Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Avlanma Gönderen: Zehibe üzerinde 28 Ocak 2010, 23:58:08 Reddü´l Muhtar / Avlanma
AVLANMA KİTABI METİN Umulur ki avlanmanın içkilerle münasebeti, ikisinin de insana sevinç ve neşe vermeleridir. Avlanmak on beş şartla mubahtır. Bu şartlar El-İnâye´de genişçe sayılmış ve açıklanmıştır. Biz de bunları ilgili meseleleri açıklarken ele alacağız. Ancak haremin dışında ihrâmda olan hacıya avlanmak veya sadece oyalanmak üzere avlanmak isteyenlere helâl değildir. Nitekim bu zâhirdir. Veya onu kendisine meslek edinen bir kimseye de El-Eşbâh´ta olduğu gibi helâl değildir. Musannıf dedi ki: Bu son kaydı El-Eşbâh´a uyarak fazladan getirdim. Ancak bana göre avcılığı sanat edinmek mubahtır. Çünkü avcılık da bir nevi kazançtır ve sahih görüşe göre kazancın bütün çeşitleri mubahlıkta eşittirler. Nitekim El-Bezzâziye ve başka kitaplarda bu hüküm böyle yer almaktadır. İZAH «Sayd» kelimesi «tutmak» manasına gelen «Sâde» fiilinin mastarıdır. İsm-i fâili «Said», ism-i mef´ûlu «Mesîd» gelir. Sayd´ın cem´i «suyud»dur. Sayd (avlanan). tab´an yakalanması ancak hile yoluyla mümkün olan ürkek ve yakalanmamak için bütün çabasını sarf eden hayvan demektir. Muğrib. Binenaleyh ´yakalanmamak için bütün çabasını sarfeden´ kaydı ile tavuk ve kaz gibi evcil hayvanlar tarifin dışında kalmış olur. Çünkü bundan maksat, avlanan hayvanların, ayakları veya iki kanadı olacak ki, onları kullanıp onlardan kaçmaya imkânı olsun. Ürkek manasına gelen «mutevahhiş» kelimesiyle de güvercin gibi hayvanlar tarifin dışına çıkmış oluyor. Zira mutevahhiş´in manası gece ve gündüz insanlarla ülfet etmeyen hayvan olup da bilahare vahşi hayvan olanlar tarifin dışına çıkmış oluyor. Çünkü bu gibi hayvanlar avlanmak suretiyle helâl olmazlar. Öyle hayvanlar yani evcil olup da vahşileşen hayvanlar, zaruret kesimiyle helâl olurlar. Tarifteki «Tab´an» kelimesiyle, geyik gibi avlanması ancak hile yoluyla mümkün olan ürkek hayvanlar tarife dahil olmuş olur. Bunun tamamı El-Kuhistânî´dedir. Yani geyik, her ne kadar avlandıktan sonra insanlara alışan hayvanlardan ise de o alışmadan avlanmak suretiyle helâl olur. Ve aynı zamanda bu «Tab´an» kapsamına eti yenilmeyen hayvanlar da girmiş oluyor. Nitekim bu durum ileride gelecektir. «İkisinin sevinç ve neşe vermeleridir ilh...» «İkisi de gaflet verir ve zamanı boşa harcatıyorlar münasebetleri bu noktadadır» da denilmiştir. Çünkü şöyle bir hadis vardır: «Kim ki avın arkasına düşerse o gaflete dalmıştır». Es-Sa´diye adlı eserde şu ifade yer almaktadır: «Av yemeklerdendir. Yemeklerin içilenlerle münasebeti ise gizli değildir. Her ikisinde de helâl ve haram olan kısımlar vardır.» (Bunun için Eşribe´den sonra gelmiştir.) «On beş şartla mubahtır ilh...» Bu şartların beşi avcıdadır: 1-Hayvan kesebilecek ehliyette olmalıdır, 2-Hayvanı tutmak için avcı hayvanı o gönderecektir, 3-Avlanması helâl olmayan bir kimse, onunla birlikte hayvanı göndermeyecektir. 4-Besmeleyi kasten terk etmeyecektir. 5-Hayvanı ava saldıktan sonra, av tutuluncaya kadar (hayvan) orada başka bir işle meşgul olmayacaktır. O şartların beş tanesi de köpektedir: 1-Köpek eğitilmiş olacaktır, 2-Gönderilme yönleri üzerinden gidecektir, 3-Avlanması helâl olmayan başka bir köpek ona ortak olmayacaktır, 4-Avladığı hayvanı yaralamak suretiyle öldürecektir, 5-O avdan bir şey yemeyecektir. Beş şart da avlanan hayvandadır: 1-Haşerattan olmayacaktır, 2-Balık hariç suda yaşayanlardan olmayacaktır, 3-Kendisini iki kanadı veya dört ayağı ile koruyabilecek hayvanlardan olacaktır, 4-Dişiyle veya pençeleriyle kuvvet bulanlardan olmayacaktır, 5-Kesilmeden önce bu yara ile ölmesi lâzımdır. Fakat El-Minah´ta cevabı da beraber zikredilen bir tetkik vardır. Bütün bu şartlar yenilmesi helâl olan ve avcı tarafından ona diri olarak yetişilmeyen av içindir. «Haremin dışında ilh...» En uygunu bunun yerine «veya haramda olsun» ibaresi idi. Ta ki üç sureti de kapsamış olsun. O üç suret, 1) İhramlı bir kimsenin helâl arazilerde avlanması, 2) Haram arazide avlanması veya, 3) Helâl bir kimsenin yani ihramsız bir kimsenin haram arazide avlanmasıldır. «Nitekim bu zahirdir» Çünkü mutlak olarak lehv yasaklanmıştır. Lehv, Hazr ve İbâha Kitabı´nda geçtiği gibi, ancak üç yerde câiz olur. «Eşbâh´ta olduğuna bianen ilh...» Eşbâh onu El-Bezzâziye´den almıştır ki, avlanmak mubahtır, ancak lehv veya onu meslek edinerek avlanırsa mekrûh olur. Mecmau´l-Fetâvâ´da şu hüküm yer almaktadır: «Zevk için veya onu meslek edinmek için avlanmak mekruhtur.» Eş-Şurunbulâliye´de de bu hüküm böylece kaydedilmiştir. «Çünkü o, kazancın bir çeşididir ilh...» El-Hidâye avlanmanın mubah olduğuna. Kur´ân, Sünnet ve icmâ ile delil getirdikten sonra, bunlarla da delil getirmiştir. Şarihler de bunu kabullenmişlerdir. «Kazancın bütün nevileri ilh...» Yani burada onun mubâh olan nevileri kastedilmiştir. Fakat faizle, fasit akitler ile ve benzerleriyle yapılan kazanç bunun tam tersidir. «Sahih görüşe binaen ilh...» Bu ibareden sonra Et-Tatarhâniye´de denildi ki: «Bazı fakihler ziraatçılık yerilmiştir» demişlerdir. Sahih olan cumhur-u fukahânın görüşüdür. Yani ziraatçılığın yerilmediğidir. Sonra cumhur-u fukahâ: «Ticaret ve ziraatın hangisi daha üstündür.» noktasında ihtilâf etmişlerdir. İlim adamlarımızın bir çoğu, ziraatçılığın daha üstün olduğunu söylemişlerdir.» El-Multekâ ve El-Mevâhib´de: «En üstünü cihâddır, sonra ticarettir, sonra ziraatçılıktır, sonra zenaattır» denilmiştir. Ben derim ki: Onların : «Kazancın bütün çeşitleri mubah olmak, bakımından eşittirler» sözünden maksatları, mahzurlu bir yolda olmadıktan sonra hepsinin eşit olduğu anlamındadır. Bazıları zemmedilmez, her ne kadar bir kısmı diğerinden, üstün ise de. Düşün. Sonra kazancın her çeşidini bazen insan kendisine meslek ve maişet kaynağı, bazen de ihtiyaç anlarında bunları yapar. Avlanmak da bunun birer çeşidi olduğuna göre; avlanmayı meslek edinmenin mubah olduğuna bu husus da delâlet eder. Hele konu ile ilgili delillerin mutlak ifadelerle gelmeleri bunu daha da kuvvetlendirmektedir. Metinlerin ifadeleri şöyledir: «Kerahet hükmünün mutlaka öze bir delili gerekir.» Bazı kimselerin: «Avlanmak işinde ruhun çıkarılması vardır. Bu ise kalp katılığını doğurur» şeklindeki sözleri ise, kerahete delâlet etmez. Belki bunun delâlet ettiği azamî nokta, ticaretin ve ziraatçılık gibi kazanç yollarının bundan daha hayırlı olduğudur. Et-Tatarhâniye´de şu hüküm yer almaktadır: «Ebû Yûsuf dedi ki: Oyun, eğlence için avlanılırsa onda hayır yoktur ve onu kerîh görüyorum. Eğer satmak, katık yapmak veya başka bir ihtiyacında kullanmak gibi muhtaç olunan şeyleri kastederse avlanmakta herhangi bir beis yoktur.» METİN Kişi ağını av için kurarsa, ona takılan her şey onun mülkü olur. Ama ağı kurusun, güneşlensin diye kurarsa o ağa giren onun mülkü olmaz. Eğer mukalliş (yani mezbelelikleri ve yerleri eliyle yahut da eleklerle oralarda bulunan altın, gümüş, para, başka kıymetli eşyaları çıkarmak için karıştıran) veya ondan başkası karıştırırken bir yüzük veya İsLâm Ehlinin sikkesi vurulmuş bir altın bulursa, o altın onun mülkü olmaz ve onu tarif etmesi vacip olur. Bilmiş ol ki mülkün sebepleri üçtür: 1-Alış veriş ve hibe gibi nâkil olan (yani mülkiyeti başkasına taşıyan) dır. 2-Miras gibi hilâfet (yani sonradan ona sahip olmak) yoluyladır. 3-Asalet yoluyladır. Asalet yolu da koymak suretiyle, hakikaten veya ağını kurmak için değil de av avlamak için kurması, hükmen hazırlamak suretiyle başkasının mülkünde olmayan bir mubahı istilâ etmektir. Kişi sahrada başkası tarafından toplanmış bir odun yığınını ele geçirse onu mülk edinemez. Mukallişin bulmuş olduğu nesneler ancak onu tarif etmek suretiyle sahibi çıkmazsa kendisine helâl olur. Bu konu ile ilgili geniş açıklamaların tamamı uzun kitaplarda yer almaktadır. İZAH «Mateakkale (takılan şeyler)» «Ayn» harfi «kaf» harfinden önce olmak üzere okunur. «Takılırsa» manasını ifade eder. El-Muğrib´de şöyle der: «Bu kelime Araplardan işitilmemiştir, masnû (yani uydurma) bir kelimedir.» «Eğer mukalliş bulursa ilh...» Mukalliş, «kaf»lardır. Arada bulunan para ve benzeri değerli şeyleri bulup çıkartmak için eliyle veya kalburla çöplükleri karıştıran kimse demektir. Zahire göre bu «Mukalliş» kelimesi Arapça değil avamca bir kelimedir. Lügat kitaplarına müracaat edilsin. Bu meselenin Avlanma konusuyla hiç bir iIgisi yoktur. Onun yeri Lukata (Buluntu Kitabı)dır. Hamevî´den özetle. El-Minah´ın bazı nüshalarında «El-Mukalliş» kelimesi yerine «El-Mufettiş» kelimesi yer almaktadır. «İslâm Ehli´nin sikkesi üzerinde varsa ilh.. » Böylelikle sahibi tarafından aranmadığını öğrendikten sonra, onu sadaka verir veya kendisi sadakaya, zekâta muhtaç ise ihtiyaçlarına infâk eder. T. «Mülk edinme sebepleri üçtür, birincisi nâkil olandır. ilh...» Yani bir mâlikten diğer birine nakleden sebep. «Hilâfet yoluyla» sözüne gelince, birisinin diğerine halef olması demektir. Ve bundan sonra gelen hakkında da böyle denilir. T. «O hakikaten istilâdır ilh...» Bu tabir ölü yerlerin ihyâ edilmesini kapsamaktadır. Onu El-Hamevî´nin yaptığı gibi dördüncü bir kısım saymaya gerek yoktur. «Kuruması için değil de avlanmak için kurmak gibi ilh...» Müellif burada El-Eşbâh sahibine tabi oldu. En uygunu «avlanmak için» sözünü hazfetmektir. Ta ki herhangi bir şeyi kastetmeksizin kurmak halini de kapsamış olsun. Çünkü Et-Tatarhâniye ve Ez-Zahîriye´de: «Hükmî istilâ, avlanmak için yapılmış bir âleti kullanmaktır. Hatta bir kimse bir ağı kurarsa bir av gelip de ona takılırsa, ağ sahibinin mülkü olur. Onunla ister avlanmayı kastetsin, ister etmesin. Eğer ağı kurusun diye kurarsa, av hayvanlarından birisi gelip ona takılırsa onun mülkü olmaz. Eğer avlanmak maksadı ile bir çadır kurarsa, buna gelip takılan hayvanlar onun mülkü olur, aksi takdirde olmaz. Çünkü çadır avlanmak için kurulmamıştır.» ibaresi özet olarak alındı. Düşün. «Başkasının mülkünde olmayan ilh...» Yani bir mâlikin mülkü olmayan bir malı, bir şeyi istilâ ederse demektir. «Başkasının odununu ele geçirirse mülkü olmaz.» Başkası tarafından toplamış odunu kastediyor. «Mukalliş´e buldukları tarif etmeksizin helâl olmaz ilh...» Çünkü onlar herhangi bir mâlikin mülküdür. Yani mutlaka bir sahipleri vardır. «Tefriin tamamı uzun kitaplardadır ilh...» Yani mülk sebeplerinin üçüncüsü ile ilgili ferî olarak ortaya çıkan meseleler, uzun kitaplardadır. Onlardan bazıları Et-Tatarhâniye´den, bazıları da başka kitaplarda El-Muntekâ´dan nakledilmiştir: Bir av hayvanı kişinin evine girdi. Kişi onu görünce kapıyı üzerine kapattı. Av öyle bir hale geldi ki, ev sahibi onu ağ kullanmaksızın, ok atmaksızın avlayabilecektir. Bu durumda o hayvan ev sahibinin mülkü olur. Eğer kişi kapısını av hayvanının içerde olduğunu bilmeksizin kapatırsa, o hayvan onun mülkü olmaz. Eğer bir ağ kurarsa, o ağa bir av hayvanı gelip düşerse, ağı parçalayıp giderse başkası da onu avlarsa, o hayvan ikinci şahsın mülkü olur. Eğer ağ sahibi gelip o hayvanı almak isterse ve o hayvana tutabilecek kadar yaklaşırsa, buna rağmen hayvan onun elinden ikinci kez kaçarsa, başkası bu hayvanı tutarsa, o hayvan ikinci kişinin mülkü olmaz, birincinin mülküdür. Hayvan suda iken ağdan çıkarsa yani ağ sudan çıkarılmazdan önce hayvan ağdan çıkarsa, başka birisi o hayvanı tutarsa ikincinin mülkü olur. Fakat av sahibi hayvanı suyun dışına, onu tutabileceği bir yere atarsa, hayvan da zıplamak suretiyle tekrar suya düşerse, ikinci bir kimse onu tutarsa mülk edinemez. Tatarhâniye´den özetle. Bazı nüshalarda: «Tarifin tamamı uzun kitaplardadır» şeklinde bir ifade yer almaktadır. Fakat açıkça anlaşıldığı gibi, bu metin buraya uygun değildir. METİN Diş ve tırnak sahibi her hayvanla avlanmak helâldir. Bunlara dair açıklamalar, «Zebâih» bahsinde geçti. Bunlar ister köpek türünden, ister doğan kuşlarından veya benzerlerinden olsun. Fakat eğitilebilme kabiliyetinin şartı vardır. Bir de necisulayn (bizzat necis) olmaması şarttır. Sonra metin sahibi, aslın üzerine binaen ayı ve arslan ile avlanmak caiz değildir, diye ferî bir meseleden söz etti. Çünkü ne ayının, ne de aslanın eğitilme kabiliyetleri yoktur. Onlar başkası için çalışmazlar. Aslan himmeti yüce olduğundan ayı da hasîs olduğu için başkası için çalışmaz. Bazıları da kargayı hasîs olduğundan dolayı ayıya iIhak etmişlerdir. Domuzla da avlanılmaz. Çünkü necisulayn (bizzat necis)tir. Buna binaen necisulayn olduğunu savunan görüşe göre köpekle de avlanmak caiz değildir. Ancak: «Köpekte avlanır, diye nass varid oldu.» denilmesi hali müstesnâ. Dikkat et. Bu cevapla El-Kuhistânî´nin: Kelb de bazı kimselerin katında necisulayndır. Domuz ise Tecrîd ve başka kitaplarda yer aldığına göre Ebû Hanife´nin katında necisulayn değildir. Sözü de reddedilmiş olur. Düşün. Dişli ve pençeli avcıların bilgileri şarttır. Yani eğitilmiş olmaları şarttır. Bu da köpek ve benzerinde üç defa avladığı hayvanın etinden yememekle, doğan ve benzerinde de çağrıldığı zaman geri gelmekle sabit olur. Köpek avladığı hayvanın kanını içerse zararı yoktur. Kuhistânî. Bu hüküm ileride gelecektir. İkinci şart, avlanan hayvanın bedeninin neresinde o!ursa olsun yara açmalıdır. Zâhire binaen bu şarttır ve bununla fetvâ verilir. İkinci görüşe göre yara açılmasa dahi hayvanı avlayıp öldürürlerse helâldir İmâm Şâfiî bu görüştedir. Üçüncü şart, müslüman veya Kitâp sahibi bir kişi bu avcı hayvanları göndermelidir. Dördüncü şart, gönderirken hükmen de olsa besmele çekmelidir. Yani şart, besmeleyi kasten terk etmemektedir. Avlanan hayvanı, ayakları veya iki kanadıyla kaçıp kurtulma imkânı olan bir av hayvanının üzerine salmalıdır. Avlanması istenen hayvan vahşi hayvan, ürkek hayvan olacaktır. Binaenaleyh herhangi bir ağa giren veya bir kuyuya düşen veya insanlarla ünsiyet eden bir hayvanda zikredilen hüküm tahakkuk etmez. Bunun için müellif «yenir» dedi. Çünkü bizim araştırmamız yenmek için av hakkındadır. Yani ileride geleceği gibi eti yenilmeyen hayvanların avlanması da helâldir. Müellifin böyle demesi, belki de bu ifadenin daha genel olmasıdır. Çünkü eti yenilmeyen hayvanın derisinden istifâde edilebilir. Nitekim bu da ileride gelecektir. Düşün. Beşinci şart, eğitilmiş köpeğe avlanması helâl olmayan bir köpeğin katılmamasıdır. Meselâ eğitilmemiş bir köpeğin, mecusînin köpeği gibi veya ava gönderilmeyen eğitilmiş bir köpeğin veya bırakıldığı zaman üzerinde besmele çekilmeyen köpeğin katılması gibi. Altıncı şart, av hayvanını ava gönderdiği zaman, uzun bir süre beklememesidir. Ta ki avlanmak, av hayvanını göndermekten ayrı olmasın. Fakat av hayvanını bıraktığı takdirde, hayvan pars gibi istirahat için değil de av hilesi olarak yatar, gizlenirse; bunun zararı yoktur. Parsın birçok güzel hasletleri vardır. Her akıllı insanın o hasletlerle amel etmesi uygundur. Nitekim musannıf bunu genişçe açıklamıştır. Eğer doğan, avdan yiyecek olursa, ondan yiyebilir. Çünkü onun eğitilmesi, avdan yememesi doğrultusunda değildir. İZAH «Bu ikisi Zebâih bahsinde geçti, ilh...» Bu sözüyle müellif, diş ve tırnak sahibinden maksadın bahisleri geçen hayvanlar olduğuna işaret eder. Bu da onunla avcılık yaptığı dişi ve tırnağı olan yırtıcı bir hayvandır. Bu kayıt, deve ve güvercin gibi hayvanları tarif dışında bırakmak içindir. El-Kuhistânî dedi ki: «Burada dişi ve tırnağı olmayanın avladığı hayvanın kesilmeden helâl olmayacağına işaret vardır. Çünkü El-Kirmânî´de de yer aldığı gibi; dişsiz ve tırnaksız hayvanlar avı yaralayamazlar.» «Ayı ve aslanla avlanmak câiz değildir ilh...» En-Nihâye´de ayı yerine kurt zikredilmiştir. El-Muhît´te de böyledir. Şurunbulâliye. El-İhtiyâr´da ise ayı, kurt ve aslan zikredilmiştir. «Çünkü ayı ile aslanın eğitilme kabiliyetleri yoktur. ilh...» Eğer bunların eğitilmesi düşünülebilir ve bu, açıkça görülürse onlarla avlanmak da caizdir. Şurunbulâliye Nihâye´den. «Buna binâen köpeğin ayniyle necis olduğunu söyleyenlere göre ilh...» Bu araştırma musannıfa aittir. Yani domuzla avlanmanın caiz olmamasına neden ayniyle necis olması ise; buna binâen köpek ayniyle necistir» diyen görüşe göre onunla avlanmanın caiz olmaması gerekir. Nitekim bu El-Hidâye´de böyle yer almaktadır. «Köpekle de avlanmanın câiz olmaması lazımdır. ilh...» Yani madem ki ayniyle necis olması dolayısıyla domuzla avlanmak caiz değildir, hükmünü verdik; o halde köpeğin ayniyle necis olduğunu söyleyen görüşe binâen de köpekle avlanmanın câiz olmaması gerekir. El-Mi´râc. En-Nehâî, Hasan El-Basrî ve başkalarından zikretmiştir ki: «Simsiyah köpekle avlanmak caiz değildir. Çünkü Rasûl-ü Ekrem : «O (simsiyah köpek) şeytandır.» buyurmuş ve onun öldürülmesini emretmiştir. Öldürülmesi vacip olan bir hayvanı edinmek ve eğitmek haramdır. Binaenaleyh onunla avlanmak da mubah değildir. Tıpkı eğitilmemiş hayvanla av yapmanın mubah olmaması gibi. Ayetin ve haberlerin genel olarak vârid olmaları ise bizim lehimize delâlet etmektedir.» «Köpek hakkında nasa vârid olmuştur. ilh... » Bu söz Allah Rasûlü´nün Adiy bin Hâtem´e hitaben söylediği şu hadistir: «Köpeğini gönderdiğin zaman Allah´ın ismini zikret. Eğer köpek senin için avlarsa sen de o avlanan hayvana yetiştiğinde onu öldürdüğünü görürsen ve köpeğin o hayvandan yememişse onu etini ye. Çünkü köpeğin yakalaması kesmek sayılır.» Hadîsi Buhârî, Müslim ve İmâm Ahmed rivâyet etmişlerdir. «Bununla El-Kuhistâni´nin sözü reddedilmiş olur, ilh ..» Kuhistânı dedi ki: «Her tırnak sahibinin avlanması helâldir. Köpek, kaplan, panter, aslan, gelincik dedikleri hayvanlar, ayı ile domuz ve başkalarıyla avlanmak helâldir. Fakat eğitmek şarttır.» Ebû Yûsuf´tan gelen bir rivayete göre o, bunlardan domuzu istisnâ etmiştir. Çünkü domuz ayniyle necistir. Aslan ile ayıyı da, başkası için çalışmadıklarından istisnâ etmiştir. Bazen kartal, ayıya ilhâk edilmiştir. Muzmerât. Zâhir rivayette şart, hayvanın eğitilmeyi kabul etmesidir. Binaenaleyh Siğnâkî: «Aslan ve ayının eğitilmesi düşünülemez» sözüne gelince; Alış-veriş konusunda bunun hilâfını açıkça söyledi. Domuz, Tecrîd ve başka kitaplarda yer aldığına göre necisulayndır. İmâma göre değildir. Bununla beraber köpek bazı âlimler katında ayniyle necistir. Halbuki ittifakla köpeğin avladığı helâldir.» demiştir. Özetle. Hulâsası şudur: Mesele, domuz, aslan ve ayının avlaması haram olan hayvanlardan istisnâ edilmesinin nedenini araştırmak meselesidir. Çünkü zâhir rivâyette avlanmanın helâl olmasının şartı, hayvanın eğitilmeyi kabul etmesidir. Binaenaleyh eğitilmiş domuz dahi olsa, her hayvanla avlanmak helâl olur. Domuzun necisulayn olması, onunla avlanmaya mani değildir. Çünkü köpek de bazı âlimlerin katında necisulayndır. Halbuki hiç kimse «Köpekle avlanmak helâl değildir» dememiştir. Binaenaleyh şâirin ifade ettiği reddin yönü şudur: Kendisiyle avlanmaya dair nass, köpek hakkında vârid olmuştur. Her ne kadar bazı kimseler «Köpek aynisiyle necistir» demişlerse de: domuz bu hususta köpeğe ilhâk edilmez. Hulâsa şudur: Bu cevap ile şârihimiz iki şeyi cevaplandırır ve reddeder: A) Birincisi, musannıfın kritik ederek, araştırarak avlanmanın helâl olmaması hususunda köpeği domuza ilhak etmesidir. Bu da «köpeğin aynı necistir» hükmüne binaendir. B) İkincisi, El-Kuhistânî´nin araştırma yaparak, avlamasının helâl olması konusunda domuzu köpeğe ilhak etmesidir. Birincisinin açıklama şekli şudur: Köpek hakkında her ne kadar : O ayniyle necistir» denilmiş ise de onun hakkında özel olarak nass varid olmuştur. Nassa tabi olmak ise vâciptir. İkincisinin de açıklaması şudur: Domuz her ne kadar zahire göre Cenâb-ı Hakkın : «Yırtıcılardan eğitmiş olduğunuz» tabirine dahil ise de; bu tabire dahil olmaktan istisnâ edilmiştir. Çünkü necisulayn olduğundan dolayı, ondan yararlanmak haramdır. Ve özel olarak onun hakkında : «Avlamada kullanılabilir» gibi bir nass da vârid olmamıştır, ki nassa tabi olunsun. Belki Allah bizden domuzdan sakınmamızı emretmiştir. Binaenaleyh domuzu, hakkında: «Avlanmakta kullanılabilir» diye nass varid olan köpeğe kıyas etmek sıhhatli olamaz. Bunun için musannıf, Hidâye, Tebyîn, Bedâyi ve İhtiyâr gibi kesinlikle onu istisnâ etti. İşte Şârihin kelâmının takriri böyledir. Fakat böyle bir takrir, bir çok kimseye gizli kalmış, bazıları da bunu gaflete nispet etmiştir. Halbuki şarih gafletten uzaktır. Allah onun ecrini versin. Evet, Şârih, Kuhistânî´nin: «Domuz necisulayn değildir» sözünün cevabını vermemiştir. Yani böyle bir şeye cevap vermemiştir. Çünkü mezhebin, bunun hilâfı olduğu apaçıktır. Onun ayninin necis olması mezhepteki açık hükme binâendir. Düşün. «Diş sahibi ile tırnak sahibinin eğitilmesi şartıyla av için kullanılmaları caizdir ilh...» Daha önce geçen hadis buna delil olduğu gibi; Cenâb-ı Hak da Kur´ân´da «Mukellebîne» tabirini kullanıyor. Bu «avlanmaları öğretilmişler» demektir. Onlara öğretmekten kasıt ise, onların av için eğitilmeleridir. Bu konunun tamamı Ez-Zeylaî´dedir. Burada en uygunu vav-ı âtife ile ibâreyi getirmektir. Ve «öğretmek, eğitmek şartı ile» tabiri üzerine atfetmektir. Bir de zaten şart, ikincisine gerek bırakmaz. «O» sözüne gelince. O´dan maksadı öğretmek, eğitmektir. «Biterki (terketmesiyle)» kelimesindeki «B» harfi, tasvîr içindir. T. «Üç defa yemeği terk etmesiyledir, ilh...» Yani arka arkaya üç defa avlandığında avlanan hayvandan yememesi, onu eğitilmiş olduğuna alâmettir. Kuhistânî. Bu, İmameyn´in katında böyledir, aynı zamanda İmâmdan gelen bir rivâyet de böyledir. Çünkü üçün altındaki denemelerde ihtimalin vardığı söz konusudur. Umulur ki, tok olduğundan dolayı bir veya iki defa yememiştir. Üç defa yemeden bırakırsa, onun yememeyi âdet haline getirdiğine delâlet eder. Bu hükmün tamamı El-Hidâye´dedir. T. El-Hamevî´den, naklediyor: «Hayvanın aç olmasıyla beraber üç defa yemeği terketmesi lâzımdır. Tok olmakla beraber değil.» Düşün. Onun deriden, kemikten, tırnaktan, kanattan, başkalarından yememesini de genel olarak kapsar. Yani bütün bunlardan yemeyecektir. Nitekim Kâdıhân ve başka kitapta bu hüküm vardır. Kuhistânî Ebû Hanîfe´nin katında avcının zann-ı galible hayvanın eğitilmiş olmasına hükmetmesi lâzımdır. Bu üç defa ile takdir edilmez, der. El-Kenz, En-Nikâye, El-Islâh, Muhtasoru´l-Kudûrî´de üç defa avdan yememe kaidesi nazarı itibara alınmıştır. El-Multekâ´nın zâhirine göre bunun yokluğu tercih edilir. Sonra İmâm´dan gelen takdir rivâyetine binaen, onun ancak üçüncü defada avladığı hayvanın eti yenir. İmâmeyn´in katında üçüncünün helâl olup olmaması hususundaki rivâyet vardır. El-Hulâsa ve El-Bezzâziye´de denildi ki: «En sıhhatli görüş helâl olmasıdır.» «Kelb ve benzerindeki ilh...» Yani her diş sahibi demektir. Böylece panter, kaplan gibi hayvanlar da tarife girmiş oluyor. Müellifin : «Doğan ve benzerinde çağırdığında gelmesi şarttır» sözüne gelince; maksat, pençesiyle avlanan her hayvan demektir. El-Hidâye´de denildi ki: «Çünkü doğanın bedenini vurmaya gelmez. Köpeğin bedeni ise vurmaya mutehammildir. Binaenaleyh, köpek eğitilmişliğini bırakırsa bunun için dövülür. Bir de eğitilmişliğin belirtisi köpeğin âdeti olan, bir şeyi terk etmesidir. Doğan ise ürkektir, kaçar. Onun «geri gel» çağrısına icabet etmesi, eğitilmiş olduğunun alametidir. Köpeğe gelince, o evcildir. Onun âdeti bir şeyleri kapıp yemektir. Binaenaleyh onun eğitilmişliğinin alâmeti, yemek ve aşırmak olan alışkanlığını terk etmesidir.» İkinci talil, panter ve kaplanda söz konusu değildir. Çünkü onlar da doğan gibi ürkektir. Bununla birlikte onun ve köpek hakkındaki hüküm aynıdır. Binaenaleyh güvenilir görüş birincisidir. Kifâye, El-Mebsût´tan. Bunun benzeri El-İnâye ve El-Mirâc´da da vardır. Et-Tatarhâniye´de El-Kâfî´den nakledilerek şöyle denildi: «Panter ile köpek hakkındaki hüküm aynıdır.» Yani onda yemeği terk etmekten başka bir şart aranmaz. El-İhtiyâr´da buna muhalif hüküm vardır. Zira El-İhtiyâr´da dedi ki: «Panter ve benzerleri vurmaya mütehammildirler. Onların âdetleri parçalamak ve insanlardan kaçmaktır. Binaenaleyh bunlarda yemeği terk etmekle; «gel» diye seslendiğinde gelmek şartları birlikte aranır.» Bunun benzeri Ed-Dürer´de, Gâyetu´l-Beyân ve başka kitaplarda da vardır. Bu görüş, ikinci talil nazar-ı itibara alınarak ortaya konulmuştur. Ben derim ki: Birinci talili kabul etmenin gereği olarak geçen hüküm tercih edilir. Düşün. BİR UYARI: Müellif doğanın sahibinin çağrısına kaç defa icabet ederse eğitilmiş sayılacağı hususundan söz etmedi. Öyleyle en uygunu köpek hususunda zikredilen ihtilâfa binaen olmasıdır. Eğer bir tek defa sahibinin sözüne icabet etmekle doğan eğitilmiş olarak kabul edilirse, bunun kabul edilebilir bir tarafı vardır. Çünkü korku doğanın daima insandan kaçmasına sebeptir. Fakat köpek öyle değildir. Zeylaî Ben derim ki: Tatarhâniye, Ez-Zahîre ve başka kitaplarda şu hüküm vardır: «Doğan sahibinden kaçtığı zaman, sahibi onu çağırdığı halde «bu eğitilmiş sayılmaz» diyecek kadar gelmekte gecikirse; sonra sahibi çağırınca üç defa arka arkaya icabet ederse; İmâmeyn´e göre onun eğitilmişliğine hükmedilir.» Bundan önce El-Muhît´ten naklederek denildi ki: «Doğan ve doğan hükmünde olan avcı kuşlara gelince, avlanan hayvanı yememek onların eğitilmişliğinin alâmeti değildir. Eğitilmişliklerinin alâmeti, sahibi çağırdığı zaman ona icâbet etmesidir. Hatta doğan avladığı hayvandan yerse yine onun avladığı yenir.» Meşayihimizden bazıları dediler ki: «Bu hüküm, et yemek amacı olmaksızın, alışkanlığı dolayısıyla sahibi tarafından çağırıldığında gelmesi hali hakkındadır. Eğer sahibine ancak ete karşı olan arzusundan ötürü icâbet ederse. eğitilmiş sayılmaz.» Bunun benzeri Ez-Zahîriye´de vardır. «Onu çağırdığın zaman ilh...» Zamir, anlaşıldığına göre eğitilmiş yırtıcı kuşa racidir. «Zâhire binâen böyledir ilh...» Yani «zâhir rivâyete binâen böyledir» demektir. El-Bedâyi adlı kitabın Avlanma bölümünde: «Dişli veya şahin gibi, Doğan gibi pençeli hayvanlarla avlanma, onlar avlanan hayvanı yaralamadıkça helâl olmaz. Bu da zâhir rivâyete göre böyledir. Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf´tan gelen rivâyete göre ise helâldir.» El-İnâye, El-Mi´rac ve başka kitaplarda şunu ekler: «Fetvâ zâhir rivâyete binâendir.» Ben derim ki: Bu, metinlerin mutlak şekilde zikrettiklerinin de zâhiridir. Binâenaleyh El-Kuhistânî´nin En-Nazm´dan naklederek: «Doğan ve Kartal eğer hayvanı boğmak suretiyle öldürürlerse ittifakla helâldir.» sözü açıklanamaz bir sözdür. El-Hâniye´de: «Eğer köpeğini ava gönderirse köpek avlanması istenen hayvana çarpar, boynunu kırarsa ve hayvanı yaralamazsa, yahut hayvanın üzerine atlayıp da onun göğsüne oturur ve boğarsa, bu takdirde hayvanın eti yenilmez. Ebû Yûsuf yaralamayı şart koşmamaktadır. Doğan, avlanması istenen hayvan da yara açmasa da öldürdüğü takdirde helâl olur. Bazı âlimler dediler ki: Bu zâhir rivayetin hilafınadır.» Ben derim ki: Bu görüşü, bu meseleyi «Ebû Yusuf´tan gelen rivâyete...» sözünden sonra zikretmesi teyit eder. Binaenaleyh Kuhistânî´deki El-Hâniye´nin kelâmını En-Nazm´daki hükme dayandırması ve bu bazı âlimlerin sözünü reddetmesi, su götürür. Çünkü sen daha önce bildin ki, En-Nazm´daki bu hüküm muftâbih olan zâhir rivayete muhâliftir. Düşün. El-Kuhistânî´de: «Avlanan hayvandan avcı hayvanların kan akıtmaları şart olmadığı» belirtilmiştir. Fakat eğer yara küçük ise, bazı fakihler bunu şart görüyorlar, bu konuda söylenecek sözler vardır ve ileride gelecektir. «Bir müslüman veya bir Kitap Ehli´nin avcı hayvanı göndermesi şarttır ilh...» Bunun dışında bırakılanlar ileride gelecektir. Onlar da mecusi, putperest, dininden irtidât etmiş kimselerin göndermesidir ki; bunların göndermesiyle hayvan avlanırsa av yenmez. Eğer hayvan sahibinden kurtulup bir av hayvanını yakalar, öldürürse onun avı yenilmez. Tıpkı herhangi bir kimsenin o hayvanı ava gönderdiğini bilmediği zamanda olduğu gibi. Çünkü şartın gerçekleştiği burada kesin değildir. Kuhistânî. Bu hüküm de ileride gelecektir. «Besmele şartıyla ilh...» Yani akıl sahibi olan bir kimse tarafından besmele getirilecektir. Fakat çocuk, deli, sarhoş hayvanı ava salarsa (besmele çekerse de) yenilmez. El-Bedâyi´de de yer aldığı gibi. «Hayvanı gönderdiği anda besmele çekmesi ilh...» Yani hayvanı ava saldırtmakla birlikte besmele getirmesi şarttır. Eğer besmeleyi hayvanı gönderdiği anda kasten terk ederse sonra hayvanı kışkırttığı anda besmeleyi çekerse hayvanın avladığı yenilmez. Kuhistânî. Binaenaleyh mecburî kesişte isabet vaktinde besmele çekmek muteber değildir. Ama ihtiyarî kesiş bunun hilâfınadır. Çünkü ihtiyarî kesişte besmele âlet üzerinde değil de, kesilmesi istenen hayvan üzerine vaki olur. Binaenaleyh eğer bir koyunu yatırır, besmeleyi çektikten sonra koyunu diri bırakırsa, başka bir koyunu da birinci besmele ile keserse câiz olmaz. Eğer bir hayvana ok atarsa veya avcı hayvanı üzerine bırakırsa, ok veya avcı hayvan gider başka bir hayvana isabet eder, onu öldürürse onun eti yenir. Eğer bir koyunu yatırır, besmele çektikten sonra elindeki bıçağı atar, başka bir bıçak alır, onunla keserse koyunun eti yenir. Ama okun üzerine besmeleyi çekti, sonra başka bir oku attı, bunun isabet ettiği hayvanın eti yenilmez. Bu hükmün tafsilatı El-Bedâyi adlı kitaptadır. «Hükmen dahi olursa ilh...» bu, besmeleye râcidir ve müellif bununla, unutarak besmele çekmeyeni besmele çekenin hükmüne sokmak istemiştir. T. «Herhangi bir hayvanın üzerine ilh...» O hayvan belli olmasa dahi yine böyledir. Binaenaleyh eğer avcı hayvanını, bir ara salarsa, o da gider birkaç avı avlarsa, eğer gönderdiği zaman besmele çekmişse hepsinin yenilmesi helâldir. Kuhistâni, El Hâniye´den. Eğer avcı hayvanını birçok ava saldırtırsa yine hüküm böyledir. Nitekim bu da ileride gelecektir. Musannıf El-Bedâyi´deki hükme işaret etti. O hüküm de şudur: «Şartlardan birisi de avcı hayvanı bir ava saldırtmak veya ona ok atmaktır. Hatta av ortada olmaksızın köpeğini lalettayin bir ok atarsa, o da gidip bir ava isabet ederse onun eti helâl olmaz. Çünkü bu avlanmak değildir. Binaenaleyh hayvanı gönderene veya oku atana nispet edilmez...» Bununla ilgili diğer fer´î meselelerin tamamı ileride musannıfın : «Bir insan sesini dinledi» ibaresinin izahında gelecektir. «Ürkek olacaktır ilh...» Daha önce kitabın başında takdim ettiğimiz gibi, tab´an ürkek olacaktır. El-Bezzâziye´de şu hüküm yer almaktadır: «Adam güvercinlerin yuvasına ok attı. Ve oku bir güvercine isabet etti. Onu kesmeye yetişmezden önce güvercin öldü. Onun eti helâl olmaz. Fakat meşayihin burada acaba iztirârî kesmekle helâl olur mu, olmaz mı konusunda farklı görüşleri vardır. Bazı kimseler mubâhtır, demişlerdir. Çünkü avdır. Başka kimseler mubâh değildir, çünkü o geceleyin yuvasına sığınıyor, demişlerdir.» «O halde bir ağa tutulan veya bir kuyuya düşen veya insanlara alışan hayvanda zikredilen hüküm tahakkuk etmez ilh...» Yani avla helâl olmak hükmü tahakkuk etmez. Çünkü birincisi (yani ağa tutulan) ile üçüncüsünün (yani insanlara alışmışın) etleri, kesmek suretiyle helâl olur. İkincisi (yani kuyuya düşen) de, eğer kesilmesi mümkün olursa böyledir. Aksi takdirde El-Bedâyi´de şu hüküm vardır: «Bir kuyuya düşen hayvanı çıkarma imkânı yok ise ve onu mutâd yerde kesme imkânı yok ise, avın kesilmesi gibi kesilir. Çünkü o, av manasınadır. Bunun gibi «Zebâih» konusunda da geçti ki: Böyle bir hayvanda, tıpkı vahşileşmiş bir bir evcil hayvanda olduğu gibi yaralama kâfidir. Ancak denilebilir ki; Burada şu anda dişiyle ve tırnağıyla avlanan hayvanların avı söz konusudur. Her ne kadar onun ok ve benzeriyle kesilmesi mümkün ise de buruda hüküm olmaz. Düşün. «Bunun için musannıf yenir demiştir, ilh...» Yani zikredilenlerden herhangi birisi, ne yemek ne de derisinden yararlanmak için avlanmakla helâl olmaz. Çünkü etin veya derinin avlanmak suretiyle helâl olması, ancak ihtiyarî kesme imkânı yok ise söz konusudur. Zikredilenlerde ise ihtiyarî kesme imkânı vardır. Çünkü o kaçmaktan veya ürkeklikten çıkmıştır. Anla. «Ona avlanması helâl olmayan bir kimsenin katılmaması şartıyla, ilh...» Yani yaralamakta onunla başka bir hayvan ortak olmayacaktır. El-Hidâye, Ez-Zeylaî ve başka kitaplardaki hükmün hülâsası şudur: öğretilmiş avcı hayvana ya öğretilmemiş bir hayvan yara açmakta ortak» olacaktır; bu takdirde helâl olmaz. Veya sadece yakalamakta ona ortak olacaktır. Şöyle ki av, avlayan hayvandan kaçar, ikinci hayvan yani avcı olmayan hayvan, onu tekrar avcı hayvana geri çevirir, ikinci hayvan onu herhangi bir şekilde yaralamaz ve o da birinci hayvanın açmış olduğu yaradan ötürü ölürse, onun yenilmesi sahiha göre tahrimen mekrûhtur. Bazı kimseler tenzîhen mekrûh olduğunu söylemişlerdir. Ama avcı hayvana bu avı bir mecusî geri çevirirse, hüküm bunun hilâfınadır. Zira mecusînin geri çevirmesi, mekrûh olmaz. Çünkü mecusînin fiili, köpek fiilinin cinsinden değildir. Nedeni, mecusînin köpeğe ortak olmasının tahakkuk etmemesidir. Ama iki köpeğin yaptığı bunun hilâfınadır. Eğer ikinci köpek eğitilmiş ve avcı köpeğe avlanması istenen hayvanı geri çevirmez, fakat birinci köpeğe kendisi saldırır, birinci köpek de onun saldırması sebebiyle ava şiddetli bir şekilde saldırır ve öldürürse; bunda herhangi bir beis yoktur. Eğer avcı hayvanın üzerine eğitilmesi ve avlanmakta kullanılması mümkün olan kuşlardan, pençelilerden veya yırtıcı hayvanlardan birisi avı geri çevirirse, o tıpkı köpeğin yani eğitilmemiş bir köpeğin o avı geri çevirmesi gibi olur. Çünkü aralarında cins benzerliği vardır. Ama deve, sığır gibi avlanmakta kullanılmayan bir hayvanın o avlanması istenen hayvanı avcı köpeğin üzerine geri çevirmesi, bunun hilâfınadır. Bunları bildikten sonra, bilmiş ol ki, doğan zikrettiklerimizin hepsinde köpek gibidir. «Ava saldırtılmış köpeğln uzun beklememesi de şarttır ilh...» Yani eğitilmiş köpeğin istirahat için beklememesi şarttır. Binaenaleyh eğer köpek gönderildikten sonra bir ekmek yer veya çiş ederse, onun tutuğu av, El-Muhît´te yer aldığı gibi yenilmez. Binâenaleyh en uygunu, şöyle demesiydi: «Köpek ava gönderildikten sonra herhangi bir işle meşgul olmamalıdır.» Nitekim En-Nazm ve başka kitaplarda da böyle yer almaktadır. Çünkü «uzatmamak» ifadesi, sınırı belli bir deyim değildir. Kuhistânî. Eğer köpek avın üzerinden dönüp de sağa veya sola koşarsa yahut avın arkasında koşmayıp başka bir şeyle meşgul olursa, eski âdetinden gevşedikten sonra avın arkasına takılıp onu yakalarsa, o avın eti yenilmez. Ancak yani baştan bir gönderme olursa veya sahibi ona yeniden bir istikamet verilmesi muhtemel olan konularda istikamet verip besmeleyi çekerse, o da o kışkırtmalarla gider avı yakalarsa o zaman yenilir. Bedâyi. Atılan oku rüzgâr arkaya, sağa veya sola doğru saptırırsa, başka bir ava isabet ederse o avın eti helâl olmaz. Eğer oku bir duvar veya bir ağaç geri çevirir, başka bir ava isabet ederse, yine hüküm böyledir. Bunun tamamı El-Hâniye´dedir. «Musannıfın genişçe açıkladığı gibi ilh...» Musannıfın kullandığı ifade şudur: Şemsu´l-Eimmeti´s-Serahsî, hocası Şemsu´l-Eimmeti´l-Hilvânî´den naklederek şöyle dedi: «Pars denilen hayvanın bir çok hasletleri vardır. Her akıllı insanın pars denilen hayvandan o hasletleri alması uygundur: 1- O, avı avlayacak dereceye gelene kadar gizlenir, avı bekler. Bu avlanmak için Parsın bir hilesidir. Akıllı bir kişi de düşmanına muhalefetini açığa vurmamalı, fakat fırsatı aramalıdır. Ta ki nefsini zorluklara sokmadan maksûdunu elde etsin. 2- O dövmekle eğitilmez. Ancak onun gözü önünde avdan yiyen köpeğin dövüldüğünü gördüğü zaman, bunun dövülme sebebi olduğunu anlar. Akıllı bir kişinin de başkasının başına gelenlerden ibret alması gerekir. Nitekim: «Başkasının başına gelenden ibret alan kişi, mutlu kişidir» denilmiştir. 3- Pars pis şeyleri yemez. Ancak sahibinden güzel et ister. İşte akıllı bir kişinin güzel ve helâlden başkasını yememesi gerekir. 4- Bir diğer hasleti de Pars üç veya beş defa sıçrar, buna rağmen avı tutamadığı zaman sıçramayı terk eder ve: «Ben başkası için yaptığım bir iş uğruna kendimi öldürmem» der. Her akıl sahibi için de bu şekilde hareket uygundur. Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Avlanma Gönderen: Zehibe üzerinde 29 Ocak 2010, 00:06:11 METİN
Eğer av köpeği ve benzeri tuttuğu avdan yerse, bu bizler (yani Hanefîler) katında mutlak şekilde yenilmez. Tıpkı köpeğin avın etinden yemesi gibi. Yani nasıl ki köpeğin üç defa yemedikten sonra yemiş olduğu av eti yenilmiyorsa bu da yenilmez. Çünkü köpeğin avdan yemesi köpeğin cehâletine yani eğitilmemiş olduğuna işaret ve alâmettir. Böylece köpek ikinci defa eğitilip üç defa yemeği terk edinceye kadar bu olaydan, yani yemek olayından sonra avladığı hiçbir hayvanın eti yenilmez. Veya kişinin mülkünde köpeğin yemesinden önce avlamış olduğu hayvandan eti varsa o da yenmez. Çünkü avlanan hayvandan telef ettiği kısımda ittifakla haramlık yoktur. Çünkü haramlık yeri fevtolmuştur. Fakat burada çözülmez bir problem vardır. Bunu El-Kuhistânî zikretmiştir. Tıpkı sahibinden kaçan ve bir zaman durduktan sonra yeniden sahibine dönüp gelen Doğan kuşu gibi. Sahibi onu geldikten sonra av üzerine saldırtır, o da avlanırsa, onun avından yenilmez. Çünkü o eğitilmiş olmaklığının alametini terk etmiş oluyor. Binaenaleyh bu da avdan yediği zaman köpeğin durumu neyse onun gibidir. İZAH «Bizim katımızda mutlak olarak yenmez ilh...» Yani ister bu nadir zamanlarda olsun, isterse âdet halini alsın, mutlaka yenmez. İmâm Şâfiî´nin burada iki görüşü vardır: Eğer nadir ise yani pek az böyle bir hadise olursa bir kavle göre haram, bir kavle göre helâldir. İmâm Mâlik de helâl, olduğuna hükmetmiştir. Bunun tamamı El-Minah isimli kitaptadır. «Yemeği terk etmesinden sonra ilh...» Buradaki harf-i cer olan «lâm» takviye içindir. Bu takviye için olan lâm, bir tehir suretiyle zaif düşen bir âmilin mamulüne dahil olan «lam»dır. Meselâ âyette: «Lİ RABBİHİM YERHUBÛN» ve «FE´ÂLUN LİMA YURİD» dendiği gibi. «Üç defa ilh...» Tabiri İmâmeyn´in katında böyledir. İmâmın katında ise üç defa ile değil, avcının kanaatiyle takdir edilir. T. «Ondan sonra avladığı da yenilmez ilh...» Yani avcı köpek ve benzeri avı üç defa tuttuğu halde yemezse, ondan sonra avdan yerse o avın eti yenilmez. «Ondan önceki» tabirindeki zamir de ondan sonraki zamir gibi, zikredilen yemeye râcidir. «Eğer onun mülkünde daha önce avladığı hayvanın eti varsa o da yenmez ilh...» Bu söz, ondan önceki ibarenin kaydıdır. Ve bu söz mülkiyet altına alınmayanı da kapsamaktadır. Meselâ av çölde ise; o çöldeki avda haramlık ittifakladır. Eğer evinde mülkiyeti altına alırsa bu, Ebû Hanîfe´ye göre harâmdır, İmameyn´e göre haram değildir. Bu meselenin tamamı Ez-Zeylaî´dedir. Hülâsa şudur: İmâm Ebû Hanife köpeğin baştan beri câhil olduğuna, İmâmeyn ise sadece bu avdan yediği defada cahil olduğuna hüküm veriyorlar. İmâmın görüşü ihtiyata daha yakındır. İnâye. Sahîh olan da budur. Kuhîstânî, Ez-Zâd´dan. «Onun telef ettiği ilh...» Yani «yemek veya yemeğe benzer şekilde telef ettiği» demektir. Bu «eğer onun mülkünde baki kalmış ise» sözünün mefhumudur. Tatarhâniye´de: Avcı tarafından satılan ete gelince, şüphe yoktur ki İmameyn´in kavline binaen bu alışveriş bozulmaz. İmâmın kavline binâen ise, eğer avcı müşteri ile beraber av köpeğinin cehaletinde fikir birliği yaparlarsa bu alışverişin bozulması uygundur. «Burada çözülmez bir probtem vardır. Onu Kuhistânî zikretmiştir» Kuhistânî şunu söylemiştir: «Burada anlaşılmaz bir durum vardır. Çünkü bir şeye hükmetmek mutlak onun varlığını gerektirmez. Görülmez mi, biz çocuğu tarafından annesinin hürriyeti iddia edildiği zaman, ölmüş olan cariyenin hürriyetine hükmediyoruz?» Bu meselenin sureti bana göründüğüne göre şöyledir: Bir kadın nikâh ile bir çocuk doğuruyor, Başka bir kişi o kadının ölümünden sonra ortaya çıkıyor ve: «Bu, benim cariyemdi. Çocuğun babasıyla onu ben evlendirdim» der. Çocuk da annesinin hürriyetini ispat eder; böylece annesinin hürriyeti tespit olunur. Dolayısıyla çocuğun köleliği söz konusu olmaz. Düşün. Buna binâen bana bazı fâzılların vermiş olduğu şu cevabın ancak çocuk vasıtasıyla ona sirayet etmiştik. Çünkü çocuk neseb davasında asıldır. Binaenaleyh çocuk azad edilir ve ümmüveled, annesi de çocuğa tabi olur. Nice nesne vardır ki zımnen sabit olur, kasten sabit olmaz.» Evet, bu durum şurada ortaya çıkıyor: Eğer efendi çocuğun ölü cariyesinden doğma çocuğu olduğunu iddia ederse hüküm böyledir. Düşün. Bazen bu anlaşılmaz problemin şu şekilde cevaplandırılması mümkün olur: Bu av hayvanında haramlığın sabit olmasının herhangi bir semeresi, faydası yoktur. Bazı kimselerin: «Semeresi eğer satış yapmış ise, alış-verişin butlânıdır ve semeni geri olmaktır. Çünkü o et murdardır» Veya : «Semeresi tevbenin gerekli olmasıdır» sözüne gelince: o sözde şu tenkit vardır: Biz yemek benzeriyle yok olandan bahsediyoruz. Alış-veriş meselesi, daha önce geçtiği gibi, ihtilâflı bir meseledir. Bu mesele ise üzerinde ittifak edilmiş bir meseledir. Binaenaleyh bu işi bilmezden önce yemek masiyet değildir ki, tevbe de lâzım gelsin. Düşün. «Sahibinden kaçan bir Doğan gibi ilh...» Avcı, Doğan sahibi onu geri çağırdığından sahibine icabet etmez hale gelmiştir. Nitekim bu manayı gösterilen gerekçeden de anlayabiliriz. «O avdan yediği zaman köpeğin hali ne ise onun gibidir ilh ..» Daha önce Tatarhâniye´den naklettiğimiz gibi sahibi tarafından peşpeşe üç defa çağırılıp gelmek suretiyle ikinci defa eğitilmedikçe avladığı helâl olmaz. METİN Eğer avcı avı köpekten alır, avdan bir parça kesip köpeğe atarsa, köpek de kendisine atılan o parçayı yerse veya avdan bir parça kestikten sonra köpek o parçayı kapıp götürür ve yerse geri kalan av etini avcı yiyebilir. Tıpkı köpeğin avın kanından içtiği zaman av etinin yenilmesi gibi. Çünkü bu, eğitilmişliğinin son derece mükemmel olmasının alâmetidir. Eğer köpek avı hırpalarsa ve avdan bir parça kopup yere düşerse köpek o parçayı yedikten sonra yeniden o yaralı ava yetişip onu öldürürse ve ondan bir şey yemezse, onun eti yenilmez. Çünkü o avladığı halde yemekle meşgul olmuş demektir. Eğer köpek avdan parça koparıp onu atar da yeniden ava yetişir ve ondan bir şey yemezse sahibi gelip onu alıncaya kadar sabrederse, sahibi aldıktan sonra o kopardığı parçayı yerse bu avın eti helâldir. Çünkü köpek o zaman, yani sahibi yetiştikten sonra, avın kendisinden yerse, -daha önce geçtiği gibi- zarar vermez. Avcı hayvanı salıveren veya ava ok atan, av henüz diri iken yetişirse, yani kesilmiş hayvanın diriliğinden daha ileri bir derecede hayatta ise, onu kesmesi vaciptir. Onun ok atmakla helâl olmasının şartı, daha önce, geçtiği gibi hükmü olsa dahi besmele çekmektir. Diğer bir şartı, kesmek manası oluşsun diye yara açmaktır. Diğer bir şartı. eğer yarayı alan av hayvanının bedeninde avcının oku olduğu halde gaib olursa, onu arama hususunda oturmamalı, gevşeklik göstermemelidir. O avı aradıkça avın eti helâldir. Eğer onu aramaktan vazgeçer oturursa, sonra onu ölü olarak görürse, helâl değildir. Çünkü başka bir sebepten ölmüş olabilir. El-Hâniye isimli eserde, bu avın helâl olması için, avcının gözünden kaybolmaması şartı da ileri sürülmüştür. Fakat bu şart, Ez-Zeylaî ve başka kitaplarda tafsilatlı bir şekilde ele alınmıştır. Eğer ok atıcı veya hayvanı salıveren avcı, ava diri olduğu halde yetişirse onu kesmesi, boğazlaması vaciptir. Eğer boğazlamayı terk ederse, haram olur; bunun hükmü ileride gelecektir. İZAH «Geri kalanı avcı yiyebilir iLh...» Çünkü bu et mülkiyete alındıktan sonra artık av sayılmaz. Ama mülkiyete alınmazdan Önce durum bunun hilâfınadır. Çünkü orada av olmak yönü vardır. Bu manayı Zeylaî ifâde etti. «Çünkü kan içmesi onun eğitilmişliğine en büyük alâmettîr ilh...» Çünkü sahibine elverişli olmayan bir şeyi içmiş, elverişli olanı da ona bırakmıştır. Zeylaî. «Eğer av hayvanını hırpalarsa ilh...» Onun etini ön dişleriyle alırsa, yakalarsa demektir. «Avcı hayvanı, ava salıveren yetiştiğinde ilh...» Yani köpeği veya Doğanı avın üzerine salıverilmiş ve adam av diri iken yetişirse, kesmesi vâcip olur. Bütün bu ibareleri iskat etmesi gerekirdi. Çünkü bütün bunlar daha muffassal bir şekilde zikredilecektir. «Onun helâl olması için besmele çekmek şarttır ilh.. » Bu sözle avlamanın iki âletinden olan ikincinin ahkâmına başlamaktadır. Çünkü avlanma âleti ya canlıdır ya cansızdır. «Besmele» daha önce de söylediğimiz gibi atmak anında çekilecektir. «Hükmen olsa dahi ilh...» Besmeleyi unutan kişi gibi. «Avı yaralamak da şarttır ilh...» Eğer ok avı yaralamadan enlemesine dokunur, öldürürse av yenilmez. Çünkü kesmek yoktur. Kanın çıkışına sebep olan yaralamada daha önce geçen iktilaf vardır. Bunu El-Kuhistânî ifade etmektedir. T. «Kesmek manası gerçekleşsin diye ilh...» Yani yaranın yerine geçmiş olduğu kanın çıkmasıyla temizlik meydana gelsin diye, demektir. T. «Onu aramaya devam etmesi ve oturmaması şarttır ilh...» Yani hayvanı ava gönderen veya ava ok atan avcı, ya da onun yerine kaim olan kişi hiç durmadan avı buluncaya kadar arayacaktır. Bedâyî. Yani adamın hizmetkârı, arkadaşı veya kendisi durmadan onu arayacaktır. «Zahmetlere katlanarak onu arayacaktır ilh...» Yani yürümeye kendini zorlayacak ve yoracaktır. Bu kaydın zikredilmesinin faidesi şudur: Eğer av görünmez olup ve onsuz gözden kaybolursa, sonra da onu ölü olarak görürse, kesinlikle onu yaraladığını bilmezse, onu yemesi helâl değildir. Mi´râc. «Onu aradığı sürece o av, ona helâldir ilh...» Ancak okunun yarasından başka bir yarayı avda gördüğü takdirde o zaman helâl olmaz. Hidâye. Bu hükmün tamamı Ez-Zeylaî´dedir. «Çünkü başka bir sebeple ölmüş olabilir ilh...» Bu ihtimal onu durmadan aramak meselesinde ve şeklinde de vardır. Fakat bu ihtimal zaruretten dolayı sakıt olmuştur. Nitekim bu hüküm El-Hidâye´de yer almaktadır. Bunun ifade ettiği metnin zahiri gibidir. Şöyle ki: Avın, avcının gözünden kaybolmaması şart değildir. «Bunun hakkında Ez-Zeylaî´de geniş açıklama yapılmıştır ilh...» Zeylaî evvelâ El-Hâniye´nin ibaresini zikretti ve: «Bu ibare gözünden kaybolmamasının şart olduğunda nasstır.» dedi ve Hidâye sahibi de buna işaret etti. Halbuki bu, onun kelâmının başlangıcına ters düşer. Çünkü o işi aramak ve aramamak üzerine binâ etmiştir. Gözünden kaybolmakla olmamak üzere değil. Arkadaşlarımızın çoğunun kitapları da bunu esas alırlar. Çünkü Allah´ın Rasûlü, Ebû Sa´lebe´ye şöyle buyurdular: «Sen okunu attığın zaman o av üç gün gaib olsa, üçüncü günden sonra onu bulsan kokmamış ise avının etini ye.» Hadisi Müslim, Ahmed, Ebû Dâvûd rivayet etmişlerdir. Yine rivayet ediliyor ki, Rasûl-ü Ekrem atıcının gözünden gaib olan avın yenilmesini kerih görmüştür ve: «Belki de yerin haşeratı onu öldürdü» buyurmuşlardır. İşte bu hadis kişinin aramaktan vazgeçip oturduğu haline hamledilmiş, birinci hadis de aramanın aralıksız devam ettirileceğine hamledilmiştir. Özet olarak. Ben derim ki: El-Hâniye´nin ibaresi aynen şöyledir: «Yedinci şart, avın avcının gözünden kaybolmamasıdır veya avcının onu aramaktan vazgeçmemesidir. Avcı avı buluncaya kadar peşinde olacak, başka bir işle meşgul olmayacaktır. Çünkü avcının gözünden kaybolduğu zaman, çoğu kez başka sebeple ölür. Başka sebeple ölmüş ise de helâl olmaz. ilh...» Böylece sen ibaresinin sonuna kadar, gözden kaybolmamayı veya aralıksız aramayı şart kılmış olduğunu görüyorsun. Çünkü El-Hânîye sahibi «veya» manasını ifade eden «ev» kelimesini kullanmıştır. Umulur ki Zeylâî´nin nüshasında «ev» yerine (ev anlamına) «vav» vardır. Bundan dolayı da söylediğini söyledi. «Çünkü o gaib olursa» sözündeki gerekçelendirmesine gelince; «onu aramaktan vazgeçmekle beraber» olması halini kastetmiştir. Çünkü El-Hâniye´de bundan sonra şöyle denilmektedir: «Köpek veya av, köpeği saldırtan avcının gözünden kaybolduğu zaman veya avcı bir ava ok atıp ondan sonra oku saplanmış olarak onu ölü görse ve başka bir yara da yoksa; eğer onu aramayı bırakmamış ise yenilmesi helâldir. Çünkü o hayvanın gözünden kaybolmasını önlemek mümkün olamaz. Binaenaleyh bu şekilde kaybolmak affedilir.» Bunun benzeri El-Hidâye´de de vardır. Binaenaleyh El-Hidâye´deki bu hükmün hilâfını insanın vehmine getireni El-Hidâye ve El-Hâniye´deki hükme hamletmek gerekir. El-Bedâyi adlı kitapta şu ifadeler vardır: «O şartlardan birisi de gözünden kaybolmazdan önce veya aramayı kesmeksizin ava yetişmektir. Eğer av gözünden kaybolursa ve avı aramaktan vazgeçip oturursa etini yiyemez. Ama av gözünden kaybolmadığı halde, veya kayboldu da kendisi aramaktan vazgeçmezse, gördüğü zaman istihsanen yiyebilir.» Bu kesin olarak ortaya koyuyor ki El-Hâniye´nin nüshası «vav» ile değil «ev» ile olmalıdır. Bu araştırmayı ganimet bil. BİR UYARI: Zikredilende aramanın müddetinin belirli olmadığına işaret edilmektedir. Halbuki Ebû Hanîfe : «Arama müddeti, yarım gün veya yarım gece ile takdir edilmiştir» dedi. Eğer yarım günden fazla ararsa eti yenilmez. Ez-Ziyâdât adlı kitapta şu hüküm vardır. «Eğer, bir günden az ararsa El-Muzmerût´ta olduğu gibi eti yenir.» Kuhistânî. UYGULAMA MESELELERİ: El-Madisî´nin Şerhi´nde şu hüküm yer almaktadır: «Bir kuşa ok atsa, kuş yere düşse; eğer avcı ayağındaki ayakkabısıyla beraber suya girecek olsa yetişebilecek olduğu halde öyle yapmayıp, ayakkabısını çıkarmakla vakit geçirse suya girince de kuşun ölü olduğunu görse, Bedîu´d-Din´e göre kuş haram olur. Bedîu´d-Din´in gayrisi hetâldir diyor. Çünkû onun ayakkabıyla suya girmesi malını zayi etmesl demektir ve bu adetin hilâfıdır. Binaenaleyh ayakkabının çıkarılması elbisenin çıkarılması gibidir. Es-Salhânî dedi ki: «Bu düşen kuşta kesilmişin hayatından da belirgin bir hayat olduğu zaman böyledir. Aksi takdirde o zaten itibara alınmaz.» Eğer kişi iplerden meydana gelen bir ağı besmele çekerek kurarsa, o ağa bir av düşüp yaralı olarak ölürse eti helâl olmaz. Eğer o ağın içinde orak gibi yaralayan bir alet var ise ve avcı ağını kurarken besmele çekmiş, gelen av hayvanı da yaralanmış ise biz Hanefîlere göre o hayvanın eti helâldir. Tıpkı o âletle hayvanı yaraladığı zamanda olduğu gibi. El-Bezzâziye´de şu hüküm yer almaktadır: «Adam sahrada yabani merkeplerin avlanması için bir orak koysa, sonra ona vardığında yabani bir merkebin ona takılı olduğu halde ölü olduğunu görse, orağı koyarken besmele çekmiş olsa bile yabani merkebin eti helâl olmaz. El-Makdisî dedi ki: Bu onu aramakta ihmal gösterdiği zamana hamledilir.» Fakat burada bir açıklama gerekir ki, biz bunu Zebâih konusunda daha evvel naklettik. METİN Burada nazar-ı itibara alınan hayat, kesilen hayvanın hayatının üstünde olan, yani hayvanın bir gün yaşayabileceği şekildeki hayattır. Bir rivâyette «bunun çoğunu yaşayabileceği muhtemelse» rivâyeti vardır. Mecmâ. Onun miktarına gelince, El-Multekâ´da yer aldığı gibi, hayvanın sağ kalacağının sanılmayacağı hal, burada nazar-ı itibara alınır. Hatta herhangi bir suya düşse onu haram etmez. Bir kuyuya düşerek veya bir dağdan yuvarlanarak ölen hayvanda ve onun diğer benzerlerinde, meselâ başka hayvan tarafından boynuzlanarak öldürülen, sopalarla vurularak öldürülen hayvanlarda ve bir de yırtıcı hayvanın yemiş olduğu hayvanda, bir de hasta olan hayvanda, mutlak olarak, az da olsa hayatta olmak nazar-ı itibara alınır. Fetvâ da buna göredir. Bu konu Zebâih (kesişler) bahsinde geçti. Binâenaleyh eğer bu hayvanın kesilmesi kesmek imkânı varken kasten terk edilse, hayvan da ölürse haram olur. Yine zâhir rivayette yer aldığına göre, kesmekten âciz kalsa da haram olur. Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf «helâldir» dediler ve bu görüş aynı zamanda İmâm Şâfiî´nin de görüşüdür. Musannıf: «Benim metnimde ve El-Vîkâye metninde bunun helâl oluşuna işaret vardır. Zâhir ise senin dinlediğindir.» dedi. İZAH «Burada muteber olan hayat ilh...» «Burada» ile maksat, «Av» bahsidir. Bu kaydı, daha sonra gelecek olan «yüksekten düşen»den veya benzerlerinden ihtirâz etmek için getirmiştir. «Kesilen hayvanın hayatının üzerinde olması ilh...» Bu sözün en doğrusu «kesilen hayvanın hayatı üzerinde» ifadesidir. Nitekim El-Mültekâ´da bu tabir kullanılmıştır. «Bîr gün yaşayacak ilh...» Ben derim ki: El-Mecma´ın sahibi boğulan hayvan ile onun benzerlerinde bunu zikretti. Onun ibaresi, şerhiyle beraber şöyledir: «Eğer boğulan veya sopa ile öldürülen hayvanı kestiği zaman onda hayat var ise, zâhir rivâyette helâl olur. Onun «bir gün yaşayabilecek şekilde hayatta kalması» şartı ise, Ebû Hanîfe´den sonra gelen rivayete göredir. Ebû Yusuf bir günün çoğunu nazarı itibara alıyor. İmâm Muhammed dedi ki: «Eğer onda kesilen hayvanın hayatından fazla bir hayat varsa eti yenilir, aksi takdirde yenilmez.» El-Bedâyi´de denildi ki: «Tahâvî, İmâm Muhammed´in sözünü tefsir ederek zikredip şöyle dedi: Muhammed´in kavline göre: eğer onda ölüm ızdırabından başka bir durum kalmamış iken, onu keserse eti helâl olmaz. Eğer bir gün veya yarım gün gibi bir müddet yaşayabiliyor ve bu takdirde keserse eti helâldir.» Bununla kesilen hayvanın hayatı ile onun üstündeki hayatın tefsiri ortaya çıkmış oluyor. El-Mecma´daki hükme gelince, bu onun tefsiri değildir. Düşün. Bununla beraber Ebû Yûsuf´tan naklettiği de ondan gelen bir rivâyettir. Nitekim El-Bedâyi´de bu hüküm yer almıştır. Zikredildiğine göre Ebû Yûsuf´tan gelen rivâyetin zâhiri, onun hayattan maksadının yaşayabileceğinin tahmin edildiği candır. Eğer kişi, hayvanın bu hayatla yaşayamayacağını biliyorsa ve böylece o hayvanı keserse o hayvan yenilmez. «Onun miktarına gelince ilh...» Kesilenin hayatının miktarına gelince, demektir. «Ona burada itibar edilmez ilh...» Yani avda itibar edilmez, demektir. El-Hidâye´de denildi ki: «Köpek avın karnını deştiği zaman. onun içindekileri çıkardıktan sonra o av, avcının eline geçerse helâl olur. Çünkü kalan, kesilenin ızdırabıdır. Binaenaleyh o nazar-ı itibara alınmaz. Tıpkı bir koyunun kesildikten sonra suya düşmesi gibi.» El-Hâniye´de şu mesele yer almaktadır: «Eğitilmiş köpeğini bir hayvana saldırttı. Köpek avı yaraladı. Avda, kesilen hayvanın kesilmekten sonraki hayat kadar can kaldı. Avcı onu alıp ona rağmen kesmedi. Onun yenilmesi helâldir.» Ez-Zahîriye´de şu fazlalık vardır: «İttifakla helâldir. Çünkü birincisi kesiş olarak vaki olmuştur. Binaenaleyh başka bir kesişe gerek bırakmaz.» Bunun hülasası şudur: Kendisinde kesilen hayvanın hayatı bulunan hayvan ikinci bir defa kesilmez. Çünkü ızdırarî yani mecburî kesiş ile ikinci kesmeye gerek kalmaz. Hatta kesilen veya bu şekilde yaralanan hayvan suya düşer ve ölürse haram olmaz. Çünkü onun ölümü suya düşmeye izafe edilmez. Çünkü zaten suya düşmeden ölü hükmündeydi. Binaenaleyh önceki hayatı nazar-ı itibara alınmaz. Ancak yüksek bir yerden düşenler de ve benzerlerinde durum böyle değildir. Çünkü onlarda hayat, az da olsa nazar-ı itibara alınır. Onlar ancak kesmekle helâl olurlar. Böylece av ile av olmayanın arasında fark olduğu ortaya çıktı. Bunun zahirinden bu surette avın kesilmesi imkânına sahip olmak ile sahip olmamak arasında farkın olmadığı anlaşılıyor. Fakat El-İnâyede´ki hüküm buna muhâliftir. O diyor ki: «Eğer onu kesme imkânına sahip olursa, buna rağmen onu ölünceye kadar kesmezse eti yenilmez. İsterse o hayvandaki hayat açık, isterse gizli olsun. Eğer kesme imkânına sahip değil ise, o hayvandaki hayat da kesilen hayvanın hayatından fazla ise; zâhir rivayete göre, yine eti yenilmez. Eğer ondaki hayat kesilen hayvanın hayatı kadarsa onun eti yenir.» Özetle. El-İnâye´nin ibaresi şunu gerektirir: Daha önce El-Hâniye´den naklettiğimiz ibareyi imkân sahibi olmadığı zamana hamletmeliyiz. Bütün bunlara Ez-Zeylaî´deki hüküm aykırı düşmektedir. Zira Zeylaî´de özet olarak şöyle denilmektedir: «Kişi, ona diri olarak yetiştiği halde, kesme imkânı olmasına rağmen kesmese haram olur. Eğer değilse bakılır: Eğer o hayvanda kesilen hayvandaki hayat kadar bir hayat var ise, yani herhangi bir köpek onun karnını ve benzeri yerlerini deşmişse, o ancak kesilen hayvan gibi can çekişiyorsa bu takdirde helâldir. Sadru´ş-Şehîd «icmaen helâldir» dedi. Bazıları: «Sadru´ş-Şehîd´in ileri sürdüğü bu görüş, İmâmeyn´in görüşüdür. Ebû Hanîfe´ye göre helâl olmaz, ancak keserse helâldir. Çünkü gizli hayat, İmâmın katında muteberdir. İmâmeyn´in katında değildir. Nitekim yüksek bir yerden düşen benzer hayvanlarda olduğu gibi.» derler. Eğer onda kesilen hayvandan ileri bir hayat varsa, zâhir rivâyette kesilmediği takdirde yenilmez.» Sonra dedi ki: «Hayatı ister gizli olsun ister açık, ister eğitilmiş avcı hayvanın açtığı yara ile isterse başka yırtıcıların yarasıyla olsun, ancak kesmekle helâldir ve fetva da bunun üzerinedir. Çünkü Cenab-ı Hak «Ancak kesmiş olduğunuz» (Mâide, 5/3) buyurmaktadır. Binaenaleyh âyet, mutlak şekilde her diriyi kapsamaktadır. Yine Rasûl-ü Ekrem´in : «Eğer ona diri olarak yetişirsen onu kes!» hadisi de mutlaktır ve hadis sahihtir. Buhârî, Müslim ve Ahmed rivâyet etmişlerdir.» Bu ise Sadru´ş-Şehîd´in tercih ettiği görüşün zıddıdır. O söz İmâm Râzi´nin sözüdür. Nitekim bu Gâyetu´l-Beyân´da yer almıştır. Ondan başkasının da bu sözü tercih ettiğini görmedim. Bu El-Hidâye ve başka kitapların zahirine de muhalif düşmektedir. Buna binâen avda ve avın gayrisindeki muteber hayat arasında farkın olmaması meydana çıkıyor. Hulâsa şudur: Eğer avı tutar, tutuğu halde avda kesilmiş hayvanda olduğu kadar bir hayat varsa, buna rağmen onu kesmezse El-Hâniye ve Zâhîriye´de yer aldığına göre helâldir. El-İnâye´de yer alan fetvâya göre de onu kesme imkânı varsa helâldir. Ez-Zeylaî´deki hükme binaen ise kesmedikçe hiçbir zaman helâl olmaz. Kesme imkânı olmadığı zamanda veya hayvanın, kesilen hayvanın hayatından üstün bir hayata sahip olması halinde böyledir. Bu da delillerin mutlak zikredilmesinden alınmıştır... El-Bedâyi´de birinci görüş umum meşayihten rivâyet edilmekte; İkinci görüş Cassâs´tan nakledilmektedir. Onun kelâmının zahiri de birinci görüşün tercihidir ve bu Hidâye´de olanın da zahiridir. Düşün. Sonra bilmiş ol ki: Bütün bunlar avcı hayvana yetişip onu alırsa söz konusudur. Eğer hayvana yetişir ve onu almazsa bakılır: Eğer yetiştiği zaman alsaydı onu kesme imkânına sahip olacağını kestirir, buna rağmen alıp kesmediyse; hayvanın etinden yenilmez. Eğer alsa ve kesme imkânına sahip olmadığı için kesmemişse, o vakit eti yenilir. Nitekim El-Hidâye´de de böyle yer almaktadır. «El-Mutereddiye´de de ilh...» «El-Mutereddiye» bir kuyuya düşmüş veya bir dağdan yuvarlanmış, ölmüş hayvandır. «En-Natîha» Başka bir hayvan tarafından toslanarak öldürülen hayvandır. «El-Mevkûze» darbeyle öldürülen hayvan demektir. «Bizim ona işaret ettiğimiz gibi ilh...» Yani buradaki kayıtlamasına daha önce işaret ettik, demektir. «Fetvâ bunun üzerinedir ilh...» Yani bu kesmekle helâl olur. Daha önce Zeylaî´den nakledilerek geçen ibareye binâen, avda mutlak hayatın itibarına binaen de fetvâ böyledir. «´Eğer terk ederse´ den kasıt, kesmeyi terk edersedir ilh...» Üzerinde durulan avın kesilmesidir. «Harâm olur» ibaresi, şartın cevabıdır. Halbuki bu cevap bilâhare nakilde gelecektir. Fakat metinde gelecek cevap uzak olduğundan dolayı şârih, burada bu cevabı mukadder olarak belirtmiştir. «Eğer kesmekten âciz olursa ilh...» Yani mutlak şekilde kesme âletini bulamayıp veya onu bulduğu halde elde edecek ve hayvanı kesmeye hazırlanacak kadar vakti yoktur. Bütün bunlarda hayvanda kesmekten sonra kesilmiş hayvandaki hayattan daha fazla bir hayatın olması vaktine mahsustur. Eğer kesilmiş hayvan gibi ise, o zaten hükmen ölmüş demektir ve kesilmesi de El-Hidâye ve başka kitaplarda yer aldığına göre icmâen helâl olur. Kuhistânî. Bu tafsilat daha önce Zeylaî´den naklettiğimiz hükme muhaliftir. «Bu Şâfiînin sözüdür ilh...» El-Hidâye´de de böyledir. Fakat Et-Tebyîn´de olan ibare şudur: «İmâm Şâfiî bu meseleyi teferruatlı bir şekilde eie alıp demiştir ki: «Âletin olmayışından dolayı kesme imkânına sahip değilse o hayvandan yenilmez.» Çünkü taksirat avcı tarafındandır. Eğer vaktin darlığından dolayı kesme imkânına sahip değilse taksiratı olmadığından dolayı eti yenir.» Et-Tatarhâniye´de denildi ki: «Eğer imkânsızlık vaktin darlığından ileri geliyorsa ve ondan kesme imkânına elvermeyecek kadar bir hayat kalmışsa, Şemsu´l-Eimmeti´l-Serahsî Şerhi´nde: «O bizim katımızda helâl olmaz» demiştir. Hasan bin Ziyâd ve Muhammed bin Mukâtil: «Helaldir» dediler. Ve bu aynı zamanda İmâm Şâfîi´nin görüşüdür. Sadru´ş-Şehîd de bu görüşü almıştır. El-Gıyâsiye´de: «Bu görüş, tercih edilen görüştür» denildi. El-Yenâbî´de : «Bizim üç arkadaşımızdan gelen rivayete göre, istihsânen bu avın eti yenir.» Bazıları da: «Bu daha sıhhatli görüştür» demiştir.» Eğer: «Meseleyi kesilmişin hayatı üstünde bir hayatı olan av üzerinde kurmuştur. Dolayısıyla vaktin darlığının kesmeye mani olması nasıl düşünülebilir?» şeklinde bir itiraz olursa cevap olarak denildi ki: «Kesilen hayvandaki miktar, yokluk gibidir. Çünkü av ölü hükmündedir. Bundan fazla olanda da bazen kesmek söz konusu olmayabilir. Binaenaleyh imkânsızlık düşünülebilir.» İnâye. «Onun helâlliğine işarettir ilh...» Çünkü «kast» ile takyid edilmiştir. METİN Ben derim ki: (musannıfın sözünü ettıği) zâhirin açıklaması şudur: Böyle bir hayvanı kesmekten âciz olmak, harAmı helâl kılmaz. Veya bir mecusî bir köpeği ava saldırtsa, Müslüman da o köpeği ava doğru kovalasa ve köpek de koşarak gidip veya onu mi´radiyle enlemesine isabet edip öldürse helâl olmaz. «Mi´râd» başında tüyü olmayan ok demektir. Buna mi´râd denilmesinin sebebi, ava enlemesine isabet ettiğindendir. Eğer onun başının keskinliği varsa ve o keskinlikle ava dokunursa avın eti helâldir. Yahut ağır ve keskin bir bunduka (yuvarlatılmış ve sertleştirilmiş çamur) vurup da onu öldürürse yine helâl olmaz. Çünkü keskinliğiyle değil, ağırlığıyla avı öldürmüş olur. Eğer bunduka hafif, fakat keskin ise o zaman av helâldir. Çünkü av yara ile ölmüştür. Eğer bu bunduka yara açmazsa mutlak şekilde avın eti yenilmez. Yarada kanama şart koşulmuştur. Bazıları da «şart değildir» demişlerdir. Multekâ. Bunun tamamı Multekâ üzerindeki ta´likimdedir. Veya bir ava ok attı. Av da bir suya düştü. Burada da su ile ölmüş olması ihtimali olduğundan haram olur. Eğer o hayvan suda yaşayan kuşlardan olup suya düşerse ve su, bedenindeki yarayı örter ve ölürse harâm olur. Aksi takdirde helâldir. Multekâ. Veya bir damın veya bir dağın üzerine düşer, orada da yere yuvarlanıp ölürse bütün bu meselelerde haramdır. Çünkü böyle bir şeyden sakınmak mümkündür. Eğer başlangıçta yere düşüp ölürse helâldir. Zira yere düşmekten sakınmak mümkün değildir. Bir müslüman köpeğini ava saldıktan sonra bir mecusî köpeği ürkütse yani sesiyle korkutsa köpek de var kuvvetiyle koşsa avın eti yenir. Zira sesle kışkırtmak, salıvermekten daha aşağı derecededir. O bakımdan daha yükseğe veya benzeriyle kalkar. Tıpkı hadisin neshinde olduğu gibi. Veya köpeği hiç bir kimse ava göndermemiştir, avı kendiliğinden kovalamaktadır. Bir müslüman da sesiyle onu kışkırtırsa. o da var kuvvetiyle koşarsa avın eti yenir. Çünkü sesle kışkırtmak, fiilen ava göndermek hükmündedir. Veya herhangi bir kimse köpeği ava göndermemiştir, köpek kendiliğinden avı kovalıyor, bir müslüman onu görüp sesiyle kışkırtırsa, köpek de var kuvvetiyle ava doğru seğirtip giderse, avın eti yine yenir. Çünkü kışkırtmak hükme göndermek demektir. Ava gönderdiği avı değil de başka bir avı tutarsa avın eti yenir. Çünkü avcının maksadı mümkün olan her hangi bir avı tutmaktır. Hatta avcı köpeğini bir çok avın üzerine saldırtırsa, bir besmele ile, köpek de o hayvanların hepsini öldürürse hepsini yiyecektir. Evet, bütün bu zikredilen meselelerde avın eti yenir. Çünkü daha önce nedenini zikrettik. Tıpkı bir ok atılmış avın bir parçası ok ile bedeninden kopmuşsa; o av yenilir, fakat İmâm Şâfiî´ye hilâfen kopan parça yenilmez. Bizim delilimiz Rasûl-ü Ekrem´in şu hadisidir: «Diri hayvandan kopan parça ölüdür.» Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Avlanma Gönderen: Zehibe üzerinde 29 Ocak 2010, 00:08:45 İZAH
«Bunun gibisinde kesmekten âciz olmak, harâmı helâl kılmaz ilh...» El-Minah´ın ibaresi şöyledir: «Çünkü bunun benzerindeki âcizlik harâmı helâl kılmaz.» «Âcizlik» kaydı ile su ve yiyecek maddelerini bulabilmeyi tariften çıkarmış oluyor. Çünkü böyle bir âciz kişiye su yerine hamr içmek, yemek yerine murdardan yemek mubah olur. Bu şârihin ibaresinden anlaşılmıyor. Çünkü orada «kesmekten âciz olursa» ibaresi vardır. Bunu T. belirtmiştir. BİR UYARI: Kişi bir ava oku attı. Av bir mecusînin veya uyuyan bir müslümanın yanına düştü. Eğer uyuyan kişi uyanık olsaydı onu kesebilecek durumda olurdu. Bu takdirde hayvan orada ölse helâl olmaz. Çünkü mecusî İslâmı takdim etmek suretiyle onu kesebilir. Uyuyan kişi de birtakım meselelerde -İmâm´ın katında- uyuyan gibidir. Meselelerden birisi de bu meseledir. Hâniye´den özetle. «Veya bir mecusi bir köpeği gönderse ilh...» Bu ve bundan sonra gelen ibâre musannıfın daha önce geçmiş olan: «Eğer terk ederse» ibaresine atıftır. Asıl şudur: Bir fiil ancak kendisinden daha kuvvetli olan veya en azından kendisine eşit olan bir fiille kalkar. Ama kendisinden daha zayıf olan bir fiil ile kalkmaz. Binaenaleyh bir müslüman köpeğini ava saldırtsa, köpek avın arkasından koşarken bir mecusî onu sesiyle daha da kışkırtsa; o da avı tuttuğu takdirde av, helâldir. Çünkü kışkırtmak hem salıvermenin altında bir fiildir, hem salıvermeye binâen olmaktadır. Eğer bunun tam aksine yapılırsa av harâm olur. Mürted ve ihrâmlı ve kasten besmeleyi terk eden kişi gibi kesmesi câiz olmayan herkes bu hususta mecusînin durumundadır. Eğer köpek kendiliğinden seğirtip giderse, onu hiç kimse ava göndermemişse, bu esnada bir müslüman sesiyle onu kışkırtırsa, o da şiddetle avın peşinden koşar ve onu tutarsa, av helâldir. Çünkü bu, ipi koparıp kaçmak gibidir. «Kışkırtmak»tan maksat, ses ile hayvanı teşvik etmek, hayvanın da buhun arkasından; meselâ daha fazla koşmasını sağlamaktır. Bunun tamamı El-Hidâye´de vardır. El-Kuhistânî dedi ki: «Bu, hayvan giderken mecusî tarafından kışkırtıldığı zaman böyledir. Eğer hayvan durur ve durduktan sonra mecusî onu kışkırtırsa, avın eti yenilmez.» Nitekim bu hüküm Ez-Zahîre´de de böyle yer almaktadır. «Mi´râd bir oktur ilh...» El-Kâmûs: «Mi´râd» «Mihrâb» vezninde bir kelimedir. İki tarafı ince, başında tüller olmayan, ortası kalın, keskinliğiyle değil enliliğiyle hayvana dokunan bir oktur.» dedi. «Velev ki onun başı keskin olsun...» Bu ibâre, musannıfın «enine dokunursa» sözün muhterezidir. «Eğer keskin tarafıyla isabet ederse ilh...» Yani bir de yara açarsa o zaman helâl olur. «Bunduk ilh...» Kendisiyle atış yapılan, yuvarlatılmış çamur parçasıdır. «Eğer hafif ise ilh...» Ağır güllenin dokunmasıyla ölen avın, gülle yara açsa dahi helâl olmayacağına işaret ediyor. Kâdıhan dedi ki: «Gülle, taş, enlemesine hayvana vuran ok, baston ve benzerleri ile yara açsa avlamak helâl değildir. Çünkü bunlar avı delmezler. «Ancak onlardan herhangi bir şeyi sivriltir ve ok gibi uzatırsa ve onunla atma imkânına sahip olursa; eğer böyle olursa ve dokunduğu avı da sivriliğiyle delerse, o avın yenilmesi helâl olur. Avın içinde açılan ve derisi yırtılıp da zâhire çıkmayan yaraya gelince; bundan dolayı ölen av, helâl olmaz. Çünkü bu şekilde kan akıtmak hasıl olmaz. Demirin ağırı ne ise, demir olmayanın ağırı da aynı şeydir. Eğer delerlerse helâl olur, aksi takdirde olmaz.» Et-Tebyîn´de şu hüküm yer almaktadır: «Asıl şudur ki: Ölüm kesinlikle yara sebebiyle meydana gelmiştir deniliyorsa, hayvan helâl olur. Eğer ağırlıkla veya ağırlıkla mıdır, kesmekle midir, diye şüpheli bir şekilde olursa, vücûben veya ihtiyaten helâl olmaz.» Açıktır ki, güllerle meydana gelen yara, ancak yarmak ve ağırlıkla meydana gelir. Çünkü gülle şiddetli bir şekilde seğirtir ve o yarayı açar. Çünkü güllenin keskinliği yoktur. Binaenaleyh gülle ile öldürülen bir hayvan helâl olmaz. İbn-i Nuceym bununla fetvâ vermiştir. «Mutlak olarak ilh...» Yani ister ağır, ister hafif olsun, demektir. «Yarada kanatma şarttır. ilh...» Zeylâî dedi ki «Eğer kanatmayan bir araç ise bu hususta ihtilâf vardır. Bazı kimseler: «Bu av helâl olmaz, çünkü necis olan kanın çıkartılması demek olan kesmek manası burada yoktur. Ve Rasûl-ü Ekrem de kanın çıkartılmasını şu sözüyle şart koşmuştur: «Kanı dilediğinle akıt» Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve başka muhaddisler rivayet etmişlerdir.» Bazıları da: «Helâldir» demiştir. Çünkü kişi yapabildiğini yapmıştır. O da yara açmıştır. Bazen kan, katılığı dolayısıyla dışarı akmadığı gibi yara deliğinin daralmasından da ötürü çıkmayabilir. Bazıları da: «Eğer yara büyükse, kan akmasa dahi av helâl olur. Eğer küçükse kan akmazsa helâl olmaz» dediler. Ok avın tırnağına veya boynuzuna dokunduğu zaman eğer kan akıtırsa helâl olur, aksi takdirde olmaz. Bu daha önceki görüşü teyid eder. Zeylâî´den özetle. Bunun benzeri El-Hidâye´de de vardır. Ed-Durru´l-Muntekâ´da denildi ki: «Ben derim ki; Burada bu konu El-Burcundî´nin El-Hulâsa´dan zikrettiği şu hükümden ötürü tartışılabilir. Bu yara etten başka yerdedir. El-Kuhistânî´nin El-Muhît´ten naklederek daha önce geçen ibaresinin zâhirinden anlaşılan ise şudur: Mutemet odur ki, kanın akıtılması şart değildir. Düşün.» Ed-Durru´l-Müntekâ´dan. Özetle. Ben derim ki: Hidâye´nin Zeylaî ve Multekat´ın zahiri, kanatmasının şart olmaması yönündedir. Bununla beraber hadis de bunu teyid etmektedir. Bazen El-Mevâhib´in metnindekiyle de şart olmaması tarafı tercih edilir. Musannıf Zebâih´te daha önce şöyle söyledi: «Hayatta olduğu bilinen bir kesilmiş hayvan, kıpırdamasa ve ondan herhangi bır kan çık-masa dahi helâl olur. Eğer hayatta olduğu bilinmiyorsa, mutlaka bu iki şeyden birisi yani kıpırdama ve kan akması, şarttır.» Düşün. «Veya bir ava ok atarsa ilh...» Bu hüküm hayvanda müstakil bir hayat olduğu zaman ittifakla haram olması konusundadır. Çünkü onun ölümü atışın gayrisine izâfe ediliyor. Eğer hayatı mustakırreden daha az ise, onda da daha önce köpeğin gönderilmesindeki ihtilâf söz konusudur. Zeylaî ve onun benzeri El-Hidâye´den naklederek T. de yer almaktadır. «Oraya düştü ilh...» Zâhire göre bu kayıt üzerinde ittifak vardır. Binaenaleyh onun benzeri suyun içindeyken ona oku atarsa ve öldürürse haramdır. Çünkü bu takdirde su ile ölme ihtimali vardır T. Hindîye´den nakletmiştir. «Aksî takdirde helâl olur ilh...» Çünkü burada suyla ölüm sebebine ihtimal yoktur. «Multekâ» sözüne gelince; bunun benzeri El-Hîdâye´de de vardır. El-Hâniye´de zikredildi ki: «Eğer hayvan bir suya düşerse ve düştükten sonra ölürse eti yenilmez. Zira onun suya düşmesinin onu öldürmüş olduğu umulur. O hususta su kuşu ile diğer kuşlar eşittirler. Çünkü su kuşu yaralı olmadığı halde suda yaşayabilir.» Bu ibare Ez-Zahîre´de Serahsî´den nakledilmiştir. Sonra da: «Fetvâ anında düşünülsün. Ve bunun tamamı Şurunbulâliye´dedir» dedi. «Oradan düşse ilh...» Bu kaydı getirmesinin nedeni, çatıda veya dağda durur, yuvarlamazsa ihtilâfsız olarak helâl olmasıdır. Bu da yara derhal öldürücü olmadığı halde yuvarlanıp ölürse böyledir. Eğer onda kesilmiş hayvandaki hayat kadar hayat kalmışsa, sonra yuvarlanıp düşerse, yine helâl olur. Mi´râc. «Eğer boştan yere düşerse ilh...» Yerde de onu öldürecek mızrağın keskin ucu veya dikilmiş bir süngü gibi öldürecek bir şey yok ise helâl olur. İnâye. Bunun tamamı Eş-Şurunbulâliye´dedir. «Zira ihtirâz ilh...» Ma´lûlden önce getirilmiş illettir. Ma´lûl de onun, ileride gelecek «yenir» veya «yer» sözüdür. Ma´lûlden önce getirilen illet fakihlerin kelâmında çok zaman vardır. Nitekim Cenab-ı Hak: «Günahlarından ötürü boğuldular» buyurmuştur. Bu ibareden sonraki ibarede de böyle denilir. Anla. «Bir mecusî onu kışkırtırsa ilh...» Yani «o ava doğru seğirtip gidiyorken mecusî de onu kışkırtırsa» demektir. Eğer o durduktan sonra mecusî onu kışkırtırsa ve o da yeniden koşmaya başlarsa, daha önce de geçtiği gibi, avın eti yenilmez. «Hadisin neshi gibi ilh...» Binaenaleyh sahîh bir söz, ancak diğer sahîh veya daha sıhhatli bir söz ile neshedilir, zaîfle neshedilmez. T. «Veya gönderildiği avdan başkasını tutarsa ilh...» İster avcı tarafından gönderildiği avı da beraberinde tutsun ister tutmasın, mesele değişmez. Fakat daha önce de geçtiği gibi göndermek esnasında bunu yapması şarttır. El-Bedâyi´de denildi ki: «Eğer köpeği veya şahini bir ava kaldırıp besmele çekerse, hayvan bir avı sonra ikincisini süratli bir şekilde yakaladı, sonra avları peşpeşe yakaladı. Bütün bu avların eti yenir. Çünkü tayin avda şart değildir. Ve mümkün de değildir. Bu tıpkı okun iki ava değerek onları öldürmesi gibidir.» Özetle. Eğer kişi hayvanını bir ava saldırtırsa, o da yanılıp avı kaybettikten sonra başka bir av önüne çıkar, onu öldürürse o av helâl olur. Eğer döndükten sonra önüne bir av çıkarsa onu öldürürse helâl olmaz. Çünkü dönmesi halinde saldırtmak sona ermiş oluyor. Nitekim bu hüküm El-Hâniye ve başka kitaplarda yer almaktadır. El-Kuhistânî dedi ki: «Burada şunu iş´ar ve ilân etmektedir: Eğer oku attığı avdan başkasına isabet ederse, o helâl olur. Nitekim Kâdıhân´da bu hüküm böylece yer almaktadır. Eğer bir ava ok atar da ok ona isabet eder, onu deler, sonra da başkasına, başkasına ve başkasına da isabet ederse hepsi helâl olur. Nitekim bu hüküm En-Nazm´da yer almaktadır.» Binaenaleyh köpeği göndermek ok atmak menzilindedir. Nitekim bu hüküm El-Hidâye ve Ez-Zeylaî´de yer almaktadır. Bunun benzeri El-Multekâ´da da vardır. «Çünkü avcının gayesi elde ettiği bütün avları tutmaktır ilh.. » Yani avcının maksadı, av köpeğinin veya parsın eline geçirdiği herhangi bir avı yakalamaktır. El-Hîdâye´nin sözünün de manası budur. Bizim lehimizde şu delil vardır: Avın tayini faidesiz bir şarttır. Çünkü avcının maksadı avı elde etmektir ve herhangi bir köpek o tayin edileni tutmaya güç yetiremez. Zira köpeği bu şekilde, yani tayin ettigi hayvanı tutacak şekilde eğitmek imkânı yoktur. Böylece tayin şartı kalkmış olur. «Bir tek besmele ile ilh...» Yani köpeği gönderdiği veya oku attığı zaman bir tek besmele çekecektir. «Bizim daha önce zikrettiğimizden ötürü ilh...» Yani daha önce dört vecihte zikrettiğimiz dört illetten ötürü. «Av helâl olur, fakat ondan kopan parça helâl olmaz ilh...» Yani o parça koptuktan sonra hayvan onsuz yaşayabiliyorsa o yenilmez; aksi takdirde ikisi de yenir. İnâye. Bu baştan başka diğer azalarda da tasavvur edilebilir. İnâye. «Şâfiî´nin hilafına ilh...» Şâfiî: «Eğer bu parçadan ötürü av ölürse, hem o parça hem de av yenir» demiştir. Hidâye. «Diriden kopup düşen ilh...» Bu her ne kadar balığı da kapsamakta ise de, ancak hadiste: «Balığın ölüsü de helâldir» şeklinde hüküm gelmiştir. Hidâye. METİN Eğer okla hayvanın bedeninden ayrılan parçanın yeniden bedene eklenme ve sağlamlaşma ihtimali varsa, o parça da bütün bedenle beraber yenir. Değilse yenilmez. Multekâ. Eğer atıcı avı üç parça veya daha fazla yaparsa, kuyruk kısmıyla veya onun başının yarısı veya çoğunu düşürürse veya onu ortadan iki parçaya ayırırsa bütün eti yenir. Çünkü bütün bu suretlerde kesilen hayvanın hayatından üstün bir hayat mümkün değildir. Binâenaleyh bahsi geçen hadis bunu kapsamamaktadır. Ama parçanın çoğu başla beraber ise; burada zikredilen imkân olduğundan dolayı mesele değişir. Mecusînin, puta tapanın, irtidât edenin ihrâmlı olanın avı harâmdır. Çünkü bunlar kesme ehlinden değildirler. Ama Ehl-i Kitâp böyle değildir. Çünkü zarurî kesiş tıpkı ihtiyarî kesiş gibidir. Eğer bir ava atıp onu zayıf düşürecek şekilde yaralamazsa, başka bir avcı atıp onu öldürürse, bu av ikincinin malı olur ve helâldir. Eğer birinci avcı onu zayıf düşürecek şekilde yaralarsa yani onu kendisini koruyacak nitelikten çıkarmış bir hal getirirse; diğer taraftan o hayvanda henüz yaşayacak kadar hayat varsa, bu takdirde av birinci atıcının malıdır ve haramdır. Çünkü onu ihtiyarî bir şekilde kesmeye yetecek gücü vardır. Böylece onu katletmiş oldu. O takdirde de haram olur. İkinci avcı da birinci avcıya o hayvanı telef ettiği andaki kıymeti ne ise onun tazminatını öder. Ancak yaranın kıymetten düşürdüğü miktarı düşer. Etl yenen ve yenilmeyen hayvanların avlanması helâldir. Eti yenilmeyenin avlanmasının helâl olması. Onun derisinden, tüylerinden veya kanatlarından istifâde edilmesi veya onun şerrini defetmek maksadına bağlıdır. Bütün bunlar nass mutlak olduğundan dolayı meşrûdurlar. El-Kunye´de: «Kedinin ve köpeğin herhangi bir yarar için kesilmesi caizdir» denilmektedir. En uygunu köpek ölümle pençeleştiği zaman onu kesmektir ki, kurtulsun. Keşiş ile necisulayn olmayan hayvanın eti temizlenmiş olur. Eti necisulayn olan domuz gibi hayvanların eti ise, hiç bir şekilde temizlenmez. Kesişle necisulayn olmayan bir hayvanın derisi de temiz olur. Bazıları «derisi temiz olursa da, eti temiz olmaz» demişlerdir. Bu daha sıhhatli ve fetvâya daha uygundur. Nitekim bu mesele EI´Mevâhib´den nakledilerek Es-Şurunbulâliye´de bu bölümde geçtiği gibi Taharet Bahsinde bu mesele geçmiştir. İZAH «Aksi takdirde ilh...» Yani parça düşmemiş, derisiyle bağlı kalmış ise. Hidâye. «Veya başının yarasını keserse ilh...» Yani ister bu kesiş uzunlamasına. isterse enlemesine olsun. Bedâyi. «Veya onu ikiye bölerse ilh...» Buradaki «El-Kaddu» kelimesi kökten gelen kesiş veya uzunlamasına olan kesiştir. Kâmûs. Buradaki zamir ise ava racidir. Nitekim El-Bedâyi´de böyledir. Eş-Şurunbulâliye´de zikredildi ki: «Bir çok kitapta kaddın ne tür bir kesiş olduğunun keyfiyeti açıklanmamıştır.» Sonra El-Hâniye ve Mebsût´dan şunları nakletti: «Eğer uzunlamasına onu ikiye ayırırsa o yenir.» «Ben derim ki: Zâhir şudur ki uzunluk burada kayıt değildir. Buna El-Bedayi´nin : «Yenir, çünkü o «evdâc» diye tabir edilen damarların kesilmesini kapsamıştır. Çünkü o damarlar kalpten dimağa bağlıdırlar ve kesişe benzemiş oluyor» şeklindeki talili de buna delâlet eder. Eğer baş tarafından gelenin yarıdan azını keserse hüküm yine böyledir.» Düşün. «Binaenaleyh zikredilen hadis onu kapsamaz ilh...» Çünkü o hadiste «diri» mutlak olarak zikredildi. Bu da hakiki ve hükmî diriyi kapsar. Bizim burada sözünü ettiğimiz ise; hükmen değil sureten diridir. Zira bu yaradan sonra hayatın bekâsı düşünülemez. Bunun için kendisinde hayatın bu kadarı olduğu halde suya düşerse, bir dağdan yuvarlanır veya damdan düşerse haram olmaz. Bunun tamamı El-Hidâye´dedir. Ben derim ki: Böylelikle Musannıfın oğlunun El-Bezzâziye´nin: «Eğer av kendisinden koparılmış parça olmaksızın yaşayabiliyorsa, koparılan parça yenilmez. Eğer başı gibi onsuz yaşayamıyorsa o parça da yenir hayvan da yenir» şeklindeki sözüne: «Hadis âmm´dır. Acaba El-Bezzâziye´nin bu söylediği nerden çıkıyor?» şeklindeki itirazı düşer. Ben derim ki: Bu, El-Hidâye´den alınmıştır. El-Hidâye´nin şârihi ve başka müellifler de bunu açıkça belirtmişlerdir. «Ama çoğu başıyla beraber olduğu zaman mesele bunun hilâfınadır ilh...» Meselâ avcı hayvanın bir elini, bir ayağını, bir baldırını, ayaklarına bağlı olan eklemlerini, ayaklardan sonra gelen üçte birini, başın yarısından azını koparmışsa, bütün bu takdirlerde kopartılmış parça haram olur ve kendisinden parça koparılan hayvan ise, helâldir. Hîdâye. «Mürted» sözüne gelince; mürted, İmâm ile Ebû Yûsuf´un katında murâhık (erginlik çağına merdiven dayayan) bir genç dahi olsa. İmâm Muhammed´e hilâfen hüküm böyledir. Çünkü Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf böyle bir gencin irtidâdının sıhhatli oluşuna dayanarak bu görüşü sürmüşlerdir. Bedâvi. «Çünkü ızdırâri kesiş ilh...» Çünkü Kitâbî bir kimse ihtiyarî kesiş lindedir. Binaenaleyh ızdırârî kesiş de böyledir. Yani Kitâbî´nin kesişi böyle değildir. «O ikincisinindir ilh...» Çünkü ikinci avcı onu avlamış demektir. «Ve helâl olur ilh...» Çünkü "o birincisinin atışıyla kendisini koruyacak, kaçacak imkânı kaybetmediğinden onun kesişi, ızdırârî kesiş olur bu da yaradır. Bu yara hangi yerinde olursa olsun, meydana gelmiştir. Zeylaî. «Onda yaşayacak kadar hayat varsa ilh...» Yani ondan kurtulursa başı kesildiği zamanda olduğu gibi; onda, ancak kesilen hayvanda kalan hayat kadar olması halinde olduğu gibi hayatta kalamayacak bir halde olduğu zaman, helâl olur. Çünkü böyle bir hayatın varlığı yokluğu gibidir. Eğer yaşamayacak bir halde ise, ancak onda kesilen hayvanın hayatından daha fazla hayat var ise; yani bir gün veya bir günden daha az bir zaman yaşayabiliyorsa, Ebû Yûsuf´un katında ikinci atışla haram olmaz. Çünkü Ebû Yûsuf katında bu hayat nazar-ı itibara alınmaz. İmâm Muhammed katında haram olur. Çünkü onun katında bu hayat muteberdir. Zeylâî´den özetle. «Çünkü o ihtiyarî kesişe kadirdir ilh...» Yani hayvanı kendisini koruyacak durumdan çıkarmıştır. Binaenaleyh ikinci atış koyuna atılan gibi oluyor. Bunu El-Bedâyi´de ifade etti. «İkinci avcı birinci avcıya hayvanın kıymetini öder ilh...» Çünkü o, başkasının mülkü olan bir avı telef etmiştir. Zira birinci avcı bunu yaralamak suretiyle, zayıf düşürmekle mülk edinmiştir. Binaenaleyh ikinci avcının, telef ettiğinin kıymetini birinci avcıya vermesi gerekir. Onun kıymeti telef edildiği vakitteki değeridir. O birinci avcının açmış olduğu yara ile eksik oluyor. İkinci avcıya bunu vermek düşer. Bunun açıklaması şöyledir: Birinci avcı on dirhem kıymetinde bulunan bir ava ok attı. Onu yaraladı. İki dirhem eksiltti. Sonra ikinci avcı ona attı ve o da iki dirhem kıymetini düşürdükten sonra av öldü. Binaenaleyh ikinci avcı sekiz dirhemi birinci avcıya vermek mecburiyetindedir. Ondan yani kıymetten iki dirhem düşürülür. Çünkü bu iki dirhemin düşürülmesi birincinin açmış olduğu yara ile meydana gelmiştir. Zeylâî. Musannıf, bu meseleyi şu hayvanın ölümünün ikinci avcının yarasıyla olduğu bilindiği vakitte farzetmiştir. Eğer onun iki yara ile öldüğü bilinirse veya hangi yara ile ya da iki yaradan biriyle ölmüş veya ölmemiş biliniyorsa, Hidâye´nin zahiri, tazminattaki hükmün değişeceği şeklindedir. Zeylaî farkın olmamasını tahkik etmiştir. Oraya müracaat et. BİR EK: Şu mesele kaldı: İki avcı beraberce bir ava ok attılar. Birisi öbüründen önce avı vurdu ve zayıf düşürdü, sonra ikincisinin attığı isabet etti. Veyahut birinci önce ona ok attıktan sonra, ikincisi birincinin oku isabet etmezden veya isabet ettikten fakat onu zayıf düşürmezden önce oku attı, birincisinin oku onu vurup zayıf düşürse ya da onu zayıf düşürdükten sonra ikincisi ona isabet etse ve öldürse; O av, bütün bu hallerde birinci avcınındır. Züfer´den başka diğer İmâmlar katında eti yenir. Her iki avcı beraber ava ok attılar, ona beraber isabet ettirdiler ve o iki oktan aldığı yara ile öldü. Av ikisi arasında ortaktır. Köpek de bu meselede ok gibidir. Hatta onu zayıf düşürmekle de mülk edinmiş oluyor. Onu zayıf düşürmeksizin tutması nazar-ı itibara alınmaz. Hatta kişi doğanını gönderse; doğan pençeleriyle avı tutsa, fakat zayıf düşürmese; başka bir avcı da kendi doğanını gönderip o da avı öldürse; av ikinci avcınındır ve helâldir. Çünkü birinci doğanın eli koruyucu bir el değildir ki, mâlikin elinin yerine kaim olsun. Eğer bir ok atsa ve avı zayıf düşürdükten sonra ikinci kişi ona ok atarsa, öldürürse av haram olur. Bu meselenin tamamı Ez-Zeylâî´dedir. Eğer adam iki köpeği bir ava saldırtırsa köpeklerden birisi avı vurur, onu kıpırdamayacak hale getirirse, sonra ikinci köpek vurur, onu öldürürse o avın eti yenir. Bedâyî. «Herhangi bir menfaat için ilh...» Yani az bir menfaat için olsa bile, köpek de kedi de kesilebilir. Eğer kedi insanlara eziyet vericiyse dövülmez ve kulağı bükülmez, kesilir. «Sekerât acısı çektiğinde en uygunu köpeği kesmektir» çünkü kesmekte köpeğin acısını hafifletmek bahis konusudur. T. dedi ki: «Köpekle kayıtlandırmanın anlaşılır hiç bir tarafı yoktur.» (Yani bu, diğer hayvanlar için de söz konusudur.) «Onunla tahir olur ilh...» Yani avlamakla ve boğazlamakla hayvanın eti tahir olur. Taharatte kişinin av ehlinden olmakla birlikte besmele ile de olması şart mıdır, değil midir meselesinde ihtilâf vardır. Bunu Zebâih Kitâbı´nın sonunda önceden zikrettik. El-Cevhere; «Şarttır», El-Bahr ise: «Değildir» dedi. «Domuz gibi ilh...» Necisulayna bir örnektir. «Binaenaleyh hiç bir şekilde domuz eti tâhir olamaz ilh...» Yani ne derisi, ne eti, ne de herhangi bir şeyi tâhir olamaz. «Bu daha sıhhatlidir ilh...» Allame Kasım da El-Gâye, En-Nihâye, El-Kâfiye ve başka kitaplara nispet ederek bu şekilde tashih etti. Ve: «Birinci görüş Hidâye sahibinin seçmiş olduğu yorumdur» dedi. METİN Kuşu geceleyin yakalamak mubahtır. En uygunu bunu yapmamaktır. Hâniye. Doğanı diri bir kuş ile eğitip avcı yapmak mekruhtur. Çünkü diri kuş azap görür. Avcı, bir insanın at ve koyun gibi ehlî hayvanlardan başkasının sesini işitip okunu ona doğru fırlatıp bir ava isabet ederse o av helâl olmaz. Ama aslan veya domuzun tıkırtısını işitir, oku ona atar veya köpeği ona saldırtırsa ok veya köpek yenmesi helâl olan bir ava isabet ederse o avın eti yenir. işittiği tıkırtı avın tıkırtısı mıdır, başkasının mıdır, bilmediği takdirde o av helâl olmaz. Cevhere. Çünkü mubah ile haram bir araya geldiğinde haram diğerine galebe çalar. Avcı bir geyiğe ok atsa, onun boynuzuna veya tırnağına isabet etse, hayvan da ölse, eğer isabet ettiği yerlerden kan çıkmışsa etini yer. Çünkü yara açmıştır. Aksi takdirde helâl olmaz. İtibar atış vaktinedir. Binaenaleyh müslüman olarak oku attıktan sonra irtidât ederse, okun isabet ettiği avdan yenir. Ama mürted olarak oku atar, ok henüz havada iken müslüman olursa, isabet ettiği avın eti yenilmez. Ceza kişinin ihrâmda olduğu halde attığı zaman onun ihrâmdan çıkmaıyla vâcip olur. Attıktan sonra ihrâma girmesiyle olmaz. Bu bahis Diyetler Bahsi´nden hemen önce gelecektir. BİR FER´: Eğer eğitilmiş bir doğan, bir avı tutar ve onu öldürürse, fakat bir kimsenin onu gönderip göndermediği bilinmiyorsa, bu avın eti yenmez. Çünkü göndermekte şüphe vardır. Göndermek olmaksızın ise av mubah olmaz. Eğer bir insan onu göndermişse de yenilmez. Çünkü o başkasının malıdır. Mal sahibinin izni olmaksızın onun malını toplamak câiz değildir. Zeylaî. Ben derim ki: Bizim asrımızda bir fetvâ hadisesi vaki oldu. O fetvâ şudur: Bir kişi koyununu bostanında kesilmiş olarak buldu. Acaba bu koyunun sahibi, koyunundan yiyebilir mi? Bizim daha önce söylediğimiz kaidenin muktezasına bakılırsa yiyemez. Çünkü bu meselede kesicinin, kesmesi helâl olanlardan mıdır, değil midir, şüphesi vardır. Ayrıca acaba adam besmele çekmiş midir, çekmemiş midir, şüphesi de mevcuttur. Fakat Hülasa´nın Lukata Bahsi´nde şu hüküm yer almaktadır: «Bir kavim çöl yolunda kesilmiş bir deve buldular. Eğer deve suya yakın değilse ve insanın kalbine de devenin sahibi deveyi, halka helâl olsun diye kesmiş olduğu düşüncesi hatıra geliyorsa; o vakit o deveden alıp yemekte herhangi bir şey yoktur. Çünkü delâletle sabit olan bir şey, sarâhatle sabit olan gibidir.» Böylece devenin yenilmesi zikredilen şartla mubah olur ve bilindi ki: Kesenin kesmek ehlinden olmasının bilinmesi şart değildir. Bunu Musannıf söyledi: Ben derim ki: Fetvâ hadisesi ile Lukata Hadisesi arasında fark gözetir. Şöyle ki: Birincide kesici kesinlikle mal sahibi değildir. İkincisinde kesicinin mal sahibinin olması muhtemeldir. Güvenilir bir kişinin el yazması eserinde şu meseleyi gördüm: «Kişi koyun çaldı. Besmeleyi çekerek onu kesti. Koyunun sahibi koyunu buldu. Acaba koyundan yiyebilir mi? En sıhhatli görüşe göre yiyemez. Çünkü kesici kesinlikle haram olan, mülkü olmayan şer´î bir iznin kendisine verilmediği bir şey üzerinde besmele çekmek suretiyle kâfir olmuştur.» Bu araştırılsın. El-Vehbâniye´de şunlar yer almaktadır: (şiir) «Murdar ölen bir hayvanın etini köpeğe yedirme. Çünkü o habistir, haramdır. Onun yararı ve helâl olması da mümkün değildir. «Herhangi bir kuşu bulanın o kuşa mâlik olduğuna caiz gör. Bazı İmâmlar kuşu bulanın elinden kuşu alıp azat etmeyi hoş görmemişlerdir. «Eğer kuş sahibi onu başkasının elinde görürse onu alması caizdir. Tıpkı narı soyan kişi tarafından atılan nar kabuğu gibi.» LUĞAZLARINDA (BİLMECELERİNDE) SU GELMİŞTİR «Hangi helâldir ki av olarak onu avlamak helâl değildir. Halbuki o, ne başkası tarafından avlanmış, ne de kaçarken başkası tarafından vurulmuştur.» Konu Başlığı: Reddü´l Muhtar / Avlanma Gönderen: Zehibe üzerinde 29 Ocak 2010, 00:09:52 İZAH
«Avcı bir insanın tıkırtısınI İşitirse ilh...» İnsanın sesini işitirse demektir. Bunun zahirinden anlaşıldığına göre, atışını yaptığında işittiği bu sesin insana ait olduğunu biliyorsa; demektir ve hüküm burada zikrettiği gibidir. Nitekim El-Bedâyi´de de böyledir. Hidâye´de ise mesele şu şekilde farzedilmiştir: Bir ses işitir, onu av tıkırtısı zanneder ve ona atış yaparsa, arkasından insan veya -bazen sanıldığı gibi- bir av tıkırtısı olduğu ortaya çıktığı taktirde; aralarında hüküm itibariyle bir fark yoktur. «At ve koyun gibi ehlî hayvanlardan başkasımn ilh...» Evcil kuş, ehlî domuz gibi hayvanların hükmü de böyledir. Maksat avlanmakla helâl olmayan bütün hayvanlardır. «Bir ava isabet ederse helâl olmaz ilh...» Çünkü fiil, avlanma değildir. Eğer sesini, tıkırtısını işittiği yarattığı -bir insan sandığı halde- av olduğunu görürse, helâl olur. Çünkü ne olduğu teayyün ettikten sonra, zannına itibar edilmez. Hidâye. Muntekâ´da ise, buna rağmen helâl olmayacağı zikredilmiştir. Çünkü ona atış yaptığı esnada av maksadını gütmemişti. Bundan sonra ise şunları söyler: «Ona atış yaparken avlanmak maksadıyla atış yapacak ve avlamak isteyip de sesini işittiği yaratık av hayvanı olacak. Eti yenen hayvanlardan olup olmaması bunu değiştirmez.» Zeylaî ise şunları söylemektedir: «Bu Hidâye´de bulunan hüküm ile çelişmektedir. Bununla birlikte bu görüş daha bir yerindedir.» Daha sonra da bu mesele hakkında Ebû Yûsuf´un iki görüşünün bulunduğunu belirtir: Bu görüşlerinin birine göre helâldir, birine göre helâl değildir. Zeylâî daha sonra şunları belirtir: «Hidâye´de bulunan görüş Ebû Yûsuf´tan gelen rivâyete hamledilir.» Ben derim ki: Hidâye´de bulunan hükmü, Hidâye Şârihleri de kabul etmiş, Mültekâ´da da aynı yol izlenmiştir. Bedâyi´de de böyledir. Bedâyi buna benzer bir mesele daha örnek vererek şöyle der: «Koca karısına işaret ederek: «Şu dişi köpek benden boştur» diyecek olursa, hanımı ondan boş olur ve burada kullandığı isim (dişi köpek ismi) bâtıl olur, yani bu ismin herhangi bir hükmü yoktur.» Tatarhâniye ve başkalarında şöyle denilmektedir: «Ağaç veya insan sandığı bir cisme avcı hayvanını gönderse, onun av hayvanı olduğunu görürse, eti yenir ve tercih edilen görüş de budur.» Fakat tercih edilen görüş, Hidâye´de bulunan görüştür. «Ama aslan domuzun tıkırtısını işitirse, hüküm böyle değildir. ilh...» Vahşi, evcil olmayan bir hayvanın demektir. Maksat, avlanması helâl olan her bir hayvandır. Fakat En-Nîhâye´de şöyle bir istisnâ yapılmıştır: «Sesi işitilen yaratık şayet çekirge veya balık olur da onlardan başkasına isabet ettirirse, bu şekilde avlanan hayvanın eti yenmez. Çünkü çekirge ile balık için Şer´î kesim söz konusu değildir. Dolayısıyla bu fiil Şer´î usulle kesmek olamaz.» Zeylâî, En-Nihâye´deki bu görüşe Hâniye´de yer alan şu hükümle itiraz etmiştir: «Bir çekirgeye veya bir balığa atış yapıp besmeleyi terk edecek olursa, uçan bir kuşa veya başka bir av hayvanına isabet ettirirse ve onu öldürürse, onu yemesi helâl olur. Ebû Yûsuf´tan ise iki rivâyet gelmiştir. Doğrusu onun yenebileceğidir.» Ben derim ki: Hâniye´de: «Besmelenin terk edilmesi ile ilgili hüküm» -ki bunun benzeri Bezzâziye´de de vardır- ile ilgili açıklanması gerekli bir durum vardır. Tatarhâniye´de meseleyi zikretmiş ve şunları söylemiştir: «Tercih edilen görüşe göre yenebileceğidir.» Ancak «besmeleyi terk edecek olursa» ibaresini zikretmemiştir. Âlimlerden birisinin bu konuda: «Yani unutursa» diye bir kayıt koyduğunu gördüm. Bu ise burada gerekeli bir kayıttır. Düşün. «Oku ona atarsa ilh...» Yani tıkırtısını işittiğinden başka bir ava isabet ettirirse, demektir. «Veya köpeğini ona saldırtırsa ilh...» Burada saldırtmanın, ok atmak gibi olduğuna işaret etmektedir. Zeylâî´nin : «Doğan ve para bütün bu zikrettiğimiz hususlarda köpek gibidir» şeklindeki ifadesinin doğru şekli: «Ok atmak gibidir» olmalıdır. «Helâl olur. ilh...» İsabet alan av, helâl olur, demektir. Çünkü fiil de avlanma fiili olarak vaki olmuştur. O bakımdan bir ava atış yapıp da başkasına isabet ettirmiş gibi olur. Hidâye´den özetle. «İşittiği tıkırtı avın tıkırtısı mıdır, başkasının mıdır, bilmediği takdirde helâl olmaz. ilh...» İsabet alan hayvan helâl olmaz, demektir. Nitekim ürküp kaçmış mıdır, değil midir bilmediği bir deveye ok atıp da bir av hayvanına isabet ettirirse, isabet alan bu av hayvanı helâl olmaz. Çünkü kendisine atış yapılan hayvanda asıl olan evcilliktir. Fakat vahşi olup olmadığını bilmediği bir kuşa atış yapsa, ondan başkasına isabet ettirse helâl olur. Çünkü böyle bir kuşta zahir olan durum vahşilik, ürkekliktir. Bu bakımdan her bir hayvan hakkında halinin zahirine göre hüküm verilir. Nitekim Hidâye´de de böyledir. «Çünkü yara açmıştır. ilh...» Çünkü kanın varlığıyla yaranın varlığına hüküm verilir. Bununla birlikte başka hallerde, önceden de geçtiği gibi kanatmak şart değildir. T. «İtibar atış vaktinedir. ilh...» Ancak İ. Muhammed´in zikrettiği bir meselede durum böyle değildir. Söz konusu mesele Haremin dışında ve ihrâmsız halde ilgili olup şöyledir: Harem bölgede olmayan birisi, Harem bölgesinin dışındaki bir ava ok atsa, hem avcı ve hem de avlanan hayvan harem bölgesinin dışında ise, avlanan hayvan gidip Harem bölgesine girse ve burada ok ona isabet etse ve orada ölse veya Harem bölgesinin dışında can verse, hayvan yenmez. Bunun dışındaki hallerde ise itibar atış vaktindeki durumadır. Tatarhâniye. Yani yiyen kişi hakkında durum böyledir. Mülk edinmek konusuna gelince; Hayvanın isabet aldığı vakte itibar edilir. Zahîre´de olduğu gibi. Eğer bir ava ok atsa, ondan sora bir başkası aynı ava ok atıp ikinci atan birincisinden önce isabet ettirip ağır yaralasa, o av hayvanı ikincisinindir. «Müslüman olarak oku atsa, sonra irtidat ederse, okun isabet ettiği avdan yenir. ilh...» Burada zâhiren görüldüğü kadarıyla «bi riddetihî» kelimesinin başında yer alan «bâ» harf-i cerri, müsâhabet içindir. Tıpkı yüce Allah´ın : «Ey Nûh, denildi, bizden bir esenlik ve bereketlerle in...» (Hûd, 48) buyruğunun «bi selâmin» kelimesinin başındaki «bê» harfinin durumunda olduğu gibi. Buna göre «bi riddetihî» ifadesinin anlamı şöyle olur: Okunu attıktan sonra ve oku hayvana isabet etmeden önce veya ettikten sonra, irtidâd etmesiyle birlikte... Bu ise, sözü geçen asıl kaidenin fer´î bir meselesidir. Bu meselede av helâl olur. Çünkü, okunu attığında müslüman idi. Yine bir ava okunu atsa, sonra av başka bir sebepten ötürü düşse, sonra ok, o ava isabet etse de hüküm böyledir. Çünkü okun atılması esnasında o hayvan bir av idi. Hâniye. «Ama ok havada iken müslüman olursa, isabet ettiği avın eti yenmez. ilh...» Yani mürted olarak ava ok atarsa, demektir. «İhrâmdan çıkmasıyla birlikte cezâ vermesi vacip olur. ilh...» Yani ihramdan çıkmasıyla birlikte, ihrâmlı olarak avladığı hayvanın cezasını öder. «Attıktan sonra ihrama girmesiyle olmaz. ilh...» Yani ihrâmsız iken ava ok atarsa, arkasından ihrâma girerse, ceza gerekmez. Tatarhâniye´de şu mesele yer almaktadır: «İhrâmsız bir kişi bir ava ok atıp Harem bölgesinin dışında ava isabet ettirse ve fakat Harem Bölgesi´nin içerisinde ölse veya Harem Bölgesi´nin içerisinden ava ok atıp Bölgenin dışında isabet ettirse, av helâl olmaz. ikinci halde cezâ gerekmekle birlikte, birinci halde herhangi bir ceza gerekmez.» «Ben derim ki, ilh...» Musannıf´ın El-Minah´taki sözleri cümlesindendir. «Çünkü göndermekte şüphe vardır. ilh...» Bundan şu anlaşılmaktadır: Tabiat itibariyle avlayıcı olan doğanın halinden zâhir olduğuna göre, o bir avcı tarafından gönderilmemiştir -İslâm Diyarı´nda hayvan kesenin durumunun aksine- herhangi bir kimsenin de mülkü değildir. Çünkü İslâm Diyarı´nda hayvan kesenin durumunun zahirinden anlaşılan şudur: Hayvan kesenin kestiği yenir ve hayvanı keserken besmele getirmiştir. Çarşılarda satılan etlerde, bunun yerine getirilmemiş olma ihtimali söz konusudur. Ancak böyle bir ihtimale, kat´î olarak harâm kabul etmek konusunda, itibar edilmez. «Fakat Hulâsa´nın Lukata Bahsi´nde ilh...» Müellifin: «...Helâl olmaz ilh...» sözleriyle ilgili başka bir açıklamadır. «Eğer deve suya yakın değil ise ilh...» Burada «suya yakın olma» kaydını şundan dolayı getirmiştir: Eğer deve suyun yakınında bulunuyorsa. durumun şu şekilde olma ihtimali vardır: Deve suya düşmüş, sahibi tarafından sudan çıkartıldıktan sonra hayattadır zanniyle boğazlanmış, ancak onu boğazlarken deve ne hareket etmiş, ne de ondan kan çıkmıştır Bu sebeple sahibi onun suda boğulup öldüğünü anladığından ona elini sürmeden bırakmıştır. Çünkü onun bu deveyi insanlar ondan serbestçe yararlansınlar diye terk ettiği düşünülemez. Mesele bana göründüğü kadarıyla böyle olmalıdır. Düşün. «Halka helâl olsun diye kesmiş olduğu düşüncesi hatıra geliyorsa ilh...» Göründüğü kadarıyla burada «hatıra gelmek»ten murad, zann-ı galibdir. Mücerret olarak hatırdan geçmesi değildir. Çünkü mücerret olarak hatıra geçmek üzerine herhangi bir hüküm terettüp etmez. T. «Halka helâl olsun diye ilh...» Bu maksatla (yani halka mübâh olsun diye) böyle yapan kimseleri hac yolculuğumuz sırasında gördük. T. «Çünkü delâletle sâbit olan bir şey ilh...» Buradaki delâletle sabit olmaktan maksat, hatıra gelen halin sahibinin delâletidir. Çünkü böyle bir halin delâleti, «Ben bunu alan kimseye mübâh kılıyorum» demek gibi sahih (açık) sözün delâleti gibidir. Özellikle Hac´da Minâ´da Kurban Kesme günlerinde kesilip bırakılmış halde bulunan hayvanların durumunda böyledir. «İkincisinde ise kesicinin mal sahibinin olması muhtemeldir. ilh...» Bundan şu da anlaşılmaktadır: İkincisinde, hayvanı kesenin hayvana mâlik olma ihtimalinin bulunması, kesenin bir mecûsî veya kastî olarak besmeleyi terk etmiş olması ihtimalini ortadan kaldırmaz. O bakımdan şöyle denilmesi daha uygun olurdu : Eğer o yerler mecûsî´lerin iskân ettiği veya gelip geçtikleri bir yer ise, yenilmez; değilse yenir. Bu konuda besmele çekmenin kastî olarak terk edildiği ileri sürülerek itiraz edilemez. Çünkü müslüman veya Kitap Ehli olan kimselerin hallerinden zahir olan, besmele çekmektir. Çünkü müslüman ve Kitâp Ehli böyle bir şeyin gereğine dinen inanmaktadır. Bunun hilâfı ise bir vehimden ibarettir; tercih edilmesi gereken görüş ile çelişmez. H. Ben derim ki: Kesilmiş bulunan hayvanın bulunduğu yere itibar edildiği şeklindeki bu görüşü, fakihlerin Lakit (Buluntu çocuk) hakkında belirtmiş oldukları şu hüküm de desteklemektedir: Onlar şöyle demektedir: Eğer buluntu çocuğun kendisine ait olduğunu bir zımmî ileri sürerse, çocuğun o zımmîden nesebi sabit olur. Şu kadar var ki bu çocuk, müslüman kabul edilir. Ancak çocuk zımmîlerin yaşadığı bir köy ve kasabada, kilise veya havrada bulunmamış olmalıdır. (O takdirde müslüman kabul edilmez.) «Güvenilir bir kimsenin el yazısıyla gördüm ki; ilh.. » Bu konuda fark gözetileceği görüşünü desteklemek üzere bunu söyledi. Ancak bu konu tartışılabilir. Çünkü mutemed bunun hilâfınadır. Bunun delili ise, Fıkıh alimlerinin. Kurban Kesme bölümünde gasp edilen koyunun kurban edilmesinin sahih olduğunu söylemeleri buna karşılık ise vedîa olarak bırakılmış koyunun kurban edilmesinin sıhhatinde ihtilâf etmiş olmalarıdır. Bu bakımdan Sâlhûni şöyle demektedir: «Ben diyorum ki: Bu, Gasb ile Udhiye bölümlerinde geçen hükümlere aykırıdır. Ona itibar edilmez.» «Murdar ölen bir hayvanın etini bir köpeğe yedirme. ilh...» Yedirmek, ölü leşini taşıyıp ona götürmek demektir. Köpeğin ete doğru götürmeye (veya göstermeye) gelince. kediyi leşe götürmek gibi caizdir. Şurunbulâlî. «Bir kuşu bulanın o kuşa mâlik oluşunu caiz gör.» Kuş sahibinin: «Bu kuş bulanın olsun» demesi gibi. Şayet böyle bir şey dememişse, o kuşu yakalayandan almak hakkı vardır. Tercih edilen görüş de budur. Eğer kuş sahibinin böyle bir şey söyleyip söylemediği konusunda ihtilâf etseler, «böyle bir şey söylemediğine» dair yemin etmesi şartıyla, kuş sahibinin sözüne itibar edilir. Mubah kılmanın bilinen bir topluluk hakkında olmasının şart olup olmadığı konusunda ise ihtilâf vardır. «Bazı İmâmlar kuşu azat etmeyi hoş görmüşlerdir. ilh...» Bazı İmâmlar, İmâmların çoğunun bunu caiz gördüğü şeklindeki görüşü kabul etmemektedir. Bu nakledilmiş de değildir. Aksine zâhir olan, mezhep görüşünün bunun haram olduğu şeklindedir. Ş. Ben derim ki: Zâhire göre bu hüküm, kuşun sahibinin: «Bunu kim yakalarsa bu kuş onundur» dememesi haliyle ilgilidir. Aksi takdirde bu az önce geçen meselenin aynıdır. «Eğer kuş sahibi onu başkasının elinde görürse alabilir. ilh...» Yani, kuşu salıverdiğinde -geçtiği şekilde- alana mubah kılmamışsa böyledir. «Narı soyanın kabuğunu atması gibi, ilh...» Onu almanın helâl kılınması cihetine bir benzetmedir. Bunu mülk edinip, birinci sahibi onu olmaktan men etmeye gelince, bunda ihtilâf vardır. Tercih edilen görüşe göre, ona mâlik olur. Avlanma ile ilgili olması halinde ise, eğer «alanın olsun» gibi bir ifade kullanmamış yani mubâh kılmamış ise, ona mâlik olmaz. Binek hayvanını başıboş bıraktığı takdirde de durum böyledir. Nitekim Şurunbulâlî bunu Şerhi´nde uzun uzadıya açıklamıştır. «Hangi helâldir ki, av olarak onu avlamak helâl değildir? ilh...» Şu demektir: İhramlı olmayan, Harem Bölgesinde de bulunmayan bir adam, başkasının avlamadığı ve sahibinden de kaçmamış bir av gördüğü halde, nasıl olur da avlanması helâl değildir? Bu bilmecenin cevabı şudur: Bir adam başka bir adamın evine girer. Ev sahibi onu görünce evinin kapısını, kendi mülkünü avlamaksızın olabilecek şekilde kapattı. Bu adam evden çıkıp gidecek olsa bile, ihramlı olmayan bu adamın bu hayvanı avlaması helâl olmaz. Ya da maksat şu olabilir: İhramlı olmayan ev sahibinin bu av hayvanını yaralayıcı bir âletle avlaması helâl olmaz. Çünkü o hayvanı ihtiyârî olarak kesebilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah´tır... |