> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Cinayetler
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Cinayetler  (Okunma Sayısı 3706 defa)
27 Ocak 2010, 20:42:14
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 27 Ocak 2010, 20:42:14 »



Reddü´l Muhtar / Cinayetler

CİNÂYETLER BAHSİ

METİN

Konunun rehinden sonraya alınmasının sebebi şudur: Rehin, malı korumak içindir. Cinayetin

hükmü de canı korumak içindir. Mal, cana bir vesile olduğu için rehin cinayetten önce gelmiştir.

Cinâyet: Sözlükte yapılan bir kötülüğün adıdır. Istılâhta ise mala ve cana karşı işlenen haram bir

fiilin adıdır. Fakihler gasp ve hırsızlığa mala karşı işlenen, cinayeti de cana ve organlara karşı

işlenen fiillere tahsis etmişlerdir.

Kendisine; kısas, diyet, kefaret, uhrevî mesuliyet veya mirastan mahrumiyet hükmü taalluk eden

öldürmeler beş çeşittir. Aslında öldürme çeşitleri çoktur; recm (zina suçundan dolayı taşlanarak

öldürme), asmak, harbîyi öldürmek gibi olanlar bu beş çeşidin dışındadır. Beş çeşit olan öldürme

şunlardır:

Birincisi Taammüden öldürmedir: Bir adamın herhangi bir yerine yaralayıcı bir âletle kasten vurup

öldürmektir. Silâh, demirden olan ağırlıklar (Cevhere), inceltilmiş sopa, cam, öldürecek yere

batırılan iğne (Bûrhân), inceltilmiş kamış kabuğu ve ateş, taammüden öldürmede kullanılan

yaralayıcı aletlerdir. Ateş de deriyi yarar ve boğazlama işini gerçekleştirirse böyledir. Eğer hayvanın

boğazlanma yerine ateş konulsa ve damarları yaksa, kan çıkarsa o hayvanın eti yenir. Kan akmazsa

yenmez. Kifâye´de de böyle denilmektedir.

Ben derim ki: Vehbâniye Şerhi´nde «Güç sarfedilerek kesilenleri ye, böyle olmayanları yeme»

denilmektedir. Burhan´da da: «Ağırlık ölçümünde kullanılan kilolar gibi, keskinleştirilmemiş olan

demirle öldürme konusunda iki rivayet vardır: Zahir olana göre o amden öldürmedir. Müctebâ´da,

içerisinde ateş olmasa bile fırında kızartmanın kısası gerektirdiği belirtilmektedir» denilmektedir.

Musannıf´ın Muînü´l-Müftî adındaki eserinde: «İğne öldürücü bir yere batırılırsa kısas gerekir, başka

bir yere isabet ederse kısas gerekmez» denilmektedir. Burası iyi zaptedilsin. Ebû Yûsuf,

Muhammed ve diğer üç mezhep imamına göre; bünyenin dayanamayacağı büyük bir tahta gibi bir

şeyle vurmak taammüden öldürmedir.

İZAH


«Cinayetin hükmü ilh...» Kısas veya diyet, kefâret ve mirastan mahrumiyettir. T.

«Mal cana vesiledir ilh...» Cana taallûk ettiği ve önemine binaen, Cinayetler bahsinin Rehin

bahsinden daha önce gelmesi gerektiği tarzındaki sözlere cevaptır. T.

Ben derim ki: Rehin, kendisinden önceki konuyla münasebeti hakkında söylenilenler burada böyle

bir izahın yapılmasına ihtiyaç hissettirmez.

«Cana ve organlara karşı işlenen yasak fiillere cinayet denilir ilh...»

Yani bu konuda fakihler cinâyeti bu manada almışlardır. Yoksa hacdaki cinayetler insanın canına

da, organına da bağlı değildir. Ama fakihler bunlara da cinayet derler. Şurunbulâliye.

«Aslında öldürme çeşitleri ilh...» Buradaki öldürme ile anılan öldürmeler kastedilmese bile, öldürme

çeşitlerini beşle sınırlandırmak doğru değildir.

Burada maksat, harâm olan öldürmedir. Dolayısıyla kısas ve recm gibi şeran caiz olan öldürmelere

şamil olmaz.

«Kasten vurmaktır ilh...» Bu ifade ile, insanın uzuvlarından herhangi birisini yaralama tarzındaki

cinayet (Cinâyet-u ma dûne´n-nefs) tarifin dışında bırakılmıştır. Şâ´dî.

Musannıf tarifinde: «Bir kimseyi taammüden öldürmektir» demedi. Çünkü az sonra Şârihin de

zikredeceği gibi: Bir kimse birisinin eline vurmak istese ve âlet boynuna isabet etse; bu da amden

öldürmektir. Ama başka birisinin boynuna gelse, hataen öldürmektir. Onun için Müctebâ´da:

«Amden olduğu için öldürmeyi kastetmiş olması şart değildir» denilmektedir. Şârih´de:

«Vücûdunun her hangi bir yerine» sözüyle buna işaret etmiştir. Musannıf: «Kasten vurması»

sözüyle hataen öldürmeyi, «Yaralayıcı bir aletle» sözüyle de diğer öldürme çeşitlerini tarifin dışında

bırakmıştır.

«Yaralayıcı bir âletle ilh...» Bir vuruşun kasten olduğu, ancak bir deliller anlaşılabileceği için amden

öldürmede âletin yaralayıcı olması şart kılınmıştır. Katilin öldürücü bir âlet kullanması ise, kasten

öldürmenin delilidir. Burada delil, medlul (amden öldürme) makamına geçmiştir. Çünkü şer´î

meselelerdeki zannî bilgilerde deliller, medlûlleri yerine kaim olurlar. Minah.

Bu durumda, şâhitler öldürmenin taammüden olduğunu söylemeseler bile kısas gerekir. İtkânî


bunu açıkça söylemiştir. Ve yine böyle bir aletle öldürmüşse katilin : «Ben onu öldürmeyi

kastetmemiştim demesi kabul edilmez. Ama taammüden öldürmeyi ikrar etse ve: «Ben başkasını

öldürmek istemiştim» dese bu, hataen öldürme sayılır. Çünkü hataen öldürme daha aşağıdır. Bu

meselenin tamamı Remlî haşiyesinde vardır. Onu inşallah «Öldürmeye şahitlik» Bâbı´nda

zikredeceğiz.

«Cevhere ilh...» Onun ibaresi şu şekildedir: «Taammüden öldürme: kişinin birisini kılıç, bıçak,

mızrak, hançer, ok, iğne ve tığ gibi demirden olan bütün âletlerle kasten öldürmesidir. Aletin kılıç

gibi kesici veya demirci çekici ve demir parçası gibi ezici olması arasında fark yoktur. Aynı şekilde

âletin ekseriyetle öldürücü olup olmaması da fark etmez. Zâhir-i rivâyete göre demirden olan âletin

yaralayıcı olması şart değildir. Çünkü demir öldürmek için yapılmıştır. Allah-u Teâlâ: «...Biz pek sert

olan ve insanlara birçok faydası bulunan demiri varettik» buyurmuştur. Tunç, kurşun, altın ve

gümüş gibi demire benzeyen bütün madenlerin hükmü de aynıdır. Maddenin ezici veya ufalayıcı

olması arasında fark yoktur. Hatta bir kimse kurşun ve tunç çubukla vurduğu zamanda olduğu gibi,

bu madenlerden yapılan bir ağırlıkla birini öldürse yine kısas gerekir.»

Tahâvî, İmâm Ebû Hanife´nin demir ve benzeri madenlerde de yaralayıcı olma özeliğine itibar

ettiğini rivâyet etmiştir. Sadr.

Eş-Şehid: Bu görüşün daha sahih olduğunu söyler. İleride geleceği üzere Hidâye ve diğer bazı

kitaplarda bunu tercih etmişlerdir.

Ben derim ki: Her hâlükârda kurşunla öldürmek amden öldürmektir. Çünkü o demir cinsindendir ve

yaralayıcıdır. Bu şekildeki ölüme kısas uygulanır. Ama yaralamadığı zaman, Tahtâvî´nin Şelebî´den

naklettiği üzere Tahâvî´nin rivayetine göre kısası gerektirmez.

«İnceltilmiş odun» Yani yontulmak suretiyle keskin bir hale getirilen sopa. Bundan maksat

bazılarının zannettiği gibi bir tarafında demir olan sopa değildir.

«Öldürecek yere batırılan iğne» İhtiyar´da şöyle denilmektedir. «Bir adama iğne ve benzeri bir şeyi

kasten batırıp da onu öldüren kimse hakkında Ebû Yûsuf, Ebû Hanife´den kısasın gerekmediğini

rivayet etmiştir. Çuvaldız ve benzeri şeylerle öldürmede kısas gerekir. Çünkü âdeten iğne ile,

öldürmek kastedilemez, çuvaldızla kastedilir. Diğer bir rivâyete göre ise iğneyi öldürücü bir yere

batırır ve adam ölürse batıran öldürülür. Başka bir yere batırırsa öldürülmez.»

Bezzâziye´nin bir yerinde: «Bir kimse birisine iğne batırsa ve adam ölse kısas uygulanır. Çünkü

itibar demiredir»; bir başka yerinde ise: «Ancak öldürücü bir yere batırdığı zaman gerekir; ısırmak

da aynıdır» denilmektedir.

Vehbâniyye Şerhi´nde, Zâhir rivâyete göre, iğne iIe öldürmede kısasın olduğu ifade edilmiş,

Kuhistânî´de de fetvânın buna göre olduğuna işaret edilmiştir. Bâniyye´de ise iğneden dolayı

kısasın olmadığı kesin bir dille belirtilmiştir.

Ben derim ki: Rivâyetlerin arasını birleştirmek için kısas gerektiren öldürmenin iğneyi öldürücü bir

yere batırmakla kayıtlı olduğunu söylemek mümkündür.

«Çünkü ateş deriyi yarar ilh...» Bu, ateşle öldürmenin taammüden öldürme olduğunu beyândır.

«Burhan´da ilh...» Müellif bu üç nakli: «Güç ile boğazlananı ye aksi halde yeme» sözündeki genel

hükmü nakzetmek için nakletmiştir. O açıktır. Çünkü boğazlamakta şart olan damarları kesmek ve

kanı akıtmaktır. Bu da terazide kullanılan ağırlık ölçüsüyle, kızarmış fırınla ve iğneyle

gerçekleşemez. Bu yüzden daha önce söylediği halde iğne meselesini burada yine tekrarladı. Anla.

«Zâhir olana göre bu amden öldürmedir ilh...» Demirle öldürmede âletin yaralayıcı oluşunun şart

sayılmadığına binaen böyle demiştir.

«İçerisinde ateş olmasa bile ilh...» Yani sahih olana göre. Kuhistâni. Yine orada şöyle denmektedir:

Eğer bir kimse birisini iple bağlasa, sonra da içerisinde kaynar su bulunan bir kazana atsa ve adam

anında ölse veya içerisinde sıcak su bulunan bir kazana atsa ve cesedini pişirse, adam bir müddet

sonra ölse bunu yapan öldürülür. Zâhiriyye´de de böyle denilmektedir.

METİN


Amden öldürmenin hükmü günahkâr olmaktır (yani uhrevî mesûliyettir). şüphesiz bunun haramlılığı

küfrü gerektiren bir sözü söylemenin haramlığından daha şiddetlidir. Çünkü mükreh (zorlanan)ın,

küfrü gerektiren bir söz söylemesi caizdir, birisini öldürmesi ise caiz değildir. Yine amden

öldürmenin diğer bir hükmü de aynı ile kısastır. Karşılıklı rıza olmadan ceza malla ödenemez.

Taammüden öldürmenin, diyet miktarı veya daha fazla bir mal karşılığında sulh olunarak


cezalandırılması câizdir. İbn-i Kemal Hakâîk´ten naklen : «Amden öldürmede kefâret yoktur. Çünkü

o büyük ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Cinayetler
« Posted on: 27 Nisan 2024, 04:58:44 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Cinayetler rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Cinayetler mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Cinayetler kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Cinayetler Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Cinayetler kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Cinayetler peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Cinayetler ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Cinayetlerönlisans arapça,
Logged
27 Ocak 2010, 20:47:00
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 27 Ocak 2010, 20:47:00 »

METİN

Üçüncüsü, Hataen öldürmedir. Bu da iki çeşittir:

A - İşleyenin zannına göre hata: Birisini, av veya harbî ya da mürted zannederek silâh atması ve

onun müslüman bir insan olduğunun ortaya çıkması gibi.

B - Bizzat fiilin kendisindeki hata: Kişinin bir hedefe veya ava silâh atması, ama merminin bir

insana isabet etmesi, bir hedefe atması ve kurşun (ya da ok) un hedeften sekip ya da hedefi geçip

birisine isabet etmesi, bir adamı hedef aldığı halde okun (kurşunun) bir başkasını vurması, birisinin

eline vurmayı kastettiği halde başka birinin boynuna isabet etmesi -eğer elini kastettiği kişinin

boynuna isabet ederse taammüden öldürme sayılır-, bir adamı vurmak istemesi, ama okun önce

duvara değip dönmesi ve bir adama isabet etmesi hep hatâdır. Bu son durumda, atan duvara isabet

ettirmekle hatâ etmiştir. Okun duvardan dönme sebebi başkadır. Hüküm en son sebebine izâfe

edilir. İbn-i Kemâl Muhît´ten naklen. İbn-i Kemâl şöyle demektedir: «Birisinin elinden bir odun veya

kerpiç düşüp de birisini öldürse, bunda kasıt yoktur, fiilde hatâ tahakkuk etmiş olur.» Bu meselede

Sadruşşeria´nın sözü de aynıdır.

Vehbâniye´de nazım olarak şöyle der:

«Birisini kasteden kişi başkasını vurursa bu hatâdır, bunda kısas uygulanmaz.

«Uyuyan birisini kasteden kişi eğer kan akıtırsa, onu kan akar bir halde bırakırsa kısas uygulanır.»

İZAH


«Üçüncüsü hatadır.» İbn-i Kemâl «Cinâyet köleye bile işlense» demektedir. İbn-i Kemâl´in bunu

söylemesine sebep, köle denilince akla önce onun mal oluşunun gelişi sebebiyle, malların tazmini

gibi tazmin ettirileceği ve âkileye vacip olmayacağının zannedilmesidir.

«Hatâ iki çeşittir ilh...» Çünkü meselâ her hangi bir şeye silâh atmak, hem kalbin işine -o da kasıttır-

hem de yaralayan şeye -o atmaktır- şâmildir. Eğer hatâ birincisinde olursa bu birinci çeşit,

ikincisinde olursa ikinci çeşit olur. İnâye.

«Onu av zannederek atsa ilh...» Zan iddiasına itibar edilir mi, yoksa zannın tahakkuku mu gerekir ya

da ona şahitlik yeter mi meselesine dikkat etmek gerekir. T. Tahtâvî daha sonra bazı şeyler

nakletmektedir. Ama bunlar maksadı ifadeye kâfi gelmiyor. Biz onu inşaallah «öldürmeye şahitlik

etmek» bâbında açıklayacağız.

«Okun dönmesi başka bir sebeptir. ilh...» Bu sebep, atmaktan sonra okun duvara isabetidir.

«Bu konuda Sadruşşerîa´nın sözü de aynıdır..» Sadruşşerîa; fiildeki hatûda; fâilden, kastettiği fiilin

değil, başka bir fiilin sadır olmasını şart koştu.

Az önce geçen: «Kişi bir hedefe attığı zaman, hedefe değse sonra sekse veya hedefi aşıp bir adama

isâbet etse fiilde hatâ tahakkuk eder» tarzındaki hüküm, Sadruşşerîa´nın lehinedir. Çünkü her iki

surette de şart mevcut değildir.

Birisinin elinden kasıt olmadan bir odun veya kerpiç düşse de bir adamı öldürse fiilde hatâ

tahakkuk eder. Bunu İbn-i Kemâl ifade etmiştir. Tahtavî: «Ama az sonra bunun hatâ mecrâsına cârî

katil olduğu gelecektir» der.

«Eğer onu kan akarken bırakırsa ilh...» Uyku hâli ile kayıtlanmasının sebebine dikkat et! Daha önce

geçtiği üzere eğer iğne öldürücü bir yere batırılırsa kısas gerekir. Her halde bunun illeti kastedilen

yerin öldürücü olmayan bir yer oluşudur. Eğer uyanık iken kendi kanını akmaya terketse, ölümü

kana nispet edilir. Düşünülsün.

METİN

Dördüncüsü: Hatâ kabilinden sayılan öldürmedir. Uyuyan birisinin, birinin üzerine yuvarlanarak

öldürmesi bu çeşittendir. Böyle birisi hata eden kişi gibi mâzurdur. Bu şeklideki bir öldürmenin


hükmü; kefâret, âkilenin ödeyeceği diyet ve günah (yani uhrevî sorumluluk)tur. Ama bunun günâhı

kasten adam öldürmenin günahından daha aşağıdır. Kefâretin vâcip oluşu, uhrevî mesûliyetin

varlığını gösterir. Çünkü azimet terkedilmiştir.

İZAH

«Dördüncüsü hata kabilinden sayılan ilh...» Şer´an bunun hükmü, hatâen öldürmenin hükmüdür.

Ama aslında hataen öldürmeden daha aşağıdır. Çünkü uyuyan kişinin hiçbir kastı yoktur. Kefâretin

gerekli oluşu ise, birisini öldürmesi ihtimali olan bir yerde uyumuş olmasından dolayıdır. Hataen

öldürmedeki kefâret de, ölüme sebep olacak şeyden kaçınılmaması yüzündendir. Hatâ mecrâsına

cârî olan öldürme ile öldürenin mirastan mahrûm olmasına sebep de: Vârisin bizzat öldürmüş

olması ve aslında uyumadığı halde uyur görünür de bir an önce mirası elde etmek için kasten

öldürmüş olması ihtimalinin mevcudiyetidir.

Damdan birisinin üzerine düşüp onu öldüren, elindeki kerpiç veya odun düşüp de birisinin

ölümüne sebep olan, bindiği hayvan bir adamı çiğneyip de onu öldüren kimseler uyurken birini

öldüren gibidir. Çünkü bunların hepsinde istenmeden masum birisinin öldürülmesi söz konusudur.

Kifâye.

«Çünkü azimet terkedilmiştir..» Buradaki azimet, çok emin bir yerde uyumaya dikkat etmektir.

Kifâye´de şöyle denilmektedir: «Bu sorumluluk (günâh) öldürmenin günâhıdır. Çünkü çok emin bir

yerde uyumayı terketmek haddizatında günâh değildir. Ancak bunun sonucunda öldürme fiili

gerçekleşirse o zaman günâh olur. Dolayısıyla kefâret; kastî öldürme kadar günâh olmasa bile,

öldürmenin günâhından dolayıdır.»

METİN

Beşincisi de: -Tesebbüben (sebep olarak) öldürmedir. Devletin izni olmadan, kendisine ait olmayan

bir yere taş koyan veya kuyu kazan (ve böylece birinin ölümüne sebep olan) kişi, tesebbüben

öldürenin misâlidir. İbn-i Kemâl. Yol ortasına odun benzeri şeyler koymak da aynıdır. Ancak, yolda

kuyu olduğunu bilen birisi kuyunun üzerine yürürse durum farklıdır. Dürer.

Tesebbüben öldürmenin hükmü; âkilenin ödemesi gereken diyettir. Kefâret ve katillikten dolayı

uhrevî mesûliyet yoktur. Fakat mülkü olmayan bir yeri kazdığı veya oraya taş koyduğu için

günahkâr olur. Tesebbüben öldürmenin dışındaki öldürme çeşitlerinin hepsi, eğer katil mükellefse

-murisi öldürmesi halinde-mirastan mahrum olmasını gerektirir. İmâm Şafiî hükümleri itibariyle

tesebbüben öldürmeyi hataen öldürmeye ilhâk etti.

İZAH


«Kendisine ait olmayan bir yere taş koyan ilh...» Yani bir başkası yerini değiştirmediği zaman. Ama

birisi değiştirse ve onun sebebiyle bir adam ölse tazminat, yerini değiştirene aittir. Nitekim

Musannıf bu meseleyi ileride «Kişinin yolda ihdas ettiği şey» bölümünde anlatacaktır. «Kendisine

ait olmayan bir yer» kaydı hem kuyu kazma, hem de taş koyma için geçerlidir. Dürer. Eğer bunları

kendisine ait bir mülkte yaparsa hakkı tecâvüz söz konusu değildir. Dolayısıyla (birisinin ölümüne

sebep olmaktan dolayı) ne kefâret ne de diyet gerekmez. T.

«Benzeri şeylerde ilh...» Yani karpuz kabuğu gibi şeyler odunun benzeridir. Kâriu´l-Hidâye´nin

belirttiğine göre yola karpuz kabuğu atan, telef ettiği şeyi tazmin eder. Yola su dökmek de aynıdır.

Zehîra´da şöyle denilmektedir: «Bunu El-Kitâb (Kudûri Muhtasarı) da mutlak olarak söylemiştir.»

Bazı âlimler: «Dökülen suyun üzerine geceleyin ve orada su olduğunu bilmeyen birisi veya bir kör

bassa ve ölse suyu döken tazmin eder.» demişlerdir. Taş veya tahta üzerinden yürümek de aynıdır.

Alimlerden meseleye başka bir acıdan bakıp: «Eğer yolun bir kısmına su döker kuru olan kısımdan

yürüme imkânı olursa tazminat yoktur» diyenler de vardır. Sâhibinin izniyle birisinin dükkânının

önüne su dökse ve bir adamın ölümüne sebep olsa, tazminat dükkân sahibine aittir. Bu istihsana

dayanan bir hükümdür. Bu konunun tamamı Tatarhâniye´dedir.

FER´Î BİR MESELE:

Birisinin ayağı taşa takılarak başka birinin kazdığı kuyuya düşse, tazminat taşı koyana aittir. Eğer

taşı kimse koymamışsa kuyuyu kazan sorumlu olur. Aynı şekilde, yoldan geçen bir adam, birisinin

döktüğü sudan ayağı kayıp, kuyuya düşse tazminat, suyu dökene ödetilir. Yağmur suyu sebebiyle

ayağı kayarsa kuyuyu kazan sorumlu olur. Tatarhâniye.

Cevhere´de kuyuyu kazan: «Adam kendiliğinden düştü» derse, onun sözünün kabul edileceği

söylenmektedir.


«Eğer cinâyeti işleyen mükellefse» Ama çocuk veya deli ise Sirâcîyye Şerhi´nde belirtildiğine göre

mirasçı olur.

«Onu öldürmediği için» Yanı bizzat öldürmediği için. Tesebbüben öldürme, tazminatın gerekliliği

konusunda, kanı heder olmaktan korumak maksadıyla bizzat öldürmeye ilhak edildi. Bu ise kaideye

aykırıdır. Kefâret ve mirastan mahrumiyet konularında ise mesele aslı üzere kalmıştır. Kifâye.

Doğrusunu en iyi bilen Allah´tır.

KISASI GEREKTİRİP GEREKTİRMEYEN HALLER

METİN


Öldürene nispetle, kanı ebediyen masûn olan birini kasten öldürmekten dolayı kısâs gerekir. Dürer.

Kanı masûn olan ecnebî birini kasten öldürmekten dolayı da kısas gerekir. Kanı masûn olan kişiden

maksat: Müslümandır. Kanı masûn olan ecnebîden maksat ise; İslâm Devletinin idaresinde yaşayan

gayr-ı müslimdir. Müste´men (emân alarak İslâm Ülkesine giren yabancı) ve harbî (düşman

ü...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Ocak 2010, 20:52:22
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 27 Ocak 2010, 20:52:22 »

METİN

Aklı başında olan kişi deliye; bülûğa eren çocuğa; sıhhatli olan gözü görmeyene, müzmin hasta ve

sakat olana, erkek de kadına karşılık kısasen öldürülür. Bunda icmâ vardır. Fürû (çocuklar), ne

kadar yukarıya çıkarsa çıksın ebeveynleri karşılığında kısasen öldürülürler. Ebeveyn ise çocuklara

mukabil öldürülmezler. Oğlunu boğazlayan kişinin öldürülmesi konusunda İmâm Mâlik farklı

görüştedir. Yâni, ne kadar yukarıda olursa olsun, anne cihetinden kadınlar bile olsa, usule (kişinin


sulblerinden geldiği kişiler) tüm fürûları mukabilinde can ve organ karşılığında kısas uygulanmaz.

Çünkü Rasûlullah (s.a.v.): «Oğlunu öldüren babaya kısas uygulanmaz» buyurmuştur. Buna sebep;

evlâdın babanın bir parçası oluşu özelliğidir. Dolayısıyla bu vasıf babadan yukarıdakiler (dede,

büyük dede v.s.) için de geçerlidir. Çünkü onlar evlâdın dünyaya gelmesne sebeptirler. Evlat

onların yok olmasına sebep olmaz. Bu durumda evladın diyetinin baba tarafından üç sene

içerisinde ödenmesi gerekir. Öldürme taammüden vukû bulduğu için âkileye bir şey gerekmez.

İmâm Şâfiî, diyetin, sulh bedelinde olduğu gibi peşin olarak ödenileceğini söyler. Zeylaî, Cevhere.

Mesele Meâkıl bahsinde de gelecektir.

Mültekâ´da şöyle denilmektedir: «Oğlu babasıyla, köleyi efendisiyle, ya da biris,ni; hataen

öldürenle, birini çocuk, deli veya öldürmesi sebebiyle kendisine kısas gerekmeyen biri ile birlikte

öldüren kişiye kısas uygulanmaz. Çünkü kısas cezası bölünemez. Dolayısıyla Şâfiî´nin hilâfına, bize

göre bu durumdaki öldürmeye taammüden iştirak edene kısas uygulanmaz. Burhan.»

İZAH

«Bâliğ olan kişi çocuk karşılığında öldürülür. ilh...» Başı ana rahminden çıkıp da sesi duyulan bir

çocuğu öldüren kişinin diyet ödemesi gerekir. Ama, başı ile birlikte yarısı veya ayakları ile birlikte

yarısından çoğu çıkmışsa kısas lazımdır. Çocuğun uzuvlarından birisinin kesilmesi durumunda da

hüküm aynıdır. Müctebâ ve Müntekâ´dan naklen Tatarhâniye.

«Sıhhatli olan ilh...» İbn-i Kemâl; bunun yerine, «Sâlim olan» tabirini kullandı. Sonra da: «Sıhhatli

olan denilmedi. Çünkü gözü görmeyende bulunmayan, sıhhat değil, selâmettir. Bundan dolayı,

cuma bahsinde, sıhhatten sonra gözlerin selâmeti ayrıca zikredilmektedir.» dedi.

«Sakat olan (bir uzvu bulunmayan) ilh...» Çünkü biz organ ve vasıflardaki farklılığa itibar etseydik,

kısas uygulama imkânı kalmaz, bu da herkesin biri birini öldürmesi ve kandırması sonucunu

doğururdu. İhtiyâr. Hatta bir adad, elleri, ayakları, kulakları ve tenasül uzuvları kesik, gözleri

olmayan birisini taammüden öldürse kısas uygulanır. Cevhere, Hûcendî´den.

«Anne tarafından kadınlar bile olsa. ilh...» Önce geçen, mutlak ifadeyi tefsir için getirilmiştir. Ne

kadar yukarıda olurlarsa olsunlar, baba veya anne yönünden dede, torunu karşılığında kısasen

öldürülmez. Nineler için de hüküm aynıdır.

«Onların yok olmalarına sebep olamaz.» Yani onların tüm vücudunun yok olmalarına sebep

olamayacağı gibi, bir uzuvlarının yok olmasına da sebep olamaz. Hüküm organlara da şâmildir.

«Mültekâ´da şöyle denilmektedir. ilh...» Cevhere´de de şöyle denilmektedir: «Eğer iki kişi bir adamı

beraberce öldürseler ve bunlardan biri şayet onu tek başına öldürse idi kendisine kısâs gereken

birisi, diğeri de gerekmeyen birisi iseler, her ikisine de kısâs icap etmez, diyet gerekir. Mesela

yabancı ile baba, taammüden öldürenle hatâen öldüren, birisi kılıç diğeri sopa ile vuranın durumu

böyledir. Ancak tek başına öldürmüş olsaydı kendisine kısâs uygulanmayacak olanın diyeti

âkilesine; diğerinin diyeti ise kendisine aittir. Bu konuda, oğulu, babasıyla birlikte öldürenin

durumu farklıdır. Çünkü bu durumda her ikisi de diyeti kendi mallarından ödemek zorundadırlar.

Zira baba oğlunu yalnız başına öldürse idi diyeti kendi malından ödenecekti.» Bu mesele sonraki

bâbın sonunda daha geniş olarak gelecektir.

METİN

Efendi; kendi kölesi, müdebberi, (hürriyetini ölümüne bağladığı köle), mükâtebi (belirli bir para

karşılığında azat etmeyi taahhüt ettiği köle) ve oğlunun kölesi karşılığında kısasen öldürülmez. Bu

son mesele, âlimlerin: «Babası aleyhine kısas hakkına sahip olanın, hakkı düşer» hükümlerinin

şumûlüne girer. Nitekim ileride gelecektir. Yine efendi; kısâs bölünmeyeceği için, bir kısmına sahip

olduğu köle karşılığında ve bir hür, rahin ve mürtehin beraberce istemedikçe rehin olan köleye

mukabil öldürülmez. İmam Muhammed: «Rahin ve mürtehin beraberce isteseler bile, rehin köleyi

öldüren öldürülmez.» demiştir. Cevhere.

Dürer´deki, Kâfî´ye nisbeten ifade edilen hüküm buna hamledilir. Ama Şurunbulâliye´de

Zahîriyye´den naklen Dürer´dekinin fıkha daha uygun olduğu beyan edilmektedir.

Eğer rahin ve mürtehin kısas veya diyet konusunda ihtilâfa düşseler (yani birisi kısas diğeridiyet

istese) kâtil kölenin kıymetini öder. Bu para kölenin yerine rehin olur. Bir kimse kiralanmış olan

köleyi öldürürse, kısâs yetkisi kiraya veren köle sahibine aittir. Satılmış olan bir kölenin

öldürülmesi durumunda ise; eğer köle halâ satıcının elinde ise, müşteri alım satıma icâzet verirse

kısas kendisinin hakkı; reddederse (akdi feshederse) satıcının hakkıdır. Cevhere´de; kâtile kısâs

gerektiği tarzında da bir görüşün olduğu belirtilmektedir.


Eğer geride anlaştıkları bedeli ödeyecek mal bırakmışsa ve kendisinin efendisinden başka vârisi

varsa, vârisler ittifakla kısas isteseler bile; mukâtebi, mukâtebin oğlunu ya da kölesini öldüren

kişiye kısas gerekmez. Çünkü Sahâbîler mükâtebe halinde ölenin hür olarak mı, yoksa köle olarak

mı öldüğünde ihtilâf etmişlerdir. Bu durumda onun velisinin kim olduğu tam belli değildir. öyle

olunca da kısas düşer. Ama eğer mükâtebin efendisinden başka varisi yoksa, ister geride mal

bıraksın, ister bırakrnasın ya da mal bırakmamışsa efendisinden başka varisi olsa bile. efendisi

kısas hakkına sahiptir. Çünkü veli sadece odur. Bu dört suretin ilkinde İmâm Muhammed´in ihtilâfı

vardır.

İZAH

«Efendi kölesine karşılık öldürülmez ilh...» Çünkü kölesi malıdır. Dotayısıyla kendi aleyhine hak

istemesi söz konusu olamaz. Müdebber de köledir. Mükâteb, ödemediği para kaldığı müddetçe

köledir. Oğlunun kölesi de: «Sen ve malın babana aitsiniz» hadisi gereğince kendi malı

hükmündedir. Ama her halükârda kölesini öldüren efendiye kefâret gerekir. Cevhere´de de böyle

denilmektedir.

«Rehin olan köle karşılığında ilh...» Yani rehin olan bir köleyi öldüren kişi, rahin ve mürtehin birlikte

kısas isteyinceye kadar öldürülmez. Çünkü mürtehinin köle üzerinde mülkiyet hakkı yoktur.

Dolayısıyla kısasa yetkisi yoktur. Rahin kısasa yetkilidir, ama bu da mürtehinin hakkının iptaline

sebep olur. Bu yüzden mürtehinin hakkının kendi rızasıyla düşmesi için her ikisinin de birlikte

kısas istemeleri şarttır.

Burada şöyle bir itiraz yöneltilebilir: Rehin helâk olunca, mürtehin hakkını almış sayılır. O halde

hakkı düştükten sonra kısas için onun rızası için gereklidir.

Bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Mürtehinin hakkını almış olması kesin değildir. Çünkü sulh

yoluyla veya kölenin hatâen öldürülmüş olması iddiası ile kısasın yapılmaması muhtemeldir. (O

zaman mürtehinin hakkı kölenin kıymetine veya diyete taalluk edeceğinden, onun ölümü ile hakkını

almış sayılmaz.)

«Dürer´deki fıkha daha uygundur ilh...» Çünkü geride hem borcuna kâfi mal, hem de miras bırakan

mükâtep meselesinde olduğu gibi, kısas isteme hakkının kime ait olacağı konusunda karşılık

vardır. Ama Zeylaî şöyle der: «Rehin olan köle meselesi ile mükâtep meselesi orasındaki fark

açıktır. Zira mürtehinin rehinde ne mülkiyet ne de velâ (velilik) hakkı olmadığı için kısas isteme

yetkisi yoktur. Dolayısıyla bu yetkiye sahip olana benzemez. İleride geleceği üzere mükâtep konusu

böyle değildir.

«Kısas hakkı kiraya verene aittir. ilh...» Çünkü o, kölenın mâlikidir. Kiralayanın ne kölenin

kendisinde ne de bedelinde hiçbir hakkı kalmamıştır.

«Eğer alıcı alım satım akdine icazet verirse. ilh...» Yani meseleyi olduğu üzere kabul eder, akdi

feshedip de parasını geri isteme cihetine gitmezse bu durumda satım akdi mevkûf olmaz. Aksi

halde kölenin ölümünden sonra akde icâzet vermesi sahih olmazdı.

«Kısas yetkisi müşteriye aittir.» Çünkü kölenin sahibi odur. Zeylaî.

«Reddederse ilh...» Yani satım akdini feshedip, parasını geri alırsa; «kısas hakkı satıcıya ait olur.»

Çünkü satım ortadan kalkmış, köle sahibinin o olduğu açığa çıkmış olur. Zeylaî.

«Kıymetin gerekli olduğu da söylendi. ilh...» Bu görüş İmâm Ebû Yûsufa aittir. Bu görüşün

gerekçesi şudur: Yaralama anında satıcı için kısas yetkisi sabit değildi. Zira o zaman mal müşteriye

aitti. Cevhere.

«Velinin kim olduğu belli değildir. ilh...» Eğer: «Mükâtep hür olarak ölmüştür» dersek velisinin

varisleri olması gerekir. Köle olarak öldüğü kabul edilirse veli, efendi olur.

«Dört sûretin birincisinde ilh...» Bu bir kalem hatası olmalıdır. M...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Ocak 2010, 20:58:17
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 27 Ocak 2010, 20:58:17 »

METİN

Birisi, bir adamı kasten yaralar ve adam yatağa düşüp ölürse yaralayana kısâs uygulanır. Ancak,

yaralının boynunun kesilmesi ve yaranın iyi olması gibi ölümün yaraya nispetini kesecek bir durum

varsa müstesnâ.

Daha önce de belirttiğimiz üzere yaralı veya velileri adam ölmeden yaralayanı affederlerse

istihsânen bu af sahîhtir. Bir kimse, kendisinin, Zeyd´in, bir aslanın ve bir yılanın birer fiili sebebiyle

ölürse, eğer öldürme taammüden olmuşsa, Zeyd´in üçte bir diyet ödemesi gerekir. Taammüden

olmamışsa, üçte bir diyet, Zeyd´in âkilesine gerekir. Çünkü aslanın ve yılanın fiili tek cinstir ve

dünyada ve âhirette karşılıksızdır. Zeyd´in fiili hem dünya hem de âhirette muteberdir. Adamın

kendisinin fiili ise dünyada karşılıksız, âhirette ise muteberdir. Adamın bu fiili karşılığında günahkâr

olacağında icmâ vardır. Demek ki adamın ölümüne sebep olan fiiller üç çeşittir. Bunun ifade ettiği

şudur: Maktûlün fiilinin, aslanın ve yılanın fiillerinden ayrı bir cins sayılması için uhrevî mesuliyet

açısından muteber olması gerekir. Kâtiller birden fazla bile olsa diyet de üçte biri geçmez. Çünkü

her cinsin fiili tektir. İbn-i Kemâl.

İZAH

«Ancak, ölümün yaraya nispetini kesen bir şey varsa müstesnâ ilh...» Minah´ta şöyle denilmektedir:

«Çünkü yaralamanın, ölüm sebebi olduğu açıktır. O halde, boğazını kesmek ve yaranın iyi olması

gibi, ölümün yaraya nispetini engelleyen bir şey olmadıkça, ölüm yaraya nispet edilir.»

«Zeyd diyetin üçte birini öder ilh...» Çünkü âkile, taammüden öldürmelerdeki diyeti yüklenmez. Ama

daha önce belirtildiği ve ileride de geleceği gibi kısâs da uygulanmaz. Kısâs hakkı bölünemeyeceği

için, birisini öldürdüğü zaman kısâs uygulanmayan biri ile birlikte bir adamı öldürene kısâs

uygulanmaz.

«FiiIIer üç çeşittir iIh...» Sanki ölen üç fiil sebebiyle ölmüştür. Her bir fiille telef olan adamın üçte

biridir. Dolayısıyla ona diyetin üçte birini vermesi gerekir. Hidâye.


«Fiilinin ayrı sayılması için ilh...» Çünkü eğer aslanın fiili gibi uhrevî mesuliyet açısından da

muteber olmasaydı Zeyd´in, diyetin yarısını ödemesi gerekir.

«Katil birden fazla bile olsa diyet üçte biri geçmez ilh...» Yani Zeyd´in yanında başka bir kişi daha

olsa üçte bir diyeti birlikte verirler.

Ben derim ki: Tatarhâniyye´nin Çeşitli Meseleler bahsinde şöyle denilmektedir: «Birisi bir adamı

yaralasa, sonra bir başkası daha yaralasa, daha sonra da bunlara yaptığı karşılığında mesuliyet

gerekmeyen birisinin yaralaması eklense, adamlardan her birine üçte bir diyet icap eder. Geriye

kalan üçte bir de hederdir.»

Aynen buna benzer ifadeler. Cevhere´de, kölenln cinayeti konusunun baş tarafında da vardır.

Tûrî´nin, Tekmilesi´nde de şu cümleler yer almaktadır: «Bir kimse birisinin elini kesse, başka biri

yaralasa, eli kesilen kendi kendini yaralasa ve bir de yırtıcı hayvan parçalasa, el kesene ve

yaralayana ayrı ayrı dörtte birer diyet ödemeleri icap eder. Çünkü bir can dört ayrı cinayetle telef

olmuştur. Bunlardan ikisi muteberdir.»

Bu ibarenin benzeri ifadeler, «Kişinin yolda meydana getirdiği şeyler» konusunun sonunda şu

şekilde gelecektir: «Bir adam, kuyu kazmaları için dört işçi tutsa, kuyu üzerlerine çöküp işçilerden

birisi ölse, diyetin dörtte biri düşer, geriye kalan dörtte üçü de üç işçi eşit olarak öderler.»

Bunlardan anlaşılıyor ki, yukarıda söyledikleri bu konuda âlimlerden nakledilenlere aykırıdır.

Ben derim ki: Bu ifadelerden, zamanımızda karşılaşılan şu tür hadiselerin fetvâsı da

anlaşılmaktadır: Bir adam, bir çocuğu bıçakla karnından yaralıyor ve barsakları çıkıyor. Çocuk bir

cerraha götürülüyor. Cerrâhın barsakları yerine koyabilmek için yarayı genişletmesi gerekiyor.

Çocuğun babası da buna izin veriyor. Cerrah yarayı açıyor fakat aynı gece çocuk ölüyor. Bu

durumda yaralayanın yarım diyet ödemesi gerekir. Çünkü cerrahın yaptığı, babanın izni ile

olmuştur, dolayısıyla sorumluluk yüklenemez.

METİN

Müslümanlara kılıç çekeni derhal öldürmek gerekir. Nitekim İbn-i Kemâl bunu sarahaten

söylemiştir. O Vikâye´nin ibaresini değiştirerek, şöyle demiştir: «Başka bir yolla önlemek mümkün

değilse, müslümanlara kılıç çekene, öldürerek engel olmak gerekir.» Bu, Kifâye´de de şu sözlerle

açıklanmıştır: «Çünkü bu, hücum edeni engellemek kabilindendir. Şumnî ve başkaları da böyle

demişlerdir.»

Bu hükmü teyit edecek sözler ileride gelecektir. Saldıran bir deveyi öldürenin aksine, onu öldürene

hiçbir şey gerekmez.

Şehir içinde veya dışında gece veya gündüz birisine silah çekeni yahut şehir içinde gece ya da

şehir dışında gündüz sopayla saldıranı, saldırıya uğrayan öldürürse yine bir şey gerekmez.

Bir kimse kendisine silâh çeken deliyi kasten öldürürse, kendi malından diyet ödemesi gerekir.

Çocuğun ve hayvanın saldırması durumunda da hüküm aynıdır. İmâm Şâfiî: «Gelecek zararı

önlemeye yönelik olduğu için, bunların hiç birisinde mesuliyet (zamin olma) yoktur» der.

Saldıran bir defa vurur ve ikinci defa vurmak istemeyerek çekilir, buna rağmen saldırıya uğrayan

onu öldürürse, kendisi de kısâsen öldürülür. Çünkü saldırgan geri çekilmekle tekrar dokunulmazlık

kazanmıştır.

Ben derim ki: Saldıran, (vurmak maksadıyla) kılıcı çekmiş vaziyette olduğu müddetçe öbürü ona

vurabilir. Aksi halde vuramaz.

Bir kimse geceleyin birinin evine girip malını çalsa, ev sahibi de hırsızı takip edip öldürse bir şey

gerekmez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) «Malın için savaş» buyurmuştur. Hırsız malı çalmak

istediği zaman, başka yolla malını kurtarma imkânına sahip değilse, hırsız daha malı almadan önce

öldürse hüküm yine aynıdır. Sadruşşerîa.

Suğrâ´da şöyle denilmektedir: «Bir kimse birinin malını kastetse; eğer mal on dirhem veya daha

fazla ise; mal sahibinin öldürme hakkı vardır. Daha azsa dövüşür ama öldüremez. Bu durumdaki

katil hırsızın kendisi ile kavgalaştığını söylediğinde eğer delili varsa kabul edilir. Delili yoksa,

maktûl hırsız ve kötü olarak biliniyorsa istihsânen kısâs uygulanmaz. Katil kendi malından

maktûlün varislerine diyet öder.» Bezzâziye.

Yukarıdaki hükümler; ev sahibinin, bağırdığı zaman hırsızın malı bırakacağını bırakacağını

bilmediği zaman hakkındadır. Fakat bağırdığında hırsızın malı bırakıp kaçacağını bilir, buna rağmen

onu öldürürse kısâs uygulanır. Malı gasbedilen kişinin, gasbı öldürmesi de aynı hükümdedir, kısâs


gerekir. Çünkü diğer müslümanlardan veya devletten yardım isteyerek gasıbın şerrini defetmeye

gücü yeter.

İ Z A H

«Müslümanlara ilh...» Bu kelimenin hem «kılınç çeker» hem de «gerekir» fiilleri ile ilgili olması

caizdir. Yani mana : «Müslümanlara kılınç çekeni öldürmek gerekir» şeklinde de, «Kılınç çekeni

müslümanların öldürmeleri gerekir» şeklinde de anlaşılabilir.

Câmîussağîr´in ibaresi: «Müslümanlara kılınç çekeni öldürmek, müslümanların vazifesidir.

öldürdükleri için de kendilerine birşey gerekmez.» şeklindedir.

Ebussuud, Şeyh Abdü´l-Hâyif´den bu konuda zımmîlerin de müslümanlar gibi olduğunu nakleder.

«Derhal ilh...» Yani vurmak maksadıyla müslümanlara kılınç çektiği anda. Onlardan ayrıldıktan

sonra öldürülmesi ise câiz değildir.

«İbn Kemâl sarahaten söylemiştir ilh...» Yani ´derhal´ öldürülmesi gerektiğini açıkça söylemiştir.

Eğer, «İbn Kemal buna işaret etmiştir» deseydi, daha iyi olurdu. Çünkü o bunu açıkça söylememiş

«engel etmek gerekir» sözü ile işaret etmiştir. Çünkü engel olmak, ancak saldırı esnasında

mümkün olur.

«Kifâyede de açıklanmıştır ilh...» Bu, ibn Kemâl´in sözü değildir. Kifâye´nin ibaresi şu şekildedir:

«Yani kılınç çekeni engellemek gerekir, çünkü zararı önlemek vaciptir.»

Mi´râc´da ise: «Vacip olan zararı engellemektir, adamı öldürmek değil» denilmektedir.

«Bu hükmü teyid edecek sözleri Feride gelecektir îlh...» Yâni bundan maksadın: «Başka yolla

önlemek mümkün olmadığı takdirde, onu öldürebilir» demek olduğunu teyid edecek sözler,

gelecektir. Bu sözler biraz sonra gelecek olan, Sadruşşerîa´nın ibaresi ve daha sonra da metnin

ibaresidir.

«Onu öldürene birşey gerekmez ilh...» Daha sonra gelen: «Eğer deli silah çekerse» sözü; bunun

saldıranın mükellef olması halinde söz konusu olduğuna delâlet ediyor.

Saldıranı öldürmek vacip olmayınca, katile tazminatın gerekli olduğu düşünülebilir. İşte bunu izale

için müellif hiç bir şeyin gerekmeyeceğini açıkça belirtmiştir. İbn Kemâl.

«Bir adama silâh çeken ilh...» Maksat; halin delâletinden anlaşıldığına göre öldürmek maksadıyla

silâh çekendir. Şaka veya oyun olsun diye silâh çeken ise öyle değildir. Zeylaî. Talâk bahsinde bu

meseleyi zikretmiş ve bir tek kiçinin de, müslümantar hükmünde olduğunu ilâve etmiştlr.

«Geceleyin veya gündüz ilh...» Çünkü silâh durdurulamaz. öldürerek önleme ihtiyacı duyulabilir.

Hîdâye. Yâni silâhı engellemek fçin öldürmekten başka çare olmaz.

«Yahut ona sopa ite saldınrsa ilh...» Çünkü, her ne kadar küçük o...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Ocak 2010, 21:00:51
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 27 Ocak 2010, 21:00:51 »

BİR UYARI:

Bir kimse, birinin gözüne vursa ve göz göremeyecek şekilde beyazlaşsa, âlimlerin tümüne göre

kısâs uygulanmaz. Çünkü denkliği sağlamak mümkün değildir.

Bir kimse de, birisinin gözünü çıkarsa ve câninin gözünde onu kusurlu kılan bîr beyazlık olsa, gözü

çıkarılan adam isterse cânînin beyazlı gözünü çıkarır. isterse gözünün diyetini alır.

Bir adam, beyazlığı olan ama gören bir göze karşı cinayet işlese ve kendi gözü de öyle olsa,

aralarında kısas uygulanmaz.

Nûru akıp da kendisi kolan göz karşılığında ehli vukûfun takdir edeceği para cezası uygulanır.

Bir kimse bir göze vursa ve gözbebeğinin yarısı beyazlaşsa yahut ona yara, yel, akıntı veya göze

zarar veren bir şey isabet etse ve bundan dolayı göz kusurlansa yine ehli vukûfun takdir edeceği bir

tazminat gerekir.

«Baştaki, kemiğe vuran yarık ilh...» İlerde, baştaki yaralama konusunda geleceği üzere baştakinin

dışındaki yaralamalarda da kısas uygulanır.

METİN

Dişin haricindeki kemiklerde kısâs yoktur. Dişler büyüklük küçüklük bakımından farklı olsalar bile,

daha önce geçtiği üzere biribirleri mukabilinde kısâs edilirler. Sökülen dişin yerine sökenin dişi de

sökülür. Bazı âlimlerce; «Dişi dibindeki ete kadar törpülenir» de denilmektedir. Geriye kalanda ise,

denklik mümkün olmadığı için kısâs düşer. Çünkü bu, dişin kökündeki etlere zarar verebilir. Kâfî

müellifi bu hükmü benimsemiş. musannıf da : «Müctebâ´da bunlarla fetvâ verildiği belirtilir»

demiştir.

Dişin kırılması durumunda da câninin dişi, kırdığı dişin seviyesine gelinceye kadar törpülenir.

Müctebâ´da şöyle denilmektedir: «Bir sene beklenilir, eğer bu müddet zarfında dış gelmezse kısâs

tatbik edilir. Beklemenin bâliğ olanın değil, çocuğun dişinde olacağı da söylenmektedir. Çocuk bir

sene zarfında ölürse, cânî cezadan kurtulmuş olur. Ebû Yûsuf bu durumda «Bir kişinin tesbit


edeceği bir miktar malın verilmesi gerekir» der. Dişin sallanması halinde verilen vade îçerisinde

düşmemesi halindeki ceza konusunda da ihtilâf vardır. İmam Ebû Yûsuf´a göre, erşi elem (çekilen

acı karşılığında verilen mal) verilmesî gerekir. Bundan maksat dişçi ve doktor ücretidir.»

Meseleyi ileride ayrıca tahkik edeceğiz.

Ön diş karşılığında ön diş, köpek dişi karşılığında köpek dişi kısasen sökülür. Alt dişlere mukabil

üst dişler ve üst dişlere mukabil alt dişler sökülmez. Müctebâ.

Meselenin özeti şudur: Bir organ ancak kendi misli karşılığında kısâs edilir.

İZAH


«Dişin haricindeki ilh...» Bu istisnânın cinsinde ihtilâf edilmiştir. Çünkü tabibler dişin kemik mi

yoksa sinir mi olduğunda farklı görüştedirler. Bazılarına göre o kuru bir sinirdir. Çünkü çıkar ve

yaratılışı tamamlandıktan sonra gelişir. Bazılarına göre ise kemiktir. Hidâye sahibinin dişi kemik

kabul ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü o: «Bundan (kemikten) maksat, dişin dışındakilerdîr»

demektedir. Buna göre metindeki istisnâ, muttasıldır. Diş ile diğer kemikler arasındaki fark; dişin

eğe ile törpülenmesi suretiyle eşitliğin mümkün oluşudur. Mirâc ve İnâye.

«Daha önce geçtiği üzere ilh...» Yâni menfaatları bir olduğu için. Bunda, hükmün, sağlam ve aslî

dişe ait olduğuna işaret vardır.

Kuhistânî´de: «Buradaki dişten maksadın aslî diş olduğu; fazladan çıkmış olanlarda kısâs

gerekmediği ifade edilmektedir.» deniliyor.

Eğer diş aslî değilse o zaman Tatarhâniye´de belirtildiği üzere bilirkişice takdir edilen diyet ödenilir.

Yine Tatarhâniyye´de şöyle bir ibare yer almaktadır: «Cânînin dişi siyah, sarı kırmızı veya yeşilimsi

olsa dişi kırılan isterse kısâs yapar, isterse dişine diyet olarak beşyüz dirhem gümüş para alır.»

Eğer dişi kırılanın dişi ayıplı ise kısas uygulanamaz, bilirkişinin takdir edeceği diyet ödenir.

«Çünkü dişin kökündeki etlere zarar verebilir ilh...» «Dişin kökündeki etler» anlamına gelen kelime;

Nihâye, Zeylaî ve bu metinde «lihât» şeklindedir. Ama doğrusu (peltek se ile) «lisât» olmalıdır.

Nitekim Kifâye´de böyledir. Muğrib´de: «Lihât boğaza yakın olan ettir. Araplar, sahurda sevîk yiyen

kişinin dişleri arasında Lihât´ında mutlaka birşeyler kalır derler. Herhalde bu, dişlerin köklerindeki

et manasına gelen Lisât´tan tahriftir,» denilmiştir.

«Kâfî müellifi bu hükmü benimsemîştir ilh...» Yâni câninin dişinin törpülenmesi gerektiğini

söylemiştir. Hidâye Şârihleri de bunu benimsemişler ve Zahîre ile Mebsût´a nisbet etmişlerdir.

Cevh´ere ve Tebyîn müellifleri de onlara uymuşlardır. Bunlardan hiç birisi bu hükme, dişin kökten

söküleceğini söyleyip de itiraz etmemişlerdir. Aksine, Hidaye´de:

«Eğer kökünden sökmüşse ikincisi de sökülür ve eşit olurlar» denildiği halde; şârihler: «Canînin

dişi sökülmez, törpülenir.» demişlerdir. Anlaşılan. şârihler Hidâye´nin beyan ettiği hükmü

beğenmemişlerdir. Ancak; Muhtasaru´l-Vikâye, Mültekâ, İhtiyâr, Dürer ve başka bazı kitaplarda

Hidaye´nin ibaresi tekrarlanmıştır. Tûrî: Muhît´ten, bu meselede iki rivâyetin bulunduğunu nakleder:

Bazı âlimler de Makdisînin «Dişlerin araları açık olmadığı durumlarda olduğu gibi, biri

söküldüğünde diğerlerinin de Çıkmasından veya diş etlerinin zarar görmesinden korkulması

sebebiyle, sökmenin mümkün olmadığı hallerde törpüleme yönteminin seçilmesi gerekir.» dediğini

naklederler.

Ben derim ki: Şerhu Mîskîn´de Hulâsa´dan nakledilen şu sözler yukarıdaki ifadeleri teyid

etmektedir: «Cânînin dişini sökmek meşrûdur. törpülemek ise ihtiyattır.»

«Dişin, kırılması durumunda, kırılan dişin seviyesine gelinceye kadar törpülenir.» Bu, geri kalan

kısım siyahlaşmadığı takdirdedir. Siyahlaşması halinde ise kısâs gerekmez. Dişi kırılan şahıs kırık

dişi kadarının cânînin dişinden de alınmasını siyahlaşan yerin terkedilmesini isteme hakkı yoktur.

Zâhir rivayete göre, dişin kırılması durumunda kısâs uygulanmaz. Hâniyye.

İleride, Diyetler bahsinde bu tekrar gelecektir. Bezzâziye´de Kadı İmâm´ın şöyle dediği

yazılmaktadır: «Dişin bir kısmının kırılması durumunda; eğer kırık genişlemesine ise kıranın dişi de

eğe ile törpülenir. Uzunlamasına kırılmışsa; kıran, bilirkişinin tesbit edeceği diyeti öder.»

Şurunbulâliyye.

Tatarhâniyye´de ise: «Eğer, diş kısâs uygulanabilecek şekilde düzgün bir şekilde kırılmışsa kısâs

tatbik edilir. Düzgün değilse cânî kırığın diyetini öder. Diyet de her bir diş için beş deve veya beş

sığırdır.» denilmektedir. Burada da kısasın uygulanabilmesi için denkliğin sağlanabilmesi kaydının

yer aldığı görülmektedir.


Hâniyye´de şöyle bir mesele zikredilmektedir: Birisi bir adamın dişine vursa ve diş siyahlâşsa,

sonra da başka birisi o dişi sökse önceki vuranın tam bir diyet -ki o da 500 dirhemdir- sonrakinin

de bilirkişinin tayin edeceği bir tazminat ödemesi gerekir.

Yine Hâniyye´de şöyle denilmektedir: «Birisi bir adamın dişinin dörtte birini kırsa, kıranın dişinin

dörtte biri de kırılan diş kadar olsa, İbn Rüstem´in dediğine göre; kıranın dişi de kırılır. Burada

büyüklüğe ve küçüklüğe itibar edilmez. Kırılacak kısım, kırılan kadar olur. Birisinin elini veya

kulağını kesip de. kendi eli veya kulağı daha büyük olan kimse için de hüküm aynıdır.»

BİR UYARI:

Hulâsa´da şöyle denilmektedir: «Birisi, birinin dişinin bir kısmını kırsa, geriye kalan da düşse

meşhur rivâyete göre kısâs gerekmez. Ama dişe vursa ve diş sallansa fakat değişmese bir başkası

da sökse; her birinin bilirkişinin tayin edeceği bir diyet ödemeleri gerekir.»

«Eğer diş gelmezse kısâs uygulanır ilh...» Yâni diş söküldüğünde yerine gelmezse. Yine

Müctebâ´da belirtildiğine göre; bir kısmı kırılsa bir sene beklenir. Dişte bir değişiklik olmazsa,

kıranın dişi de törpülenir. Dişin sallanması durumunda da bir sene beklenir. Eğer kızarır, yeşerir

veya siyahlaşırsa vuranın kendi malından diyet ödemesi icabeder. Sararması halinde ise âlimlerin

ihtilâfı vardır.

«Çocuğun dişinde beklenilir de denilmektedir.» Mücteba´nın ibaresi şu şekildedir: «Bize göre; ister

kasden olsun, ister hataen; cinayetlerin hepsinde ceza için biraz ağır davranılır. İmâm Muhammed;

ağır davranmanın dişi sökme halinde değil, sallandırma halinde olduğunu söyler. Diş tamamen

sökülmesi durumunda, kısası uygulamak için acele mi edileceği yoksa ağırdan mı alınacağı

hususunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Kudûrî: «Yetişkininkinde değil de çocuğun dişinde ağır

davranılır. Her ikisinde de ağır davranılacağı da söylenilmiştir.» der.

Tahtavî, Zahîriyye´den şunu nakletmiştir: «Eğer bîrisi bir adamın dişine vursa ve diş düşse, dişin

yeri iyi oluncaya kadar beklenir. Mücerred´in rivâyetinin dışındaki görüşlere göre bir sene

beklenmez. Sahih alan birinci görüştür. Çünkü yetîşkinin dişinin yeniden gelmesî nadirdîr.»

Bunu Şârih, «başı yaralama» konusunda Hulâsa ve Nihâye´den nakledecektir. Meselenin tahkiki

inşallah orada gelecektir.

«Eğer çocuk bir sene içinde ölürse câni cezadan kurtulur.» Yâni, bir sene dolmadan çocuk ölecek

olursa İmam Ebû Hanife´ye göre cânîye bîrşey lâzım değil...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes