> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler  (Okunma Sayısı 2458 defa)
26 Ocak 2010, 18:28:28
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 26 Ocak 2010, 18:28:28 »



Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler
ÇEŞİTLİ MESELELER

M E T İ N


Kitabın sonunda böyle bir bölüm açmaları musannıfların adetidir. Anılması gereken yerlerde
anılmayan bazı meseleler burada konu edilir ve eksik tamamlanır. Ama ben elhamdülillah bu tip
şeylerin çoğunu kendi yerlerine ilhak ettim.

Devamlı içki içen kişiden çıkan ter pistir. -Doğru kabul edilmesi halinde bu, mukaddimei suğradır.
Bu meselenin geleceğini abdesti bozan şeyler bahsinin baş tarafında söylemiştim- Vücuttan çıkan
her pis şey abdesti bozar, bundan da ayyaşın terinin abdesti bozduğu sonucu çıkar.

Ancak, suğrânın (ayyaşın terinin pis oluşunun) isbata ihtiyacı vardır. Bunun hasılı, İbni Şıhne´nin
Zehâiru´l-Eşrefiyye´sinde Müctebâ´ya nisbetle zikrettiği şu meseledir: Pislik yiyen (cellâle) tavuğun
teri pistir. Buna göre, ayyaşın terinin de pis olması gerekir. Hatta bu, tavuğun terinden daha
beterdir. Teri köpek ve domuz teri gibi olan kişi ne kadar kötüdür! İbnü´l-Iz; «Bu durumda ayyaşın
teri abdesti bozar» der. Bu çok garib bir anlayış ve açık bir tahrictir. Musannıf, «açıklığından dolayı
biz ona meylettik» der.

Ben derim ki: Allah kendisini korusun, üstadımız Remlî şöyle der: «Bu hükme nasıl meyledilir?
şaşmalı. Bu, garibliğinin yanı sıra kendisine şahitlik eden ne bir nakil nede ictihad vardır.»
Remli´nin söylediklerinden birincisi açık. Gerçekten mütemed hiçbir âlimden bu konuda bir rivayet
nakledilmiş değil, ikincisi ise ilk mukaddimeyi kabul etmemesinden dolayıdır. Bu mukaddimenin
batıl oluşuna domuz sütüyle beslenen oğlak meselesi şahitlik ediyor. Alimler böyle bir oğlağı
yemenin helâl oluşuna, emilen sütün helâk oluşunu ve onun bir izinin kalmayışını gerekçe
göstermişlerdir. Aynı şeyi ayyaşın terinde de söyleriz. Yukarıdaki hükmün zayıflığını söylememiz
için onun garibliği ana yolun dışında oluşu bize yeter. Onun için bu meselenin fıkhî meselelerin
içinden, metin ve şerhten çıkarılması gerekir.

İ Z A H

«Sonucu çıkar..» Yâni suğra (ayyaşın terinin pis oluşu) kabul edildikten sonra birinci şekilden.
«Hatta daha beterdir..» Çünkü tasarrufta, akıcı olan maddelerin tesiri başkalarınınkinin tesirinden
daha fazladır. Minah. Katı pislikle beslenen tavuğun teri pis olunca, sıvı olan şarabı içenin teri
öncelikle pis olur.

«İbnü´1lz dedi..» Bu Hidâye şarihlerinden birisidir.
«Bu durumda..» Yâni ayyaşın teri pis olunca, vücuttan çıkan her pis şey abdesti bozar.» kaidesine
göre ter de abdesti bozar.

«Bu, garipliğinin yanısıra...» Yâni bu hükmü istinbatta İbnü´l-lz yalnız kalmıştır.
«Kendisine şahitlik eden bir nakil yoktur..» Yâni bu hükmü doğrulayacak, ne akli nede nakli bir delil
mevcut değildir.

«Bu mukaddimenin batıl oluşuna... ilh...» Bu, oğlak meselesine kıyasla varılan bir istidlaldir.
Aralarındaki ortak nokta yenilen veya içilen şeyin vücutta yok olmasıdır. Onun için şarih bu aslın
bir feri olarak «Aynı şeyi ayyaşın terinde de söyleriz» demiştir. Kıyasın akli bir delil oluşa kapalı
değildir. Anla.

«Emilen sütün helak oluşunu...» Cellâle (pislik yiyen sığır veya tavuk) ise bunun aksinedir. Çünkü
onun yediği katı olduğu için vücutta yok olmaz, aksine havvanın etinin kokuşmasına ve
bozulmasına sebep olur. T.
«Bu hükmün zayıflığını söylememiz için onun garipliği... bize yeter.»

Remlî, Minah Hâşiyesi´nde de şöyle der: «Kitabü´l-Eşribe bahsinde muhakkık İbn. Vehban´dan
naklen geçmişti ki: Eğer kendisini kuvvetlendirecek. başka bir âlimden gelen bir nakil yoksa, Kinye

sahibinin genel kaidelere aykırı olarak söylediği her söz kabul edilmez ve iltifat edilmez. İbnü´l-lzzın

bahsettiğinin dışında önceki ve sonrakî âlimlerimizin hiç birinden ayyaşın terinin abdesti bozduğu

tarzında bir görüş nakledilmemiştir. Cellâle ile ayyaşın arası şöyle bir farkla ayrılır: Ayyaş sadece

içki ile beslenmez. başka helâl şeyler de yer içer. Cellâle ise sadece pislik yer, yediğine başka bir

şey kanştırmaz. Hatta eğer cellâle de pislikten başka şeyler yerse. onun terinin pis olduğuna

hükmedilmez. Nitekim Cellâle´nin tefsirinde böyle demişlerdir. Sonuç şu kil; sarhoşun terinin içtiği

içkiden mi yoksa başka bir şeyden mi meydana gelişi şüphelidir. Şüphe ile de abdest bozulmaz.

Üstelik biz, ön ve arkanın haricinde vücudun bir yerinden çıkan ve pisliği kesin olan bir şeyin

abdesti bozacağını ancak şafiî´lerle yaptığımız güçlü münakaşa ve münazaradan sonra isbat ettik.


Durum böyle olunca, pisliği mevhum olan bir şeyin abdesti bozduğu nasıl söylenebilir?! Ayrıca

Cellâle (pislik yiyen hayvan)nın terinin pis olduğu da münakaşalıdır. Çünkü âlimler Cellâle´nin etinin

değişip kokuşması halinde mekruh olduğunu söylemişlerdir. Onlar «kerahet» tabirini, haramlığında

şüphe olduğu için kullanırlar. Haramlık necasetin bir feridir. Abdestin necaset sebebiyle bozulması,

pisliğinde şüphe olmayan şeylerdedir. İbnü´l-lzzın bahsettiği şeyden bir müddet devamlı olarak pis

bir şey yiyen veya içen kişinin terinin abdesti bozması gerekir. Ama bunu hiç kimse

söylememiştir.» Remli´nin dedikleri özetle böyle.

Ben derim ki: Eğer ayyaşın teri abdesti bozarsa, onun göz yaşı ve tükrüğünün de bozması gerekir.

Çünkü bunlar da ter gibidir. Ve yine tükrüğü devamlı olarak çıktığı için onun hükmünün mâzûrün

hükmü gibi olması icâbeder. Bunu da hiç kimse söylememiştir. Şarih, Kitabüttahâre´de : Pislik

yiyen deve ve sığırın artığının tenzihen mekruh olduğunu söylemişti. Haniyye´dede «Cellâle´nin teri

temizdir.» denilmektedir.

M E T İ N

Bir ekmeğin içerisinde fare pisliği bulunsa, eğer pislik katı ise atılır ve ekmek yenilir. Fare pisliği,

zarurete binaen yağı, suyu ve buğdayı pislemez. Ancak pisliğin tadı veya rengi yağ ve benzeri

şeylerde görünürse müstesna o zaman bozar. Çünkü çoktur ve bu durumda ondan kaçınmak

mümkündür.

Revâtip sünnetlerin (birinci ka´desinde) salli barik, ve ayağa kalkıldığında sübhâneke okunmaz.

Nitekim bu vitir bahsinde geçil.

Alimlerimizin çoğunun görüşüne göre ve bizce cuma günkü makbul olan dualar ikindi vaktinde

olandır. Eşbâh. Bunu Cuma bahsinde Tatarhâniyye´den nakletmiştik.

Namazdan çıkış (selâmdaki) «aleyküm» sözüne bağlı değildir. Dolayısıyle bir kimse, imam

«esselâmü» dedikten sonra namaza başlasa namaza girmiş olmaz. Bunuda Sıfatü´s-Salât bahsinde

belirtmiştik.

İ Z A H

«... Yağı, suyu ve buğdayı pislemez..» Bahr´de şöyle denilmektedir: «Muhît´ta şöyle denilir: «Farenin

tersi ve sidiği pistir. Çünkü o bozulur ve kokuşur. Suda fare pisliğinden sakınmak mümkündür,

yemek ve elbisede ise sakınılamaz. Dolayısıyle bu ikisinde affedilmiştir. Hâniye´de belirtildiğine

göre de : Kedi ve farenin sidik ve tersleri rivâyetlerin en zâhirine göre pistir. Suyu ve elbiseyi

pisletir. Yarasanın sidik ve tersi ise bulaştığı şeyi pislemez. Çünkü bunlardan sakınmak çok

zordur.»

Kuhistânî´de Muhit´ten naklen : «Farenin tersi, tadı değişmedikçe yağı ve unu pislemez. Ebu´l-Leys,

biz bunu alıyoruz der» denilmektedir.

«Revâtip sünnetlerde..» Bunlar üç tanedir. Öğlenin dört rekât sünneti cumadan önceki ve sonraki

dörder rekâtlı sünnetlerdir. Esah olan budur. Çünkü bunlar farza benzerler. Müellif bu sözü ile

müstehap ve nafile olan dört rekâtli sünnetleri ayırmıştır. Çünkü bunların ilk kadesinde salli barik,

kalkınca da sübhâneke okunur. Bunu Tahtavi ifade etmiştir.

«Cuma günkü...» O gün, duaların aynen kabul edildiği bir vaktin olduğu konusunda hadis varid

olmuştur. T.

«İkindi vaktidir;.» İmam cuma hutbesine başladıktan, namaz bitinceye kadarki vakittir.» şeklinde de

görüş vardır. Nitekim Sahihi Müslüm´de bu, Rasulûllah´tan naklen sabittir. Nevevi, «bu sahih hatta

doğrudur» der.

Tahtâvî: «Şurunbulâlîyye´nin dediğine göre dille olmasa bile kalb ile yapılan duada kafidir.» der.

Duaların kabul edildiği saatin o günün son saati olduğu da söylenmektedir. Bu Hz. Fatıma (r.

anha)´nın görüşüdür.

İlk görüşe göre müstecab vakit, ikindi vaktinin tamamı içindedir ki o da cisimlerin gölgesi kendi katı

veya iki katı olduğu andan, güneş batıncaya kadar devam eder. Hâmevî.

«İmam... dedikten sonra» Yâni «esselâmü» dedikten sonra, «Aleyküm» den önce söylerse. Minah.

M E T İ N

Islak pis bir kumaş, temiz ve kuru olan bir kumaşın içine dürülse ve pis kumaşın nemi kuru kumaşa

çıksa -nüshalarda böyledir. Kenz´in ibaresi, temiz kumaşın üzerine dürülse şeklindedir- ama

sıkıldığında su damlamasa temiz olan kumaş pislenmez. Bunu Kitâbüssalât´ın baş tarafında da

söylemiştik.


Eğer ıslak bir kumaş, kuru ve pis olan bir ipin üzerine serilse veya bir kimse ayağını yıkayıp pis bir

yerde yürüse yahutta pis bir yatakta uyusa da terlese (bütün bunlarda) pisliğin izi görülmezse

pislenmez. Hâniyye.

