> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Gasb
Sayfa: 1 [2]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Gasb  (Okunma Sayısı 4812 defa)
04 Şubat 2010, 21:26:42
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #5 : 04 Şubat 2010, 21:26:42 »



İCAZETİN İTLAFA VE FİİLLERE KATILMASI BAHSİ

«İcâzet itlafa katılmaz ilh...» Bu hükümden Hamevî´nin zikrettiği istisnâ edilmiştir. Hamevî´nın

zikrettiği şudur: «Buluntu bir şeyin sahibi gelse, bulan kimse buluntuyu sadaka olarak vermiş olsa.

mâlik onun sadaka vermesine icazet verse, başlangıçtan izin vermiş gibi olur. Buradaki izin de

mâlikten değil, şâriden hâsıl olmuştur. Bundan dolayı icazet, buluntunun sadaka verilen kimsenin

elınde mevcut olup olmamasına bağlı bulunmaz. Ama fuzûlinin satışına icâzet vermes´t bunun

aksinedir. Yani bunda icazet, satılan malın müşteri elinde mevcut olmasına bağlıdır.»

«Eşbâh, Bezzâziye´ye isnadla ilh...» Yani dava kitabından. Birî´de Bezzâziye´den naklen şöyle bir

şey vardır: «Ölen kimsenin varislerinden birisi, diğer varislerin bulunmadığı bir sırada terekeden bir

ziyafet verse, sonra diğerleri gelerek icazet verseler, daha sonra kendisine bağlı olan bir şey

olmadığı için icazet ona ulaşmaz.»

«İmâdiye´den ilh...» Musannıfın İmâdiye´den naklettiğini Fusûleyn sahibi yirmidördüncü faslın

sonunda, «geçmiş tasarrufla kendisine ulaşan bir icazetle nâfizdirler» bahsinde zikretmiştir. Oraya

başvurunuz.

«İcazet fiillere ulaşır ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn´de şöyle denilmektedir: «Bir kimse borcunu başka

birisiyle alacaklısına gönderse, bu kimse alacaklının yanına gitse ve haber verse, o da razı olarak

«sen onunla bana bir şey al.» dese, sonra o mal helâk olsa, bazı âlimlere göre o borçlunun

malından gider. Bazılarına göre ise, alacaklıdan gider. Sağlam olan görüş de budur. Çünkü

alacaklının diğer kimsenin kabzına razı olması, sanki ona işin başında para verip mal alması için

izin vermesi gibidir. İşte bu açıklama icazetin fiillere ulaşmasının geçerli olduğuna işaret

etmektedir. Sağlam olan da ancak bu görüştür.»

«Musannıf sözlerine devamla, demiştir ilh...» Musannıfın oğlu Şeyh Sait de, «İcâzet ancak teleften

başka fiiller irâde edilirse, fiillere ulaşır. Bu da bütün meşayihin nakli ile amel etmektir. Ama bunu

itlafa da hamletmek mümkündür» demiştir.

Hamevî de şöyle demiştir: «Bazı fiillerdir ki yok etmektir, bazıları da vardır ki icazettir. O zaman

meşayihin sözü yok etmeyen fiillere yorumlanır.» Ebussuud, Eşbâh üzerine.

Ben derim ki: Bezzâziye´de şöyle bir şey zikredilmiştir: «Terzi kumaşı bozsa kumaş sahibi de o

kumaşın fesadını bildiği halde alıp giyse, artık onun bozmasını terziye tazmin ettiremez.» :!

Tatârhânîye´de de, «Bu terzi meselesine kıyasla birçok mesele bilinir.» denilmiştir. Düşünülsün.

«Mâlik olmaz ilh...» Tatarhâniye´de şöyle denilmektedir: «Musannıf kırmakla odunun kıymetinin

artması meselesini zikretmemiştir. Uygun olan odur ki, gasbettiği odunu kırmakla fiyatı fazlalaşsa

bile yine ona mâlik olmamasıdır.»

«Mâlikin o ücret» yemesi helâldir ilh...» Bunda ücretin ecr-i misil miktarı kadar olup olmaması

arasında bir fark yoktur. Eşbâh üzerine Ebussuud.

«Testereyi mâlikten izin istemeden kaynattırsa, mâlikîn hakkı kesilir ilh...» Çünkü âriyet alan onda

bir sanat icra etmiştir.

«Ariyet alanın mâlike kırılmış haldeki testerenin kıymetini vermesi gerekir ilh...» Çünkü kullandığı

sırada kırılmıştır. O zaman ona zamin değildir. Şerh-i Vehbâniye.

Vehbâniye şârihi bunu şu nazmın şerhinde söylemiştir: «Kumaştaki yırtığı, yırtan dikse, o zaman

kumaştaki noksanlığı tazmin eder. Bu da ikisinin arasındaki farktır.» Şurunbulâliye.

«Onun çıkmasıyla damın bir yeri yıkılsa ilh...» Burada «yıkılsa» ile kayda bağlanmasının sebebi

şudur: Başkasının evini kendi evinden ayırmak için, ev sahibinden ve sultandan izinsiz olarak

yıkmış olsa, zamin olur. Ama günahkâr olmaz. Bunun örneği çölde arkadaşında ekmek olduğu

halde aç kalsa, onu zorla alır, sonra da tazmin eder. Ona bir günah da yoktur. Tatarhâniye.

Bu ifadenin açık anlamı, eğer sultanın emri ile yıksa, zamin olmaz. Şeyh Hayreddin diyor ki: «Bunun

delili şudur: Sultanın genel bir velâyeti vardır ki, genel zararı kaldırmak için onun izni geçerlidir.»

Ben derim ki; Acık olan odur ki, bir diğerinin yıkılmaya yüz tutmuş olsa dahi evini yıkan zamin olur.

Zira bunun mislini şârih «batması yakın gemi» meselesinde zikretmiştir.

«Ancak onun izni ile girebilir ilh...» Musannıf burada «ev» ile kaydetmiştir. Zira Tatarhâniye´de şöyle

bir şey vardır: «Birisi diğerinin yerinden geçmek veya o yere inmek istese, eğer o yerin duvarı veya

duvara benzer bir perdesi varsa, oraya inemez ve geçemez. Zira o duvar veya perde, mülk sahibinin

razı olmadığını gösterir. Yok eğer duvar veya perde yoksa, onun geçmesinde veya inmesinde bir

sakınca yoktur.»


Kübrâ adlı eserde «Bu geçme veya inme meselesinde geçerli olan halkın adetidir» denilmiştir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Gasb
« Posted on: 28 Mart 2024, 14:38:49 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Gasb rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Gasb mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Gasb kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Gasb Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Gasb kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Gasb peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Gasb ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Gasbönlisans arapça,
Logged
04 Şubat 2010, 21:28:16
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #6 : 04 Şubat 2010, 21:28:16 »

BAŞKASININ EVİNE İZİNSİZ GİRMENİN CEVÂZI BAHSİ

«Savaş durumunda girebilir ilh...» Yani o eve düşmanlar girmişse, askerler düşmanla savaşmak

için o eve izinsiz olarak girerler.

«Bildirdiğinde ev sahibinin elbiseyi alacağından korksa ilh...» Uygun olan sahih kimselerin o

adamın elbisesini almak için girdiğini bilmeleri gerekir. Eğer ev sahibinin almasından korkmuyorsa,

zaruretsiz olarak girmesi caiz değildir. Zâhîre.

Zahîre´de diğer bazı meseleler daha vardır. O meselelerin bir kısmı şunlardır: «Birisi diğerinin evine

girerek onun elbisesini zorla alsa, elbise sahibinin hakkını almak için onun evine girmesinde bir

sakınca yoktur. Zira zaruret halleri istisnadır. Bir kimsenin su yolu, başkasının evinin altından

geçse, adam yolunu tamir etmek istese, oraya evin altından girmek mümkün değilse ev sahibine ya

yapması için adama izin vermesi veya kendisinin yapması söylenilir. Ey sahibi adamı bırakmasa,

kendisi de yapmasa, izinsiz olarak eve girerek su yolunu tamir eder. Birisi evini kiraya vererek

kiracıya teslim etse, imameyne göre kiracı razı olmasa bile evin halini görmek ve tamirat yapmak

için girebilir. Ebû Hânife´ye göre ise, kiracı razı olursa girer. razı olmazsa giremez.»

«Vakıf ise yine böyledir ilh...» Yanı kabri kazma ücretini alır. Eşbâh bunu bir bahis olarak zikretmiş

ve şöyle demiştir: «Vakıf yerin mübah kabilinden olması uygundur. O halde cenazeyi gömen kazma

ücretine zamindir. O zaman vakıf şeklinde musannıfın tazminatta susması, mübah olan bir yerde de

cenazeyi gömene kazma ücretinin tazmin ettirilmesine yorumlanır.»

Ebussuud hâşiyesinde Makdisî´nin hâşiyesinden naklen şöyle denilmektedir: «Bu hüküm, eğer o

yer defn için vakfedilmişse böyledir. Ama eğer o yer gelir getirmesi için bir mescide vakfedilmişse,

o zaman mülk gibidir. Yani vakfın mütevellisi cenazeyi çıkarabileceği gibi ekin için düzeltebilir de.

«Eğer yer genişse mekruh değildir ilh...» Yani defin mekruh değildir. Bunun örneği şudur: Bir

kimse mescide bir seccade serse veya bir tekkeye gitse, diğer birisi de gelse, eğer yer geniş ise

seccade seren adam zahmet veremez. Yok eğer yer geniş değilse birinci kimseyi sıkıştırabilir.

Velvâlicîye.

Bu ifade ediyor ki, yer geniş olmasa dahi defin mekruh değildir. O zaman burada şarihin «eğer yer

genişse» ifadesi doğru değildir. Bu dediğim de gizli değildir.








İZNİ OLMADAN BAŞKASlNIN MALINDA TASARRUFUN CEVÂZI BAHSİ


«Eşbâh´ta zikredilen birkaç mesele müstesnadır ilh...» Birincisi, baba veya evlât diğerinin hasta

olması halinde, izinsiz olarak onun malından ihtiyacı olan şeyleri alabilir. Ama onun malını alamaz.

Seferde olan iki arkadaşın hükmü de yine böyledir. Bunlardan birisi hasta olan arkadaşının

ihtiyacını onun parası ile ve izin almadan temin edebilir. Zira sefer-de arkadaş insanın ailesi

yerindedir.

İkincisi: Emânetçi emânet verenin baba veya annesine, hâkimin, görüşünü almanın mümkün

olmadığı bir durumda, emanet maldan nafaka verse istihsânen zamin olmaz. Kenz sahibinin bu

konuda zamindir demesi hâkimin reyine başvurma imkânının olmasına hamledilir.

Üçüncüsü : Seferde birisi ölse, arkadaşları onun malını satarak parasıyla onu defnetseler, kalanını

da ailesine götürseler istihsanen zamin olmazlar. Veya birisi yolda bayılsa, onun malından ona

yedirseler. yine zamin değillerdir.

İmam Muhammed´den şöyle bir şey hikâye edilmiştir: İmam Muhammed´in bir öğrencisi ölür. Onun

tachizi için kitaplarını satar. İmam Muhammed´e onun, kitaplarının satışını vasiyet etmediğini,

dolayısıyla nasıl sattığını sorarlar. Bunun üzerine İmam Muhammed şu âyeti okur: Allah

düzeltenden bozanı ayırt etmesini bilir.» (Bakârâ : 220) O halde İmam Muhammed´in bu işini kıyas

edildiğinde, diyaneten de zamin olmaz. Ama hükümde zamin olur.

Ticaretle izinli olan bir kölenin efendisi ölse, o da yolda onun malından harcasa, hüküm yine

böyledir. Yani zamin olmaz.

Mahalle halkından bazıları mütevellisi olmayan mescidin gelirinden mescide hasır ve benzeri şeyler

için sarfetseler, yine zamin olmazlar.

Büyük varisler, vasileri olmadıkları halde küçük varislere hisselerinden yedirseler veya vasi Kadı

bilmediği halde ölünün üzerindeki bir borcu ödese, bunlarda diyaneten zıman yoktur. Eşbâh ve

haşiyelerinden.

Tatarhâniye´de şöyle denilmektedir: «Bir kimse ocakta odun olduğu halde ocağın üzerine güvecini

koysa. bir diğeri de gelerek ocağı yaksa, yemek pişse, ocağı yakan kimse istihsânen zamin olmaz.

Bu cinsten beş mesele vardır. Bunlardan birincisi yazdığımızdır. İkincisi: Adam başkasının

buğdayını öğütse zamin olur. Ama eğer mâlik buğdayı değirmenin ambarına koysa, değirmenin

taşını çevirecek eşeği de bağlamış olsa, bir diğeri gelerek o eşeği sürerek buğdayı öğütse, zamin

değildir. Üçüncüsü: Başka birisinin destisini kaldırsa, desti kendiliğinden kırılsa, zamin olur. Ama

eğer destiyi sahibi kaldırsa, kendine doğru eğilse, bir diğeri gelerek ona yardım etse, desti kırılsa,

zamin olmaz. Dördüncüsü: Birisinin hayvanına yük yüklese, hayvan helâk olsa zamin olur. Ama

eğer hayvanın sahibi hayvana bir şey yüklese, hayvanın sırtından o yük düşse, bir diğeri de aynı

yükü hayvana yüklese hayvan helâk olduğu takdirde zamin olmaz. Beşincisi: Bir diğerinin

kurbanını, kurban kesim günlerinin dışında kesmesi caiz değildir. Kestiği takdirde zamin olur. Ama

eğer bayram günlerinde kesse caizdir ve zamin değildir. Yine şu mesele de bu meselelerin

cinsindendir: Bir kimse binasını yıkmak için hazırlık yapsa, bir diğeri de gelip binayı yıksa,

istihsânen zamin olmaz. Kasabın koyununu kesse, eğer kasap koyunun ayaklarını bağladıktan

sonra kesmişse, zamin değildir. Yok eğer kasap bağlamadan kesmişse, zamin olur. Bu cins

meselelerin hepsinde kaide şudur: Yapılmasında fark olmayan meselelerde, delâlet yoluyla yardım

talebi sabittir. Delâleten yardım talebi sabit olan işleri bir başkasının yapması da caizdir. Yok eğer

işin yapılmasında in-sanlara göre fark varsa, o zaman câiz değildir. O halde birisi koyunu kestikten

sonra derisini yüzmek için assa, bir diğeri gelip onu soysa, zamin olur. Çünkü soyma bakımından

insanlar birbirinden farklıdır.» Özetle.

Kınye´de şöyle denilmektedir: Ortaklardan birisi ortağına ait olan eşeği alarak onunla un öğütse,

eşek ölmüş olsa, eşek sahibinin delâlet yoluyla izni olduğundan zamin değildir. Bunun cevabı örf

ile şöyle bilinmiştir: Delâlet yoluyla iznin bulunduğu yerde, her ne kadar açık izin bulunmasa da,

zamin olmaz. Meselâ, oğlunun eşeğini veya babasının eşeğini babasından izinsiz çalıştırsa, eşek

öldüğü takdirde zamin olmaz. Veya kendi işi için karısının cariyesini gönderse, cariye isyan edip

kaçtığı takdirde zamin olmaz. Çünkü kocanın malını kullanma hususunda karısının açık olmasa bile

dolaylı yoldan izni vardır.

«Sıpaya zamin olur ilh...» Bu «zamin olur» sözü Mirâç, Bezzâziye ve diğer kitaplarda olan. «eğer o

sıpayı anası ile sürmezse, zamin olmaz» sözüne aykırıdır. Biz bunu gasb bahsinin başlarında

Zeylâî´den naklen takdim ettik. Şu kadar var ki, Şurunbulâliye Kadıhân´dan şunu nakletmiştir:

«Uygun olan, yine onun sıpaya zamin olmasıdır. Zira sıpa ancak annesiyle sevkedilir.» Nitekim


fakihler «Birisi buzağıyı gasbetse, annesinin memeleri kurumuş olsa, o buzağıya ve sütünün

kurumasından dolayı annesine gelen noksanlığa zamindir» demişlerdir.

Ben derim ki: Eğer bu mesele meşâyihin çıkardığı meselelerden ise Kadıhân´ın tercih ettiği şekil

güzeldir. Bundan dolayı da İbni Vehbân Kadıhân´ın tercihi yönünde bir yol izlemiştir. Ama eğer

mesele müctehidden nakledilmiş ise, müçtehide uymak daha güzeldir.

«O malın değîşmesinde ilh...» Açık odur ki, burada tazmin edilecek olandan maksat, sıpadır. Zira

sıpa helâk olduğunda hali değişmiştir. Gâsıb da onu helâk edecek bir fiili olmadığı halde onu zamin

olmaktadır.

«Ondan su içebilir mi ilh...» el-cevap: Evet. Eğer ırmağın yönünü değiştirmiş ise ondan su içmesi

veya abdest alması mekruhtur. Zira gasbın eseri yolunu değiştirmekle ırmakta açığa çıkmıştır. Yok

eğer yolunu çevirmemişse, ondan su içmesi veya abdest alması mekruh değildir. Zira su içme ve

abdest alma konusunda herkesin hakkı sabittir. İbni Şıhne.

«Temiz olduğu halde temizleyici olmayan bir nehir var mıdır ilh...» el-cevap: Seri attır. Yani nehir

kelimesi at anlamına gelmektedir. Ata bahır da denilir. Çünkü bazı müfessirler, «Mısır hükümdarlığı

ve altımda akan ırmaklar benîm değil mi?» (Zuhruf: 51) ayetindeki «altımdan akan ırmaklar» tabirim

«atlar» olarak tefsir etmişlerdir. Yine Rasûlullâh sallallahü aleyhi vessellem atı hakkında, «Biz onu

bahır olarak (deniz) bulduk.» buyurmuştur. İbnî Şıhne. Allah daha iyisini bilir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Şubat 2010, 21:31:04
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #7 : 04 Şubat 2010, 21:31:04 »

METİN

Gâsıb, gasbettiği malı kaybetse ve kıymetini mâlikine tazmin etse, biz Hanefîlere göre ona mâlik

olur. Ona mâlik olması da gasb vaktine istinad eder. O zaman gasbettiği malın kazançları da ona

teslim edilir ama yavruları değil. Mülteka.

Gâsıb ile mâlik malın kıymetinde ihtilâf ederlerse, muteber olan söz, yemini ile birlikte gâsıbındır.

Eğer mâlik kıymetin daha fazla olduğuna dair delil getirmemişse bu böyledir. Eğer malik delil

getirmişse veya her ikisi de delil getirmişse, o zaman makbul olan söz delili ile birlikte mâlikindir.

Gâsıbın delili kabul edilmez. Zira ziyadeyi nefyetmek üzere delil getirmektedir. Sahih olan da ancak

bu görüştür. Zeylâî.

Musannıf Bahır ve Cevâhir´den şunu nakletmiştir: «Gâsıb veya haddi aşan emânetçi «Ben

gasbedilenin veya emanetin kıymetini bilmiyorum. Şu kadar var ki onun kıymetinin malikin

dediğinden az olduğunu biliyorum.» dese, o zaman makbul olan söz yemini ile birlikte gâsıbındır.

Ama beyan etmeye zorlanır. Eğer beyan etmezse, o zaman mâlikin iddia ettiği ziyade üzerine yemin

teklif edilir. Eğer mâlik de yine ziyade üzerine yemin ederse, kıymeti alır.»

Kaybolan gasbedilmiş mal sonradan ortaya çıksa, gasb gasbedileni alır, kıymetini verir. Veya

kıymetini vermişse o gasbedileni malikine geri verir, kıymetini alır. Bu zikredilenler bizim

kitabımızın özelliklerindendir. Hatırda tutulsun.

Kaybolan gasbedilmiş mal açık olduğunda kıymeti gâsıbın tazmin ettiğinden daha fazla olsa veya

sağlam görüş üzere misli veya azı olsa İnâye -uygun olan, kıymetinin daha fazla olması görüşünü

terketmesiydi- gâsıb kıymeti kendi sözüyle tazmin etmişse, o zaman mâlik o gasbedileni alır almış

olduğu karşılığı geri verir veya tazminatı tasdik eder. O zaman kıymeti az olsa bile gâsıb için de

muhayyerlik yoktur. Çünkü onu kendisine kendi ikrarı ile gerekli kılmıştır. Bunu Vanî zikretmiştir.

Evet, gâsıb ne zaman kıymetini tazmin ederek mala mâlik olsa, o zaman ayıp ve görme

muhayyerliği sâbit oIur. Müctebâ.

Gâsıb eğer malikin sözü, delili veya kendinin yeminden kaçınmasıyla malı tazmin etmişse, o zaman

mağsub masıbındır, mâlike de muhayyerlik yoktur. Çünkü mâlik razı olmuştur. Zira yalnız gasıbın

tazmin ettiği miktarı iddia etmiştir.

Gâsıb gasbedilen malı satsa, mâlik de ona tazmin ettirmiş olsa, gâsıbın satışı geçerli olur.

Gâsıb gasbedilen köleyi azad etse, sonra da tazmin etmiş olsa, azadı geçerli olmaz. Ama köleyi

sattığı müşteri azad etmiş olsa, bu sağlam görüşe göre geçeri olur. İnâye.

Zira eksik mülk, satım akdinin geçerli olması için yeterli ise de azad için yeterli değildir.

Gasbedilen malın şişmanlık ve güzellik gibi bitişik veya sütü ve meyvesi gibi ayn fazlalıkları emânet

hükümlerine tabidir. Onlara tecavüz etmediği veya mâlikin talebinden sonra men etmediği sürece

zamin olmaz.

Mâlik eğer güzellik ve şişmanlık gibi bitişik bir fazlalığı taleb ederse, zamin olmaz. Gûsıb câriyeye

doğumla gelen noksanlığı tazmin eder. Bu noksanlık tamamlamaya yeterli olursa çocuğun kıymeti


veya onun gurresi ile tamam olur. Eğer tamamlanmazsa, onun hesabı kadar düşülür.

Cariye ölse, çocuk da onun kıymetini karşılamış olsa, yeterli olur. Sağlam olan görüş de budur.

İhtiyar.

Gâsıb gasbedilen câriye ile zina etse, onu gebe olarak mâlikine iade etse, doğumda o cariye ölse,

gebe kalmazdan önceki kıymetiyle gâsıb cariyeyi tazmin eder. Ama hür bunun aksinedir. Çünkü hür

kadın gasb ile tazmin edilmez. Zira gâsıbın zamin oluşu, geri vermenin fasid oluşundan sonra

devam eder.

Gâsıb câriyeyi sıtmalı olarak geri verse, zamin olmaz. Eğer câriye gâsıbın yanında zina etse, gâsıb

câriyeyi geri verse, cariyeye had vurulsa ve câriye ölse. hüküm yine böyledir. Mültekâ.

Gâsıb câriye ile zina ederek onu ümmü´l-veled yapsa, neseb sâbit, çocuk da köle olur.

Gasbedilen malın menfaatleri, gâsıb o menfaatlerden ister istifade etsin, ister etmesin, bize göre

yukarıdaki hükmün aksine tazmin edilmez. Metinlerin bazılarında «gasbın menfaatleri mazmun

değildir...» sözü mevcuttur. Şu kadar var ki, bu söz, gelecekteki müslümanın şarabı sözünün atfına

uygun değildir. Ancak üç şeyde gasbın menfaatleri tazmin edilir. O halde müteahhirün âlimlerin

ihtiyarı üzere, ecr-i misil vermesi gerekir.

İstisna olan meseleler şunlardır: Gasbedilen mal oturmak veya galle, getirmek için vakıf olursa

veya yetim malı olursa, menfaatlerinin ecr-i mislini verir. Ancak yetim malı meselesinde de şu

mesele istisna edilmiştir: Yetimin annesi kocası ile birlikte ücretsiz olarak yetimin evinde otursa,

onlara oturmak yoktur. Onlar üzerine ücret de yoktur. Eşbâh´ta da Kınye´nin vasiyetler bahsine

nisbetle hüküm böyledir.

Ben derim ki: Yetimin ortağının yetimin evinde oturması hali de istisna edilmiştir. Çünkü

musannıfın Kınye ve diğer eserlerden naklettiğine göre ortağın üzerine de hiçbir şey gerekmez.

Bazı âlimler tarafından da «Yetimin evi vakıf evi gibidir» denilmiştir.

Ben derim ki: Her iki fer´i de mütekaddimün fakihlerin «ücret yoktur» sözüne hamletmek

mümkündür. Ama güvenilen görüşe gelince, yetim çocuğun evi vakıf gibidir. O halde yetimin

annesinin, kocasının veya ortağının da ücret vermesi vacibtir. Çünkü annesinin oturacak yeri

kocasının üzerine vâcibtir. Koca da yetimin evinin gâsıbıdır. O zaman kadının kocasının ücret

vermesi gerekir. İbni Nüceym de böyle fetvâ vermiştir.

Bu mesele Seyrefiye´de «Eğer yetimin engel olmaya gücü yeterse, o zaman ücret yoktur» şeklinde

açıklanmıştır. Eğer men´e kadir değilse, Seyrefiye´de olan tafsilat zahir değildir.

Eğer engel olmaya gücü yetmezse, Seyrefiye adlı eserdeki ayrıntı açık değildir. O zaman o ücret

mutemed görüş üzere yetimin annesinin kocasının üzerine vacibtir, annesinin üzerine değil.

Nitekim bu, Tenvî-rü´l-Besâir´de de ifade edilmiştir.

Sonra Hâniye´den şunu nakletmiştir: «Ev meselesi de tarla meselesi gibidir. Ortaklı evde oturma

eve zarar vermediği takdirde, hazır olan kişi oturabilir. Sonra da gaib olan ortak, ortağının oturduğu

kadar evde oturabilir.»

Fakihler demiştir ki: «Fetvâ Hâniye´den nakledilenin üzerinedir. »

İZAH


Musannıf gaspla ilgili ön bilgileri ve gâsıbın tazminatla gasbedilene nasıl mâlik olacağını

zikretmiştir. Bu fasılda da gasb meseleleri ile bitişik olan meseleleri zikretmektedir. Zaten

musannıfların adeti de budur. Nihâye.

«Kaybetse ilh...» Uygun olan musannıfın burada «gaib olsa» demesiydi. Zira böyle deseydi

«Gasbettiği köle isyan ederek kaçsa, gâsıb da onun kıymetini tazmin ettiği takdirde ona mâlik

olur.» meselesini de kapsamına alırdı. Bunu Tûri ifade etmiştir. Tûrî ayrıca, «Kaybetmenin hükmü

de bundan öncelikle bilinirdi» demiştir.

«Kıymetini mâlikine tazmin etse ilh...» Yani mâlik tazminatı isterse. Yok eğer istemezse gasbedilen

mal bulunana kadar sabreder," İnâye´de olduğu gibi. H.

«Biz Hanefîlere göre mâlik olur ilh...» Yani Şâfiîlerin aksine. Zira yukarıda geçtiği üzere gasb

mahzurlu bir şeydir. Mülke sebep olmaz. Müdebber kölede olduğu gibi. Bizim için delil şudur:

Gâsib malın bedelini tam olarak teslim etmiştir. Gasbedilen malda bir mülkten diğer bir mülke

nakletmeye elverişlidir. O zaman gâsıbtan zararı def için gâsıb ona mâlik olur. Ama mübedder

bunun aksinedir. Çünkü o, nakle elverişli değildir. İbn Kemâl.


«Kazançları da ona teslim edilir ama çocukları değil ilh... Bu görüş musannıfın «gasb vaktine

istinad eder» sözünün ayrıntısıdır. Çünkü gasb vaktine istinadla sabit olan mülk eksiktir. Bir

yönüyle sabit diğer yönüyle ise sabit değildir. O zaman o mülkiyetin eseri, ayrı olan bir ziyadede

ortaya çıkmaz. İnâye ve Gâyetü´l-Beyân´da olduğu gibi.

Fark şudur: Çocuk ayrıldıktan sonra annesine tâbi değildir. Kazanç ise bunun aksinedir. Çünkü o

bir yararın bedelidir. O zaman o sırf onu kazanana tabidir.

Ben derim ki: Bunun açık şekli şudur: Kazançlardan maksat, mutlaka güzellik ve semizlik gibi

bitişik olan ziyadedir. Çocuktan maksat da mutlaka süt ve meyve gibi ayrı olan ziyadedir. O zaman,

ayrı olan ziyade ona teslim olunmaz. Gâsıb tazminatla gasbedilene mâlik olduğundan. Buna da

yukarıda geçen delâlet etmektedir.

Zeylâî´nin görüşü de şöyledir: «Bitişik ziyade ile kazanç bunun aksinedir. Çünkü o tabidir. Ama ayrı

olan ziyade böyle değildir. Mevkuf olan veya kendisinde muhayyerlik bulunan satım akdi de bunun

aksinedir. Çünkü mevkuf olan satım akdi de muheyyerlik bulunan satım akdi de yine ayrı ziyadeye

malik olur. Zira satım akdi, mülke sebep olarak konulmuştur. O zaman her yönüyle mülkiyet satım

akdine dayanır.»

«Söz, yemini ile birlikte gasıbındır ilh...» Yani söz gâsıbındır. Çünkü gâsıb mâlikin iddia ettiği

ziyadeyi «Bunun kıymeti ancak on´dur» sözüyle inkâr etmektedir. Minyetü´l-Müftî.

«Söz delili ile birlikte mâlikindir ilh...» Zira mâlikin delili ziyadeyi ispat etmektedir.

Nihâye´de şöyle denilmektedir: «Bu davada mâlikin gasbedilen malın vasıflarını zikretmesi şart

değildir. Diğer davalar bunun aksinedir.» Bu ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Şubat 2010, 21:32:21
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #8 : 04 Şubat 2010, 21:32:21 »

GASBEDİLEN MALIN MENFAATLERİNİN TAZMİNİ BAHSİ

«İster istifade etsin, ister etmesin ilh...» Birincisinin şekli şöyledir: Gasbettiği köleyi bir ay

çalıştırdıktan sonra sahibine geri vermesidir. İkincisinin şekli ise; Köleyi gasbetse, bir süre yanında

tuttuktan sonra çalıştırmadan sahibine geri vermesi tarzında olur. Dürer adlı eserde olduğu gibi.

«Bize göre ilh...» Yani Şâfiî´ye hilâfla bize göre zamin değildir. Şu kadar var ki bazı metinlerde

bulunan ifade, gelecekteki «Müslümanın şarabı sözünün atfına uygun değildir.»

«Vakıf olursa ilh...» Yani onun zatı gibi menfaatleri de tazmin ettirilir. Bu durum Aynı ve diğer

kitaplardan naklen, akarın gasbı meselesinde zikredilmiştir.

Velvâliciye´de şöyle denilmektedir: «Gasbettiği vakıf yerinin kıymetini tazmin etmesine

hükmedildiği takdirde gâsıbtan kıymeti alınır ve o kıymetle başka bir arazi alınır. O yer de birinci

vakıf şeklinde vakfedilir.»

«Oturmak veya gelir getirmek için ilh...» Ben diyorum ki, oturma ve gelir getirme dışında câmi gibi

şeye vakfedilmiş olsa da böyledir. Zira Allâme Makdisî, bir kişi haddi aşarak bir camiye el koyup

onu kahve yapsa, onun işgal ettiği süre için ecri misil vermesi hususunda fetvâ vermiştir. Nitekim

Fetevâ-yı Hayriye ve Hamidiye´de de böyledir.

«Yetim malı olursa ilh...» Ben diyorum ki, Bezzâziye´de olduğu gibi bizzat yetimin kendisinin hükmü

de böyledir. Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: «Yetim bir çocuğu hasımları hâkimden izinsiz ve

ücretsiz olarak bir işte bir süre çalıştırsalar çocuk baliğ olduktan sonra, eğer yemesine ve içmesine

harcadıkları ecr-i misli karşılamazsa, çocuk onlardan ecri misil taleb eder.» Fetevâ-yı Hayriye ve

Hâmidiye´de de böyle fetvâ verilmiştir.

Kınye adlı eserin icare bahsinde şöyle denilmektedir: «Bir kimse hür bir çocuğu gasbederek ücretli

bir işe verse, çocuk çalışsa, ücret iş aktini yapanındır.» Sonra da kapalı bir biçimde ücretin çocuğa

ait olduğunu ve doğru olanın da bu olduğunu söylemektedir.

Müntekâ´da şöyle bir şey zikredilmiştir: «Bir kimse kölesini birisine bir seneliğine iş akdi yaparak

verse, sonra köle efendisinin kendisini iş akdiyle vermezden önce azad ettiğine dair delil ikâme

etse, ücreti köle alır ilh...»

«Yetimin annesi kocası ile birlikte ücretsiz olarak yetimin evinde otursa ilh...» Yani çocuğun velisi

ile bir kira akti yapmadan otursalar.

«Onlara oturmak yoktur ilh...» Yani onlara oturmak haramdır.

«Ortağının yetimin evinde oturması hali de istisna edilmiştir ilh...»

Yani bir ev yetim çocuk ile baliğ arasında ortaklı olsa, baliğ bir süre otursa.

«Yine yetimin evinde akitsiz olarak bir yabancı da otursa ilh...» Yani çocuğun evinde annesi ve

ortağı olmayan bir yabancı otursa, yine tazminat yoktur.

«Yetimin evi vakıf evi gibidir» denilmiştir ilh...» Yani menfaatlerin tazmininde yetimin evi de vakıf

malı gibidir. Bu da müteahhirün fakihlerin görüşüdür. Şârihin sözünde geleceği gibi dayanılan söz

de budur.

«Her iki fer´i de mütekaddimün fakihlerin «ücret yoktur» sözüne hamletmek mümkündür ilh...» Yani

yetimin annesinin yetimin evinde oturması böyledir. Hamevî bunu açık olarak ifade etmiştir.

Birinci fer´in mütekaddimün fakihlerin görüşüne hamlini ise Minâh sahibi açıklamıştır.

«Güvenilen görüşe gelince ilh...» Yani buna göre artık istisna yoktur. Bundan dolayı Allâme Birî,

«Müellife hayret ediyorum ki gerekçesiz olarak fetvâ verilecek bir görüşten nasıl dönmüştür»

demiştir. Müellifin dönmesinden kaçın.

«Kadının kocasının ücret vermesi gerekir ilh...» Zira ücret gasbedene tabi olanlara değil,

gasbedene vacibtir. Birî Muhit´ten şöyle nakletmiştir:

«Eğer kadının kocası yoksa, ihtiyacı olma hükmüyle kadın yetim çocuğunun evinde ücretsiz olarak

oturabilir. Eğer kocası varsa, oturamaz. Bir kadın kendi evi olduğu zaman çocuğunun evinde

oturmaması gibi. »

«Seyrefiye´de olan ilh...» Seyrefiye´de olan ifade şöyledir: «Kadın kocası ile birlikte küçük yetim

oğlunun evinde otursa, eğer çocuk oturmalarına engel olacak bir durumda değilse, yani çocuk altı

veya yedi yaşında ise, o zaman kadının ecri misil vermesi gerekir. Zira kadının kocası olduğundan

muhtaç değildir. Eğer çocuk engel olmaya kadir bir durumda ise, o zaman kadının üzerine ücret

yoktur.»


Seyrefiye´de Muhit adlı eserden naklen Birî´den olan ifadeye muhalefet vardır. Zira Birî meseleyi

şöyle farzetmiştir: Kadın kocasının izini olmaksızın çocuğunun evinde oturması halinde bu durum

gerçekleşir. Bir de çocuğun men etme kudretinin süresini takdir etmiştir. Ki bu da çocuğun on

yaşında veya daha fazla olmasıdır. Bu ifadenin açık anlamına göre kadın kendi başına oturmuştur.

Çocuk da eğer sekiz veya dokuz yaşında olsa, kadına ücret gerekir.

«Açık değildir ilh...» Açık olmamasının şekli de şöyledir: Çocuğun engel olmaya gücü de yetse

çocuk olduğu için teberru etmesine itibar edilmez.

«Güvenilen görüş üzere ilh...» Yani mutemed görüş üzere yetimin malı da vakıf gibidir.

Tenvîrü´l-Besâir´de de hüküm böyledir. Bazı âlimler tarafından da denildiği, hüküm Seyrefiye´de

olduğu gibi değildir.

«Kocasının üzerine vâcibtir ilh...» Yani oturdukları evin ücreti kadının üzerine değil kocasının

üzerine vâcibtir.

Ben derim ki: Bizim Muhit adlı eserden naklen zikrettiğimiz ifadeye binaen ücret kocanın üzerine

değil, kadının üzerine vacibtir.

«Sonra Hâniye´den şunu nakletmiştir ilh...» Önce İmâdiye´den o da İmam Muhammed´den şunu

nakletmiştir: «İki kişi arasındaki ortak bir toprakta hazır olan kimse ekilmenin" tarlaya menfaatli

olduğunu bilirse tarlanın tamamını eker. Gâib olan ortağı geldiği zaman o yerin hepsi ile o süre

kadar o yerden menfaatlenir. Çünkü gâib olanın rızası o kadarıyla delâleten sâbittir. Eğer hazır

ortak ekmenin tarlaya noksanlık getireceğini bilirse, ekemez. Çünkü rıza sâbit değildir.»

Sonra da Kınye adlı eserden şunu nakletmiştir: «Hazır olan ortağın müşterek mülkte ücret vermesi

gerekmediği gibi gâib olan ortak tarlayı o süre kadar kullanma hakkına da sahip değildir. Zira

nöbetleşe kullanmak ancak husumetten sonra olur.» Sonra da sözlerine devamla, «Bunların

arasında birbirine aykırılık vardır. Ancak yer meselesi ile ev meselesinin arasını ayırmak gerekir. Bu

da uzaktır. Veya bunların ikisi. iki ayrı rivayettir» demiştir.

Sonra da Hâniye´den şunu nakletmiştir: «Ev meselesi tarla meselesi gibidir. Bir eve ortak olan gâib

kimse de daha önce hazır olan kimse de ortağının oturduğu süre kadar oturma hakkına sahiptir.

Meşâyih de bunu istihsan yoluyla kabul etmiştir. İmam Muhammed´den de bu şekilde rivayet

edilmiştir. Fetvâ da bu şekildedir.» Özetle.

Birî de Hâniye´nin ifadesini mufassal olarak naklederek ikrar etmiştir. Onun gibi hâşiyeci Ebussuud

da ikrar etmiştir.

«Fakihler demiştir ilh...» «Fakihler demiştir» sözü genellikle zayıflığı ifade etmek için kullanılır. Bu

meselede şârihten başkasının sözünde «fakihler demiştir.» sözünü görmedim. Umulur ki şârih bu

sözü, bu sözün aksinin daha tercihe şayan olduğunu bildirmek için eklemiştır. Onun aksi de

musannıfın şirket kitabının sonunda Manzume-i Muhibbiye´den naklettiğidir. İbni Nüceym de

bununla fetvâ vermiştir. Günümüzde de bu görüşe göre amel edilmektedir. Şârihe uygun olan, bu

meseleyi gelecekteki musannıfın, «ancak mülk teviliyle oturabilir.» sözünden sonra zikretme-siydi.

Nitekim Birî ve diğerleri böyle zikretmişlerdir.

METİN

Gasbedilen malın sahibi onu kâr ve gelirini almak için hazırlamış olsa. yani onu gelir getirmesi için

yapsa veya satın alsa, bazı alimlere göre de gelir getirmesi için üç sene peş peşe kiraya verse

gâsıb bu malların menfaatlerine zamin olur.

Eşbâh´ta şöyle denilir: «Bir binayı kiraya vermekle onu geliri için hazırlamış olmaz. Ancak binayı

gelir getirmek için yapar veya satın alırsa bu bina gelir için hazırlanmış olur. Bir de müşteri için

hazırlanmış olmakla da gelir için hazırlanmış olmaz. Kullananın malın gelirinin alınması için

hazırlandığını bilmesi de şarttır ki, ücret vermesi vâcib olsun. Hem, kullanan kimse de gasb ile

şöhret bulmuş bir kimse olmamalıdır.»

Ben derim ki: Eğer mal sahibi ile kullanan kimse bu bilgi hususunda ihtilâf etseler, makbul olan

söz, yemini ile birlikte kullananındır. Çünkü o inkâr etmektedir. Diğeri ise iddia edendir. Bunu

şeyhimiz söylemiştir.

Ev sahibinin ölmesi veya satması ile gelirini olmak için hazırlama batıl olur.

Kendisi için bir bina yapmış olsa, sonra onu gelir getirmek için hazırlamak istese, eğer bunu dili ile

söyleyerek halka haber verdiyse, geliri için hazırlanmış olur. Bunu musannıf zikretmiştir.

Ancak, geliri için hazırlanmış bir binada mülkiyet tevili ile oturuyorsa, o zaman zıman yoktur.


Meselâ, ortaklardan bir tanesi ortaklı evde otursa, Kınye adlı eserden naklen geçtiği gibi ev yetimin

dahi olsa, yine zıman yoktur. Uyanık ol.

Vakıf malına gelince, iki kişi üzerine vakfedilen binaya birisi zorla otursa, diğerine ücret vermesi

gerekir.

Birisi gelir için hazırlanmış bir e...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Şubat 2010, 21:33:11
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #9 : 04 Şubat 2010, 21:33:11 »

ŞİKAYETÇİNİN ZAMİN OLMASI BAHSİ

«Sultana şikâyet etse ilh...» Açık olan şudur: Bu ve bundan sonraki meselede fakihlerin ittifakı ile

tazminat yoktur. Zira her iki durumda da zararı izale etmektedir. T.

«Borçlarını bazen ödeyen, bazen ödemeyen ilh...» Minâh´ta şöyle denilmiştir: «Bugün fetvâ şikâyet

edenin tazminatı ödemesinin vacib olduğu hususundadır.»

«Hazine bulduğunu sultana haber verse ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn´de şöyle denilmiştir: «Hazine

bulduğunu haber verse ama onun yalan olduğu ortaya çıksa, zamin olur. Ancak, haber veren

adaletli olursa, zamin olmaz. Veya adam borcunu bazen ödeyen, bazan ödemeyen bir kimse ise,

zamin olmaz.»

Yine Fusûleyn´de şuna işaret edilmiştir: «Zımana sebeb olan şikâyet şudur: Şikâyet edilenden mal

alınmasına sebeb olan şikâyet veya haberin yalan olması veya şikâyetteki niyetinin Allah rızası

olmamasıdır. Meselâ, sultana birisinin mal bulduğunu haber verse, sultan da malı bulsa, işte bu

tazminatı gerektirir. Çünkü açık olan şudur ki, sultam o kimseden malı haber verme sebebiyle

almıştır.»

«Fetvâ da İmam Muhammed´in bu görüşüyle verilir ilh...» Yani fesadı def için yani onun veya

başkalarının bir daha böyle bir şey yapmamaları için. İsterse o adam bizzat haber veren olmasın.

Zira adamın bu şikâyeti, malın helâkinin tek sebebidir. Sultan da onu tabiatıyla değil, ihtiyarıyla

tazmin ettirir. Bu meseleyi aklında tut.

İsmailiye´de bu tür davaların dinlenilmemesi hususunda sultan yasaklaması olduğu ifade edilmiştir.

Zira İsmailiye sahibi, o adamın üzerine tazminatla hüküm vermenin ancak sultan emri ile

olabileceğine fetvâ vermiştir.

«Şikâyetçi tazir edilir ilh...» Hayriye´de şöyle denilmektedir: «Seyyid Ebû Şücca haksız yere halkı

sultana şikâyet eden kimselerin öldürülmesine cevaz vermiştir. Çünkü bu tür insanlar yeryüzünde

fesad çıkarmak için gezmektedirler. Bu gibi insanlan öldüren de sevap kazanmış olur. Ebû Şücca

bu gibi insanların küfrüne de fetvâ vermiştir. Meşâyihin tercih ettiği ise, bu tûr insanların küfrüne

fetvâ verilmemesidir. Katlinin cevazı, onun kâfir olduğuna delâlet etmez. Yol kesenlerin ve Allah ve

Rasûlü ile savaşanlara yardım edenlerin katli caiz olduğu halde, bunların onun küfrüne delâlet

etmemesi de böyledir. Bu Bezzâziye´de söylenmiştir.»

«Musannıf nakletmiştir ilh...» Yani şu meseleyi İmâdiye´den nakletmiştir: «Birisine hırsızlık isnad

edildiği için hapsedilse. hapishanedeki işkenceden korktuğu için kaçmak isterken hapishanenin

damından düşerek ölse, sonra hırsızlığı başkasının yaptığı ortaya çıksa, bunu şikâyet eden kimse

diyetini Ödemeye borçludur.»

Musannıf sonra da Kınye´den şunu nakletmiştir: «Birisi vâliye haksız olarak şikâyet edilse, o da

getirilerek dövülse, dişi veya eli kırılsa, onu şikâyet eden kimse mal gibi erşini zamin olur. Bazı

alimler tarafından da, «Birisinin şikâyetiyle hapsedilen kimse, hapishaneden kaçmak istese,

kaçarken bir şey isabet ederek ölse. şikâyet eden kimse onu zamindir» denilmiştir. Hüküm burada

nasıldır? Kaçma meselesinde tazminatla fetvâ verir misin, denildiğinde o da «hayır» demiştir.»

Düşünülsün.

«Şikâyet eden onun diyetini ödemeye borçludur ilh...» Eğer haksız şikâyet etmişse. Nitekim geçen

meseleden de bu anlaşılmaktadır ki mala borçlu olmaz, öyleyse nefsine de borçlu olmayarak sırf

diyetini ödemesi gerekir.

Ben derim ki: Bu hüküm yine İmâdiye´nir, «sonra hırsızlığı başkasının yaptığı ortaya çıksa...»

sözünden de kaçmaktadır. Nitekim geçti. Düşünülsün.

«Fark nedir ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn´de bu mesele Muhit sahibinin Fevâidinde olanla kapalı

görülmüştür. Muhît sahibi şöyle demektedir: «Birisinin kölesine, bir diğerinin malını telef etmesini

emretse, kölenin efendisi o malın borçlusudur. Sonra efendi rücu ederek köleye malın helâkını

emreden âmirden alır. Çünkü ona helâk emri veren adam köleyi başkasının malını helâk etmekle

kullanmıştır. O halde köleye gâsıb olmuştur.»

Câmiü´l-Fusûleyn sahibi şöyle demiştir: «Bu kapalılığa şöyle cevap vermek mümkündür: Köleye

efendisinin malını telef ettirmekle ne kölenin üzerine, ne de efendisinin üzerine tazminat yoktur. O

halde kölenin efendisi köleye telef ettiren adama rücu edemez. Ama başkasının malını telef etmek

bunun aksinedir. Veyahut meselede iki rivayet vardır. Her ne kadar âmir sultan veya mevlâ olmasa

do, bu âmirin tazminatını ifade eder. Bunun aksi de gelecektir.»

Sonra sözüne devamla da şöyle demektedir: «Buna şöyle cevap vermek de mümkündür: Burada


kasdolunan ikrah yoluyla başlangıçta olan tazminattır. Görülmüyor mu ki, o meselede malı bizzat

telef eden kimse tazmin etmiyor. Ama bizim bahsettiğimiz meselede bizzat kendisi tazmin ediyor. O

zaman iki mesele birbirinden ayrılmaktadır.»








ALTI MESELE İSTİSNA ÂMİRİN ZAMİN OLMAMASI BAHSİ

«Bil ki emrettiği için âmir üzerine tazminat yoktur ilh...» 0 halde birisi başkasının emriyle bir

diğerinin elbisesini yırtsa, âmir değil, yırtan adam zamin olur. Câmiü´l-Fusûleyn.

Remlî Câmiü´l-Fusûleyn üzerindeki hâşiyesinde şöyle demektedir: «Ben diyorum ki, burada emrin

geçerli olmamasının şekli şudur: Amirin, adam üzerinde hiçbir velâyeti yoktur. Eğer velâyeti olmuş

olsa idi, mesela iki kimse arasında ortak bir hayvan gibi ki bu hayvanı ortaklardan birisinden bir

yabancı emânet olarak almak istese, ortak da herhangi bir kimseye hayvanı emânet isteyene teslim

etmesini emretse, o kimse de hayvanı yabancıya teslim etse, helâk olduğu takdirde hayvanın

teslimini emreden ortağın zamin olduğunda şüphe yoktur. Zira memurun teslim etmesi kendi

teslimi gibidir. Diğer ortak dılerse memura da tazmin ettirebilir. Zira sahibinden izinsiz olarak

başkasının malını vermiştir.»

«Ancak altı şeyde değil ilh...» İstisna edilen meselelerin altı oluşu Eşbâh´ın bazı nüshalarına

göredir. Bazı nüshalarında ise, beş olduğu zikredilmiştir.

«Amir sultan ilh...» Çünkü onun emri ikrâhi (zorlayıcı) emirdir. Ki orada memur değil, âmir zamindir.

Nitekim konusu içinde geçmişti.

«Baba ilh...» Bu meselenin şekli şöyledir: Baba kendi yerinde baliğ olan oğluna ateş yakması için

emretse, oğlu da ateşi yaksa ,ateş komşusunun yerine sirayet ederek bir şey telef etse, baba zamin

olur. Çünkü burada babanın emri geçerlidir. O halde yangın işi, bizzat baba kendi yakmış gibi, ona

intikal eder. Ama bunun aksine birisi bir marangoz kiralasa, duvarını yola yıkmasını söylese, o da

duvarı yolun üzerine yıksa, onun yıkmasıyla bir insan telef olsa, tazminat marangozun üzerinedir.

Çünkü burada emir geçerli değildir. Tenvîrü´l-Ezhân şerhinde de hüküm böyledir. Meselenin bu

şeklinin zahiri şudur ki, buradaki emirden maksat babanın baliğ olan oğluna her emri değildir. Zira

eğer baba baliğ oğluna bir diğerinin malını telef etmesini veya bir diğerini öldürmesini emretse,

tazminat oğlunun üzerinedir. Çünkü babanın buradaki emri fâsittir. T.

Bu suretin şekli şöyledir. Birincisinde oğlunu istihdam etmektedir. Ondaki emir geçerlidir. Çünkü

çocukların babasına hizmet etmesi vacibtir. Ama bundan başkası bunun aksinedir. Çünkü sırf

düşmanlıktır. Düşünülsün.

Uygun olan, yukarıdaki ateş yakma meselesinde babanın zamin olması «Rüzgârlı bir günde ateş

yakmayı emretmesi veya benzerlerinde görülmeyecek şekilde bir ateş yakmayı emretmesi»

şeklinde kayıtlanmıştır. Veya «Ateş yakılan yerin ateşin kıvılcımlarının kendiliğinden komşunun

yerine geçecek kadar yakın olması» ile kayıtlanmalıdır. Yoksa bahanın üzerine kendi de yakmış

olsa tazminat yoktur. Camiü´l-Fesûleyn´de olduğu gibi. Öyleyse onun emriyle çocuğunun

yakmasıyla da zamin olmaz.

«Efendi olursa ilh...» Yani memur olan kölesi olursa.

«Veya memur çocuk ilh...» Meselâ birisi bir çocuğa başkasının malını telef etmesini emretse, çocuk

da telef etse, onu çocuk tazmin eder. Rücu ederek tazmin ettiğim âmirinden alır. Eşbâh.

Hâniye´de şöyle denilmektedir: «Hür ve baliğ bir kimse, bir çocuğa bir kişiyi öldürmesini emretse,

çocuk da öldürse, ölen kimsenin diyeti çocuğun âkilesi üzerinedir. Sonra da çocuğun âkilesi rücu

ederek öldürmeyi emreden kimsenin âkilesinden alırlar. Ama âmir de çocuk olursa, o zaman yine

diyet çocuğun âkilesi üzerinedir. Fakat çocuğun âkilesinin rücu hakkı yoktur. Ama memur ticaretle

izinli bir köle ise, âmir zamin değildir.» Özetle.

Câmiü´l-Fusûleyn´de de şöyle denilmektedir: «Birisi bir çocuğa, «Şu ağaca çık ve meyvelerini bana

silkele» dese, çocuk da çıkıp düşüp ölse, çocuğun diyeti âmirin âkilesi üzerinedir. Eğer bu kimse

bir çocuğa, bir şeyi sırtlaması için, veya bir odunu kırması için velisinden izinsiz olarak emretse,

çocuk bu işleri yaparken ölse, çocuğun diyeti bu işleri yaptıran kimsenin âkilesi üzerinedir. Eğer

kendisine silkelemesi için çıkmasını söylemese, kendisi için silkelemesini söylese. çocuk da ölse

tercih edilen görüşe göre, yine ağaca çıkmasını emreden kimse zamin olur. Bu durumda bazı

âlimler tarafından tazminat olmadığı söylenmiştir.»

«Veya köle olursa veya köleye efendisinden ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes