> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Diyetler
Sayfa: [1] 2 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Diyetler  (Okunma Sayısı 4477 defa)
27 Ocak 2010, 13:36:53
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 27 Ocak 2010, 13:36:53 »



Reddü´l Muhtar / Diyetler


DİYETLER BAHSİ

BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA FASLI

CENİN FASLI

YOLDA VE ÂMMEYE AİT DİĞER YERLERDE BİRŞEYLER İHDÂS ETMEK.

YIKILMAYA YÜZ TUTAN DUVAR FASLI

HAYVANIN CİNAYETİ VE HAYVANA KARŞI İŞLENEN CİNAYET.

KÖLENİN CİNAYETİ VE KÖLEYE KARŞI İŞLENEN CİNAYET.

MUTLAK KÖLENİN VE DİĞERLERİNİN GASPI FASLI




DİYETLER BAHSİ

M E T İ N


Diyet; ıstılahta: cana bedel olan malın adıdır. Mef´ûlün masdarla isimlendirilmesi değildir. Çünkü bu

ıstılah halini alan kelimelerdendir.

Erş de: Organlara karşı işlenen cinayetlerden dolayı îcab eden bedelin adıdır.

Amde benzeyen öldürmedeki diyet yüz devedir. Bunun dörtte biri iki yaşına, dörtte biri üç yaşına,

dörtte biri dört yaşına, dörtte biri de beş yaşına girmiş olan dişi develerden verilir. Amde benzeyen

öldürmede, başkası değil sadece diyeti muğallaza verilîr .

Diyet-i muğallaza sadece deve ile ödenebilir, (Mütercim)

Hatâen öldürme halindeki diyette yüz deve -beşte birer oranla yukarıdakilere ilâveten iki yaşına

giren erkek deve de vardır- veya bin dinar altın yahut ta on bin dirhem gümüştür. İmâm Şâfiî´ye göre

gümüşten olduğu takdirde) on iki bin dirhem ödenir.

Ebû Yûsuf ve Muhammed ise yukarıdakilerin yanı sıra ikî yüz sığır, yahut iki bin koyun ya da iki yüz

elbise verilebileceğini söylerler. Her bir elbise de bir izar ve bir ridâ (belden aşağı ve belden

yukarıyı örten ikî ayrı kumaştan ibârettir. Tercih edilen görüş budur.

İ Z A H

Müellif kısası diyetten önce işledi. Çünkü cinâyette asıl cezâ odur. Ayrıca, hayat ve canları

korumada kısas daha etkilidir. Diyet ise kısasın halefi gibidir. Bu yüzden diyet hatâ ve benzeri bazı

ârızî hallerde gerekli olur. Mi´râc.

«Diyet ıstılahta ilh...» Lügatta: «Kâtil, maktûlün velisine cana karşılık mal verdi» manâsına denildiği

zaman «mal verdi» sözcüğünün karşılığı olan kelimenin masdarıdır.

«Cana bedel olan ilh...» İtkâni bu cümleye «ve organa bedel..» ibâresini ilâve etmiştir.

«Mef´ulün masdarla isimlendirilmesi değil ilh...» Zeylâî ve diğer bâzı âlimleri reddederek İbn Kemâl

de şöyle demiştir.

Meselenin özü şudur: Bu, lügatta mecaz, ıstılâhta ise hakikattir. mıitekim, bir kelimenin ifâde ettiği

manada kullanılmasına da nahivciler böyle derler. Maksat ıstılahtaki hakikî manâyı ifade etmektir.

Hakikatlerde de asıl aranmaz. Onun, mef´ûlün masdar manâsıyla isimlendirilmesi olduğu şeklindeki

görüş, mecâzî olan lûgat manâsının beyânıdır.

«Erş: Organlara karşı işlenen cinâyetlerden dolayı îcâbeden bedelin adıdır.» Bu tabir bâzen can

bedeli ve bilirkişinin takdir edeceği ceza,karşılığında da kullanılır. Kuhistâni.

«Amde benzeyen öldürmede başkası değil, sadece diyeti muğallaza ilh...» Metinlerin bu konudaki

ibâreleri farklı manalar ifade etmektedir. Hidâye, İhtîyâr, Kenz ve Mültekâ´nın ibârelerinin zahirine

göre; amde benzeyen öldürmedeki diyet, ancak deveden olabilir. Musannıfın buradaki ibâresinin,

zâhiri de bunu ifâde etmektedir. Buna göre; kâtilin seçme hakkı olmadığı için, diyetteki tağlîz

ağırlaştırma açıktır.

Vikâye, Islâh, Ğurer ve diğer bâzı eserlerdeki ifadelerden ise amde benzeyen öldürmedeki diyetin

deveden başka mallarla da ödenebileceği anlaşılmaktadır.

Kudûrî metninde ise bu; şu ifâdelerle açıkça belirtilmektedir: «Tağlîz (diyeti ağırlaştırma) ancak

deve ile sabit olur. Şayet hakim deveden başka bir şeyle hükmederse bu, diyeti muğalaza olmaz.»

Bu ifâdeye göre diyetteki tağlîzin manâsı şudur: Eğer diyet deveden verilirse yukarı da

sayılanlardan dörtte birer oranda verilir. Hatâ ile öldürmede ise böyle değildir. O takdirde beşte

birer oranla ödenir.

Mecma´ da : «Amde benzeyen öldürmedeki diyet, devede ağırlaştırılır» denilmektedir.

Mecma´ Şârihi: «şayet deveden başka bir diyete hükmedilirse bu muğallaza olmaz» demiştir.

Dürerü´l-Bihâr´da, bunun şerhi olan Ğurerul´-Efkâr´da da böyledir. Ğâyetul´l-Beyân´ın Cinâyetler

Bahsinde şöyle denilmektedir: «Amde benzeyen öldürmede şayet diyetin deveden ödenmesine

hükmedilmişse, devede ağırlaştırılır. Âma deveden başka birşeyi hükmedilmişse diyet

ağırlaştırılmaz.»

Cevhere´de de: «(Eğer diyetin gümüşle ödenmesine hükmedilmişse on bin dirhemden, altınla

hükmedilmişse bin dinardan fazla verilmez.» denilir,

Dureru´l-Bihâr´da ise şu ifâdeler yer almaktadır: «Amde benzeyen ve hatâen olan öldürmedeki


diyetin bir dinar olduğundan İmâmlar müttefiktirler.»

Bu ibâreler, amde benzeyen öldürmedeki diyetin deveye mahsus olmadığını açıkça belirtmektedir.

Tahtâvî şöyle der: «Zeylaî konunun baş tarafında, amde benzeyen öldürmede diyetin ancak

deveden muğallaza (ağırlaştırılmış) suretiyle âkıle tarafından her sene yüz devenin üçte biri olmak

üzere üç senede ödeneceğini söylemiştir. Şurunbulâliyye´de de: Şayet gerekli olan diyet deveye

mahsus olmasaydı, tağliz için bir faide olmazdı. Çünkü katil daha hafif olanı seçer ve tağlizin

hikmeti ortadan kalkar sözleri ile bu görüşü tercih etmiştir.»

Ben derim ki: Tahtâvî´nin Zeylaî´den naklettiklerini ben kendi nüshamda göremedim. Ona baş

vurulsun. Bu ifâdelerin varlığı Farzedilirse; konu ile ilgili iki rivâyetin olduğu açıktır. Allah Teâla en

iyisini bilir.

«Beşte bîrer oranla yukarıdakilere ilâveten iki yaşına giren erkek deve ilh...» Yani geçen dört nevî

ile, iki yaşına giren deveden, her birinden yirmî tane olmak üzere yüz deve alınır.

«Ebû Yûsuf ve Muhammed yukarıdakilerin yanı sıra ilh...» Yani geçen üç çeşidin yanısıra -ki onlar

deve, altın, gümüş, sığır v.s. dir- Ebû Yûsuf ve Muhammed´e göre bu diyet altı çeşit, İmâm Ebû

Hanîfe´ye göre de üç çeşit maldan alınır.

Dürrül´l-Muntekâ´da şöyle denilmektedir: «Sığır sahiplerinden sığır; elbise ile uğraşanlardan elbîse,

koyunculuk yapanlardan koyun alınır. Her sığır ve elbîsenin kıymeti elli, her koyunun değeri de beş

dirhemdir. Burhân´dan naklen Şurunbulâllyye´de böyle denilmektedir. Burhan´da; koyunların iki

yaşında olması gerektiği eklenmiştir. «Kurban edilebileceklerden olmalıdır» da denilmiştir. İmâm

Ebû Hanîfe´den de Ebû Yûsuf iIe Muhammed´in dedikleri rivâyet edilmiştir.

İhtilâfın semeresi şu gibi durumlarda kendisîni gösterir: Şayet maktûlün velîsi kâtil ile iki yüz

sığırdan daha fazlasına sulh yapsa; Ebû Yûsuf ile Muhammed´e göre câiz olmaz; İmâm A´zam´a

göre câiz olur. Câiz oluş gerekçesi: Sulhun diyet cinsinden olmayan bîr şey üzerine yapılmış

olmasıdır. Nitekim daha önce geçti.

Sahîh olan İmâm Ebû Hanîfe´nin görüşüdür. Nitekim Muzmerût´ta da böyle denilmektedir. Muzmerât

sahibi, her çeşidin aslı olduğunu ifâde etmiştir. Âlimlerîmiz bu görüşle amel etmişlerdir. Ödenecek

diyetin cinsini tayin, rızâ veya hâkimin hükmüyledir. Hâkîmlerin ameli bu şekildedir. Kuhistânî´nin

zikrettiğine göre tâyin hakkının kâtile ait olduğu da söylenmiştir. Meselenin tamamı Minah´tadır.

M E T İ N


Amde benzeyen ve hatâen öldürmenin keffâreti mü´min bir köleyi âzâd etmektir. Eğer kâtilin buna

gücü yetmezse peşi peşine iki ay oruç tutar. Bunlarda fakir doyurma yoktur. Çünkü onunla ilgili

nass yoktur. Mikdarlar nakille bilinir.

Ana babasından birisi müslüman olan süt emen çocuğu azat etmek caizdir. Çünkü o, müslüman

olan ebeveynine tebean müslüman hükmündedir. Cenîn ise caiz olmaz.

Can ve organ diyetinde, kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısıdır. Bu, Hz. Ali´den hem mevkûf hem

de merfû olarak rivâyet edilmiştir. Diyet konusunda Zımmî, müçte´men ve müslüman eşittir. Şâfiî

farklı görüştedir.

Cevhere´de; Müste´men için diyetin icabetmediği sahih görülmüştür. Şurunbulâliyye´de de bu kabûl

edilmiştir. İhtiyar´da ise müstemenin de öbürleri ile eşit olduğu kesin olarak belirtilmiştir. Zeylaî de

bunu sahih saymıştır.

İ Z A H

«Mü´min bir köle azâd etmektir ilh...» Yâni tam köle olan bir köle. Şaşı bir köle yeterlidir. Kör olan

ise kâfi değildir. Dürrü Müntekâ.

«Mü´min bir köle ilh...» Diğer keffâretler ise böyle değildir. Bu konuda nass vârid olduğu için

kölenin mü´min olması gerekir. Her ne kadar nass hataen öldürme hakkında ise de amde benzeyen

öldürme hata manâsında olduğu için, onun hakkında da hata hükmü sabit olmuştur. İtkânî.

«Eğer buna gücü yetmezse ilh...» Yani, vücub vaktinde değil, edâ vaktinde gücü yetmezse.

Kuhistânî.

«Bunlarda fakir doyurma yoktur.» Diğer keffâretlerde ise, fakir doyurma vardır.

«Süt emen çocuğu âzâd câizdir ilh...» Yani ondan sonra, organlarının selâmeti görününceye kadar

yaşarsa. Ama çocuk bundan önce ölürse onunla keffâret ödenmez. İtkâni.

«Cenin ise câiz olmaz.» Çünkü onun hayâtı ve selâmeti bilinmemektedir. Üstelik cenin bir uzuvdur,


mutlak olan nassın kapsamına girmez. Zeylaî.

«Kadının diyet ilh...» Kadının hatâen öldürülmesi durumunda beş bin, elinîn kesilmesinde de iki bin

beş yüz dirhem verilir....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Diyetler
« Posted on: 07 Mayıs 2024, 20:39:24 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Diyetler rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Diyetler mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Diyetler kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Diyetler Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Diyetler kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Diyetler peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Diyetler ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Diyetlerönlisans arapça,
Logged
27 Ocak 2010, 15:07:56
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 27 Ocak 2010, 15:07:56 »

M E T İ N

Gözlerin, dudakların, kaşların ayakların, hayaların; kadının memeleri ve meme uçlarının ve

kabaların her ikisi de dipten çıkarılır veya kesilirse; tam diyet îcâbeder.

Dipten kesilmemişse hükûmeti adl (bilirkişinin takdir edeceği miktar) gerekir. iki yönden kadının

fercinde de hüküm aynıdır. Erkeğin memesinde de hükümet-i adl vardır.

Bu çift organlardan Herbirinin tekinde yarım diyet îcâbeder. Sökülüp de tekrar bitmediği zaman, iki

gözün dört tane olan kirpik diplerinde tam diyet, bir tânesinde de dörtte bir diyet vardır. Eğer göz

kapakları kesilirse bir diyet gerekir. Çünkü onun ikisi tek şey gibidir. Üzerinde kirpik olmayan

kapakta ise hükûmeti adı îcâbeder. Mutemet olan ise; üzerinde ister kirpik, ister göz kapağı her biri

için tam bir diyet vardır.

İ Z A H

«Gözlerîn ilh...» Çünkü bunlardan her ikisinin yok edilmesi, ondan, elde edilecek menfaatin, veya

güzelliğin tümünün yok edilmesidir. Bundan dolayı tam diyet gerekir. Birinin yok edilmesinde ise

yarı menfaatleri ortadan kalkar. Bu durumda da yarım diyet îcâbeder. Hidâye.


«Hayaların ilh...» Çünkü bunlara yapılan cinayet meni çıkarma ve üreme menfaatini yok eder.

BİR UYARI:


Tatarhâniyye´de Tuhfe´den naklen şöyle denilmektedir: «Hayaları erkeklik organı ile birlikte kesene

iki diyet îcâbeder. Eğer önce aleti sonra hayaları keserse yine çift diyet gerekir. Çünkü âlet

kesildiğinde, hayaların menfaati -meniyi tutmak- devam etmektedir. Aksi olursa (önce hayalar

kesilirse) hayalar için diyet, âfet için de hükümet-i adl îcâbeder.»

Çünkü bu durum da âletin menfaati daha kesilmeden önce yok olmuştur. Yine Tatarhâniyye´de;

hayalardan ´birisinin kesilmesinden dolayı suyu çekildiği takdirde bir buçuk diyetin îcâbettiği ifâde

edilmektedir.

«Kadının memesi ve meme uçları ilh...» Çünkü bu emzirme menfaatini yok eder. Zeylâî.

Hüküm itibarıyla büyük ve küçük arasında fark yoktur.

Kasden kesildiği takdirde kısasın gerekip gerekmediği konusunda zâhir rivâyette bir kayıt yoktur.

Hayalar da aynıdır. Tatarhâniye.

«Kadının fercinde de hüküm aynıdır.» Hulâsa´da şöyle denilmektedir: «Birisi bir kadının fercini

kesse ve idrarını tutamayacak bir hale gelse tam diyet gerekir.»

Tatarhâniyye´de ise: «Eğer, kendisiyle temas mümkün olmayacak bir hâle gelirse; tam diyet

îcâbeder» denilmektedir.

«Erkeğin memesinde hükümet-i adl yardır.» Çünkü burada herhangi bir menfaati ve güzelliği, yok

etmek söz konusu değildir, Erkeğin memelerinin başında da, meme için olandan daha az olmak

üzere hükümet-i adl vardır. Hulâsa.

«Kirpik, diplerinin bîr tanesinde dörtte bir diyet vardır.» Çünkü bu güzellik, tam olarak buna tealluk

eder. Ayrıca göze gelecek zararları önleme de bunlarla ilgilidir. Bunların kaybedilmesi de görmeyi

azaltır. körlük doğurur. Dört tane olan kapakların yok edilmesi tam diyet gerektirdiğine göre,

birisinin kaybedilmesinde dörtte bir ikisinin kaybedilmesinde de dörtte üç diyet îcâbeder. Zeylâî.

Cinâyete uğrayan kadın olursa, erkeğin diyetinin yarısı gerekir. İtkani.

«Eğer göz kapakları kesilirse ilh...» Minah, ve Evzâh´ta: «Göz kapaklarını kirpik dipleri ile birlikte

keserse» denilmektedir.

Tebyîn´de ise: «Göz kapaklarını kirpikleri ile birlikte keserse tam bir diyet îcâbeder. Çünkü göz

kapakları kirpiklerle birlikte tek bir şey gibidir. Burun kemiği ile burun yumuşağı ve baş yarığı ile

saç da böyledir.» denilmektedir.

Gözün kapakları ile birlikte çıkarılması halinde iki diyet gerekir. Birisi göz, diğeri de kapaklar

içindir. Çünkü bunlar ayaklar ve eller gibi iki ayrı cinstir. Cevhere.

«Üzerinde kirpik olmayan kapakta ise hükümeti adl îcâbeder.» Tuhfe´den naklen Gâyetu´l-Beyân´da

da böyledir. Tahtâvî de bunu Hindiye´den nakletmiştir.

«Mûtemet olan ise ilh...» Ben bunu zikredeni görmedim. T. Anlaşılan bu, sadece ikinci mesele için

bir istidrâktir.

«Göz kapakları sökülürse ilh...» Sözüne gelince Hidâye, Febyîn ve diğer bazı şerhler de sadece bu

zikredilmiştir.

Şârihin sözünün özeti şudur: Üzerinde kirpik bulunmayan her bir göz kapağının veya sadece

kirpiklerin kesilmesi; durumunda tam bir diyet îcâbeder. İhtiyâr´daki şu ibare de buna uygun

düşmektedir: «Sadece kirpik diplerini kesse ve onlarda kirpik bulunmasa bundan dolayı diyet

îcâbeder. Sadece kirpiklerde de durum böyledir. İkisinin birden kesilmesi halinde de tek bir diyet

îcâbeder.»

M E T İ N


El ve ayak parmaklarının her biri için onda bîr diyet vardır. Üç mafsalı olan parmakların bir

mafsalında bir parmak diyetinin üçte biri, baş parmak gibi iki mafsalı oldan parmakta da yarım

parmak diyeti vardır.

Erkeğin her bir dişinin diyeti, beş deve, veya elli dinar altın ya da beş yüz dirhem gümüştür. Çünkü

Peygamber (s.a.v.): «Her dişte beş deve vardır» buyurmuştur. Yani tam diyetin yirmide biridir.

Kadının dişlerinin diyeti de erkeğinkinin yarısıdır. Kölenin dişinin diyeti de kıymetinin yirmide biridir.

Eğer: «Buna göre: bütün dişlerin diyeti vücudun diyetinden beşte üç oranında fazla olur» dersen


ben de şu cevâbı veririm: «Evet doğru, fakat bunda bir mahzur yok. Çünkü bu, Gâye ve başka

kitaplarda belirtildiği üzere, kıyasa aykırı olarak nass ile sâbit olmuştur.»

İnâye´de şöyle denilmektedir: «Vücutta, yok edilmesi sebebiyle gerekli olan diyeti, vücûdun

diyetinden fazla olan uzuv, sadece dişler vardır. Bazen azı dişi dört tane bulunur. Bu durumda

dişlerin sayısı otuz altı olur. Kuhistâni.»

Ben derim ki: Buna göre, Kevser (dişleri eksik oları) için 1 tam 2/5 diyet; başkası için de, ya bir

buçuk veya 1 tam 3/5 yahut ta 1 tam 4/5 diyet vardır. Bilindiği üzere kadının diyeti erkeğinkinin

yarısıdır.

Birisinin vurması ile, sağlayacağı menfaat yok olan her organda tam bir diyet îcabeder. Çolaklaşan

el, nuru kaçan göz, suyu kesilen bel, böyledir. İdrarını tutamaz hale getirmek ve kamburlaştırmak

da aynı şekildedir. Kamburluğun zâil olması durumunda bir şey îcâbetmez. Eğer vurmanın izi

kalırsa hükûmeti adl îcâbeder.

Vazifesini yapamaz hale gelmiş olan bir organın telef edilmesi durumunda, eğer bu, çolak el gibi

güzelliği olmayan birşey olursa; hükûmet-i adl îcâbeder. Kulak gibi güzelliği olan bir şeyse tam

olarak erş (diyet) gerekir. O sağırlıktır. Kulağı geri yapıştırması ve oraya tutması halinde gereken

şey bu bölümün sonlarında gelecektir.

İ Z A H

«Her dişte ilh...» Diş cins isimdir. Ağızdaki otuz iki dişin hepsi bu ismin kapsamına girer. Bunlardan

dördü (iki altta, iki üstte) ön diş; dört tane onların yanındakiler. dört tane köpek dişi; dört tane onun

yanındaki; on iki tanesi de öğütücü diş (sağda, solda, altta ve üstte üçer); Onlardan sonra da

erginlik dişi (yirmilik dişi) denilen iki diş vardır. Bunlar aklın olgunlaşma çağı olan bülüğdan sonra

çıktığı için bu ismi almıştır. İnâye.

«Beş deve ilh...» her bir devenin kıymeti yüz dirhemdir. İtkânî.

«Beşte uç oranında ilh...» Yâni ekseriyette dişlerin otuz iki olduğuna binâen. Çünkü bu durumda

dişlerde on altı bin dirhem gerekir. Bu da 1 tam 3/5 diyet eder.

«Bunda bir mahzur yoktur ilh...» Yâni kıyasa aykırı da olsa beis yoktur. Çünkü nass la birlikte kıyas

olmaz.

«Gaye de belirtildiği üzere ilh...» Yâni İmâm Kıvâmüddin Ğâyetu´l-Beyânı´nda. İtkâni.

«Kevsec (dişleri eksik olan) ilh...» Yâni dişlerinin hepsi söküldüğü zaman 1 tam 2/5 diyet gerekir.

Bu da on dört bin dirhemdir. Çünkü onun diş sayısı yirmi sekizdir. Anlatıldığına göre bir kadın

kocasına: «Ey kevsec!..» demiş, kocası da: «Eğer öyleyse sen boşsun!» karşılığını vermiş. Mes´ele

Ebû Hanîfe´ye intikal ettirilince O: «Dişleri sayılır, eğer yirmi sekizse o kevsectir!» demiştir. Mî´râc.

«Başkası îçin de ilh...» Yâni Kevsec´ten başkası için. Çünkü onun dışındakilerin ya otuz, ya otuz iki,

ya da otuz altı dişi vardır. Otuz dişi varsa; 1 tam 2/2 diyet gerekir ki, onbeş bin dirhemdir. Otuz iki

olursa 1 tam 3/5 diyet îcâbeder, o da onaltı bin dirhem eder. Diş sayısı otuz altı ise; 1 tam 4/5 diyet

gerekir. O da onsekiz bin dirhemdir.

BİR UYARI:

Hulâsa´da şöyle denilmektedir: «Birisi bir başkasının dişine vursa ve diş sallanıp düşse; eğer hatâ

ile vurmuşsa vuranın beş yüz dirhem diyet vermesi îcabeder. Kasden vurmuşsa kısas îcabeder.»

Şu bilinmelidir ki; 1 tam 3/5 diyet -ki oda on altı bin dirhemdir- otuz dişte îcâbeder.

Cevhere ve başka kitaplarda: ilk şene2/3 diyet gerekir. 1/3 tam diyetten, 1/3 de dîyetin, 3/5 indendir.

ikinci yılda 1/3 diyet ve 3/5 ten kalanı verilir. Üçüncü yılda da,tam diyetten geriye kalan 1/3 diyet

verilir. Bu taksim, diyetin üç senede ödenmesi gerektiğinden, dolayıdır ki; her sene 1/3 diyet ödenir.

Altı bin dirhem olan 3/5 ise iki sene de verilir. Birinci senede diyetin üçte biri, kalanı da ikinci

senede tamamlanır. İtkânî, Şerhu´t-Tahâvî´den.

Ben derim ki: Buna göre birinci senede 6666 t...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Ocak 2010, 15:45:36
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 27 Ocak 2010, 15:45:36 »

BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA FASLI

M E T İ N


Sözlük olarak; baş ve yüzde açılan yaraya «Şecce»; başka taraflardakine ise «Cerâhat» denilir.

Cerahatten dolayı hükûmet-i adl gerekir Muctebâ, Miskin.

Baş ve yüzü yaralama on çeşittir:

1 - Hârisa : Derideki (kan çıkmayan) sıyrık, çizik,

2 - Dâmi´a : Gözyaşı kadar olup da akmayan kan çıkan yara,

3 - Dâmiye : Kendisinden kan akan yara,

4 - Bâzıa : Deriyi koparan yaralama,

5 - Mütelâhime : Etin koparıldığı yara,

6 - Simhâk : Et il» kafa kemiği arasındaki ince zara varmış olan yara,

7 - Mûzıha : (Kemiğin üzerindeki zarda yırtılıp) kemiği ortaya çıkaran yara,

8 - Hâşima : Kemiği kıran yara,

9 - Münakile: Kemiği kırıp yerinden oynatan yara,

10 - Âmme : Beyine kadar ulaşan yara: Amme beyin zarıdır; ondan sonra beyin gelir. Bu, beyini

dışarı çıkaran yaradır.

Genelde bunun sonu ölüm olduğu için İmâm Muhammed bunu zikretmemiştir. O zaman bu,

yaralama değil öldürme olur.

Eserlere göre araştırılarak yaraların ondan fazla olmadığı tesbît edilmiştir.

İ Z A H

Bu konu, organlardaki yaralamalardan bir çeşit olduğu ve mes´eleleri hayli fazla olduğu için,

müstakil bir bölüm halinde verilmiştir.

«Baş ve yüzde açılan yaraya Şecce ilh...»

Hidâye´de şöyle denilmektedir: «Hüküm, sözün hakikati üzerîne tertib edilir. Yani Şicâc´ın hükmü;

sözlükteki hakiki manaya göre yüz ve başta sâbit olur. Çünkü Şecce kelimesi sözlükte, sadece baş

ve yüzdeki yaradır. Başka yerlerdeki yaralardan dolayı, belirli bir cezâ yoktur. Hükûmet-i adl

îcâbeder. İtkânî.

Meselâ, mûzıha (kemiği ortaya çıkaran yara) el ve bacak gibi bir uzuvda olursa, belli bir erş (diyet)

îcâbetmez. Çünkü bu mûzıha değil, cerâhat´dır. Zahiriyye´de belirtildiğine göre karına kadar varan

derin yaraların dışındaki cerahatlarda muayyen bir erş (diyet) yoktur. Bize göre sakal yerleri de

yüzdendir. Dolaysıyla burada mûzıha, hâşime, ve münekkile gibi bir yara bulunsa; Hidâye´de

belirtildiğine göre muayyen bir diyet verilir.

Mûzıha, hâşime, münakkile ve âmmenin dışında kafadaki yaralardan dolayı muayyen bir diyet

yoktur. Nitekim açıklanacaktır.

«Cerâhattan dolayı hükûmet-i adl gerekir.» Çünkü takdîr, nassladır. O da sadece baş ve yüzdeki

yaralar hakkında vârid olmuştur. Hidâye.

Delalet veya kıyas yoluyla başka taraftaki yaralar, boş ve yüzdekilere ilhak edilemez. Çünkü aynı

manâda değildirler. Zira yüz ve baş genelde açık olurlar, dolayısıyla oradaki bir çirkinleştirme daha

büyüktür. Bunu Zeylâi ve başkaları ifade etmişlerdir.

«Deriyi koparan yaralama ilh...» Zeylaî ve daha başkaları da böyle tefsir etmişlerdir. Tûrî: Zeylaî´nin,

deriyi kesmenin on çeşit yaralamada da gerçekleştiğini beyân ettiğini söyleyerek buna îtiraz

etmiştir. Bunun tefsîrin de zahir olan; Muhît ve Bedâî´deki: «O eti koparandır» şeklindeki îzahtır.

Bunun benzeri lûgat kitaplarında da vardır. Buna göre, Mütelâhime´ye diğer bir kayıt daha ekleyip,

Bedâî ve diğer bazı kitaplarda olduğu gibi: «O, etten, bâzıadakinden daha fazla koparan

yaralamadır» denilmesi gerekir.

«Eti koparan yara ilh...» Muğrib´de şöyle denilmektedir: «O (mütelâhime), kemiği değil, eti yaran

yaralamadır. Bu yara daha sonra iyileşir ve et biribirine yapılır. Ezheri ise, uygun olan: Eti kesen

denilmesidir der. Ama bu isim ya sonuç itibariyle ya da hüsnü zan olarak verilir.»

«Âmme..» Buna Me´mûme de denilir.

«Beyni dışarı çıkaran yaradır» yani deriyi kesip, beyini ortaya çıkaran yaradır.


«İmâm Muhammed bunu zikretmemiştir.» Aynı şekilde «hârısa»yı da zikretmemiştir. Çünkü genelde

harısa´nın izi kalmaz. İzi olmayana da hüküm terettüp etmez. İtkânî.

Bundan dolayı Ğureru´l-efkâr sahibi: «Musannıfın bunu hiç (anmaması gerekirdi. Ama o kitapların

çoğunun izinden gitmiştir» der.

«Genelde bunun sonu ölüm olduğu için ilh...» Eğer yaşarsa üçte bir diyet îcâbeder. Ğureru´l-Efkâr

M E T İ N

Sac dökük değilse mûziha´da ylrmlde bir diyet îcâbeder. Saçı dökükse hükümet-i adl gerekir.

Çünkü başın derisi zînet îtibariyle saçlısından daha eksiktir. Zahîre´den naklen Kuhistânî.

Hâşime´de yüzde on, Münekkile´de yüzde onbeş, Âmme ve Câife´de de üçte bir diyet verilir.

Eğer Câife (içe kadar işleyen yara) bir taraftan öbür tarafa geçerse tam diyetin üçte ikisi gerekir.

Çünkü bu durumdaki yara iki câife sayılır. Herbirisinden dolayı üçte bir diyet vardır.

Hârisa, dâmia, dâmiye, bâzıa, mütelâhıme ve simhâk´ta hükümet-i adl gerekir. Çünkü bunlar

hakkında nakledilen (delile dayanan) muayyen bir diyet yoktur. Bu yaraları karşılıksız saymak da

mümkün olmadığına göre; bunlara hükûmet-i adl îcâbeder.

Hükûmet-i adl şudur: Yaranın, mûzıhaya nisbetle miktarı belirlenir ve bu orana göre 1/20 diyetten

bir meblağ takdir edilir.

Kerhî: «Bunu Şeyhu´l-îslâm sahih kabûl etmiştir» der.

Denildi ki -söyleyeni Tahâvî´dir-: «Yaralı köle farzedilir ve önce yara izi olmadan. sonra da yara ile

birlikte değerlendirilir. İki kıymet arasındaki fark, hürde diyetten, kölede de kıymetinden alınır. Eğer

hürrün kıymeti (köle farzedilerek) on da bir oranında eksilmişse diyetinin on da biri îcâbeder. Yarı

ve üçte bir oranındaki eksilmelerde de durum aynıdır. İşte bu fark hükûmet-i adl´dır.

«Fetvâ da buna göre verilir. Vikâye, Nûkâye, Mültekâ, Dürer ve daha başka kitaplarda böyle

denilmektedir. Mecma´da da bu kesin görüş olarak takdim edilmiştir.

Hulâsa´da şöyle denilmektedir: «Cinâyet yüz ye başta olduğu takdirde Kerhî´nin sözü doğru olur ve

o zaman onunla fetvâ verilir. Ama yara yüz ve baştan başka bir yerde olur veya müftiye Kerhî´nin

görüşüne göre cezâyı takdir) zor gelirse, mutlak olarak Tahâvî´nin görüşü ile fetvâ verilir. Çünkü o

daha kolaydır.»

Cevhere´de bu sözlerin benzeri, şu ilâve ile birlikte yer almıştır: «Ve hükûmet-i adl´in tefsirinde

şöyle denildi. O iyileşinceye kadar ki nafakası ilâç ve doktor ücretidir.»

İ Z A H

«Yirmide bir diyet îcâbeder ilh...» Yâni hata ile yaralandığı zaman. Fakat kasden yaralarsa ileride

geleceği üzere kısas îcâbeder.

Kâfî´de şöyle denilmektedir: «Bir kimse, bir adamda aralarına iyileşme girmeden yirmi tane mûzıha

cinsinden yara açsa, üç sene içersinde ödenmek üzere tam bir aiyet gerekir. Yaralar arasına

iyileşme girerse (önceki yara iyileştikten sonra başkası açılsa) bir sene içinde ödenmek üzere tam

diyet verilir.»

«Saç dökük değilse ilh...» Hindiye´de şöyle denilmektedir: «Bir kimsenin saçı yaşlılıktan dolayı

dökülmüş olsa ve bir adam onun başını kasden mûzıha olacak şekilde yaralarsa; İmâm

Muhammed´e göre kısas uygulanmaz; diyet îcâbeder. Eğer yaralayan: «Ben kısasa râzıyım» dese

bile kısas yapılmaz. Fakat eğer yaralayanın saçı da dökükse o zaman kısas yapılır.»

Serahsî´nin Muhît´inde de böyle denilmektedir.

Nâtıfi´nin Vâkıât´ında da şöyle denilir: «Saçı dökük olandaki mûzıha, başkalarınkinden daha

aşağıdır. Dolayısıyla onun diyeti de düşük olur. Hâşimede ise saçı dökük olanla olmayanın erşi

eşittir.»

Müntekâ´da da şu ifâdeler yer almaktadır: «Bir kimse, saçı dökük olan birisinin başında hatâen

mûzıha kabilinden bir yara açsa, kendi malından ödemek üzere, mûzıhanınkinden daha az bir erş

(yaralama diyeti) icâbeder. Hâşime denilen bir yora açması halinde ise, hâşimenin erşinden daha az

bir erş gerekir. Ama bu, yaralayanın âkılesi tarafından ödenir. Muhît´te de böyle denilmektedir.» T.

«Câife ilh...» Alimler: «Câife, karnın ve kafanın içine varan yaraya mahsustur» dediler. Hidâye.

Buna göre, Câifenin Şicâc (baştaki yara) ile birlikte anılmasının sebebi, onun bazen başta da

bulunmasıdır. Ancak İtkânî bunu Muhtasarul Kerhî´deki şu ifâdeler sebebiyle eleştirmiştir: «Câife,


boyun ve boğazda olmaz. O ancak göğüs, sırt, karın ve yanlardan içe kadar işleyen yaralardır.»

Yine İtkânî, Asl´daki şu sözleri de itirazına destek yapmıştır: «Câife çeneden yukarıda ve kasıktan

aşağıda olmaz.»

Aynî: «Câife (yukarıda sayılan) on çeşidin içine girmez. Çünkü ona şecce (baştaki yara) denmez. O,

hüküm yönünden eşit oldukları için, âmme ile birlikte zikredilmiştir.»

«Her birisinden dolayı onun üçte biri vardır.» Maksat diyetin üçte biridir.

BİR UYARI:

İtkâni şöyle der: «Bilmen gerekir ki; erkek ve kadında, erşi yirmide bir ile üçte bir diyet arası olan,

hatâen yaralanmalarda, diyet yaralayanın âkilesinedir ve bir yılda ödenir. Çünkü Hz. Ömer (r.a.)

âkileye ait olan diyetin üç senede ödenmesine hükmetmiştir. Kendisinden dolayı üçte bir diyet

gereken yaraların diyeti de bir yılda ödenir. Eğer diyet üçte birden çok olacak olurs...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Ocak 2010, 15:48:38
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 27 Ocak 2010, 15:48:38 »

M E T İ N

Eğer (baştaki yara sebebiyle) yaralı iki gözünü de kaybetse kısas îcâbetmez ikisi için de diyet

gerekir. Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.

Kesilen bir parmağın yanındaki parmak çolaklaşırsa bu parmak kısasen kesilmez. Bunda da iki

İmâm farklı görüştedirler. Üst mafsalı kesilip de diğer parmaklar çolak olursa, cânînin parmağı

kesilmez. Aksine mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâb eder.

Yarısı kırılıp, kalan kısmı siyahlaşan, sararan veya kızaran dişte kısas yoktur. Aksine, eğer çiğneme

özelliğini kaybetmişse diş diyeti îcâbeder. Çiğneme özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken

görülen bir dişse yine diyet, görülmüyorsa hükûmet-i adl gerekir. Zeylâî.

Dürer´in sözü ise: «Aksi halde birşey îcâbetmez.» şeklindedir. Bu konu da asıl şudur: Eğer cinâyet

gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa, birinin erşi diğerindeki kısasa manî değildir. Ama tek yerde olur

ve iki şeyi telef ederse birisinin erşi (diyeti) kısasa manîdir.

İ Z A H

«Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.» Onlara göre mûzıha da kısas, gözlerde ise diyet

vardır. Minah.

«Kesilen parmağın yanındaki parmak da çolaklaşırsa parmak kısasen kesilmez.» Aksine bu

parmaklardan herbiri için diyet îcâbeder. Minah.

«Bunda da iki İmâm farklı görüştedir.» Onlara göre birincisinde kısas, öbüründe de erş vardır.

Cevhere.

Şayet musannıf: «Gözleri giderse veya bir parmağı kesip yanındaki de çolaklaşırsa, iki İmâmın

hilâfına bunlardan dolayı kısas değil diyet icâbeder» deseydi daha açık olurdu.

«Aksine, mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâbeder.» Hidâye. Kâfi ve

Mültekâ´da da böyledir.

Zeylaî´den naklettiğimiz gibi bu, geriye kalanlarla faydalanıldığı zamanki hale hamledilir. Bu, daha

önce Hidâye şerhlerinden ve başka kitaplardan naklettiğimiz; «parmağın dîyeti gerekir» tarzındaki

ifadeye ters değildir. Azîme´de ise bu diğer bir görüşe hamledilmiş ve çolaklığın onunla


faydalanamamaktan ayrılamayacağı sebebiyle, kalan kısımla faydalanılabilme ve faydalanamama

arasını birleştirmek, uzak görülmüştür.

Dürerin ibâresi ise daha önce de söylediğimiz gibi bir yanılmadır.

Musannıf burada, önceki mes´elenin aksine, iki imâmın bu mes´elede kısası kabul etmediklerine

işaret olarak ihtilaf zikretmedi. Nitekim Tatarhâniyye´de: «Alimlerimiz, bir kısmı kesilip kalanı veya

kesilene tâbi olan uzvun çolak olması halînde, kısasın îcâbetmediğinde hem fikirdirler. Ama birisi

öbürüne tâbî olmayan iki uzuv konusunda ihtilâf etmişlerdir.» denilmektedir.

Bu son mes´ele kesilen parmakla yanındaki parmak gibi yerlerdedir. Burada iki îmâmın hilâfına

İmâm Ebû Hanîfe´ye göre kısas yoktur. Biri birine tâbî olmayan uzuvlardan maksat, biri birinden ayrı

olmayanlardır. Öyle olursa, Ebû Hanîfe´ye göre birisinin erşi ötekinden kısasa.engel teşkil etmez.

Nitekim yakında gelecektir.

«Sararan veya kızaran dişte ilh...» Dişe herhangi bir ayıp ârız olursa, demekdir. Mekkî, Kâfî´den

naklen.

Musannıfın sararma konusunda söylediği Dürer´de de olduğu gibi muhtâr olandır. Tebyîn´de de

önce bu kesin görüş olarak verilmiş; fakat sonra: «Vurma sebebiyle hükûmet-i adl gerekîr» denilen

sahifedekinin benzeri söylenmiştir.

Bumdaki hükmün tercih ediliş gerekçesi şudur: Sanlık, güzelliğin ve menfaatin yok olmasını

gerektirmez. Şu var ki güzelliğin kemali beyazdadır. Herhalde onlar, kırmakla sararmayı ve

vurmakla sararmayı farklı değerlendirmişlerdir.

«Çiğneme özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken görülen bir dîşse ilh...» İmâm Muhammed´in

ibâresi mutlaktır. Kifâye ve başka kitaplarda: «Bu konudaki hükmün, mes´ele detaylandırılarak

verilmesi gerekir.» denilmektedir.

«Konuşurken görülen dişse yine diyet ilh...» Çünkü o görülen güzelliği tamamen yok eder. Kifâye.

«Gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa ilh...» el ve ayak gibi T.

«Ama tek yerde olur ve iki şeyi telef ederse ilh...» Vurulan kişinin aklını, işitmesini, görme veya

konuşmasını izâle eden mûzıha gibi.

Vurulan yer, ister tek uzuv; ister yanındaki parmak, çolak olan parmak, gibi bir birinden ayrı olan iki

uzuv olsun farketmez. Ayrı iki uzuvda daha önce de geçtiği gibi iki İmâmın ( yani Ebû Yûsuf ile

Muhammed´in) görüşü farklıdır.

M E T İ N

Üzerinden bir sene geçtikten sonra dişinin kısasını uygulayan (câninin dişini söken) kişinin dişi,

daha sonra yerinden gelse; hata o zaman meydana çıktığı için diyet îcâbeder. Şüpheden dolayı da

kısas uygulanmaz.

Multekâ da : «Dişin ve müzıhanın kısasında bir sene beklenir. Dişe vurulup da sallanması halinde

de hüküm aynıdır.» denilmektedir.

Hulâsa´da ise: «Yetişkin olan kişi, tekrar gelmesini ummadığı dişte kısası geciktirmez. Fetva

böyledir» denilir.

Ben derim ki: Bu, musannıf ve diğerlerinin Nihâye´den naklettikleri ile uyuşturulabilir. Sahîh olan:

Bâliğ olanın bir sene değil, iyi olması için kısası ertelemesidir. Çünkü dişin tekrar gelmesi nâdirdir.

Eğer birisi bir adamın dişini sökse ve sâhibi dişi alıp yerine soksa ve kenarlarında et bitse yine

diyet îcâbeder. Çünkü damarlar eski haline dönmüş değildir. Nihâye´de şöyle denilmektedir:

«Şeyhu´l-İslâm: Eğer menfaat ve güzellikte eski hâline dönerse; yeniden bittiğinde olduğu gibi

birşey îcâbetmez demiştir.»

Kesilen kulağın yerine yapıştırılarak tutması halinde de diyet gerekir. Çünkü bu kulak eski şeklini

almaz.

Eğer diş sökülür ve yerine başkası çıkarsa İmâm Ebû Hanîfe´ye göre çocuğun dişin de olduğu gibi

diyet düşer iki arkadaşı ise; farklı görüştedirler. Şayet diş eğri biterse hükûmet-i adl îcâbeder. Şayet

yarısına kadar biterse yarım diyet gerekir.

Geldikten sonra eski halini alan tırnakta hiçbir cezâ yoktur.

Baştaki yarık veya vurma sebebiyle meydana gelen yara iyileşir ve onun hiçbir izi kalmazsa bir şey

îcâbetmez. Ebû Yûsuf´a göre yaralayana erş-i elem -ki o hükûmet-i adl´dir- gerekîr. İmâm


Muhammed´e göre ise; yaralayanın, yara iyileşinceye kadar ki doktor ücreti ve tedâvî masrafından

olan nafakayı vermesi îcâbeder.

Tahâvî şerhinde, Ebû Yûsuf´un erş-i elem sözü, doktor ve tedâvî ücreti ile tefsîr edilmiştir. Bu îzaha

göre. Ebû Yûsuf´un görüşü ile Muhammed´in görüşü arasında ihtilâf kalmaz. Bunu Musannıf ve

başka âlimler söylemişlerdir.

Ben derim ki: Bunun benzerini Müctebâ´dan naklen daha önce zikretmiştik. Müctebâ sahibi bu

konuda, Ebû Yûsuf´tan iki rivayet zikretmiştir. Dikkatli ol.

İ Z A H


«Dişi daha sonra yeniden gelse ilh... Yani tamamı düzgün olarak çıksa.

«Bir sene geçtikten sonra ilh...» «Bundan -yani kısastan- sonra» sözünün açıkça belirttiği gibi, sene

geçmeden, kısas hakkının olmadığını ifade etti.

«Hata meydana çıktığı için ilh...» Yâni kısas konusundaki hata. Çünkü kısasa sebep, dişin biteceği

yerin bozulmasıdır. Yerinden başka bir diş çıktığına göre bozulmamış demektir. O zaman da cinâyet

yok sayılır. Hidâye.

«Şüpheden dolayı ilh...» Yani diş yeniden çıkmadan önce, kısasın gerekliliği şüphesi.

«Kısasın da bir sene beklenir ilh...» Bu durumda hakimin cânîden bir kefil alması gerekir. Nitekim

Kifâye´de de böyledir.

«Hulâsa´da ise ilh...» Hulâsa sahibi şöyle demiştir: «Erginlik çağına gelenin dişinin sökülmesi

durumunda bir sene beklenmez. Bekleme işi çocuğun dişindedir. Ama yetişkinde dişin yeri

iyileşinceye kadar beklenir. Yetişkinin dişine vurulup da dişin sallanması halinde ise bir yıl

beklenir. Serahsî´nin bir nüshasında; yetişkinin dişinin kırılması ve sökülmesi durumlarında,

yeniden çıkması umulmuyorsa bir yıl beklenir; denilmektedir. Fakat önceki görüşle fetvâ verilir.»

«Uyuşturulabilir ilh...» Yani Mültekâ´daki hüküm küçüğün, Hulâsa´daki de yetişkinin dişine

hamledilir. Zâten Hulâsa´nın ibâresi açıktır.

«Sahibi dişi alıp yerine soksa ilh...» Yâni kısas uygulanmadan önce. T.

«Çünkü damarlar eski haline dönmüş değildir» Bu, diyetin vâcip oluşunun gerekçesidir. T.

Burada diyet cânîye vaciptir.

«Eğer menfaat ve güzellikte eski haline dönerse ilh...» Yâni eski haline dönmesi tasavvur edilirse...

«Çünkü kulak eski şeklini almaz.» Zahir olan burada da Şeyhu´l-İslâm´ın söylediğinin cârî oluşudur.

«...Diyet düşer ilh...» Yâni mânen cinâyet bulunmadığı için cânîden diyet düşer.

«Çocuğun dişinde olduğu gibi ilh...» Çocuğun sökülen dişi yeniden gelirse, ittifakla diyet

îcâbetmez. Çünkü onun ne güzelliği ne de menfaati yok olmamıştır. Hidâye.

«Sahibeyn (Ebû Yûsuf ile Muhammed) ise farklı görüştedirler.» Onlar şöyle demişlerdir: «Cinâyet

gercekleştiği için tam bir diş diyeti îcâbeder. Sonradan gelen diş ise Allah´ın yeni bir nîmetidir.»

Hidâye.

«Diş eğri biterse hükûmet-i adl îcâbeder.» Yani Ebû Hanîfe´ve göre Zeylâi.

Şâyet gelen diş siyah olursa sanki hiç gelmemiş sayılır. Tatarhâniyye.

«Tırnakta hiçbir cezâ yoktur ilh...» Tırnak diş gibidir. İhtiyâr´da şöyle denilmektedir: «Tırnaklar
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Ocak 2010, 20:02:39
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 27 Ocak 2010, 20:02:39 »

YOLDA VE ÂMMEYE AİT DİĞER YERLERDE BİRŞEYLER İHDÂS ETMEK

M E T İ N


Musannıf bilflil katlin hükümlerinî zikrettikten sonra bu babda da katle sebep olan hadiselere

başlamayarak sözlerine şöyle devam etti: Kişi âmmeye ait bir yol üzerinde bir tuvalet veya su

olduğu veya curusun ki bu da «burç, ileriye çıkartılan ağaç, üst katta bir damdan diğerine geçiş

yolu. su kemerinin üstüne yapılan havuz gibi şeyler»in adı (Aynî) olan «cursun», veya dükkan

yapmış olsa adı, geçen şeylerden herhangi biri eğer âmme-ye zarar vermiyorsa ve halk da ona mani

olmuyorsa caizdir.

Eğer bu yaptığı şey zarar verîrse, adı geçen şeylerden herhangi birini yapması helâl olmaz. Nitekîm

ileride tafsitâtı gelecektir.

Husumet ehlinden yani dava görme gücüne sahip olanlardan herhangi bir kişi, zımmî dahi olsa adı

geçenlerden herhangi birinîn yapılmasına mâni olabileceği gibi; yapıldıktan sonra da onun

bozulmasını veya kaldırılmasını talep edebilir. Bu yapılan şeyde de âmmeye îster zarar olsun

isterse olmasın.

Bazı âlimlere göre kendisi de âmme yolunda öyle bîrşey yapmamışsa, hakimin huzurunda dava

etmesiyle o yapılan şeyi bozdurabilir. Yoksa taannüt olur denilmiştir. Zeylaî.

Bu yapılan şeylerin hepsinde devlet başkanından izinsiz olarak kendi şahsı için yapmışsa hüküm

yukarıdaki gibidir.

Saffâr burada yıkılmasını veya kaldırılmasını talep eden kişinin de «onun durumunda olmaması»

ifadesini eklemiştir.

Eğer Müslümanlara cami ve benzeri şeyleri yaparsa ya da devlet başkanının izniyle yaparsa

bozdurulamaz. Eğer bu yaptığı şey, âmmeye zarar verirse onu ihdâs etmesî caiz değildir. Zira

Peygamber (a.s.): «İslâm´da zarar vermek de yoktur; zarara karşılık vermek de yoktur.»

buyurmuştur.

Yolda satış için veya bir mal almak için oturmak, eğer kimseye zarar vermiyorsa caizdir; yoksa caiz

değildir. Yani yolda alıç-veriş için oturmak da geçen tafsilat üzeredir. Bu hükümler çıkmaz olmayan

yol hakkındadır. Çıkmaz olan bir yola gelince o çıkmaz yolda o yol ehline ister zarar versin, isterse

vermesin; herhangi bir şeyi ihdas etmekle tasarrufta bulunması caiz değildir. Ancak o yol ehlinin

izniyle olursa o zaman caiz olur. Çünkü o çıkmaz yol, orada oturanların özel bir mülkleri gibidir.

Diğer taraftan bunda asıl kaide şudur: Hali bilinmeyen bir şey âmmenin yolunda yapılırsa o yeni

yapılmış kabul edilir. Eğer onlara has bir yolda ise; o zaman o yapılan şey kadim sayılır. Burcundi.

Eğer bu yaptığı şeyin üzerine düşmesiyle her hangi bir adam ölürse; ölen adamın diyetini ödemek

âkilesine düşer. Çünkü ölümüne sebebiyyet vermiştir. Nitekim adam yolda bir su kuyusu kazsa

veya taş veya toprak veya çamur (Mülteka) koysa onun o kazdığı kuyu veya adı geçenlerden

herhangi biriyle bir insan telef olursa; onun diyetini de âkilesi verir; çünkü o sebep olmuştur.

Eğer bu yapılan şeylerden birisi ile bir hayvan telef olursa ve bu yapılan şeylere İmam (İslâm Devlet

Başkanı) izin vermemişse onun bedelini kendi malından ödeyerek tazminat öder.

Eğer bu yapılan şeylerde imam îzin vermişse veya yoldaki bir kuyuya adam açlığından veya

susuzluğundan veya sıcaktan bunaldığından düşerek ölmüş olsa; o kuyuyu kazıyan adam üzerinde

bir tazminat yoktur. Bununla da fetva verilir. Yalnız İmam Muhammed buna muhâlefet etmiştir.

Hulasa.

Eğer su oluğu düşse ve adamın mülkünde olan kısmı bir adama isabet ederek onu öldürse asla

zâmin değildir, çünkü oluk mülkünde olduğundan müteaddi değildir. Eğer mülkünden dışarda olan

kısmı veya oluğun orta kısmı isabet ederse o zaman o adamın tazminatı o oluğu kim koymuşsa

teaddi ettiğinden dolayı onun üzerinedir. Bezzâziye.

İsterse o adam o evde kiracı veya iğreti duran veya gasp eden olsun.

Bu adam bu mülkü satmakla da onun tazminat ödeme gereği kalkmaz. Zira yaptığı iş bakidir ve

tazminatı gerektiren de odur. Ama meyleden duvarın hükmü bunun hilâfınadır. Nitekim bu meseleyi

Zeylaî tafsilatıyla zikretmiştir.

İ Z A H

«Ammeye bir üzerinde ilh...» Şehir ve köylerde önü açık olan yollardır; kırlarda ve sahralardaki

yollar değil. Çünkü kır ve sahralarda olan yollardan çoğunlukla sapmak mümkündür. Zâhidi´de


olduğu gibi...

Âmme yolu; üzerinden geçenlerin sayılamadığı yoldur. Veya kimsenin mülkü olmayan bir arazide

bir toptum tarafından yapılan binalar arasında geçiş için bırakılan yoldur ki: bu da âmmenin

mûlkiyeti üzerine bâkidir. Bu, Şeyhu´l-İslâm´ın tercih ettiği görüştür. Birincisi ise İmâdî´de olduğu

gibi İmam Hilvânî´nin tercihidir. Kuhistâni.

«Veya bir cursun ilh...» Bu kelime aslen Arapça bir kelime olmayıp Arapça´ya sonradan girmiş

yabancı bir kelimedir. Bunun anlamında da ihtilâf edilmiştir. Bazı âlimler tarafından buna «burç»

denilmiştir. Bazı âlimlere göre îse; damdaki suyun akıntı yoludur. İmâm Pezdevî´den de bunun mülk

sahîbi tarafından üzerinde yeni bir şey yapmak için duvardan ileriye çıkartılan ağaçlara denildiği

nakledilmiştir. Muğrib.

Aynî de; Cursun kelimesinin, raf şeklinde yüksekte yapılan geçiş yolu demek olduğunu söylemiştir.

Bazı alimler tarafından da iki damın duvarları üzerine damdan dama geçmek için konulan ağaca

denildiği söylenmiştir. Diğer bazı âlimler de; üzerine testi konulması için kemerin önüne yapılan

şeye denildiğini söylemişlerdir.

«Veya bir dükkan ilh...» Satış tezgâhı gibi yüksek olan yere denir. Aynî.

«Eğer bu yaptığı şey zarar verirse, helâl olmaz.» Musannıfın burada: «Eğer zarar verir veya mani

olunursa helal olmaz» demesi gerekirdi.

Kuhistanî´de de; Yukarda sayılanlarda, herhangi birini yaptığı takdirde «mani olunsa bile

menfaatlenmesi yapan kişiye helâldir» denilmiştir. Kirmânî´de de olduğu gibi...

Tahâvî yukarda adı geçenlerden herhangi birini yaptığında: «Mani olunursa, yapan kişiye onu ihdas

etmek mübah olmadığı gibi; onunla menfatlenmesi halinde ve olduğu gibi bırakması halinde de

günahkâr olur» demiştir. Zahire´de de böyledir.

«Husumet ehlinden ilh...» Husumet Ehli ise; hur, âkil ve bâliğ olandır. Hacredilen köle ve çocuklar

husumet ehli değildirler. Durru´l-Munteka´da: Eğer velileri tarafından izin verilirse çocuk ve

kölelerin de dava görme hakkına sahip oldukları ifade edilmiştir.

«Zımmi dahi olmuş olsa ilh...» Çünkü yolda zımmînin de geçiş hakkı vardır. Kifâye.

Tatarhâniye´nin ifadesi ise şöyledir: «Kâfir de husumet ehlîne dahildir. özellikle zımmî olduğu

takdirde...»

«İster zarar olsun isterse olmasın ilh...» İmam Ebû Hanîfe´den gelen sahih rivayet budur. İmam

Muhammed de: «Husumet ehli yukarda sayılan şeylerden birinin yapılmasına mani olabilir; ama

yapıldıktan sonra onu kaldırtamaz» demiştir. Ebû Yûsuf ise «Husumet ehli ne o şeye mani olabilir

ne de kaldırtabilir.» demiştir.

Bu o şeyin sonradan yapıldığı bilinirse böyledir, eğer sonradan yapıldığı bilinirse böyledir, eğer

sonradan yapıldığı bilinmiyorsa o şey yeni yapılmış gibi kabul edilerek İmam (devlet başkanı) onu

bozdurur.

Ebû Yûsuf´un: «İmam o şeyi ancak ammeye zarar veriyorsa bozdurabilir.» dediği de rivâyet

edilmiştir. Durru Muntekâ.

«Bazı âlimler tarafından ilh...» «Bazı âlimler»den maksat Zeylaî´de de olduğu gibi İsmail

Es-Saffâr´dır.

«Yoksa taannüt olur denilmiştir.» Çünkü halktan zararı gidermeyi isterse; önce kendisinden

başlaması gerekir. Kifâye.

«Devlet başkanındın izinsiz ilh...» Eğer devlet başkanı adı geçen bu şeylerden herhangi birinin

yapılmasına izin verirse; hiç kimse o yapılan şeyi bozdurma ve dava etme hakkına sahip değildir.

Şu kadar var ki; eğer, yolun darlığından dolayı o yapılan şey halka zarar veriyorsa; devlet

başkanının onun yapılmasına izin vermesi uygun değildir. Ama eğer devlet başkanı zararı olmasına

rağmen maslahat İcabı izin verse caizdir. Hamevi Miskin´den.

Şumni de: «Eğer o yapılan şey, halka zarar veriyorsa ister îmam izin versin isterse vermesin, onun

yapılması mezhep İmamları arasında ihtilâfsız olarak caiz olmaz.» demektedîr. T.

İmam´dan İzin alınarak yapılan şeyde hiç kimsenin münazaat hakkı olmasa bile «caiz olmaz»dan

maksat, «günahkâr olur» olabilir. Çünkü İmam´ın izniyle yapılan bir şeyde yapan kişiyi dava etmek,

İmâm´ı aşmaktır. O zaman Şumni´de olan bu ifade de Hamevi´nin Miskin´den naklettiğine muhalif

olmaz. Düşün.


«Saffâr burada... eklemiştir....» Bu söz, daha önce tafsilatıyla geçen rivâyettir, onu tekrar zikretmeye

lüzum yoktur. Fukaha´nın kelâmının zâhiri, onlardan rivâyetle anlatılan mutlak hükme itimat

etmektir. Bu söz, hükmün mutlak olarak naklinden sonra saffar´a nisbet edilmiştir. O zaman bu

sözün bütün İmâmların sözü olduğu anlaşılır, delil şudur ki: Herhangi bir münkeri yasaklayan kişi,

o münkerden uzak olmakla kayıtlanmaz. Nitekim Hazr bahsinde geçmişti. T.

Ben derim ki: Bu delil, ancak o yapılan şeyde zarar varsa zahir olur. Çünkü o zaman münker olur.

Düşün.

«Eğer müslümanlara ilh...» Yani müslümanlara da zarar vermiyorsa... Kifâye ve Kuhîstanî´de de

olduğu gibî...

«Veya devle...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes