> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Diyetler
Sayfa: 1 [2] 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Diyetler  (Okunma Sayısı 4436 defa)
27 Ocak 2010, 20:05:29
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #5 : 27 Ocak 2010, 20:05:29 »



M E T İ N

Oluktan her iki taraf da isabet etmiş olsa ve bu da bilinse oluğu koyan adam yarı tazminat öder.

Diğer yansı ise heder olur. Eğer hangi tarafın İsabet ettiği bilinmiyorsa istihsanen yarısının

tazminatını öder. Zeylai.

Başka birisinin koymuş olduğu taşı bir diğeri yerinden çevirse ve bu sebepten birisi zarar görse,

taşı çeviren zamin olur. çünkü taşı ilk koyanın bu kuyusu, çeviren tarafından bozulmuştur.

Bu durum şuna benzer: Birisi yolda başına veya sırtına bir şey koymuş olsa, bu da başka birinin

üzerine düşse veya bir hasır, kandil veya çakıl taşı ile mahallesinin mescidinden başka bir mescide

girse yani o mescide hasır serse veya yere çakıl koysa; veya o mescitte namaz için değil de başka

bir şey için otursa -oturması Kur´an okumak veya herhangi birşey öğretmek için de olsa- ve bu

işlerden herhangi biri sebebiyle mesela bir kör, helâk olsa zamin olur. İmameyn buna muhalefet

ederek. «zamin olmaz» demişlerdir.

Omzundan giydiği bir aba üstünden düşüp de başka birînin ölümüne sebep olsa veya yukarda

zikredilen şeylerden herhangi birisini kendi mahallesinin mescidinde yapsa, zamin olmaz. Çünkü

mescidi tedbir etmek, mescidin ehline ait olup başkasına ait değildir.

O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mubahtır. Fakat

selâmetle kayıtlanır. Kendi mahallesinin mescidinde namaz için oturmasında da bu oturma

sebebiyle herhangi bir adamın zarar görmesinin tazminatını ödemez.

Bunun özeti şudur: Kendi mahallesinin mescidinde veya başka bir mescitte namaz İçin oturması

sebebiyle başka birine zarar verse bunu zamin olmaz. Namazın dışında başka bir sebeple oturması

halinde bunu mutlaka zamin olur. İmameyn burada Ebû Hanife´ye muhalefet etmişlerdir.

Şurunbulâlîye´de de Zeylaî ve diğer kitaplara nispetle İmameyn´in görüşü daha açık görülmüştür.

Ben de Mültekâ Şerhi´nde imameyn´ln görüşünü tahkik ettim.

Mültekâ´da şöyle bir ifade vardır: «Birisini bir bina yapmak için veya dükkânın veya evinin önündeki

sahada su kuyusu kazmak için ücretle tutsa ve bu îşler sebebi ile de işi bitirmeden bir şey telef

olmuşsa; tazminatı İşçinin üzerinedir. Eğer işi bitirdikten sonra telef olmuşsa tazminat mülk

sahibinin üzerinedir. Nitekim yapılan şey, evinin veya dükkânının önünde olmasa ve Eşçide bunu

bilmese bu durumda yine mülk sahibinin üzerinedir. Eğer işçi yaptığı İçin mülk sahibinin evinin

veya dükkanın önünde olmadığını bilse bu durumda yaptığı işten dolayı herhangi bir şeyin telefinde

tazminat işçi üzerinedir. Nitekim yolun ortasında bir binanın yapılmasını emretse bu emir fâsid

olduğundan dolayı, herhangi bir şeyin telefinde tazminat yine işçi üzerinedir. Eğer mülk sahibi

işçiye o yerin kendi evinin arsası olduğunu, fakat orda kuyu kazma hakkı olmadığını söylese

herhangi bir şeyin telefinde tazminat kıyasen ücretli İşçiye aittir. Çünkü aldatılmamıştır ve emrin

fâsid olduğunu bilmektedir. İstihsanen ise tazminat müstecir üzerinedir.»

Ben derim ki: Mülteka şarihi ve diğeri burada kıyası istihsâna takdim etmişlerdir. Bu takdimin zâhiri

kıyası istihsâna tercih etmektir. Bilhassa Mültekâ sahibi daha kuvvetliyi diğerine takdim etmek

itiyadındadır.

İ Z A H

«İstihsanen ilh...» Çünkü bir durumda hepsine zâmin olur. Bir halde de hiçbir şeye zâmin olmaz.


Çünkü oluğun mülkünde olan tarafı isabet edip ölümüne sebep olmuştur. Netice olarak yarısını

zâmin olur. Kıyasa göre ise şüphe olduğundan dolayı hiçbîr şeye zâmin değildir. Bu bahsin tamamı

Zeylaî´dedir.

«Bu da başka birinîn üzerine düşse ilh...» Düşse ve bir insanın kayarak ölmesine sebep olsa yine

zâmin olur Hidâye.

Çünkü yolda eşyayı başına veya sırtına yüklemek mübahtır. Şu kadar var ki hedefe veya ava atılan

ok veya kurşun gibi şeylerde selametle kayıtlı olması lâzımdır. Zeylai.

«Bir hasır, kandil veya çakıl taşı ile ilh...» Hasır kandil veya içinde çakıl taşı olan torba birinin

üzerine düşse ve ölümüne sebep olsa bunun tazminatını öder. Minah.

Ben derim ki: Hidâye´nin ibaresi ise: «Mescit bir aşiretîn olsa, o aşiretten birisi de o mescide bir

kandil asmış olsa veya oraya hasır şermiş olsa veya araya çakıl dökse...» şeklindedir.

Bundan zâhir olan burada «çakıl dökmek» filinin geçmiş zaman fiili olup «hasır sermek» fiiline

atfedildiğidir. İbn Kemâl´in açıklaması da buna delâlet eder.

Şurunbulâliye yukarıdaki meselede tazminat ödemekle ilgili imamlar arasındaki ihtilâfı. mescitte o

işi yapan adamın «mescidin cemaatinden izinsiz olarak yapması» ile kayıtlamıştır. eğer onların

izniyle yaparsa ittifak!a yapmış olduğu işten dolayı zarar görülmesi halinde zâmin olmaz.

denilmiştir. Nitekîm aynı mescit cemaatinden bir kişi, mescide aydınlatılması içîn bir kandil asmış

olsa, bu da birinin ölümüne neden olduğu zaman. zamin olmaz. Ama eğer o kandili muhafaza etmek

için asarsa ve o da birinin ölümüne sebep olursa. yine ittifakla zâmin olur, Şerhu´l-Mecmua´da

olduğu gibi... Bezzâziye´de Hakimin izninin mahalle halkının izni gibi olduğu belirtilmiştir.

«Mahallesinin mescidinden başka bir mescide girse ilh...» Bundan anlaşılan ileride gelecektir. Zâhir

olan şudur ki: Cemaat mescidinin hükmü, mahalle mescidinin hükmü gibidir. O halde cemaat

mescidinde yukarıda sayılanlardan herhangi birini yapması sebebiyle birisi bir zarara uğrasa zâmin

olmaz. T.

«Velev ki o mescitte oturuşu Kur´an okumak veya herhangi bir şey öğretmek için de olsa ilh...»

Çünkü mescit namaz için yapılmıştır. Namazın dışındaki şeyler ise namaza bağlı olarak yapılırlar.

Bunun delili şudur:

Mescit dar olursa namaz kılan adam zikir Kur´an okumak veya ders vermek için oturan kişiyi

rahatsız ederek kaldırır ve yerinde namaz kılar. Bunun aksi ise yapılamaz.

«Omzundan giydiği bir abâ üstünden düşerse zâmin olmaz ilh...» Yani giydiği abâ birisinin üzerine

düşerek ölümüne sebep olsa veya düşse ve birisi üzerine bastığında kayarak ölse zâmin olmaz.

Bu son hususa Hîdaye´de de işaret edildikten sonra denilmiştir ki: «Giyilen bir şey ile taşınan bir

şey arasındaki fark şudur; Bir şeyi taşıyan onun muhafazasını kasteder. O zaman onu selâmetle

takyid etmeye lüzum yoktur. Ama elbiseyi giyen kişi onu muhafazayı kastetmezse bu sebepten

selâmet kaydıyla kayıtlanır ve mutlaka mubahtır, denilir.

İmam Muhammed´den şu da rivayet edilmiştir ki: «Bir adam normal olarak giymediği bir şeyî giyse;

o şeyi taşımış gibi olur. Çünkü onu giymeye ihtiyacı yoktur.»

Kılıç ve omuza atılan şalın ve benzerlerinin hükmü de abâ gibidir. Gâye´de de böyledir.

«O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mübahtır ilh...»

Bundan: Mescidin cemaatinin bir şey yapması vaciptir, anlaşılır. Fakat öyle değildir. Aksine

mescidin ehlinin de, ehli olmayanın da mescitte adı geçen işlerden herhangi bir şey yapmaları

mubahtır. Ancak mescid ehlinin mescitte adı geçen şeylerden herhangi birîn! yapmaları mutlaka

mubahtır ve selâmet kaydıyla kayıtlı değildir. Mescidin ehlinden olmayan bir kîmsenin adı geçen

işlerden herhangi birini yapması mubahtır ve selametle kayıtlıdır T.

«Bunun özeti şudur; namaz için oturması ilh...» Şemsü´l-Eimme demiştir ki: «Ebû Hanîfe´nin

mezhebinde en sahih olan, namazı beklemek için oturan kimsenin oturmasından dolayı herhangi

bir kimsenîn zararına sebep olduğu taktirde zemin olmamasıdır. Ancak İmamlar arasındaki ihtilâf

Kur´an okumak, fıkıh ve hadis dersi vermek gibi mescide has olmayan ibadetlerdedir.»

Zahîre´de de şöyle denilmiştir: «Mescitte hadis için olursa, mescitte uyusa, orada namaz dışında bir

şey için kalsa veya oradan sadece geçse ve bu durumlardan biriyle bir kişi zarar görse; Ebû

Hanîfe´ye göre zamîn olur. imameyne göre ise olmaz. Eğer namazı bekleme itikâf, Kur´ân okumak,

ders vermek ve zikir etmek gibi ibadetler için oturursa müteahhir fakihler bu hususta ikiye

ayrılarak; bir kısmı bu sayılan şeylerden biri sebebiyle birisi ölse zâmin olur; bir kısmı da zâmin


olmaz, demişlerdir.» Zeylaî´den özetle...

«Mutlaka olarak ilh...» Yani ister kendi mahallesinin mescidinde İster başka bir mescitte olsun fark

etmez...

«Zeylaî´ye nispetle ilh...» Zira Zeylaî, Hilvanî´den şunu nakletmiştir: «Meşayihin ekserisi yukarıdaki

meselede İmameyn´in kavlini tutmuşlardır ve fetvâ da imameynin kavil üzeredir.»

Zeylâî yine Sadra´l-İslâm´dan şunu nakletmiştir: «En açık olan imameynin hükmettiğidir. Çünkü

mescitte oturmak namazın zaruretindendir ve namaza ilhak olunur.»

Aynî´de de şöyle denilmektedir ki: «Diğer üç mezhebin imamları da İmameynin kavli ile

hükmetmişlerdir. Fetvâ da İmameynin kavli iledir T.

«Ben de Mülteka şerhinde İmameynin görüşünü tahkik ettim.» Bunun özeti benim yukarda takdim

ettiğimdir. Zeylâî şunu da zikretmiştir: «Mahzurlu olan bir şeyi konuşmak için mescitte oturursa ,o

oturuşundan dolayı herhangi bir zarar veya ölüm vakası olursa İmamların ittifakıyla oturan adam

zamindir. Fahru´l-İslâm´ın mutlak zikrettiği de buna göre yorumlanır.

«İçin ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Diyetler
« Posted on: 26 Nisan 2024, 13:41:31 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Diyetler rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Diyetler mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Diyetler kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Diyetler Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Diyetler kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Diyetler peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Diyetler ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Diyetlerönlisans arapça,
Logged
27 Ocak 2010, 20:10:17
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #6 : 27 Ocak 2010, 20:10:17 »

YIKILMAYA YÜZ TUTAN DUVAR FASLI

M E T İ N


Amme yoluna yıkılmaya yüz tutan bir duvardan dolayı bir insan bir hayvan veya mal telef olsa.

duvar sahibinden yıkılması talep edilmişse duvar sahibi zamin olur. İster hakikaten sahibi olsun

isterse vâkıf ve kayyım gibi hükmen sahibi olsun... Velev ki o duvar mescidin duvarı olsun. O

zaman vâkıfın akilesi zâmin olur.

Velî, râhin, mükâteb ve ticaretle izinli köle de kayyım gibidir. Duvarın ortaklarından biri de

istihsanen böyledir. İsterse o ortak, vârislerden biri olsun...

Evet öyledir ve Zâhiriye´de de şu vardır: «Eğer yıkılmaya yüz tutan duvarın sahibi ölse ve vâris

olarak yalnız bir oğlunu ve bir de bütün malını kapsayacak kadar borç bırakmış olsa; oğlu, o duvarı

yıkılmaya yüz tutan evin mâliki olamasa bile, oğlun üzerine duvarın yıkılacağına dair şahit tutmak

sahîhtir. Burcundi ve diğerleri.

Yıkılmaya yüz tutan duvarın yıkılmasını, hür olan mükellef müslüman veya zimmî veya mükatep

köle talep etme hakkına sahiptirler.

Musannıfın burada mükelleften kastı, hâkimin huzurunda dâvâ açmaya ehil olan kimsedir. O zaman

çocuk ile kölede, velinin ve efendinin dava görmeye izin vermesi şarttır. Zeylai.

Eğer duvarın yıkılacağına dair şahit tutmasa, duvar yıkılmaya yüz tutmadan önce yıkılmasını talep

etmek, teaddi olmadığından dolayı zaten sahih değildir ve duvar sahibi de onu yıkmaya kadir

olduğu süre içerisinde yıkmasa, o zaman zamin olur. Zira âmmeye zarar veren bir şeyi def etmek

vaciptir.

Yıkılmaya yüz tutan duvar nedeniyle telef olan nefisle diyetleri, duvar sahibi âkilesi üzerinedir.

Malların tazminatı ise duvar sahibinin kendisi üzerinedir. Çünkü âkile malın tazminatını ödemez.

Tazminat da ancak üç şeyin üzerine şâhit tutmakla olur. Yani ya duvarı yıkmaya mâlik olan kîmseye

duvarı yıkması için yapılan talepte şâhit tutmak veya duvarın düşmesîyle helâk olan kimsenin duvar

nedeniyle helâk olduğuna dair şâhît tutmak ya da duvarın, şahit tutma vaktinden yıkılma vaktine

kadar onu mülkü olduğuna dair şahit tutmak gerekir. İşte bundan dolayı musannıf: «Eğer yıkılma

talebinde bulunan adam, evde îcar veya iâre ile oturan veya mürtehin veya emanetçi gibi yıkma

hakkına sahip olmayan kimselere yıktırma talebinde bulunsa, bu talebine itimad edilmez. Çünkü adı

geçenler o duvarda tasarruf hakkına sahip değildirler. O zaman adı geçenlerden herhangi birisine

duvarın yıkılması talebinde bulunduktan sonra duvar düşse ve bir şey telef etse ne evde oturanın

ne de mal sahibinin asla tazminat ödemeleri gerekmez.

Nitekim duvar satışla veya hibe gibi bir yolla mülkünden çıkması halinde de durum böyledir. Havî

Kudsi.

Yine adam ayrılmamak üzere delirse veya mürted olup dâru´l-harbe iltihak etse ve onun

daru´l-harbe iltihakıyla da hâkim hükmetse; sonra da irtidad eden kişi İslâm olarak memlekete

dönse veya deliren kişi akıllansa da böyledir. Hâniye. Ve bu duvarın mülkiyetinden çıkması da

yıkılmasını talep eden kişinin şahit tutmasından sonra olsa velev ki onu alan kişi duvarı yıkılmaya

yüz tutan binayı kabzetmeden evvel yıkılmış olsa; yine birinci mülk sahibi zâmin değildir. Çünkü

yıkılmaya yüz tutan duvar üzerindeki velâyeti satış ve benzeri ile ortadan kalkmıştır. Her ne kadar

mülkiyeti daha sonra kendisine dönse bile... Havî ve Hâniye. Ama kanat açma bunun hilâfınadır.

Çünkü yukarda geçtiği gibi fiili bâkıdır.

İ Z A H

«Yıkılmaya yüz tutan bir duvardan ilh...» Sallanan ve taşları gevşemiş duvar da buna dahildir.

Kuhistani. Yine iki katlı bir binada üst katın duvarları sallansa alt katta oturanlar üst katta

oturanlara karşı duvarın yıkılacağına dair şahit tutsalar ve yine duvarın üstü birinin, altı da başka

birisinin olup duvarın üstü sallanırsa ve duvarın alt kısmının sahibi üst kısmının sahibine karşı

duvarın yıkılacağına dair şahit tutmuş olsa; hüküm yine aynıdır. Nevâzil´den naklen Tatarhaniye´de

de bu hüküm açıkça ifade edilmiştir. Remlî.

«Amme yoluna ilh...» Hususî yol da yine böyledir. Musannıf burada yalnız umumî yolu zikrederek

iktifâ etmiştir. Kuhistanî. Şu kadar var ki, ileride de geleceği gibi bazı hükümlerde umumî yol ile

hususî yol arasında fark vardır.

«Veya mal ilh...» yani hayvanın dışında. Çünkü hayvan «nefs» kelimesini kapsamına girer. Eğer

musannıf «nefs» kelimesi ile insan nefsini de kapsayan kâmil olanı kastetseydi: kelimesi ile de

hayvanı da kapsayan bir kelime kullansaydı ilerideki: «Sonra yıkılmaya yüz tutan duvar nedeniyle


telef olan nefislerin diyetleri duvar sahibinin âkilesi üzerinedir.» sözüne uygun olurdu.

Çünkü yıkılmaya yüz tutan bir duvar nedeniyle telef olan hayvanın kıymetini âkile tazmin etmez;

Onun kıymetini duvar sahibi kendi malından verir. Rahmetî.

«Duvar sahibinden yıkılması talep edilirse ilh... Talep etme şu şekilde olur: Duvar sahibine: «Senin

şu duvarın korkutucudur, veya yıkılmaya yüz tutmuştur, onu düzelt! veya yık! ta ki düşüp de

herhangi bir şeyi telef etmesin!» denilir. Eğer duvar sahibine: «Senin şu duvarını yıkman

uygundur!» denilse bu yıkma talebi değil, istişâre olur. İnâye.

«Veye hükmen ilh...» Yani o. zararı kaldırmaya kudretli olmak.

«O zaman vâkıfın (vakfedenin) âkilesi zamin olur.» Yani her iki surette de. Çünkü kayyım vâkıfın

vekilidir. Bir vakfın kayyımına, vakıftaki yıkılmaya yüz tutan duvar için şahit tutması, vâkıfa şahit

tutması gibidir. Nitekim; Velî olan bir kimseye, velâyetinde olan küçük çocuğa veya deliye ait

yıkılmaya yüz tutan duvarı hususunda şahit tutmak çocuğa veya deliye şahit tutmak da böyledir.

Remlî diyor ki: «Vâkıfın âkilesi» sözünden, «eğer diyeti verecek âkilesi varsa» şeklinde

anlaşılmalıdır. Eğer âkilesi yok veya var fakat ödemiyorsa, o zaman vakfın kayyımından alınmadığı

gibi, rücû ederek vakıftan da alınmaz. Çünkü vakfın zimmeti yoktur.

«Veli de kayyım gibidir.» Yani baba, dede veya vasî gibi velâyeti olan kimseler, velîdirler. Hidaye´de

anne de bunlara eklendikten sonra, bunların yapmış oldukları işin bizzat velâyetlerinde bulunan

çocuğun yapmış olduğu iş gibi olduğu söylenmiştir.

Yani vasinin, babanın ve annenin yapmış olduğu bir iş, bizzat çocuğun yapmış olduğu bir iş gibidir.

Bu bakımdan duvarın yıkılması için bunlardan talepte bulunmak, bâliğ olduktan sonra çocuğa

yapılan talep gibidir. İnâye. Düşün...

Durru´l-Muntekâ´da : «Çocuğun velîsinden çocuğa ait olan yıkılmaya yüz tutan duvarın yıkılmasını

veya düzeltilmesini talep ettikten sonra, duvar yıkılsa; herhangi bir zarar durumunda tazminat

çocuğun malından alınır. Çocuk bu talepten sonra bâliğ olsa veya velîsi ölse; meydana gelen

zarardan dolayı tazmin ettirilmez. İmâdiye ve diğer kitaplarda da böyledir.»

«Râhin ilh...» Çünkü rehin edilen bir nesnenin mâliki mürtehin değil, râhindir. Râhin ise rehni

çözmekle, rehin verdiği duvar veya binayı yıkmaya kâdirdir.

Kiracıya kirada oturduğu binanın duvarının yıkılması veya düzeltilmesi talebinde bulunulmaz.

Çünkü icâre akdi icâr olunan nesnede meydana gelen özürlerden dolayı fesholunur. Duvarın

yıkılmaya yüz tutması da bir özürdür. T. Cevhere´den...

«Mukâtep ilh...» Mülkünü yıkabilir. Eğer mukâtebin yıkılmaya yüz tutan duvarından dolayı bir adam

helâk olsa, mükâtep, ölen kişinin diyetinden veya kendi kıymetinden hangisi daha az ise onu

çalışarak öder. Eğer duvardan dolayı helâk olan mal ise, kıymeti her ne olursa olsun. hakikî

cinayete kıyaslanarak ödemeye çalışır. Kirmanî´den naklen Kuhistânî´de de böyledir.

Bu ödeme hükmü, eğer kitâbet hali devam ediyor ise geçerlidir. Eğer mukâtebin azadından sonra

ise, o zaman ölen adamın diyeti kölenin efendisinin âkilesi üzerinedir. Eğer bu telef. kitâbet bedelini

ödemedeki aczinden sonra ise, hiç kimse üzerine bir şey vâcip değildir; o kan heder olur. Çünkü

mükâtep kâdir olmadığı gibi. efendisine karşı da mukâtebin duvarının yıkılmasına dair şahit

tutulmamıştır. Minah ve diğer kitaplarda da . böyledir.

Kadıhân´dan naklen Burcundî de mukâtebe ait duvarın yıkılması hususunda şahit tutulmuş olsa bu

şâhit tutma sahîhtir denilmiştir. Durru´l-Müntekâ.

«Ticaret yapmaya izinli köle» Zira ticaret yapmaya izinli köle, ister borçlu olsun, ister olmasın

kendine ait bir duvarı yıkabilir. Eğer yıkılmaya yüz tutan duvarı yıkılarak bir adam ölse. ölen adamın

diyeti kölenin efendisinin âkilesi üzerinedir. Eğer telef olan mal ise onun tazminatını ödemek,

köleye düşer. Hatta onu tazmin için köle sattırılır. Durru´l-Müntekâ.

«Duvarın ortaklarından biri için böyledîr...»de O zaman ortaklardan biri yalnız kendi hissesi kadar

duvarın vermiş olduğu zararın tazminatını öder.

«İstihsânen ilh...» Kadıya çıkarak ortaklarından duvarın yıkılmasını veya düzeltilmesini isteme

yoluyla buna imkânı olduğundan ve bunu da yapmadığından sorumluluğunu yerine getirmemiştir.

Bu yüzden de his-sesine düşen kadarın tazminatını öder. Kıyasa göre ise, tek başına duvar yıkma

imkânına sahip olmadığından dolayı tazminat ödemez. İtkânî.

«Evet öyledir ve Zahîriye´de de şu vardır ilh...» ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Ocak 2010, 20:15:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #7 : 27 Ocak 2010, 20:15:20 »

HAYVANIN CİNAYETİ VE HAYVANA KARŞI İŞLENEN CİNAYET

METİN


Asıl olan Müslümanların yolundan geçişin kaçınılabilmesi mümkün o!an şeylerden salim olmak

şartı ile mübah olmasıdır.

Amme yolundan ata binerek geçen kimse, atının ayağı ile çiğnediği, ön veya arka ayağı veya başı

ile isabet ettiği veya ısırdığı veya ön ayağı i!e vurduğu ve bunlardan dolayı telef ettiği insan veya

hayvanın tazminatını öder.

Öyle ise bu saydıklarımızdan herhangi birisi, kişi atı üzerinde kendi mülkünde seyrettiği zaman

meydana gelirse zâmin olmaz. Ancak atın üzerinde iken atın basması ile telef ettiğinden zâmindlr.

Çünkü o ağırlığı ile onun ölümüne bizzat mübaşirdir. O zaman öldürdüğü bu kişi yakını ise, onun

mirasından mahrum olur.

Eğer bu saydıklarımız başka birisinin mülkünde mülk sahibinin izniyle seyrederken meydana

gelmişse. burası da yine kendi mülkü gibi olur ve zâmin olmaz. Nitekim o hayvanın sahibi, hayvanla

beraber olmadığında hayvanın İşlediği cinayetten dolayı tazminat ödemez. Kuhistânî.

Eğer başka birisinin mülkünden mülk sahibinin izni olmadan geçerken yukarda sayılanlardan

herhangi bir şekilde bir şeylerin telefine sebep olursa, telef olan şeyin mutlak olarak tazminatını

öder. Çünkü teaddi etmiştir.

Ata binen kimse at yürürken tırnağının keskin tarafı ile veya kuyruğu ile telef ettiği şeyin tazminatını

ödemez. Şafiî buna muhalefet etmiştir.

Yolda giderken terslerken veya terslemek için durduğu zaman terslemesi veya idrar. etmesi ile bir

adam telef olursa zâmin olmaz. Çünkü bazı hayvanlar ancak durarak terslerini yaparlar.

Eğer bineğini tersini yapmak için değil de başka bir şey için durdursa bindiği at da durduğu zaman

idrarını yapsa ve bu yüzden bir şey telef olsa zâmin olur. Çünkü atı durdurmakla teaddî etmiştir.

Ancak İmâmın (İslâm Devlet Başkanı´nın), hayvanların durması için izin verdiği yerde durdurmuşsa

o zaman zâmin olmaz. Hayvanları sürmek hükmü de bunun gibidir.

Mescitlerin kapıları da âmme yolu gibidir. Ancak İmâm mescidin kapısında hayvanlar için bir yer

hazırlamış ise o zaman zâmin olmaz.

Eğer bindiği at, ön veya arka ayağı ile küçük bir çakıl taşı veya çekirdek sıçratsa veya toz kaldırsa

veya kum gibi İnce taş parçalarını sıçratsa ve bunlardan herhangi biri ile birinin gözü çıksa veya bir

elbise bozulmuş olsa, zamin olmaz. Çünkü bunlardan kaçınmak mümkün değildir. Ama eğer

sıçrattığı taş büyük olursa ve bu taş da bir şeyi telef ederse zâmin olur. Çünkü ondan kaçınmak

mümkündür.

Ata binen kimsenin zamin olduğu şeylerden dolayı atı arkadan süren veya atı çeken adam da

zâmindir. Dürer´de bu bahis tashih edilerek: «Muttarid ve mün´akis olur» denilmiştir.

Yukarda da geçtiği gibi atın ayağının basması ile telef olan şey eğer insan ise binicinin kefaret

vermesi lâzımdır. Ama süren ile çeken üzerinde kefâret yoktur. Ama. eğer birisi atı çekse, birisi de

ata binmiş olsa ve bir şeyin telefine sebep olsalar, sahih kavil üzerine süren kimse zâmin değildir.

Bu görüş de Kuhistani ve diğerlerinin kesin olarak belirttiklerine aykırıdır. Çünkü işlenen cinayeti,

mübâşire izâfe etmek, mütesebbib olan aşağıdan sürene izafe etmekten evlâdır. Nitekim yukarda da

böyle geçti. Yani bu meselede de olduğu gibi sebep olan tek başına İşlemiyorsa... Ama eğer sebep

olan tek başına işliyorsa, o zaman ata binen ile atı çeken cinâyette ortaktırlar. Nitekim atı binicisinin

izniyle, dürten kimsenin meselesinde gelecektir. Hıfzedilsin...

İ Z A H

Musannıf bu babı İnsanın işlediği cinayet babının akabinde zikretmiştir. İnsana karşı işlenen

cinayet ise, açıklamayı gerektirmeyen hususlardandır. Şu kadar var ki akılsızlık hasebiyle hayvan

da cem adâta ilhâk edilmiş olduğundan, Musannıf da hayvanın işlediği cinayet babını, kişinin

Amme yolunda bir şeyler İhdâs Etmesi babından sonra ve kölenin işlemiş olduğu cinayetten önce

zikretmiştir.

«Asıl olan ilh...» Yani bu bâbın meselelerinde asıl olan... Yine asıl şudur ki mütesebbib teaddî

yaptığı takdirde telef olan şeyi tazmin eder. Yoksa etmez. Mübâşir ise mutlaka tazmin eder. Yani

ister müteaddi olsun. İster olmasın... Nitekim Fer´î Meselelerde böylece açıklanacaktır. Rahmetî.

«Sâlim olmak şartı ile ilh...» Çünkü âmme yolundan geçmek. bir yönden kendi hakkında tasarruf


olduğu gibi bir yönden de başkasının hakkında tasarruf gibidir. Çünkü âmme yolu bütün halk

arasında müşterektir. Biz de selâmet kaydı ile âmme yolundan geçmenin mübah olduğuna

hükmettik ki, kaçınılması mümkün olan taraftan da mümkün olmayan taraftan da meseleyi ele

almak normal olsun. Çünkü yalnız kaçınılması mümkün olmayan taraf ele alınırsa o zaman kişinin

âmme yolundan istifade etmesinin men´i yoluna gidilmiş olur. Zeylai, Özetle...

«Atının ayağı ile çiğnediği ilh...» Yani çiğnediği insan nefsi veya mal... Durru Müntekâ.

O zaman çiğnediği insanın diyeti, onun ve âkilesinin üzerinedir.:

Eğer çiğnenen köle ise, bunun kıymetini ödemek yine âkile üzerine vaciptir. Çünkü kölenin diyeti

kıymetidir. Eğer çiğnenen mal ise, onun kıymetini malından verir. Eğer çiğnediği İnsan olmakla

beraber sebep olunan zarar nefisten aşağı bir yaralama İse ve o yaralamanın erşi insan diyetinin

onda birinin yarısından aşağı olursa, yine kendi malından verir. Eğer erşi diyetin onda birinin yarısı

kadar veya daha fazla ise, o zaman erş kişinin âkilesi üzerinedir. Cevhere´den özetle.

«Ön veya arka ayağı ile isabet ettiği ilh...» Yani yere basma hâlinde değil de ayağını yerden

kaldırırken veya ayağını yere koymadan evvel isabet etmiş olsa... T.

«Kendi mülkünde ilh...» Yani ister kendi özel mülkü olsun, isterse başkalarıyla ortak mülkü olsun....

Çünkü ortaklardan her biri ortak mülkte seyretmek ve atını durdurmak hakkına sahiptir. Zeylaî.

«Zâmin olmaz ilh...» Çünkü mübâşir değil, mütesebbibdir. Hayvanı kendi mülkünde sürmekle de

müteaddi olmaz.

«Bizzat mübaşirdir.» O zaman müteaddî olmasa bile zâmin olur.

«Onun mirasından mahrum olur» Çünkü hakikaten katildir ve kefâret vermesi de vaciptir. Nitekim

musannıf da bunu ilerde açıkça belirtecektir.

«Zâmin olmaz.» Ancak atın üzerinde iken atın çiğneyerek öldürdüğünden zâmindir.

«Nitekim o hayvanın sahibi, hayvanla beraber olmadığında hayvanın işlediği cinayetten dolayı,

tazminat ödemez,» At, ister kendi başına girsin isterse binicisi mülk sahibinin izniyle kendisi

soksun...

«Tazmîn eder ilh...» Yani binen kişi, atın telefine sebep olduğu şeyi mutlaka tazmin eder; ister at

çiğneyerek öldürsün, ister ön ayağıyla vurarak, İsterse de dururken veya yürürken çarparak telef

etsin.

Metinde de geleceği gibi atı çeken ve süren hakkında da hüküm böyledir. Açıkça anlaşıldı ki,

burada bineğin kendi başına germesi hali ile ilgilidir.

Inâye´de şöyle denilmektedir: «Bineğin başkasının mülkünde işlemiş olduğu cinayette; bineği oraya

ya başkası sokmuştur ya da kendiliğinden girmiştir. Eğer kendiliğinden girmiş ise, her hâlükârda

tazminat sahibine ait değildir. Çünkü o, ne cinayete mübaşeret etmiş ne de mütesebbip olmuştur.

Eğer sahibi sokmuş ise her hâlükârda sahibi tazminat ödemelidir. Bineği çeken, süren ve binen kişi

ister binekle beraber olsun, isterse olmasın... Çünkü bineğin sahibi ya mübaşirdir veya mütesebbib

ve muteaddidir. Zira sahibi bineği başkasının mülkünde ne durdurma ne de yürütme hakkına

sahiptir.»

«Ata binen kimse zâmin değildir.» Yani âmmenin yolunda ve diğer yollarda...

«At yürürken ilh...» Bu kavl, atın tırnağının keskin tarafı ile telef ettiği şeyde tazminat olmamasını

kayıtlar. Çünkü atın yürümesinde atın tırnağının keskin tarafı ile bir şeye vurmasından kaçınmak

mümkün değildir. Çünkü atın tırnağının keskin tarafını yere vurması, atın yürümesi için zarurettir.

O halde adam âmme yolunda atı durdurmuş olsa ve bu sırada at tırnağının keskin tarafı ile bir

cinayet işlese; yine atın sahibi tazminat öder. Çünkü atın durmasını engellemek mümkündür. Her

ne kadar tırnağının keskin tarafı ile vurmasına engel olmak mümkün değilse de... O zaman bineği

durdurmak ya teaddî olur veya selâmet şartı ile kaydedilerek mubâh olur.

«Durarak» ister durdursun ister kendisi dursun. Bezzâziye.

«Çünkü bazı hayvanlar ilh...» Musannıfın bu kavli, tazminat olmadığının illetidir.

Fahru´l-İslâm der ki: «Binek hayvanının terslemesinden ve idrar yapmasından kaçınmak mümkün

değildir. O zaman o hali affedilir. Terslemek için durmak ise onun zaruretindendir. Zira genellikle

binek, terslemeyi ve idrârı ancak durduktan sonra yapar. O zaman o durması da aynı şeklide af

sayılır.» İtkânî.

«Çünkü atı durdurmakla teaddi etmiştir ilh...» O zaman, atını durdurmakla mütesebbib ve müteaddi


olmuştur. Zira İnâye´de de olduğu gibi, bineğini Müslümanların yolunda durdurmakla yolu meşgul

etme hakkı yoktur.

Rahmeti de der ki: «Atını kalabalıktan dolayı veya başka bir zaruretten dolayı yolda durdursa,

uygun olan şudur ki: Eğer geri dönmek veya o kalabalıktan kurtulmak mümkün olduğu halde

dönmese v...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Ocak 2010, 20:19:39
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #8 : 27 Ocak 2010, 20:19:39 »

M E T İ N

Yürüyen bir deve katarını çekenin bilgisi olmadan katara bağlanan bir deve birisini öldürse. ölen

kişinin diyetini çekenin âkilesi tazmin eder. Sonra da deveyi kendisinden habersiz bağlayan kişinin

akilesinden geri alır. Çünkü bu diyettir, bunda zarar olmaz. Durum, Sadru´ş-Şeria´nın ölenin

diyetinin deveyi bağlayanın malından alınacağını vehmetmesi gibi değildir.

Katar dururken ona bir deve bağlasa. bağlanan deve de bir şeyin helâkına sebep olsa; helâk olan

insan ise onun diyetini, çekenin âkilesi öder ve bağlayanın âkilesinden geri alamaz. Çünkü katarı

çeken o deveyi izinsiz olarak çekmiştir.

Bir hayvanı salsa ve onu arkasından sürse, o hayvan hızlıca koşarken bir şeye çarpsa ve telef etse,

onu salan kişi telef edilenin tazminatını öder. Çünkü hayvanın cinayetine kendisi sebep olmuştur.

Köpek hakkında da hüküm böyledir. Mülteka.

Eğer saldıktan sonra arkasından yürümese bile saldığı hayvan göstermiş olduğu istikamette gittiği

sürece hükmen onun sürücüsüdür. Hayvanı salan hayvanın çok gerisinde kalsa bu sürme kesintiye

uğrar ve tazminat ödemez.O zaman burada «sürmek»den maksat arkasından yürümektir;

«dâbbe»´den kasıt da köpektir. Zeylai.

Bir kuş salsa, ister kuşu kovalasın ister kovalamasın, veya bir dâbbe veya bir köpek salsa fakat

sürmese veya bir hayvan kendi başına boşalsa ve bütün bunlar bir mala veya bir kişiye gündüz

veya gece isabet ederek helak etse bunların hiçbirinde sahibi tazminat ödemez. Zira Peygamber

(s.a.ş.): «(Başıboş) hayvanların yapmış oldukları şeyler hederdir buyurmuştur.»

Nitekim dâbbe, binicisi üzerinde iken, ve binicisi sarhoş bile olsa, kontrolünden çıkıp yoluna devam

etse; binicinin de onu o yoldan çevirmeye kudreti olmasa ve bu haldeyken bir şey telef etse

-başlamış hayvan olduğu gibi- bunun da sahibi tazminat;ödemez. Çünkü bu halde üzerindeki kişi

ona süren değildir. Hayvanın seyri de sahibine izafe edilemez. Hatta bir insan telef etse bile kanı

heder olur. İmâdiye.

Birisi üzerinde binicisi olan bir hayvana vursa veya binicisinin izni olmadan onu bir sopa ile dürtse

ve o hayvan da tırnağının keskin tarafı ile veya ön ayağı ile bir diğer kişiye vursa ya da birisi,

üzerinde binicisi olan o hayvanı ürkütse; hayvan da ürkerek birisîne çarpıp öldürse, ölenin diyetini

hayvanın üzerindeki kişi değil, ürküten veya dürten öder.

Ebu Yusuf: «Her birisi yarımşar diyet tazminat öder» demiştir.


Nitekim âmme yolunda hayvanını durdurmak halinde de hüküm böyledir. Çünkü o atını âmme

yolunda durdurmakla teaddi etmiştir. Nasıl ki binicinin izniyle ata dürtse ve at da hemen bîrisini

çiğnese, çiğnenen kişinin tazminatı her ikisine düşer.

Eğer hayvan tırnağının keskin tarafı ile vurup dürten kişiyi öldürse, onun kanı heder olur.

Eğer dürtülen hayvan binicisini atarak öldürse, onun diyeti, dürten adamın âkilesi üzerinedir.

Dürten kişinin dürtmesinin hemen akabinde çiğneyerek öldürmüşse zâmindir... Yok eğer daha

sonra çiğnemişse o diyeti ödemek binicinin üzerinedir. Çünkü dürtmenin etkisi kesilmiştir. Dürer

ve Bezzâziye.

İ Z A H

«Çekenin bilgisi olmadan ilh...» Yani çekenin bilgisi olmadan bağlanırsa... Musannıfın bununla

kayıtlamasının sebebi, katarı çekenin âkilesinin diyeti ödedikten sonra rücû´ ederek bağlayanın

âkilesinden almalarına binâendir. Çünkü, eğer katar çeken kişi, katarın yürüyüş halinde devenin

bağlandığını bilmiş olsa ve bağlanan o deve de birinin ölümüne sebep olsa, onun diyetini çekenin

âkilesi öder ve rücû´ ederek bağlayanın âkilesinden de alamaz. Kifâye.

«Ölen kişinin diyetini çekenin âkilesi tazmin eder.» Çünkü çeken kişi katarını başka bir devenin

bağlanmasına mani olmadığından müteâebbib ve müteaddidir. Âkile de rücû ederek bağlayanın

âkilesinden alırlar. Çünkü bağlayan kimse onları diyet ödemeye mecbur etmiştir.

«Durum Sadru´ş-şerianın vehmetmesi gibi değildir.» Çünkü Sadru´ş-Şeria demiştir ki: «Uygun olan

bu tazminatın deveyi bağlayanın malından verilmesidir, çünkü onları mâlî zarara bağlayan

sokmuştur. Mâlî zararı da âkile yüklenmez» H.

«Katar dururken ilh...» Bu söz musannıfın «yürürken» sözünden kaçınmak içindir.

«Çünkü katarı çeken o deveyi izinsiz olarak çekmiştir.» Yani bağlayanın izni olmadan...

Birinci meseleye gelince, orada katar yürürken bağladığından, bağlayan kimseden izin var kabul

edilir. Zira bağlanan devenin çekilmesi buna delâlet ediyor. İşte bundan dolayı da çekenin âkilesi

rücû eder ve deveyi bağlayanın âkilesinden ödemiş oldukları diyeti geri alırlar. Çünkü bağlayan kişi

sebep olmuştur. Kifâye.

«Bir hayvan salsa ilh...» Bilinmiş olsun ki; köpeği salmakla başka bir hayvanı salma arasında fark

vardır. Fark da şudur: Köpeği salsa ona sürücü olamaz. o zaman köpeğin koşarak gitmesi

sırasında yapmış olduğu teleften dolayı tazminat ödemez. Her ne kadar köpek hemen isabet etse

de... Çünkü onu salan müteaddi değildir. Zira köpeğe uyarak koşmak mümkün olmaz. Mütesebbib

de ancak teaddî ettiği zaman zemin olur. Eğer başka bir hayvan salsa ve o da hemen bir şeye isabet

etse, ister o hayvanı sürsün isterse sürmesin onun tazminatını öder. Çünkü onu yola salmakla

müteaddi olur. Diğer taraftan o hayvana uyarak yürümesi de mümkündür. Bu Nihâye´de

belirtilmiştir. Şu kadar ki Kuhistanî´de Ebû Yûsuf´tan rivâyet edilene göre her halükârda o hayvanı

salon .saldığı ister köpek, ister başka bir hayvan olsun, zâmindir.

Meşayıhın umumu da bunu kabul etmişlerdir, fetva da buna göre verilir.

Ebû Yûsuf´un görüşüne göre dabbe ise köpek arasında bir fark yoktur. Birinci görüşe göre ise.

köpeğin hemen bir şeye isabet edip telef etmesinde onu salan adam o telefin tazimatını ödemez.

Ancak onu sürerse öder. Ama dâbbenin hemen isabet ederek telef ettiği şeyi onu salan kişi mutlaka

tazminat öder.

İşte bununla, musannıfın da birinci görüşte olduğu açıktanmış oldu. Çünkü o tazminatta sürmeyi

şart koşmuştur. Tazminatta sürmenin şart olması da ancak köpek hakkındadır. İşte bundan dolayı

da Zeylâi ve diğer âlimler de metindeki «behime»´yi köpekle tefsir etmişlerdir. Şârih de sonunda

onlara uymuştur. Şu kadar var ki şârihin yukarda geçen «veya köpek» sözü münasip değildir;

bilhassa gelecek olan «dabbeden murat köpektir» sözüyle birlikte, hiç uygun değildir.

«Hükmen sürücüsüdür» Çünkü onun seyri, üzerine saldığı yolda devam ettiği müddetçe ona izafe

edilir. Eğer salınan hayvan yolda seyrederken sağa veya sola saparsa, salıvermenin hükmü kesilir.

Ancak sağ veya soldan başka sapılacak yol yoksa o zaman bu durum salıvermeyi kesmez. Yine,

kendi başına dursa ve sonra da yürüse salıvermenin hükmü kesilir. Bu bahsin tamamı Hidâye´dedir.

Eğer salınan hayvanı birisi çevirse ve o zaman hayvan bir şeye isabet ederek helâk etse, bunu

hayvanı çeviren tazmin eder. Çünkü o, o anda onun sürücüsü olmuştur ve tazminatı ödedikten

sonra rücû ederek hayvanı ilk salan kişiden alamaz. Ancak bu işi onun emri ile yapmışsa o zaman

rücû ederek ondan alır.


«O zaman burada sürmeden murat ilh...» Şarihin bu sözü musannıfın: «onu arkasından sürse»

sözü tefri´ edilir. Fukahânın ibarelerindeki: «arkasından sürer» sözünden akla ilk gelen mana; «her

ne kadar kovalamasa bile arkasından yürür» şeklindedir.

Mekki, Molla Ali´nin: «Arkasından sürer» sözünü «kovalamak»la kayıtladığını nakletmiştir. Özetle...

Ben derim ki: İstîcâbî´den naklen Gâyetü´l-Beyan´da şöyle denilmektedir: Yani Molla Ali

«arkasından kovalar» sözüyle şunu kast etmiştir: O adamın o hayvanın sürücüsü olması için onu

saldığı zaman ona vurması veya onu korkutması gerekir.

«Burada dabbeden kasıt ilh...» Evla olan burada «behime» yani hayvan demesiydi. Çünkü metinde

ve Zeylaî´de zikredilen «behîme»dir. Sen de yukarda bunu açıklama şeklini ve ilgili teferruatı

görmüş bulunuyorsun.

«İster kuşu sürsün ister sürmesin ilh...»Çünkü kuşun bedeni sevk olunmaya müsait değildir. O

zaman daonunsürülmesine itibar edilmez. Hayvan İse bunun hilâfınadır.

«Veya bir dâbbe veya bir köpek salsa ama onu sürmese ilh...» Musannıf burada bunu mutlak olarak

zikretmiştir. O zaman köpeğin bu salıverilişinde hemen isabet ederek helâk ettiği bir şeyden dolayı

onu salan zamin olmaz. Ama «dâbbe» bunun hilâfınadır. Nihâye. Biz «dabbe» ile köpek arasındaki

farkı yukarda belirtmiş ve fetvâ verilecek kavlin de herhalukârda tazmîn edilmek olduğunu da

söylemiştir. Buna göre doğru olan, Şârihin: «veya dabbe» sözünü zikretmemesi uygun olurdu.

«Veya bir hayvan kendi başına boşalsa ilh... Boşalması âmmenin yolunda veya başka birinin

mülkünde de olsa... İtkânî.

«Veya gece» Şâfiî demiştir ki: Boşalan bir hayvan eğer gece gider ve bir şeyin helâkine sebep

olursa, helâk olan nesneyi sahibi tazmin eder. Çünkü adet hayvanı gece korumaktır. O zaman

bunun sahibi kusurlu davranmıştır. Bu bahsin tamamı Mirâc´tadır.

«Hayvanların yapmış oldukları şeyler hederdir.» Yani boşaldıkları zaman... Buhârî ve Müslim´in,

İmâm Mâlik´in, Ahmed bin Hanbel´in ve Sünen´lerin rivâyetlerinde is...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Ocak 2010, 20:23:16
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #9 : 27 Ocak 2010, 20:23:16 »

KÖLENİN CİNAYETİ VE KÖLEYE KARŞI İŞLENEN CİNAYET

M E T İ N


Bilinmelidir ki; kölenin cinayetlerinde eğer köle verilecek kölelerden ise o zaman bir defa verilmesi

icap eder. Yoksa bir tek kıymeti verilir. Eğer kölenin cinayetinin fidyesi verilmiş olsa sonra bir

cinâyet işlese yine birinci hal gibidir. Ama müdebber, ummu´l-veled ve mükâteb mutlak kölenin

hilâfınadırlar ki, onlarda ancak bir tek kıymette verilir. Bu ileride izah edilecektir.

Bir köle hataen bir cinayet İşlemiş olsa efendisi dilerse köleyi cinayetin karşılığında verir. Burada

«hata» ile kaydedilmesindeki sebep nefiste olduğunu ifade etmek içindir. Zira onu kasten öldürse

kısas edilir. Kölenin nefisten aşağı işlemiş olduğu cinayette İse faydası yoktur. Çünkü kölenin

nefisten aşağı olan cinayetlerinde hata ile amel eşittirler. Sonra kölenin cinayeti hataen işlediği de

ya beyyine ile ya efendisinin ikrarı ile veya hakimin bilgisi ite sabît olur. Kendi ikrârı ile asla olmaz.

Bedaî´.

Ben derim ki: Şu kadar var ki; Bedai´nin «Hakimin bilgisi ile...» sözü fetvâya esas olmayan görüşe

göredir. Çünkü zamanımızda hakimlerin bilgisi ile amel edilmez. Şurunbulâliye Eşbâh´tan. Bu zaten

geçmişti.

Kölenin hataen işlemiş olduğu bu cinayette, efendisi dilerse köleyi cinayetin karşılığında verir ve

öldürülenin velisi de ona mâlik olur veya dilerse kölenin fidyesini erşi ile birlikte peşinen verir. Şu

kadar var ki aslında vacip olan, sahîh kavle göre, kölenin cinayet karşılığında bizzat kendisinin

verilmesidir. Bundan ötürü de cinayet işleyen kölenin ölümü ile vacip olan düşer.

Musannıf ve diğer âlimlerin zikrettikleri gibi cinâyet işleyen hür kişinin ölümü bunun gibi değildir.

Şu kadar var ki Şurunbulâliye´de, Surûc ve Cevhere´den naklen, onlar da Pezdevi´den naklen, şu

vardır: «Sahih olan kavle göre kölenin hataen işlemiş olduğu cinayette kölenin bedelinin fidye

olarak verilmesi gerekir. Hattâ efendisi eğer fidyesini vermeyi tercih ettiği halde vermeye kudreti

olmasa, bulduğu zaman verir. O zaman kölenin helâki ile fidye vermekten beri olmaz. Zeylaî ve

diğerleri bu hükmî şununla ta´lil etmişlerdir: Yani kölenin efendisi, öldürülenin velilerinin haklarını

tercih etmiştir. Ebû Hanife´ye göre kölenîn efendisinin bu hakkı tercih etmesinden sonra

öldürülenin velilerinin köle üzerinde hakları kalmaz.»

Zeylaî´nin ta´lilî şunu ifade ediyor: İmama göre kölenin cinayetinde asıl olan kölenin kendisini değil,

fidye olarak bedelini vermektir.

Mecma Şârihi de şunu ifade eder: İmâmın ta´lilinde, kölenin cinayetinde vacip olan, İkisinden

birisidir. Kölenin efendisi bunlardan hangisini tercih ederse o taayyün eder. Şu kadar var ki,

yukarda takdim edildiği gibi asıl olan kölenin kendisinin verilmesidir. Ama kitabın lafzında buna

delâlet edecek bir şey yoktur.

Eğer efendisi kölenin cinayetinin bedelini verse ve ondan sonra köle yine cinayet işlese bu cinayeti

hükmen birinci cinayeti gibidir.

Eğer köle iki cinayet işlemiş olsa kölenin efendisi köleyi her iki cinayetin velilerine teslim eder.

Veya erşleri ile birlikte onun fidyesini verir. Eğer efendisi köleyi birisine hibe etse, âzad etse veya

müdebber kılsa, onu kendisine ummu´l-veled yapmış olsa veya onu satsa ve bunlardan herhangi

birini yaptığı zaman da cinayetten haberi olmasa; o zaman cinayetin velisine kölenin kıymeti ile

erşinden hangisi daha az ise onun tazminatını öder.

Eğer cinayetten haberi olursa icmâen yalnız erşi öder. Cinayetten haberi olduğu halde köleyi

satması, kölesinin azadını Zeyd´i öldürmek veya ona bir şey satmak veya başını yaralamak gibi

şeylere bağlayıp kölenin de bunu yapması, «Eğer hastalanırsam üç talak ile boşsun» sözüyle

karısına miras vermekten kaçmasında olduğu gibî...

İ Z A H

Musannıf hür olan malikin cinayetinden söz etmeyi bitirdikten sonra kölenin cinayetine başladı.

Hayvanın cinayeti de ona binen, onu süren ve onu çeken kimselerle kaim olduğundan ve bunlar da

malık oldukları İçin hayvanın cinayeti babını da bu babdan önce ele aldı.

«Ve o zaman bir defa verilmesi icap eder ilh...» Yani her ne kadar cinayetler müteaddit şâhıslarda

çok da olsa bir kez verilmesi icap eder.

«Eğer köle, verilecek kölelerden ise ilh...» Yani köle. her yönüyle mutlaka köle olmalıdır ki cinayet

karşılığında verilmeye uygun olsun. Yani onunla tedbir, istilâd, kitâbet akdi gibi hürriyet

sebeplerinden bir şey ile akip yapılmamış olması gerekir Zeylaî.


Yoksa bir........sgsgsdfgdfsg........ köle işlemiş olduğu cinayet karşılığında verilmeye uygun

olmazsa... Çünkü onunla zikrettiğimiz hürriyet sebeplerinden biri ile akit yapılmış olması halinde; O

zaman işlemiş olduğu cinayet karşılığında bir kez kıymeti verilir. Cinâyet birden fazla da olsa,

bundan fazlası verilmez. Zeylai».

«Birincisi gibidir ilh...» Yani köleyi vermekle onun fidyesini vermek arasında muhayyerdir.

«İfade etmek içindir» Yani efendisinin İnsan öldürmede muhayyerliğini İfade eder. Tatarhâniye´de

şöyle bir ifade vardır: «Kölenin insan üzerindeki cinayeti ile mal üzerindeki cinayeti arasında fark

vardır. Birincisinde efendisi, onu cinayet karşılığında vermekle onun fidyesini vermek arasında

muhayyerdir; ikincisinde ise kölenin telef ettiği mal karşılığında köleyi vermek ve köleyi satıp malın

kıymetini vermek arasında muhayyerdir.»:

Kinye´de Hâherzâde´den naklen şöyle denilmektedir: «Ticaretten hacredilmiş bir köle cinayet

İşleyerek bir malı telef etse. bu cinayetini bildikten sonra efendisi onu satsa, o malın tazminatını

ödemek köleye düşer ve o köle o cinayetten dolayı onu alan adamın hesabına olmak üzere satılır.

Ama, adam öldürme cinayeti bunun hilâfınadır.»

Kitabu´l-Hacr´ın başında bu konu hakkında söyleneceklerin tümünü anlatmış bulunuyoruz.

«Kölenin nefisten aşağı işlemiş olduğu cinayette ilh...» Çünkü her iki durumda da, yani, hem hataen

hem de amden cinayet işleme durumunda da, karşılığında mal verilir. Zira köleler orasında ve

hürlerle köleler arasında cinayet, nefisten aşağı olursa kısas cereyan etmez. İnâye.

«Kendi ikrârı ile asla olmaz ilh...» O ikrarı azaddan sonra da olsa böyledir. Bedai´den naklen

Şurunbulâliye´de şöyle denilmiştir: «Kölenin cinayeti hataen işlediği hususundaki ikrarı sahih

olmayınca; ne şimdi ne de azaddan sonra yapmış olduğu ikrârı ile muvâhaze edilmez. Ve yine âzâd

edildikten sonra köle iken cinayet işlediğini ikrâr etmiş olsa, ona hiç birşey düşmez.»

Buradaki «köle» kelimesi «mahcur»u da «mezun»u da kapsamına alır. Velvâliciye´de de kölenin

ikrârı ile amel edilemeyeceği geçmiştir. Şarihin nefisten Aşağı Cinayetlerde Kısas babında

Cevhere´den naklen takdim ettiğine gelince: Ona göre köle bir cînayet işlediğini ikrar ederse köle

olduğu müddetçe bir şey yapılmaz. ancak azad edildikten sonra muahaze edilir.

Ben derim ki: «Cevhere´nin Hacr bahsinde şu vardır: Köle hataen adam öldürdüğünü ikrâr etse

efendisine bir şey lâzım gelmez. Fakat o öldürme kölenin zimmetinde kalır ve Köle hürriyete

kavuştuktan sonra ondan sorumlu tutulur Hocendî´de de böyledir.

Kerhi´de ise o ikrârının batıl olduğu söylenmiş ve şöyle devam edilmiştir. «Eğer bu İkrârından sonra

azad edilirse cinayetten dolayı sorumlu olmaz. Ama mahcûr bir köleye gelince, bunun ikrârı mal ile

ikrâr olduğundan dolayı sahihtir; onun ikrarının hükmü de değişmez. Borçlu olduğunu ikrâr etmesi

gibi...

Mezun´a gelince; bunun ikrârı ticaret sebebi ile ödemesi gereken borçlara dair olursa caizdir.

Çünkü o köle ticaretin her Şekli ile izinlidir. Ama cinayet bunun hilâfınadır. Cinayette mezun,

mahcûr köle gibidir.»

«Ve bu geçti ilh...» Yani Kaza bahsinin müteferrik meselelerinden hemen önce geçti.

«Efendisi dilerse köleyi cinayetin karşılığında verir ilh...» Yani onun yükünü hafifletmek için

muhayyerdir. Çünkü kölenin ondan başka âkilesi yoktur. Gureru´I-Efkâr.

«Peşinen ilh...» Yani ister köleyi versin, isterse fidye olarak karşılığını versin peşin vermesi gerekir.

Zira mallarda tecil bâtıldır. Fedâ da onun bedelidir. öyleyse malın hükmü onda da caridir. Bu, şunu

ifade ediyor: Burada muhayyerlik müflis de olsa kölenin efendîsi içindir. Öyle ise iflâs eden bir

kölenîn efendisi kölenin cinayeti karşılığında kölenin fidyesini vermeği tercih ederse onu bulduğu

zaman verir. Ebû Hanîfe´ye köle köleyi vermesi için cebredilmez. Ebû Yûsuf ve Muhammed buna

muhalefet ederek «cebredilîr» demişlerdir. Mecma´da olduğu gibi... Durru´l-Münteka.

«Şu kadar var ki asıl vacip olan ilh...». Musannıfın bu sözü şu sualin cevabıdır: Eğer cinayet

efendinin zimmetinde, muhayyerlik vacip olana kadar, kalsaydı kölenin ölümü ile düşmezdi. Hür

cânînin ölümü ile diyetin âkilesinden düşmemesi» gibi, kölenin ölümü ile de muhayyerlik düşmez.

Bu cevabın izah şekli şudur: Aslında vacîp olan köleyi vermektir. Her ne kadar efendinin -zekât

malında olduğu gibi- köleyi vermeyi bırakıp kölenin karşılığı olan fedâya intikâl etmek hakkı ise de...

Zira zekât malında da asıl vacip olan nisabdan bir parçasını vermektir. A...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes