parayı geri alabilir. Ama kanunen, şahit tutmadıkça rücu edemez» Bunun benzeri Mültekâ´da da vardır. Yine Muhit´te: Şöyle denilmektedir: «Baba fakir olan küçük çocuğu için, yiyecek ve giyecek gibi, karşılamak zorunda olduğu bir şey satın alsa, ister şahit tutsun ister tutmasın parasını isteyemez. Çünkü bu kendisinin vazifesidir. Ama, malı olan çocuğuna yiyecek almak veya ev ve hizmetçi almak gibi karşılamak zorunda olmadığı bir şey satın alsa; eğer alırken parasını çocuğundan alacağına şahit tutmuşsa alabilir. Tutmamışsa alamaz. Ebu Hanife´den : Ev ve benzeri şeylerde, çocuğun malı varsa şahit tutsa da tutmasada verdiğini alabileceği malı yoksa alamıyacağı rivâyet edilmiştir.» Hâniyye´de de şunları görüyoruz: «Birisi küçük çocuğu için bir şey satın alsa ve ona kefil olsa, sonrada parayı ödese kıyasen verdiğini alabilir. İstihsan´a göre alamaz.» Ben derim ki: Meselede iki görüşün olduğu ortaya çıkmıştır. Birincisi baba ve vasinin şahit tutmadan rücûnun caiz olmayışı, ikincisi de: Şahit tutmanın sadece babaya mahsus oluşu. Çocuklarına vasî olan anne de baba gibidir. Buna gerekçe olarak şunu göstermişlerdir: Anne baba çocuklarına olan şefkatlerinden dolayı genelde onlara, verdiklerine almak maksadıyla değil karşılıksız infak ederler. Yabancı olan vasi ise böyle değildir. Dolayısıyla rücuda şahit tutmaya ihtiyacı yoktur. Biliyorsun ki birinci görüş istihsan, ikincisi kıyastır. Bunun gereği birincisinin tercih edilmesidir. Musannıf, vekilin azli konusunda bu yolu izlemiştir. Bunun tamamı kanunî açıdandır. AIIah Teâlâ en iyisini bilir. » «Bunu ifade eden sözler gelecektir.» Çeşitli meseleler bölümünün sonunda ebeveynin rücû için şahit tutmanın şart olduğunu ifade eden hatta bunu sarâhatle söyleyen cümleler gelecektir. Gelecek olan, bizim Mültekâ´dan ikinci ,olarak naklettiğimizdir. M E T İ N Vasi kendi malından ölünün, şer´an sabit olan borcunu ödese onun kefenini sarsa, yetimin öşür veya haracını ödese parasını alır. Eğer büyük varis kendi malından küçük varis için yiyecek ve giyecek satın alsa parasını geri alır. Şayet varis kendi malından ölüye kefen sarsa veya borcunu ödese o da parasını alır. Bağışlamış olmaz. İ Z A H «Vasi kendi malından ölünün şer´an sabit olan borcunu öderse ilh...» Edebü´l-Evsıya´da Hâniye´ye nisbet edilerek şöyle denilmektedir: «Varisin emri olmadan öderse şahit tutması şattır. Nevazil´de bu şart koşulmamıştır. Muhtar olan budur. Çünkü o vasi, vasiyyeti kendi malından yerine getirirse, ölünün malından alacağını söylemiştir. Vasiyet konusundaki rivâyet. borç konusunda da geçerlidir. Çünkü o, vasiyetten önce gelir. Borcun ödenmesi, vasiyetin ifasından daha önemlidir.» Bu ifade: Minah ve Dürer´den nakledilen «borcun ödenmesi gibidir» sözüne uygundur. «Onun kefenini sarsa...» Yâni kefeni mislini; Musannıf, bundan önceki bölümde vasinin kefeni misilden, sayı itibariyle fazla sarması halinde fazlalığı zamin olacağı, kıymet itibariyle fazla olması halinde ise kendisi için satın almış olacağı geçmişti. Kendi akranlarına sarılan ve sünnete uygun olan kefen. (Mütercim) «Yetimin öşür ve haracını ödese..» Yânı arazisinin haracını. Bunun zahirinden anlaşıldığına göre: Vasi, şahit göstermeden yemini ile tasdik edilir. Bu konuda ihtilaf vardır. Edebu´l-Evsıyâ´da zikredilmiıştir. «Eğer büyük varis, kendi malından küçük varis için yiyecek ve gîyecek satın alsa...» Haniyede de böyledir. Hâniye´nin ibaresi aynen şöyledir: «Büyük varis: küçük varis için, kendi malından yiyecek ve giyecek satın alsa, karşılıksız almış olmaz. Onun için ölünün malında ve terikeye rücû hakkı vardır.» Ben diyorum ki: Daha önce geçtiği üzere. vasinin infakında ihtilaf olduğu halde burada şahit göstermek şart koşulmadı. Halbuki aynı ihtilafın öncelikle burada da cari olması gerekir. Zira büyük varisin, küçük varise, kendi malından, ona yetecek miktarda harcama yaptığı takdirde sözünün tasdik edilip edilemeyeceğinde ihtilaf vardır. Bunu Zâhidî Hâvî´de anlatmış sonra da şöyle demiştir: «Fetvâ için seçilecek olan. Muhitin vasaya bahsindeki İbni Semâanın Muhammed´den naklettiği şu hükümdür: «Bir adam ölse ve geride biri büyük biri küçük iki oğul ve bin dirhem para bıraksa, büyük oğlan küçük için kendisi gibilere sarfedilen şekilde beşyüz dirhem harcasa : Vâsî olmadığı takdirde karşılıksız vermiş olur. Şayet ortak olan mal yiyecek veya giyecek olsa ve büyüğü bunu küçüğüne yedirse yada giydirse, büyüğüne tazminat gerekmeyeceği uygun görülmüştür.» Câmîu´l-Fetvâ´da şöyle denilmektedir: «Şayet büyük kardeş, küçük kardeşine terikedeki hissesinden sarfetse: Eğer yiyecekse zamin olmaz. Onun yanında kalıyorsa para olduğu takdirde yine zamin olmaz. Bunların dışındakilerde ise, vasî değilse zamin olur.» Bunun benzeri Tatarhaniyye´de de vardır. Musannıf, Kerâhiyye ve istihsân bahsinin satış faslında takdim etti ki: Kardeşin, amcanın, annenin ve çocuğu yolda bulanın -kendi evlerinde ise- küçük için çok zorunlu şeyleri alıp satma hakları vardır. Onun icaresi ise sadece anne için caizdir. Bunun benzeri ifadeler Haniye´de de vardır. Bu durumda İmam Muhammed´den rivayet edilen hükmü, çocuğun, ağabeyinin evinde olmaması haline hamletmek mümkündür. Büyük kardeş vasî değilse Haniye´deki ifade her halükârda müşkildir. «Şayet varis kendi malından ölüye kefen sarsa ilh...» Haniyye´de de böyledir. Orada, varisin terikeye rücû edeceği belirtilmiştir. Ben derim ki bu: Daha önce geçtiği üzere kefeni misli olduğu takdirdedir. BİR UYARI Bir kimse geride hiçbir mal bırakmadan ölse ve kefeni varislerine borç olsa da varislerden hazır olmayanın hissesini ondan istemek üzere kendi malından sarsa, şayet hakimin izni olmadan sarmışsa rücû hakkı yoktur. Havî ez-Zâhidî. Remlî, Fusûleyn Haşiyesinde şöyle demektedir: «Bundan anlaşılıyor ki: Nasıl ki bir kadını kocasından başka birisi kocanın veya hakimin izni olmadan kefenlediğinde teberruen kefenlemiş sayılırsa; eğer babanın kefenlenmesi varislerin görevi olmasaydı o da yabancı gibi teberruen sarmış olurdu. Müftabih olan görüşün, kadın zengin bile olsa kefenin kocasına ait oluşuna binaen mutlak bir şekilde izinsiz olarak kadının kefenlenmesi müstesna tutulur.» Yani ister kefeni misli olsun ister daha fazla olsun aynıdır. Evli olan kadından başkasına kefen sarılması ise böyle değildir. Çünkü kefenil saran, fazlasında değil kefeni misli ile varislere rücû edebilir. «Veya borcunu ödese.. ilh...» Yâni şeran sabit olan borcunu. Ama borç şeran sabit değilse, gaib olana rücû edemez, şayet hazır olan bunu geri alabilir. Çünkü bu şeran sabit olmamıştır. Borç veya vedia konusunda vâside aynıdır. Mehre gelince: Eğer erkek kadınla zifafa girmişse, peşin verilmesi adet haline gelen mikdar kadına verilmez. (Çünkü ölen o mikdarı zifaftan önce vermiştir.) Bunun mikdarında varislerin sözü kabul edilir. Daha fazlasında ise söz kadınındır. Şurunbulâliyye İmâdiye´den özetle. Bu sözün manası şu: Varisler peşin verilmesi âdet haline gelen mikdarı darılan kadına verilmiş (olduğunu) iddia etseler sözleri kabul edilir. Ama daha fazlasının verilmiş olduğunu iddia etseler, fazla olan kısım da kadının sözü kabul edilir. M E T İ N Vasî kendi malından, ölünün kefenini verse sözü kabul edilir. Bunun, yukardaki «onun kefenini sarsa» sözünden müstedrek olduğu söylenmiştir. Vasî yetimin malından bir şey satsa sonrada ondan, sattığından daha fazlası ile istense, hakim güvenilen ve basiret sahibi olanlara müracaat eder. şayet onlardan ikisi malı değeri ile sattığını ve değerinin o kadar olduğunu haber verirlerse hakim fazla fiat verenlere iltifat etmez. Şayet müzayede de daha fazlaya satın alır, ve çarşıda daha ucuza bulunursa: Bunun için vasinin satışı bozulmaz. Aksine basiret sahiplerine müracaat eder. Şayet bunlardan ikisi bir meblağ üzerinde birleşirlerse; İmam Muhammed´e göre onların sözleri alınır. Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf´a göre tezkiye de olduğu gibi bir kişinin sözü de yeterlidir. Vakfın kayyimi de böyledir. Vakfın ürününü kiraya verse, sonra da bir başkası gelip ücreti artırsa yukarıdaki gibi davranılır. Tamamı; Haniyye´ye nisbetle Dürerde vardır. İ Z A H «... Müstedrek olduğu söylenmiştir.» Geçen meselenin rücûun aslında bunun ise basiret sahiplerinin fiat konusunda vasiyi yalanladıkları takdirde, fiatın mikdarında olduğunun farkedilebilmesi için «söylenmiştir» sözü ile ifade edilmiştir. Bunu T. söylemiştir. Ebedü´t-Evsıyâ´da ise Hulûsa´dan naklen şöyle denilmektedir. «Eğer parayı kendi malından öder ve kefen, kefeni misli olursa tasdik edilir. Vecîz´de: Terikeden de ödese ancak beyyin» ile tasdik edilir denilmektedir. «Terikeden ödese..» Her halde ibarede de şartın cevabı düşmüştür. Sözün aslı şöyle olmalıdır. Eğer onu terikeden ödese tasdik edilir. Bu imamlardan menkul ve maruf olan bilgilere uygundur. Ama şart edat vaslıyle kabul edip de: «Terikeden de ödese.... şeklindeki anlayış malum değildir ve vecizin ifadesini buna hamletmek uygun değildir. Benim anladığım bu. Yine de araştırılsın. «Basiret sahiplerine ilh...» Yâni aklı erenlere. Hâniyye ve başka eserlerde «görüş sahipleri», denilmektedir. Burada bu tabir daha münasiptir. «... Değerinin o kadar olduğunu ilh...» Bu, önceki kısmın tavzihidir. Ama eğer aklı erenler, malın kıymetinin müşterinin aldığından daha fazla olduğunu haber verirlerse satış batıldır. Edebü´l-Evsıyâ´da Cevâhir´den naklen şöyle denilmektedir: «Vasî borçtan dolayı bir mal satsa ve malın kıymetinin satıldığı fiattan daha fazla olduğu anlaşılsa satış batıldır, hakimin feshine ihtiyaç yoktur. İkinci defa değer fiatına satarsa bu satış sahihtir.» Şarih daha önce satışın fası´d olduğunu söylemişti. Bu iki görüşten biridir. Zira fahiş bir aldanma ile olmuştur. «Hakim artırana iltifat etmez.» Çünkü artırma : Malın kıymetinin vasinin sattığından daha fazla olduğu için değil, ihtiyaçtan dolayı olabilir. Hatta eğer noksanlık aşırı ise satış caiz olmaz. Edebü´l-Evsıyâ. «Bunun için vasinin satışı bozulmaz.» Yâni sadece bu artırma sebebiyle satışın bozulmasına hükmedilmez. Çünkü. asıl kıymetinin, vasinin sattığı olması da muhtemeldir. Bu yüzden : «Basiret sahiplerine müracaat eder» demiştir. Tahtavî şöyle der: «Şayet; sonra sattığından daha fazlası iIe istese veya Müzâyede de daha fazlaya satın alsa ve çarşıda da daha ucuza bulunsa, deseydi daha kısa olurdu.» EK: Edebu´l-Evsıyâ da şöyle denilmektedir: «Baba küçük çocuğunun malını satsa sonra da bunda fahiş bir aldanma olduğunu iddia etse davası dinlenmez. Hakim çocuğun adına bir kayyım tayin eder. Müşteri aleyhine o dava eder. Bu: baba değeri fiatını kabzettiğini ikrar ettiği veya ona senetle şahit gösterdiği takdirdedir. Ama değeri fiatını kabzettiğini ikrar etmez ve ona şahit göstermezse yahut do «onu sattım, aldanma olduğunu bilmiyorum» ya da «aldanma olduğunu biliyordum ama bu şekildeki satışın caiz olmadığını bilmiyordum» dese, daha sonra aldanma iddiasında bulunabilir. Yetim buluğa erse ve baba veya vasinin satışında fahiş aldanmanın olduğunu iddia etse, müşteri ise bunu inkar etse, müddet fiatların değişmeyeceği kadarsa hal hakem kılınır. (Piyasanın durumu esas alınır) Müddet fiatların değişmesini gerektirecek kadar geçmişse müşterinin sözü kabul edilir. Her ikisi de iddiasını isbat için delil gösterse. fazla olanı isbat edenin beyyinesi üstün tutulur.» ÇEŞİTLİ MESELELER M E T İ N Vasînin çocuk için infakta bulunduğu yolundaki iddiası beyyine olmadan kabul edilir. Eşbah´ta belirtildiğine göre şu on iki mesele ise bundan müstesnadır: 1 - Ölünün borcunu ödediğini iddia etmesi, 2 - Ölünün borcunu, terikeyi sattıktan sonra fakat parasını almadan kendi malından ödediğini iddia etmesi, 3 - Yetimin başka birinin malını telef edip onun tazminatını ödediğini iddia etmesi, 4 - Yetime ticaret için verdiğini, onun da borçlanıp yetim adına borçlarını ödediğini iddia etmesi, 5 - Ekime elverişli olmayan bir vakitte, yetimin tarlasının haracını verdiğini iddia etmesi, 6 - Kaçan kölesini getirene ücret ödediğini iddia etmesi, 7 - Cinayet işleyen kölesini, diyetini ödeyerek kurtardığını iddia etmesi, 8 - Mahremi olan akrabasına infak ettiğini iddia etmesi, 9 - ölen kölelerine infakı iddia etmesi, 10 - Çocuğun kendisi, zimmetinde olandan veya yetimin malının gaibliği halinde kendi malından infak ettiğini iddia eder ve ona rücû istemesi hali. 11 - Yetimi bir kadınla evlendirip, mehrini kendi malından verdiğini iddia etse ve kadın da ölmüş bulunsa, 12 - (Yetimin malında) ticaret yapıp kâr etse sonra da kendisinin mudârib olduğunu iddia etse. Bu konuda asıl şudur: Vasi kendisinin yapması gereken konulardaki iddiası tasdik edilir, görevi olmayan konulardaki iddiası ise kabul edilmez. İ Z A H «Vasinin... sözü kabul edilir.» Eşbâh´ta şöyle denilmektedir: «Vasinin yetime infak konusunda iddia ettiği söz şu üç yer müstesna beyyinesiz kabul edilir: Yakın akrabasına infak, tarlasının haracı ve kaçan kölesini getirene verdiği ücret.» Özetle. Eşbâh sahibi daha sonra şöyle der: «Hasılı, bazı meseleler hariç, iddia ettiği konudaki sözü kabul edilir.» Şarih : «İnfakta bulunduğu» sözünü söylemeseydi daha münasib olurdu. BİR UYARI Zehire de şöyle denilmiştir: «Vasinin, çocuğun nafakasını kısmaması gerekir. Aksine israf etmeden ona bolca infak eder. Bu, çocuğun malının azlığına ve çokluğuna göre değişir. Malına bakar ve durumuna uygun bir şekilde infak eder.» Şeyhu´l-İslâm´ın, Asl şerhinde de şöyle denilmektedir: «Küçükler büyürse ve vasiyi: Sen bize kârdan yedirdin veya onu falan bağışladı diye itham etseler vasinin davasını isbat için yemin etmesi gerekir. Ancak, genelde o müddet zarfında kendileri kadar insana o kadarı yetecek bir mal iddia etmeleri gibi, zahir kendilerini (yetimleri) tekzib ediyorsa müstesna. (Vasinin yemin etmesi gerekmez). Bu hüküm, vasi nafakayı misl veya az bir fazlasını iddia ettiği takdirde söz konusudur. Çok fazlasını iddia ederse, iddiasına muhtemel bir izah getirmedikçe sözü kabul edilmez. fazlasını zamin olur. iddiasına, muhtemel bir izaha misal şudur: Küçükler için yiyecek aldım ama çalındı, ikinci üçüncü defa aldım telef oldu, derse yemini ile birlikte sözü kabul edilir. Çünkü o emindir» Edebü´l-Evsiyâ´dan özetle. «Ölünün borcunu ödediğini iddia etse» müstesna olan on iki meseleye giriştir. Anlaşıldığına göre, bu meseleden maksat; Eşbâh´da meseleleri serdetmeden önce zikrettiğidir. Eşbâh sahibi, Câmiu´l-Fusûleyn´e nisbetle şöyle der: «Vasî hakimin emri olmadan borcu ödese veya yetim büyüyünce babasının borcunu inkar etse: Vasî beyyine göstermezse verdiğini zamin olur. Zamin oluş sebebini -ki o da yabancıya vermektir- ikrar ettiği zaman, başka b)r alacaklı çıksa ona da hissesi öder ilh... Eğer bunu varis iddia eder, vasi de terikeden ödediğini söylerse tasdik edilir. «Ölünün borcunu... kendi malından ödediğini iddia etse ilh...» Edebü´l-Evsiyâ´dan, Hâniye´de şahit göstermenin şart koşulduğunu, Nevâzil de ise şart koşulmadığını nakletmiştik. «Terikeyi sattıktan sonra» demesinin faidesi ne acaba? Her halde bu ittifakidir. Çünkü satmadan evvelde de hüküm aynıdır. «Yetimin başka bir malı telef edip ilh...» Eşbah´ta başkasının malı» şeklindedir. Bu meselenin tasavvuru şöyledir: Vasî varise : «Sen falanın malını küçüklüğünde telef ettin, ben de senin malından onu ödedim.» der. Varis ise onu yalanlayıp, «ben birşey telef etmedim» derse yetimin sözü kabul edilir. Vasî de zâmindir. Ancak iddiasına delil gösterirse müstesnâ. Edebu´l-Evsiyâ´da da böyle denilmektedir. «... Yetimin tarlasının haracını verdiğini iddia etse...» Vasî; yetimin babasının on sene önce öldüğünü ve o zamandan beri haracı kendisinin verdiğini iddia etse, yetim de «babam öleli daha iki sene oldu» dese hüküm yine aynıdır. Alimler, husumet gününde tarlanın ekime elverişli olması halinde yemini ile birlikte vasinin sözünün kabul edileceğinde ittifak halindedirler. Yâni Tenviru´I-Ezhân´ın Tatarhaniyye´de naklettiği ibareden anlaşıldığına göre, vasî ile yetimin, yetimin babasının öldüğü vakit konusunda ittifak etmiş olmaları şarttır. Ebussuûd. «Husumet, ziraata elverişli olması halinde» sözünün zahirinden anlaşıldığı üzere; eğer tarla husumet gününde ziraata elverişli değilse beyyinenin bulunması şarttır. Çünkü birincisine hal şahittir, ikincisine göre ise şahit değildir. Şarihin, «ekime elverişli olmayan bir vakitte» sözü, «verdiğini..» fiiline değil, mukaddef olan «iddia etse» fiiline bağlıdır. Yâni «tarlanın haracını ödediğini iddia etse ilh...» şeklindedir. Aksi halde bu, yukarıda geçen «vasinin, haracı ödediği yolundaki sözü tasdik edilir» şeklindeki sözlere zıt düşer. Ama bu yukarıda geçen tafsilata hamledilir. Dikkatli ol. «Kaçan kölesini getirene ücret ödediğini iddia etse ilh.. » Bu, İmam Muhammed´in görüşüne göredir. Ebû Yûsuf´un görüşüne göre ise beyyine olmadan da sözü kabul edilir. Velvâliciyye´de sadece birinci görüş verilmiştir. Sadruşşehid de bu konuda bir ihtilaf nakletmemiştir. Hulâsa´da ise bu konuda ihtilafın cari olduğu söylenir. Vasî kaçan köleyi geri getirmesi için bir adam tuttuğunu söylese Hâniye asıl ve başka eserlerde belirtildiğine göre ittifakla tasdik edilir. Asl ve başka eserlerde şöyle denilmiştir. «Vasi, sana rücû etmek için kendi malımdan ödedim, dese ancak bir beyyine ile tasdik edilir.» Bu Edebü´l-Evsıyâ da ifade edilmiştir.» Ben derim ki; Bu ifadenin zahiri, İmam Muhammed´in görüşünün tercihine delalet etmektedir. «Cinayet işleyen kölesinin diyetini vererek kurtardığını iddia etse ilh...» Kâfî´de şöyle denilmektedir: «Eğer vasiyetime; senin gasbettiğin malı ödedim, cinayetinin diyetini verdim veya kölenin cinayetinin diyetini verdim dese beyyine olmadan tasdik edilmez.» Ebussuûd. Bu ifadenin zahirine göre : Yetim cinayeti ikrar etse bile hüküm aynıdır. Düşün. «Mahremi olan akrabasına infak...» Haniye sahibi şöyle der: Vasî çocuğa : «Hakim, şu kör olan kardeşin için, senin malından her ay şu kadar dirhem nafakaya hükmetti. Ben on senedir bunu öderim» dese. oğlu da inkar etse, ittifakla vasinin sözü kabul edilmez. Hakimin öyle hükmettiğine ve hükmedilen meblağı ödediğine delil getiremezse o malı zamin olur. Şerhu´l-Mecma da bu hükme gerekçe olarak, bunun, yetimin zarurî ihtiyaçlarından olmayışı gösterilmiştir. Vasînin yaptığı harcamalarda sözü, yetimin zarûrî ihtiyaçlarında geçerlidir. Yetimin hanımının nafakası farklı olsa gerek. Çünkü o, zarûrî ihtiyaçları cümlesindendir. Konunun tamamı Eşbâh´tadır. «ölen kölelerin infakı...» Bu, İmam Muhammed´in görüşüdür. Ebû Yûsuf´a göre, vasinin sözü kabul edilir. Kölelerin hayatta olması halinde vasinin sözünün kabul edileceğinde ittifak vardır. Ama kendisine yemin ettirilip ettirilmeyeceği konusu ihtilafIıdır. Bazılarına göre; kendisinden bir hıyanet görülmemişse yemin ettirilmez. Biri, Bezzâziye´den tafsilat nakletmiş ve şöyle demiştir: «Eğer böyle bir işinin, böyle köleleri olabilirse, vasinin sözü kabul edilir. Aksi halde kabul edilmez.» Ebussuûd. «Çocuğun kendisine... infâk ettiğini...» Bu konu üzerinde daha evvel durmuştuk. «Zimmetinde olan dan» sözü Eşbâh´ta mevcut değildir. Şarih, bununla ve bundan sonraki kısımla, yetimin malından harcaması halinde nafakayı mislinde tasdik edileceğine işaret etmiştir. Nitekim bunu Asl şerhinden takdim ettik. «Yetimin malının gaibliği halinde» sözünden. malın mevcut olması durumunda, öncelikle kabul edilmeyeceği anlaşılır. Edebu´t-Evsıyâ´da şöyle denilmektedir: «Vasinin çocuğun kendisine, köle ve hayvanlarına ve benzeri şeylere infakı konusundaki sözü; iddia ettiği nafaka o müddet içersinde kendi durumunda olanlara sarfedilebilecek mikdarda ise kabul edilir. Çünkü vasî hakim veya vasî makamına kaimdir. «... Kadın da ölmüş olsa ilh...» Bundan anlaşılıyor ki, eğer kadın hayatta olsa veya ölü olsa bile yetim evliliği ikrar etse, vasî harcadığını yetimden ister. Düşün. «On ikincisi ilh...» Tahâvî şerhinde şöyle denilmektedir: «Vasî veya baba yetimin malında ticaret yapsa kâr etse, sonrada ben müdâribtim dese; tasarruf esnasında, kendisinin müdarebe yoluyla tasarrufta bulunduğuna şahit tutmamışsa kârdan bir şey alamaz. Bu kanunen böyledir. Dinen ise; tasarruf anında şahit tutmamışsa bile şart koştuğu kân alabilir. Edebu´l-Evsıyâ. Bu devirde, vasinin yetimin malını mudarebe yoluyla alamıyacağını daha önce söylemiştik. «...Gereken konulardaki iddiası tasdik edilir» Yâni zahiri hal onu tekzib etmiyorsa, yemini ile kabul edilir. Hamevi ve Biri, Velvâliciyye´nin Sulh bahsinden naklen. T. M E T i N Hâkim yedi yerde vasî tayin eder. Bu yerler Eşbâh´ta açıklanmıştır. ölünün alacağının veya borcunun bulunması, vasiyetin yerine getirilmesi bunlardandır. Zevahir´de bunlara şu iki yerde ilâve edilmiştir: 1 - Baba küçük çocuğunun malını satın alsa ve onu ayıplı bulsa, hakım babanın malı iade etmesi için çocuğa bir vasi tayin eder. 2 - Babası gaybeti münkatıa ile gaib olup, çocuğun bir hakkının isbatına ihtiyaç duyulması halinde vasi tayin eder. Aksi halde tayin edemez. Zevâhir sahibi bunları Mecmeu´l-Fetavâ ya nisbet etmiştir. İ Z A H «Bu yerler Eşbâh´ta açıklanmıştır.» Yâni Kitabu´l-Kazâ´da açıklanmıştır. Şarih, bunlardan üç tanesini zikretmiştir. Eşbah´ta zikredilen diğer meseleler şunlardır: - ölünün, küçük çocuğu olduğu zaman, - Mûrisinden bir şey satın alıp da, onun ölümünden sonra bir ayıp sebebiyle geri vermek istediğinde. - Küçüğün babası müsrif, saçıp savuran biri olursa malını korumak için vasî tayin eder. Son madde için Eşbâh´ta şöyle denilmektedir: «Velvâliciyye´nin Kısmet bahsinde hâkimin vasî tayin edeceği diğer bir yer daha var. Oraya müracaat edilsin.» Velvâliciyye´de işaret edilen şudur: ölü; çocuk, iki gaib ve iki hazır arasında ortak bir mal bıraksa, hazır olanlardan birisi kendi hissesini satsa, satın alanda taksim istese, hakim gaib olan iki ortağın ve küçüğün yerine bir vekil tayin eder. «Ölünün, olacağının veya borcunun bulunması ilh...» Yâni alacağı isbat ve kabz, borcu da ödemeye hasım olması için. «... Malı iade etmesi için» Bundan anlaşılıyor ki, genel manada değil. sadece ayıplı malı iade için bir vasî tayin eder. Çünkü başka konularda velâyet babaya aittir. İleride, hâkimin tayin ettiği vasinin tahsis kabul edeceği ileride gelecektir. Daha önce geçtiği üzere gaybeti münkatına, kendisine kafilelerin ulaşmadığı bir memlekette olmasıdır. EK: Hamevî ve başkaları hakimin vasi tayin edebilmesi konusunda bazı meseleler daha ilâve etmişlerdir. Bu meseleler şunlardır: - Bir şahıs alacak iddiasında bulunsa, varisler de büyük ölüp, ölenin memleketinden, kâfilelerin gidip gelmediği uzaklıktaki bir memlekette olsalar hakim vasi tayin eder. - Vâris. «borcu ödemem, terikeyi de satmam.Ancak terikeyi alacaklıya teslim ederim» derse, hakim, terikeyi satacak birisini tayin eder. - Satılan malda hak iddia edilse ve alınsa, müşteri de satan varis bırakmadan ölmüş olduğu halde, parasını geri almak istese, hakim, müşterinin kendisine rücû edebilmesi için vasî tayin eder. - Köle diye satılan kişinin hür olduğu anlaşılsa ve satıcısı hiçbir mal varis ve vasî bırakmadan ölmüş olsa : Hakim müşterinin kendisine, onun da ölüye satana rücû etmesi için bir vasî tayin eder. - Davalı durumunda olan şahıs. kör, lâl ve sağır olsa ve kendisinin velisi bulunmasa hakim vasi tayin eder. - Vekil bir mal satın alsa ve ölse. müvekkil malı kendisindeki bir ayıp sebebiyle geri verebilir. Vekilin varisi veya vasisi reddedebilir de denilmiştir. Ebu´l-Leys´in müvekkil reddeder. Bir rivayete göre de ayıplı malı red için hakim vasi tayin eder. - Vasî, küçük çocuğun malını satsa ve ölse, mütâlebe hakkı vasinin varislerine veya vasinin vasisinedir. Ama bunlar yoksa hakim bir vasî atar. - Borç alan kişi, borcunu ödemek için mal getirse, alacaklı ise gizlense hâkim : borçlunun talebi üzerine alacağı kabzetmesi için bir kayyım tayin eder. - Birisi borçluyu ertesi gün getirmediği takdirde borcu ödeyeceğine kefil olsa, ertesi gün de alacaklı kaybolsa, hakim alacaklı için bir vekil tayin eder ve borçluyu ona teslim eder. - Vasi kaybolsa ve birisi gelip ölüden alacağı olduğunu iddia etse hakim ölünün yerine hasım olmak üzere birisini tayin eder. özetle. Ben derim ki; Bunlara vasî bahsinin başında geçen şu meseleler de ilave edilir: Eğer ölü bir çocuğu veya başkasının kölesini veya kafiri yada fasığı vasi seçse, hâkim bunları başka birisi ile değiştirir. Ölü iki kişiyi vasi tayin etse ve bunlardan birisi, yerine birisini bırakmadan ölse, hakim hayatta kalanın yanına birisini daha tayin eder. Vasî vesâyeti yerine getirmekden aciz duruma düşerse hakim yerine başkasını getirir. - Baba oğlunun malını kendisi için satın alsa; hakim çocuk adına parayı teslim alıp babaya teslim edecek bir vekil tayin etmedikçe borcunu ödemiş olamaz. - Vasî, ölü aleyhine alacak iddiasında bulunan kişiyi tasdik etse sahih olmaz. Aksine, davacının hakkını elde edebilmesi için, vasinin yerine başka birini tayın eder. Nitekim bunu daha önce Velvâliciyye´den naklen zikretmiştik. - Kâfir olan bir delinin karısı müslüman olsa ve delinin anne veya babası olmasa, hâkim bu karı kocanın arasını ayırması için deliye bir vasî tayin eder. Bu meselede, Kafirin nikahı bahsinde geçmişti. - Kaybolup da yeri bilinmeyenin adına vasi tayin eder. - Vasi, ölüden alacağı olduğunu iddia ederse, hakim ölenin yerine, iddia edilen mikdarında bir vasi tayin eder. Bu da önceki vasiyi vesayetten çıkarmaz. Hindiye´de belirtildiğine göre fetvâ böyledir. Bunlarla, hakimin vasi tayin edebileceği yerler yirmi yediye vardı. Araştırma sınırlamayı ortadan kaldırıyor. M E T İ N Sekiz yer hariç, hakiminvasisi ölünün vasisi gibidir.Busekiz yer şunlardır: 1 - Hakimin vasisi kendisi için satın alamaz, 2 - Lehine şahitliği kabul edilmeyenlere satamaz, 3 - Hakimin yeni bir izni olmadan kabzedemez, 4 - Çocuğu herhangi bir iş için kiraya veremez. 5 - Ölümü anında başkasını vasi tayin edemez, 6 - Hakim kendisini bir konuya tahsis ederse o işe mahsus olur, 7 - Bazı tasarruflardan nehyederse, nehyi sahih olur, 8 - Adil bile olsa hakim kendisini azledebilir. Bütün bu meselelerde ölünün vasisi bunun aksinedir. İ Z A H «Sekiz yer hariç ilh...» Bunlara, az sonra söyleyeceğimiz dokuzuncu ve şu onuncu meselede ilâve edilir: Hâkim, vasisi için ücret tayin ederse caizdir. ölünün vasisine ise sahih olan görüşe göre ücret tayin edilemez. Bu, Kınye´den naklen geçmiş. biz de o konuda söyleyeceğimizi söylemiştik. «Hâkimin vasisi kendisi için satın alamaz.» Yâni yetimin malını satın alamaz ve ona kendi malını satamaz. Babanın vasisi ise yetim için açık bir menfaat olması şartıyla yetimin malını satın alabilir, ona satabilir. Nitekim daha önce bu metnen geçmişti. Şayet, hakimin vasisi, hakimden satın alır veya ona satarsa caiz olur. Hamevî Bezzâye´den naklen. «Lehine şahitliği... satamaz.» Çünkü bunda töhmet vardır. Şarih sadece satışı zikretti. Zâhire göre satın alış da aynıdır. T. «... Kabzedemez.» Hakim, yetimin, gayri menkulü haksız yere elinde olan başkası ile hasımlaşması için bir vasi tayin etse, husumet için vasi tayin ederken kabze izin vermemişse, kabz için yeniden müsade etmedikçe vasi gayri menkulü kabzedemez. Çünkü o. vekil gibidir. Fetvâ, Züfer´in husumete vekil olanın kabza malik olmayacağı tarzındaki görüşüne göredir. Ölünün vasisi ise izin olmadan da kabza yetkilidir. Çünkü baba onu kendisine halef yapmıştır. Halefliği devam ettikçe görüşü de devam eder. Baba hakikaten baki olduğunda hakimin onun malında tasarrufa hakkı yoktur. Hassafın dediği gibi, hükmen bakî olduğunda da tasarrufta bulunamaz. Bu. ölünün vasisinin, hakimin azli ile azlolunmuş sayılmayacağının kesin bir ifadesidir. Bîrî şöyle der: «Kâdî ifade etti ki, hakim, ölünün vasisine terikenin mikdarını soramaz, terike konusunda onunla konuşamaz. Hâkimin vasisi ise bunun aksinedir. Tamamı oradadır.» Ebussuûd haşiyesinden özetle. Birinin söylediği, zikredilen sekiz meseleye ilavedir. «Çocuğu her hangi bir iş için kiraya veremez.» Eşbâh´ta bu Kınye´ye nisbet edilmiştir. Ben derim ki; Daha önce söylediğimiz, kendisi için aslen vesayet hakkı olmayan kişi -ki o yetimin yanında kaldığı yakın akrabasıdır- nin çocuğu kiraya verebilmesi bu ifade karşısında müşkil görünmektedir. Düşün. Çocuğu bir sanata teslim etmesi bundan müstesnâ tutulmalıdır. Edebü´l-Evsıyâ´da şöyle denilmektedir: «Vasî az bir aldanma ile de olsa, yetimin kendisini taşınmaz mallarını ve diğer mallarını kiraya verebilir, dokuması, veya kan alıcı değilse. sorumluluğunu taşıyan kişinin yetimi dokumacı veya kan alıcıya teslim etmesi caiz değildir. Çünkü o bununla ayıplanır.» Tamamı oradadır. «Ölümü anında başkasını vâsî tayin edemez.» Eşbâh´ta şöyle denilmektedir: «Hakimin vasisi ölürken yerine başka bir vasi tayin ederse ikincisi vasi olmaz. Ölünün vasisi ise bunun aksinedir. Tetimme de de böyledir.» Eşbâh sahibi daha sonra Haniyye´den şunu nakletmiştir: «Vasî ister hakimin ister ölünün vasisi olsun başkasını vasi tayin edebilir.» Bunun benzeri, Muhit sahibinden naklen Kınye´de de vardır. Bu farklı görüşlerin uyuşturulması gelecek. «Hakim kendisini bir konuya tahsis ederse, o ise mahsus olur.» Çünkü hakimin onu vasi tayin etmesi bir hükümdür. Hükümde tahsis kabul eder. Babanın vasisi ise tahsis kabul etmez. Onun yerine kaim olduğu için her sahada vasi olur. Bîrî Bezzâziye´den naklen. Ben derim ki: Gerekçe olarak şu da söylenebilir. «Çünkü hakimin vasisi vekil gibidir, tahsis kabul eder. Babanın vasisi ise bunun aksinedir. Tatarhâniyye´nin hıyel bahsinde şöyle denilmektedir: «Birisi Kûfe´deki malları için birisini, Şam´daki malları için başkasını, Basra´daki malları için de bir başkasını vasi tayin etse, İmam´ı-Azâm´a göre hepsi bütün mallarında vasidir. Vasiyet; bir çeşit, bir yer ve bir zamanla tahsis kabul etmez. Ebû Yûsuf´a göre her biri kendisinin vâsî olduğu yerlerde vasidirler. İmam Muhammed´in görüşü ise değişkendir. Bu meselede çâre: Vasiyet ederken, başkalarında değil, sadece Kûfe´deki mallarıma vasidir, demesidir. İmam Hulvâni tahsise genel izin üzerine varid olan hacr gözüyle bakmıştır. Bir kimse kölesine genel bir izinle ticarete izin verse sonrada onu bazı sâhalarda hacretse sahih olmaz. Yine Hulvânî bu konuya birde şu yönden bakar: Alimler, vasisini insanlara olan borçlarında yetkili kılıp, insanlardan alacaklarına yetkili kılmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğa göre bu sahih değildir. Bu çarede bir şüphe nevi vardır. Özetle. Hâniye´deki şu ifadeler, Hulvânî´nin bakışını te´yid etmektedir: Bir kimse; «falanı borçlarımı ödemesi için vasi seçtim başka birisini vasi tayin ettim,» dese, her ikisi de her konuda vasidir. Yine bunu ulemanın mutlak manada söyledikleri: «ölünün vasisi tahsis kabul etmez» sözüde teyid etmektedir. Bu, birden fazla da olsa tahsis kabul etmiyeceğini ifade etmektedir. Yine Hâniye´de, İbn. Fazl´dan´ naklen şöyle denilmiştir: «Bir kimse, birisini oğluna, başka birini de kızına yahut da birisini hazır olan mallarına başka birisini de gaib olan mallarına vasi tayin etse eğer vasilerden her birinin öbürüne ait işlerde vasi olmayacağını şart koşmuşsa bütün âlimlere göre koştuğu şart geçerlidir. Böyle bir şart koşmamışsa meselede ihtilaf vardır. Fetvâ Ebû Hanife´nin görüşüne göredir.» Herhalde Hâniye de önce söylenilmiş olanlar, Hulvânî´nin sözüne mebnîdir. Düşün. Ben derim ki; Şuna dikkat etmek gerekir: Bir kimse bir adamı malının üçte birini hayır yollarına sarfetmesi için vasi seçse, o çocukları ve terikesi üzerine de genel vasi olmuş olur. Bu konuda başka birini daha vasi tayin etse, muftabih olan İmamı Azâm´ın görüşüne göre; vasilerden birinin tek başına yapacakları tasarruf geçersizdir. Zamanımızda insanlar bundan gafildirler. Hâniye´de bu nassen ele alınmış ve şöyle denilmiştir: «Bir adamı borcu üzerine, başka birine de kölesini azad etmesi veya vasiyetini infaz etmesi için vasi tayin etse, İmamı Azam´a göre her ikisi her konuda vasidir. Sahibeyne göre ise her biri tayin edildiği sahada vasidir, öbürü ona müdahale edemez.» «Onu bazı tasarruflardan men etse ilh...» Bu vesâyetin tahsis kabul edip etmeyeceği konusuna racidir. Eşbâh. «Adil bile olsa hakim kendisini azledebilir.» Bu, sekizinci meseledir. Şarih, vasi bahsinin baş tarafında bunu, hakimin maslahat görmesi hali ile kayıtlamıştı. Oraya müracaat et. M E T İ N Hızâne´de: «Eğer vasiyet umumi ise, hakimin vasisinin vasisi, hâkimin vasisi gibidir.» denilmektedir. Bununla. farklı görüşlerin arasında uyuşma sağlanmış olur. Fetâva´s-Sugrâ´da da şöyle denilmiştir. «Kişinin hastalığı esnasındaki teberruu; varislerin icâzeti olmadığı takdirde malının üçte birinde geçerlidir. Menfaatı teberrû ise böyle değildir. O tamamında nafizdir.» Meselâ malını değerinden daha aza kiraya verse sahihtir. Çünkü icâre malikin ölümüyle batıl olur. Dolayısıyla varislere bir zarar yoktur. Sağlığında da varislerin hakkı yoktur. İmâdiye de ise menfaatın bağışlanmasının da malın üçte birinde geçerli olduğu söylenmektedir. Her halde konu ile ilgili iki rivayet olsa gerek. i Z A H «Hakimin vasisinin vasisi ilh...» Yâni hakimin tayin etmiş olduğu vasi ölürken yerine başka birini vasi seçse, şayet kendi vasiliği umumi ise caizdir. İkincisi de birincisi gibi olur. «Bununla... uyuşma sağlanmış gibi olur.» Daha önce geçen «ölümü esnasında yerine vasi tayin edemez» sözü, vesayetin hususi olduğuna hamledilerek rivayetler uyuşturulur. Aynı şekilde, Haniyye ve Kınye´den naklettiklerimiz de, vasiyetin umumi oluşuna hamledilir. Böylece ibareler arasında bir çelişki kalmaz. Anla. «Mesela malını değerinden daha aza kiraya verse ilh...» Bu, Fetâvâ´s -Suğrâ´nın sözü değildir. Bu meseleyi Zeylaî gasb bahsinde «yabancı birisine ariyet verse...» diye tasvir etmiştir. Eşbâh´ta şöyle denilir: «Nassan belirtilmiştir ki: Eğer (hasta, malını) değerinden daha aşağıya kiraya verse tamamından geçerli olur. Ariyet olarak vermek câiz olunca, kiraya vermek haydi haydi caiz olur. Evinde oturma hakkını veya kölesinin hizmetini vasiyetde böyledir. Üçte birden muteber olan. ev ve kölenin kendileridir. Hizmet ve oturma hakkı değil. Nitekim yerinde geçti. «Çünkü icare malikin ölümüyle batıl olur.» Bu. Şerhu´l-Vehbaniye ve Eşbah´ta da, Tarsûsî´nin: «Bu mesele kaideye aykırıdır Çünkü aslolan menfaatların ayn (mai) lar makamına kaim oluşudur.» sözüne cevab olarak zikredilmiştir. Satış ise malın üçte birinde muteberdir. Ben derim ki: Benim anladığıma göre sadece ikinci cevabla yetinmek daha»iyi olur. O da meselede iki rivâyetin oluşudur. Çünkü evin oturma hakkı ve kölenin hizmetini vasiyette menfaat. ölümden sonra da kaldığı halde üçte birden itibar edilmez. Bu da, İcârenin batıl oluşunun; vasiyetin, malın tümünden itibar ediliş sebebi olduğu izlenimini yermektedir. Ama bildiğin gibi böyle değildir. Düşün. (1) Üstadımız bu konuyu şöyle ele aldı: Tarsûsî´nin maksadı; menfaatı teberruun malın tamamında geçerli oluşu rivayetinin illetini istemektir. Buna göre. ikinci cevabın faydası olmaz. ....Çünkü menfaat ilh.... sözünü yine üsdadımız şöyle reddetmiştir: Cevabın esası «Zarar yoktur» özleridir. Evdeki oturma hakkım vasiyette, varisler için zarar söz konusu değildir. Menfaatı malm tamamından itibar etsek bile böyledir. Çünkü zarar da, malın kendisinin elden çıkması şarttır. Bunun tevzihi: Menfaatların mallara tabi olacağı, kaide gereğidir. Oturma hakkı niçin eve tabi olmuyor?! Şayet evin kendisini vasiyet etse onun, terikenin üçte birinden çıkıp çıkmadığına bakıyorlar. Oturma hakkını vasiyet ettiğinde buna bakmıyorlar. Aym şekilde hasta iken evini değerinden aşağı ikramla satsa ikrâm edilen mikdarın malın üçte birinden çıkıp çıkmamasına bakıyorlar, ama kirada ikram etse bakmıyorlar. Cevap: Mâlik kendi milkinde tasarrufta bulunduğunda tasarrufu geçerlidir. Çünkü malike kendi milkinde hacr konamaz. Ancak âlimler, bazı tasarrufları varislere zarurü buldular ve onlara hacr koydular. Dolayısıyle hacr zarurete binaen sabit oldu. Zaruretle sabit olan genellendirilmez. Hususi olan peşinden çekemez. Bu prensibin vasfı, zarar gerekçesi ile gerekçelendirilmiştir. Dolayısı ile hüküm bu gerekçeye uyar. Bir mesele de aynı illet bulunduğunda asla uyması gerekir. Bulunmazsa gerekmez. Evin oturma hakkmı vasiyette: Kendisinin terikenin üçte birinden çıktığı farzedildikten sonra zarar yoktur. İcâre meselesinde ise hiç zarar verme yoktur. Çünkü ölümle batıl olur. «Varislere zarar verme yoktur.» Yâni ölümden sonra. Çünkü icâre batıl olunca menfaatler onların mülkü olur. «Sağlığında varislerin hakkı yoktur.» Kiracının, mal sahibi ölmeden önce sağladığı menfaatın varislere zarar yoktur. Bununla; «Meselâ değeri yüz lira olan bir malı kırk liraya kiraya verse ve hastalığı uzasa ve kiracı icare müddeti içerisin de menfaati alsa ve bu malın üçte birinden fazla olsa varislere zarar verir.» şeklinde varid olacak bir itiraz da reddedilmiş olmaktadır. Anla. Bîrî şerhinde Muhit´in müzâraa bahsınden naklen şöyle denilmektedir: «Alacaklıların ve varislerin hakkı, kendilerinde İrsin (miras olmanın) cereyan ettiği mallara mütealiktir. O mallarda, ayn lardır. Menfaat ve mal olmayan şeylerde miras ahkamı cârî olmaz. Dolayısıyle bunlarda alacaklı ye varislerin hakkı yoktur. Çünkü miras hükmü; ölü tarafından varis ve olacaklılara ölüm ile intikal edebilmesi için ancak iki ayrı zamanda kalan mallarda caridir. Menfaat ise iki ayrı zamanda baki kalmaz.» Bîrî, bu hasra kiranın menfaatlar cümlesinden olduğunu söyleyerek itirazda bulunmuştur. Çünkü can karşılığında olan kısası affetmek mal gibidir. Onun için hastanın -malının tamamına denkte olsa- katili affetmesi caizdir. Ben derim ki: «Bu garib bir şey. Çünkü bu, hasr teyid etmektedir. ona engel değildir. Düşün,» «İmâdiye ise menfaatın bağışlanmasının da malın üçte birinde geçerli olduğu söylenmektedir.» Hastalık esnasında köle azadı konusunda Kuhistânî´den naklen belirttiğimlz gibi bunun benzeri, Netf´te de vardır. Yine orada Vehbaniyye´den birinci görüşün tercih edildiğini nakletmiştik. M E T İ N Vasî yetimin bir malını satsa ve müşteride müflis olsa üç gün mühlet verilir. Bu müddet zarfında öderse ne ala. Aksi halde feshedilir. Müşteri malı kabzettiği halde satın aldığını inkar ederse vasi mahkemeye müracaat eder. Hakim´de: «Eğer aranızda bir alışveriş olmuşsa onu feshettim» der. Vasî vasiyetini kabul etse sonra da kendisini azletmek istese bu ancak hakimin yanında caiz olur. İ Z A H «Üç gün mühlet verilir.» Edebü´l-Evsıyâ da belirtildiğine göre hakim mühlet verir. Müşterinin kaçmasından korkarsa bir kefil mi ister yoksa parayı ödemezse o anda mı fesheder araştır. «... Malı kabzettiği halde ilh...» Zahire göre. kabzetmediğinde de böyledir. Çünkü maksat akdi fesihtir. T. «Hakim... der.» Yâni müşteriye yemin teklif edip, o da yemin ettikten sonra. Necmüddin el-Hâsî şöyle der: «Her ne kadar bu tehlikeye mâruz isede, bu gibi feshler caizdir. Ancak, hakim tarafından feshedilir. Çünkü eğer vasî, müşteri alış verişi inkar ettikten sonra husûmetl terketmeye kalksa bu, ikale hükmünde bir fesh olur. Dolayısıyla hakiki ikale de olduğu gibi mebî vasî tarafından ödenir. Ama hakim fesh ederse mebî vasînin borcu olmaz. ölünün mülküne rücû eder. Çünkü hakimin velâyeti tam ve şumullüdür. Bunun benzeri Hârılye´de de vardır. Edebu´l-Evsıyâ. BİR UYARI Yetimin malını zengin birisi bir, müflis birisi de bin beşyüz liraya satın almak istese, vasî zengine satar. Telef olacağı endişesi ile, müflise iltifat etmez. Hâniye ve başka kitaplarda böyle denilmiştir. Edebu´l-Evsıyâ. «...Ancak hakimin yanında caiz olur. Vasî bahsinin baş tarafında naklettiğimiz üzere. Bezzâziye de bunun, hakimin tayin ettiği vasîde olduğu zikredilmiştir. ölünün vasisine gelince, metinde geçtiği gibi kendisi tarafından kandırılmış olmaması için. kabul ettikten sonra mûsî gıyabında reddetmesi caiz olmaz. Bezzâziye´de izahtan naklen şöyle denilmektedir: «Vasî, kendisini azletmek isterse, ancak hakimin huzurunda azledebilir. Çünkü o vasiliği ifayı kabul etmiştir. Bundan, ancak mûsînin veya onun yerini tutacak birisinin huzurunda dönebilir. O da yetimin malında tasarrufa yetkili olan kişidir. Vasî, (vasiliği bırakmak için) hakimin huzuruna varınca: Şayet tasarrufa muktedir, güvenilir birisi ise çıkarmaz. Çünkü o vasiliği kabul etmiştir. devamında yetime bir zarar yoktur. Ama eğer onun acizliğini ve meşguliyetinin çokluğunu bilirse vasilikten çıkarır. Çünkü çıkarmaması halinde yetim zarar görür. Azledilmedikten sonra yetimin işlerini mühimsemiyeceği için maksat hasıl olmaz.» Eşbâh´ta da : «Yeterli olan adil vasî, kendisini azledemez. Buna çare iki şeydir... ilh...» denilmektedir. Bunu daha önce takdim etmiştik oraya başvur. M E T İ N Vasî. yetim büluğa erdikten sonra malını kendisine teslim etse ve yetim; vaside terikeden az ve çok hiç birşey kalmadığını söylese sonra da vasinin elindeki bir malın terikeden olduğunu iddia etse ve delil gösterse davası dinlenir. İ Z A H «... Dâvâsı dinlenir.» Hâniye´de bu meseleden sonra şöyle denilmektedir: «Aynı şekilde, şayet varis babasının terikesinden insanlardaki tüm alacaklarını aldığını ikrar etse sonra da bir adamdan alacağı olduğunu iddia etse iddiası dinlenir.» Şurunbulâliyye´de bu hükme gerekçe olarak şöyle denilir: Çünkü buna mani bir durum yoktur. Zira belli birini, belirli veya belirsiz bir borçtan ibra söz konusu değildir. Bu mücerred bir ikrardan ibaretti. İbrayı gerektirmez. Dolayısıyla davasına mani değildir. Bu, Eşbâh sahibine karışık geldi de umumi berâetten ve onun davaya mani olmaktan müstesna olduğunu zannetti.» Özetle. Ben derîm ki: Bu. Edebu´l-Evsıyâ´da Mültekâ ve başka eserlerden nakledilen, «vasinin yanında az ve çok hiç bir şey kalmadı, hepsini aldı...» şeklindeki ifadeye ters düşmez. Çünkü o muayyen birisi için ikrardır. İkrar da, ibrar eden aleyhine delildir. Bu mesele sulh bahsinin başlarında geçti. Şarih orada : «Benim hakkım kalmadı, sözünü, kabzettiğim şeyden manasına hamledildiği için tenakuz yoktur. Ayn olan alacaktan ibra batıldır.» demişti. Sözün tamamı oradadır. M E T İ N Vasî (yetimin malından) ihtiyacı kadar yiyebilir, bine bilir. Allah (c.c.) «Fakir olan iyilikle yesin» buyurmuştur. Eğer çocuk ehil ise, (çocuğa) Kur´an ve edeb öğretmek için vasî harcama yapabilir. Aksi halde, namazda vacip olan kıraatı öğretecek kadar harcama yapar. Müctebâ. Yine Müctebâ´da şöyle denilir: «Hakim vasî için bir müsrif tayin etse, vasî o olmadan tasarrufta bulunamaz. Müşrifin ise (vasî olmadan) tasarrufta bulunabileceği söylenir. Müşrif: Vasî´nin tasarruflarını kontrolla görevli olan kişidir. (Mütercim). İ Z A H «Vasi ihtiyacı kadarını yiyebilir.» Daha önce Hâniye´den naklen, muhtaç olduğu zaman, çalıştığının karşılığını istihsanen alabileceğini söylemiştik. Edebu´l-Evsıyâ´da şöyle denilir: «Kıyasa göre yiyememesi gerekir. Yetimlerin mallarını zulmen yiyenler.. ilh... Âyetinin umumu buna delalet eder. Fakih : her halde, fakır olan kavli şerifi bu âyetle neshedilmiştir. der.» Ben derim ki: Sanki o. ikinci görüşe meylediyor. O görüş İmamı Azâm´ın görüşüdür. Kınye´de Ebû Zer´den naklen şöyle denilir: «Bu sahihtir. Çünkü o, vasiyetlerde muteberri (karşılıksız çalışan) olarak iş yapmak üzere meşrû kılınmıştır. Damanı gerektirmez.» İsbîcâbî, şerhinde : «Kendisi için belli bir ücret takdir edilmişse o kadarını yiyebilir» denilmektedir. «...İnfak eder.» Muhtârâtü´n-Nevâzil´de de böyle denilmiştir. Hulâsa ve başka eserlerde de şöyle deniliyor: *Eğer çocuk ehilse câiz olur ve vasî ecrini alır. Değilse, namazda okuyabileceği kadar bir şeyi öğretmeyi üslenir.» Bu eserlerde, «vacib olan okumak» kaydı konulmamıştır. Düşün. Kınye´de şöyle denilmektedir: «Vasi yetim kız ve yetim erkeğin dünürleri ile aralarında vaki olan hal için (evliliği sona erdirmek için kadının verdiği para) yaptığı harcamayı; mütad ziyafetler, mahud hediyeler, mecbur olmasa bile bayramlarda verdiği hediyeler, sünnet merasiminde çocuğun hısım akrabasına ve komşulara israfa varmamak şartıyla çektiği ziyafet, çocuğun mürebbisine ve yanındaki çocuklara çektiği ziyafet ve bayramlarda çektiğı ziyafet için yaptığı harcamaları zamin olmaz. Bazıları, mürebbisine ve bayramlarda çektiği ziyafeti zamin olacağını söyler.» Özetle. Muğrib de: «Ebû Zeyd´den nakledildiğine göre edep: İnsanı her türlü faziletlere yücelten güzel eğitimdir.» denilmektedir. «Vasî için bir müşrif tayin etse... ilh...» Bu konu üzerinde daha önce konuşmuştuk. M E T İ N Müctebâ´da şöyle denilir: «Baba küçük çocuğunu ariyet olarak verebilir. Bunda ittifak vardır. Çocuğun malını ise çoğunluğa göre veremez. Vasî olmadığında baba vasînin yapabileceği herşeyi yapabilir. Dede ise yapamaz.» Baba, kendisi ise çocuğu arasında ortak olan malı taksim edebilir. Dede ve vasî buna malik değildirler. Baba ve dede iki küçük çocuklarından birisinin malını öbürüne satabilirler. Vasî ise satamaz. İ Z A H «Baba küçük çocuğunu âriyet olarak verebilir.» İsbîcâbî´nin Tahâvî şerhinde şöyle denilmektedir: «Baba ve vasî çocuğun malını âriyet olarak verebilirler.» İmâduddin, Fusulünde: «Bu cidden öğrenilecek şeylerdendir.» der. Tecniste de Nevâzil´den naklen : «Babanın buna hakkı yoktur. Çünkü bu onun malında ticaret yapılanın tabilerinden değildir.» denilmektedir. Zehîre sahibi şöyle der: «Baba küçük çocuğunu âriyet olarak verebilir. Bazı âlimlere göre malını da verebilir. Bu istihsana göredir. Çoğunluğa göre ise veremez bu da kıyasın gereğidir.» Muhît sahibinin Fevâldin´de şöyle denilmiştir: «Baba : Hocaya hizmet veya sanat öğretmek için çocuğunu âriyet verebilir. Başka bir şey için vermesi caiz olmaz.» Edebu´l-Evsıyâ. «Vasî... yapabilir, dede ise yapamaz.» Ben derim ki: Mücteba´nın ibaresi şu şekildedir: «Bir adam ölse ve geride çocukları ve babası kalsa, vasîsi de olmasa, baba vasînin malik olduğu şeylere maliktir; Vasîyetlerini yerine getirir, borçlarını ödemek için taşınır ve taşınmaz mallarını satabilir. Dedenin ise buna hakkı yoktur ilh...» Ben kendi nüshamda böyle gördüm. Düşün. Müctebâ sahibi: «Dedenin buna hakkı yoktur.» sözü ile, bölümün başında Haniye´den naklettiğimiz şu sözlere işaret etmiştir: «ölünün vasisi, ölünün borcunu ödemek için terikeyi satabilir, dede satamaz.» Şayet şarih : «Baba. vasinin malik olamadığı şeylere maliktir.» deseydi daha güzel ve açık olurdu. Daha sonraki meseleler de bunun birer fer´i olurdu. Çünkü onlar kendisinde babanın vasiye muhalif olduğu yerlerdir. Eşbâh´ta, Farâiz bahsinin sonunda bunlardan onbir tanesi zikredilmiştir. Hamevî hâşiyesinde ve başka yerlerde bunlara on yedi tane daha eklenmiştir. Oraya müracaat et. Bu meselelerde. «baba» dan maksat, çocuğun babasıdır, ölünün babası değil. «...Vasî buna malik değildir.» Vasî kendisi ile çocuk arasında ortak olan malı, İmamı Azâm´a göre, ortaklıkta açık bir menfaat varsa taksim edemez. Muhammed´e göre ise her halükârda taksim edemez. Zahire. Bu konuda esas şudur: Taksimde mübâdele ve ifraz manası olduğu için, vasîlerden terikeden bir şeyi satmaya malik olan, onu taksime de maliktir. Satmaya malik olmayan taksimede malik değildir. Vasî ikî çocuktan birisinin malını öbürüne satamaz dolayısıyle bunu taksim de edemez. Çünkü bu durumda o hem alan hem veren olur ki, o caiz değildir. Aynı şekilde, iki vasiden birisi, öbürüne satma hakkına sahip değildir. Dolayısıyle taksime de malik değildirler. Baba ise bunun aksinedir. O çocuklarının malını taksim edebilir. Vasînin iki küçüğün mallarını taksim edebilmesi için çare şudur:Çocuklardan birisinin hissesini satar ve müşteri ile taksim eder. Sonrada ondan sattığını aynı fiata geri alır. Şayet varisler içersinde büyükler olsa ve vasi onların hisselerini verse ve ayırmadan küçüklerin hissesini hep birden ifraz etse caiz olur. Çünkü taksim küçükler arasında değil, büyüklerle küçükler arasında cereyan etmiştir. Aynı şekilde eğer vasî, terikeyi üçte birisi kendisine vasîyet edilenle bölüşse ve üçte ikisini küçükler için alıkoysa caiz olur. Bu meselenin tamamı EdebuI-Evsıyâ´nın Kısmet bahsindedir. Ancak, yukarıda geçen «Aynı şekilde iki vasiden birisi öbürüne satamaz...» sözü ile ilgili olarak Tahtâvî şöyle der: «Vasînin yabancı birisi için değeri fiatıyla veya az bir aldanma ile alıp satması caizdir. Yetimlerden her birisi de öbürüne yabancıdır.» Konu Başlığı: Ynt: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ocak 2010, 21:39:34 Bunun benzerini daha önce takdim etmiştik.
M E T İ N Baba veya dede küçük çocuğun malını yabancı birisine değeri fiatına satarlarsa kötü fikirli değillerse caiz olur. Ama kötü fikirli iseler, taşınmazı satmaları caiz olmaz. Taşınır mallar konusunda ise iki rivayet vardır. Adam küçük çocuğu için elbise veya yiyecek satın olsa ve parasını çocuktan alacağına şahit tutsa, çocuğun malı varsa parayı alabilir. Yoksa alamaz. Çünkü çocuğun malı olmadığı takdirde bunları almak babanın vazifesidir. Aynı şekilde çocuk için bir ev veya köle satın alsa, çocuğun ister malı olsun ister olmasın rücû edebilir. Ama eğer çocuktan parayı alacağına şahit tutmamışsa rücû edemez. Ebu Yûsuf´tan böyle rivayet edilmiştir ve güzel bir şeydir, öğrenilmesi gerekir. İ Z A H «Baba veya dede... satsa ilh...» Bu mesele «onun malında ticaret yapamaz» sözünden az önce İbni Kemâl´den naklen geçmişti. Şu varki, dedenin satışı ancak, çocuğun nafakası ve borcu gibi bir şey için olması halinde caiz olur. Ama ölünün borçlan veya vasiyetlerin ifası için olursa caiz olmaz. Nitekim daha önce geçmişti. Gafil olma. «Kötü fikirli değillerse...» Zâhire göre, âlimler vasî konusunda bu tafsilata girmemişlerdir. Çünkü ölü veya hakim vasilik için ancak yetimin işim iyi idare edebilecek salih kişileri seçer. T. Ben derim ki: Alimler açıkça belirtmişlerdir ki, vasînin hükmü, görüşü yerinde olmayan babanın hükmü gibidir. Dolayısıyle tafsile ihtiyaç yok. Anla. «...Satmaları caiz olmaz.» Ancak. daha öncede geçtiği üzere iki kat fiatına satarsa müstesna. «Taşınır mallar konusunda iki rivayet var.» Fetvâ´nın, caiz olmayışı tarzında olduğunu belirtmiştik. «Çocuğu için elbise ve yiyecek satın olsa..» Konunun başında, bu mesele ile ilgili geniş bilgi vermiştik. «Çünkü... bunları almak babanın vazifesidir.» Yâni yiyecek ve elbîse. Bundan maksat nafaka ve giyecektir. «Aynı şekilde». Yâni satın alırken, rücû edeceğine şahit tutmuşsa evin veya kölenin kıymetini ister. «Rücû demez.» Çünkü vazifesi değildir. «Bu güzeldir.» Bunu söyleyen Mücteba sahibidir. Allah en iyisini bilir. |