İ Z A H

«Islak pis bir kumaş... dürülse ilh...» Yâni su ile nemlenmiş ve temiz kumaşta pisliğin izi

görülmemişse pislenmez. Sidikle ıslanmış olan kumaş ise bunun aksinedir. Çünkü bunda nemlilik

pisliğin kendisidir. Temiz kumaşta pisliğin, tat, renk ve koku gibi bir izinin görülmesi ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler
« Posted on: 29 Mart 2024, 18:47:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler rüya tabiri,Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler mekke canlı, Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler kabe canlı yayın, Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler Üç boyutlu kuran oku Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler kuran ı kerim, Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler peygamber kıssaları,Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meseleler ilitam ders soruları, Reddü´l Muhtar / Çeşitli Meselelerönlisans arapça,
Logged
26 Ocak 2010, 18:32:47
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 26 Ocak 2010, 18:32:47 »

M E T İ N

Vasiyyet, nikah, boşama, satın alma, satma, kısas ve başka hükümlerde tatın iması ve yazısı dil ile

söylemesi gibidir. Dili tutuk olan ise böyle değildir. İmam Şâfiî´ye göre tat ile dili tutuk olan eşittir.

Yâni (bize göre) yukarıda sayılan hükümlerde tatın işareti muteberdir. Eğer işareti bilinirse veya

tutukluğu ölümüne kadar devam ederse dili tutuk olan da onun gibidir. Fetvâ bununla verilir.

Ben derim ki: Bu, vasaya bahsinde geçmişti. Orada, Ekmel, ibn Kemâl, Zeylaî ve başkaları zikretti.

Onların sözlerinin ifade ettiği şudur: Dili tutuk olan kişi eğer meselâ işaretle bir ikrarda bulunur

veya hanımını boşarsa beklenir, eğer o halde ölürse tasarrufu, işaret anına müsteniden geçerlidir.

ölümüne kadar devam etmezse geçerli olmaz. Buna göre:

Eğer dili tutuk olan kişi, işaretle evlenirse, bu evlilik nafız olmadığı için hanımla ilişki kuramaz. Ama

o hal üzere ölürse kadının adamın mirasından mehir alma hakkı vardır. Musannıf bunu söylemiştir.

Fakat oğlu. Zevâhir de, Eşbah´ın dört hükmünü zikri esnasında, şöyle demiştir: Âlimlerin, muktasır

ve müstenid için kaide: Şarta taliki sahih olan muktasıran (şartın vukuundan itibaren) şarta taliki

sahih olmayan da (söylendiği) ana) müsteniden geçerli olur» -ki Bahr´ın talik bahsinde de böyledir-

şeklindeki sözleri buna (dili tutuk olanın talakının müsteniden oluşuna) zıt düşmektedir. Çünkü

bunun gereği, boşama, köle azad etme ve benzeri şarta taliki caiz olan şeylerde bunların

muktasıran vaki olmalarıdır.

Tatın işareti ve yazısı hadlerde geçerli değildir. Çünkü hadler Allah hakkı oldukları için şüphelerle

düşerler. Yine tatın işareti, hiç bir şahitlikte geçerli değildir. Minye.

Tatın, işaretle islâmı kabul etmesi sahih midir? konusuna gelince, âlimlerin sözlerinin zahirine göre

«evet geçerlidir.» Ama ben bunu bir yerde açıkça görmedim. Eşbâh.

İ Z A H

«Tatın imzası...» Yâni, hakim anladığı zaman, onun kaşı, eli veya başka bir organıyla yaptığı işareti

makbuldür. Şayet hakim, onun işaretini anlamazsa. manasını tatın kardeşlerinden. arkadaşlarından

veya komşularından sorar. Ta ki onlar, hakimin huzurunda onun ne demek istediğini anlatıp tefsir

etsinler de hakim onun dediğini bilebilsin. Yalnız. bu kişilerin adli, sözü makbul kişilerden olması

icabeder. Çünkü fasıkın sözü makbul değildir. Velvâliciyye´den naklen Bîrî.

İfadenin mutlak oluşu, tatın yazmaya gücü yettiği halde işaretinin muteber olduğunu gösterir.

Mütemed olan da budur. Çünkü bunlardan ikiside zaruretten dolayı hüccettir. Nitekim Kuhistâni ve

başka kitaplarda böyle denilmektedir. Dürrü Mültekâ.


«Ve yazısı...» Makdisî buna, anadan doğma tat olanın yazıyı öğrenemiyeceğini ona yazı yazmayı

anlatmanın mümkün olmayacağını söyleyerek itiraz etmiştir. Çünkü yazı harflerden meydana gelen

lafızlar dizisidir. Tat ise konuşamaz ve konuşulanı duyamaz.

Ben diyorum ki: Tata, şu manaya şu şekilde yazılan harfler işaret eder şeklinde tarif edilebilir.

«Dili tutuk olan ise böyle değildir...» Yâni bunun ima ve yazısı muteber değildir. Ancak, ileride

geleceği üzere, tutukluğu devam edecek olursa müstesna. Çünkü sonradan meydana gelen bir

kusurun, kaybolacağı beklenir. Dolayısıyle doğuştan tat alana kıyaslanmaz. Şu da bilinmeliki bu,

mersüm yani mütad olmayan yazı ile ilgilidir. Tebyin ve diğer kitaplarda ifade edildiğine göre yazı

üç çeşittir:

1 - Müstebin mersûm: Bu, ünvan ile başlayan yazılardır. Adet olduğu üzere. boş tarafına, «filandan

filana» diye yazılır. Bu çeşit yazılar konuşma gibidir, hüccet olarak bağlar.

2 - Müstebin gayri mersûm: Duvarlara. ağaç yapraklarına veya kağıt üzerine. mutat olmayan şekilde

yazılan yazılardır. Bunlar, kendilerine diyet şahit tutmak. başka birisine imâ ettirmek gibi başka bir

şey ilave edilmeden delil olmaz. Çünkü yazı yazmak bazen öğrenmek ve benzeri bir şey için olur.

Ama ilâve edilen bu şeylerle, maksat açığa çıkar. Bir de, şahit tutulmadan başkasına yazdırmanın

delil olmayacağı söylenmiştir. Ama önceki esahtır.

3 - Ğayrü müstebin : Havaya ve su üzerine yazmak gibi. Bu, işitilmeyen bir söz söylemek gibidir.

Niyetle bile olsa bununla hiçbir hüküm sabit olmaz.

Meselenin özü şu : Bu söz çeşitlerinden birincisi şârih. ikincisi kinâye, üçüncüsü de geçersizdir.

Mevcudiyeti olmayan ama aklen var olan dördüncü bir suret daha vardır ki o da şudur: Mersûm ve

gayri müstebin (yani yazı var fakat mana yok).

Bu çeşitlerin hepsi, konuşabilen hakkındadır, konuşamayan için öncelikle caiz olur. Fakat

Dürrü´l-Mültekâ´da Eşbâh´tan naklen tat hakkında gaib olmasa bile yazının unvanlı (birinci şıktaki

gibi) olmasının şart olduğu söylenmektedir. Bunun zahirine göre, konuşabilen ve hazır olan kişinin

meramını sözle değilde unvanlı yazı ile anlatmasının muteber olmadığı anlaşılmaktadır. Eşbâh´ta

şöyle denilir: «Bir adam vasiyyet senedini yazsa ve içindekine başkalarını şahit tutsa ama

okumasa, şahitlerin bununla şahitlik yapmalarının caiz olmadığını söylemişlerdir. Bu sahihtir.» Yâni

şahitlik ancak bilinen şeye yapılır.

«Dili tutuk olan da onun gibidir..» Aslında böyle diyeceğine, «Dili tutuk olanın işareti, ancak

bilinirse kabul edilir» deseydi daha iyi olurdu.

«Fetvâ bununla verilir...» Bu İmam-ı Azam´dan gelen rivayettir. Bunun mukabili. Kifâye´deki, İmam

Timurtâşî´dan nakledilen. (dili tutulanın işaretinin makbul olması için) tutukluğun bir sene ile takdir

edilmesidir.

«Dürrü´l-Mültekâ´da şöyle denilmektedir: İmâdî, tutukluğu uzayan hastayı bundan istisnâ etmiştir.

Bercendi´nin madiyeye isnaden ifade ettiğine göre böyle olan bir hasta tat gibidir. Kuhistânî´nin

İmâdiye´den naklettiği ise bunun hilafınadır. Çünkü o bu hükmü ileride konuşup meramını

anlatabilmesi umulan hakkında söylemiştir.»

Kuhistâni´nin ibaresi şu şekildedir: «Bir kimseye felç inse de konuşamayacak durumda olsa veya

hastalansa ve zayıflığından dolayı konuşmaya gücü yetmese ama aklı başında olsa ve başı ile

vasiyetine işaret etse. vasiyeti sahih olur. Bizim ashabımız ise. İmâdiye´de belirtildiği gibi bunun

sahih olmadığını söylemişlerdir.

«İşaret ânına müsteniden geçerlidir.» Hanımının işaretle veya yazı ile boşadığı andan başlamak

üzere iddeti bitince, evlenme hakkı vardır. Azâd edilen kölenin tasarrufu da o andan itibaren

geçerlidir.

«Evlilik nâfiz olmadığı için... ilh...» Çünkü onun geçerliliği, icâzetine değil, dili tutuk olarak ölmesine

mevkuftur. Hatta denilir ki, onun hanımla ilişki kurmak istemesinin, onun nikahı istediğine delil

sayılması gerekir. Anla.

«Fakat oğlu, Zevâhirde... demiştir.» Bu ifade yukarıdaki, «boşama ve köle azâd etmede de, işaret

anına müsteniden geçerli olur.» sözünden istidraktır.

«Dört hüküm...» Bu dört hüküm şunlardır:

a - İktisar:
Kocanın (şarta bağlamadan) talak vermesi ve sahibinin köle azâd etmesi gibi.

b - İnkılâb: Boşamayı ve köle azâdını bir şarta bağlama durumunda olduğu gibi. Şartın bulunması

halinde. illet olmayan, illete inkılab eder (dönüşür).


c - İstinad: Tazmin edilen şeyler gibi ki, bunlar ödendikleri zaman sebebin bulunduğu vakte

mustenid olarak sahip olunur.

Mesela birisi birisinin malım gasbetse ve onda tasarrufta bulunsa sonrada o malın kıymet veya

mislini ödese, ödediği anda, gasbettiği zamandan geçerli olmak üzere o mala malik olur. (Mütercim)

d- Tebyin: Meselâ bir kimsenin karısına «eğer bugün Zeyd evde ise sen boşsun» dese ve ertesi

gün, Zeyd´in (dün) evde olduğu tebeyyün etse (açığa çıksa) talak o gün vaki olur ve iddet o günden

başlar.

Tebyînle istinad arasındaki fark şudur: Tebyînde, insanların ona muttali olmaları mümkündür.

istinadda ise mümkün değildir.

Eşbâh´tan özetle.

Biz bu konuda daha geniş malûmatı sarih talak bahsinde vermiştik.

«Buna zıt düşmektedir...» Yâni, dili tutuk olanın boşama ve köle azâd etmesi ve benzerlerinin işaret

anına istinaden geçerli olduğu görüşüne zıt düşmektedir. T.

Ben derim ki: Kenz´in «Ta´lik ya mülkte veya mülke izafe edilen şeyde (meselâ falan kadınla

evlendiğim zaman o boştur demesi gibi)dir.» sözünün yanındaki ibaresi şu şekildedir: «Bilmiş ol ki,

sıhhatten maksat. bağlayıcı olmasıdır. Çünkü mülkün veya mülke izâfe edilenin dışında da ta´lik

sahihtir. ama kocanın icâzetine mevkuftur. Hatta yabancı birisi, bir adamın hanımına: Eğer sen şu

eve girersen boşsun dese, bu kocanın icâzetine mevkuftur. Eğer icâzet verirse ta´lik bağlayıcı olur

ve kadının o eve icâzetten sonra girmesi ile boş olur, icâzetten önce girmesi ile ise boş olmaz.

Yabancı birisinin, şarta bağlamadan verdiği talakta kocanın icâzetine bağlıdır, icâzet verdiği zaman,

boşama vaktine istinaden değil, icâzet anında talak vaki olur. Mevkuf olan satım ise böyle değildir.

Çünkü o mal sahibinin icâzeti ile, satış anından itib...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 18:39:32
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 26 Ocak 2010, 18:39:32 »

M E T İ N

Eğer iki kişi aralarında borç olan altın parayı gümüş para karşılığında veya zimmetteki başka bir

şey mukabilinde sulh olsalar sulh bedelinin kabzı şarttır. Ama sulh, paraya mukabil para ile

olmamışsa kabız şart değildir. Çünkü sulh, bir ayn üzerine yapıldığında o mal teayyün eder ve

zimmette borç olarak kalmaz. Dolayısıyle sulh olunan mal kabzedilmeden meclisten ayrılmak

caizdir.

Davacı, «benim delilim yok der, sonra da, yeminden sonra bile olsa delil getirse, delili kabul edilir.

-Cevahiru´l-Fetâva bunu yeminden sonraya tahsis etmiştir-, Aynı şekilde hasmından yemin isterken;

«Eğer sen yemin edersen bana borcun olan maldan berisin» dese ve hasım yemin etse sonra da

davacı hakkını isbata delil getirse delil kabul edilir ve malın ona ait olduğuna hükmedilir. Hâniye.

Eğer şahit (önce) «benim şahitliğim yok» der, sonra da şahitlik ederse kabul edilir. Çünkü bu

çelişkiyi, odamın önce unutup sonra hatırladığını söyleyerek uyuşturmak mümkündür. Yine birisi,

«falan benim şahidim değildir» der sonrada onu şahit olarak getirir ve o da şahitlik ederse veya.

«benim falan aleyhine delilim yok» der. Sonrada delil getirse, söylediğimiz gerekçeden dolayı kabul

edilir. «Benim hakkım yok» deyip de sonra hak iddia etmesi ise buna yakındır. Bu iddia, sözündeki

çelişkiden dolayı dinlenmez.

İ Z A H

«Veya zimmetteki başka bir şey mukabilinde...» Yâni paradan başka bir şey. Miskinin sözü buna

delâlet ediyor. Bu, iddia edilen mal ile sulh olunan malın farklı cinslerden olması durumundadır.

Çünkü eğer kendi cinsi ile vadeli olarak sulh olsa caizdir.

«Paraya mukabil para ile almamışsa...» Meselâ gayri menkule karşılık bir gayri menkulle veya

paraya karşılık gayri menkul sulh olunmuşsa.. Miskîn.

«O mal teayyün eder». Yâni, ona işaretle teayyün eder. «Mal kabzedilmeden meclisten ayrılmak

caizdir.» Zimmette borç olan

buğday karşılığında arpa ile sulh olma durumunda öldüğü gibi sulh olunan mal ribevî mallardan

bile olsa hüküm aynıdır.

«Falan aleyhine delilim yok dese...» Yeterli görülen konularda bir kişinin şahitliği ile delil sabit

olduğu için bunu beyyinenin akabinde zikretti. Sâlhânî. Yâni bu aynı ibarenin tekrarı değildir.

«Benim hakkım yok...» Yâni filanda alacağım, hakkım yok demesi... Metinden anlaşıldığı için, şarih

bunu hazfetmiştir. Minâh´ın bu konudaki ibaresi şu şekildedir: «Benim onda bir hakkım yoktur.


demesi bunun aksinedir.» Yine orada şöyle denilmektedir:: «Eğer, bu ev benim değil veya bu köle

benim değil der sonra da evin veya kölenin kendisine ait olduğuna beyyine getirirse beyyinesi

kabul edilir. Çünkü onun önceki ikrarı ile hiç bir kimse için hak sabit olmamıştır. Dolayısıyla

geçersiz olur. Bundan dolayı, hanımına zina isnadında bulunup da isbat edemediği için lanetleşen

kocanın bilahare vuku bulan neseb iddiası kabul edilir. Çünkü adam onu inkar ettiği zaman başkası

için bir hak isbat etmemiştir...» Eğer birisi, benim falan üzerinde bir hakkım olduğunu bilmiyorum

dese, sonrada onun aleyhinde hakkının olduğuna dair beyyine gösterse beyyinesi kabul edilir.

Çünkü bunun adamı önce gizli olmuş olması muhtemeldir.

«Sözündeki çelişkiden dolayı dinlenmez.» Çelişkilerin arasını bulmak için, daha önce zikredileni

burada da söylemek mümkündür, ama acaba burada neden zikredilmedi?! Buradaki çelişkiyi şu

şekilde uyuşturmak da mümkündür: Bu meselede, davalının zimmetinin borçsuz olduğu birinci

sözle sabıt olmuştur. Adam daha sonra ikinci sözle onun zimmetinin meşguliyetini istiyor ki, kabul

edilmez. Tahtavî.

M E T İ N

Halifenin tayin etmiş olduğu imamın, gelip geçenlere zarar vermiyorsa caddenin bir bölümünü bir

adama tahsis etme yetkisi vardır. Çünkü halife buna yetkilidir, aynı şekilde naibinin de yetkisi vardır.

Bir kimse malını satmaya niyetli olmadığı halde, sultan elinden malını almak istese ve bunun

üzerine adam satmaya kalksa mükreh sayılır. Ancak, sultanın musaderesi sebebiyle, parasını

isteyerek alıp malını satsa bu satış sahihtir. Çünkü bu takdirde adam mükreh değildir. Nitekim ikrah

bahsinde geçmişti. Bu, alacaklının borçluyu hapsedipde borçlunun borcunu ödemesi için malını

satmasına benzer ki o sahihtir.

Bir kadını, kocası veya başka biri, dövmekle korkutsa ve kadın mehrini hibe etse, eğer tendid eden

dövmeye gücü yetecek birisi ise bu hibe sahih değildir. Çünkü kadın mükrehtir. Şayet koca karısını

hulu (kadının mehrini veya başka bir bedel verip kocasının kendisini boşamasını istemesi) yapması

için zorlasa talak geçerlidir, ve mal düşmez. Çünkü mükrehin talakı vakidir ve dediğimiz sebepten

dolayı bununla mal icabetmez.

Bir kadın bir adamı (mehri karşılığında) kocasına havale etse sonra da mehrini kocasına hibe etse

sahih olmaz. Âlimler; Bu bir hiledir.» derler. Ben derim ki: Hibe kocanın malı kabulü ve onun

hiylesini bilmesi ile tamam olur. Ancak şöyle denebilir: «Havale edilen kişi davayı havalenin sıhhati

için kabulü şart koşmayan bir hakime götürmek suretiyle adamdan mutâlebede bulunma imkanına

sahip olur.

İ Z A H


«Gelip geçene zarar vermiyorsa...» Yol geniş olur da bununla daralmazsa. Ma´din´de şöyle

denilmektedir: «Bu kayıt konulmuştur, çünkü eğer geçenlere zarar verirse yolun bir bölümünü

birisine tahsis edemez. Zira bu yolu kesmek demektir. Halbuki, başka bir yol olsa bile buna imamın

hakkı yoktur. Şayet yaparsa günâh işlemiş olur. Eğer bu tasarruf hakime götürülürse hakim

reddeder. Nisabü´l-Fukaha´da da böyledir. Hâniyyede de, ihtiyaç halinde devlet reisinin, şahsa ait

bir mülkü yol yapma yetkisinin olduğu belirtilmektedir.» T.

«Çünkü imamın buna yetkisi vardır.» Zira o, müslümanların menfaatına olan işlerde herkesin

hakkında tasarrufta bulunabilir. Şayet bir işte toplum için bir maslahatın olduğunu görürse, hiç

kimseye zarar vermeden p işi yapabilir. Nitekim ihtiyaç halinde yolun bir kısmını camiye veya

caminin bir kısmını yola katma hakkına sahiptir. Minah. Buradaki imamdan maksat halifedir. «Naibi

içinde hüküm aynıdır.» sözüne uygun düşmesi için böyle anlatmak gerekir.

«Adam mükreh değildir...» O, malını kendi ihtiyarı ile satmıştır. Söylenebilecek şey şudur. Adam,

sultanın kendisinden istediğini verebilmek için malını satmayıp ihtiyaç duymuştur. Bu da ikrahı

gerektirmez. Minah.

«Çünkü Mükrehin talaki vakidır...» Zeylaî ve daha başka âlimlerde bu gerekçeyi esas almışlardır.

Şîlbi de bu illetin peşinde, «eğer kadını zorlayan, kocası olursa bu talilin sahih olmaması gerekir.

Ancak ibare, onları (yani karı koca) birisi zorlarsa manasına gelecek şekilde okunursa talil sahih

olur.» demiştir. Ebussuûd.

«Mal icabetmez...» Yâni hulu bedeli gerekmez. Bu bedel bazen kocanın zimmetinde borç olan mehir

bazan da başka bir bedel olabileceği için, öncekine uygun olan bir ifade kullanmış «mal düşer»

demiş, şârih de ikincisine münasip düşen bir ifade kullanmış «mal icabetmez» demiştir.

«Dediğimiz sebepten dolayı... Yâni kadın mükrehtir. Bir malın düşmesi veya lazım olması için rıza


şarttır.

«Bu hiledir derler..» Minah´ta şöyle denilmektedir: Bu mesele Kenz ve başka kitaplarda

zikredilmiştir. Onların sözünün zahirine göre bu. aslında sahih olmasını istememekle beraber.

zahiren kocasına mehri hibe etmek isteyen kadın için bir çıkıştır. ´

«Ben derim ki: O söz musannıfa aittir. Ben diyorum ki: «Bu hile ancak. koca eğer kendisine mehir

borcu olmadığını bilirse fayda verir. Nitekim Hulâsa´daki şu ifadeler bunu gösterir: «Bir kimse

mehirden geri kalan borcu olduğunu zannederek, karısına borcu olan bir mal mukabilinde hulu

yapsa sonra da mehir borcunun kalmadığını hatırlasa kadının talakı mehri karşılığında vaki olur.

Eğer kabzetmişse kadının mehrini geri vermesi icabeder. Ama adam, hanımı kendisine hibe ettiği

için hanımına mehir borcu olmadığını bilirse kadının bir şey vermesi icabetmez.»

Yine ben derim ki: Kenz´in ve diğer kitapların ifadelerinde bu fer´in geçen konuda hiyle olmasını

gerektirecek bir şey yoktur. Dolayısıyla zikredilen itiraz geçerli olmaz. Ancak başka bir konuda

hiyledir. El-Eşbâh´ın hıyel bahsinde şöyle denilmektedir: «Adam karısına; bu gün mehrini bana hibe

etmezsen sen boşsun dese bundan kurtuluş çaresi şudur: Kadın kocasından içerisine mehri

sarılmış bir kumaş satın alır. Ertesi günü o kumaşı iade eder. Böylece mehir elinde kalır yeminde

bozulmuş olmaz.»

Eşbâh´ın Müdâyenât bahsinde de Kınye´den naklen şöyle denilmektedir: «Onun yani hibenin sahih

olmaması için üç hile vardır: «Birincisi, kadının hibeden önce kocasından mehrin sarılı olduğu

birşey satın alması, ikincisi, hibeden önce bir adamın kadınla, mehre mukabil, dürülü bir şey

karşılığında sulh yapması. üçüncüsü de kocasına, hibeden önce kadının mehrini küçük çocuğuna

hibe etmesidir. Bu üçüncüsü biraz şaibelidir.»

Buradaki, bunun için başka bir hıyle (çıkar yol, çare) olsun. Düşünülşün. Adam, zikredilen konuda

yeminini bozmu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 19:09:40
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 26 Ocak 2010, 19:09:40 »

M E T İ N

Peygamberler ve meleklerin haricinde birisine selavât getirmek, ancak tebeiyyet yoluyla caizdir.

Hz. Peygamber için rahmet dilemek (Rahımehûllah) demek caiz midir? Bu konuda iki görüş vardır.

Zeylai.

Ben derim ki: Zâhire´de bunun mekrûh olduğu zikredilir. Sûyûti ise başlı müstakil olarak değilde,

başkasına tabi olarak caiz olacağına fetvâ vermiştir. Aralarında uyuşma olsun. Tevfik oncak

Allah´tandır.

İ Z A H

Peygamberler ve meleklerin haricinde birisine salavât getirmek..» Çünkü selavâttaki ta´zim diğer

duaların hiçbirinde yoktur. O, rahmette fazlalık ve Allah´a yakınlıktır. Bu do, kendisinden hata ve

günâh sadır olanlara, ancak tabliyyet yoluyla tâyıktır. Tâbliyyet yoluyla şöyle denilir: «Allahümme

salli alâ muhammedin ve âlihi ve sahbihi ve sellim» (Burada Peygamberin âli ve ashâbına, Hz.

Peygambere tebean selavât getirilmektedir.) Çünkü bunda Hz. Peygamber (s.a.v.)´i tazim vardır.

Zeylaî.

Peygamberlerden başkasına selavât getirmek tahrimen mi tenzihen mi mekrûhdur? Yoksa evlâ

olana muhalif midir? konusunda ihtilaf edilmiştir. Nevevî Ezkâr da ikinci görüşü sahih görmektedir.

Biri´nin Eşbâh Şerhinin mukaddimesinde ise «Peygamberlerden başkasına selavât getiren

günahkâr olur ve mekrûhtur. Sahih olan budur». denilmektedir. Müstasfa´da : «Allah Ebû Evfâ

ailesine salât etsin» hâdisi hakkında şöyle denilmektedir: «Salavât Hz. Peygamberin hakkıdır. Onun

başkası için selavât getirmesi caizdir. Başkası ise yapamaz.»

Peygamberlerden başkasına selâm (selâm filana olsun demek) hakkında ise: Lekkâni

Cevheratu´t-Tevhîd Şerhi´nde İmam Cuveynî´den şöyle nakletmiştir: Selâm, salât manasınadır. Ğalb

hakkında kullanılamaz. Peygamberlerden başkaları hakkında, Peygamberler anılmadan «selâm»

kullanılamaz. Meselâ : «Ali aleyhisselâm» denilemez. Bu konuda ölülerle diriler arasında fark

yoktur. Ancak hazır olan kişiye : «Esselâmü aleyküm» veya «(Selâmün aleyke» yada «selâmün

aleyküm» denilebilir. Bunda icmâ vardır.

Ben derim ki: Hazır olanın; «esselâmü aleyna ve alâ ibadillahissalihîn» demesi câizdir. Zâhire göre;

Peygamberlerden başkasına gıyâben selâmın men ediliş gerekçesi, Nevevi´nin, selavâtın menindeki

gerekçede söyledikleridir. O da; bunun bidat ehlinin şiarı oluşudur. Ayrıca selâm selefin dilinde

Peygamberlere mahsustur. Nitekim bizim dilimizde de »azze ve celle» Allah Tealâya mahsustur. Hz.

Peygamber (s.a.v.) aziz ve celle ise de «Muhammed azze ve celle» denilmez.

Lekkânî şöyle der: Kadı iyaz derki: «Muhakkak ulemanın görüşü, Malik ve Süfyânın söyledikleri ve

benim de meylettiğim, fakihlerin ve kelâmcıların çoğunun tercihi şu: Nasılki takdis ve tenzih sadece

Allah Teâlâya yapılıyorsa, salât ve selâmın da Peygamberlere mahsus olması gerekir. Onlardan

başkaları hakkında gufran (bağışlama) ve rıza söylenebilir. Nitekim Allah (c.c.) «Allah onlardan razı

oldu, onlarda Allah´tan razı oldular», «Ey Rabbimiz bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi

bağışla» buyurmuştur. Ayrıca Peygamberler´den başkaları için salât ve selâm getirmek, ilk asırda

bilinmeyen bir şeydir. Bunu, Rafızîler bazı imamlar hakkında Ihdas etmişlerdir. Bidat ehline

benzemek yasaktır, onlara muhalefet icabeder.»

Ben derim ki: Bid´at ehline muhalefet bize göre de mukarrardır. Fakat mutlak değildir.

Bu, kötü konularda ve onlara benzeme kasdının bulunması halinde söz konusudur. Nitekim şârih

bunu Namazı bozan şeyler bahsinde beyan etmişti.

«Bu konuda (peygambere rahmet dilemek) iki görüş vardır.» Bazı âlimler Caîz değildir, çünkü onda

(peygambere rahmet dilemek) selavâtta olduğu gibi ta´zim manası yoktur. Onun için


Peygamberlerîn ve meleklerin haricindekilere bununla dûa etmek caizdir. Peygamberimiz (s.a.v.)

kat´i olarak rahmete nail olmuştur. Dolayısıyle onun için rahmet dilemek, hasılı tahsil sayılır. Biz,

salavât ile, bundan müstağni olduk. Bu yüzden rahmet dilemeye ihtiyaç yoktur» derler.

Bazı âlimler ise bunun cevâzına kalidirler. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Allah´ın rahmetinin bol

olmasına en çok iştirak duyan kuldur. Rahmetin manası salatın manası ile aynıdır. Doloyısıyle bunu

men edecek bir şey yoktur. Zeylai.

Ben derim ki; Sahih olan; Zeylaî´nin Kitâbü´s-SaIât´ta dediği gibi bunun caiz oluşudur. Bahr´da

şöyle denilmektedir: «Meşayıh´tan birisi «Muhammed´e rahmet et» denilmez demiştir. Meşâyıh´ın

çoğu ise, eskiden beri söylenegeldiği için bunun denilebileceği görüşündedir. Serahsî bunda, beis

yoktur. Çünkü bu konuda Ebû Hüreyre ve İbn, Abbas tarikından eser varid olmuştur. Ayrıca bir

kişinin kadri ne kadar yüce olursa olsun Allah´ın rahmetinden müstağni kalamaz demiştir.

«Sûyûti ise, başlı başına değil de, başkasına tabi olarak caiz olduğuna fetvâ vermiştir.» Yâni, tek

başına değil de salât ve selâma bitişik olarak söylemenin cevâzına fetvâ vermiştir. Kişi «Allahümme

salli alâ muhammedin verhâm Muhammeden - (AIIahım! Muhammede salât et, Muhammed´e rahmet

et) diyebilir. Ama salâtı hiç anmadan, «Allahümmerham Muhammeden» diyemaz.

«Aralarında uyuşma olsun.» Yâni, câiz olduğu görüşü tebeıyyet üzere, caiz olmayışı görüşüde

müstakil olarak söylenmesine hamledilir. Bahr´deki şu ifadeler ise buna muhaliftir: «Şeyhu´l-İslâm

İbn. Hacer´in dediği gibi salât ve selâma bitişik olarak söylenmesi halindedir. Bunun için, müstakil

olarak rahimehullah demenin caiz olmayışında ittifak etmişlerdir.»

Tahtâvî! »Buna göre; Allah onu bağışlasın. Allah ona müsamaha etsin demekde caiz olmaz. Çünkü

bunda, Rasulüllah´da kusur oluşu vehmi vardır» der.

Ben derim ki: Her ne kadar Kur´an da var ise de Peygamber için Allah onu affetsin demek caiz

değildir. Çünkü Allah kullarına dilediği gibi hitabedebilir. Nitekim liderler maiyyetindekilere, onların

kendilerine kitapları doğru olmayan şekilde hitabedebilirler. Ben, Meleklere rahmete karşı çıkanı

görmedim.

M E T İ N

Sahabiler için «radıyellahü anh» demek müstehaptır. Zülkarneyn ve Lokman gibi peygamberliği

ihtilaflı olanlar içinde öyledir. Karamâni´nin Mukaddime şerhinde olduğu gibi, onlar için «sallellah

ale´l-enbiyân ve aleyhi ve sellem» denileceği de söylenmektedir.

Tâbiun ve onlardan sonra gelen âlimler ve salihler için de «rahımehüllah» demek müstehaptır.

Racih görülen görüşe göre aksi yani sahabeler için «rahımehûllah» Tâbiûn ve sonrakiler içinde

«radıyellahü anh» demek de caizdir. Bunu Karamânî söylemiştir. Zeylai ise: «Evlâ olan. sahâbe için

«radıyellâhü anh» tabiûn için «rahımehüllah» daha sonrakiler için ise «ğaferelehullahü ve tecaveze

anhû» demektir» der.

İ Z A H

«Sahâbiler için radıyellahû anh...» Çünkü sahabiler Allah´ın rızasını istemekte çok gayret ederler ve

onu razı edecek şeyleri yapmaya çalışırlardı. Allah tarafından kendilerine gelen bir belâyı da büyük

bir rıza ile karşılarlardı. Bu yüzden rıza talebine onlar en lâyık olanlardır. Başkaları, yer yüzü dolusu

altın infâk etseler bile sahabilerin en alt seviyesindekinin derecesine ulaşamazlar. Zeylai.

«... Peygamberliği ihtilaflı olanlar içinde öyledir» Nevevi bu konuda şöyle der: «Bana göre; onlara

salât ile dua etmekte (onlar için aleyhissalâtü vesselâm demekte) bir mahzur yoktur. Ancak racih

olan; radıyellâhü anh denilmesidir. Çünkü bu, peygamberlerden başkalarının mertebesidir. Bunların

Peygamber oldukları ise sabit olmamıştır.» Metindeki sözün zahirine göre; peygamberler ve

meleklerden başkaları için selavât getirilmez. Kadı iyaz´ın : «onlara salât ile dua edilmez» sözüde

aynı manadadır. Ancak, mesele ihtilaflı olduğu için peygamgerliği şüpheli olanlara salavât

getirmenin günâhı olmaz.

«Sallellahü ale´l-enbiyâi ve aleyhi ve sellem denileceği de söylenmektedir.» Çünkü bu durumda

peygamberliği şüpheli olana salât tebean olmuş olur ki bunun cevazında ihtilaf yoktur. Aklı başında

birisine kapalı kalmayacağı üzere bu yerinde bir sözdür.

«Zeylaî ise ilh...» Zeylaî´nin sözü, «Tablundan sonrakiler için, «ğaferellahulehu ve tecâvez anhû»

demenin dışında, önceki geçen sözden farklı değildir.

EK:

Lokman, Zülkarneyn ve Zülkifl peygamber midir, değil midir? tartışması mekrûhtur. İnsan,


kendisine lâzım olmayan şeyi sormamalıdır. Meselâ; Cebrâil nasıl indi? Hz. Peygamber onu hangi

sûrette gördü? Onu insan suretinde gördüğü zaman melek olarak kaldımı, kalmadımı? Cennet

nerede? Cehennem nerede? Kıyamet ne zaman kopacak? Hz. İsa ne zaman inecek? İsmail mi üstün

İshak mı? Hangisi kurban edildi? Hz. Fatıma, Hz. Aişe´den üstün müdür değilmidir? Hz.

Peygamberin babası hangi din üzere idi? Ebû Tâlib´in dinl, ne idi? Mehdî kimdir? gibi bilinmesi

gerekmeyen ve kendisi hakkında teklif varid olmayan sorular böyledir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)´i şerefli isimlerle anmak gerekir. «O fakîrdir, garibdir, zavallıdır, yalnızdır,

uzundur» demek câiz değildir. Arapların özellikle Mekke ve Medine ahalisinin, muhâcir ve Ensar

çocuklarının, dört halifenin ço...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes