> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Vasiyetler
Sayfa: 1 [2] 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler  (Okunma Sayısı 5597 defa)
26 Ocak 2010, 20:31:42
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #5 : 26 Ocak 2010, 20:31:42 »



M E T i N

Kişinin âli: ailesi ve kendisine nisbet edildiği kabilesidir. Buna göre, müslüman olan en son

dedesine kadar, babası tarafından kendine nisbet edildiği herkes bu tabirin içine girer. Ancak son

(en uzak) baba (dede) hariçtir. Çünkü o, ona izâfe edilir Kuhistânî. Kirmânî´den naklen.

«Çünkü o ona muzâftır... Yani ona mensuptur. Bundan maksat, ıstılâhî izafet değildir. Dolayısıyle

bir itiraz varid olamaz. T. Bu durumda bir kimse: «Alime vasiyet ettim» dese en üstteki dede buna

girmez. Çünkü al den maksat en üstteki dedeye nisbette kendisine ortak olanlardır.

Alî´in yakını uzağı, erkeği kadını, müslümanı kâfiri ve küçüğü büyüğü eşittir. Şayet, -ihtiyarda

denildiği gibi- sayılmayacak kadar çok olsalar, bu sözün içersine zenginler ve fakirlerden girerler.

Şerhu´l Tekmile´de belirtildiğine göre; eğer varis olmuyorlarsa, kişinin babası, dedesi oğlu ve

hanımı da âlî (ailesi) dirler. Kızların çocukları, kızkardeşlerin çocukları ve annesi tarafında olan

hiçbir akrabası bu sözün şumûlüne girmez. Çünkü çocuk annesine değil. babasına nisbet edilir.

i Z A H

«Kabilesidir...» Bu, aile sözüne atfı tefsir (izah için yapılmış bir atıf) dır. Hidâye´deki: «Çünkü âl

kişinin, kendisine nisbet edildiği kabilesidir» sözü buna delâlet etmektedir.

«Kendine nisbet edildiği...» Yani nesebine nisbet edildiği. Nesebine sözü hazfedilmiştir. Bundan

maksat şudur: Nisbette kendisine ortak olan ve kendisi ile birlikte en üst dedede de olsa

babalardan birisinde birleşenler onun âlidir. (Amcalar, babalarının amcaları, dedelerinin amcaları...

ve bunların çocukları...) Benim anladığım bu, Bunu tevzih edecek şeyler gelecektir. Yoksa mûsî

(vasiyyet eden) in kabilesi kendisine, ancak kabilenin babası olduğu zaman nisbet edilir.

İsaf´ta aynen şu ibareyi gördüm : «Adamın ehli beyti (ailesi) âli ve cinsi aynıdır. O, babaları kanalıyla

İslâm dönemindeki ilk babaya birlikte nisbet edildikleri (soyları bir olan) kişilerdir. İslâm

dönemindeki ilk baba; müslüman olsa da olmasa da İslam dönemini idrak eden babadır. Kendisiyle

birlikte bu babaya nisbet edilen erkek, kadın ve çocuk herkes onun ehli beytidir». Açıktır ki.

buradakl «kendisiyle birlikte nisbet edilen» İfâdesi musannıfın «kendisine nisbet edilen» sözünden

daha iyidir.


«Çünkü o, ona izafe edilir.» Yani vaziyyet muzafa (tamlanan)dır, muzafın ileyhe (tamlayana) değil.

(Yani bir kimse: Ali Hasen Hasanın âline şu malımı vasiyet ettim, dese Hasan değil, Hasanın âli alır.)

Kâfî´den naklen Zeylaî.

Tahtâvî şöyle der: «Bunda işaret ediliyorki; o (vasiyetin muzafa ait oluşu) ancak meselâ «Abbas

oğullarına âli Abbas´a vasiyet ettim» dediğinde kendisini gösterir. Ama «âlîme veya Zeyd´in âli´ne

vasiyet ettim» dese, o da en büyük baba değilse bu kaydın geçerliliği olmaz. Şayet:

«En büyük babaya onun ehlibeyti denilmez» diyerek gerekçe gösterseydi daha iyi olurdu.

Ben derim ki: Hidaye´nin ibaresi: «Falanın âline vasiyet etse...» şeklindedir.

«Şayet sayılmayacak kadar çok olsalar...» ihtiyâr´daki ifade, «sayılmıyor olsalar (çok olsalar) bile..»

şeklindedir.

«Hanımı...» Yani babasının sülâlesinden değilse. Sâlhânî.

«Kızlarının çocukları... bu sözün şumülüne girmezler.» Yani bu çocukların babaları, vasiyet edenin

sülâlesinden değilseler. Sâihâni.

METİN

Kişinin cinsi, babasının ehli beyti (ailesi) dir. Çünkü insan annesi ile değil babası ile cinslenir. Aynı

şekilde ehli beyti ve ehli nesebi de, âli ve cinsi gibidir. Yani hükümleri aynıdır.

İZAH

«Çünkü İnsan, babası ile cinslenir.» Yâni «ben, falan adamın cinsindenim» der. Gâyetü´l-Beyân´da :

«Çünkü cins, nesebten ibarettir. Neseb de babayadır» denilmektedir.T.

«Âli ve cinsi gibidir.» Bu, «aynı şekilde» sözündeki ismi işaretin merciini beyan içindir. Yâni, ehli

beyti ve ehli nesebi âli ve cinsi gibidir. Hepsinden maksat. annesinin değil, babasının kavmidir.

Onlar da, kendisine nisbet edildiği sülâlesidir.

Fetâvayı Hindîye de şöyle denilmektedir: «Bir kimse kendi ehli beyti (ailesi) için vasiyette bulunsa.

buna islâm dönemindeki ilk babanın, kendisi ile birlikte kendilerini topladığı kişiler girer. Buna göre

eğer mûsî (vasiyet eden) Hz. Ali veya Hz. Abbas´ın soyundan olsa vasiyetinin içerisine, Hz. Ali veya

Hz. Abbas´a baba cihetinden nisbet edilen herkes girer. Anne cihetinden nisbet edilenler ise

girmezler. Hasebi veya nesebi için yaptığı vasiyetler de aynıdır. Çünkü bu, anneye değil babaya

nisbet edilen şeyden ibarettir. Aynı şekilde, falanın cinsi için vasiyette bulunsa, babanın oğulları

vasiyeti alırlar. Lahme (akrabalık) de cinsten ibârettir. Falan´ın âline yapılan vasiyette, onun ehli

beytine vasiyyet demektir.» Özetle.

M E T İ N

Bir kadın, kendi cinsine veya ehli beytine vasiyette bulunsa, kendi çocukları vasiyete dahil

değildirler. Çünkü kadının çocukları kendisine değil, babaya nisbet edilirler. Ancak, oğlunun babası

(kocası) kadının babasının sülâlesinden olursa o zaman vasiyete dahildir. Çünkü bu durumda oğul

kadının cinsindendir. Dürer, Kâfi ve başkaları. Ben derimki; «Bundan anlaşılan; sadece anne

tarafından olan şeref müteber değildir.» İbn Nüceym´in fetvâsının sonlarında böyle denilmektedir.

Üstâdımız Remlî bununla fetvâ vermiştir. Ama bu (annenin şerefi) genelde bir meziyettir.

İ Z A H

«Bundan anlaşılanm... ilh...» Hindiye´nin Bedâî´den naklettiği şu sözlerde bunu teyîd etmektedir:

«Sâbit olduki; haseb ve nesep anne ile değil, sâdece baba iledir.» Annesi şeriflerden olan kişiye

zekât vermek haram olmaz, Haşimi bir hanıma denk olamaz ve eşraf için yapılmış olan vakfda vakfa

müştehak olmaz. T.

«Üstâdımız Remlî bununla fetvâ vermiştir.» Fetâvâsının nesebin sübûtu bahsinde söylediklerinin

özeti şudur: «Annesi şerefli olan için bir mikdar şerifliğin olduğunda şüphe yok. Aynı şekilde onun

çocukları ve ilâ nihâye torunları için de bir şeriflik söz konusudur. Ama nesebin aslı babalarladır.

Kendisine, Câferi Tayyar´ın oğlu Abdullah´ın hanımı olan Fâtımatü´z-Zehrâ´nın kızı Zeyneb´in

çocuklarının durumu soruldu. Onların şüpheye meydan vermeyecek şekildi eşraftan oldukları

cevabını verdi. Çünkü şerif, ister Alı, ister Cafer ister Abbas´a mensup olsun ehli beytten olan

herkestir. Ancak bunların şerifliği Hz. Peygamber (s.a.v.)´e nisbetlik şerefi değil. sadaka almanın

haramlığı şerefidir. Alimler, kızlarının çocuklarının kendisine nisbet edilmesinin Hz. Peygamberin

husûsiyetlerinden olduğunu söylemişlerdir. Husûsuyet de üst tabakaya aittir. Hz. Fâtımâ´nın dört

çocuğu; Hasan, Hüseyin, Ümmû Gülsün ve Zeynep Hz. Peygamber´e nisbet edilirken. Hasan ve

Hüseyinin çocukları o ikisine neticede de Hz. Peygamber´e nisbet edilirler. Zeyneb ve Ümmü


Gülsümün çocukları ise annelerine değil, babalarına nisbet edilirler. Hz. Fatımaya ve babası Hz.

Peygamber (s.a.v.)´e nisbet edilmezler. Çünkü onlar kızının çocukları (torunlarının çocukları) dırlar.

Dolayısıyle şeriatın «çocuğun nesebi annesine değil babasına tabidir» kaidesi onlar hakkında

uygulanır. Sadece Hz. Fâtıma´nın çocukları, haklarında hadis varid olması hususiyetlerinden dolayı

bu kaidenln dışında kalmışlardır. Bu hususiyetde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin´in zürriyetine

mahsustur. Ama aile için olan mutlak şeref hepsine şâmildir. Hz. Peygamber´e nisbet olan özel

şeref ise böyle değildir.»

Bu ifâdelerin aslı şâfîî mezhebi âlimlerinden İbn. Hacer «Mekki´ye aittir.

Ben derim ki: Sadaka almayı haram kılan, Hz. Peygamber´in sülalesinden olma şerefi, babaları da

aynı sülâleden oldukları zaman söz konusudur. Nitekim daha önce geçmişti.

Yukarıda anılan hadisten maksat; Ebû Hüreyre, Ebû Nuaym ve daha başkalarının tahric ettikleri şu

hadistir: «Adem oğullarının hepsinin asabeleri babalarına aittir. Fatıma´nın çocukları ise bundan

müstesnadır. Çünkü ben onların babası ve asabesiyim.»

M E T İ N

Bir kimse; akrabalarına, veya zî karâbetine (kendisine akrabalığı olana) -Nüshaların ibâresi bu

şekildedir. Doğrusu; zevî karâbetine (kendisine akrabalığı olanlara) dır.- veya erhâmına

(yakınlarına) ya da en sâbına (aynı nesebten olduğu kişilere) vasiyette bulunsa bu vasiyet

kendisinin mahremi olan yakın akrabalarının hepsine (zî rahımı mahremi olanlar) ve yakınlık

derecelerine göredir. Anne baba girmezler. -Babaya yakın (akrabaî diyen, âsî dir.» denilmiştir-,

küfür veya kölelik sebebiyle mirastan mahrum olsalar bile çocukları -nitekim (peşindeki) varis

sözünün umumu bunu ifade eder-, ve vâris bu vasiyete dahil değildirler. Zâhiri rivâyete göre; dede

ve oğulun oğulu ise dahildir. Bir görüşe göre ise dede ve oğulun oğlu da dahil değildirler. İhtîyâr´da

bu tercih edilmiştir.

Bu tabirler bizim «akraba. dediğimiz kişilerdir.Ancak ifâdeleri farklıdır. Onun için tabirleri aynen

almak zorunda kaldık.(Mütercim)

Bu şekilde yapılan bir vasiyet iki veya daha fazl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 26 Ocak 2010, 20:35:37 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler
« Posted on: 17 Nisan 2024, 02:19:06 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Vasiyetler rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Vasiyetler mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Vasiyetler kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Vasiyetler Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Vasiyetler kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Vasiyetler peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Vasiyetler ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Vasiyetlerönlisans arapça,
Logged
26 Ocak 2010, 20:35:04
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #6 : 26 Ocak 2010, 20:35:04 »

M E T İ N

Bir kimse bahçesinin meyvesini vasiyet etse ve ölse, o esnada da bahçede meyve bulunsa sadece

bu meyve musâ lehindir. Ama vasiyette «ebedi olarak» sözünü eklemişse, bu meyve ile birlikte

gelecektekiler de o musâ leh´e aittir. Bu, bahçenin ürününü vasiyete benzer. Çünkü bahçenin ürünü

vasiyette, musî «ebedî olarak» sözünü ilâve etmiş olsun olmasın o senenin meyvesi ve ileride

olacak olanlar musâ leh´e ait olur.

Eğer aynı meselede, vasiyet esnasında bahçede meyve bulunmazsa, bu vasiyet: musâ leh yaşadığı

müddetçe, henüz mevcut olmayan meyveyi kapsaması bakımından ürünü vasiyet gibidir. Zeylai.

İnâye de şöyle denilmektedir: «Bahçenin sulanması. haracının ödenmesi ve ıslahı için gereken

masraflar, ürünü alacak olan kişiye aittir. Zira bahçeden faydalanan odur. Kölenin hizmeti

meselesinde kölenin nafakasını vermeye benzer.

Ürün (Galle): Arazinin mahsulü kirası kölenin ücreti ve benzeri şeylerden hasıl olan gelirdir.

Camiu´l-Luğa da böyle denilmiştir.

Ben derim ki: Bu ifadenin zâhirine göre harer ağacı ve benzerlerinin parası da ürün sözcüğünün

içine girer. Araştırılsın.

İ Z A H

«... Ölse ve o esnada behçede meyve bulunsa...» Yâni bahçede meyve bulunduğu halde vasiyet

eden ölse.

«Sadece bu meyve musâ lehindir.» Kifâye´den naklettiğimiz üzere eğer bahçe terikenin üçte

birinden çıkıyorsa o esnadaki meyve musâ leh´e aittir.

«Musi «ebedi olarak» sözünü ilave etmiş olsun olmasın...» önceki mesele ile bunun arasındaki fark

şudur: Meyve, örfen, mevcut oran şeyin adıdır. «Ebediyyen» demek gibi, ziyadeye delalet eden bir

ifade bulunmadıkça olmayan şeye şamil olmaz. «Ürün» ise; mevcut olana da, defalarca olacak

olana şamildir. Örf böyledir. Dürer.

«Eğer aynı meselede vasiyet esnasında bahçede meyve yoksa... ilh...»

Yani adam, «ebediyyen» sözünü eklemeden, bahçesinin meyvesini vasiyet etse ve ölse, bahçede

de meyve bulunmasa.

«Vasîyet esnasında...» Bunun doğrusu, sözün başından ve sonundan anlaşıldığı üzere «öldüğü

zaman» olmalıydı. Tûri bunu açıkça ifâde etmiştir.

«Zeylaî» Zeylaî´nin sözü şudur: «Meyve sözcüğü hakikatte mevcut olanın ismi olduğu, mevcut

olmayan, ancak mecâzen içine aldığı için böyle olmuştur. Eğer ölüm esnasında ağaçta meyve

varsa, hakiki manasında kullanılmış olur, mecâzî olana şâmil olmaz. Meyve yoksa, mecâzî manaya

şamil olur. İkisinin arasını birleştirmek caiz değildir. Ancak «ebedi olarak» sözü zikredildiği zaman

hakikat ile mecazın arasını birleştirme olarak değil, mecazın umumu ile ikisini de içine alır.

TENBİH:

Bir kimse arazisinin ürününü vasiyet etse, tarlada ağaç olmasa ve vasiyet edenin başka malı

bulunmasa arazi kiraya verilir ve ücretin üçte biri ürünü vasiyet edilen şahsa verilir. Eğer arazide

ağaç varsa, ağacın vereceği meyvenin üçte biri verilir. Şayet musâ leh bahçeyi varislerden satın

alırsa, satış caiz, vasiyet ise batıl olur.

Eğer varisler, musâ leh´e birşey verip ürünü kendilerine teslim etmesi için anlaşsalar caiz olur.

Evde oturmak ve kölenin hizmeti karşılığında bir bedel üzerine anlaşmak da caizdir. Ama bu

hakların satışı caiz değildir. Tûri.

«Camiu´l-LÛğa´da böyledir.» Muğrib te de böyle denilmektedir.

«Bu ifadenin zahirine göre haver ağacı ve benzerlerinin parası ilh...»

Yani söğüt ve servi gibi meyvesi olmayan ağaçlar.

Haver bir ağaç türüdür. Şamlılar, çınara haver derler. Bu kelime, hür değil. haver´dir. Tekmile

sahibinin söylediği, çobanın şu sözü buna delildir.

«Söğüt ve haverle konuşan ceviz gibi ..» Muğrib.


«Araştırılsın..»

Ben derim ki: Araştırma, haver ağacının kendisi konusundadır, parasında değil. Çünkü haverin

kendisi vasiyete konudur. Çünkü bu ağaçtan maksat sadece tahtadır.

Hâniyye´de şöyle denilmektedir: «Bir kimse bağının ürününü birisine vasiyet etse; fakih Ebû

Bekir´in dediğine göre bağın çubukları, yaprakları. meyveleri ve odunu vasiyete girerler. Çünkü kişi

bağını müsakat yoluyla ortağa verirse meyve gibi, bütün bunlar akdin içine girerler.

M E T İ N

Bir kimse koyununun yününü, yavrusunu ve sütünü vasiyet etse, musî öldüğü zaman mevcut

olanlar musâ leh´indir. Mûsî ister «ebediyyen» desin ister demesin farketmez. Çünkü bunlardan

mevcut olmayanlar, hiç bir şekilde akdin şumûlüne girmezler. Aynı şekilde vasiyetin şumûlüne de

girmezler. Meyve ise bunların aksinedir. Müsâkâtın sahih oluşu buna delildir.

İ Z A H

«... Mevcut olanlar...» Minah´ta şöyle denilir: «Çünkü bu ölüm esnasındaki bir icâbtır. Dolayısıyle o

anda mevcut olanların tümüne itibar edilir.» T.

«Çünkü bunlardan mevcut olmayanlar...» Hidâye müellifi şöyle der: «Meyve ile koyunun yavrusu

yünü, sütü vs. arasındaki fark şudur: Aslında kıyasa göre, olmayan bir şeyin temliki caiz değildir.

Ancak mevcut olmayan meyve ve ürünle ilgili olarak, bunların mevcut olmayanında, icâre ve

müsakat gibi akillerin cevazında hüküm varid olmuştur. Bunlar da vasiyetin de, bi Tariki´l-Evlâ caiz

olması gerekir. Çünkü vasiyet kapısı daha geniştir. Olmayan yavru ve benzerlerin de ise, onlar

üzerine akd icra edilmesi aslen caiz değildir. Bunlar aslen hiç bir akitle hak edilemezler. Aynı

şekilde vasiyetin şumûlüne de girmezler. Bunlardan mevcut olanlar ise böyle değildir. Çünkü

mevcutların, satım akdi ile tebean, hul´ akdini de maksûd olarak hak edilmeleri caizdir. Vasiyette de

durum aynıdır.»

Kadının kocasına mal vererek boşanması (Mütercim).

M E T İ N

Kişi evinin mescid yapılmasını vasiyet etse ve ev terikenin üçte birinden fazla olsa : Eğer varisler

icazet verirlerse ev mescid haline getirilir. Çünkü onların icâzeti ile mânî kalmamıştır. Ama varisler

razı olmazlarsa, hem varisin hemde vasiyetin hakkına riayet için evin üçte biri mescid haline

getirilir.

Hayvanın sırtını (hayvana binmeyi) Allah yolunda vasiyet batıldır. Çünkü taşınır malların vakfı:

İmâmı Azâm´a göre batıldır. Aynı şekilde, vasiyeti de batıldır. Ebû Yusuf ve Muhammed´e göre ise

bunların ikisi de caizdir. Dürer.

Musannıf şöyle der: «Bunda bir yanlışlık var. Çünkü, ürünü. yünü ve benzeri şeyleri vasiyet gibi,

vakfın caiz olmadığı birçok yerde vasiyet caizdir.»

Bir kimse bir şeyini mescid için vasiyet etse caiz olmaz. Çünkü mescid malik olamaz. İmam

Muhammed ise bunu caiz görmüştür. Musannıf:

«Üstadımız Bahr sahibi. Muhammed´in görüşü ile fetva vermiştir.» der. Ama eğer mûsî; «Bu malım

mescide harcansın» derse ittifakla caiz olur.

Birisi «malımın üçte birini falana veya filâna vasiyet ettim» dese, musâ leh belli olmadığı için İmamı

Ebû Hanîfe´ye göre vasiyet batıldır. Ebû Yûsuf´a göre bu iki kişi üçte birini alma konusunda

anlaşırlar. İmam Muhammed´e göre ise varisler muhayyerdir. Hangisini isterlerse ona verirler.

i Z A H

«Ev terikenin üçte birinden fazla olsa...» Eğer «onun başka malı olmazsa» deseydi. daha iyi olurdu.

Daha sonra gelen, «varisler icâzet vermezlerse evin üçte biri mescid haline getirilir» sözü buna

delalet eder.

«Allah yolunda...» Yani bir insan tayin edilmeden. Ama hayvanına binmeyi. Allah rızası için

muayyen birisine vasiyet etse, bu vasiyet ittifakla caizdir. Ğureru´l-Efkâr.

«Ebû Yûsuf ve Muhammed´e göre bunların ikisi de caizdir.» Yani taşınır malları vakfetmek ve

vasiyet etmek. Bu ifadenin zahirine göre, bu vasiyet vakıf değildir.

Ğureru´l-Efkâr da şöyle denilmektedir: «Ebû Yûsuf ve Muhammed´e göre. sırtına binmek üzere Allah

yolunda vasiyet edilen bir hayvan vakıftır, devletin elinde kalır ve masrafları hazineden karşılanır.

Çünkü harp araç ve gereçlerinin Allah yolunda vakfı vârid olan eserlerden dolayı. onlara göre


caizdir. Deve de savaş için hazırlanan at gibidir.

«Bunda bir yanlışlık var..» Yâni hayvanın sırtını vasiyetin batıl oluşu konusunda zikredilen gerekçe

doğru değildir.

Ben derim ki: «Bunun cevabı şudur: Bu gerçek manada vasiyet değildir. Çünkü İmamı Azam´a göre

vakıf manasındadır. Ğureru´l-Efkâr´da bu. şu ifadelerle açıkça beyan edilmiştir: Evini mescid

yapmayı vasiyet gibi. Çünkü bu mânen vakıftır. Taşınır malların vakfı İmamı Azâm´a göre caiz

değildir. Bu da aynıdır. Ürünü, yünü ve benzerlerini vasiyet ise böyle değildir. Çünkü bu bir yönden

temliktir. Aslen vakıf manasında değildir. Düşün.

«(Bir kimse bir şeyini mescid için vasiyet etse) câiz olmaz.» Ğurerde´de böyle denilmektedir.

Şurunbulâliyye de bu Kâfi´ye nisbet edilmiştir. Bu konuda söylenecekler; «Malının üçte birini beyt´i

makdise vasiyet etse câizdir» sözü esnasında geçmişti. Allah Teâlâ (c.c.) en iyisini bilir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 21:11:56
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #7 : 26 Ocak 2010, 21:11:56 »

ZIMMİNİN VE BAŞKASININ VASİYETLERİ

M E T İ N


Bir zımmi hayatında iken evini, kilise, manastır veya ateşe tapılan tapınak yapsa da ölse ev mirastır.

Çünkü bu, tescil edilmemiş vakfa benzer. Sahibeyne göre bu vakfın caiz olmayışına sebep, bunun

bir ma´siyet olmuşdur. Kilise, cami gibi değildir. Çünkü hıristiyanlar kilisede otururlar, ölülerini

defnederler. Hatta eğer cami de böyle olsa kesinlikle o da miras olarak vereseye geçer. (Vakıf

olmaz) Bunu musannıf ve başkaları söylemiştir. Çünkü bu durumda cami sırf Allah için olmuş

olmaz.

i Z A H

Başlıktaki ve başkasından maksat, müstemen. bidat ehli ve dinden çıkandır. Bu başlık Minah´ta yer

almamıştır.

Malûm olsun ki, zımmilerin vasiyetleri üç çeşittir:

1 - İttifakla caiz olanlar: Bu bize ve kendilerine göre tâat olan bir şeyle vasiyettir. Meselâ beyti

makdis de kandil yakılmasını veya düşmanla savaş edilmesini vasiyet buna misaldir. Son meselede

musâ leh´lerin muayyen olup olmaması farketmez.

2 - İttifakla batıl olanlar: Bu, hem bize hemde zımmîlere göre tâat olmayan birşeyi vasiyettir. Meselâ,

şarkıcı kadınlara ve ölü arkasından ağlayan ağıtçı kadınlara vasiyet gibi . Aynı şekilde, haccetmek,

müslümanlar için câmi binâ etmek gibi sırf bizim için tâat olan bir konudaki vasiyetleri de batıldır.

Ancak bunlar, muayyen bir topluluk için yapılırsa temlik olarak sahihtir.

Daha önce geçtiği üzere fasıklara vasiyet kerâhetle sahihtir. Her halde buradaki ibarenin doğrusu:

«Şarkı söylemeye veya ölü peşinden ağlamaya» vasiyettir. Çünkü bu ma´siyetin kendisine

vasiyettir.

3 - Hakkında ihtilaf edilenler: Bu da muayyen olmayan şahıslar için kilise inşası gibi, sadece

kendilerine göre tâat olan bir konudaki vasiyettir. Bu şekildeki bir vasiyet Ebû Hanife´ye göre

caizdir. Sohtbeyne göre câiz değildir. Ama kilise muayyen kişiler için inşa edilirse ittifakla caizdir.

Hülasa; zımminin belirli kişiler için olan vasiyeti, onlara temlik olmak üzere hepsinde caizdir.

Camilere kandil yakmak ve benzerlerinden zikrettikleri ise bağlayıcı olarak değil. istişarî mahiyette

söylenmiştir. Kendi mülkleri olduğu için onda diledikleri gibi tasarrufta bulunurlar. Vasiyyet, onlara

temlik itibariyle sahih olur. Zeylai. Özetle.

«O mirastır». Yâni ittifakla ihtilaf meselenin tahricindedir. Şurunbulâliyye.

«Çünkü bu, tescil edilmemiş vakfa benzer.» Yani bağlayıcılığına hüküm verilmemiş olan vakıf.

Bundan maksat; zımmînin kilise olması için vasiyet ettiği evi, anılan vakıf gibi vereseye miras olur.

Yoksa maksat; tescil edildiği zaman vakıf gibi, vasiyet de geçerlidir. demek değildir. Bunu

Şurunbulâliyye ifade etmiştir.

«Kilise câmi gibi değildir.» Bu sahibeynin görüşünün tamamlayıcı değil, Ebû Hanîfe´nin görüşünün

tamamlayıcısıdır. Bu cümle şu şekildeki bir mukadder soruya cevaptır: «Onlara göre kilise bize

nisbetle câmı gibidir. Satılmaz ve miras olarak intikal etmez. Kilisenin de böyle olması gerekir.» H.

«Hatta eğer cami de böyle olsa... ilh...» Meselâ evini mescid yapsa ve altında sığınak, üzerinde oda

bulunsa böyledir. Nitekim, Kitâbü´l-Vakfta geçmişti. İtkâni.

M E T i N


Bir zımmi, evinin belirli kişiler için kilise yapılmasını vasiyet etse, bu vasiyet evin üçte birinde

caizdir ve temlik olur. Şayet köylerdeki evini adını vermediği kişiler için kilise yapılmak üzere

vasiyet etse Ebû Hanîfe´ye göre sahihtir. Sahibeyne göre ise bu ma´siyet olduğu için sahih değildir.

Ama eğer şehirdeki evini vasiyet etse ittifakla caiz olmaz.

önceki meselede Ebû Hanife´nin delili zımmîlerin kendi inançları ile başbaşa bırakılmaları

prensibidir. Dolayısıyle vasiyeti sahih olur.

Bizim ülkemizde varisi olmayan müs´temen bir harbinin tüm malını bir müslüman veya zımmîye

vasiyeti de sahihtir. Vikâye de de böyle denilmektedir. Kendi ülkesindeki varislerine itibar edilmez.

Çünkü onlar bize göre ölüdürler.

Şayet harbî, meselâ malının yarısını vasiyet etse, bu vasiyet geçerlidir. Malın kalanı da varislerine

verilir. Fakat bu, miras olarak değil, ona bizım ülkemizde bir hak sahibi bulunmadığı içindir. Kendisi

gibi bir müste´mene vasiyet etmesinde de durum aynıdır.


Eğer harbi öleceği anda kölesini azat etseveya öldükten sonra hür olmasını söylese dediğimiz

sebepten dolayı bu,malının tümünden geçerlidir.

Bir müslüman veya zımmî, harbi için vasiyette bulunsa ezher olan görüşe göre câizdir. Zeylaî.

İ Z A H

«... Evin üçte birinde câizdîr». Yani ittifakla caizdir. Ancak daha öncede geçtiği üzere evi kilise

yapmaları şart değildir.

«Köylerdeki... ilh...» Buradaki «köyler» den maksat, içerisinde islâm´ın şiarlarından birisi

bulunmayan köydür. Aksi halde şehirler gibidir. Bunu, Kuhistâni ve Bercendî zikretmişlerdir. Dürrü

Mültekâ.

«Bu ma´siyet olduğu için ilh...» Musâ leh´ler muayyen olmadığı için bunun temlik sayılması da

mümkün değildir. Sahibeyn´e göre sahih olmayışının gerekçesi budur.

«Ebû Hanîfe´nin delili, zımmilerin kendi inançları ile başbaşa bırakılmaları...» Onların inancına göre

evlerini kilise yapmaları bir tâattır. Bundan dolayı bir zımmî, gerçekte tâat ama kendi inancına göre

ma´siyet olan bir şeyi vasiyet etse, bu vasiyet onların inancına itibarla caiz değildir.

İmam-ı Azâm´a göre, binâ inşaı ile vasiyet arasındaki fark şudur: binanın kendisi, binayı yapanın

mülkinin elden çıkmasına sebep değildir. Vasiyet ise mülkü elden çıkarmak için vaz edilmiştir.

Hidaye. Özetle.

«Muste´men bir harbinin tüm malını... vasiyeti de sahihtir.» Muste´men tabirini özellikle kullandı.

çünkü zımminin vasiyyeti terikenin üçte birinde muteberdir. Ve varisine vasiyet sahih değildir.

Bir zımmînin, kendi dininden olmayan başka bir zımmîye vasiyeti caizdir. Dari harpteki bir harbiye

vasiyeti ise caiz değildir. Mültekâ.

«Bizim ülkemizde varisi olmayan müste´men ilh...» Bunun muhalif mefhumundan anlaşılıyor ki;

eğer varisi varsa malının üçte birinden fazlasındaki vasiyet caiz değildir. Zeylaî ve başkaları bu

mefhumu «kîle: denildi» sözcüğü ile ifade edip zayıflığına işaret etmişlerdir. Vikâye, İslah ve

Mülteka da, şarihin söylediği kesin bir dille ifade edilmiştir. Hidaye ve Camiu´s-Sağir de de buna

işaret edilmiştir. Bu hal, mütemed olanın bu görüş olduğunu gösterir. Çünkü metinler şerhlerden

önce gelir. İtkânî de. Serahsî´nin şerhine müsteniden bunu söylemiştir. Çünkü harbinin buradaki

(darı İslâm´daki) varisinin hakkı, eman sebebiyle muteberdir. Eğer orada (darı harpte) onun başka

bir varisi bulunursa, burada hazır olana ortak olur ve musü leh´in terikenin üçte birinden fazla olan

miktarda hakkı olmaz.

«Vîkâye´de de böyle denilmektedir.» Aslında bu sözü, Zeylaî´nin muhalefetine işaret etmek için,

«bizim ülkemizde varisi olmayan» cümlesinden sonra söylemesi gerekirdi. Nitekim biz öyle yaptık.

«Kendi ülkesindeki varislerine itibar edilmez.» Yani dârı harp´teki varislerine. Bu demektir ki; üçte

birinden fazla olan miktarda, haklarının ibtaline itibar edilmez.

«Malın kalanı varislerine verilir.» Varislerinin hakkını değil kendi hakkını gözetmek için böyle

yapılır. ihtiyacından fazla kaldığı zaman, kalan malın varislerine teslim edilmesi de müste´menin

hakkıdır. İtkânî;

«Fakat bu miras olarak değil...» Minah´ta da vesaya bahsinin başında böyle denilmektedir. Bu söz;

«Varislerine» sözünden anlaşılacak manayı def için söylenmiştir.

Bu mesele ile önceki arasındaki fark şudur: önceki meselede malın üçte birinden fazla olan kısmı

varislerine iade edilmez. Çünkü onda hak sahibi olan vardır. O da kendisine malın tamamı vasiyet

edilmiş olan şahıstır.

«Dediğimiz sebepten dolayı...» Yani dârı harpteki veresesine itibar edilmez.

«Ezhar olan görüşe göre caîzdir...» Bunun karşıtı olan görüşe göre Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf´tan,

caiz olmadığı yolundaki rivayettir. Bu görüşün gerekçesi şudur: Onlar hükmen kendi ülkelerinde

sayılırlar. Nitekim her an oraya dönme imkanına sahiptirler. Vasiyet de mirasa benzer, (Darı

İslâm´daki bir müslümanın mirasını dârı harpteki bir yakını alamaz. Vasiyetde böyledir.)

Harbiye vasiyetin caiz oluş gerekçesi d6 şudur: Bu başlangıçta bir temliktir. Onun için verasetin

aksine köleye ve zımmîye vasiyet caizdir. Zeylaî.

M E T İ N

Bid´at ehli, kafir sayılmadığı zaman vasiyet konusunda müslüman menzilesindedir. Çünkü biz

hükümleri İslâm´ın zahiri üzerine koymakla emrolunduk. Ama eğer kafir sayılıyorsa mürted


hükmündedir. Bu durumda vasiyeti İmamı Ebû Hanife´ye göre mevkuf, Sahibeyne göre geçerlidir.

Şerhu´l-Mecma.

Vasiyet konusunda mürted kadın (dinden çıkan) esah olan görüşe göre zımmî kadın gibidir. Çünkü

o öldürülmez.

İ Z A H

«Bid´at sahibi ..» Seyyid Şerif Cürcânî Ta´rifât´ında şöyle der: Bid´at ehli: inançları ehli sünnetin

inancı gibi olmayan kıble e...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 21:17:10
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #8 : 26 Ocak 2010, 21:17:10 »

VASİ YANİ VASİYETİ EDA İLE GÖREVLENDİRİLEN KİŞİYE AİT HÜKÜMLER

M E T İ N

Birisi (mesela) Zeyd´i vasi tayin etse, Zeyd de onun yanında kabul etse sahih olur. Şayet onun

yanında yâni bilgisi dahilinde reddederse, reddolur. Ama onun gıyabında reddederse, vasi

cihetinden kandırılmış olmamak için red sahih olmaz.

Musî´nin vasîyi onun haberi olmasa bile vasilikten çıkarması, İmamı Azâm´a göre sahihtir. Ebû

Yusuf´a göre sahih değildir. Bezzâziye.

İ Z A H

Müellif, musâ leh´e ait ahkâmı beyan ettikten sonra, vasiye alt ahkâmın izahına başladı. Çünkü

vasiyyetler bahsi buna da şamildir. Şu kadar varki, musâ leh´e ait hükümler daha çok olduğu. daha

fazla rastlandığı ve onları bilme ihtiyacı daha çok olduğu için önce onu ele aldı. İnâye.

Şu bilinmelidir ki: vasînin vesâyeti (hemen) kabul etmemesi gerekir. Çünkü tehlike vardır.

Ebû Yûsuf´dan şöyle rivayet edilmiştir. «Vasiliğe girmek, ilk seferde yanılgı, ikincisinde hıyânet

üçüncüsünde ise hırsızlıktır.»

Hasen´den de şöyle dediği nakledilmiştir: «Ömer b. el-Hattab bile olsa vasî adil davranamaz.»

Ebû Mutî: «Yirmi senelik kadılığım esnasında kardeşinin oğlunun malında âdil davrananı

görmedim.» Kuhistânî.

Ulemâdan birisi de nazım halinde şöyle demiştir:

«Dört vav dan sakın çünkü onlar ölümdürler. Bunları: Vekâlet, vetâ, vâsilik ve vakıftır.»

«... Zeyd´i vasî tayin .etse...» Bu cümle «işini ona verse» manasını da içine alır. Biz bu konuda

söylenecekleri, konunun başında söyledik. Tefvîz (işi ona bırakma) ona delâlet eden her tâfızla

sahihtir.

Hâniyye de şöyle denilmektedir: «Bir şahıs birisine: Ben öldükten sonra sen vekilimsin dese, vasî

olur. Hayatımda iken sen benim vasimsin dese vekil olur. Çünkü bu tabirlerden herbiri -diğerinin

yerine kullanılır- Dolayısıyle diğerinin ibaresi ile münakid olur.»

Hâniyye, Hulâsa ve daha başka kitaplarda da şöyle denilmiştir: Bir kimse: «Sen benim vasîmsin.

sen malımda vasîmsin ben öldükten sonra çocukları sana teslim ettim, ölümümden sonra

çocuklarıma sahip ol, ölümümden sonra onların ihtiyaçlarını gör» dese veya bu sözlerin manasına

gelen bir şey söylese vasî olur.

Velvâliciyye sahibi şöyle der: Bir kimse bir kaç kişiye: «Ben öldükten sonra şöyle yapın» dese

hepsi vasîdir. Şayet adam ölünceye kadar sussalar da ikisi veya daha fazlası kabul etse bunlar vasî

olurlar. Ama sadece biri kabul etse, hakim başka birisini daha tayin etmedikçe veya onun

tasarrufunu serbest bırakmadıkça tasarrufta bulunamaz. Çünkü bu durumda mûsi sanki iki kişiyi

vasî yapmış sayılır. bunlardan sadece birisi kafi gelmez.

Dürrü´I-Mültekâ da Zahîre´den naklen şu ifadeler yer almaktadır: «Birisi bir adamı sadece bir konu

da vasî tayin etse, o her konuda vasî olur.»

Meselenin tamamı ileride gelecektir. T.

«... Bilgisi dahilinde...» Bu ifade yukarıda gecen «yanında» kelimelerinin izahıdır. Yani vasî olacak

olan kişinin hazır olması şart değildir. Bilmesi yeter. T.

«Ama onun gıyabında ilh...» Geçen kısma uygun olanı, «bilgisi olmadan» demesi idi. Böyle

denilmeyişine sebep siyâkın ona delâletidir. Çünkü musannıfın «aksı halde» sözünün manası:

«Ölümünden önce veya sonra reddetmek suretiyle, bilgisi olmadan reddederse» demektir.

«...Vasî cihetinden kandırılmış olmamak için... ilh...» Yâni ölenin. vasî tayin ettiği kişi tarafından

kandırılmış olmaması için. Çünkü ona güvenmiştir. Dolayısiyle reddetmesi durumunda ölüye zarar

vardır. Musannıf bununla, musa leh ile vasî arasındaki farka işaret etmiştir. Çünkü musâ leh´in,

vasiyet esnasındaki kabûlü mûteber değildir. Öyleki şayet mûsî´nin sağlığında kabul etse. sonra da

reddetse sahihtir. Çünkü vasiyetin menfaatı kendisinedir. İkincisi ise böyle değildir. Nitekim İnâye

de böyle ifadelendirilmiştir.

BİR UYARI

Hakimin tayin ettiği vasî, kendisini azlederse, bundan hakimin haberdar olmasının şart olması

gerekir. Vekilin kendisini azlinde de sultanın bilgisi şarttır. Bezzâziye.


«Vasilikten çıkarması... İlh...» Yani Bezzâziye´de belirtildiği üzere : kabûl ettikten sonra.

M E T İ N

Eğer (vasiyeti teklif esnasında) vasî ses çıkarmasa ve mûsî ölse, vasînin kabul etmeyede

reddetmeye de hakkı vardır.

Vasiyet akdi, vasî vasî olduğunu bilmezse bile terikeden bir şeyi satması ile lazım (bağlayıcı) olur.

Çünkü tasarrufunun sahih olması için, vasînin vasîliği bilmesi şart değildir. Vekil ise bunun

aksinedir. Çünkü vekilin tasarrufunun sahih olması için, vekil olduğunu bilmesi gerekir.

şayet vasî vesayeti teklif esnasında ses çıkarmasada sonra reddetse, mûsî öldükten sonra kabul

etse sahihtir. Ama reddini hakim infaz etmişse, bundan sonraki kabulü sahih olmaz.

İ Z A H

«Lâzım olur.» Bununla, kabulün sözle olabileceği gibi, fiille de olabileceğine işaret etmiştir. Çünkü

fiil söze delalet eder.

«Bir şeyi satması ile ilh...» Yâni mûsi öldükten sonra satsa satış, velâyetten dolayı ehlinden sâdır

olduğu için geçerlidir. Varîslerin işine yarayan bir şey satın alsa, bir borç ödese veya borç tahsil

etse yine aynıdır. İhtiyâr.

«Vekil ise bunun aksinedir.» Çünkü vekâlet; müvekkilin kendi velâyetinin mevcudiyeti halinde sabit

olduğu için inabe (niyabeten) dir. Vasîlik ise hilafettir. Çünkü o, ölünün velâyetinin kesilmesi haline

mahsustur. Dolayısıyle varîsler gibi, vasînin bilmesine bağlı değildir. Zeylaî.

«Mûsî öldükten sonra da kabul etse sahihtir.» Çünkü bu red, mûsi´nin bilgisi olmadan sahih olmaz.

Kifâye, Reddin sahih olmaması onun vasî olmasını gerektirmez. Çünkü az önce geçen «onun redde

de kabule de hakkı vardır.» sözünün ifade ettiği üzere vasîlik kabule mütevekkıftır.

Hâsılı: Adam sustuğu zaman vasî olmaz. Kabul edip etmekte muhayyerdir. Reddederse yâni kabul

etmezse, kabule zorlanmaz. Reddettikten sonra bile olsa kabul ederse sahih olur. Çünkü onun

reddi sahih değildir. Yani onu, kabul etme ehliyetinden çıkarmamıştır. Kabul ederse vasî olur.

etmezse olmaz.

Bununla, zamanımızda fetvası istenen şu hadisenin cevabı açığa çıkıyor:

Bir odam iki kişiyj vasî tayin etse ve adamlardan birisi kabul edip öbürü sussa da kendisinden

rızasının olup olmadığına delalet eden bir söz sadır olmasa ve kabul eden terikede tasarrufta

bulunsa : Diğerinin kabul veya reddinden önce onun tasarrufu sahihmidir?

Cevap: Dediğimiz gibi. susan vasî olmaz. Ama kabul eden de Ebû Hanîfe ve Muhammed´e göre tek

başına tasarruf hakkına sahip değildir Ebû Yusuf´a göre ise sahiptir. Nitekim bunu Velvaliciyye´den

naklen zikredeceğiz. O halde, hakim kabul edenle birlikte başka bir vasî tayin eder ve beraber

tasarrufta bulunurlar. ALLAH en iyisini bilir.

«Ama reddini hakkın infâz etmişse ilh ..» Çünkü konu ictihadi´dir. Zira Zufer´e göre red sahihtir.

Kinâye.

Ben, bunun. zamanımız hakimlerinden başkaları için olduğunu söylerim.

M E T i N

Bir kimse; bir çocuğu. başka birinin kölesini. bir kâfiri veya bir fasıkı vasî tayin etse. varislerin

hakkını gözetmek için hakim bunları değiştirir.

Müellifin «değiştirir» sözü, bu vasiyyetin sahih olduğunu ifade eder. Şayet bunlar vasilikten

çıkartılmadan önce tasarrufta bulunsalar caizdir. Sirâciyye.

Eğer çocuk bâliğ olsa, köle azad edilse, kafir veya mürted müslüman olsa, fasık tevbe etmiş

(Mücteba) -Mücteba da : Vakfın velayetinin çocuğa verilmesinin istihsanen sahih olduğu

belirtilmektedir- hakim onları vasîlikten çıkarmaz. Çünkü azli gerektiren sebep ortadan kalkmıştır.

Ama vasî emin birisi olmazsa azledebilir. İhtiyar.

Eğer, vârisleri küçük oldukları halde, kendi kölesini vasî tayin etse sahih olur. Nitekim mükâtebini

veya başka birinin mükâtebini vasî yapması da sahihtir. Eğer hâkim mükatebi köleliğe döndürürse

hüküm köle de olduğu gibidir.

Şayet mûsînin varisleri küçük değilseler, kölenin vasîliği sahih değildir. Ebû Yûsuf ve Muhammed´e

göre kölenin vasîliği her halükârda sahih olmaz. Dürer.

İZAH


«..Başkasının kölesini ilh...» Yani efendisinin izni ile bile olsa Kuhistanî.

«..Bir kafiri ilh...» Yani zımmi, harbi veya müstemeni İnaye. Yahut da gelecek olan bölümden

anlaşılacağı üzere mürtedi.

«Veya fasık...» Yâni mala zarar vermesinden korkulan fasık. Kuhistânî.

«..Değiştirir.» Yani. Müslüman. hür ve salih birisi ile değiştirmesi vaciptir. Çünkü: köle hacredilir,

kafir düşmandır, fasık hiyanetle itham edilir. Kuhistânî.

«Değiştirir sözü, bu vasiyyetin sahih olduğuna delâlet eder.» Kudûri´nin ibaresi «Hakim onları

çıkartır.» şeklindedir. Hidâye´de de:

«Bu vasiyetin sıhhatine işaret eder. Çünkü vasîlikten çıkarmak sıhhatten

sonra olur.» denilmektedir.

«İmam Muhammed Asi da : Vasî tayini batıldır» demiştir.

Alimler bu sözün manasında ihtilaf etmişlerdir: «bu, bütün suretlerde hakimin ibtal etmesi île batıl

olur.», «Velayeti olmadığı için, kölenin dı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 26 Ocak 2010, 21:31:12 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 21:30:15
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #9 : 26 Ocak 2010, 21:30:15 »

İ Z A H

«Vasinin... satması câizdir.» Meselenin izahı şudur: ölünün borcu ve vasiyeti bulunmaz, vârislerde

büyük ve hazır olurlarsa vasi hiçbirşey satamaz. Şayet gaib iseler sadece taşınır malları satabilir.

Şayet varislerin hepsi küçük iseler taşınırları da taşınmazları da satabilir. Bazıları küçük bazıları

büyük ise, Ebû Hanife´ye göre yine aynıdır. (taşınırı da taşınmazı da satabilir) Sahibeyne göre ise

taşınmaz da olsa küçüklerin hissesini satar. Büyüklerin hissesini satamaz. Ama büyükler gaib

iseler taşınırları satabilir. Sahibeynin görüşü kıyasının icabıdır ve biz onu benimsiyoruz.

Şayet ölünün borcu olur veya para vasiyet eder ve terikede para bulunmaz. varisler de büyük ve

hazır olurlarsa Ebû Han´rfe´ye göre terikenin hepsini satar. Sahibeyn´e göre ise sadece borç

mikdarı kadarını satar. Gâyetü´l-Beyan´dan özetle. O da Ebu´l-Leys´in Nüketü´l-Vesâya´sından

almıştır.

«Borç veya... halinde taşınmazı satabilir.» Ancak bu ibare, hükmün büyüğün gaip olması hali ile

kayıtlı olduğu izlenimini vermektedir. Ama geçtiği üzere böyle değildir.

İnâye´de şöyle denilmektedir: «Büyük varislerin gâib olmaları ile kayıtlanmıştır. Çünkü onlar hazır

iseler, vasînin terikede asla tasarruf hakkı yoktur. Ancak ölünün borcu veya vasiyeti olur, varisler

bunları kendi mallarından ifaya yanaşmazlarsa müstesna. O takdirde vasi; borç terikenin tümünü

kaplıyorsa malın hepsini, tümünü kaplamıyorsa borca yetecek kadarını satar. Sahibeynin hilafına,

Ebû Hanife´ye göre borç mikdarından fazlasını da satmaya hakkı vardır. Vasiyeti ise terikenin üçte

biri kadarını satarak yerine getirir. Vasiyeti yerine getirmek için, terikeden o mikdar birşey satarsa

ittifakla caiz olur. Fazlasında ise borçtaki ihtilaf burada da geçerlidir.»

Edebûl-Evsıyâ´da: «Sahibeynin görüşleri ile fetva verilir. Hafızıyye, Gunye ve başka kitaplarda da

böyledir.» denilmiştir. Bunun aynısı Bezzâziye´de de vardır.

BİR UYARI

Kınye´de şöyle denilmektedir: «Vasî, yetimin nafakası için evinin muayyen bir parçasını satın alacak

birisini bulursa, şâî bir bölümünü satamaz. Çünkü şâî bir bölümünü satmak kalan kısmı

ayıplandırır.»

«Esah olan, taşınmazı satamamasıdır.ı» Yâni helakinden korkulması durumunda.


«Çünkü o nadirdir.» Yâni taşınmazın helaki nadirdir.

Mi´râc´da şöyle der: «Bazıları vasinin buna malik olmadığını söylerler. Bu esahtır. Çünkü gaibe göre

taşınmaz mal helak olmaz. Hükümler nadir üzerine değil, gaib üzerine bina edilir.»

«Küçük çocuğun taşınmazını satabilir.» Selef ulema küçüğün taşınmazını satabilmesini her hangi

bir kayda tabi tutmamışlardır. Sonraki âlimler ise bunu. haşiyede anılan şartlarla kayıtlamışlardır.

Hâniye ve başka eserlerde böyle denilir.

Zeylaî şöyle der: «Sadruşşehid; sonraki âlimlerin dedikleri ile fetvâ verilir, der.»

Eşbâhtaki; «o, önceki âlimlere göre caiz değildir.» tarzındaki ifade. kalem hatasıdır. Dikkatli ol.

«Kendisine değil...» İbn. Kemâl şöyle demektedir: «Yabancı demeleri, kendisinin satın almasının

caiz olmadığına işaret etmektedir. Çünkü taşınmaz mal, en değerli maldır. Kendisine satın alması

durumundaki töhmet açıktır.»

Bu ifadeden anlaşılıyor ki; eğer, kıymetinin iki katı ile satın alırsa töhmet söz konusu olmaz. Her

halde kayıt ittifakidir. (söz gelişi söylenmiştir.) Hindiye´deki şu ifade de bunu teyid etmektedir:

«Şayet vasi, yetimin taşınmaz malını, -bazılarına göre- kıymetinin iki katı ile kendisine satın alırsa,

caizdir.» Bunu Sâihânî söylemiştir. Bunun benzerini, Edebu´1Evsıyâ´dan nakletmiştik. Hindiye´nin

«bazılarına göre» sözü, cevaz için değil, «iki katı ile satın alması» sözünün kaydıdır. Daha önce

söylediklerimizden böyle anlaşılmaktadır.

«Çocuğun nafakası ilh...» Yâni değer fiatına veya birazçık aldanma ile de olsa. T,

Ben derim ki: Bunu birincisi için delil kılmasından anlaşıldığı üzere, sonrakiler içinde aynısı

söylenebilir.

«ÖIünün borcu ilh...» Yâni, taşınmazı satmadan, karşılığı olmayan borç. Hâniyye. Şu kadar varki,

müftabih olan görüşe göre ancak borç miktarı kadarını satabilir. Vasiyette de durum aynıdır.

«Mürsel vastyet...» Bunun tefsiri. Üçtebir, dörtte bir gibi bir kesjrle kayıtlı olmayan diye geçmişti.

Bu, mesela yüz lira vasiyet ettiği zaman gibidir.

«Harab olmasından... korkulması» Gaib olan büyüğün taşınmaz malını esah olan görüşe göre böyle

bir sebepten dolayı satamıyacağı geçmişti. Ama aynı şey burada söylenemez. Çünkü burada

gözetilecek olan, küçüğün menfaatıdır. Bu yüzden, büyüğün taşınmaz malında yapılması caiz

olmayan bazı şeyler küçüğün taşınmazında yapılabilir. Düşün.

«Yahut da bir zorbanın elinde olması hallerinde...» Vasînin ondan geri alıp, elinde beyyine

olmaması ve zorbanın eskiden elinde olmasına dayanarak geri almasından korkması halinde,

yetimin parasına ihtiyacı olmasa bile vasinin o malı satması caizdir. Haniyye´nin büyü bahsinde

böyle denilmektedir.

«Bu vasi anne veya kardeş tarafından tayin edilen bir vasî olmadığındadır.» Yâni, baba, dede ve

hakimin haricinde, diğer akrabalar tarafından tayin edilen vasi olmadığında.

Bu konuda geniş bilgi, bölümün sonunda gelecektir.

«Mutlak olarak». Yâni bu istisnalarda bile şayet (vasi: baba, dede ve hakimden başka birisinin

vasisi olur ve) buna ihtiyaç duyarsa meseleyi hakime götürür. T.

«Satıcı baba olur ve... satması caiz olur.» Çocuk baliğ olduktan sonra bu satışı bozamaz. Çünkü

baba çocuk için tam bir şefkâta sahiptir. Bu duyguya, başka bir duygu karşı gelemez. Dolayısıyla

satış çocuğun menfaatını gözetmek için yapılmıştır. Ama baba kötü birisi olursa o zaman çocuğun

taşınmaz bir malını satamaz. (Satmışsa) çocuk, baliğ olunca akdi bozabilir: Muhtar olan budur. Ama

böyle bir baba malı, değerinin iki misline satmışsa müstesna. Çünkü burada bu duyguya başka bir

duygu karşı gelmiştir.

Kötü baba çocuğunun taşınır malını bir rivayete göre satabilir. Parasını emin birine teslim eder. Bir

rivayete göre ise ancak değerinin iki katı ile satarsa caiz olur. Fetvâ bu (ikinci) görüş ile verilir.

Camiu´l-Fusûleyn. Çeşitli meseleler başlığı altında tekrar gelecek.

BİR UYARI


Buradaki sözlerin zahirinden anlaşıldığına göre; babanın, çocuğunun taşınmaz bir malını

satabilmesi, vasî de anılan tecviz edici sebeplere muhtaç değildir. Hamevî, Eşbâh´ın haşiyesinde

vesaya bahsinden şöyle nakletmiştir: «Baba vasi gibidir. Çocuğunun taşınmaz malını ancak anılan

durumlarda satabilir. Nitekim Tanutî böyle fetvâ vermiştir.» Ben, hocalarımızın hocası Molla Ali

Türkmânî´nin mecmasında, Hamevinin anılan ibaresini nakledip sonra şöyle dediğini gördüm: «Bu,


Fûsûl ve başka eserlerdeki mutlak ifadelere aykırıdır. Hanûtî bu fetvasında sahih bir nakle

dayanmamıştır. Ama eğer vasînin satabilmesini caiz kılan şeyler, babanın satması halinde de

mevcut olursa iyi ve faydalıdır. Çünkü ittifakla olan hükmü almak daha uygundur. Üstadımız Şeyh

Muhammed Murad es-Sekâmi buna böyle dedi.»

M E T İ N

Vasi yetimin malı ile kendisi için ticaret yapamaz. Şayet yaparsa kârını tasadduk eder. Yetimin

malında yetim için ticaret yapması ise caizdir. Tamamı Dürer´de dir.

İ Z A H

«Şayet yaparsa kârını tasadduk eder.» Yâni Ebû Hanife ve Muhammed´e göre. Sermâye´yi de öder.

Ebû Yûsuf´a göre ise kâr kendisine ait olur. Hiçbir şey tasadduk etmesi gerekmez. Hâniye.

Yine Hâniye´de şöyle denilmektedir: «Vasi yetimin malını borç olarak veremez. Şayet verirse zamin

olur. Hakim ise borç verebilir. Sahih olan görüşe göre baba hakim gibi değil, vasi gibidir. Vasî´nin

yetimin malını kendisinin borç olarak alması da caiz değildir. Alırsa üzerine borç olur. imam

Muhammed: Ben, ödeme gücüne sahipse onun borç almasında bir mahzur olmayacağını umarım,

der.»

Câmiu´l-Fusâleyn´de de şöyle denilmiştir:

«Hakim, yetime gelir sağlamak için satın olacak bir şey bulamadığında (yetimin parasını) borç

olarak verebilir. Ama satın alacak bir şey veya parayı çalıştırıp kârından hisse verecek birisini

(mudarib) bulursa veremez.»

Havî ez-Zahidi´de şu sözler yer almıştır: Hakim vasiye; yetim malında ticaret yapmasını ve ortaklık

yapmasını emredebilir. Kâr için muamele yapmamasını (tasarrufta bulunmamasını) ise emredemez.»

Remlî´nin ifade ettiğine göre: Bazı hakimler, önce bir defa tasarruf edildiği zaman bir daha malında

muamele yapmadan (yetim için) kâra hükmediyorlar ve bunda mezhepte sözleri önemsenmeyen

bazı kişilere dayanıyorlar. O hakimler câhillerdir ve hükümleri de diğer dinlerde ribadır, yetimi

gözetme namıyla bazı kötü hayallere dayanmaktadır. Hiç Allah´ın haram kıldığı bir şeyde gözetme

olur mu?!.. Bu, büyük bir delaletten başka birşey değildir.

«(Yetimin malında yetim için ticaret yapması) caizdir.» Bu, vasinin yetimin malı ile ticarete ve onda

tasarrufta bulunmaya zorlanamıyacağını ifade eder. Nuru´l-Ayn bu Mecmâu´l-Fetâvâ´dan naklen

açıkça belirtilmiştir. Birî: «V...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes