> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Gasb
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Gasb  (Okunma Sayısı 4824 defa)
04 Şubat 2010, 12:27:35
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 04 Şubat 2010, 12:27:35 »



Reddü´l Muhtar / Gasb
GASB KİTABI


GASBEDİLEN MALIN GERİ VERİLMESİ VE MALİKİN KABULDEN İMTİNASI BAHSİ

GÂSIBIN GÂSIBI BAHİSLERİ

İCAZETİN İTLAFA VE FİİLLERE KATILMASI BAHSİ

BAŞKASININ EVİNE İZİNSİZ GİRMENİN CEVÂZI BAHSİ

İZNİ OLMADAN BAŞKASlNIN MALINDA TASARRUFUN CEVÂZI BAHSİ

GASBEDİLEN MALIN MENFAATLERİNİN TAZMİNİ BAHSİ

ŞİKAYETÇİNİN ZAMİN OLMASI BAHSİ

ALTI MESELE İSTİSNA ÂMİRİN ZAMİN OLMAMASI BAHSİ



GASB KİTABI

METİN


Gasb sözlükte; bir şeyi ister mal olsun, ister hür insan gibi mal olmasın. başkasının elinden zorla

almaktır. Bir terim olarak ise hükmen de, olsa yanındaki emâneti yerinden kaldırmadan inkâr etmesi

gibi, haklı eli uzaklaştırarak, bâtıl eli sâbit kılmak anlamına gelir.

İmam Şâfiî´ye göre gasb, yalnız bâtıl eli sabit kılmaktır. İki mezhebin gasbın tarifindeki bu ihtilafın

sonucu, gasbedilen şeyin fazlalığında ortaya çıkar. O zaman, gasbedilen bir bahçenin meyvelerine

gasbedici zamin olmaz. İmam Şâfiî´ye göre ise «zamin olur.» Dürer.

Bâtıl eli sâbit kılmak kıymetli bir malda olmalıdır. O halde ölmüş hayvanda hür bir insan eli

koymakta gasb tahakkuk etmez. Müslümanın şarabında da tahakkuk etmez. Bu malın nakle elverişli

muhterem bir mal da olması gerekir. Bu duruma; göre harbînin malında tahakkuk etmediği gibi,

akarda da tahakkuk etmez. İmam Muhammed akar konusunda muhalefet etmiştir.

Elin sabit kılınması mâlikinden izinsiz olarak yapılmalıdır. Musannıf bu Ifadesl ite emânetten

kaçınmıştır.

Bilinsin ki vakfedilen şey, prensip olarak kimsenin mülkü olmadığı için telef olmakla zamin olunur.

Bedâyiu´s-Sanâyi adlı eserde, bu açıkça belirtilmiştir.

Musannıf, «izin hakkı olan kimsenin izni olmayarak» deseydi, İbni Kemâl´in yaptığı gibi, daha uygun

olurdu.

Elin sâbit kılınmasının gizli değil, açık yapılması gerekir. Musannıf bu sözüyle hırsızlığı dışarıda

bırakmıştır. Gizli yapılması dışında hırsızlık da aynıdır. Bu konuda İbni Kemâl´in bir sözü vardır. O

halde başkasının kölesini çalıştırmak veya hayvanını yüklemek gasbtır. Çünkü onda malikin eli yok

olmaktadır. Ama birisinin halısı üzerine oturmak gasb değildir. Çünkü mâlikin eli ondan zail

olmamıştır. O zaman, oturan kimsenin oturmasıyla helâk olmadığı takdirde oturan kimse zamin

olmaz. Yine böyle bir kimse bir diğerinin evine girse, metaından bir şey alsa ve inkâr etse onun

yerinden kaldırmasa bile, zamin olur. İnkâr etmezse, onun fiiliyle helâk olmadıkça veya evden

çıkartmadıkça zamin olmaz. Hâniye.

Gasbın hükmü ise, başkasının malı olduğunu bilirse günahtır. Bunun hükmü; elinde aynen mevcut

ise geri vermek ve helâk olmuş ise, kıymetini vermektir. Başkasının malı olduğunu bilmeyen kimse

için sonrakiler vardır, günah yoktur. Çünkü hatâen yapmıştır. Hatanın hükmü ise hadisle

kaldırılmıştır.

Malı gasbedilen kimse gasbedici ile gasbedicinin gasbedicisi arasında muhayyerdir. Gasbediciden

gasbedilen mal vakıf malı ise, ikincisi gasbettikten sonra malın değeri artsa, eğer ikinci gasbedici

daha zengin ise tazmin yükümlülüğü ikinci gasbedici üzerinedir. Hâniye´nin vakıf bahsinde de

böyledir.

Hâniye´nin gasb bahsinde şöyle denilmektedir: «Birisi diğerinin bir buzağısını gasbetse ve onu

helâk etse, buzağının anasının sütü kurusa, o zaman gasbedici o buzağının kıymetine de, anasının

sütünün kesilme-sine de zamindir.»

Yine Hâniye´nin kerâhiyât bahsinde şöyle denilmektedir: «Birisi diğerinin duvarını yıksa, onun

noksanını zamin olur. Onu yapmakla emredilmez. Ancak mescid duvarı müstesnâdır.»

Kınye´de şöyle denilmektedir: «Bir kimse diğerinin malında tasarruf yapsa, sonra da mâlikinin izni

ile olduğunu iddia etse, makbul söz mâlikindir. Ancak karısının malında tasarruf etse, karısı da

ölse, karısının izni ile tasarruf yaptığını iddia etse, karısının vârisleri inkâr etse, söz kocanındır.»

Gasbedilen şeyin aynını, fahiş bir bozuklukla bozulmadıkça, reddetmek vacibtir. Onu da gasbettiği

yerde geri vermesi gerekir. Çünkü yerlerin değişmesiyle kıymetler de değişir. Onu geri vermekle de

sahibi bilmese bile borçtan kurtulmuş olur.

Bezzâziye´de şöyle denilir: «Birisinin cüzdanından dirhemlerini gasbetmiş olsa, sonra da sahibi

bilmeden dirhemlerini cüzdanına geri koysa, borçtan kurtulmuş olur. Yine bunun gibi, ona hibe,

emânet verme, satma gibi başka bir yolla geri verse, veya yedirse borçtan kurtulmuş olur. İmam

Şafiî buna muhalefet etmiştir.» Zeylâî.

İZAH

Gasb kitabı ile mezun (izinli kimse) kitabı arasındaki münâsebet, İtkanî´nin dediği gibi, mezun bir

şeyde şer´î izinle tasarruf yapar. Gasbeden ise şer´î izin olmadan tasarruf etmektedir. Mezunun

tasarrufu meşru olduğu için musannıf «mezûn» konusunu önce işlemiştir.


İleride geleceği gibi gasb iki türlüdür. Birisinde günâh vardır, diğerinde günâh yoktur. Tazminat ise

her ikisinde de söz konusu olur.

«Haklı eli kaldırmak ilh...» Yani nesnede bir fiil yapmak. Nitekim İbni Kemâl de halı ve kilim benzeri

şeyler üzerinde oturmak bundan çıksın için böyle zikretmiştir. Çünkü eli kaldırma onda mevcuttur,

fakat aynda bir fiil işlenmemektedir. H.

Burada izalenin mevcut olmasında bir görüş vardır ki sen bunu ileride göreceksin.

Gasbedicinin fiili olmaksızın, gasbedilen şeyin halinde değişiklik olsa, gasbedici zamin olmaz.

Meselâ bir hayvan gasbetmiş olsa, hayvanı götürürken diğer bir hayvan ona takılsa veya gasbettiği

hayvanın yavrusu peşine takılsa, o yalnız gasbettiğim zamin olur, ona uyup gideni zamin değildir.

Çünkü onda bir fiili (sun´u) yoktur. Bunun gibi, mâliki hapsederek hayvanlarına bakmasını önlese.

hayvanları helâk olsa, zamin olmaz. Çünkü hayvanların helâkı onun fiili ile değildir. Hem de o

hayvanlarda bâtıl elin sâbit kılınması yoktur. Zeylâî.

Eğer, «Birçok yerde, zikredilen illet mevcut olmadığı halde tazmin mevcut olmaktadır. meselâ

gâsıbın gâsıbı gibi, her ne kadar onda mâlikin elini izâle yoksa da onda gasıbın elinin izâlesi vardır,

yine zamindir. Yerden bir şey bulan kimse gibi. Yerden bir şey bulan kimse başkasını şahit etmeye

muktedir iken kimseyi şahit etmese, elinde zayi olsa, zamindir. Halbuki bunda da mâlikin elinin

izalesi yoktur. Bir de sebeb olmak yoluyla mallara da tazmin vardır. Meselâ, kendi mülkü olmayan

bir yerde bir kuyu kazsa, o kuyuya bir mal düşse, helâk olsa, onun zaminidir. Halbuki burada ne

kimsenin elinin izalesi, ne de sabit kılınması vardır.» denilirse, bu soruya şöyle cevap verilir: Bu

meselelerde tazmin yükümlülüğü gasbın tahakkuk etmesinden değil. haddi aşmaktan doloyıdır.

İnâye´de olduğu gibi. Deyrî Tekmile´de şöyle demektedir: «Gasbolmayan bir şey gasb ile eşit

olduğu takdirde gasbın hükmüne girer. Emânetin inkârı gibi. Çünkü onda ne almak, ne de nakil

mevcuttur.»

Sen bunu anladıktan sonra açığa çıktı ki, Şilbî´nin Hâniye isnadla naklettiği ve bazı alimlerin de

onun üzerine gittikleri şu itiraz düşmektedir: «Birisi çölde bir kimseyi öldürse, malını orada bıraksa,

almasa, yine onun malını gasbetmiş olur. Bir de, birisi bir buzağıyı gasbetse, helâk etse, anasının

sütü de kurusa, o buzağının kıymetini ve anasında olan noksanlığı zamin olur. Halbuki buzağının

anası olan ineğe hiçbir şey yapmamıştır.» Zira sen bildin ki, burada tazminin gerekmesi gasbın

gerçekleşmesi ile değil, haddî aşmanın bulunması itedir. Gasb her ne kadar gerçekleşmese de

hüküm böyledir. Ebussuud.

Ben derim ki: Bunu yüklemek akar ve fazlalıklar tazmini gerektirir. Çünkü onlarda da haddi aşma

vardır. Düşününüz.

Bazı âlimler, haklı elin izâlesi sözünden sonra, «Veya bir kimsenin elini onun mülkünden

kısaltmak» sözünü ilâve etmişlerdir. Meselâ, malikinin elinde olmayan bir köleyi istihdam etmek

gibi. Bu da bu ilâveye göre gasba girmektedir.

Ben derim ki: O halde gasbın tarifi üzerine itiraz varid olur ki, tarif akarın gasbını da kapsamına alır.

Halbuki maksat, akarı gasbın tarifinden çıkarmaktır. Düşünülsün.

«Hükmen de olsa ilh...» Musannıfın bu sözü elin izalesi sözü üzerine mübalağadır. Zira emânetçinin

eli emaneti inkâr etmezden önce emânet sahibinin elidir. İnkârdan sonra ise, emânet sahibinin eli

hükmen kaldırılmış olmaktadır. Eğer musannıf bu «hükmen» ifadesini «bâtıl eli sabit kılmak»

sözünden sonra söyleseydi, daha uygun olurdu. Çünkü, emâneti inkâr etmekte de hükmen bâtıl eli

sâbit kılmak vardır. O zaman bu söz her ikisine de raci. olurdu. T.

Geçen kaideye dayanarak bu genellemeye hiç ihtiyaç yoktur. Zira o haddi aşmadır, gasb değildir.

Şu kadar var ki Câmiü´I-Fusûleyn´de emânetçinin tazmini bahsinde Fetâvâ-yı Reşüdiddin´den

naklen şöyle denilmektedir: «Emanetçi emâneti inkâr etse, eğer inkâr hâlinde o vediayı bulunduğu

yerden başka bir yere naklederse ancak zamin olur. Yoksa zamin olmaz. Eğer her iki durumda da

tazmin vacibtir dersek, onun da şekil vardır.»

Yukarıdaki görüşe göre izale gerektir. Düşün. Evet, Hülâsa´da da Münteka´dan naklen, «mutlaka

zamindir» denilmişt...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Gasb
« Posted on: 18 Nisan 2024, 14:41:41 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Gasb rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Gasb mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Gasb kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Gasb Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Gasb kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Gasb peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Gasb ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Gasbönlisans arapça,
Logged
04 Şubat 2010, 12:30:04
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 04 Şubat 2010, 12:30:04 »

GASBEDİLEN MALIN GERİ VERİLMESİ VE MALİKİN KABULDEN İMTİNASI BAHSİ

«Gasbedilen şeyin aynını geri vermek gerekir ilh...» Zira Peygamber aleyhisselâtı vesselâm «Geri

verinceye kadar aldığı şeyin vebâli üzerinedir» buyurmuştur. Yine diğer bir hadiste de, «İster şaka,

ister ciddi hiç kimseye bir müslüman kardeşinin malını alması helâl değildir. Eğer alırsa, aldığını

sahibine geri versin.» buyurulmuştur. Zeylâî.

Bu hadisin açık anlamına göre: gasbedilen şeyin aynısını geri vermenin asıl vacib olmasıdır. Sahih

olan da ancak budur. Nitekim ileride bunu şârih zikredecek, biz de açıklayacağız.

«Fâhiş bir bozuklukla bozulmadıkça ilh...» Bunun tefsiri şu şekilde gelecektir: Eğer gasbettiği şeyin

bir kısmı ile menfaatinin bir kısmı elden çıkarsa, gâsıb malı kendisi alır ve onun kıymetini verir veya

malı teslim ve noksanlığını tazmin eder. Bu meselede muhayyerlik mâlikindir. Rahmetî.

«Kıymetler de değişir ilh...» Eğer birisinin dirhemler veya dinarlarını gasbetse, mâlik de o parayı

ondan başka bir ülkede istese, gâsıbın üzerine onları teslim etmek vâcibtir. Dirhemlerle dinarların

fiyattan her iki yerde birbirinden farklı olsa bile mâlik onların kıymetini taleb edemez. Eğer bir malı

gasbetmiş olsa, malın kıymeti mâlikin istediği yerde gasbettiği yerin kıymeti kadar veya daha fazla

olursa. mâlik o zaman malın kıymetini değil, bizzat malı alır. Eğer kıymeti daha az olursa, o zaman

gasb yerindeki kıymetini alır veya bekler memleketinde teslim alır. Mâlik malını gasbedilen yerde

bulsa, o zaman malını alır, gasbedilen günkü kıymetini almaz. Misliyâttan olduğu halde gasbedilen

şey helâk olsa, malın gasbedilen yer ile taleb edilen yerdeki fiyatı aynı olursa, gâsıb onun mislini

vermekle berî olur. Mâlik ile gâsıb, malın fiyatının daha noksan olduğu bir şehirde karşılaşsalar, o

zaman gasbedilen yerdeki gasbettiği günün kıymetini alır veya bekler, onun aynısını memleketinde

alır. Eğer karşılaştıkları yerde malın kıymeti daha fazla ise, gâsıb onun mahkeme yerindeki ya

mislini alıp verir veya mâlik ertelemeye razı değilse, gasbettiği vaktin kıymetini verir. Eğer kıymet

her iki yerde de aynı ise, mâlik o zaman mislini alır. Minâh, Hâniye´den. Özetle.

«Onu geri vermekle de berî olur ilh...» Yani gasbedilen şeyi gasbettiği âkil kimseye teslim ederse

berî olur. Çünkü Bezzâziye´de şöyle bir şey vardır: «Birisi bir çocuktan bir şey gasbetse, gasbettiği

şeyi sonra çocuğa verse, eğer çocuk o şeyi koruyabilecek birisi ise geri vermesi geçerlidir. Aksi

halde geçerli olmaz.»

Buradaki geri verme hükmen geri vermeyi de kapsamına alır. Zira Camiü´l-Fusûleyn´de şöyle bir

ifade vardır: «Gasbettiği şeyi mâlikinin önüne koysa her ne kadar hakikaten kabz olmasa da berî

olur. Emânetçide bunun gibidir. Ama bunun aksine gasbettiğini veya emâneti telef etse, onun

kıymetini getirse, hakikaten kabz olmadığı sürece gasbedici veya emânetçi beri olmaz.»

Yine Câmiü´l-Fusûleyn´de şöyle denilmektedir: «Gâsıb veya emânetçi telef ettiği şeyin kıymetini

getirse, fakat mâlik kabul etmese, Ebû Nasr der ki: «O zaman dava hâkime götürülür. Hâkim kabul

etmesini emrederse, o zaman berî olur.»

Yine Câmiü´l-Fusuleyn´de şöyle denilir: «Gasbettiği şeyi getirse, mâlik onu kabul etmese, gâsıb onu

tekrar evine götürse, berî olur, zamin olmaz. Ama eğer önüne koysa, o da kabul etmese, onu yine

evine götürse, zamin olur. Sağlam olan görüşde budur. Zira ikincisinde onun önüne koymakla

kabul etmese dahi geri verme tamamlanmıştır. Ondan sonra yine yeniden evine götürmesi ikinci bir

gasbtır. Ama eğer önüne koymasa, geri verme tamamlanmaz.»

Önüne koymaktan maksat, elini uzattığı zaman alabileceği bir yakınlığa koymaktır. Bezzâziye´de

olduğu gibi.

Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: «Gâsıb malı götürüp mâlike almasını söylese, fakat önüne

koymasa, o da kabul etmese, o zaman onun elinde emânet olmuş olur.»

«Birisinin cüzdanından dirhemlerini gasbetse iIh...» Yani cüzdanda olan bütün parayı almış olsa.

Zira Bezzâziye´nin üçüncüsünde şöyle bir şey vardır: «Bir kimsenin kesesinde bin olsa, birisi onun

yarısını alsa. sonra da almış olduğunu götürüp cüzdanına koysa, o kimse yalnız alıp geri getirdiği

yarıya zamindir. Bazı âlimler tarafından da, «Onu keseye ged koymakla beri olmuştur» denilmiştir.»

Düşünülsün.

Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: «Biri diğerinin hayvanına binse, ama bindiği yerde kalsa. ikinci

Ebû Yûsuf´un görüşü üzerine zamin olur. Ama sahih olan İmam-ı Azâmın görüşüne göre o hayvanı

yerinden götürene kadar zamin olmaz. Bir diğerinin elbisesini giyse ve çıkarsa, yerine koysa, bu

mesele de yine geçen hilâf üzerinedir. Ama bu giyiş adet üzere giyiş ise böyledir. Ama aldığı şey

gömlek ise, onu omuzlarına atsa, sonra da omuzundan indirerek yerine koysa, imamların ittifakıyla

zamin olmaz. Zira omuzuna atması kullanmak değil korumaktır.»


«İmam Şafiî buna muhalefet etmiştir ilh...» Yani yeme meselesinde.

Câmiü´l-Fusûleyn´de şöyle denilmiştir: «Fakihler, şunun üzerine icma etmiştir: Gasbettiği şey

buğday olsa. onu öğüterek un yapsa, ondan da ekmek yaparak sahibine yedirse, veya yaş hurma

olsa, onun suyunu çıkararak sahibine içirse, veya ham keten bezi olsa, onu kesip dikse ve sahibine

giydirse, tazminattan berî olmaz. Çünkü onun yapmış olduğu işlemle mâlikin mülkiyeti ondan zail

olmuştur. Ancak kıymetini verirse zaimin olmaz.»

METİN

Misliyâttan olduğu halde helâk edilen gasbedilmiş şeyin mislini geri vermek gerekir. Eğer misli

kesilmişse, yani evlerde bulunsa dahi pazarda misli satılmıyorsa, -İbnı Kemâl- o zaman hüküm

(husûmet) günündeki kıymetini verir. İmam Ebû Yûsuf´a göre ise, gasbettiği günün kıymetini verir.

Bu iki görüş tercih edilmiştir. Kuhistânî.

Çarşı ve pazarda misli olmayıp kıymeti ile alınıp satılan (kıyemî) şeylerde de gasbettiği günün

kıymetini vermesi fakihlerin ittifakı ile gereklidir.

Misliyâttan olan bir şey değişik bir cinsle karıştırılırsa, meselâ buğday arpaya, susam yağı zeytin

yağına karıştırılsa veya bunlara benzer pis hüle gelmiş yağlar da kıymeti ile tazmin edilir. O zaman

gasbedilen şeyin gasb günündeki kıymetini öder. İbrik ve güveç gibi yapılacak işlemle değişecek

tartılacak bir şey gasbedilip işlem yapılırsa, kıymetine zamindir. Bu zikredilenler Cevâhir´de

zikredilmiştir.

Musannıf meyve sularını ve ateşte eritilmiş şekeri de bunlara ilâve kıymetiyle tazmin edilecek

şeylerden saymıştır. Çünkü bu sayılanların hepsi sanat sebebiyle birbirine benzemez. Bunlarda

selem de geçerli değildir. Zimmette deyn olarak da sabit olmazlar.

Ben derim ki: Zahîre´de şöyle denilmiştir: «Peynir tazmin konusunda kıymet takdir edilen

şeylerdendir. Ama selem gibi tazminattan başka konularda ise misliyâttândır.»

Mücteba´da de şöyle denilmektedir: «Kavut kıymet takdir edilen şeylerdendir. Çünkü kavutta

kavurma farkı vardır. Bazı âlimler tarafından da, mislî olduğu söylenmiştir.»

Eşbâh´ta da şöyle denilmektedir: «Kömür, velev çiğ olsun et, kiremit de kıymetlilerdendir.»

Musannıfın oğlunun Eşbâh hâşiyesinde bu bahiste ve kolaylığı celbedecek yerde Fusûleyn ve

başkalarına isnadla, «Sabun, tezek, ağaç yaprağı, iğne, boya, ham deri, işlenmiş deri, iki avuç

dolusu neciş olmuş yağ da kıymetlilerdendir. Her tartılacak ve ölçülecek helâke yakın olan şeyler

de kıymetlilerdendir ve helâk olduğu vaktin kıymetiyle tazmin edilirler. Fırtınaya yakalanmış yüklü

bir gemiden batma tehlikesi hâlinde ondan dışarıya attığı tartılacak ve ölçülecek şeyler için gemici

attığı vaktin kıymetine zamindir. Mücteba´da olduğu gibi» demiştir.

Seyretiye´de de şöyle denilmektedir: «Buğdaya su döküp bozmuş olsa, bununla beraber ölçüsü

artmış olsa, suyu dökmezden önceki kıymetine zamindir. Mislini değil. Bu hüküm, su dökmezse,

buğdayın mislini zamindir. Çünkü misliyâttan olduğu halde onu gasbetmiştir. Ama buğdayın olduğu

yerde su döküp bozması bunun aksinedir.»

Kiremit de kıymet takdir edilen şeylerdendir. İleride gelecektir ki şarap müslüman hakkında

hükmen kıymeti takdir edilen şeylerdendir. Misliyâttan değildir. Dürer ve diğerlerinde olduğu gibi

misliyât ve kıymetlilik hakkında sözün özeti şudur: Çarşıda itibar edilecek bir fark olmadan bulunan

her şey misliyâttandır. Böyle olmayan da kıymetli şeylerdendir. Bu kaide hatırda tutulsun.

Gâsıb, gasbettiği şeyin helâk olduğunu iddia etse, Musannıfın bu görüşü gasbedilen şeyin aynını

geri vermenin vacib olması görüşüne bağlıdır. Zira aslında gerekli olan malın aynıdır. Onun mislini

veya kıymetini geri vermek ise tercih edilen görüşe göredir. Hâkimde «eğer helâk olmasaydı

açıklardı» kanaati hâsıl oluncaya kadar hapsedilir. Bu müddet hapsettikten sonra hakim onun

bedelini ya mislinden, ya da kıymetinden ödemesine hükmeder.

Gâsıb gasbettiği malın sahibine geri verdikten sonra helâk olduğunu iddia etse, mâlik de bunun

aksini, yanı gâsıbın yanında helâk olduğunu iddia etse, ikisi de delil getirseler, gâsıbın delili daha

uygundur. Ebû Yûsuf buna muhalefet etmiştir.

Mâlik ile gâs...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Şubat 2010, 12:33:27
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 04 Şubat 2010, 12:33:27 »

ALINIP OTURULDUKTAN SONRA VAKIF VEYA YETİM MALI OLDUĞU ZAHİR OLAN BİNAYA ECR-İ

MİSİL VACİPTİR


«Ecri misil vermesi gerekir ilh...» Bu Umde´de belirtilenin aksinedir. Kınye´de de Umde´de belirtilen

görüş benimsenmiştir. İsmailiye´de her ne kadar bununla fetvâ verilmişse de, Umde´nin belirttiği

zayıftır. Bahır´ın vakıf bahsinde olduğu gibi.

Kınye´nin başka bir yerinde de şöyle bir şey vardır: «Vakfın kayyumu bir kimsenin elindeki

meskenin vakıf olduğunu iddia etse, o da inkâr etse, mütevelli vakıf olduğuna dair delil getirerek

onun vakıf olduğuna hükmedilse, geçen zaman için binada oturan kimsenin ecir vermesi gerekli

değildir. Ama eğer vakıf olduğunu ikrar eder veya inkârında inad etmiş olsa, geçen zaman için de

ücret vermesi gerekir.»

İhtiyar adlı eserde şöyle denilmiştir: «Mütevelli bir vakıf evi satsa, müşteri de onda otursa,

müşterinin ecr-i misil vermesi gerekir.»

Hamevî de şöyle der: «Müşterinin ücret vermesi gereklidir. Sözü Muhit sahibinin doğrulamasına

dayanılarak söylenmiştir. İtimada uygun olan da bu sözdür. Şeyh Şerafeddin de bu görüşün tercih

edildiğini söylemiştir. Tecnis ve Mezîd´de olduğu gibi.»

Ben derim ki: Bahır´ın vakıf bahsinde dayanılan da ancak budur. Şârih de vakıf bahsinde iki yerde

ve burada onu benimsemiştir. Hayriye ve diğer güvenilir kitaplarda da onunla fetvâ verilmiştir.

Hıfzedilsin.

«Reddi hakkında ilh...» Yani mâlikine geri vermenin vücubu hakkında. İmameyne göre tazminatın

dışında gasb gerçekleşmeseydi gasbedilen şeyin geri verilmesinin gerekliliği tahakkuk etmezdi.

«Ücrete hak kazanmak hususunda ilh...» Bu kitabın hâşiyecileri bu meseleyi kapalı görerek şöyle

demiştir: «Gasbın menfaatlerini eğer gâsıb tamamen alırsa, onları tazmin etmez. Ancak istisna

edilen üç şey bunun dışındadır. Nitekim bunları da aşağıdaki fasılda zikredecektir.»

Ben derim ki: Sanki onlar ücretin oturması ile vacib olacağını sanmışlardır. Halbuki hiç de öyle

değildir. Belki burada maksat, eğer gâsıb kiraya vermiş olsa, kendisine kira bedeli helâl olmasa da

konuşulan ücrete hak kazanır. Bu ücreti ya tasadduk eder yahut da mâlikine geri verir. Nitekim biz

yakında bunu zikredeceğiz. Artık nasıl onların zannettikleri gibi yorumlamak geçerli olur. Bu

ifadenin başlangıcına da zıttır. Çünkü ücretin ona vacib olması, tazminattır. Gasbın onda tahakkuk

etmesinin şekli ise şudur: Eğer onda gasb gerçekleşmeseydi. Ücrete mâlik hak kazanırdı, gasıb

değil. Sen anla.

«Bazı âlimlere göre ilh...» Bu yazdığımız Dürer metinin ifadesidir. Musannıfın «bazı alimlere göre»

tabiri, onun zayıf olduğunu göstermektedir. Bu da Fusûl´ün ifadesinde yoktur. Sonra, onun «sağlam

olan» sözü de bu konuda ihtilaf olduğunu ifade etmektedir. Câmiü´I-Fusûleyn´in sözü ise,

«Gasbettiği gayrı menkulü satar ve teslim ederse. Fakihlerin ittifakı ile zamin olur. Akar da Ebû

Hânife´ye göre gasbeden inkâr etmekle gayri menkulü zamin olur. Hatta, birisine bir emânet verse,

o da emâneti inkâr etse, zamin olur mu?- Bunda da yine Ebû Hânife´den iki rivayet vardır. En

sağlam olanı gasbettiği gayri menkulü satıp teslim etmekle ve emaneti inkâr etmekle gasbedenin

zamin olmasıdır» şeklindedir.

Bu sözün baş tarafı ifade ediyor ki, bu konuda ihtilaf yoktur. Sonu ise, bunda ihtilâf olduğunu ifade

etmektedir. Şurunbulâliye.


Ben derim ki: Musannıfın burada «bazı âlimlere göre» tabiri uygundur. Çünkü metin ve fetvâlar Ebû

Hânife´nin «gasb gayri menkulde gerçekleşmez» görüşü üzeredirler. Musannıfın bu meseleleri

zikretmesi yukarıdaki zamin olmaz sözünden istisna gibidir. Câmiü´l-Fusuleyn´in «en sağlamı» sözü

yani, Ebû Hânife´nin ve Ebû Yûsuf´un görüşü üzerine demektir. O zaman bu konu İmam

Muhammed´in görüşüne de uygun olur. Daha önce geçen «ittifak ile» sözüne de zıt olmaz. Yani

ittifak bizim üç imamızın arasındadır. Evet, öyledir ama, Hidâye adlı eserde satım akdi ve teslim

meselesi gasbtaki ihtilaf üzerine oluşu sağlam görülmüştür.

İtkânî şöyle der: «Bazı âlimlerin, «satım akdi ve teslim meselesi ittifaklıdır» sözünden kaçınmak için

Tebyîn´de «Sağlam görüşe göre emânet meselesi de gasbtaki hilâf üzeredir. Eğer emânet

meselesinin ittifak üzere olduğu kabul edilirse, onda tazminat yüklenilen korumayı inkârla terk

ettiği için olur. Şahitler de gayri menkule ancak sözlerinden dönerlerse zamin olurlar. Çünkü

şahitlerin zamin olmaları bir gasb zaminiyeti değil, başkasına telef ettirme tazminatıdır»

denilmiştir.»

Bunun açık anlamı ise, şâhitlerin şehâdetlerinden dönmesi meselesini üç imamın ittifakı üzere

kabul etmektir. Düşünülsün.

«Satım akdi ve teslim ile ilh...» Yani gayri menkulü gasbeden kimse satıp teslim etse, ona zamin

olur. Çünkü onu helâk etmiştir. Hâniye.

«Emanet olan gayri menkulü de inkâr etmekle ilh...» Metnin pek çok nüshaların da böyledir. Bazı

nüshalarında da atıf iledir. Ki buna mahal yoktur. Zira maksat, gayri menkul emânet olduğu halde

inkâr etmektir.

«Hükümden sonra şehâdetlerinden dönmeleri ilh...» Yani bir kişinin aleyhine bir evin başkasının

olduğuna şehâdet etseler, hükümden sonra da zımnen ondan dönseler onlar zamin olurlar. Dürer.

«Yukarıdaki üç meseleyi bu istisnâlardan saymıştır ilh...» Bu üç şeyde zamin olmak gasb etmekten

değil, bunları telef ettirmektendir. Nitekim fakihlerin gerekçeleri de bunu ifade etmektedir. T.

Dürrü´l-Müntekâ´da vakıf, yetimin malı ve fakirlere gelir getirmek için hazırlanan şey de ilâve

edilerek, «İstisna edilen meseleler altı tanedir» denilmiştir.

«O noksanlığa fakihlerin icmaı ile zamindir ilh...» Çünkü telef ettirmektir. Çoğu kez gasb ile tazmin

ettirilmeyen şey, telef ettirmekle tazmin ettirilir. Çünkü bunun aslı hürdür. İtkânî.

Fakihler bu eksik olanın açıklamasında ihtilaf etmişlerdir. Nusayr bin Yahyâ der ki: «Bakılır:

gasbeden kimse kullanmadan önce kaça kiralanıyordu, kullandıktan sonra kaça kiralanıyor? O

zaman kullanma ile kullanmadan sonraki arasindakı fark tazmin ettirilir.»

Muhammed bin Seleme de «Bunda satıma itibar edilir. Yani bakılır: O gayri menkul gasbeden

tarafından kullanılmazdan önce kaça satılıyordu, kullandıktan sonra kaça satılacaktır. Bu fark göz

önünde tutulur ve noksanlık halinde tazmin ettirilir. Kıyasa uygun olan da budur.» demiştir.

Halvânî de şöyle der: «Doğruya en yakını Muhammed bin Seleme´nin görüşüdür. Kübra adlı eserde

olduğu gibi, fetvâ da bu görüş ile verilir. Çünkü malın menfaatinin kıymetine değil, aynının

kıymetine itibar edilir. Sonra gasbeden sermayesi olan tohumunu alır, noksan olan şeyi de

borçlanır. Bir de akine harcadığını alır. Geri kalan fazlalığı da Ebû Hânife ve İmam Muhammed´e

göre tasadduk eder. O halde birisi bir tarla gasbetse, ona iki ölçek ekin ekmiş olsa, sekiz ölçek

mahsul elde etmiş olsa, bir ölçek kadar ekin ve hasadına sarfetse, bir ölçek kıymeti kadar tarlada

noksanlık olsa, dört ölçeğini alır, geri kalanı da tasadduk eder. Ebû Yûsuf da ondan hiçbir şey

tasadduk etmez, demiştir. Bu konunun tamamı Tebyîn adlı eserdedir.»

Dürrü´l-Müntekâ da şöyle denilmektedir: «Yukarıdaki sözler ifade ediyor ki, kendi ihtiyacına

sarfetmez. Ancak fakir olursa müstesnâdır. Zengin olduğu halde tasarruf yapmış olsa, onun mislini

tasadduk eder. Eğer mâlikine öderse, haramın pisliği yok olduğundan yemek ona helâl olur. Ama

lisanların tedavülü ve akitlerin tekrarı ile helâl olmaz. Bu konuyu Kuhistânî zikretmiştir.»

«Tohumdan arta kalanı verir ilh...» Bunu öndeki meseleye ayrıntı yapmak açık değildir. Minâh´ta

Müctebâ´dan naklen şöyle denilmektedir:

«Bir başkasının tarlasını ekse ve biçse mâlik ona biten ekini sökmesini emredebilir. Eğer sökmezse

kendisi sökebilir. Bitmezden önce ise, bitinceye kadar tarlayı bırakır. Bittikten sonra ya onu

kaldırmasını emreder, veya tarlayı eken kimseye tohumun meydana getirmiş olduğu fazlalığı verir.

O zaman o tarla başkasının tohumu ile ekildiği halde kıymetlendirilir veya ekinsiz olarak

kıymetlendirilir. O zaman mâlik ekili tarla ile ekilmeyen arasındaki fazlalığı ona verir. Ebû Yûsuf´tan

da mâlikin ona tohumun mislini vereceği rivayet edilmiştir. Ama birinci görüş daha sağlamdır.»


«Bu konunun tamamı Müctebâ´dadır ilh...» Müctebâ sahibi geçen ifadeyi yazdıktan sonra şöyle

demiştir: «Eğer iki ortaktan birisi arkadaşının izni olmadan tarlayı ekse, arkadaşı da ekine ortak

olmak için bitmezden önce ona tohumun yarısını verse, câiz değildir. Ama bittikten sonra verse,

câiz olur. Eğer ortağı tarladaki ekinden kendi hissesine isâbet eden kısmı sökmek istese, geri

taksim ederler. Adam kendi hissesine isabet eden yerdeki ekini söker, tarlayı eken de sökmekle

noksanlanan kısma zamin olur. Üstadımız diyor ki: «En doğrusu ekinle hâsıl olan yerdeki

noksanlıktır.» Nitekim bunu Kudurî de şerhinde zikretmiştir. Şeyh Hayreddin de doğru olanın

birincisi olduğunu söylemiştir. Nitekim rivâyet edilen de budur. Çünkü ekini yetişmeden

kaldırmaktan tarla noksanlaşır. Zira tarla o senesinde tam bir gelir getirmekten zayıf düşer. Nitekim

görülen de budur.

«Gasbedenin f...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Şubat 2010, 12:42:43
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 04 Şubat 2010, 12:42:43 »

METİN

İzin almadan başkasının toprağında bina yapsa veya ağaç dikse, eğer yerin kıymeti bina veya

ağaçtan çoksa, bina veya ağacı sökmekle emrolunur. Mâlik, kaldırması emredildiğinde onların

sökülmüş durumdaki kıymetini tazmin eder. Yani yere ağaçsız ve binasız şekliyle kıymet biçilir. Bir

de sökülmüş durumdaki ağaç ve bina ile birlikte kıymet biçilir. Eğer, toprağın kıymeti, ağaç ve

binanın kaldırılmasıyla noksanlaşırsa, o zaman mâlik fazlalığı zamin olur.

İzinsiz olarak başkasının yerini ekmiş olsa, o zaman örfe itibar edilir. Örfe göre mahsul nasıl taksim

ediliyorsa, öyle taksim edilir. Eğer bu konuda örf yoksa, tarlada biten ekenindir. Eken kimse tarla

için emsalinin ücretini verir.

Eğer vakıf tarlasını, mütevelliden izinsiz olarak ekerse, o zaman da her durumda ya hisse vâcib

olur, ya da ücret gerekli olur. Fusûleyn.

Birisi diğerinin kumaşını gasbetse, kumaşı boyasa, burada renklere itibar edilmez. Boyanın

getirdiği ziyadeye veya noksanlığa itibar edilir.

Veya birisinin kavutunu gasbetse ve onu yağla karıştırsa. Mâlik muhayyerdir. Dilerse kumaşının

beyaz halindeki kıymetini kavutun ise mislini tazmin ettirir. Mebsut´ta kavutta da kıymetini tazmin

ettireceğini söylenilmiştir. Çünkü kavut yağda kızartılmakla bozulmuştur. Artık mislîn yerine

kâimdir. Musannıf burada kıymet yerine mislî demiştir. Zira kıymet mislin yerine kâimdir. İhtiyar adlı

eserde de böyledir. Biz bu iki görüşü de yukarıda Müctebâ´dan naklettik. Dilerse de boyanmış

kumaşı veya kavrulmuş kavutunu alır, boyanın kumaştaki fazlalığına veya yağın kıymetini zamin

olur. Çünkü yağ onun mulküne bitişik olduğu zaman mislîdir. Boya ise onun mülküne bitişik

olmazdan önce de mislî değildir. Çünkü su ile karışmıştır. Müctebâ.

İZAH


«Bina yapsa ilh...» Yani binâyı, bina yaptığı yerin toprağı ile yapmasa. Yoksa, bina yer sahibinin

olur. Zira onun yıkılmasını emretmiş olsa, eskiden toprak olduğu gibi yine hepsi toprak olur. Dürrü

Müntekâ.

«İzin almadan ilh...» Eğer yerin sahibinden izin alarak yapmış olsa, bina yapanındır. Binayı yapan,

binayı yer sahibine verdiği takdirde, rücu ederek harcadığını ondan alır. Câmiü´l-Fusûleyn,

başkasının yerinde bina yapmanın hükümleri konusunda zikredilmiştir.

Şârih de çeşitli vasiyetler konusunda açıklamalı olarak bir kimsenin kendi karısına ait yerde bina

yapma meselesini zikredecektir.

«Eğer yerin kıymeti çoksa ilh...» Ama eğer arsanın kıymeti binadan noksan ise, gâsıb yerin sahibine

kıymetini tazmin eder. Bina kendisinin olur. Dürer, Nihâye´den. Bu hüküm de, Kerhî´nin sözü

üzerinedir. Kerhî´nin sözlerine yapılan itirazları takdim ettik.

«Sökülmüş kıymetini tazmin eder ilh...» Bu kıymet onun sökülmüş kıymetinden sökülme ücretinin

miktarı kadar noksandır. Meselâ yerin kıymeti yüz olsa, sökülmüş ağacın kıymeti on olsa, sökülme

ücreti bir olsa, o zaman dokuz kalır. Yer bu ağaçla beraber yüz dokuz dirhemle kıymetlendirilir.

Yerin sahibi gâsıba dokuz dirhem tazmin eder. Minâh.

«Eğer sökülme ile yer noksanlaşırsa ilh...» Yani fâhiş bir şekilde. Öyle bir noksanlaşma ki yeri

tamamen bozar. Ama eğer ağacın sökülmesi yere az bir noksanlık getirirse, o zaman yerini alır,

ağacı söker, ağaca gelecek noksanlığı tazmin eder. Sâyıhânî, Makdisî´den.

BAŞKASININ TOPRAĞINI İZİNSİZ EKMEKTE ÖRFE İTİBAR EDİLİR


«Başkasının yerini ekmiş olsa, o zaman örf geçerlidir ilh...» Zahîre´de şöyle denilmektedir:

«Fakihler, eğer ekilen yer tarım için olan bir yer ise, şöyle ki, tarla halkın başkasının yerini ekmeyi

âdet edindiği bir köyde olsa, tarla sâhibi de kendisi ekmeyerek tarlasını ziraat ortakçılığı için

başkasına veren birisi ise, o zaman tarla ziraat ortakçılığı için ekilmiş olur. Tarla sâhibi ekenden

köyün halkının örfüne göre mahsulün ya yarısını, ya dörtte birini veya buna benzer bir şey alır.

Fetâvâ-yı Nesefî´de de bu şekilde zikredilmiştir.

«Bu mesele kiraya vermek için yapılmış bir bina gibidir. Bir kimse kira için yapılmış binada otursa,

o zaman, onun oturması kiraya hamledilir. Tarla meselesi de aynen bunun gibidir. Ben zamanın

meşayihinin de böyle hüküm verdiğine ulaştım. Ancak bu konuda bende meydana gelen kanaati,

güvendiğim kimselere arzettiğimde şöyle denildi: Yer her ne kadar ziraat için hazırlanmışsa da, bu

kimsenin ziraat ortakçılığı fasit bir ortakçılıktır. Çünkü bunda tarlanın ne kadar zaman için ekileceği

beyan edilmemiştir. O takdirde vacib olan tarladan gelen mahsulün hepsinin ziraat ortakçılığı için

olmasıdır. Eken kimse de tarlanın ücretini vermelidir.»

Ben derim ki: Şu kadar var ki, şârih ziraat ortakçılığı kitabında, ileride şunu zikredecektir:

«Kendisiyle fetvâ verilen görüşe göre ziraat ortakçılığının süresini beyan etmeden de geçerli

olmasıdır. O zaman süre, birinci ekim üzerine meydana gelir. Açık olan şudur ki; meşâyihin

üzerinde ittifak ettiği hüküm de bunun üzerine bina kılınmıştır.»

Yukarıda Zahîre adlı eserden naklettiğimiz nakledildikten sonra Bezzâziye´nin ziraat ortakçılığı

konusunda şöyle denilmektedir: «Kadı diyor ki: «Bana göre o tarla eğer ziraat ortakçılığı için

hazırlanmışsa, çalışan kimsenin hissesi de o bölge halkının örfüne göre belli ise, istihsânen

caizdir. Eğer bu iki şarttan birisi yoksa, caiz değildir. O zaman adete bakılır. Ziraattan önce veya

sonra eken kimse kendi nefsine ektiğini ikrar etmezse, veya tarlayı eken kimse ziraat ortakçılığı ile

ekin ekenlerden olmasa, onun ekmesi gasb olur. O zaman tarladan çıkan mahsul onundur. Onun

ekinin tarlaya vermiş olduğu noksanlığı ödemesi de gerekir. Eğer teville ekmişse yine hüküm

böyledir. Yani bir kimsenin kiraya verilmeyen tarlasını, sahibinin izni olmadan kiraladığını söylese,

tarla sahibi de ona izin vermese, o açıklamaya göre kiralayan kimse tarlayı ekse, ziraat ortakçılığı

olmaz. Çünkü yeri tevili ile ekmiştir.»

«Eğer örf yoksa ilh...» Yani o tarlanın ziraat ortakçılığı için verilmesinde ve ona belirli bir hissenin

ayrılmasında örf yoksa, o zaman eken kimse gâsıb olmuş olur. Tarlada yetişen mahsul onun olur. O

halde şârihin, «Eken kimse tarla için emsalinin ücretini verir» demesi kapalı olur. Yukarıdaki

nakiller de bu kapalılığı çözmezler. Zira o takdirde tarla gelir getirmek için hazırlanmış olmaz ki onu

eken üzerine ücret vâcib olsun. O zaman o tarlayı ekene vacib olan, ekinin tarlaya getirdiği

noksanlığı tazmindir.

Allahım, o zaman bu malın, ancak yetimin malı olduğuna hamledilir ki bu da uzaktır. Veya sahibinin

onu kiraya vermek için hazırlamasına hamledilir. Bu takdirde de gelir getirmek için hazırlanan bir

tarla olur. Vakfa gelince, yakında gelecektir.

Câmiü´l-Fusûleyn´de şârihin zikrettiğini ifade eden bir ibare metinde kesinlıkle yoktur. Zira

Câmiü´l-FusûIeyn´in otuz birinci faslında olan bizim yukarıda Zahîre ve Bezzâziye´den naklen takdim

ettiğimizin benzeridir.

«Eğer vakıf tarlasını ekerse ilh...» Fusûleyn´in ifadesi ise «Ancak vakıfta olursa, o zaman onun

hissesini veya ücretini verir. Yani ekme cihetiyle ekerse hissesini vermesi gerekir. Oturursa,

ücretini vermesi gereklidir. O tarla ister ziraat için hazırlansın, ister hazırlanmasın. Bu görüş

üzerine de müteahhir ulemanın cümlesinin fetvâsı karar kılmıştır» şeklindedir.

Ben, Fusûleyn´in hâmişinde Dımaşk müftüsü allâme Abdurrahman Efendi el-İmâdî´den şunu

gördüm: «Fusûleyn´in hissesini vermek gerekir sözü, yani tarlanın ekimi halinde hissesini vermek

gerekir. «Ücret vacibtir» sözü de yani evde oturursa demektir. O zaman Fusûleyn sahibinin «yeri

ekse» sözünden maksat da tarlayı eksedir.»

Fusûleyn´in «hangi cihetle ekerse» sözüne, ister açık olarak, ister delâleten, ister ziraat ortakçılığı

şekliyle, ister akdin tevili ile eksin, bu şekillerin hepsi girer.

İs´af´ta da şöyle denilmiştir: «Bir kimse vakıf arazisini ekse, mütehhirûn âlimlere göre ecr-i mislini

vermesi gerekir.

Ben derim ki: Açık olan, «ecr-i mislini vermesi gerekir» sözü örfün olmadığına hamledilir. Veya

ücret vermenin vakfa daha menfaatli olmasına hamledilir. Düşünülsün.

Mümkündür ki Fusûleyn´in «hissesini vermesi gerekir» sözü eğer örf varsa sözü ile «ücret vermesi


gerekir» sözü de, örfün olmaması veya ücretin vakfa daha menfaatli olması ile tefsir edilir.

Düşünülsün.

ÖNEMLİ BİR KONU:


Sonuç olarak eğer ektiği yer birisinin mülkü ise, eğer sahibi onu ziraat için hazırlamışsa, tarla

sahibinin mahsuldeki hissesi hususunda örf geçerlidir. Yok ziraat için hazırlanmamışsa bakılır:

Eğer kiraya vermek için hazırlanmışsa, tarladan çıkan mahsulün hepsi ekenindir. Eken kimsenin

üzerine ecr-i misil vermek gerekir. Kira için de hazırlanmamışsa, ekin tarlayı noksanlaştırmışsa,

eken kimse ekinin tarlaya getirdiği noksanlık karşılığında bir şey verir.

Eğer tarla vakıf ise, eğer orada bir örf varsa, ve örf daha menfaatli ise örfe itibar edilir. Örf yoksa

ecr-i misil verir. Çünkü fakihler vakfa yararlı olanın seçilmesi kaidesı ile fetvâ vermi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Şubat 2010, 21:26:02
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 04 Şubat 2010, 21:26:02 »

GÂSIBIN GÂSIBI BAHİSLERİ

İZAH


«Kıymetin kabzı biliniyorsa ilh...» Açık olan buradaki hüküm gasbedilen malı aynen geri vermek

hususundadır. Eğer birinci gâsıb ikinci gâsıbtan malın kıymetini aldığını ikrar etse, malik bunu

inkâr etse, onun ikrarı gâsıbtan malın kıymetini aldığını ikrar etse, mâlik bunu inkâr etse, onun

ikrarı mâlik hususunda tasdik edilmez. Zira mal onun ikrarıyla onun zımanına girmiş olur. Red

davası ile de ondan zıman def edilir. O halde onun ikrarı kendi nefsi hakkında da tasdik edilmez.

Fusûleyn üzerine Remlî´nin yazdıklarına başvurunuz. T. Hamevî´den, o da İmâdî´den nakletmiştir.

«Delil ile ilh...» Yani ikinci gâsıb gasbedilen malın kıymetini birinci gâsıba ödediğine dair delil

ikâme ederse, kendisi tazminattan kurtulur.

«Gâsıbın ikrarı ile değil ilh...» Yani birinci gâsıbın ikrarı ile. O halde mâlik hakkında onun ikrarı

tasdik olunmaz. Mâlik gâsıbların herhangi birisine tazmin ettirmede muhayyerdir. Birî.

«Gâsıbin ikrarı ancak kendisi ve gâsıbı hakkında tasdik edilir ilh...» Yani mâlik ikinci gâsıba tazmin

ettirmeyi tercih ettiğinde, ikinci gâsıb tazmin eder sonra da birincinin ikrarına binaen rücu ederek

ondan alır.

Mâlik birinci gâsıba tazmin ettirmeyi tercih ederse, birinci gâsıb tazmin ettikten sonra ikinci gâsıba

rücu etse, daha önceki ikrarına binaen ondan hiçbir şey alamaz. Eğer ikrar etmeseydi rücu edip

alabilirdi. Nitekim ileride gelecektir.

«Malın bir kısmını ilh...» Musannıfın bu «bir kısmını» mutlak zikretmesi malın yarısına, üçte birine

veya dörtte birini de kapsamına alır. Yani mâlik malın yansını veya üçte birini veya dörtte birini

birinci gâsıba, geri kalan kısmını da ikinci gâsıba tazmin ettirebilir. Hindiye´de olduğu gibi.

«İrâde edebilir. Sirâciye ilh...» Sirâciye´den çeşitli nakiller yapılmıştır. Bazı âlimler Sirâciye´den

malikin malın bir kısmını birinciye, bir kısmını da ikinciye tazmin ettirme hakkına sahip olmadığını

nakletmişterdir. Fusûleyn´de, Sadr-ı İslâmın Fevâid adlı eserinden nakledilen de böyledir.

Hindiye´nin Zahîre´den naklettiği de aynen böyledir.

«Mal sahibi muhayyerdir ilh...» Ancak gasb bahsinin baş tarafında metinde geçen mesele hariçtir.

Hindiye´de şöyle denilmektedir: «Eğer mal sahibi birinci gâsıba tazmin ettirirse, birinci gâsıb da

tazmin ettiği miktarı döner, ikinci gâsıbtan alır. Eğer ikinci gâsıba tazmin ettirse, ikinci gâsıb rücu

ederek birinci gâsıbtan alamaz.»

Bezzâzjye´de şöyle denilmektedir: «Gâsıb gasbettiği malı hibe etse, veya sadaka veya eğreti olarak

verse, mal da onun elinde helâk olsa, onlar da mâlike tazmin etseler, onlar artık mâlike tazmin

ettikleriyle gâsıba rücu edemezler. Çünkü onlar kabzı kendi nefisleri için yapmışlardır. Ama bunun

aksine gasbettiği malı birisine rehin kira veya emânet olarak verse bunlar malike tazmin ettikleri

takdirde, tazmin ettikleri miktarı döner gâsıbtan alırlar. Zira bunlar gâsıb için çalışmışlardır. Gâsıb

gasbettiği malı satsa, mâlik de müşteriye kıymetini tazmin ettirse, müşteri gâsıb satıcıya malın fiyatı

ile rücu eder. Zira bu malın kıymetini geri vermek onun aynını vermek gibidir.»

«Onu bırakıp diğerine tazmin ettirme hakkına sahip değildir ilh...» Mal onun yanında helâk olmuş

olsa bile, Fusûleyn´de olduğu gibi. Yani, tazminini tercih ettiği kimse mal bulamasa veya müflis

olarak ölmüş olsa bile. Bu malın bir kısmını tazmin ettirmeye şâmildir. O halde gâsıblardan birisine

malın bir kısmını tazmin ettirse, kabzettiği kısmı diğerine tazmin ettiremez. Ama geri kalan bunun

aksinedir. Yani bir kısmını birisine tazmin ettirdiği takdirde kalan kısmı diğerine tazmin ettirir.

Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: «Gasbedilen malın tamamını tazimin etmesi zaminin temlik

etmesidir. O zaman diğer gâsıbın ona temlik etmesi hakkına sahip değildir. Ama bir kısmını tazmin

ettirmek, yalnız o kısmın temlikidir. O zaman kalan kısmı diğerine temlik ettirebilir.»

«Bazı âlîmler tarafından da bu hakka sahip olduğu söylenmiştir ilh...»

Fusuleyn´de birinci görüşe ağırlık verilerek sonunda işaret yoluyla «Bu meselede iki rivayet vardır»

denilmiştir.

Muhit adlı eserden naklen Hindiye´de de şöyledir: «Malik gâsıblardan birisine tazmin ettirmeyi

tercih etse, imameyne göre artık diğerine tazmin ettirme hakkına sahiptir, demiştir.»

Muhit´ten nakledilenin açık anlamına göre, malı kabzettikten sonra artık ikinciye tazmin ettirme

hakkına ihtilâfsız olarak sahip değildir. Bundan dolayı Muhit´te «ihtiyar» kelimesi ile tabir edilmiştir.

Gasbedilen malın kıymetinin ödenmesine hükmedilmesi de mâlikin kabzı ile rızası gibidir.

Hindıye´de olduğu gibi.


PRATİK BİR MESELE: Birisi mâlikine vermek üzere gâsıbtan malı alsa, mâlikini bulamasa, gâsıbın

olur. Malı tekrar gâsıba geri vermekle beri olur. Hindiye.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes