> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Hacr
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Hacr  (Okunma Sayısı 2270 defa)
05 Şubat 2010, 02:30:32
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 05 Şubat 2010, 02:30:32 »



Reddü´l Muhtar / Hacr

HACR KİTABI

DEYN (BORÇ) SEBEBİYLE HACİR ALTINA ALINAN KİMSENİN TASARRUFLARI BAHSİ

ÇOCUĞUN İHTİLAMLA BALIĞ OLMA FASLI







HACR KİTABI

METİN


Hacr sözlükte mutlaka engel olmak anlamındadır. Bir terim olarak ise, bir kimseyi fiilî değil, kavlî

tasarruflarından men etmektir. Çünkü vukuundan sonra fiilin reddi mümkün değildir. O halde fiilden

men etmek tasavvur edilemez.

Ben derim ki: Kölenin durumu bu söze itiraz olarak vârid olabilir. Çünkü köle halen fiilî

tasarruflarının geçerliliğinden men edilebilir. Belki azaddan sonra da nâfiz olur. Nitekim Bedâyî de

bunu belirtmiştir.

Ey Allah´ım sen muaheze etme, bu müşkile cevaben ancak şöyle denilebilir: Onda asıl olan hâlen

nüfuzdur. Şu kadar var ki, engel olunduğundan azadından sonraya tehir edilmiştir. Düşünülsün.

Engel olmanın sebebi ise, çocukluk ve akıl hastalığıdır. Akıl hastalığı, akıl zayıflığını da kapsamına

alır. Aklı zayıf olan kimsenin hükmü ise mümeyyiz küçükler gibidir. Bu konu mezun kitabında

gelecektir.

Engel olmanın bir sebebi de köleliktir. O halde çocuğun, ve akıl hastasının boşaması sahih değildir.

Fakat akıl hastalığı sürekli olmayan. bazen akıllanan kimsenin hükmü mümeyyizin hükmü gibidir.

Nihâye.

Çocuk ve akıl hastasının köle azadı ve ikrarı da kendilerine nazarla sahih değildir Kölenin ise

boşaması efendisinin değil yalnız kendi nefsi hakkında ikrarı sahihtir. O halde köle üzerinde bir mal

olduğunu ikrar etse, eğer bu ikrarı efendisi için değilse azadına tehir edilir. Ama ikrarı efendisi için

olursa, o zaman heder olur.»

Köle, had ve kısas ikrahında bulunsa, filhal ikâme edilir. Çünkü köle, kısas ve had hususunda asıl

hürriyeti üzerine devam eder.

Hacir altında bulunan bir kimse akit yapsa, yaptığı akit menfaatle zarar arasında gidip gelse bu akti

yaparken satımın mülkiyeti elden çıkardığını satın almanın da mülk kazandırdığını bilse, onun velisi

dilerse reddeder. Eğer alım satımın anlamını bilmezse, o zaman akti bâtıl olur.

Hacir altında olan bir kimse; mal veya nefisten, kıymetli bir şeyi telef etse telef ettiğinin zarar

olduğunu ister bilsin, ister bilmesin -Dürer- ona zamin olur. Çünkü fiillerde hacr yoktu. Şu kadar var

ki, kölenin tazmini azaddan sonradır Nitekim yukarıda geçmişti.

Eşbah´ta şöyle denilmiştir: «Hacredilen çocuk kendi fiilleriyle sorumlu tutulur, O halde telef ettiği

malı peşin olarak tazmin eder. Hacir altındaki çocuk bir adam öldürse, öldürdüğü adamın diyeti

çocuğun âkilesi üzerine gerekli olur. Ancak birkaç mesele de çocuk zamin değildir. Velisinden

izinsiz olarak, çocuk ödünç para aldığını, ona emanet olarak verileni, sattığı malı telef ettiği

takdirde, zamin olmaz. Ona yapılan vediadan şu mesele müstesnadır: Hacir altındaki bir çocuk,

kendisi gibi mahcur bir çocuğa başkasına ait bir malı emânet verse, o mal da telef olsa, mal sahibi

malı emanet edene de, alana do tazmin ettirir.»

İZAH

Musannıf bu konuyu ikrahtan sonra ele almıştır. Çünkü ikrah ve hacrde serbest karar verebilme

velâyeti ortadan kalkmaktadır. Zorlama daha kuvvetlidir. Çünkü zorlama tam bir velâyeti ve sağlam

bir ihtiyarı yok etmektir. O halde ikrahı hacrden önce zikretmek daha uygundur.

«Hacr sözlükte engel olmak anlamındadır ilh...» Yani kişiyi tasarruftan men etmektir. Hatim´e hacr

denilmesi ve Kâbeye engel olmasındandır. Akla da hacir denilir. Çünkü akıl da çirkin şeye engel

olur.

«Mutlaka ilh...» Yani vetev ki, fiilden men olmuş olsa. Veyahutta matlub olan şeyden men etmektir.

T.

«Şeriatta ise ilh...» Sözü tasarruflarından men etmektir. Zira mahcurun akti onu temsil edenin

icazetine bağlı olarak münakit olur. Burada nâfiz kelimesinin kullanılması, lazım kelimesinden daha

geneldir. Kuhistânî.

Biz ikrah bahsinde nifaz ile nüfuz hakkındaki açıklamayı zikrettik. Velhasıl hacr, tasarrufun

hükmünün sübutunu men etmektir. O halde mahcur kimsenin kabzı mülkiyet ifade etmez. Bunda da

şu görüş vardır: Bu söz, menfaat ile zarar arasında gidip-gelen akitlerden başkasını kapsamına

almaz. Halbuki söz, bazen asıl bakımından da geçersiz olur. Çocuğun boşaması gibi. Bazen de

kölenin talakı gibi geçerli olur. Öyleyse uygun olan şeriata göre hacr tarifinde İzâh´ta olanı almaktır.

İzâh´ ta şöyle denilmektedir: «Hacr, fakihlerin ıstılahında belirli bir şahsı özel bir tasarruftan veya


onun geçerliliğinden men etmekten ibarettir.» Bunun açıklaması ise, köleyi, zararlı olan fiilî

tasarrufunun nüfuzundan bir malı peşinen ikrar etmesinden men etmektir. Çocuk ve deli için eğer

sırf zarar ise, onun sözü tasarrufunu aslından men etmektir. Eğer tasarruf menfaat ile zarar

arasında gidîp geliyorsa, o zaman da nâfiz olma özelliğinden men etmektir.

İzâh adlı eserin hâmişinde de şöyle denilmektedir: «Hacr birkaç derecedir: En kuvvetlisi, tasarrufu

aslından yok saymaktır. Orta dereceli, tasarrufun nafiz olma vasfını yok saymaktır. Zayıf olanı ise,

onun halen geçerli olmasından, yani vasfının vasfından men etmektir.»

Görülüyor ki. İzah sahibi bilindiği gibi, fiilden men etmeyi de hacrin tarifine katmıştır. O halde çocuk

ve akıl hastası hakkında zina ve katil de tarifin içine girmiştir. Çünkü akıl hastası ile çocuk zina ve

katlin hükmü olan had ve kısasa göre mahcurdurlar. Cevhere´de olduğu gibi.

Kanaatımızca, İzah´ın yaptığı bu tarif, tahkikli bir tariftir. Çünkü İzah sahibi hacri tasarrufun

hükmünün sübutundan men olarak tarif etmiştir. Artık buna göre hacri sözlü hacirle takyit etmenin

ve fiilî nefyetmenin anlamı nedir? Halbuki her ikisinin de hükümleri ayrıdır. İşte bu izah´ın bu

ifadesiyle şarihin yukarıdaki «müşküldür» demesi, ortadan kalkmaktadır.

Şârihin, «Çünkü meydana gelmesinden sonra fiilin reddi mümkün değildir.» diye talil etmesine

gelince, biz deriz ki, sözümüz burada zatını men etmek değil, hükmünü men etmektir. Söz de fiil

gibi, vukuundan sonra bizzat meni mümkün değildir. Belki onun hükmü reddedilir.

«Musannıfın «sözlü» kelimesi ile takyit etmesi, fiillerin tamamının men edilmeyeceği içindir. Zira

tazmini gerektiren fiillerle sorumlu tutulurlar» denilebilir.

Ben derim ki: Söz de fiil gibidir. Çünkü sözün bazısından da hacredilemez. Hibe sadaka ve

hediyenin kabulü gibi sırf yararına olan şeyler gibi. Ancak bunların azlığı, çokluğu tayin edilebilir.

Düşünülsün.

«Köle halen fiilî tasarruflarının geçerliliğinden men edilebilir ilh...» Meselâ kölenin malları istihlâk

etmesi gibi. Bu bir fiil olup, söz değildir. Daha sonra lüzum ifade etmesi, o durumda men´in var

olmasına aykırı değildir. Eğer gelecekteki lüzumu, halen men´in varlığına zıt olmuş olsa, kölenin

efendisi hakkında bir ikrarda bulunması hususunda mahcurdur sözümüzün geçerli olmaması

gerekir. İşte bu da vasfın vasfını men etmek kısmındandır. Nitekim biz bunu yukarıda zikrettik.

«Belki azaddan sonra ilh...» Yani azat´tan sonra nâfiz olur. Çünkü onun duraksaması efendisinin

hakkından dolayıdır. Azad edildiği zaman da efendisinin hakkı zail olmaktadır. Sonra bil ki. onun

azadına bağlı olan onun ancak mal ikrarıdır. Nitekim gelecektir. Yine, kölenin mehirle mutâlebesi de

eğer efendisinden izinsiz evlenmiş ve evlendiği kadında duhul yapmışsa, azadına bağlı olur.

Nitekim Zeylâî bunu kölenin nikâhı babında zikretmiştir. Öyleyse sanki kadın rızası ile köleyle

evlenmiş ve mehrinin azaddan sonraya tehir edilmesine de razı olmuş gibidir.

Musannıfın İbni Kemâl´e uyarak, Bedâyî´den zikrettiği, «Eğer köle başkasının malını telef ederse, o

malla peşinen sorumlu tutulmaz» sözüne gelince, Tebyin ve Dürer´den ilk bakışta anlaşılan da

budur. Musannıfın İbni Melek´ten naklettiği ise buna aykırıdır. Yani köle istihlâk ettiği şeyle o

zamanda sorumlu tutulur. Bunun benzeri İmâdiye´den naklen köle bahsinde gelecektir.

Remlî, «Bunun benzeri Nihâye, Cevhere, Bezzaâziye, Hülâsa ve Velvaliciye´de de mevcuttur»

dedikten sonra «Velhasıl bu konuda nakil meşhurdur. Yani birisinin malını helâk ederse. peşinen

tazmin ettirilir. Yani ya efendisi onu satar veya kendisi öder» demiştir. Bunun benzeri Siraciye´den

naklen Hamidiye´de de mevcuttur.

Remlî daha sonra da şöyle demiştir: «Tatarhaniye´nin kefalet bahsinde öyle denilmiştir: «Eğer köle

birisinin malını helâk etse, eğer kazancı varsa, kazancından verilir. Yok eğer kazancı yoksa, telef

ettiği malın tazmini için köle satılır. Ancak efendisi onun yerine öderse, o zaman satılmaz.»

Kınye´de başkasına cinayet emri verme babında, Hâherzâde Bekr´e işaretle şöyle denilmektedir:

«Mahcur olan köle birisinin malını telef etse, efendisi onun cinayetini öğrendikten sonra onu satsa,

o mal kölenin rakabesindedir. Alan adam telef ettiği malı ödemek için onu satabilir. Ama eğer

kölenin cinayeti mal değil, nefis ise, bunun aksinedir. Yani bunda âkilesi yanında cinayet îşlediği

efendisi üzerinedir.»

Tatarhâniye´de cinâyetler bahsinin dokuzuncusunda şöyle ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Hacr
« Posted on: 20 Nisan 2024, 05:45:18 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Hacr rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Hacr mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Hacr kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Hacr Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Hacr kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Hacr peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Hacr ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Hacrönlisans arapça,
Logged
05 Şubat 2010, 02:31:56
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 05 Şubat 2010, 02:31:56 »

METİN

İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf´a göre ise, sefih kimse, malını tasarruftan hacredilir. Bu konunun

tamamı Eşbah´ın çeşitli faydalar babındadır.

Ebû Hanîfe´ye göre hür-mükellef kimse fısk, borç ve gaflet sebebiyle de hacredilemez. Ama halka

bâtıl hileleri öğreten gâfil müftü, mesela kadına kocasından ayrılması veya zekâtın sakıt olması için

irtidadı öğreten müftü, câhil tabib ve iflas eden kervancı men edilir.

İmameyne göre ise, sefâhet ve gafletle hür kimse üzerine hacr konulur. Fetvâda da, onun malının

korunması amacıyla, İmameynin görüşüne göre verilir. Fetvâ da ancak İmameynin görüşü

üzerinedir. O zaman üzerine hacr konulan kefih kimse hükümlerde çocuk gibidir.

Ebû Hanîfe ite İmameyn arasındaki bu ihtilaf, feshi mümkün olan ve şakanın iptal ettiği

tasarruflardadır. Ama feshi mümkün olmayan, şakanın ibtal etmediği tasarruflara gelince,

imamların icmaı ile hacir konulamaz. Bundan dolayı musannıf, nikâh, talâk ve köle azadında,

üm-mü´l-veled yapmakta, tedbir etmekte, zekât, fitra ve haccın vücubunda, namaz ve oruç gibi diğer

ibadetlerde, baba ve dedesinin velâyetinin üzerinden kalkmasında, ukubatlarla ikrarının sıhhatinde,

infakta, malının üçte birindeki vasiyetlerinin sıhhatinde baliğ gibidir, demiştir. Yani bunlarda

üzerine hacr konulmaz. Yalnız kefaretlerde köle gibidir. Eşbâh.

Velhâsıl şaka ile ciddiyetin eşit olduğu tasarruflarda mahcurun tasarrufu geçerlidir. Şaka ile

ciddiyetin eşit olmadığı tasarruflarda ise onun tasarrufu nâfiz değildir. Ancak hâkimin izni ile

geçerlidir. Hâniye.

Çocuk baliğ olsa, fakat reşid olmasa, onun malı yirmibeş yaşın» dolduruncaya kadar kendisine

teslim edilmez. Ama bu yaştan önce yaptığı tasarruflar sahihtir. Yirmi beş seneden sonra malının

ona teslimi gerekir. Yani çocuğun talebinden sonra malı ona teslim edilmese, vasisi ona zamindir.

Fakat taleb etmezden önce helâk olursa, zamin olmaz. Mitekim mücteba ve diğer âlimlerin sözü de

bunu ifade eder. Şeyhimiz böyle demiştir.

Yirmibeş yaşından sonra, reşid olmasa bile malı ona vücuben teslim edilir. İmameyn şöyle

demiştir: Onun malı. onda rûşd görülünceye kadar ona verilmez. Onun malında tasarruf etmesi de

câiz değildir. Onlarda rüşd görürseniz mallarını kendilerine verin.» (Nisâ: 6) âyetindeki «rüşd»den

maksat, yalnız malında maslahata uygun davranmaktır. Kendisi fâsik olsa da hüküm değişmez. İbn


Abbas böyle tefsir etmiştir.

Hâkim borçlu hür kimseyi, malını satıp borcunu ödemesi için hapseder. Ve onun borcunu izin

almaya gerek görmeksizin onun parasından öder. Onun borcu dirhem olsa, elindeki para da dinar

olsa, yine öder. Borcu altın ise, istihsanen, gümüş paralarını satar, altınla borcunu öder. Çünkü

semeniyet (mal değeri) bakımından ikisi de birdir. Ama hâkim onun ev eşyasını ve akarını borcu

için satmaz. İmameyn buna karşı çıkmıştır. Yani akarı da, ev eşyası da borcu için satılır. Fetvâ da

İmameynin görüşü ile verilir. İhtiyâr.

İmâmeynin görüşü Kudurî tarafından da sahih görülmüştür. Borçlu kimsenin halen muhtaç

olmadığı malları satılır, öyleyse eğer bir malı ikrar etmiş olsa, o mal ona borçlardan sonra gerekli

olur. Delil veya hâkimin îlmi He sabit olmadığı sürece, istihlâk ettiği bir mal gibi satılan malında

borçlularına ortak olur. Çünkü fiilde hacr yoktur. Yukarıda geçmişti.

İZAH


«Hür mükellef hacredilmez ilh...» Bazı nüshalarda «Hürrün üzerine hacr konulmaz» denilmiştir. Bil

ki, Ebû Hanîfe´ye göre, Sefâhet, borç, fısk ve gafletten dolayı âkil-bâliğ olan bir hürrün üzerine hacr

konulması caiz değildir. İmameyne göre ise, fısk dışında diğerleri sebebiyle hacr konulması caizdir.

İmam Şâfii´ye göre ise. hepsiyle hacr koymak caizdir. Kifâye.

Gâfil müftü, cahil tabib ve müflis kervancının hacrine gelince, bu ıstılâhî bir hacr değildir. Nitekim

gelecektir.

Dürer´in ifadesine göre ise, yine İmameyne göre, fasık müftü de hacredilir. Bu ifade bütün kitapların

ifadelerine aykırıdır. Azmiye´de de bu muhalefete dikkat çekilmiştir. Burada musannıf ve şârihin

sözü ise kapalıdır. Düşünülsün.

«Malı sarfetmek ilh...» Ama malı yersiz israf etmenin dışında içki ve zina gibi günahları işleyenler

ıstılahî manada sefih değillerdir. Kuhistânî.

Öyleyse buradaki sefihten maksat, reşid olduğu halde sonradan sefih olan kimsedir. Zira metinde

geleceği gibi reşit olmadan baliğ olsa, onun malı teslim edilmez.

«Şer´in veya aklın aksine ilh...» Nafakada israf ve boş yere sarfetmek veya faydasız yere harcamak

veya diyanet ehlinin bir maksat saymadığı bir maksat için sarfetmek gibi. Mesela malını türkücü,

şarkıcı ve oyunculara vermesi gibi. Veya uçan bir güvercini yüksek bir fiyatla alması gibi. Çünkü

ticarette aldanmak makbul bir şey değildir. Hayır ve ihsanda hoşgörü meşrudur, fakat yeme ve

içmedeki gibi israf haramdır. Zira Allahu Teâlâ müslümanları medhederken, «Onlar, sarfettikleri

zaman ne israf ederler ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.» (Fûrkan : 67) buyurmuştur.

Kifâye.

«İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf´a göre ise, sefih kimse malını tasarruftan hacredilir ilh...» İleride

metinde aynı ifade gelecektir. Bu sebeple bu ifade burada fazladır, şârihin de buradaki fürûu sahih

değildir. H.

«Fısk ilh...» Yani bir kimse malını boş yere sarfetmiyorsa, fıskı sebebiyle hacredilmez. Çünkü fâsık

malını korumasa bile bütün Hanefî imamlarına göre kendi ve çocukları üzerine velâyet ehlindendir.

Kuhıstânî.

«Borç ilh...» Yani her ne kadar borcu malından fazla olsa bile. Alacaklılar da hâkimden onun

hacredilmesini isteseler bile, borcundan dolayı hacredilmez. Kuhistânî.

«Gaflet sebebiyle ilh...» Yani âkil bir kimse gafletinden dolayı hacredilemez. Çünkü gaflet ifsad

edici değildir. Gâfil kimse zaten gafleti de kasdetmez. Gâfil kimse kâr edecek tasarruflar da

yapamaz. Çünkü kal-binin selâmetinden dolayı satışlarında aldatılır. Zeylâî.

«Men edilir ilh...» Musannıf bu sözüyle burada menden maksadın hakiki hacr olmadığına işaret

etmektedir. Hacr, tasarruflarının nüfuzuna engel olan şer´î mendir. Zira müftü hacrdan sonra

isabetli fetvâ verse, fetvâsı caizdir. Tabib de ilaç satsa, satışı nafizdir. Bundan anlaşılıyor ki

musannıfin kullandığı menden maksat his bakımından mendir. Beday´i´ den naklen Dürer´de olduğu

gibi.

«Utanmaz ilh...» Cevhere de şöyle denilir: «Bir şey kalınlaştığı veya katılaştığı zaman ona macin

denir. Araplar macin kişi dedikleri zaman bundan onun utanmazlığını, hayasızlığını kasdederler. Bu

kelime hâlis bir Arapça değildir.»İbni Kemâl.

«İrtidadi öğreten ilh...» Ve bir de câhilce fetvâ veren gibi. Şurunbulâliye, Hâniye´den.

«Cahil tabib ilh...» Yani hastalara helâk edici ilaçlar içiren doktor. Verdiği ilaç hastalar üzerinde yan


etki yaptığı zaman onu defetme kudreti de yoktur.

«Müflis kervancı ilh...» Yani parası olmadığından deve kiralayamaz. Kendi devesi de yoktur. Deve

alacak malı da yoktur. Yüklerini taşımak için halktan parayı toplar, taşıma zamanı geldiği zaman

yükü taşımaz, kendisi de saklanır. Cevhere.

0 halde böyle müflis kimseler din, beden ve mal için men edilirler. Bu men etmek de iyiliği

emretmek, kötülükten men etmek kısmındandır. Kuhistanî ve diğer kitaplarda olduğu gibi.

Bazı âlimler tarafından bu üç kimseye diğer üç kimse daha ilhâk edilmiştir. Bunlardan birisi yiyecek

maddelerini stoklayan, ikincisi yiyecek maddelerini kıymetiyle satmayıp zulmeden kimse, üçüncüsü

de yanında müslüman olan kölenin satışına engel olan zımmî. Hâkim bu zımmîyi men eder ve köleyi

satar.

Ben derim ki: Emri bil maruf bundan çok daha geniştir. Uygun olan, hastanın da malının üçte

birden fazlasında tasarrufuna engel olunmanın zikredilmesiydi.

BİR UYARI: Bu ifadelerden anlaşıldı ki, bazı sanat şahiplerinin diğer ehil sanatkârlara engel

olmaları câiz değildir. Nitekim Hâmidiye´de de böyle fetvâ verilmiştir.

«İmameyne göre ise sefahet ve gafletle hür kimse üzerine hacr konulur ilh...» Cevhere´de şöyle

denilir: «Bu ittifaklarından sonra İmam Ebû Yûsuf ile Muhammed kendi aralarında ihtilaf

etmişlerdir. Ebû Yûsuf, sefîh ve gâfil kimsenin ancak hâkım tarafından hacredileceğini ve bu

hacirin yine ancak hakim tarafından kaldırılacağını söyler. İmam Muhammed ise, onun malındaki

fesâdı onu hacreder, malındaki ıslâhı ise hacri kaldırır demiştir. Bu ihtilafın semeresi de, Hâkimin

hacr koymasından önceki satışında açığa çıkar. Ebû Yûsuf´a göre bu satış caiz, Muhammed´e göre

ise caiz değildir.»

«Sefâhet ve gafletle ilh...» Bir de, ileride geleceği üzere borçla. Âlimlerden bazıları gaflet yerine

fesad tabirini kullanmışlardır. Burada fesaddan maksat da fısk değildir.

Dürrü´l-Münteka´da şöyle denilmektedir: «İmameyne göre hacrin sıhhati için o kimsenin iflası ile

hükümden sonra hacredilmesi şarttır. İflasla hüküm, sefihin hacrinde şart değildir. Halbuki sefihlik

malın hepsini kapsar. Borçla hacre gelince, bu yalnız elindeki mala hastır. Onun hacirden sonra

kazandığı malda tasarrufu nâfizdir. Nitekim ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

05 Şubat 2010, 02:33:19
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 05 Şubat 2010, 02:33:19 »

DEYN (BORÇ) SEBEBİYLE HACİR ALTINA ALINAN KİMSENİN TASARRUFLARI BAHSİ

«Borçlardan sonra lazım olur ilh...» Yani borçlardan dolayı hacredilen kimse bir mal ile ikrar etse, o

ikrar ettiği malı hacrine sebep olan borçlarını ödedikten sonra öder. Ama bu malda eğer hacrden

sonra istifade ettiği bir mal değilse. Yoksa, ikrar ettiği malı da hacrden sonra istifade ettiği maldan

öder. Nitekim Mevahib ve Hidâye´de de böyledir.

Biz bunu Tatarhâniye ve Mülteka şerhinden naklen zikrettik. Tatarhâniye´de daha sonra «O halde

alacaklıların haklarını iptale sebep olan her tasarrufa hacr tesir. Hibe ve sadaka gibi. Satışa gelince,

eğer kıymetinin misli ile satıyorsa, caizdir. Eğer çok düşük bir fiyatla satıyorsa. caiz olmaz. Alan

müşteri de gabni izale etmekle fesih arasında muhayyerdir. Hastanın satışı gibi. Eğer malını

alacaklısına satsa, sattığı malın semeni ile borcunu takas etse, caizdir. Eğer borçlusu bir kişi ise.

Yok eğer borçlusu çok ise, eğer kıymeti ile satarsa, satışı takassız geçerlidir. Bu mahcur,

alacaklıların bazısının alacağını ödese, bazısınınkini ödemese, yine hasta gibidir» denilmiştir.

Özetle.

«Delil ilh...» Yani. onun ödünç aldığına veya kıymeti karşılığında aldığına şahitlik edenler olursa.

Tatarhâniye.

«Hakimin ilmi ilh...» Mutemed olan, hâkimin kendi ilmiyle satmasının caiz olmamasıdır. T.

«İstihlâk ettiği bir mal gibi ilh...» Zira istihlâk ettiği malın sahibi de alacaklılara dahil olur. Eğer

mehr-i misliyle bir kadınla evlenirse, bunun hükmü de böyledir. İbni Melek.

Onun malı istihlâk etmesinden maksat, yani kendisi ikrar etmeden, malı istihlâk ettiğinin sabit

olmasıdır. Eğer ikrarı ile sabit olursa, buhususta Tatarhâniye´de şöyle denilmiştir: «Borçlu salâh

sahibi olduktan sonra ikrarı kendisinden sorulur. Şöyle ki, ikrar ettiği mal, hacrden önce üzerinde

bir hak mıydı? Eğer evet derse, o mal ile de sorumlu tutulur. Eğer evet demezse sorumlu tutulmaz.

Hacir altındaki çocuk hakkında da cevabın böyle olması gerekir.»

METİN

Bir kimse iflas etse, yanında satın aldığı bir eşya olsa. bunu satıcının izni ile parasını ödemeden

kabzetmiş olsa, satıcı onun semeninde diğer alacaklılarla eşittir. Eğer o eşyayı kabızdan önce veya

sonra iflas etmiş olsa, eşyayı da satıcının izni olmadan kabzetmiş bulunsa, onu satan kimse geri

ister veya semenini ödetmek için hapsettirir.

İmam Şâfii de, «Satıcı satım akdini feshetme hakkına da sahiptir» demiştir.

Hâkim bir kimseyi hacretse, o da davasını ikinci bir hâkime götürse, ikinci hâkim onu serbest

bırakarak tasarruflarına icazet verse, (-Hâniye´de böyledir. Bu görüş Dürer ve Minâh´ta yoktur.-) caiz

olur. Mahcurun malında yaptığı alış-veriş gibi tasarruflar, ikinci hâkimin icazetinden ister önce

olsun, ister sonra, câizdir. Çünkü birinci hacri ictihad konusu olan bir meseledir. O halde onun

birinci hacri, diğer bir hâkimin tasdikine bağlı bulunur.

FER´İ MESELELER:

Gaib olan kimsenin hacredilmesi de geçerlidir. Şu kadar var ki o öğreninceye kadar hacredilmiş

olmaz. Hâniye.

Hacr, rüşdle kalkmaz. Bir kimse reşid olduğunu iddia etse hasmı da onun sefahat üzere kaldığını

iddia etse, ikisi de delil getirseler, uygun olan, onun sefihliğinin kaldığını isbat eden delilinin tercih

edilmesidir. Eşbâh.

Vehbâniye´de şöyle denilmiştir: «İki hasmın birisi ikrarının hacirden önce diğeri de hacr sırasında

olduğunu iddia etseler, hacr sırasında ikrar edildiğini iddia edenin sözü kabule daha layıktır.

Hacredilen kimse bir şey satsa, hâkim de onun satışına icazet verse, fakat müşteriye malın

semenini vermemesini söylese, müşteri buna rağmen semeni öderse, zarar eder. Hâkim o semeni

tekrar alır.»

İZAH

«İflâs etme ilh...» Yani elinde bir kuruş kalmayacak bir duruma düşse, Bazı alimler de. iflas

kelimesini tefsir ederken. dirhemleri varken, sonra dirhemleri gidip fulus sahibi olması demişlerdir.

Misbâh.

Burada iflastan maksat. hâkimin onun iflası ile hükmetmesidir. Biliniz ki, iflas eden kimseye mal

satan adam eğer malin bedelini peşin konuşmuşsa diğer alacaklılara eşit olur. Ama eğer semeni

vadeli ise, diğer borçlulara ortak olmaz. Şu kadar var ki, sattığı malın semenin ödeme vakti

girdikten sonra alacaklının kabzettiğine hisselerine göre ortak olur. Makdisi´de de böyledir.


Sayıhânî.

«Satan adam geri ister ilh...» Yani aldığı malı, satıcıdan izinsiz olarak kabzettikten sonra iflas

ederse, satıcı onu geri alabilir. Musannıfın «hapsettirir» sözü de kabızdan önce ifllas etmesine

bağlıdır. Burada musannıfın iki sözü birbirine telif edip neşretmesi tertibin aksinedir. Düşünülsün.

«Hâniye´de de böyledir ilh...» Şârih bu sözü ile Şurunbulâliye´ye uyarak metin üzerinde kapalılığı

gidermiştir. Zira Hâniye´de olanı nakletmiş, sonra da tasarruflarına icazet vermeyi serbest

bırakılmasına şart kılmıştır.

Ben derim ki: Açık olan şudur ki, hâkimin icazeti onun yaptığı şeylerin caiz olmasının şartıdır.

Yoksa serbest bırakılmasının cevazı için değildir. Metinde zikredilen ise serbest bırakmasının

cevâzıdır. O halde, musannıfın bu sözü metin üzerine bir kapalılığı giderme değil, belki diğer bir

hüküm ifadesidir. Düşünülsün.

«Birinci harci ictihad konusu olan bir meseledir ilh...» Hidâye´de önce bu görüş «Birinci hâkimin

hacri fetvâdır, hüküm değildir» sözüyle açıklanmıştır. Çünkü hakkında hüküm verilen bir şey için

verilen ikinci bir hüküm mevcut değildir. Sonra Hidâye sahibi sözlerine devamla, «Eğer birinci

hâkimin hacri hüküm olmuş olsa, hükmün kendisi ihtilaf edilecek bir konudur. O zaman da tasdik

etmek gerekir» demiştir.

Zeylâî de, «Ta ki gerekli ola, zira, ihtilaf eğer hükmün kendisinde vaki olursa, zaten tasdik lazım

gelmez. Bununla birlikte, üzerinde icma edilmiş bir hüküm de olmaz. Eğer ihtilaf hükümden önce

mevcut ise üzerinde icma edilmiş bir konu olur. O zaman da iki hâkimden birisinin sözü hükümle

tekid edilir. Sonra da hüküm bozulmaz. Ama eğer ihtilaf hükmün kendisinde ise, o zaman ikinci bir

hükümle de ihtilaf hasıl olur. O zaman da üzerinde icma edilen bir konu olması için diğer bir hüküm

lazım gelir. Çünkü ihtilafın varlığından sonra ona hükmedilmektedir. İşte mânâsı budur.»

Şu kadar var ki, burada da kapalılık vardır. Çünkü onda ihtilaf hükümden önce de mevcuttur. Zira

İmam Muhammed bizzat sefahetle de hacredileceği görüşündedir. Onun tasarrufları da asla nâfiz

değildir. O zaman da hükümde ihtilaf olur. Bu ihtilaf da kalmaz. Ta ki bu hükmün cevazına

hükmedilsin.

«Öğrenene kadar ilh...» Yani hacri bilmedikçe. Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: «Eğer

hacredildiğini âdil bir adam haber verir, o da kabul ederse, kendiliğinden hacredilmiş olur. Tasdik

etmese de yine öyledir.» Sonra da, «İzin ile hacr arasında onun mezun olması için kölenin o âdil

kimsenin haberini tercih etmesi ile tasdik etmesi arasında bir fark yoktur. Fakih Ebû Bekr el-Belhî

böyle zikretmiştir. Onun görüşüne dayanılmıştır. Ancak hacirle iznin orasını ayırdetmenin aksine»

demiştir.

«Hacr, rüşdle kalkmaz ilh...» Bu da yine İmam Ebû Yûsuf´un görüşüdür. İmam Muhammed buna

muhalefet etmiştir. Nitekim biz Cevhere´den naklen ihtilafın semeresinin beyânı ile bunu zikrettik.

«Rüşde erdiğinî iddia etse ilh...» Yani hâkim onu hacr koyduktan sonra hacrin iptali için reşid

olduğu iddia etse.

«Eşbâh ilh...» Muhit´te Ebû Yûsuf´un «Sefih ancak hâkimin hacri ile hacrolunur.» sözünün delili

zikredilirken söylenilen «Zahir olan sefihin sona ermesidir.» sözüyle Eşbâh´ta bu söz üzere istidlâl

edilmiştir. Zira onun aklı, onun sefihliğine engeldir.

Eşbâh´ta şöyle denilmiştir: «Dış görünüşün haline... haline şehâdet ettiği delil kabul edilmez.»

Ben derim ki: Zahir, sefihliğin sona ermesinin sefihliğine hüküm verilmezden öncedir. Muhit´in

kelâmının siyakı da buna delâlet eder. Ama onun sefihliğine hüküm verilmezden öncedir. Muhit´in

kelâmının siyakı da buna delâlet eder. Ama onun sefihliğine hüküm verildikten sonra ise -nitekim

bu Eşbâh´ta meselenin mevzuudur- o sefih hükümle tekid edilmiş ve sabit olmuştur. Asıl da o

sefihliğin devamıdır. İmam Ebû Yûsuf´a göre sübutundan sonra hacr ancak hükümle kalkar ifadesi

de delâlet eder. Eğer asıl sefihliğin zevali olsaydı, hâkimin hükmüne ihtiyaç kalmazdı. Bundan

dolayı da Makdisî, Eşbâh hâşiyesinde «Hâkim sefih üzerine hacr konulmasından sonra hâkimin

hükmünün hilâfını iktiza edecek bir şey mevcut değildir. Açık olan sefihliğin bekasıdır» demiştir.

Hamevî de Şeyh Salih´ten bu şekilde nakletmiştir. O zaman uygun olan, sefihliğin zevalinin delilinin

takdim edilmesidir. Bunun misali zikrettikten sonra Allâme Birî şöyle der: «Ben Zahiretü´n-Nâzir´de

sefihliğin sona ermesinin takdim edileceğini kat´i bir ifade ile gördüm.» Bunu Ebussuud nakl ve

ikrar etmiştir.

Hülasa, ben şarihten başka hiç kimsenin Eşbâh sahibine tabi olduğunu görmedim. Allah daha

iyisini bilir.


«Vehbâniye´de ilh...» Birinci b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

05 Şubat 2010, 02:34:06
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 05 Şubat 2010, 02:34:06 »

ÇOCUĞUN İHTİLAMLA BALIĞ OLMA FASLI

METİN


Çocuk ihtilamla, birisini gebe bırakmakla ve meninin inzaliyle baliğ olur. Ama asıl ancak meninin

inzalidir. Kız da ihtilamla, hayız ve gebelikle baliğ olur.

Musannıf kız hakkında inzali sarih zikretmemiştir. Zira inzal, kadında az bilinir.

Kız ve erkekte bunların hiçbirisi mevcut olmasa, bile on beş yaşını tamamladıkları zaman baliğ

olurlar. Fetvâ da bu kaville verilir. Çünkü zamanımız halkının ömürleri kısadır. Erkek çocuk için

büluğun en aşağı zamanı on iki senedir. Kızın ise dokuzdur. Muhtar olan kavil de ancak budur.

Nitekim Ahkâmü´s-Sıgar kitabında da böyledir.

Kız ve oğlan bu yaşlara mürahık olsalar, yani bu yaşa ulaşsalar ve baliğ olduklarını söyleseler, eğer

halin zahiri onları tekzib etmezse, tasdik olunurlar. İmadiye´de de böyle kaydedilmiştir.

On iki yaşından sonra onun ikrarının sıhhati için diğer bir şart daha vardır. O da, mislinin ihtilam

olduğu bir şekilde gelişmiş olmasıdır. Yoksa onun sözü kabul edilmez. Şerhı-i Vehbâniye.

Onlar o zaman hükmen baliğ gibidirler. O halde vücudları geliştiği halde ikrarlarını inkâr etseler,

ikrarları kabul edilmez. Onun kısmet ve satımı da nakzolunmaz.

Şurunbulâliye´de şöyle denilmiştir: «Mürahıkların, «Biz baliğ olduk.» sözleri büluğ sebeplerinin

tefsiriyle birlikte, yeminsiz kabul ediiir.»

Hizane´de de şöyle denilmektedir: «On iki yaşını doldurmadan büluğunu ikrar etse, delili sahih

değildir. Ama on iki yaşından sonra ikrar etse, sahihtir.»

İZAH

Büluğ, lügatte ulaşmak manâsınadır. Istılâhta ise, küçüklük haddinin sona ermesidir. Hacr

sebeplerinden birisi olan küçüklüğün bir sonu vardır. Musannıf bunun beyanı için baliğ olmayı

hacrin sonunda zikretmiştir.

Gulam, İyaz´ın dediği gibi doğumdan büluğ vaktine kadar olan zamana denir.

«İhtilamla ilh...» Maden´de şöyle denilmektedir: «İhtilam», uyuyan kimsenin rüyada görmüş olduğu

cinsî münasebete denir. O rüya ile birlikte genellikle meninin inzali de ortaya çıkar. O halde ihtilam

ekseri bu manâda kullanılır.» T.

«Meninin inzaliyle ilh...» Yani hangi sebeple olursa,olsun.

«Asıl ancak inzaldir ilh...» Zira ihtilam ancak inzalle bilinir. Gebe bırakmak da ancak inzalle

mümkün olur.

«Sarih zikretmemiştir ilh...» Şarihin burada «sarih»le kaydetmesinin sebebi, zira inzal ihtilam ve

gebe bırakma ifadeleriyle zımnen zikredilmiştir.

«Kız ve erkekte bunların hiçbiri bulunmasa ilh...» Bu ibare ifade ediyor ki, etekte kıl bitmesi büluğ

alameti değildir. İmam Şafiî ve bir rivayette Ebû Yûsuf buna muhalefet etmiştir. Sakalın bitmesine

de itibar edilmez. Kızın göğüslerinin büyümesine gelince, Hamevî, kızların göğüslerinin

büyümesinin zahiri rivayete göre büluğ alameti sayılmayacağını zikretmiştir. Sesin kalınlaşması ile

de bûluğa hükmedilmez. Nitekim Hamilî´nin nazmının şerhinde de böyledir. Ebussuud. Yine koltuk

altı ve bacak kıllarının ve bıyıkların bitmesine de itibar edilmez.

«Fetvâ da bu kaville verilir ilh...» Bu kavil imameyne göredir. Aynı zamanda İmamdan da böyle bir

rivayet vardır. Diğer üç mezhep imamı da bununla hükmetmişlerdir. İmama göre ise sözkonusu

alâmetler görülmediği takdirde erkeğin büluğ yaşı on sekiz, kızınki ise on yedidir.

«Zamanımız halkının ömürleri kısadır ilh...» Zira İbn Ömer, Uhud savaşında Rasûlullâh´a

arzedildiğinde yaşı on dört olduğu halde. Rasûlullâh onu reddetmiştir. Sonra Hendek savaşında

yeniden arzedildiğinde, Rasûlullâh kabul etmiştir. Bu defa yaşı on beşti. Zira on beş yaş zamanımız

halkının genel büluğ yaşıdır. Bu yaşın fazlası ihtiyat içindir. O halde hakikatte imamlar arasında

ihtilaf yoktur. Nassın bulunmadığı meselede adet de şer´i hüccetterden birisidir. Şümnî ve diğer

alimler adetin şer´i bir hüccet olduğunu nassen söylemişlerdir. Dürrü Münteka.

«Nitekim Ahkâmü´s-Sıgar kitabında da böyledir ilh...» Bu, Üstürşunî´nin bir kitabının ismidir.

«Mürahık olsalar ilh...» Yani o yaşa yaklaşsalar. İşte mürahık kelimesinin bu anlama geldiğini

«Biriniz sütreye doğru namaz kıldığında sütreye doğru yaklaşsın (mürahık olsun) » kelâmı

göstermektedir. Bu sebeple mürahık denildiği zaman ihtilama yaklaşmış demektir. Mağribî.


«Halin zahiri onları tekzib etmezse ilh...» Musannıfın bu kavli gelecekteki «Mislinin ihtilam olduğu

bir şekilde gelişmiş olmasıdır» kavlinin manâsıdır.

Minâh´ta, Hâniye´den naklen şöyle denilmektedir: «Bir çocuk baliğ olduğunu ikrar etse, ölen adamın

vasisinden hissesini alsa, İbni Fazl, «Eğer o çocuk mürahık ise ve ihtilam oluyorsa, sözü kabul

edilir ve yapmış olduğu taksimde caizdir. Eğer mürahıksa, fakat onun mislinin ihtilam olmadığı

biliniyorsa, onun sözü kabul edilmez. Kısmeti de caiz değildir. Zira zahiren yalan söylemiş

olmaktadır» demiştir. İşte bundan tebeyyün etmektedir ki, bir çocuk on iki yaşından sonra, eğer

misli ihtilam olmayacak bir halde ise, büluğla ikrar ettiği takdirde, sözü kabul edilmez.»

«On iki yaşından sonra ilh...» Camiü´l-Fusuleyn sahibi, doğru olanın «sonra» değil. «ewel» demek

olduğunu iddia etmiştir. Çünkü zammetmiştir ki, bu mürahık olmayan çocuğun şartıdır.

Nurû´l-Ayn´da Cami-ü´I-Fusuleyn sahibinin bu iddiası reddedilerek anlayışsızlıkla suçlanmıştır.

«Şurunbulâliye´de ilh...» Şurunbulâliye´nin ibaresi şöyledir: «Yani onların sözü büluğlarını

bildirecek bir şeyle tefsir edilirler. Onların üzerine yemin de yoktur.»

Ebussuud ise şöyle demektedir: «Zahir olan muhakkak şudur ki, Hamevî´nin Dürerü´l-Bihâr´dan

naklettiği «Onların kavlinin kabulü için mürahık olmanın keyfiyeti sorulduğu zaman beyan etmeleri

şarttır» kavlinden maksat da budur.»

Ben derim ki: «Camiü´l-Fusuleyn´de Nesefî´nin Fetevâ´sından, o da Kadı Mahmud Semerkandî´den

naklen şöyle denilmektedir: «Mürahık bir mecliste büluğunu ikrar etse, ona neyle baliğ olduğu

sorulsa, o da ihtilamla olduğunu söylese, o zaman ona uyandıktan sonra ne gördüğü sorulur.

Çocuk su gördüğünü söylese, o zaman da hangi suyu gördüğü sorulur. Zira sular muhteliftir.

Çocuk meni gördüğünü söylese, o zaman meninin ne olduğu sorulur. O, kişinin kendisinden çocuk

olan suyudur, dese, o zaman da oğlanla mı, kızla mı, yoksa eşekle mi ihtilam olduğu sorulur. O da

oğlanla ihtilam olduğunu söylese, Kadı demiştir ki, «Araştırmak lazımdır. Zira bazen yalan yere de

büluğla ikrar edilir.» Şeyhülislam, «Bu ihtiyat babındandır. Tefsirle birlikte çocuğun kavli kabul

edilir. Cariye de hayızla ikrar ederse, ikrarı kabul edilir» demiştir.

Zahir, odur ki, musannıfın «Tefsir ile birlikte sözü kabul edilir.» kavlinden murad, kendisiyle ihtilam

olunabilecek bir şeyle tefsir etmesidir. İnceden inceye araştırılmasına lüzum yoktur.

«Delili sahih değildir ilh...» Doğrusu, «beyyine» değil, kesinlik ifade eden, «elbette» kelimesinin

kullanılmasıdır. Nitekim Camiü´l-FusuIeyn´de de böyle denilmiştir. Metnin bazı nüshalarında da

böyledir. Veya, doğrusu, ikrarı sahih değildir» denilmesidir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes