> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Sulama
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Sulama  (Okunma Sayısı 2233 defa)
29 Ocak 2010, 23:23:16
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 29 Ocak 2010, 23:23:16 »



Reddü´l Muhtar / Sulama
SULAMA FASLI

METİN


«Şirb» kelimesi lügatta suda olan pay demektir. Şer´an ziraat veya hayvanları sulamak bakımından

sudan faydalanma sırası demektir.

«Şefe» ise insanoğulları ile hayvanların, suyu dudaklarıyla içmesidir. İnsanların ve hayvanların da

bir kaba veya küpe doldurulamayan her suda hakları vardır. Her insan denizden veya Dicle ve Fırat

benzeri olan büyük bir nehirden arazisini sulayabilir. Çünkü suyun mülk olması bir kaba

doldurulmasıyla veya bir yerde biriktirilmesiyle olur. Oysa denizin ve büyük nehirlerin suyunu bir

yere biriktirmeye veya bir kaba sokmaya imkân yoktur. Çünkü suyu kendine tahsis etmek,

başkasının ondan faydalanmasını men etmektir.

Her insanın halka zararı dokunmamak şartıyla arazisini sulamak veya değirmen kurmak için bir

kanal açma hakkı vardır. Çünkü bir mübahtan yararlanma ancak herhangi bir kimseye zarar

vermemek şartıyla caizdir. Tıpkı güneş, ay ve havadan istifade etmek gibi.

Hayvanları çok olduğundan, tahrip ederler korkusu varsa, başkasına ait nehirden, kanalından,

kuyusundan hayvanlarını sulayamadığı gibi; arazisini de, ağacını ve ziraatını da sulayamaz. Dolap

ve benzerlerini kuramaz. Ancak kişinin izniyle kurabilir. Çünkü hak kişinindir, yani su sahibinindir.

Bu hakkın kullanılması onun iznine bağlıdır.

Her insan ağacını veya evinde ekilmiş yeşilliklerini küp veya kaplarla başkasının suyundan almak

suretiyle sulayabilir. En sıhhatli görüşe göre böyledir. Aynı yerde kaplarla çekmek de dahil izin

istemeden sulayamaz.

Mülke giren su, bir testiye veya bir küpe giren su demektir. Böyle bir sudan sahibinin izni

olmaksızın yararlanılamaz. Çünkü onu bir kaba sokmak suretiyle mülk edinmiştir

İZAH

Bu konuyu «ölü araziler» konusundan sonra zikretmesi ölü arazilerin suya muhtaç oluşlarındandır.

Kâmûs´ta : «Şirb kelimesi, su veya sudan pay pay veya suya vermek, su içme vakti demektir» diyor.

El-Kuhistânî «Şirb kelimesi ism-i mastardır» dedi. Düşün.

«Lügat yönünden şirb, su payıdır ilh.. » Bunun hakkında Zeylaî: «Sudan bir paydır» der. Ancak ona:

«Demirden yüzük» anlamında bir izafettir denilerek cevap verilebilir.

Ed-Dürrü´l-Muntekâ´da denildi ki: «Muellif burada âdetine muhalefet ederek şer´î manayı değil,

lugavî manayı zikretti. Ta ki burada lugavî manayı kastettiği sanılmasın. El-Kuhistânî ve başkası

bunu zikretmişlerdir.»

«Şirb şer´an sudan faydalanma sırası demektir ilh ..» Yani vakti ve zamanı demektir. Bu da aynı

zamanda lugavî bir manadır. Dikkat et, acaba ikinci manayı değil de birinci manayı burada

kastetmenin nedeni nedir? Halbuki her ikisi de burada kastedilirse görüldüğü gibi yine de

sıhhatlidir.

«Şefe insanoğlunun ve hayvanların su içmesidir ilh.» Binâenaleyh Şefe kelimesi Şîrb kelimesinden

daha özeldir. Çünkü Şefe sadece canlıların su içmelerine tahsis edilmiş bulunuyor.

«Suyu dudaklarıyla içmesi ilh...» Maksat insanoğlunun suyu, susuzluğu bertaraf etmek, yemek

pişirmek, abdest almak, gusletmek veya elbise ve benzerlerini yıkamak için kullanmasıdır. Nitekim

El-Mebûst´ta da bu böyle yer almaktadır. Hayvanlar hakkında Şirb´den maksat, susuzluk ve hayvana

uygun düşen diğer benzer ihtiyaçlarını gidermek içindir. El-Kuhistâni bunu ifade etmiştir.

«Her birisi için kaba konulmamış her suda hakları vardır ilh...» Maksat, insan ve hayvanlardan her

birisi için bu hak vardır, şeklindedir. Kuhistâni. Yani su içme hakkı» vardır.

«Hak demesi mülk olmadığındandır. Zira bir kaba konulmuş değildir. Bu manayı El-Kuhistânî ifade

etmiştir.

«Bir kaba konulmamış her suda her hayvanın, her insanın hakkı vardır ilh...» Bilmiş ol ki sular dört

çeşittir:

A) Birinci çeşidi deniz suyudur. Herkesin orada şefe ve arazilerini sulama hakkı vardır. Hiçbir

vecihle hiçbir kimse oradan yararlanmaktan men edilemez.

B) İkinci çeşide gelince, Seyhun gibi büyük vadilerin sularıdır. Burada halk için şefe hakkı mutlak

olarak vardır. Araziyi sulama hakkı da eğer âmmeye zarar vermezse söz konusudur.

C) Üçüncü çeşide gelince; taksimlere giren sudur.Yani özel bir cemaatin mülkü olan arklara giren


sudur. Burada da şefe hakkı vardır.

D) Dördüncü çeşit; kaplara alınan sulardır.Başkasının hakkı bu sudan kesilir. Bu meselenin tamamı

El-Hidâye´dedir

Hülâsası şudur:

Birinci ve ikinci nevilerde herkesin hem şefe hakkı vardır, hem de araziyi sulama hakkı vardır.

Üçüncüde sadece şefe hakkı vardır. Dördüncüde, ise hiç kimsenin hakkı bahis konusu değildir.

«Eğer kişi tarafından bir kap içerisinde konulmamışsa ilh...» Testide, bir küpte veya mescidin

havuzunda -ki o havuz kırmızı veya sarı, bakırdan, veya alçıdan yapılır- tutarsa ve böyle bir yerde su

birikirse, o su burada biriktirenin mülkü olur.

«İhraz» tabirini kullanıp, «alma» manasına gelen «ahz» tabirini kullanmaması şuna işarettir: Eğer

bir kuyudan kovasını doldurursa ve kuyunun başından uzaklaştırmazsa Şeyhayn katında bu suya

sahip olamaz. Zira «ihrâz» bir suyu el yetişmez, koruma altında bir yere koymak demektir. Yine şu

noktaya da işarettir: Eğer hamamın havuzundan hamamcının kabıyla bir su alırsa o su hamamcının

mülkündedir. Fakat o suyu kapla alan kişi o suya başkasından daha müstahaktır. Nitekim El-Münye

ve başkasında bu mesele yer almıştır. Kuhistânî.

İbarede geçmekte olan «hub» kelimesi noktasız «ha» iledir. Hâbiye, küp demektir. Nitekim bu

durum daha sonra da gelecektir.

T. dedi ki: Bu «hub» kelimesinin burada zikredilmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü «kab» denildi mi, o da

kabın kapsamına girmiş oluyor.

Bazı nüshalarda «hub» kelimesi «cib» şeklinde, yani noktalı cîm´le gelmiştir. Bu bir tahrif, yani

yanlışlıktır. Çünkü «cub» Kâmûs´ta da belirtildiği gibi «kuyu» demektir. Kuyuda olan su, başkasının

mülkü olamaz. Nitekim bu durum El-Hidâye´de yer alıyor ve biz bunu daha önce zikrettik; ileride de

gelecektir. Lakin bazıları «cüb» olursa «sarnıç» manasınadır diye tefsir etmişlerdir. Bu tefsir de

doğrudur. Nitekim bunun açıklaması ileride gelecektir.

«Dicle gibi ilh...» Dicle, Bağdat´tan geçen nehrin adıdır. Kâmûs.

«Fırat gibi ilh...» Fırat, Kûfe´den geçen bir nehirdir. Kâmûs.

Türk nehri olan Seyhûn, Huvarzm nehri olan Ceyhûn da Dicle ile Fırat´ın benzerlerindendir. İnâye.

«İhrâz söz konusu olamaz ilh...» Maksat bu nehirler de kimsenin mülkü olamaz.

«Her kişinin arazisini sulamak için kanal açmak hakkı vardır ilh...» Yani mülk altına alınamayan bu

nehirlerden.

«Ammeye zarar vermiyorsa ilh...» Eğer zarar verirse. şöyle ki: Su taşarak, başkasının haklarını ifsad

ederek, o büyük nehirden su kesilerek veya gemilerin seyrine mani olarak zarar veriyorsa yapamaz.

Tatarhâniye.

Binâenaleyh herkes için ister müslüman olsun ister zımmî, isterse mükâteb bir köle olsun böyle bir

zararı men edebilir. Bezzâziye.

Bizim El-Hîdâye´den daha önce naklettiğimizin zâhiri şudur ki: Bu hüküm, ancak nehirlerde caridir.

Denizde ise kişi denizden başkasına zarar verse dahi yararlanabilir. El-Kuhistânî bunu açıkça

söyledi. Düşün.

«Hayvanların çokluğundan ötürü başkasının nehrinin tahrip edilmesinden korkarsa hayvanlarını

ondan izin almadan nehre götüremez ilh...» Sözü, daha önce takdim ettiğimiz dört kısımdan

üçüncüsünün açıklanmasıdır.

Hülâsası şudur: Başkasının mülkü olan su taksim (ark)larına giren bir suda kendisi içinde şefe

hakkı vardır; hayvanları için de şefe hakkı vardır. Ancak hayvanların çokluğu sebebiyle nehrin

tahrip edilmesinden korkulduğu takdirde, bu hak kalkar. Arazisini ve benzerini de izin almadan o su

ile sulayamaz.

Ez-ZeyIaî dedi ki: «Şefe, eğer bütün suyun üzerine geliyorsa, yani su küçük bir ark olup o suya

gelmek isteyen hayvanlar da çoksa bundan dolayı da o suyu kesebilirlerse; bu takdirde bazıları

demişlerdir ki: «Bu hayvanların suya gelmesi men edilemez.» Fakat fakîhlerin çoğu : «Zarar

olduğundan dolayı menedilir» demişlerdir.»

El-Multeka´da ikinci görüş kesinlik kazanmıştır.

«Arazisini de izin almadan başkasına ait sudan sulayamaz ilh...» İster buna mecbur olsun ister


olmasın. İzin almamasına rağmen arazisini veya ekinini sularsa, herhangi bir tazminata da

çarptırılmaz. Eğer zaman zaman bunu tekrarlayacak olursa, Sultan onu eğer uygun görürse,

dövmek veya hapsetmek suretiyle edeplendirir. Hâniye, T.

«Ancak onun izniyle bunları yapabilir ilh...» Çünkü su, taksimlere (paylaştırılmış arklara) girdikten

sonra bu şirb hakkının müşterek olması da sona ermiş oluyor. Hidâye.

El-Hâniye´de: «Bir kavmin kendilerine has bir nehri vardır. Onlardan başkasının o nehirden

bostanını veya arazisini, onların izni olmaksızın sulamaya hakkı yoktur. Eğer izin verirlerse bir

tanesi izin vermez veya aralarında bir çocuk, bir gaib varsa kişi o sudan diğerlerinin izni vardır diye

ziraatını veya arazisini sulayamaz.» diye yer almakt...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Sulama
« Posted on: 29 Mart 2024, 14:39:38 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Sulama rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Sulama mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Sulama kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Sulama Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Sulama kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Sulama peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Sulama ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Sulamaönlisans arapça,
Logged
29 Ocak 2010, 23:25:45
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 29 Ocak 2010, 23:25:45 »

METİN

Eğer kuyu veya havuz veya nehir bir kişinin mülkünde ise; oraya su içmek için girmek isteyeni,

-onun yakınında bir su bulunduğu takdirde- mülküne girmekten men edebilir. Eğer yakınında su

bulunmuyorsa ona yani kuyu sahibine: «Ya sen suyu çıkarıp getirip adama vereceksin veya

kendisinin gidip suyu almasına müsaade edeceksin» denilecektir.

Fakat su almak için girmesi de nehir ve benzeri yerlerin tahrip edilmemesi şartına bağlıdır. Çünkü

böyle bir takdirde onun şefe hakkı vardır. Zira İmam Ahmed´in rivâyet ettiği hadiste : «Müslümanlar

üç şeyde ortaktır: suda, otta ve ateşte» buyurulmuştur.

Otun hükmü de su gibidir. Mâlike denir ki: «Ya otu kesip getirecek ve ona vereceksin veya onun

gidip istediği kadar ot alıp getirmesine imkân ver» denilecektir. Zeylaî.

Eğer mülk sahibi onu suya varmaktan men ederse, o da kendi nefsinin ve hayvanının susuzluktan

zayi olmasından korkuyorsa, bu takdirde mülk sahibi ile silahlı çarpışma yapabilir. Çünkü Hz.

Ömer´den bu hususta eser rivâyet edilmiştir.

Eğer adam suları kaplara koymak suretiyle mülk edinmişse, silâhsız bir şekilde adamla kavga

edecektir. Tıpkı açlık zamanındaki bir yemek gibi. Dürer.

Eğer sahibinin ihtiyacından fazla varsa; bu tıpkı su ve yemek benzeri olmuş oluyor. Kuyu ve

benzeri hakkında denilmiştir ki: En uygunu onunla silâhsız çatışmaktır. Çünkü o bir masiyeti irtikâb

etmiş oluyor. Onunla çatışmak da tazir cezası gibi oluyor. Kâfî.

İZAH

«Onun yakınında su bulundugu takdirde ilh...» El-Hidâye´de; «O, ikinci su da başkasının mülkünde

değilse» kaydı eklenmiştir.

Allâme El-Makdîsî dedi ki: «Yakınlığın takdirini görmedim. Bunu bir mil ile takdir etmek uygun olur.

Nitekim teyemmüm meselesinde de ya-ınlık bir mil ile takdir edilir.»

Metin´de geçmekte olan «Daffe» veya «Diffe» kelimesi nehir kıyısı demektir. Muğrib. Divân´da ise :

«Diffe okuyuşu nehir kıyısı. Daffe okuyuşu, bir grup demektir, denilmektedir.» İtkânî.

«Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar ilh...» Yani mülk ortaklığı türünden değil, ibâha ortaklığı ile

ortaktırlar. Kim ki bu üç şeyden birisini başkasından önce bir kaba veya başka bir yere koymak

suretiyle elde ederse,o ona daha müstahaktır ve aynı zamanda, başkalarından çok onun mülkü

olur. Kişi bunu mülkün bütün yönleriyle başkasına temlîk edebilir. Ölürse miras olarak kalabilir.

Onun hakkında vasiyet yapması da caizdir. Eğer başka bir müslüman kendisinden izin almaksızın

onu gelip alırsa zâmin olur. Eğer herhangi bir kimse daha önce o üş şeyden herhangi birisine el

koymazsa, o üç şeyden herhangi birisi bütün müslüman cemaatinindir; mübahtır. Hiç kimse içmek

için onu almaya kastedeni men edemez. İtkânî, El-Kerhî´den.

«El-Kele´ ilh...» Hadisin metninde geçmekte olan «Et-Kele´» yayılıp gelişen, sakı bulunmayan «izhîr»

ve benzeri bitkiler gibi kökü olmayan bitkilerdir.

«Şecer (ağaç)» kelimesi de sakı olan bitkilerdir. Bu tefsire binâen «Şevk (diken)» şecer´den, yani

köklü bitkiden sayılır. Çünkü onun da bir kökü vardır. Bazıları dediler ki: «El-Ahder» develerin

yemekte oldukları yumuşak diken demektir. Bu da bitki sayılır. «El-Ahmer» ise «Şecer»

cinsindendir.

Ebû Cafer dedi ki: «El-Ahder ot cinsinden değildir.» İmam Muhammed´den bu hususta iki rivâyet

nakledilmektedir.

«Kele´ (ot)» hususunda söylenmiş sözler bir kaç vecih üzerindedir:

A) O vecihlerin en umumisi olan; ot hiç kimsenin mülkü olmayan bir yerde biten nesnedir. Halk

bunu otlatmak veya kesip de ot olarak toplamak hususunda tıpkı deniz suyunda ortak oldukları gibi

ortaktırlar, şeklindeki görüştür.

B) Bundan daha özel daha hususi olanıdır. O da başkasının mülkü olan bir arazide mülk sahibinin

dahli olmaksızın biten otlardır. Bu da insanlar arasında müşterektir. Ancak yer sahibi yerine

girmekten insanları men etme yetkisine sahiptir.

C) Bütün bunlardan daha özel ve hususi bir kısım vardır. O da, otu kesmek suretiyte toplamış veya

arazisinde onu ekmek suretiyle bitirmişse işte bu ot, arazi sahibinin mülküdür. Hiç kimse hiç bir

vecihle onu alamaz. Çünkü o ot, yer sahibinin çalışmasıyla meydana gelmiştir. Zahîre ve başka

kitaplardan özetle.


T. dedi ki: «Katran, zırnık, fîruzec ağaç gibidirler. Bu eşyalardan bir şey alan bir kimse zamin olur.

Hazânetu´l-Müftîn.

«Başkasının mülkünde olan odunluk ağacı, hiç kimse sahibinin izni olmadan toplayamaz. Eğer

başkasının mülkü değilse toplamakta herhangi bir beis yoktur. Ağaçlık bir yeri bir köyü veya bir

cemaate nispet etmek, kesinlikle onların mülkü olduğunu bilmedikten sonra toplanmasında

herhangi bir zarar yoktur. Vadi ve korularda olan meyve, kibrit ve zırnık da böyledir. Muzmerât.

«Odun toplayan bir kimse sadece onları kesmek suretiyle onları mülk edinmiş olur, isterse

bağlarını bağlamamış, onları bir yere derlememiş olsun.

«Eğer başkası tarafından tuzluk kılınmış yerden su alırsa herhangi bir tazminata mahkûm olmaz.

Eğer su tuza dönüşmüşse o suyu alamaz.

«Bir insanın mülkünde olan nehir tarafından getirilen çamuru hiç kimse olamaz. Eğer alırsa izinsiz

almış demektir ki, zâmin olur.»

Bunun benzeri Tatarhâniye´de de vardır.

«Ve ateşte ilh...» Bir kişi çölde bir ateş yakarsa o ateş kişi ile bütün insanlar arasında müşterektir.

İnsanlardan gelip de onun ışığıyla aydınlanmak isteyen. etrafında oturup elbisesini dikmek isteyen,

onunla ısınmak isteyene mani olunmaz. Ondan lambasını yakmak isteyeni de ateş sahibi men

edemez. Kişi mülkü olan bir yerde ateş yakarsa o zaman insanları kendi mülkünden yararlanmaktan

men edebilir. Kişi kendi lambasının fitilinden bir şey almak veya ateşin közlerinden almak isteyene

mani olabilir. Çünkü fitil ile közler onun mülküdür. İtkâni, Şeyhulislâm´dan.

Ez-Zahîre adlı kitapta şu hüküm yer almaktadır: «Kişi közden bir şey almak istediği zaman, eğer

kıymeti olan bir şeyse ve onu odun, kömür yapıyorsa köz sahibi o közü ondan geri alabilir. Eğer az

bir şeyse onu geri alamaz ve sahibinin izni olmaksızın da böyle az bir şeyi alabilir.»

«O zaman mâlik´e şöyle denir: ilh...» Eğer mubah ve mülk araziye yakın bir arazide bitki

bulunmuyorsa böyledir. T. Hindiye´den.

Bu bitki, kişinin dahli olmaksızın mülkünde bittiği ve kişinin kesip toplamaksızın orada bulunması

halinde böyledir. Fakîhlerin kelâmının zahirinden anlaşılıyor ki, kişinin mülkünde yakılan ateş böyle

değildir. Binâenaleyh, isteyene o ateşi dışarı çıkarmak, böyle bir kimseye vâcip değildir.

Görebildiğim kadarıyla bu iki mesele arasındaki fark şudur: Ortaklık, su ve bitkinin aynında insanlar

arasında sabittir, fakat ateşin közlerinde değildir. Binâenaleyh mülkünde ateş yakan, ateş isteyene

ateşin közlerini onunla ısınsın diye çıkarmak mecburiyetinde değildir. Çünkü başkası közde onun

ortağı değildir ve bundan dolayıdır ki mülkünde yakılmış veya yakmış olduğu ateşin közlerinden

alan bir kimseden, eğer o közler kıymet taşıyorsa, geri almak yetkisi vardır. Ama mülküne

sokmadığı su ve bitkinin hükmü böyle değildir. Eğer su ile bitkiyi birisi onun arazisinden alırsa,

onları ondan geri alamaz. Çünkü onların aynısında insanların ortaklığı vardır. Düşün.

Sonra En-Nihâye´de şunu gördüm: Allah Rasulü´nün sabit kıldığı ortaklık ateştedir. Ateş ise ısının

cevheridir. Odun ve kömür değildir. Ancak odun ve kömürden alınan miktar kıymetsiz bir şeyse

adet yönünden men edilmez. Çünkü bu gibi şeye mani olan, muteannit (zorluk çıkartan, inatçı) kişi

demektir.

«Eğer ondan suyu menederse ilh...» Yani kuyu, havuz veya mülkünde nehir açan kişi, buralara

girmesine müsaade etmezse ve suyu da ona çıkartmazsa ve yakında su da yok ise, bu takdirde

silahlı mücâdeleye girilebilir.

«Fakat su isteyen kişi ve hayvanı, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ise bu mücâdeleye girebilir

ilh...» El-Kuhistânî: «O kişi veya hayvanı» şeklinde ifade etmiştir.

Ebû Yûsuf´un Harâc Kitabı´nda ve Tahâvî Şerhi´nde El-İtkânî´nin naklettiği gibi; «Veya hayvanı»

tarzında ifade kullanılmıştır. Yani insanın kendisi veya hayvanı tehlikeye girerse demektir.

«Bu takdirde silâhlı mücadele yapabilir ilh...» Çünkü bu su sahibi, suyu men etmek suretiyle onu

öldürmeyi kastetmiş demektir. Halbuki kuyudaki su, hiç kimsenin mülkü değildir. Bütün insanlara

mubâhtır. Ama kaba konulmuş su, bunun tam hilâfınadır. Hidâye.

«Çünkü Hz. Ömer´den gelen eser vardır ilh...» Hz. Ömer´in bu eserini El-İtkâni, Ebû Yûsuf´un Harâç

Kitabı´ndan nakfediyor:

«Bir kavim bir suya vardılar. O su sahiplerinden kendilerine kuyuyu göstermelerini istediler. Su

sahipleri bir türlü kuyuyu göstermediler. Gelenler: «Bizim boynumuz ve hayvanlarımızın boynu

nerdeyse susuzluktan parçalanacaktır. Bize kuyuyu gösteriniz. Ve bize su çıkarmak için bir kova


veriniz» dediler. Onlar bunu bir türlü yapmadılar. Bunun üzerine onlar Hz. Ömer´e gelerek şikâyette

bulundular. Hz. Ömer: «Niçin onlara silah çekmediniz» dedi.»

«Onun...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 23:27:21
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 29 Ocak 2010, 23:27:21 »

METİN

Bir kişinin arazisi, başka bir kişinin de o araziden geçen nehri vardır. Arazi sahibi o nehri

arazisinden akıtmamak istiyorsa bu yetkiye sahip değildir. Onun hali üzerinde bırakacaktır.

Eğer nehir sahibinin elinde değilse ve arazide de nehir cereyan etmiyorsa, o zaman nehrin

kendisine ait olduğuna dair beyân kendisine düşer. Bu nehrin kendisinin olduğunu ve ondan

arazisini sulamak için vaktiyle su getirdiğini beyân edecektir. Bu noktaya binâen, bir nehre dökülen

başka birisinin damına, olduğuna veya yoluna dökülüyor ve bütün bunlar başkasının evinden

geçiyorsa; buradaki ihtilâfın hükmü, tıpkı şirb meselesindeki ihtilâf gibidir. Zeylaî.

Bir kavmin arasında müşterek bir nehirde sulama hususunda anlaşmazlık çıkarsa; bu nehir

arazileri miktarınca onların arasında müşterektir. Çünkü maksat arazileri sulamaktır. Ama yoldaki

ihtilâfları tam bunun tersinedir. Çünkü onlar yolun mülkiyetinde eşittirler. Evleri ister dar, isterse

geniş olsun, ona bakılmaz. Çünkü maksat yoldan gelip geçmektir.

Nehirde ortak olanların hiçbirisinin ondan bir kanal açıp götürmek veya onun üzerinde bir değirmen

kurmak yetkisi yoktur. Ancak herhangi bir suya, herhangi bir nehre zararı yoksa kendi mülkünde bir

değirmen kurabilir. Vikâye.

Su döndüren dolap gibi bir dolabı, taştan yapılmış bir köprüyü de o suyun üzerine kuramaz. Nehrin

ağzını genişletmek veya daha önce deliklere göre su verildiği halde suyu günlere taksim etmek

yetkileri de yoktur. Çünkü kadîm kıdemi (eski eskiliği) üzerinde bırakılır. Çünkü hak orada zuhur

etmiş oluyor. Veya payının yani o sudaki payının o sudan sulanmaya başka bir arazisine götürmek

yetkisi de yoktur. Bütün bunları onların rızasını almaksızın yapmaya kalkarsa yapamaz. Onlar izin

verdikten sonra bunu bozabilirler. Onlardan sonra varisleri de bozabilir. Suyun başında olanlar için

suyu diğerlerinin rızası olmaksızın kapatmaya yetkileri yoktur. Velev ki onun arazisini


kapatmaksızın sulamıyorsa dahi. Mültekâ.

İZAH

«Eğer nehir öbürüsünün elinde değilse ilh...» El-Kifâye´de denildi ki: «Nehrin onun elinde olmasının

alâmeti nehri eşmesi, kenarlarına ağaçlar dikmesi ve sair tasarrufatıdır.»

«Ve nehir şu anda orada akmıyorsa ilh...» Yani husumet anında, mücadele anında nehir akmıyorsa

demektir. (Daha önce de aktığı bilinmiyorsa o zaman açıklamak, delil getirmek mecburiyeti vardır.)

Eğer şu anda nehir akıyorsa veya daha önce aktığı biliniyorsa, o nehrin nehir sahibine olduğu

yolunda hüküm verilir. Ancak arazi sahibi bunu mülk edindiğine dair delil getirirse ona hak verilir.

Nitekim bu durum Et-Tatarhâniye´de böyle yer almıştır.

«Beyân ona düşer ilh...» Yani bir delil ile veya şahitlerle nehrin kendisine ait olduğunu ortaya

koyacaktır.

«Bu nehrin kendisinin olduğuna delil getirecektir ilh...» Yani mülkiyetini iddia ediyorsa delil

getirecektir. İnâye.

«Mecrasının kendisine ait olduğunu ileri sürerse ilh...» Yani suyun akmasında hakkı olduğunu ileri

sürüyorsa, demektir. İnâye.

Binâenaleyh konu değişiktir. Bu bakımdan Müellifin ibaresinde «vav» yerine «ev» kelimesini

getirmek yerinde olurdu. Nitekim El-Hidâye ve El-Multekâ´da «vav» yerine «ev» vardır. Mastar-ı

mimî´deki yani «mecrâ» kelimesindeki zamir suya veya nehre girer. Fakat bildin ki nehirden maksat,

onun rakabesi yani mülkiyetidir. Onun rakabesi de yatağıdır. Buna binâen zamirde istihdam vardır.

Yani zamir nehre raci olduğu zaman, nehirden başka mana anlaşılır, diğer zamanda da başka.

Bütün bunlara binâen müellifin daha sonra; «fî hâze´n-nehr» (bu nehirde) ibaresi sahîhtir, ama «fî

hâzihi´l-ard» (bu arazide) ibaresi olsa, daha doğru olurdu» diyene bu ters düşmektedir. Böyle diyeni

böyle demeye sürükleyen şu olsa gerek: Bazı şârihler «mecra» kelimesini «icrâ yeri» ile tefsir

etmişlerdir. Düşün.

«Buna binâen bir nehre dökülenin ihtilâf hükmü de bunun gibidir, ilh...» sözüne gelince, bu sözdeki

«El-Mesab» kelimesi «sularda arta kalanların toplandığı yer» anlamındadır. Kifâye.

«Oradaki ihtilâf hükmü tıpkı şirbde olduğu gibidir ilh...» Yani husûmet anında kişinin elinde değilse,

su akmıyorsa, kişi oradan gidip gelmiyorsa, ondan önce de bu bilinmemekteyse; bu takdirde artık

suların aktığı yer, oluk, yolun mülkiyetine veya daha önce burada suyunu akıttığına, gidip geldiğine

dair delil getirmek mecburiyetindedir. Fakat Ez-Zahîre´de Ebu´l-Leys´den gelen rivâyete göre, eğer

kişinin damındaki sular başka birisinin damına akıyorsa ve birinci kişinin orada eski bir oluğu yani

su akıttığı deresi var ise, ikinci evin sahibi onu men edemez. Bu istihsandır, âdet böyle cereyan

etmiştir. Bizim arkadaşlarımıza gelince, onlar kıyasa yapışmışlardır ve o, suyunu bu şekilde akıtma

yetkisine sahip değildir. Ancak orada su akıtma hakkına sahip olduğuna dair bir delil getirirse olur.

Fetvâ Ebu´l-Leys´in zikrettiğine binâendir.»

El-Bezzâziye´de şu hüküm yer almaktadır: «Biz de Ebu´l-Leys´in bu fetvâsını alırız.»

Ebu´l-Leys´in bu görüşü, «Eski eskiliği üzerinde bırakılır.» şeklindeki kaideye uygundur. Düşün.

«Bir kavmin arasında müşterek nehir varsa ve aralarında su alma hususunda anlaşmazlık çıkarsa

ilh...» Yani daha önceki zamanda nasıl sulama yaptıklarının keyfiyeti de bilinmemekte ise...

Bezzâziye.

«Çünkü maksat odur. ilh...» Yani sulamadan maksat, suyun akmasından yararlanmaktadır.

Binaenaleyh ne kadarıyla yararlanıyorsa o şekilde takdir edilir. Hidâye.

«Çünkü maksat gidip gelmektir ilh...» İbaresine gelince. yani bu, geniş evde de dar evde de aynı

şekilde kastedilmektedir. Hidâye.

Hulâsa şudur : Su, başlara göre taksim edilir, Sâlhânî.

El-Multekat´da evin sahasındaki ihtilâf da bunun bir benzeridir. Nitekim El-Kadâ´ Kitabı´nın değişik

meselelerinde de bu zikredilmiştir.

«Hiç birisi o müşterek nehirden bir nehir açamaz ilh...» ibaresine gelince," çünkü böyle bir açışta

nehrin kıyısının kırılması ve müşterek bir yerin meşguliyeti oraya çıkar.

«Nehirde ortak olanlardan hiç bir kimse oradan kanal açamaz ilh...» Bundan anlaşıldığına göre

mülk nehir, büyük nehirlerin tam aksidir. Mülk nehirde bu hakkı vardır. Nitekim bölümün başında

geçti.


«Ancak müşterek nehrin üzerindeki mülkünde, nehre veya herhangi bir suya zarar vermeyen bir

değirmen kurulabilir ilh...» ibaresine gelince, onun sureti şöyledir; nehrin iki tarafı ile iç kısmı

kendisinin mülkü olacaktır. Başkasının da bu mülkte suyu akıtma hakkı bulunacaktır. İtkâni.

«Herhangi bir nehre veya herhangi bir suya zarar vermez ilh...» Yani nehir üzerindeki değirmen

zarar vermediği halde kurulabilir, demektir. El-Kâfi, ibaresinde, «vav» yerine «ev» kelimesini

kullanmıştır. Ed-Dürrü´l-Müntekâ´da denildi ki: «Buna binaen «vav» burada «El-Vikâye adlı esere

uyularak kullanılmıştır. El-Hidâye adlı eserde «vav», «ev» manasını ifade eder. Ta ki El-Kâfi´ye

uygun gelsin. Bunu El-Bâkânî söyledi.»

«Nehre zarar verme»nin manası açıkladığımız gibi bir tarafını kırmaktır. «Suya zarar vermen»nin

manası ise; suyun, üzerinde cari olmakta olduğu tarzını bozmaktır. Hidâye.

Yani su kişinin arazisindeki değirmene ulaşsın sonra altından nehre akıp gitsin diye kıvrımlaştırılır,

dolaştırılır. Bu taktirde diğerlerinin haklarının arazılerine varması gecikir ve azalır. İtkânî.

«Onların rızası olmaksızın su dolabı ve su ile çevrilen dolap veya köprü veya taştan yapılmış bir

köprüyü su üzerine kuramaz ilh...» ibaresine gelince, El-Muğrib adlı kitapta «Ed-Dâliye, pirinç

dövmekte kullanılan tokmak gibi başına büyük bir kepçe geçirilen ve onunla su alınan dolaptır.

En-Nâûra, su tarafından çevrilen dolaptır. El-Cisr, üzerinden yürünerek su geçilen şeydir. O ister

duvar şeklinde yapılmış olsun, ister yapılmasın. El-Kantara ise su üzerinden geçmek için inşa

edilen taş köprü demektir. Cisr, Kantara´dan daha geneldir. Çünkü cisr taştan da olur, başka

şeylerden de. Kantara ancak taştan yapılmış köprüye denir.»

Fakat El-İnâye´de, «Cisr, suyun üzerine konur ve kaldırılır, ağaç ve tahtalardan yapılan köprüdür.

Kantara, taştan ve kireçten konup da kaldırılmayan köprüdür» denilmektedir.

«Veya nehrin ağzını genişletme yetkisi de yoktur ilh...» Çünkü bu nehrin kıyısını kırmakla oluşur.

Hakkında fazla suyu böylece almış oluyor. Hidâye.

«Çünkü kadim yani eski eskiliği üzerinde bırakılır, ilh...» ibaresine gelince, El-Hidâye ve başka

kitaplarda da böyle zikredilmiştir. El-Kuhistânî dedi ki: «Bu ibarede şu işler vardır: Eğer bir kişinin

bir köyde değişik zamanlarda su almak hakkı varsa, onları aynı zamanda birlikte alması, ancak

diğerlerinin rızasıyla olur, değilse olmaz. Nitekim El-Cevâhîr´de de bu böyle yer almıştır. Fakat

Et-Tetimme adlı kitapta bunun caiz olduğu yazılmıştır.»

«Onların rızası olmasa o sudaki payını başka bir arazisine de getiremez ilh...» ibaresine gelince

çünkü ahid eskiye doğru uzanırsa onunla o nesne üzerinde hakkı olduğuna istidlâl edilir. Hidâye.

Yani bütün arazilerin sulandırılma yetkisi istikametinde, onun lehinde hüküm verilmesi gerek...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 23:28:37
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 29 Ocak 2010, 23:28:37 »

METİN


Sulamayı satmayı, icara ve sadaka olarak vermeyi vasiyet edemez. Sulama hul bedeli, amcanın kan

bedeline karşılık sulh bedeli, nikâh mehri olamaz. Bu akitler sahih olsa bile böyledir. Çünkü bu

akitler fasit şart ile bâtıl olmaz. Zira sulama herhangi bir sebeple mülk alınmaz. Öyle ki borçlu

olduğu halde ölürse; sulama hakkı arazi olmadan satılamaz.

Eğer hiç arazisi yok ise, denildiğine göre her nöbetteki su hakkı, bir havuzda toplanıp satılır ve bu,

borcu ödeninceye kadar sürdürülür.

Bir diğer görüşe göre ise, İmam sulama hakkı olmayan bir araziye bakar, o araziyi sulama hakkına

katarak sahibinin rızasıyla satar. Böylelikle arazinin sulama hakkı ile birlikte kıymetine ve bu hakkı

olmaksızın kıymetine bakar. Her iki kıymet arasındaki farkı ölenin borcuna karşılık olarak öder.

Bunun geri kalan kısmı Zeylaî´dedir.

Arazisini su ile dolduran, arazisinden komşusunun arazisine su sızar ve onu kapsarsa zâmin

olmaz. Çünkü kastı olmaksızın buna yol açmıştır. Bu kişi arazisini âdet yönünden tahammül

edeceği bir tarzda suldadırırsa böyledir. Aksi takdirde zâmin olur. Fetvâ da buna göredir.

Ez-Zahîre´de bu konuda hüküm şöyledir: Kişi sulama sırasında ve hakkı kadar arazisini sularsa

böyledir. Arazisinin nöbeti olmayan bir zamanda sular ve hakkından fazla su verirse İsmail

Ez-Zâhid´in söylediğine binaen zâmin olur. Kuhistânî.

Arazisini veya ziraatini başkasının suyundan onun iznini almaksızın sulayan bir kimse, Asl´ın

rivayetine göre zâmin olmaz. Fetvâ da bunun üzerinedir. Vehbâniye Şerhi.

İbn-i Kemal´in El-Hulâsa´dan nakli de böyledir. Çünkü daha önce suyun mütekavvim olmadığı geçti.

Buna rağmen eğer bu sulandırdığı yerin mahsulünü sadaka verirse daha güzeldir. Çünkü haram su

onun içerisinde kalmıştır. Gasbedilen hayvan yemini hayvanına yedirirse hüküm bunun hilâfınadır.

Çünkü onunla semizlendiği zaman o gıda maddesi değişir, başka bir şey olur. Kuhistânî.

Eğer izinsiz sulama bir kaç defa tekerrür ederse tazminat yok, fakat İmam uygun görürse onu

vurmak veya hapsetmek suretiyle edeplendirir. Tatarhâniye.

Bu hükmün tamamı El-Vehbâniye´nin Şerhi´ndedir. Dedi ki: «Belh şehrinin bazı âlimleri sulama

hakkının satılmasını caiz görmüşlerdir. Çünkü Belh Ehli böyle teâmul edegelmişlerdir. Kıyas ise

teâmül dolayısıyla terk edilir.»

Fakat onun bu görüşü o, teâmülün bir tek memleketin teâmülü olmak yönünden tenkit edilmiştir.

En-Nâsihî: «Böyle bir durumda zâmin olur» şeklinde fetvâ vermiştir. Bunu Cevâhiru´l-Fetvâ´da

zikretti, ve dedi ki: «Onun satışının sıhhatli oluşuna dair hüküm geçerlidir.» Hıfzedilsin.

Ben derim ki: El-Hidâye ve şerhlerinde Fâsid Bey´ bölümünde. «Kişi itlâf etmekle zâmin olur. Eğer

kendisine ait olan arazisini başkasının suyu ile sularsa, ona tazminat öder» denilmektedir.

En-Nikâye de aynı bölümde bunu kesin olarak belirtmiştir. Anla.

Ben derim ki: Daha önce fetvânın neyin üzerinde olduğu bundan önce geçti. Binaenaleyh uyan.

El-Vehbâniye´de şu beyitler yer almaktadır:

Başkasının suyu ile sulayan zâmin olmaz. Bazı kimseler «zâmin olur» demişlerse de bu zâmin

olmaz hükmü daha açıktır.

«Fakihler nehrin taraflarında bulunan toprağı nehir sahibinden izinsiz alınmasını caiz

görmemişlerdir.»

«Eğer bir nehri eşerler, onun toprağını atarlarsa, eğer nehrin hariminde ise o toprağı oradan

nakletmekle zâmin olunmayacaktır.»

İZAH

«Su, hul´ bedeli olmaz ilh...» Bundan maksat herhangi kaba, özel bir yere boşaltılmış sudur.

Binaenaleyh hanımıyla hul´ yapan bir kişinin sulamada herhangi bir payı olamaz. Kadının daha

önce ondan aldığı mehri geri vermesi gerekir. Çünkü kadın «sana hul´ bedeli olarak sulamayı

veriyorum» demek suretiyle onu kandırmıştır. Nitekim kadın, kocası ile evinde bulunan emtia

üzerinde hul´ yaparsa. evinde de hiçbir şey bulunmazsa daha önce almış olduğu mehri geri

verecektir. Kifâye.

«Sulama sulh bedeli de olmaz ilh...» Fakat kısas, sulh kabul edildiğinden dolayı düşer. Lâkin katilin

yani öldürenin diyeti ödemesi gerekir. Çünkü veli diyet hakkının karşılıksız düşmesine razı

göstermemiştir. İtkânî.

Eğer bu sulh kısastan ötürü değilse müddet davası üzerindedir. İnâye.


«Nikâh mehri de olmaz ilh...» Bu takdirde kadına mehr-i misli verilir. İtkâni.

Ed-Dürrü´l-Muhtekâ´da şu hükümler eklenmiştir: «Borç verilmez, rehin verilmez, âriyet verilmez.»

«Çünkü bu akitler fâsid şartlar bâtıl olmaz ilh...» Yani bedelle olan bu akitlerde bedel kıymetli

olmayan bir malla yapılmaktadır. Yanı fâsit şart durumundadır. Oysa bu akitler fâsit olan şartlarla

bâtıl olamazlar.

«Çünkü sulama herhangi bir sebeple mülk edinilmez ilh...» ibaresi ikinci bir illet, veya şartı fâsit

oluşlarının anlamını açıklamadır.

«Denildi ki: Su her nöbette bir havuzda toplanır, satılır, ölünün borcu ondan ödenir ilh...» El-Hidâye

bunu tashih ederek şöyle dedi: «Eğer buna imkân olmazsa, ölünün terekesi namına susuz bir arazi

satın alınır, sonra su ile birlikte İmam onu satar. Onun parasından o susuz arazinin parası çıkartılır.

Fazla kalanda borcun edâsına sarf edilir.»

«Çünkü mütesebbip olduğu halde saldırgan değildir ilh...» Burada kişi kuyu kazan ve arazisine bir

taş koyan kişi gibidir. Böyle bir kuyuya düşen veya o taşa takılan ve telef olan bir nesneyi kişi

zâmin olmaz.

«Aksi takdirde zâmin olur ilh...» Tıpkı evinde, benzeri adeten evlerde yakılmayan bir ateş yakan ve

ateşten ötürü komşusunun evinin yanmasına sebep olan kişi gibidir. Eğer arazisinde delikler varsa

ve o deliklerden su akarak komşusunun arazisini basmışsa ve kendisi bundan haberdar ise yani

delik olduğunu biliyorsa, zâmin olur. Aksi takdirde zâmin olmaz. İtkânî.

«Ez-Zâhîre´de: Bu, nâbetinden hakının miktarı kadar suladığı zaman böyledir. ilh...» İşaret, yani bu

kelimeyi ifade eden ism-i işaret, zâmin olmamaya racidir. Nitekim Ez-Zahîre´de açıkça ifade

edilmiştir ki; mutad olarak sularsa zâmin olmaz.

«Fakat nöbetinin gayrisinde sularsa ilh...» İster mutad şekilde olsun ister olmasın, zâmin olur.

Nitekim işaret merciinden zikrettiğimiz de bunu ifade eder. T. dedi ki: «Fetvânın neye göre

verildiğinî bildin. Yani mutad olan da başkası da fetvâda nazarı itibara alınır.»

«Nitekim İsmail Ez-Zâhid´in dediği gibi ilh...» sözüne gelince, bu söz, buradaki hükmün daha önce

zikredilenden ayrıldığını, cumhurun birinci görüş üzere olduğunu ifade eder. T.

Bazı nüshalarda «Ez-Zâhid» kelimesi yerine «Ez-Zâhidî» şeklinde yani nispetle yer almaktadır.

Nitekim El-Kuhistânî´de böyledir. Fakat Ez-Zahîre ve başka kitaplarda gördüğüm, yay´ı nispetsiz

yani Ez-Zâhid şeklindedir.

«Çünkü suyun mütekavvim olmadığı daha önce geçti. İlh...»

Arazisini başkasının suyundan onun izni olmaksızın sulayan bir kimse zâmin olmaz. Ez-Zahire´de

denildi ki «Zâmin olmaması iki yönden ileri geliyor:

«A) Birincisi; O suyu şefe hakkından dolayı istihlâk edebilir. Kim ki bir şeyin istihlâkine herhangi bir

şeyde mâlik ise ve onu başka bir yönden istihlâk ederse zâmin olmaz. Dârulharbe giren bir kişinin

hayvan yemlerini istihlâk etmesi halinde zamin olmaması gibi. Çünkü o hayvanına onu vermek

suretiyle istihlâk hakkına sahiptir.

«B) İkincisi; Su kaplarla ihrâz edilmeden yani özelleştirilmezden önce hiç kimsenin mülkü değildir.

Binaenaleyh bu kişi başkasının mülkü olmayan bir şeyi itlâf etmiş demektir.»

«Eğer onun mahsulünü sadaka verirse güzeldir ilh...» Bu ibâre onun mahsulünü sadaka olarak

vermenin vâcip olmadığına işaret eder.

Ancak tenezzüh için yani şüpheli olduğundan uzaklaşmak için verilir.

El-Kuhistâni´de deniliyor ki: «Et-Tetimme adlı kitapta şu hüküm yer almaktadır: Su, onun sırası

olmadığı bir zamanda bir zâhidin bağına girmişti. O zâhid o bağın kesilmesini emretmiş. Bazıları

da; bağından ıslanmış toprağı attırmıştır; dediler. El-Fakîh dedi ki: «Ben bunu emretmiyorum. Eğer

mahsulünü sadaka verirse daha güzel ve daha efdaldir.»

«Çünkü haram olan su o mahsulde vardır ilh...» Bu ibâre sadaka verilmesinin vâcip olmasını

gerektirir. Bununla beraber bu, ancak müftâbihin karşılığı olan görüşte ortaya çıkar ki; o da kişi

bunu mülk edinir ve onun sahibine, eğer biliyorsa, tazminat öder.

«Fakat gasp edilen yem böyle değildir. Çünkü hayvan tavlandığı zaman o yem yok olur, başka bir

şey olur, ilh...» Yani kan olur, ters olur veya et veya başka şey olur. Hayvan sahibinden hayvanını

sadaka vermesi istenmez. T.

«Eğer bu yaptığı tekerrür ederse ilh...» Yani zaman zaman bunu işlerse İmâm onu tedib eder.


Şerhu´l-Vehbânîye´de El-Hâniye´den nakledilerek denildi ki: «Eğer zaman zaman bunu işlerse

edeplendirilir.» T.

«Bunun tamamı Şerhu´l-Vehbâniye´dedir ilh...» İbaresine gelince; bu şerh Allame İbn-i Şahne´ye

aittir. Bu âlim orada hülasası şu olan bir hükmü zikretti:

Tarsusî daha önce bahsedilen ta´lilden yani «su ihraz edilmezden önce mülk edinmez» ibaresinden

bunun mubah olduğunu anlamıştır. Fakat Nâzım bunu şerhinde: ´Böyle bir şey lâzım gel...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes