> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Miras
Sayfa: [1] 2 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Miras  (Okunma Sayısı 6368 defa)
24 Ocak 2010, 00:17:17
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 24 Ocak 2010, 00:17:17 »



Reddü´l Muhtar / Miras
FERAİZ KİTABI

ASABELER FASLI

AVL BABI

ZEVİ´L-ERHÂMIN VÂRİS OLMASI BÂBI

SUDA BOĞULANLAR YANANLAR VE DAHA BAŞKALARI KAKKINDAKİ FASIL

MÜNASAHA FASLI

MEHARİC BÂBI






FERAİZ KİTABI

M E T İ N


Feraiz, fıkıh ve hesabın asıllarının bilinmesidir kibunlarla haksahiplerinden her birinin terikeden ne

alacağı bilinir.

Araştırmalarla bilinmektedir ki haklar beştir: Çünkü hak ya ölünün hakkıdır, veya ölen kişi

üzerindeki bir haktır (ölenin borcudur) yada ikisi de değildir.

Birincisi ölenin techizidir. İkincisi (ölenin borcu) ya zimmete taalluk eder ki bu mutlak borçtur yada

zimmete tealluk etmez ki bu da ayna tealluk edendir. Üçüncü hak da, ya ihtiyarîdir ki bu vasiyettir;

veya zarûridir ki bu da mirastır.

Bu konuya feraiz denilmesinin sebebi; ALLAH Teâlânın bu taksimi bizzat kendisinin yapması ve bunu

güneşi ile gündüzü aydınlatması gibi açıklamasıdır. Bundan dolayı Resulullah (s.a.v.) feraizi «ilmin

yarısı» olarak isimlendirmiştir. Zira bu ilim, başka bir şey ile değil, nass ile sâbittir. Feraiz dışındaki

ilimlerse bazen nass ile bazen de kıyas ile sabittir.

Bazı âlimlere göre ise, «feraiz»a ilmin yarısı denilmesinin sebebi, feraizin ölüme tealluk etmesidir.

Diğer ilimler ise hayata tealluk eder. Yahutta ferâiz zarurete, diğerleri ise isteğe bağlı olduğu için

böyle denilmiştir.

Hayatta olanın mirascılığı, canlıdan mıdır yoksa ölüden ml? Mütemed olan ikincisidir. Vehbâniye

Şerhi.

ölen kişinin rehin, cinayet işleyen köle, ticarete izinli borçlu köle. kıymeti karşılığı hapsedilmiş olan

satılmış köle ve kiraya verilen ev gibi başkasının hakkının taallukundan hali olan terikesinden, önce

techizine başlanır, ki bu kefeni de içine alır. Techiz, fazla kısmâdan ve tebzîr etmeden yapılmalıdır.

Yukarıda sayılanların tekfinden önce gelmesi; bunların mal henüz terike olmadan önce mala taalluk

etmelerinden dolayıdır. Kefenleme sünnet vechile ve hayatında giydiği elbise miktarı ile olmalıdır.

Eğer kefeni telef olursa, cesedi bozulup dağılmadan Önce olursa tekrar kefenlenir. Bu kefenlerin

hepsi malın tamamından çıkarılır.

İ Z A H


Ferâiz´in, vasiyetin hemen ardından zikredilmesi, vasiyetin mirasın benzeri olup, ölüm hastalığında

vâki olmasıdır. Miras ölümden sonra taksim edilir. Onun için ferâiz vasiyetten sonra zikredilmiştir.

Ferâiz, «farîza»nın çoğunludur. Farîza da; mükellef üzerine farz olan şey manasınadır.

Develerin ferâizi yirmibeş devede bir binti mehâz (iki yaşına girmiş deve) gibi, farz olandır.

Takdir olunan her şeye «ferâiz» denilir, Bundan dolayı da, vârislerin hisselerine feraiz denilmiştir.

Çünkü o hisseler sâhipleri için takdir edilmişlerdir.

Miras meseleleriyle ilgili olan ilme «İlm-i ferâiz» denilir. Bu ilmi bilen kişiye de; «ferizî, fâriz» veya

«ferâiz» denilir. Muğrib.

«Ferâiz fıkıh ve hesabın asıllarının bilinmesidir.» Yani kaide ve kurallardır ki bunlarla varislerden

herbirinin hakkı yani terikeden hakkı olan meblağ bilinir. Açıktır ki, mirastan mene ve mahrum

etmeye taalluk eden asıllar da, bunlardandır. Hatta bu asıllar bu konuda umdedirler. Zira bunlar

bilinmeden haklar da bilinmez. Bundan dolayı da fakihler, mirastan men ve hacbetmenin asıllarını

iyice bilmeyen kimsenin bir terekeyi taksim etmesinin helâl olmayacağını söylemişlerdir. Bu

asıllara : Vârisin farz sahibi mi, asabe mi yoksa zevil-erhâmdan mı olduğunun bilinmesi de girer.

Miras sebeplerini çarpmayı, tashihi, avli, reddi ve diğerlerini bilmek de bu asıllardandır. Anla.

Ferâizden murad, yukarda geçtiği gibi, takdir olunmuş hisseleridir. O halde asabeler ve zevil-erhâm

da ferâize dahildirler. Çünkü onların hisseleri açıkça olmuşsa da yine de takdir olunmuştur.

Feraizin mevzuu: terikelerdir.

Ferâizin gayesi, hak sahiplerine haklarının iletilmesidir. Ferâizin rükünleri üçtür; varis, mûris ve

mûres (terike). Ferâizli şartları da üçtür:

1 - Murisin hakikaten veya mefkûd gibi hükmen yada gurresi olan cenin gibi-takdiren ölmesi,

2 - Öldüğü zaman, hakikaten veya - anne karnındaki cenin gibi- takdiren, hayatta varisinin

bulunması,

3 - İrs cihetinin bilinmesidir, İrsin sebepleri ve manîleri ise ileride gelecektir.

Ferâizin kaynakları üçtür: 1 - Kitab, 2 - Anneanneye verilecek miras hususunda Muğîre ve İbn


Seleme´nin şahitlikleri ile sabit olan sünnet (1), 3 - Babaannenin mirası konusundaki icmadır. Bu

icmâda, Ömer (r.a.)´ın ictihadı üzerine gerçekleşmiştir, umumî icmâa dahildir. Babaannenin aldığı

mirasın kıyasa göre olduğunu zannedenlerin hilafına, miras bahsinde kıyas yoktur. Onun cevabını

ve feraizin bu asıllardan çıkartıldığını da biliyorsa. Bu, Durru´l-Mülteka´da ifade edilmiştir.

«Bu taksimi ALLAH Teâlânın ilh...« Zeylaî´nin de dediği gibi «takdir etmiş olması» deseydi daha iyi

olurdu. Çünkü, «farzın» manası budur.

«... Bizzat kendisi ilh...» Yâni ALLAH Teâla bunun taksimini mukarreb bir meleğe veya göndermiş

olduğu bir nebiye havale etmemiştir. Namaz zekât ve hac gibi diğer hükümler bunun aksinedir.

Çünkü bu hükümlerde nasslar mücmel olup, onları sünnet beyan etmektedir. ALLAH Teâlâ´nın.

«Namazı kılın ve zekâtı verin» ve; «Yoluna gücü yeten herkesin, o eve (gidip) haccetmesi insanlar

üzerinde ALLAH´ın bir hakkıdır» sözleri böyledir...

«Zira bu ilim başka bir şeyle değil, nass ile sabittir». Şârih burada «nass»tan, icmâi da kapsayacak

bir mana kasdetmiştir.»

«Başka bir şey ile değil» sözü ile de kıyastan kaçınmıştır. Zira kıyas verasette cari değildir. Çünkü

ALLAH Teâlâ´nın, vârislerden herhangi birine bir meblağı tahsis etmesinin hikmeti gizli olduğu için

verasette takdir olunanlarda kıyasa yer yoktur. Bu söz, illetin illetîdir. O halde evlâ olan şârihin :

«Veya başka birşey ile değil nass ile sâbit olduğu için» demesiydi. Bu durum da bu söz. ferâize

«ilmin yarısı)» denilmesinin ikinci gerekçesi olurdu.

Bazı âlimler tarafından ise, ferâiza «ilmin yarısı» denilmesi konusunda söylenenlerden başka

şeyler, söylenmiştir.

Bir kısım âlimler ise : «Bu, manası anlaşılamıyan şeylerdendir ve iImin yarısı olduğunu tasdik

ederiz, ama sebebini araştırmayız» demişlerdir.

Bir de bilinmelidir ki; bu anılan vecihler, «yarı» kelimesi ile, bir şeyin iki kısmından birisinin

kastedilmiş olunmasına mebnidir. Çünkü herşeyin iki türü vardır, her iki türün sayıları bir olmasa

bile bunlardan birisi onun yarısıdır. Bunun birçok delili vardır. Meselâ Ahmed b. Hanbel´in rivâyet

ettiği bir hadiste; «temizlik imânın yarısıdır» buyrulmuştur. Araplar «senenin yarısı hazan yarısı

seferdir». Yâni sene, adedleri bir olmasa bile iki zamana ayrılır. Kadı Şureyh´e; «Nasıl sabahladın?

denildiğinde, «Sabahladığımda halkın yarısı bana kızgındı» cevabını vermiştir. Yani halkın bir kısmı

lehinde hüküm verdiği için kendisinden razı olduklarını, bir kısmının da aleyhinde hüküm verdiği

için kendisine kızgın olduklarını kasdetmiştir. Biri şâir de şöyle demiştir: «Öldüğümde halk iki

kısımdır; yarısı sevinir yarısı da yaptıklarımda razı olur.» Mücâhid; «mazmaza ve istişâk abdestin

yarısıdır» demiştir. Yâni abdest iki kısımdır: Biri iç tarafın bir kısmını, diğeri de dışın bir kısmını

temizler. Bunları İbnu Hacer el-Erbaîn şerhi´nde ifade etmiştir.

«Nass ile ilh...» Şârih bununla icmâı da kapsayan nassı murad etmiştir.

«Yahutta ferâiz zarurete ilh...» Yâni mirasın... ihtiyari olanlar ise alış satış hîbenin kabulü ve vasiyet

gibileridir.

«Hayatta olanın varisliği canlıdan mıdır ilh...» Yâni hemen önce hayatının son bölümündemidir?

Birincisi Züfer´in ve Irak ulemâsının ikincisi ise İmameyn´in görüşüdür. Aradaki ihtilâfın sonucu

aşağıda gelecek meselede kendisini gösterir. Şöyle ki; kişi kendisinden başka varisi olmadığı halde

mûrisinin câriyesi ile evlense ve cariyeye «efendin öldüğü zaman hürsün» dese, o zaman birinci

görüşe göre cariye azâd edilir. Zira kişi cariyenin âzâdını ölüme izafe etmiştir. Halbuki cariyenin

mülkîyeti onun için ölümden evvel de sâbittir.

İkinci görüşe göre ise, câriye âzâd olmaz. Çünkü cariyenin mülkü onun için ölümden sonra sabit

olur. Bu, Vehbâniye şerhi´nde ifade edilmiştir.

Bu ihtilafın sonucu şu meselede de görülür: Câriyenin kocası olan vâris, onun talâkını efendisinin

ölümüne bağlasa ; Birinci görüşe göre hemen talâk vâki olur ikinci görüşe göre ise talâk ölümden

sonra vâki olur. Nitekim bu bahsi Sirâciye´den naklen Bîrî´de kati bir ifade ile söylemiştir.

Ben derim ki! Bu ihtilaf ile, meselenin «koca» ile tasvir edilmesinin faydası ortaya çıktı. Öyle

olmasaydı âzâdın taliki evliliğe bağlanmazdı. Düşün.

«Mûtemed olan ikincisidir...» Trablusî de Sekbu´l-Enhur´de mütemed olanın, ikinci görüş olduğunu

söylemiştir. Tatarhâniye´den naklen Durru´l-Mültekâ´da ise birinci görüşe itimad edileceğini

söylemiştir.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 24 Ocak 2010, 00:32:37 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Miras
« Posted on: 19 Nisan 2024, 19:17:14 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Miras rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Miras mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Miras kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Miras Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Miras kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Miras peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Miras ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Mirasönlisans arapça,
Logged
24 Ocak 2010, 00:30:24
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 24 Ocak 2010, 00:30:24 »

İ Z A H

«Mânileri ilh...» Mâni lûgatta «hail» (perde) manasınadır. Istılahta ise; sebebi mevcut olduktan

sonra, şahıstaki bir manadan dolayı hükmün nefyedilmesine sebep olan şeydir. Buna «mahrum» de

denilir. Şahsın dışındaki bir manadan dolayı hükmün yok olması bu tarifin dışında kalmıştır. Zira o

mahcûbdur. Veya, yabancı gibi, sebebin kâim olmaması da bu tariften çıkar.

Buradaki manîden murad vâris kılmaktan değil varis olmaktan men eden şeydir. Din ayrılığı gibi

bazı maniler her ikisine de mâni olsada maksat budur. Nitekim bunu Rahiku´l-Mahtûm´da beyan

ettim.

«Metindeki ibareye göre ilh...» Çünkü fukahadan bazıları bu dörtmâniye, başkalarını da ilâve

etmişlerdir. Nitekim şârih de ileride zikredecektir.

«Mükâtep gibi ilh...» Mükâtebin köleliğinin tam olup mülkiyetinin noksan olduğu açıklanmıştı.

Burada doğru olan, «müdebber ve ümmü´l-veled gibi» demesiydi. H. Şöyle de denilebilir: Mükâtebin

köleliğinin kâmil olması, müdebber ve ümmü´l-velede nispetledir. Bundan dolayı da mükâtebi

keffâret olarak âzâd etmek caizdir. Mükâtep, kazancına da mâliktir. Ümmü´l-veled ile müdebber ise

kazandıklarına mâlik değildirler.

Fakat mükâtebin köleliği «halis köleye» nispetle noksandır. Çünkü müdebber ve ümmü´l-veled gibi

onda da, hürriyet sebebi akdolunmuştur.

«Şahsın yarısı köle olsa bile ilh...» O, bir kısmı âzâd edilmiş, geri kalanını da kölelikten kurtarmak

için çalışan kişidir. Böyle birisi İmamı Azâm´a göre: tam olarak hürriyetine kavuşmak için bir

dirhem de borcu kalsa köle menzilesindedir.

İmameyn ise onun hür olduğunu söyleyerek «o hürdür ve borçludur dolayısıyla miras da alır hacb

de eder» demişlerdir.

Bu ihtilafın sebebi şudur: İmam´a göre âzâd, bölünme kabul eder. İmameyne göre ise etmez.

«İmam şafiî ise; bir kısmı azad edilen köle miras almaz ama ondan miras alınır demiştir.» Bazı

âlimler tarafından ise: «Şafiî´den naklolunan :

Onun ne miras alacağı ne de kendisinden miras alınacağıdır» denilmiştir. Şafiî kitaplarına müracaat

edilsin.

«...Ondan miras alınır.» Yâni yaralamanın, evveline istinad etme yoluyla... T.

«Ve yara nedeniyle ilh...» Yâni, köle olmadan önce ona isabet eden yaralanma sebebiyle ölse ilh... T.

«Diyeti varislerine verilir ilh...» Yâni yaralanma vaktine bakılırsa diyeti varislerinin olur. ...Zira o yara

nedeniyle, köle olmadan önce ölseydi onun mirası varislerinin olurdu. öyle ise köle olduktan sonra

da mirası onlarındır. Çünkü ölüm sebebi köle olmadan evvel meydana gelmişti. T.

«Bu hususta bizim İmamlarımızdan bir nakil görmedim». Ama onlar birçok meselede yaralanma

vaktine itibar etmişlerdir. Buna göre bu bahsin de, o meselelerden olması. mümkündür. Böyle bir

kölenin ölümünün, efendisinin mülkiyetinde iken vâki olduğunu söylemek de mümkündür. O

takdirde de diyeti efendisinin olur. T.

Ben derim ki: Benim anladığım şudur: Cânî yani köleyi yaralayan kimseye, bize göre, birşey

gerekmez. Zira müstemen bahsinde geçtiği üzere; müstemen dârü´l-harbe döndüğü zaman,

dârü´l-İslâmda bir vedlû veya alacağı kalsa sonra da esir edilse veya dâru´l-harb halk mağlup ediIip

müstemen esir alınsa yada öldürülse, alacağı düşer, kendisinden gaspedilen malı da vediası gibi

olur. Ortağının yanında kalan veya ülkemizdeki evinde kalan ise, fey olur. Harbîler mağlup


edilmeden öldürülse veya ölse, o zaman darü´l-îslâm´daki alacakları ve vediası vârisinin olur.

Çünkü onun kendisi ganimet olmamıştır.

Onun diyeti cânînin üzerine olmadığı bilinmektedir. O halde onun dâru´1-harbe dönüşü ve köle

olması ile, o diyet düşer. O zaman diyet varislerinin de efendisinin de olmaz.

Çünkü cinayet meydana geldiği zaman henüz efendisinin mülkiyetinde değildi. Zira efendisi onu

köle edindiği zaman o yaralı idi. Bundan dolayı da efendisi cânîden birşey talep etme hakkına sahip

değildir.

«Kısası veya keffareti gerektiren ilh...» Bunlardan birincisi, amden öldürmektedir. O da maktulü

kesici bir alet veya organları parçalamada onun yerine geçen birşey ile, kasden vurarak öldürmektir.

İkincisi ise üç kısımdır: Bunlar: Şibh-i amd. Sopa gibi, çoğunlukla öldürmeyen birşey ile, ölümünü

kasdederek vurmaktır, hatâen öldürmektir: Bir ara silah atıp bir insana isabet edip öldürmesi gibi

olan öldürme veya uykudaki bir kimsenin bir şahıs üzerine yuvarlanarak onu öldürmesi yada bir

kişinin üzerine damdan düşerek öldürmesi gibidir. Amden öldürmenin yerine geçer. Demekki

sebebiyet vererek öldürmek bu hükmün haricindedir. Zira sebep olarak öldürmek kısas ve keffareti

icap ettirmez. Meselâ birisi yola balkon çıkarsa veya kuyu kazsa yada bir taş koysa ve bu yüzden de

mûrisi ölse, yahut bir hayvanı sürse veya çekse de, o hayvan mûrisini çiğnese, mûrisini kısasen

veya recmen yahutda kendisini müdafaa etmek için öldürse, mûrisini kendi evinde öldürülmüş

olarak bulsa, kendisi âdil bir hükümdar murisi de bâğî olsa ve onu öldürse, eğer «ben onu haklı

olduğum halde öldürdüm ve şu onda da haklıyım» dese öldüren mirasçı olur.

Çocuğun ve delinin, bizzat kendilerinin öldürmeleri de mirasa mani değildir. Çünkü bunların

öldürülmeleri ne kısası ne de keffareti gerektirir. Bu bahsin tamamı Sekbu´l-Enhûr ve diğer

kitaplardadır. Havî´l-Zâhidi´de de remizli olarak şöyle denilmiştir: «Koca, zinadan dolayı karısını

veya kadın mahremlerinden bir akrabasını öldürse, bize göre ondan miras alır, Şâfii ise aksi

görüştedir. Yâni zinanın tahakkuku ile.. Ama memleketimizde köylerdeki çiftçiler arasında olduğu

gibi yalnız zina ithamı ile öldürürse vâris olamaz. Bunu bil. Remlî.

Burada : Keffâretin «gerektiren» sözü ile kayıtlanması, çoğunlukla vaki olduğu sözü keffâretin

müstehap olduğu, öldürmede de hüküm aynıdır. Meselâ, bir adam bir kadını dövse ve kadın ölü bir

cenin düşürse, adam onun gurresini verir, ayrıca keffâret ödemesi de müstehaptır. Bu durumdaki

adam keffâret müstehap olduğu halde ceninin mirasından mahrum olur.

Daha önce geçtiği üzere ilh...» Yâni cinayetler kitabından...

Şafîîye göre katil mutlak olarak ilh...» Yani ister haklı olsun ister haksız, ister mübaşereten

öldürsün, ister olmasın... Katle Şehâdet ile veya katle şahitlik edeni tezkiye ile de olsa hüküm

aynıdır.

«Eğer kâtil maktûlden evvel ölürse ilh...» Yâni yatağa düşecek şeklide yaralasa ve katil ondan evvel

ölse maktul icmâ ile ondan miras alır.

«İslâm ve küfür şeklindeki ilh...» Musannıfın, «İslâm ve küfür» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Bize

göre. dinleri değişik bile olsa kafirler kendi aralarında birbirlerinden miras alırlar. Zira küfrün hepsi

bir millettir.

«Mürtede gelince: Bize göre ona mirasçı olunur». Yâni müslüman iken kazandığına mirascı olunur.

Mürted iken kazandığı ise müslümanlar için feydir. İmameyne göre ise, mürted iken kazandığıda,

mürted kadının kazandığı gibi, müslüman varisinindir.

«Ama Şafiî buna muhalefet etmiştir. » İmam Şafiî, mürtedin her iki kazancının da, hazineye

konulacağını söylemiştir.

«... Sonra da kadın müslüman olsa ilh...» Yâni kocasının ölümünden sonra... Ama eğer kocasının

ölümünden evvel müslüman olursa, zahir olan ceninin varis olmayacağıdır. Bu konuda ihtilaf

yoktur. Çünkü o, annesinin bir parçasıdır ve mûrisi öldüğü zaman müslümandır. Doğum anında da

annesine tebaen müslümandır. Bu mesele bir fetvâ vakıasıdır.

«Ben bu hususta bizim İmamlarımızın ise sarih birşey söylediklerini görmedim» Ben derim ki:

Şârihin bunu «sarih olarak» sözüyle kayıtlamasına sebep: İmamların sözlerinin açık bir delâletle

ceninin miras alacağına delâlet edişidir, İmamların : «Ceninin mirası» sözleri, bu kabildendir.

Çünkü onlar mirası haml olduğu halde, cenine izafe etmişlerdir. Onların, ceninin canlı olarak

çıkmasını şart koşmaları ise, mûhsi öldüğü zaman, onun varlığının tahakkuku içindir. Bundan

dolayı da bize: «Malik olan bir cansız vardır, o da nutfedir» denilmektedir.


Zâhiriye´den naklen Hamevî hâşiyesinde şöyle denilmiştir: «Cenin anneden ölü olarak çıktığı

zaman: Kendi kendine çıkmışsa varis olamaz. Ama eğer annesinden bir müdahale ile ayrılırsa o

zaman varisler cümlesinden olur. Bunun izahı şöyledir: Bir kişi bir kadının karnına vursa ve kadın

ölü bir cenin düşürse bu cenin varis olur. Çünkü şâri canlı üzerinde işlenen cinayette tazminatı

vacip kıldığı gibi kadının kamına vuran kişiye de gurreyi vâcip kılmıştır.

Buna cinayette hükmettiğimize göre ölü olarak düşen cenine miras düşer ve ona düşen mirasda

varislerine miras olur. Nitekim nefsinin bedeli olan gurrede miras olur.

Ben derim ki: Fakihler hamli, anasından ayrılmadan önce cenin olduğu halde hem varis hem de

muris kılmışlardır. Murisinin ölümü anında cenin müslüman değildi. O halde mirasta hak sahibi

olduğunda mânî mevcut değildi. Mâni, istihkâktan sonra ortaya çıktı. Buna göre; ceninin durumu,

kâfir olan mûrisî öldükten sonra müslüman olana benzer. Zira hakikatte ceninin miras alması,

müslümanın kâfirden miras alması değil, kâfirin kafirden miras almasıdır. Bize göre. mürted

meselesinde, müslümanın kâfirden miras a...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

24 Ocak 2010, 00:41:34
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 24 Ocak 2010, 00:41:34 »

M E T İ N

Musannıf, mirasa mâni olan şeyleri beyan ettikten sonra, zevce (hanım) ile başlayarak ashâbı feraizi

(belirli hisse sahiplerini) açıklamaya başladı. Konuya hanımla başlamasına sebep, onun üremenin

aslı oluşudur. Zira çocuklar ondan doğar. Musannıf şöyle demiştir: Mirastan bir veya daha fazla

hanım için çocuk ile veya çocuğun oğlu ile birlikte farz olarak verilecek hisse sekizde birdir. Ama

ne kadar aşağıda olursa olsun kızın oğlu ile birlikte ise, hakkı dörtte birdir. ÖIenin çocuğu veya

çocuğun oğlu olmadığı takdirde hanıma yine dörtte bir verilir.

Demekki hanımın iki halı vardır: 1 - Kişi çocuksuz olarak ölürse hanımın hakkı dörtte bir, 2 - Çocuk

bırakarak ölürse sekizde birdir.

Bir veya daha fazla koca için, mirastan farz olarak verilen dörttebirdir. Kocanın birden fazla olması

şöyle olur: İki veya daha fazla kişiden her biri ölen bir kadının kendi nikahlı karısı olduğunu iddia

eder ve hepsi delil getirir. Kadın ise bunlardan hiçbirinin evinde değildir, ve bunlardan hiçbiri

kadınla cinsi ilişki kurmamıştır. İşte o zaman bu adamlar tek bir koca gibi kadının mirasını taksim

ederler. Çünkü aralarında tercih sebebi yoktur.

Koca karısının çocuğu ile veya karısının oğlunun çocuğu ile beraber olursa rubu alır. Karısının

çocuğu veya karısının oğlunun çocuğu olmadığı takdirde ise mirasın yarısını alır. Buna göre

kocanın iki hali vardır. yarı veya dörtte bir.

Baba ve dedenin üç hali vardır: ,

1 - Farzı mutlak ki bu altıda birdir: Bu ölen çocuğu Veya oğlunun çocuğu ile birlikte olması

durumundadır.

2 - Ta´sibi mutlak (mutlak asabe) öleni ve oğlunun çocuğu olmadığı takdirdedir.

3 - Asabelikle birlikte farz (farz meatta´sib): ölenin kızı veya oğlunun kızı ile birlik hem farz´ını

(hissesini) alır hem de asabe olur.

Ben derim ki: Eşbah´ta şöyle denilmiştir: «Onüç mesele dışında baba gibidir. Bunların beşi ferâizde

kalanları da başka konulardadır.

Musannıfın oğlu Fusuleyn´den naklen Zevâhir adlı eserinde bunlara şu meseleyi de eklemiştir:

Baba küçük çocuğunun nikah mihrini kefil olsa ve onu ödese, eğer rucû etmeyi (oğlundan almayı)

şart koşmuşsa, alabilir. Eğer şart koşmamışsa alamaz. Eğer babanın yerine başka bir veli veya vasi

olursa mutlak olarak, ((şart koşsada koşmasada) rucû eder.

«Baba yerine başka bir veli» sözü dedeyi de kapsar. Demekki dede de vasi gibi, rücûu şart

koşmasa bile rücû edebilir. Baba ise böyle değildir.

i Z A H

«Çünkü o, üremenin aslıdır». Yâni aslın ve ferlerin doğumunun aslıdır. Ekseriyetle, hepsi onun

evladıdırlar. Çünkü doğum bazen cariye edinme ilede olur. Hanım bu itlbarla anne olsada onun

zevcelik özelliği, annelik özelliğinden evveldir. Bundan dolayı da anne önce zikredilmedi. Düşün.

«Çocuk ile ilh...» Yâni ister erkek olsun ister dişi ölen kocanın çocuğu ile birlikte... Ölen kocanın


çocuğu başka bir kadından olsa bile durum aynıdır.

«Ölen bir kadının, kendi nikahlı karıları olduğunu ilh...» Ama eğer böyle bir durumda o kadın sağ

olsa adamların delilleri birbirlerini bâtıl kılarlar. O zaman kadın kendisini tekzip ettiği kişinin

yanında değilse ve adam onunla cinsi ilişki kurmamışsa, kadın erkeklerden hangisini tasdik ederse

onun karısıdır. Eğer her iki erkek de evliliklerine tarih belirtirlerse, hangisinin tarihi daha eski ise o

kadında daha müstehıktır. T.

«Delil getirir ilh...» Bahr´da «iki kişinin davası» konusunda şöyle denilmiştir: «iki kişi, bir kadının

ölümünden sonra, onun kendi nikahlısı olduğuna delil getirseler ve tarih göstermeseler veya tarih

gösterseler ama her ikisinin tarihi aynı olsa. kadının nikâhının her ikisine ait olduğuna hükmedilir

ve bunlardan herbiri kadının mehrinin yarısını verir. Kadın ölünce de bir kocanın mirasını alırlar.

Kadın bir çocuk doğurduğunda nesebi her ikisinden de sâbit olur. Dolayısıyle o çocuk her ikisinden

de tam bir evlat mirası alır. Ama adamların her ikisi, o çocuktan bir tek baba mirası alırlar.

Hülâsa´da da böyle denilmektedir.» Münyetü´l-Müfti´de de bu konuda ikrar ile zilliyete itibar

edilemez.» denilmiştir.

Bunun benzeri Camiu´l-Fusuleyn´de de vardır.

«Kadın ise bunlardan hiçbirinin evinde değildir ilh...» Bu, Ruhu´ş-şuruh´taki şu ibarenin manasıdır:

O kadın onlardan hiçbirinin zilliyetinde olmasa..» Bunun muhalif mefhumu zilliyete itibar

edileceğini gösterir. Bu ise bizim biraz evvel söylediğimizin aksinedir.

«Koca mtrasın yorısını alır.» Mirastan hakkı yarı olanların dördü Ise zlkredilmemiştir. Halbuki diğer

farz (hisse) larda olduğu gibi onları da burada zikretse idi uygun olurdu. Bunlar kız, -kızı olmadığı

zaman- oğlunun kızı, anababa bir kızkardeş, -anababa bir kızkardeş olmadığı zaman- baba bir

kızkardeştir. Bu saydığımız farz sahipleri, kendilerinin asabe yapacak varis olmadığı takdirde yarı

alırlar.

«Dede ilh...» Yâni eğer ölü ile kendisi arasında bir kadın girmemişse baba olmadığı zaman dede

baba gibidir. Bu da ceddi şahihtir. Eğer, ölüye nispetinde araya anne girmişse o, ceddi fasit olup

torunundan miras almaz, ancak zevi´l-erhâmdandır. Çünkü annenin, ölüyü dedeye nispette araya

girmesi nesebi keser. Zira nesep babalara aittir. Zeylai.

«Farzı mutlak». Yâni asabelik, takdir edilmiş olan hisseye eklenmez.

«Çocuk veya ölenin oğlunun çocuğu ile birlikte ilh...» Musannıf bunu farzı mutlak ile kayıtladı. O

halde «çocuğu» da «erkek (oğul) olarak kayıtlamalıydı. Çünkü çocuk kızı da kapsar. Ancak,

musannıf bunu, ibarenin devamından anlaşıldığı için terketmiştir.

«Kızı ile veya oğlunun kızı ile birlikte ilh...» Zira babaya farz (hisse) olarak altıda bir verilir, kızına

veya oğlunun kızına da yarım verilir. Geri kalan ise asabe olarak yine babanındır.

«Bunların beşi farâizde ilh...» Bunlar:

1 - Annesi onunla (baba ile) birlikte vâris olmaz, ama dede ile varis olur.

2 - Birisi ölse ve geride annesi ve babası ve bir de karısı kalsa :

O zaman anne hanımının hissesi çıktıktan sonra geri kalanın üçte birini alır. Şayet burada baba

yerine dede olsaydı. o zaman anne malın tamamının üçte birini alırdı. Ebû Yusuf´a göre ise anne bu

durumda da kalanın üçte birini alır.

3 - Benu´la´yan (ana baba bir erkek kardeş) ve benu´l-allat (baba bir erkek kardeş) baba ile icmâen

sakıt olurlar. Dede ile bir olduklarında ise : Ebû Hanife´ye göre sakıt olurlar ama İmameyn´e göre

olmazlar.

4 _ Mûtik´ın (azâd edenin) babası, mûtıkın oğlu ile birlikte Ebû Yusuf´a göre velânın altıda birini alır.

Dede ise bir şey alamaz. Aksine velânın hepsi oğulundur. Diğer imamlara göre ise dede velâdan

hiçbirşey alamaz.

Birisi ölse ve geride mûtıkının dedesi ile. mûtukının kardeşi kalsa; Ebû Hanife´ye göre: Mutikın

velâyeti dedeye aittir. İmameyne göre ise veli ikisinindir. Eğer bu durumda dedenin yerinde baba

olsa idi imamların ittifakı ile mirasın hepsi onun olurdu. Minah´ta şöyle denilmiştir: «Beşinci

meselenin hükmü üçüncü meselenin hükmünden çıkarılmıştır.» «Geri kalan meseleler de feraizin

dışındadırlar.»

1 - Kişi eğer «falan kişinin akrabalarına vasiyet ettim» derse baba bu vasiyete dahil olmaz. Dede ise

Zâhir-i rivayete göre dahil olur.


2 - Çocuğun fitresi zengin olan babası üzerine vaciptir, dedesine ise vacip değildir.

3 - Eğer baba âzâd edilmiş olsa çocuğun velâsı dedenin mevâlisine değil kendi mevâlisinedir.

4 - Küçük çocuk babasının müslümanlığı ile müslüman olur, ama dedesinin müslüman oluşu ile

müslüman olmaz.

5 - Bir kişi ölse ve geride küçük çocukları kalsa, bıraktığı malda velâyet babanındır. Bu durumda

baba ölenin vasisi gibidir. Dede ise bunun hilafınadır.

6 - Nikah velâyetinde; eğer küçük çocuğun kardeşi ve dedesi olsa:

Ebû Yûsuf´a göre çocuğu nikahlama velâyetinde, ikisi ortaktırlar. İmamı Azâm´ın görüşüne göre ise

çocuğun nikah velâyeti dedeye aittir. Eğer burada dede yerine baba olsaydı imamların ittifakı ile

velâyet babasına olurdu.

7 - Babası ölse çocuk yetim olur. Çocuğu yetimlikten kurtarmak için dede babanın yerine geçemez.

8 - Bir kişi ölse ve geride küçük çocukları kalsa ve malı olmasa: ölen adamın annesi ve baba

tarafından dedesi olsa küçük çocukların nafakaları üçe bölünerek ikisine ait olur; üçte biri adamın

annesine üçte ikisi de dedesine aittir. Eğer dede baba gibi olsaydı nafakanın hepsi onun üzerine

olurdu. H.

Ben derim ki: Beşinci şıkta üzerinde durulması gereken bir husus var. Çünkü «vasilerin şahadeti»

bahsinden hemen önce geçtiği üzere çocuğun malında velâyet hakkı önce babasının, sonra

babasının, vas...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

24 Ocak 2010, 00:57:11
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 24 Ocak 2010, 00:57:11 »

M E T İ N

Müellif ashab-ı ferâiz (sehim sahipleri) ve asabe ile ilgili meseleleri bitirdikten sonra, «hacbe

başlayarak, şöyle demiştir: Varislerden altısı hiçbir şekilde mirastan mahrum edilemezler. Bunlar:

baba, anne, oğul, kız -yani ebeveyn ile çocuklar- ve karı-kocadır. Vârislerden bir gurup da bazı

hallerde miras alırlar, bazı hallerde ise mirastan mahrum olup hacbolunurlar. Bunlar da ister asabe

ister farz sahiplerinden olsun yukarda sayılan altı kişinin dışındakilerdir.

Mahrum olarak hacbedilmek iki esas üzerine bina edilir.

1 - Yukardaki altı kişinin dışında kalanlardan, ölüye yakın olanı, daha uzak olanı hacbeder. Zira

yukarda geçtiği üzere en yakın olan en önce gelir sonra da yakınlık sırasına göre mirasta öncelik

kazanırlar. Varislerin varis olma sebebi aynı olsun olmasın durum budur.

2 - Oğulun oğlu gibi, ölüye bir şahıs vasıtasıyla ulaşan kimse, şahısla birlikte miras alamaz. Ancak

annenin oğulu (anne bir erkek kardeş) müstesnadır, o anne ile birlikte miras alır. Çünkü anne bir

tek cihetle terikenin tamamını alamaz.

Kâfir veya kâtil olan oğul gibi, mirastan mahrum olan bir varis, bize göre başka birisini asla

hacbedemez. Ama hacbedilen bir varis fukahanın ittifâkı ile, başka bir varisi hacbeder. Meselâ

babanın annesi baba ile hacbedilir. (Babanın) annesi de annenin annesini hacbeder.

Erkek ve kızkardeşler de böyledirler. Zira onlar baba ile hacbedilerek mirastan mahrum olurlar.

Ama onlar, anneyi hacb-i noksan ile hacbederek hissesi´ni üçte birden altıda bire düşürürler.

Hacb-i noksan (mirastaki hisseyi azaltan) beş kişiye mahsustur. Bunlar: Anne. oğlun kızı, baba bir

kız kardeş, karı ve kocadır...

Benû´l-ayân, ki bunlar ana, baba, bir erkek ve kızkardeşlerdir. Üç gurup ile mirastan düşerler.

Bunlar: ne kadar aşağıda olursa olsun oğlun oğlu, baba -imamların ittifakı ile- ve Ebû Hanife´ye

göre dededir. İmameyn ise: «Hz. Zeyd´in usûlüne göre dede onlarla birlikte taksime girer»

demişlerdir. Fetvâ ise birinci görüşe göre verilir. Nitekim Ebû Hanife´nin mezhebi de böyledir.

Hz. Zeyd´in usûlü, geniş eserlerde tafsilatlı olarak mevcuttur.

Vehbâniye´de şöyle denilmiştir: «Sahibeyn benû´l-ayân benû´l-allât (baba bir kardeşler) mirastan

düşürmemişlerdir. Numan (Ebû Hanife) ise düşürmüştür. Uygun görüş de olur». Fetvâ da Mültekâ

ve Sirâcîye´de belirtildiğine göre Ebû Hanife´nin görüşü üzeredir. Siraciye´nin musannıfı Sirâcîye´ye

yazmış olduğu şerhte fetvâ İmameyn´in görüşüne göredir.» dese de fetva İmamı Azâm´ın görüşüne

göredir.

Benû´l-alât -ki bunlar baba bir erkek ve kız kardeşlerdir- benû´1 -ayân ile de düşerler. Bunlar ayrıca

oğul, oğlun oğlu. baba, dede ve asabe olduğu takdirde anababa-bir kızkardeş ile de mirastan

düşerler.


Benû´l-ahyâf da -ki bunlar ana bir erkek ve kızkardeşlerdir. Ölünün çocuğu ile ve ne kadar aşağı

inerse insin çocuğunun oğlu ile mirastan düşerler. Bunlar babası ve dedesi ile de düşerler. Bunda

icmâ vardır. Zira benû´l-ahyâf «kelâle» kabilindendir. Nitekim bunu Seyyid´de tafsilatlı olarak

anlatılmıştır.

Nineler -ister baba tarafından olsun ister ana tarafından olsun- anne ile mutlak olarak düşerler.

Baba tarafından nineler baba ile ve dede ile düşerler. Ancak, ne kadar yukarıda olursa olsun

babanın annesi dede ile düşmez. Zira babanın annesi, dede ile birlikte miras alır. Çünkü o dedenin

tarafından değildir, onun zevcesidir. O halde babasının annesi ile dedesi, ölen kişinin ana babası

gibi olurlar.

Hangi cihetten olursa olsun yakın olan varis uzak olanı hacbeder. Yakın olan ister varis olsun ister

hacbedilmiş olsun durum aynıdır. Nitekim bunu daha önce anlatmıştır.

İ Z A H

«Hacbe başlayarak ilh...» Yâni varislerden, farz (hisse) sahipleri ile asabeleri beyan ettikten sonra...

Zira onlardan bazıları mirastan tamamen mahrum edilir veya takdir edilen sehimden daha azına

indirilir.

«Hacb» : Lûgatta, mutlak olarak. men etme manasınadır. Istılahta ise mirasa ehil olan bir kimsenin,

velâsı olan başka bir varisle mirastan men edilmesidir. Buna göre katil ve kâfir olan varisler, bu

tarifin dışına çıkar. Onlar kimseyi hacbetmezler. Bu tarif hacbin iki nevini de kapsamaktadır. Zira

imamlarımız kişinin köle ve katil olması gibi kendi nefslnden miras almasına mani olan sebebe de

istilahen «mahrûmi» ismini vermişlerdir. Eğer miras´almasına mani olan sebep kişinin kendi

nefsinden değil de başka binsinden dolayı ise ona da «mahcub» ismini vermişlerdir.

Yine imamlarımız hacbi ikiye ayırmışlardır. Bunlar: Hacbi hırmâni, -belirli bir şahsın başka birisinin

bulunmasından dolayı mirastan tamamen men edilmesidir- diğeri de hacbi noksan´dır. Bu da başka

bir varisin bulunmasından dolayı, kendisi için takdir edilmiş olan hisseden daha az bir hisseye

düşürülmesidir. Demekki payların «avl» yolu ile noksanlaşması hacb değildir. Birkaç hanım gibi,

aynı şekilde, ashabı ferâizin kendileri ile hem cins olanlarla birlikte olduklarında hisselerinin tek

başına olmaları halindeki hisse noksanlaşması da hacb değildir.

Hacbi hırman (mirastan tamamen mahrum bırakan hacb) metinde zikredilen altı sehim sahibinin

dışındakilerde söz konusudur. Hacbi noksan ise bunlardan yalnız beşinde olur. Nitekim şârih de

bunu ileride zikredecektir.

«Yâni ebeveyn ilh...» Yâni daha üsttekiler değil anne ile baba... Zira dede ile nine bazen hırmanen

hacb olunurlar. Demekki onlar ikinci guruptandırlar. Anla!

«Çocuklar ilh...» Yâni oğul ve kız...

«İster asabe olsunlar, ilh...» Zevi´l-erhâm gibi, asabe manasında olanlarda asabe gibidirler.

«Mahrum olarak hacbedilmek ilh...» Yâni hacbi hırmân iki asıl üzerine bina edilmiştir. Yâni hacbi

hırmân da bulunur. Aksi halde o da bulunmaz. Bu konu ile ilgili bir açıklama yakında gelecektir.

«Ölüye yakın olanı... hacbeder». Yâni derece ve yakınlık itibariyle yakın olanı, uzak olanı mirastan

mahrum bırakır.

«Vâris olma sebebi aynı olsun ilh...» Nineler ile anneler, oğlun kızları ile iki öz kızı irsiyet sebebi

aynı olsun ister erkek-kardeşler ile anne-babada olduğu gibi aynı olmasın...

«Ölüye bir şahıs vasıtasıyla ilh...» Bu meselede hacbedilenle vasıta arasındaki yakınlık aynı cinsten

olur. T.

«Oğlun oğlu gibi ilh...» Ölenin oğlunun oğlu, kendi oğlu varsa miras alamaz.

Bu asabede olan hacbın misâlidir. Ashabı ferâizden (sehim sahipleri) misali de anne annesinin,

kişinin kendi annesi ile birlikte miras alamamasıdır.

BİR UYARI :

Müellifin zikrettiğine göre, kişinin anne annesinin. kişinin babası ile hacbolunması gerekir. Zira

ölüye onunla ulaşmasa bile babası kendisine anneannesinden daha yakındır. Aynı şekilde kişinin

oğlunun kızının, bir öz kızı ile bababir kız kardeşinin anabababir kızkardeş ile, annebaba bir

erkek-kardeşinin oğlunun da annebir erkek kardeşi ile hacbolunması gerekir...

Bu itiraza, «en yakın» dan murad, «asabeden olan yakındır» diye cevap verilirse o zaman, anılan bu

iki aslın bazen miras olan bazen de mirastan tamamen mahrum olan ikinci gurup için asıl olacağı


itirazı vârid olur. Halbuki bu ikinci fırka da asabe de asabe olmayan da mevcuttur. Eğer bu itiraza,

«maksat, uzak olan. ölüye, daha yakın olan vasıtası ile ulaşırsa zaman yakının uzağı hacbetmesi

gerekir» şeklinde cevap verilirse o zaman da : «Bu iki şeyin asıl olmasında bir mana kalmaz. Ve

ölenin oğlunun çocuğunun babası olmayan diğer oğlu (amcası) ile miras alması gerekir. Çünkü o

çocuk ölene amcası vasıtası ile ulaşmaz» denilir.

Bunu Seyyid ifade etmiştir.

«Bir tek cihetle ilh...» Bu söz annenin tek olarak bulunması halinden kaçınmak içindir. Zira anne bu

durumda terikenin tamamını alır, fakat bu cihetle değil, farz ve red cihetiyle alır.

«Mahrum olan ilh...» Yâni mirastan birşey alamaması bizzat kendi şahsında olan bir manadan

dolayı olan kişi.

«Bize göre ilh...» Sahabenin umumunun görüşü de bu şekildedir. İbn Mesud´dan rivayet edildiğine

göre, kişinin kâfir olan oğlu karıkocadan biri ile beraber olduğunda onu mirastan tamamen mahrum

edemez fakat hissesini azaltır. Yine İbnu Mesud´dan rivayet edilmiştir ki, ölen kişinin annebir

erkek-kardeşi ölenin kâfir olan oğlu ile, mirastan mahrum olur.

«Asla...» Yâni ne hisseyi noksanlaştırarak ne de tamamen mahrum bırakarak.

«Ama hacbedilen bir varis... hacbeder». Yâni başkası tarafından mirastan tamamen mahrum

bırakılan bir varis, diğer bir varisi de mahrum bırakır. Musannıf bunlardan herbirine birer misal

vermiştir.

«(Babanın) anne(si) de, annenin annesini hacbeder.» Bazı nüshalarda burada olduğu gibi «anne»

kelimesi üç kere tekrar edilmiştir. Bazı nüshalarda ise iki kere tekrar edilmiştir. Doğrusu birincisidir.

«Anne ilh...» Zira anne, ölenin çocuğu, oğlunun çocuğu, ve erkek veya kızkardeşlerinden birden

fazlası ile birlikte hissesi üçtebirden altıda bire düşer.

«Oğlun kızı ilh...» Kişinin oğlunun kızının hissesi, bir tane olan özkızı bulunduğunda yarıdan ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

25 Ocak 2010, 19:19:16
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 25 Ocak 2010, 19:19:16 »

AVL BABI

M E T İ N


İleride de geleceği gibi, avlin zıddı reddir. Avl; farzlar çok olduğu takdirde sehimlerin, farizanın

mahrecinden fazla olmasıdır. Noksanlığın, farz sahiplerinden her birinin hisse miktarınca olması

için yapılır. (Terike yetmediği için) alacaklıların hisselerinin noksanlaşmasına benzer.

Avl ile ilk hükmeden Hz. Ömer (r.a.)´dır.

Mahrecler yedidir. Bunlardan dördü avl olmaz; iki, üç, dört ve sekiz... Üç mahreci ise bazen ihtilat

(karışma) ile avlolur. Nitekim mehâric bâbında gelecektir;

Altı, ona kadar tek veya çift olarak dört kez avlolur. Meselâ altı,

a - Yediye avleder, bir kadının ölüp geriye kocası ile anababa-bir iki kız-kardeşini bırakması gibi.

b - Sekize avleder: Bir kadının ölüp geriye yukardaki varislerle birlikte annesini de bırakması gibi...

c - Dokuza avleder, bir kadının ölüp geriye yukardaki varislerle birlikte anne-bir erkek-kardeşini

bırakması gibi...

d - Ona avleder: Yukarda geçen varisler ve birlikde, diğer bir ana -bir erkek kardeşinin bulunması

gibi.

Oniki de, onyediye kadar çiftlere değil, tek sayılara, üç kez avl olur. Meselâ bir kişi ölse ve geride

karısı iki kız-kardeşi ve annesi kalsa oniki onüçe avleder.

Oniki ayrıca, yukardaki varislerin yanı sıra annebir erkek-kardeş de bulunursa onbeşe avleder.

Oniki birde onyediye avleder; aynı varislerle birlikte başka bir anne-bir erkek kardeşin bulunması

halinde olduğu gibi.

Yirmidört ise sadece yirmiyediye avleder. Meselâ : Bir kişinin ölüpde geride karısı iki kızı ve

ana-babasının kalması gibi... Bu meseleye «minberiye» denilir.

Yukarıda da geçtiği gibi redd avlin zıddıdır. O halde red (varisler arasında), asabe olmadığı takdirde

farzlardan artan mikdarın farz sahiplerine hisseleri miktarınca reddedilmesidir. Bu konuda icmâ

.vardır. Çünkü beytü´l-mâl bozulmuştur. Ancak, karıya ve kocaya redd yapılmaz.

Hz. Osman (r.a.) «Karı-kocaya da reddin yapılacağını söylemiştir. Bunu musannıf ve başka âlimler

söylemişlerdir.

Ben derim ki: İhtiyâr´da kati olarak ifade edildiği üzere, bu, râvinin bir vehmidir. Oraya müracaat eti!.

Yine ben derim ki: Eşbâh´ta zamanımızda beytü´l-mâl bozulduğu için karı kocaya da redd yapılır

denilmiştir. Biz bunu velâ bahsinde takdim etmiştik.

İ Z A H

Feraizin meseleleri üç kısımdır. Bunlar: Adile, âzile ve âiledir. Yâni ferâiz meseleleri ya kesirsiz

olarak veya redd ile yada avl ile taksim edilir.

«Avl» Lügatte: Meyl ve cevr manasındadır, galebe ve «yükseltme» manalarında da kullanılır.

Istıtâhi manasının ilk lügat manasından alındığı söylenmiştir. Zira mesele, terike sahipleri üzerine

cevr ile meyletmiştir. Çünkü onların farzlan, avl ile noksanlaşmıştır.

Meselelerle ilgili olarak geçen taksim bu hususta sarih gibidir, zira âdile kelimesi cevrin mukabili

olan «adl»den alınmıştır.

Bazı âlimler de avl´in ıstılâhî manasının, lügat manasının ikincisinden alındığını söylemişlerdir. Zira

mesele, terike sahiplerini zarara sokmakla galebe çalmıştır.

Bazı âlimler ise avlin, üçüncü lügat manadan alındığını söylemişlerdir. Zira farzlar toplandığında

meselenin mahreci darlaşınca, terike, o mahreçten daha fazla bir rakama yükseltilir, sonrada

taksim edilir. Böylece vârislerin hepsinin farzları noksanlaşır Bunu Seyyid ihtiyâr etmiştir.

«Avlin zıddı reddir.» Zira avl ile farz sahiplerinin payları noksanlaşan, meselenin aslı ise artar. Red

ile ise paylar artar, meselenin aslı eksilir. Diğer bir ifade ile avlde sehimler mahreçten fazla olur,

redde ise mahreç sehimlerden fazla olur. Seyyid.

«Sehimlerin fazla olmasıdır». Yâni vârislerin sehimlerinin... T.

«Farizanın mahrecinden ilh...» Yâni farz kılınan sehimlerin mahrecinden... O mahrece meselenin

aslı denilir. Meselenin aslı da: Vârislerden her bir gurubun paylarının kusursuz olarak alınabileceği

en küçük sahih sayıdan ibarettir. Sekbu´l-Enhûr.


«Alacaklıların hisselerinin noksanlaşmasına benzer» Yâni terikenin kafi gelmediği borçlar ki,

alacaklıların bir kısmı ödeme hususunda diğerlerinden öncelikli değildir. Noksanlık herkesin hakkı

kadar olur.

«Avl´e ilk olarak hükmeden Hz. Ömer (r.a.) dir.» Zira Hz. Ömer, mahrecin farzlara yetmeyecek

şekilde az geldiği bir suretle karşılaşmış, ve sahabe ile istişare etmiştir. Hz.Abbas avl yapılmasına

işaret etmiş, Hz. Ömer de «Feraizi avledin!» demiştir. Sahabelerde ona uymuş ve hiçbirisi bunu

inkar etmemiştir. Ancak Hz.Abbas´ın oğlu, babasının ölümünden sonra buna karşı çıkmıştır. Bu

bahsin tamamı Seyyid´in şerhi ve diğer kitaplardadır.

«Mahrecler yedidir.» Bu konunun vechi şudur: Farzlar altıdır: Bunlar da iki nevidir: Birincisi: yarı

dörttebir ve sekizdebir, ikincisi ise, üçte iki, üçtebir ve altıda birdir. Bu farzların da ikişer hali vardır.

Birisi infirad (bir meselede tek bir farzın olması) diğeri de ictima (bir meselede birden fazla farzın

bulunması) halidir. İnfirad halinde mahreçler beştir. Yarı için iki. dörttebir için dört, sekizdebir için

sekiz, üçtebir ve üçte iki için üç, altıdabir içinde altıdır.

Farzlar ictimâ ettiği takdirde bakılır. Eğer hepsi aynı neviden ise zikredilen bu beş kısmın dışına

çıkmazlar. Zira en aşağı mahrece itibar edilir. O halde meselede yarı ve dörttebir hisseler bulunursa

mesele dörtten halledilir. Yarı ve sekizdebir olursa sekizden olur. Üçtebir ve altıdabir olursa altıdan

olur.

Eğer farzlar iki guruptan da olursa, meselâ, birinci nevlden yan ikinci nevinin hepsi veya bir kısmı

ile karışırsa mahreç altı olur, ve bu yukardaki gibi beş kısmın dışına çıkmaz.

Eğer ikinci nevinin tamamı veya bazısı ile birlikte dörttebir bulunsa mahreç oniki olur. Eğer ikinci

nevinin tamamı veya bir kısmı ile sekiz de bir hisse bulunsa mahrec yirmidört olur. Bu iki durumda

zikredilen beş mahrece ilâve edilince mahreçler yedi olur. Bu bahsin izahı «mehâric» bâbında

gelecektir.

«Bunlardan dördü avl olmaz.» Çünkü mal. ya bu mahreçlere taalluk eden hisselere yeter, yada

hisselerden fazla olarak maldan birşeyler artar. Bunun izahı Minah´tadır.

«Üç mahreci ise bazen avl olur.» Onun avl olacağı rakam, altı, altının iki kafi ve iki katının iki katıdır.

Müellif burada «bazen» sözü ile, üç mahreci için avlin lazım olmadığına işaret etmiştir.

«İhtilat (karışım) ile ilh...» Yâni iki neviden birisinin diğer nevinin ya tamamı veya bir kısmı ile

karışması halinde... Nitekim beyan etmiştik.

«Attı ona kadar tek veya çift olarak ilh...» Yâni altı mahreci onda son bulan tek veya çift sayılara

avledebilir.

«Bu meseleye minberiye denilir.» Zira bu mesele Hz. Ali´ye Kûfe´de minberde, hutbesinde: «Allah´a

Hamdolsun ki o kati olarak hak ile hükmeder, her nefsi çalışması ile mükafatlandırır ve dönüş

ancak onadır» derken sorulmuş. O da hemen «kadının sekizdebir hissesi dokuzda bir olmuştur»

demiş ve hutbesine devam etmiştir. Dinleyenler onun zekâsına hayran kalmışlardır. Dürrü Müntekâ.

«Çünkü beytü´l-mâl bozulmuştur.» Bu, icmâın illetidir, ama yerinde değildir. Çünkü Malikî

mezhebinde meşhur olan görüşe göre beytü´l-mâl muntazam olmasa bile, varislerin farz olan

hisselerinden artan beytü´l-mâle verilir. Şafiî´nin mezhebi de böyledir. İmam Mâlik´ten, bizim

(Hanefilerin) dediğimiz gibi de rivâyet edilmiştir.

Şafîî mezhebinin muteahhir fakihleri de beytü´l-mâl muntazam olmadığı takdirde, artanın farz

sahiplerine reddolunması ile fetvâ vermişlerdir Bu Gûreru´l-Efkâr´da ifade edilmiştir.

«Ve diğerleri ilh...» Yâni Sirâciye şerhleri ve Kenz... Ruhu´ş-Şurûh´ta şöyle denîlmiştir: «Bu hususta

Hz. Osman´ın delili şudur. Farz avledildiği takdirde noksanlık sehimlerin hepsinde olur. O zaman

sehimlerden artanın farz sahiplerinin hepsine verilmesi gerekir. Çünkü herkes avlden dolayı

hissesine gelen noksanlık kadar alır.»

Bunun cevabı şudur: Karı-kocanın birbirlerinden miras almaları kıya. sın hilafınadır. Zira onların

birbirlerine bağlılığı nikah iledir. O da ölüm ile kesilmiştir. Kıyasa muhalif olarak nass ile sabit olan

hüküm o nassın varid olduğu yere mahsustur. Karı-kocanın farzlarının artması hususunda ise nass

yoktur.

Miraslarını nefyedeni kıyasa meyille onların paylarına noksanlık girince noksanlığa hükmedildi,

fakat delil bulunmadığından dolayı red ile hükmedilmedi. Böyle olunca meseledeki fark anlaşıldı ve

gerçek açıklandı. T. Özetle...

«Eşbâh´ta... denilmiştir Hh...» Kınye´de denilmiştir «Zamanımızda, beytü´l-mâlin bozulmuş


olmasından dolayı, karı-kocaya da red yapılmasına fetvâ verilir» denilmiştir. Zeylaî´de Nihaye´den

naklen şöyle demektedir: «Karı-kocanın birisinin farzından arta kalan mal öbürüne reddolunur.

Kişinin süt-kızı ile süt-oğlunda böyledir. Onlara da sarfedilebilir.»

Müstesfâ´da : «Günümüzde, karı-kocaya red yapılması yolunda fetva verilmelidir. Bu da, bizim

müteahhir âlimlerimizin sözüdür» denilmiştir.

Haddadi demiştir ki: «Günümüzde fetvâ, karı-kocaya red yapılması yolundadır.»

Muhakkik âlim Ahmed bin Yahyâ bin Sad et-Taftâzânî de şöyle der: «Aliml...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes