> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Oruç
Sayfa: [1] 2 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Oruç  (Okunma Sayısı 7925 defa)
23 Mart 2010, 01:13:27
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 23 Mart 2010, 01:13:27 »



Reddü´l Muhtar / Oruç


SAVM (ORUÇ) BAHSİ

Hilâlin Gündüz Görülmesi

KEFARET BAHSİ

ORUCU BOZAN VE BOZMAYAN ŞEYLER BÂBI

ORUÇLUYA MEKRUH OLAN ŞEYLER.

Güzelleşmekle Süslenmek Arasında Fark Ve Sakalı Kısaltmak.

Aşüre Günü Çoluk-Çocuğa Cömert Davranma Hadisi

ORUÇ TUTMAMAYI MÜBAH KILAN ÂRIZALAR.

Kıyasın İstihsana Tercih Edildigi Yerlerden Biri

Nezir Hakkında.

Şevvâlin Altı Gün Orucu.

İTİKAF BÂBI

Kadir Gecesi





SAVM (ORUÇ) BAHSİ



METİN


Bazıları «Musannıf "savm" yerine "sıyâm" dese daha iyi olurdu» demişlerdir. Çünkü Zahîriyye´de, «Bir kimse, "üzerime savm borç olsun", dese o günü tutması lâzım gelir. "Sıyâm borç olsun" dese, üç gün oruç tutması gerekir. Nitekim Teâlâ Hazretlerinin "sıyâmdan fidye lâzım gelir" âyeti kerimesinde de hüküm budur» denilmiştir. Fakat bu söz tenkit edilmiş; «Orucun nevileri vardır. Bir de kelimenîn başındaki "elif lâm" cemi´ mânâsını iptal eder» denilmiştir.

Esah kavle göre, oruç ayına sadece «Ramazan» demek mekruh değildir. Oruç, kıble Kâbe´ye çevrildikten yani Hicret´ten bir buçuk sene sonra Şaban ayının Onun´da farz kılınmıştır.

Savm lügatta; yiyip içmekten veya konuşmaktan kendini tutmaktır.

Şeriatta ise; mâlûm niyetle birlikte vakti mahsusta şahsı mahsusun aşağıda gelen bozucu şeylerden hakikaten veya hükmen kendini tutmasıdır. Unutarak yiyen gibi ki, böylesi hükmen kendini tutmuş (yememiş) sayılır.

Vakti mahsustan murad, gün; şahsı mahsustan murad da, İslâm memleketinde bulunan Müslüman veya orucun farz olduğunu bilip, yabancı memlekette bulunan, hayız ve nifastan temiz kimsedir.

İZAH

El-İzâh adlı kitapta şöyle denilmiştir: «Bilmiş ol ki, oruç dinin en büyük rükünlerinden; Şer-i Metin´in en sağlam kanunlarından biridir. Kötülüğü emreden nefsi, o kahretmiştir.» Oruç, kalbin amelleri ile yiyip içmeyi ve o gün bütün cima´ları menetmekten mürekkep bir ibadettir. Ve en güzel fazîlettir. Ancak nefse en ağır gelen bir tekliftir. İmdi hikmeti İlâhiyye, mükellefi alıştırmak´ için, işe tekliflerin en hafifi olan namazdan başlamayı iktiza etmiştir. Sonra orta derecede olan zekâtla bu teklifi ikilemiş; daha sonra en ağırı olan oruçla üçlemiştir. «Huşû sahibi erkek ve kadınlar, sadaka veren erkek ve kadınlar, oruç tutan erkek ve kadınlar...» âyeti kerimesinde medih ve tertip makamında buna işaret buyrulmuştur. İslâm´ın temelini zikrederken, "Namazı kılmak, zekâtı vermek ve ramazan ayında oruç tutmak" denilmesi de buna işarettir. Onun için şerîatın imamları, tasnif ettikleri kitaplarda bu tertibe uymuşlardır. İbn-i Şilbî´nin Şerhi´nde de böyle denilmiştir.

Şârih´in «bazıları» tabirinden murad, Bahır sahibidir. H. Zahîriyye´deki istişhâdın izahı şudur; Bu fer´î mesele gösteriyor ki, sıyam kelimesi cemi´dir. Bunun en azı üç gündür. Nitekim âyette de öyledir. Zira yeminin fidyesi üç gün oruç tutmaktır. Binaenaleyh sıyâm tabirini kullanmak daha iyidir; çünkü birden fazlaya delalet eder. Sözün başlığı üç nevi; yani farz, vâcip ve nâfile oruçlar içindir.

«Fakat bu söz tenkît edilmiş ilh...» Tenkît eden Nehir sahibidir. Şârih´in sözünün hâsılı şudur: "Savm" kelimesi cins ismidir. Onun nevileri vardır. Bunlar yukarıda zikrettiğimiz farz, vâcip ve nâfiledir. Şu halde oruçtan, gerek savm gerekse sıyâm tabiri ile bahsedilsin, maksat başlıkta bildirilen nevileridir. Üç gün veya fazlası değildir.

El-Muğrib (adındaki lügatin) sahibi, savm ile sıyâmın aynı mânâya geldiklerini ifade etmiştir. Bu kelimelerin cemi mânâsına delâletleri yoktur. Onun için Kadı Beyzavî, «Sıyâmdan fidye lâzım gelir» ayet-i kerimesinin tefsirinde, «Bu, fidyenin cinsini beyandır. Miktarını ise Peygamber (s.a.v.) Kâ´b hadisinde beyan buyurmuştur.» demiştir. Evet, sıyâm kelimesi, bildiğin gibi sâimin cem´i olarak gelir. Fakat burada ve âyet-i kerimede bu mânâyı kastetmek doğru değildir. Bu açıktır.

Sıyâm kelimesinin savmın cem´i olduğu teslim edilse bile, onu tercih evlâ olamaz. Çünkü cins bildiren "elif lâm" cemi mânâsını iptal eder. Binaenaleyh savm ile sıyâm tabirleri müsavidirler.

Şârih´in Nehir sahibine uyarak söylediklerinin izahı budur. Bu izaha göre Zahîriyye´nin sözü müşkil kalır. Velev ki Nehir sahibi Onun hakkında, «İhtimal sıyâm lâfzı ile şeriat lisanında üç gün kastedilmiştir demek istemiştir. Borçtan kurtulmuş olmak için nezirde de böyledir. Savm lâfzı bunun hilâfınadır» demiş olsun. Nehir sahibi şunu demek istemiştir: Sıyâm lâfzı cemi olmasa da, âyette üç gün murad edilerek bu kelime kullanılmıştır. Nasıl ki bu icmâl hadiste açıklanmıştır. Şu halde nezreden kimsenin sözünde de ihtiyatan bu mânâya alınmalıdır.

«Esah kavle göre...» Bazıları, «Sahih olan İmam Muhammed´in Mücâhid´den rivayetidir. Bu rivayetin hilâfı naklolunmamıştır. Mezkûr rivayete göre "ramazan geldi", "ramazan gitti" demek mekruhtur. Çünkü "Ramazan" Allah Teâlâ´nın isimlerinden biridir» demişlerdir. Ama umumiyetle ulema mekruh olmadığını söylemişlerdir. Zira sahih hadislerde mekruh olmadığı bildirilmîştir. Bir hadiste Rasulullah (s.a.v.), «Her kim ramazanı îman ve ihtisapla oruç tutarak geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.» buyurduğu gibi; diğer bir hadiste de, «Ramazanda umre yapmak bir hacca bedeldir.» buyurmuştur. Ramazan kelimesinin Allah Teâlâ´nın isimlerinden olduğu, meşhur rivayetlerde sâbit olmamıştır. Olsa bile "hakîm" gibi o da müşterek isimlerdendir. Dirâye adlı kitapta da böyledir.

«Aşağıda gelen bozucu şeyler»den murad, orucu bozan şeyler babında görülen mâlûm şeylerdir. Unutarak yiyip içen kimse hükmen oruçludur. Çünkü şeriat onun yemesini muteber saymamıştır.

Vakt-i mahsus´tan murad, gündür. şer´î gün, tan yerinin ağarmasından, güneşin kavuşmasına kadar devam eder. Tan yerinin ağarması´ndan murad, ilk doğduğu an mı, yoksa aydınlığın yayıldığı zaman mı olduğu ihtilaflıdır. Bu hilâf, namaz hakkındaki hilâf gibidir. Birinci kavil daha ihtiyatlı, ikincisi daha geniştir. Güneşin kavuşması´ndan murad, doğu tarafında karanlık belirecek şekilde güneşin cirminin kaybolmasıdır.

Peygamber (s.a.v.), «Gece şu taraftan geldi mi, oruçlu iftar eder.» buyurmuştur. Yani doğu tarafında hissen karanlık görüldüğü zaman, iftar vakti meydana çıkar; yahut hükmen iftar etmiş olur, demektir. Çünkü gece oruç için zarf değildir. Hadisin haber şeklinde söylenmesi, iftarı acele etmeye teşvik içindir. Nitekim Fethu´I-Bârî´de de böyle denilmiştir. Kuhistânî.

İslam memleketinde bulunan ilh...» Biliyorsun ki sözümüz şer´an orucun hakikatini beyan, yani orucun ne ile tahakkuk edebileceği hususundadır. Şüphesiz, niyet ederek gündüzün orucu bozan şeylerden kendini tutmaktan ibaret olan oruç, İslâm diyarında olsun, dâr-ı harpte olsun, keza orucun farz olduğunu bilsin veya bilmesin hayz ve nifastan temiz olan müslümandan tahakkuk eder. Kaldı ki, orucun farz veya nâfile olarak tarifi ile, farz olduğunun bilinmesi veya İslâm memleketinde bulunması, ancak akıl ve buluğ gibi ramazan orucunun farz olması için şarttır. Sahih olmasının şartı değildir. Binaenaleyh Şârih´e yaraşan «hayız ve nifâstan temiz» demekle yetinmek idi. Sonra gördüm ki, Rahmetî de benim söylediğimi söylemiş.

Şârih, «Yahut orucun farz olduğunu bilip yabancı memlekette bulunan...» diyor; Çünkü İslam memleketinde bulunmak, farz olduğunu bilmese bile oruç tutmayı icap eder. İslâm memleketinde bilmemek özür değildir. Dâr-ı harp böyle değildir. Bilmemek orada özürdür. Farz olduğunu bilmedikçe oruç tutması farz olmaz. Farz olduğunu öğrendikten sonra, geçmiş günlerin kazası gerekmez .Zira orada bilmemek özür sayıldığı için, bilmeden mükellef olmaz. Bilgi ancak, hâli gizli iki erkek, veya bir erkekle iki kadının; yahut İmam-ı Azam´a göre âdil bir erkeğin haber vermesi ile hâsıl olur. İmameyn´e göre adalet, buluğ ve hürriyet şart değildir. Nitekim İmdâdü´l-Fettâh´da beyan edilmiştir.

METİN


Buluğ ve ayrılma ise orucun sahih olması için şart değildir. Çünkü niyet bulunduktan sonra, küçük çocukla baygın veya delinin oruçları da sahihtir. Bu gibilerin ikinci gün oruç tutmalarının sahih olmaması, niyet bulunmadığı içindir.

Orucun hükmü, sevaba nail olmaktır. Velev ki, gasbedilmiş yerde namaz kılmak gibi yasak edilmiş olsun. Nezredilen orucun sebebi nezirdir. Onun için muayyen bir ay tayin eder de ondan önce oruç tutarsa kâfi gelir. Zira sebep mevcuttur. Tayin hükümsüz kalır. Kefâret oruçlarının sebebi, yemini bozmak ve katildir. Ramazan orucunun sebebi, ramazan ayının bir cüzüne yetişmektir. Bu cüz muhtar olan kavle göre, geceden de gündüzden de olabilir. Nitekim Habbaziye´de bildirilmiştir. Fahrulislâm ile başkaları ,bu cüzün her gün orucun başlanabileceği bir cüz olmasını tercih etmişlerdir. Hattâ bir deli geceleyin; yahut son oruç günü zevalden sonra ayılsa, kaza etmesi lazım gelmez. Fetva buna göredir. NitekimDirâye´den naklen Müctebâ ile Nehir´de de böyle denilmiştir. Birçok ulema bu kavli sahihlemişlerdir. Hak olan da budur. Nasıl ki Gâye´de beyan edilmiştir.

İZAH

«Büluğ ve ayılma ise...» cümlesi, bir sual-i mukadderin cevabıdır. Sual şudur: Musannıf şahs-ı mahsusu, neden büluğ, delilik veya baygınlıktan, yahut uykudan ayık olmakla kayıtlamadı? Cevabın beyanı şöyledir: Sözümüz şer´î orucun tarifi hakkındadır. Bu onun rüknünü beyanla olur ki, o da zikredilen bozuculardan kendini tutmaktır. Bir de sahih olması neye bağlı ise, onları beyan gerekir. Bunlar "üç şey" yani İslâm, hayız ve nifastan temizlik ve niyettir. Nitekim Bedâyi´de bildirilmiştir. Fetih´te İslâm zikredilmemiştir. Çünkü niyet onun zikrine hacet bırakmaz, Müslüman olmayan kims...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Oruç
« Posted on: 23 Nisan 2024, 21:46:13 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Oruç rüya tabiri,Oruç mekke canlı, Oruç kabe canlı yayın, Oruç Üç boyutlu kuran oku Oruç kuran ı kerim, Oruç peygamber kıssaları,Oruç ilitam ders soruları, Oruçönlisans arapça,
Logged
23 Mart 2010, 13:48:28
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 23 Mart 2010, 13:48:28 »

METİN

Kasten tutarsa, nevruz ve mehrecan orucu, sene orucu, sukût orucu ve - beş günde tutmasa bile - visâl orucu da tenzîhen mekruh oruçlardır. Bu Ebû Yusuf´a göredir. Nitekim Muhit´te bildirilmiştir. Binaenaleyh nâfile 15´tir. Lâzim olan orucun nevileri 13´tür. Yedisi arka arkaya tutulur. Bunlar: Ramazân kefâreti zıhâr, katil, yemin, bozulan ramazan orucu, nezri muayyen ve vâcip olan itikâf oruçlarıdır. Altısında kul muhayyerdir. Bunlar da: Nâfile, ramazanın kazası, müt´a orucu, tıraş fidyesi, av cezası ve nezri mutlak oruçlarıdır.

İZAH

"Nevruz" Farsça bir kelime olup, "yeni gün" mânâsına gelir. Murad, güneşin kuzu burcuna girdiği gündür ki, güneş yılının başıdır.

Mehrecan da, güneşin terazi burcuna girdiği gündür; eylül ortalarına tesadüf eder. Nevruz ve mehrecan Acemler´in bayram ettikleri günlerdir.

«Kasten tutarsa» ifadesi Muhit´te de vardır. Ondan sonra Muhit sahibi şöyle demiştir: «Muhtar olan kavil şudur ki, o günden evvel oruç tutuyordu ise efdal olan, onu tutmasıdır. Aksi takdirde tutmaması efdaldir. Çünkü oruç tutması o günü tâzime benzer. Bu ise haramdır.»

«Sükût orucu»ndan murad, konuşmadan tutulan oruçtur. Bunu yapan, Mecûsîlere benzer; zira bu işi onlar yapar. Muhit.

İmdâd sahibi diyor ki: «O kimsenin hayırlı sözler söylemesi ve muhtaç oldukça konuşması icabeder.»

«Visâl orucu»´nu imam Ebû Yusuf´la Muhammed, "iki gün arka arkaya oruç tutmak" diye tefsir etmişlerdir. Bahır. Hâniyye sahibe ise. «Bütün sene oruç tutup, yasak günlerde dahi bırakmamaktır» demiştir. Hulâsa´da, «Bir kimse yasak günlerde oruç tutmazsa, muhtar kavle göre bunda bir beis yoktur» denilmiştir.

«Beş gün»´den murad ,iki bayramla teşrik gûnleridir.

«Bu Ebû Yusufa göredir» ifadesinden, İmam-ı Azam´la İmam Muhammed´in Ona muhalif oldukları anlaşılıyor. Fakat Bedâyi´ın ifadesinden anlaşıldığına göre muhalif, mezhep sahiplerinden başkadır. Orada şöyle denilmiştir: «Fukahadan biri; "Bir kimse bütün sene oruç tutar; bayram ve teşrik günlerinde tutmazsa, visâl orucu hakkındaki yasaklamaya dahil olmaz" demiş. Ebû Yusuf buna ret cevabı vererek "Bence bu mesele bu adamın söylediği gibi değildir. O kimse bütün sene oruç tutmuştur" denmiştir. Galiba bununla sene orucunun yasaklanması, bu günlerde oruç tutulduğu için değil; farz ve vâcipleri eda ve nafakasını kazanmaktan âciz kalacak şekilde zayıflatacağı için olduğuna işaret etmiştir..»

«Binaenaleyh nâfile 15´tir.» Birçok nüshalarda bu sayı, bayramları iki saymak ve pazar gününü de nâfilelere katmakla elde edilmiştir. Lâkin Şârih´in saymadığı tahrîmen mekruhlardan, teşrik günleri ile yevm-i şek kalmıştır. Nitekim tafsilatı ileride gelecektir. Mekruhlardan bazıları da; kocasından izin almadan kadının; sahibinden izin almadan kölenin; patronundan izin almadan çırağın oruç tutmasıdır. Bunların beyanı ileride gelecektir;

Mendup oruçlardan bazıları da, pazartesi ve perşembe günleri tutulan oruçlarla, Dâvud (aleyhisselâm) orucu ve şevvalin altı günüdür. Nitekim itikâf bâbından az evvel gelecektir.

«Yedisi arka arkaya tutulur.» Bahır sahibi dahi bunları yedi çıkarmış; lâkin itikâf orucunu bırakarak, onun yerine muayyen yemin orucunu saymıştır. Meselâ «Vallâhi recep ayını oruçla geçireceğim» demek, muayyene yemindir. Herhalde Şârih onu nezr-i muayyene katmış olacaktır. Zira ikisi de sözle icaptır. Sonra Bahır´da şöyle denilmiştir: «Nezr-i mutlakda arka arkaya devam zikredilir veya niyet olunursa, o da buna katılır.» Yine Bahır´da zikredildiğine göre, bir kimse arka arkaya tutulması icap eden oruçtan bir gün bıraksa bakılır: Eğer arka arkaya devam vakit için emrolunmuşsa - ki o da ramazan, nezr-i muayyen ve muayyen oruç tutmaya yemindir - yeniden başlaması lâzım gelmez. Fiil için emrolunmuşsa - ki o da oruçtur - diğer altı kısım gibi yeniden başlaması lâzım gelir.

Ben derim ki: Şârih´in ziyade ettiği itikâf orucu birinci kısımdandır.

«Altısında kul muhayyerdir.» Bahır sahibi bunları da altıya çıkarmış; ancak nafileyi zikretmemiştir. Zira sözümüz lâzım orucun nevileri hakkındadır. Onun yerine mutlak yemin orucunu koymuştur. Meselâ, «Vallahi bir ay, oruç tutacağım» demek, mutlak oruca yemindir. Herhalde Şârih bunu da yukarıdaki gibi nezr-i mutlaka katmış olacaktır.

«Mut´a orucu» temettu haccında kesecek kurban bulamayan kimsenin tuttuğu oruçtur. Kırân haccında da hüküm budur. Böyle hacceden bir kimse, hacdan önce üç gün, döndüğü zaman da yedi gün oruç tutar. T.

«Tıraş fidyesi ve av cezası» olarak hacı oruç tutmayı tercih ederse tutar. T.

«Nezr-i mutlak» ayla kayıtlanmayan, arka arkaya tutulacağı zikredilmediği gibi; böyle tutacağına niyet dahi edilmeyen oruçtur.

METİN

Bu anlaşıldıktan sonra deriz ki: imdi ramazanın edası ile, nezr-i muayyen ve nâfile oruca, geceden kaba kuşluğa kadar niyetlenmek sahih olur. Güneş kavuşmadan ve kavuşurken niyetlenmek sahih olmadığı gibi; kaba kuşluktan sonra ve kaba kuşlukta dahi caiz olmaz. Zira günün yarıdan fazlasına itibar olunur. Bu oruçlara mutlak oruç ve nâfile niyeti ile dahi niyetlenilebilir. Çünkü o günde başka oruç yoktur. Yalnız ramazanın edasında, vasıfta hata ederek meselâ "başka farz oruca" diye niyetlenmek caizdir. Zira bu oruç Şâri hazretlerinin tayini ile muayyendir.

İZAH

Şârih´in «ramazanın edası» diye kayıtlaması, ramazan orucunun kazası ile nezr-i muayyenin kazasında ve bozulan nafilenin kazasında geceden niyet ve tayin şart olduğu içindir. Nitekim Musannıf´ın «geri kalan oruçlarda...» dediği yerde gelecektir. Vaktinin muyyen olması hususunda nezr-i muayyen ramazan orucu hükmündedir.

«Nâfile»den murad; farz ve vâcipten başka oruçlardır ki, sünnet, mendup ve mekruh oruçlara şâmildir. Bahır ve Nehir.

Niyete gelince: Bu hususta ihtiyar´da şöyle denilmektedir: "Oruçta niyet şarttır. Niyet, oruç tuttuğunu kalbi ile bilmesidir. Ramazan gecelerinde hiçbir Müslüman bundan hâli kalmaz. Dil ile niyet şart değildir. Niyetin ilk vaktinin, güneşin kavuştuğu zaman olduğunda hilâf yoktur, Sonu hakkında ulema ihtilâf etmişlerdir. Nitekim gelecektir." Niyeti bozan şeylerin beyanı da gelecektir. Bahır´da Zahiriyye´den naklen, «Sahura kalkmak niyettir» denilmiştir.

«Güneş kavuşmadan niyetlenmek sahih değildir.» Bir kimse güneş batmadan yarınki oruca niyet edip sonra uyusa, veya bayılsa, yahut ertesi gün zeval vaktine kadar gaflete düşse, orucu caiz olmaz. Ama güneş kavuştuktan sonra niyetlenirse caiz olur. Hâniyye. Aynı eserde şöyle denilmektedir: «Bir kimse fecir doğarken niyetlense caizdir. Çünkü farz olan, niyetin oruçla beraber bulunmasıdır. Önce yapılması şart değildir.»

«Kaba kuşluk»tan murad: Şer´an mu´teber olan günün yarısıdır. Şer´î gün, doğu ufkunda ziyanın uçuşmasından, güneş kavuşuncaya kadar devam eden vakittir. Burada gaye mukayyete dahil değildir. (Yani sınır olan gece oruçta dahil değildir.) Nasıl ki Musannıf da «kaba kuşlukta dahi caiz değildir» diyerek buna işaret etmiştir. H. Musannıf, Mecmâ sahibi ile Kudûri´nin yaptıkları gibi «zevâl vaktine kadar» dememiştir. Çünkü bu zayıftır. Zevâl, güneşin doğmasından itibaren günün yarısıdır. Halbuki. orucun vakti fecrin doğmasından başlar. Nitekim Mebsut´tan naklen Bahır´da beyan edilmiştir.

Hidâye´de şöyle denilmiştir: «Cami-i Sagîr´de "günün yarısından önceye kadar" denilmiştir ki, esah olan da budur. Çünkü günün ekserisinde niyet bulunması mutlaka lâzımdır. "Günün yarısı" fecrin doğmasından kaba kuşluğa kadardır; zevâl vaktine kadar değildir. Binaenaleyh günün ekserisinde niyet tahakkuk edebilmek için kaba kuşluktan önce yapılması şarttır.» Şeyh İsmail´in Şerhi´nde şu satırlar vardır: «Bu kavlin esah olduğunu açıklâyanlardan bazıları da Attâbiyye ve Vikâye sahipleridir. Muhit´te bu Serahsî´ye nisbet edilmiştir ki sahih olan da budur. Nitekim Kâfi ile Tebyîn´de beyan edilmiştir.»

İhtilâfın semeresi, zevâle yakın niyet ettiği zaman meydana çıkar. Nasıl ki Tatarhâniyye´de Muhit´ten naklen bildirilmiştir. Bununla anlaşılıyor ki, Bahır´ın «Zâhire göre ihtilâf hükümde değil, ibarededir.» sözü acık değildir.

T E T İ M M E : Sirâc´da şöyle denilmiştir: «Bir kimse gündüzün oruca niyet ederse; bununla günün evvelini de niyet eder. Hattâ zevâlden önce oruca niyetlenir de o dakikadan itibaren oruçlu olmayı kasteder; günün evvelini kastetmezse oruçlu olmaz.»

«Mutlak oruç», farz, vâcip veya sünnet diye kayıtlamadan niyetlenilen oruçtur. Çünkü ramazan mi´yâr (ölçek)dir. Onda başka oruç meşru değildir. Binaenaleyh farz içinmuayyendir. Muayyen tayine muhtaç değildir. Nezr-i muayyen de Allah´ın vâcip kılması ile muteberdir. O halde her biri mutlak niyetle eda edilebilir. İmdâd.

«Ramazan orucunda vasıfta hata caizdir.» Bütün musannıfların ifadeleri bu şekildedir. Ulemadan bir cemaatın izahatından anlaşılıyor ki, vasıfta hatadan murad, ramazanı nâfile niyeti ile veya başka bir vâcip ile vasıflandırmaktır. Zira bir müslümanın kasten bunu yapması ihtimalden uzaktır. Bundan maksat, yalnız farza niyet değildir. Binaenaleyh Musannıf´ın Dürer sahibine uyarak «nâfile niyeti ile ve vasıfta hata ederek» demesi söz götürür. Sadece "vasıfta hatayı söylemekle yetinmeli; yahut onun yerine «başka bir vâcibe» demeli idi. Çünkü «vasıfta hata» tabirinin faydası, kasten nâfile niyetinden uzaklaşmaktır. Nafile niyetini açık söyledikten sonra «vasıfta hata» tabirini söylemekte bir fayda kalmaz; velev ki Şârih´in tefsir ettiği gibi onunla vâcip kastedilsin. Burada benim anladığım budur. Buna tembihte bulunan görmedim.

«Vasıfta hata yalnız ramazanın edasında caizdir.» Nâfilede ve nezr-i muayyen orucunda caiz değildir. Onlarda başka bir vâcibe niyet sahih olmaz. Neye niyet ederse o olur. Nitekim gelecekt...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 13:51:53
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 23 Mart 2010, 13:51:53 »

METİN

Bir mükellef, ramazan veya bayram hilâlini görür de, sözü şer´i bir delil ile reddedilirse, mutlak surette oruç tutması vâcip olur. Bazıları "mendup olur" demişlerdir. Şayet iftar ederse, her ikisinde yalnız kaza eder; (kefâret gerekmez). Zira ret şüphesi vardır. Fakat şahitliği reddedilmeden iftar ederse;, bu hususta mütekaddimîn ulemadan bir rivayet olmadığı için, müteehhirîn ihtilaf etmişlerdir. Tercih edilen kavle göre, kefâret vâcip değildir. Bu kavli birçok âlimler sahih bulmuşlardır. Çünkü o kimsenin gördüğünün "hilâl" değil, "hayal" olması ihtimali vardır. şahitliği kabul edildîkten sonra ise, esah kavle göre fâsık bile olsa yine kefâret vacip olur.

İZAH

Mükellef´ten murad; akıl ve bâliğ olan müslümandır; velev ki fâsık olsun. Nitekim Zahiriyye´den naklen Bahır´da da böyle denilmiştir. Şu halde gören, çocuk veya deli ise, ona oruç vâcip değildir. "Mükellef" tabiri ´hükümdar´a da şâmildir. Hükümdar yalnız başına görürse, halka oruç tutmalarını veya tutmamalarını emretmez. Yalnız kendisi tutar. İmdâd´da dahi böyle denilmiştir. Hayreddin-i Remlî´nin beyanına göre, görenler bir cemaat olur da büyük bir cemaat teşkil etmedikleri için şahitlikleri kabul olunmazsa, hüküm yine budur. (Kendileri oruç tutarlar.)

«Şer´î bir delil ile sözün reddedilmesi» ya fâsık olduğu, yahut yanıldığı içindir. Nehir. Kuhistânî´de, «Gök yüzü bulutlu ise fıskından dolayı;

değilse yalnız bir kişi olduğu için reddedilir.» ´ denilmiştir.

«Mutlak surette oruç» ifadesinden murad, şer´î oruçtur. Çünkü "mutlak olarak oruç" denilince "şer´î oruç" kast edilir. Bu sözde fâkih Ebû Cafer´in kavlinin reddedildiğine işaret vardır. Zira o, «Bunun bayram hilalinde mânâsı, yememek içmemektir. Lâkin orucu bozması gerekir. Çünkü ona göre o gün bayramdır.» demiştir. Yine burada, «O gün gizlice orucu bozar.» diyen bazı ulemamızın sözlerinin reddine işaret vardır. Nitekim Bahır´da beyan olunmuştur. Şârihimiz «mutlak surette» diyerek buna işaret etmiştir. Yani gerek ramazan, gerekse bayram hilâlinde olsun, gören kimse oruç tutacaktır.

TEMBİH: Ramazan hilâlini gören kimse oruç günlerini tamamladığı vakit, ancak hükümetleberaber bayram yapar. Çünkü Peygamber (s.a.v.), "Orucunuz, hepinizin oruç tuttuğu gün; bayramınız da hepinizin İftar ettiği gündür." buyurmuştur. Bu hadisi Tirmîzi ye başkaları rivayet etmiştir. O gün halk bayram yapmamıştır. Binaenaleyh o kimsenin de iftar etmemesi gerekir. Nehir.

«Reddedilirse mutlak surette oruç tutması vâcip olur...» Bedâyi´de şöyle deniliyor: «Muhakkık âlimler, o kimseye oruç vâcip olduğu hususunda rivayet olmadığını; yalnız oruç tutacağı hakkında rivayet bulunduğunu söylemişlerdir. Bu da ihtiyatan menduba hamledilmiştir.» Tuhfe´de, «O kimseye oruç vacip olur.» denilmiş; Mebsût´ta dahi ona o günün orucu lâzım geldiği kaydedilmiştir. Anlaşılan ramazan hilali hakkında "Sizden kim o aya yetişirse orucunu tutsun!"(1) âyeti ile; bayram hilâlinde ise ihtiyatla istidlâl etmişlerdir. Nehir. Bedâyi´nin sözü muteber kitapların çoğuna muhaliftir. Onlar "vâcip" olduğunu açıklamışlardır. Nuh.

Ben derim ki: Anlaşılan burada vücup ´tan farz mânâsı değil; ıstılah mânâsı kastedilmiştir. Çünkü o günün ramazandan olduğu kesin değildir. Onun için de oruç tutması menduptur denilebilmiş ve tutulmazsa kefâret lâzım gelmemiştir. Kesin olsa idi, o gün herkesin oruç tutması lâzım gelirdi. Şu da var ki, Hasan İbn-i Sirin ve Atâ «O kimse ancak hükümet reisi ile birlikte oruç tutar.» demişlerdir. Nitekim Bahır´da nakledilmiştir.

«Zira ret şüphesi vardır.» Bu cümle «yalnız kaza eder» cümlesinin illetidir. Yani hâkim o kimsenin sözünü şer´î delille reddedince, bir şüphe meydana gelir. Bu kefâret ise şüphelerle sakıt olur. Hidâye.

Şüphesiz ki bu, ramazan hilâlinde kefâretin sukûtuna illettir. Bayram hilâlinde ise illet, o kimseye göre o günün bayram olmasıdır. Nitekim Nehir ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. Şârih´in bundan bahsetmemesi, herhalde âşikar olduğu içindir.

«Fakat şahitliği reddedilmeden iftar ederse...» İmam-ı Âzam´a göre şahitlik etmeden dahi oruç tutar da bozarsa, kefâret lâzım gelip gelmeyeceğinde müteehhirîn ulema ihtilâf etmişlerdir. Çünkü bu hususta mütekaddimîn ulemadan bir rivayet yoktur. (´ Mütekaddimîn´den murad, seleftir ki, İmam-ı Âzam´dan İmam Muhammed´e kadar geçen ulemadır. İmam Muhammed´den Şemsüleimme Hulvânî´ye kadar geçen ulemaya ´ halef ´; onlardan sonrakilere ´ müteehhirîn ´ denilir.)

«Çünkü o kimsenin gördüğünün "hayal" olması ihtimali vardır.» Rivayete göre Hz. Ömer (r.a.) hilâli gördüğünü söyleyen şahsa, kaşlarını su ile silmesini emretmiş. Sonra «Hilal nerede?» diye sormuş. Adam, «Göremez oldum.» demiş. Bunun üzerine Ömer (r.a.) «İki kaşının arasına bir kıl dikilmiş; sen onu hilâl sanmışsın!» demiş. Sirâc. Halebî diyor ki: «Bu ancak ramazan hilalinde kefâret lâzım gelmediğine illet olabilir. Şevvâl hilâlinde ise kefâretlazım gelmemesi, yukarıda geçtiği vecihle, o kimseye göre o gün bayram olduğu içindir.»

«Esah kavle göre fâsık bile olsa kefâret vâcip olur.» Çünkü o gün herkesin oruç tuttuğu gündür. Haber veren âdil olsa idi. kefâretin vâcip olacağında hilâf bulunmazdı. Zira şahitliğin kabul edilmemesi, o kimsenin şahitliği ile hüküm caiz olmadığı içindir. Burada böyle bir şey yoktur, "Caiz değil" demek, "helal değil" mânâsına gelir. Fâsıkın şahitliği ile hüküm vermek ise sahihtir. Velev ki hâkim günâha girsin.

METİN

Havada bulut ve duman gibi bir illet bulunursa; oruç için dâvâya ve «şehadet ederim» sözüne, keza hükme ve hüküm meclisine hacet kalmaksızın âdil bir kimsenin veya Bezzâziye sahibinin zâhir rivayete aykırı olarak sahihlediğine göre hâli gizli bir kimsenin haberi kabul edilir. Çünkü bu bir haberdir, şahitlik değildir. Fakat fâsıkın haberi bilittifak kabul edilmez. Acaba fâsıklığını bildiği halde şahitlik etmeye hakkı var mıdır? Bezzâzî, «Evet vardır; çünkü hâkim onu kabul edebilir.» diyor.

İZAH

Bu ibare, Kenz sahibinin, «Ramazan sâbit olur.» demesinden daha güzeldir. Çünkü Bahır´da beyan olunduğuna göre, oruç isbata muhtaç değildir. O kimsenin görmesinden orucunun sâbit olması lâzım gelmez. Zira ramazanın gelmesi hüküm altına girmez. Cevhere´de şöyle denilmiştir: «Adâletli görünen bir adam, hâkimin yanında, hilâli gördüğüne şahitlik eder de onu birisi işitirse, işitene oruç farz olur. Çünkü sahih haberi bulmuştur.»

Ben derim ki: Gerçi az ileride Şârih «Ramazanı isbatın yolu şudur» diyecektir. Ama orada maksat onu zımnen isbattır; tâ ki ramazanın gelmesine bağlı olan vekâlet sâbit olsun. Onun için de orada dâvâ ve hüküm lâzımdır.

«Ramazanın gelmesi hüküm altına girmez.» sözünden murad, kasten girmemesidir. Fakat nice hükümler vardır ki, kasten değil zımnen sâbit olurlar. Binaenaleyh o kimsenin isbatı, zannedildiği gibi ramazanın orucu için değildir.

«Âdil bir kimsenin haberi kabul edilir.» Adalet bir meleke (bir sıfat) dir ki takva ve fazilete götürür. En aşağı mertebesi, büyük günâhları terk etmek; küçük günâhları ısrarla yapmamaktır ki, burada şart olan da budur. Adil şahsın, müslüman, akıl-baliğ olması da lâzımdır. Bahır.

«Bezzâziye sahibinin» sahihlediğini Mirâc ve Tecnîs sahipleri de sahih bulmuşlardır. Fethu´l-Kadîr´de; «Bu kavil Hasan´ın rivayetidir. Hulvânî de bununla amel etmiştir.» denilmektedir.

Ben derim ki: Aynı zamanda bu kavil zâhir rivayedir. imam Muhammed´in zâhir rivaye olan sözlerini kitaplarında toplayan Hâkim-i Şehid, El-Kâfi nâmındaki eserinde şunları söylemiştir: «Adaletli olsun olmasın, erkek ve kadın Müslüman´ın şahitliği kabul edilir.» Adaletli olmayandan murad, hâli gizli olandır. Nitekim az ileride gelecektir

«Fâsıkın haberi bilittifak kabul edilmez.» Çünkü onun diyanet bâbındaki sözleri, yani âdil kimselerden alınması mümkün olan haber rivayeti gibi sözleri makbul değildir. Ama suyun temizliği veya pisliği hususlarındaki haberi, araştırılarak kabul edilir. Zira böyle bir haberi verecek âdil kimse bulamamak mümkündür. Tahâvî´nin, «ister adaletsiz olsun» sözü, "hâli gizli" mânâsına yorulmuştur. Nitekim İmam Hasan´ın rivayeti de öyledir. Zira adaletliden murad, adaleti sâbit olandır. Hâli gizli olanda ise sübut yoktur. Fâsıklığı meydanda olana gelince: Bizim mezhebimizde ona cevaz veren yoktur. Buna şu mesele teferru eder: Bir cemaat ramazanın sonunda oruca başladıklarından bir gün evvel hilâli gördüklerine şahitlik etseler, o şehirde bulunuyorlarsa şahitlikleri reddedilir. Çünkü hesabı terk etmişlerdir. Dışarıdan gelmişlerse kabul edilir. Bu satırlar kısaltılarak Fetih´ten alınmıştır.

«Acaba fâsıklığını bildiği halde şahitliğe hakkı var mıdır?» Hulvânî diyor ki: «Âdil bir kimse, câriye veya evinden çıkmayan bir kadın bile olsa, şahitlik etmesi lâzım gelir. Tâ ki halk niyetsiz sabahlamasınlar. Bu iş farz-ı ayn vazifelerdendir. Fâsıka gelince: Eğer hâkimin, Tahâvî kavline meylederek kendisinin sözünü kabul edeceğini bilirse, şahitlik etmesi vâcip olur. Hâli gizli olan kimse hakkında ise, her iki rivayet şüphesi vardır. Mirâc.»

Ben derim ki: Hulvânî´nin, «Eğer hâkimin.. kabul edeceğini bilirse..» sözü, Tahâvî´nin, «Fâsıklığı meydanda olan bir kimsenin şahitliği kabul edilir.» sözüne göre söylenmiştir. Hâkimin îtikadı böyle ise, şahitlik etmesi vâcip olur. Şârihimizin «Acaba fasıklığını bildiği halde şahitliğe hakkı var mıdır?» sözü ise, hâkimin îtikadını bilmediğine binaen şahitliğin vâcip olmadığını ifade ediyor. Nitekim «Çünkü hâkim onu kabul edebilir.» diyerek yaptığı ta´lîl de bunu gösterir.

METİN

Âdil kimse, ister köle, ister kadın veya kazif haddi vurulmuş da tevbe etmiş biri olsun ve mezhebe göre nasıl gördüğünü beyan etsin etmesin ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 13:53:37
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 23 Mart 2010, 13:53:37 »

Hilâlin Gündüz Görülmesi



METİN


Kurban bayramı hilâli ile diğer dokuz ayın hilâlleri de mezhebe göre ramazan bayramı hilâli gibidir. Hilâlin gündüz görülmesi, mezhebe göre mutlak surette gelecek gece içindir. Bunu Haddâdî söylemiştir.

İZAH


Yani zilhicce aynı şevval gibidir. Eğer hava bulutlu ise, ancak iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitlikleri ile sabit olur. Hava açık olursa, evvelce söylediğimiz gibi mutlak sayılarının fazla olması gerekir. En-Nevadir adlı kitapta İmam-ı Azam´dan naklen ramazan gibi olduğu bildirilmiş; Tuhfe´de bu sahih kabul edilmiştir. Ama zâhir mezhep birincisidir. Hidâye ile şerhlerinde ve Tebyîn´de bu sahihlenmiştir. Demek ki sahih kabul edilen kaviller muhteliftir. Mezhep olmak üzere birinci kavil kuvvet bulmuştur. Bahır.

«Diğer dokuz ayın» hilâllerinde de sair hükümlerde olduğu gibi hür, âdil olmak, had vurulmamış bulunmak şartı ile iki erkek veya bir erkekle iki kadından başkasının şahitliği kabul edilmez. Bunu İmam isbicâbî´nin Muhtasaru´t-Tahâvî Şerhi´nden Bahır sahibi nakletmiştir. İmdad´da beyan edildiğine göre bu aylar açık havada ramazan ve bayram gibidirler. Yani mutlaka büyük bir cemaatla isbat edilirler. Fakat imdâd sahibi bu kavli kimseye nisbet etmemiştir. Lâkin Hayreddin Remlî şunları söylemiştir: «Zâhire göre dokuz ayda iki erkeğin şahitliğinin kabulü hususunda havanın açık ve kapalı olması arasında fark yoktur. Zira kalabalık cemaatın şart koşulmasını gerektiren illet yoktur. Bu illet, bütün cemaatın hilâli görmeye yönelmesidir. «Sair hükümlerde olduğu gibi» denilmesi de bunu te´yîd eder. İki âdil kimse açık havada şaban hilâlini gördüklerine şehadet ederler de şer´î olan sübut şartları ile sabit olursa, şaban otuz gün olarak tamamlandıktan sonra ramazan sabit olur. Ramazan açık havada olursa, o iki kişinin haberleri ile sabit olmaz. Zira bu takdirde onun sübutu zımnî olur. Zımnen sabit olan şeylerde, kastî olanlarda affedilmeyen affedilir.

«Hilâlin gündüz görülmesi...» Zevâlden önce veya sonra olsun, mutlak surette gelecek gece içindir.

«Mezhebe göre» sözünden murad, İmam-ı Âzam´la Muhammed´in kavlidir. Bedâyi´de şöyle denilmiştir: «O gün, Tarafeyn´e göre ramazanda değildir. Ebû Yusuf´a göre zevalden sonra olursa hüküm budur. önce ise, geçen gece içindîr. O gün ramazandan olur. Şevval hilâli de bu hilâfa göredir. Tarafeyn´e göre mutlak olarak gelecek gece içindir ve o gün ramazandan olur. Ebû Yusuf´a göre zevâlden önce ise geçen gece içindir ve o gün bayram günüdür. Çünkü âdeten zevalden önce hilâl görünmez; meğer ki iki gecelik ola! Binaenaleyh ramazan hilâlinde o günün ramazandan, şevval hilalinde ise bayram olması icap eder. Tarafeyn´egöre asıl olan, hilâlin gündüz görülmesinin itibara alınmamasıdır. Muteber olan, güneş kavuştuktan sonra görünmesidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Hilâli gördüğünüz vakit oruç tutun! Gördüğünüz vakit bayram edin!" buyurmuş; gerek orucun, gerekse bayramın onu gördükten sonra olmasını istemiştir. Ebû Yusuf´un dediğinde nâssa muhalefet vardır.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.

Fetih´te şöyle denilmektedir: «Hadîs-i şerif, hilâli görmenin oruç ve bayramdan önce olmasını icap ediyor. Bundan hemen anlaşılıp hatıra gelen, her ayın sonunda görmektir. Sahâbe, Tâbiîn ve onlardan sonra gelenlerce bu böyledir. Otuzuncu günün zevâlden evveli´ bunun hilâfınadır. Muhtar olan Tarafeyn´in kavlidir.»

Ben derim ki: Hâsılı, hilâl meselâ cuma günü zevalden önce görülürse, Ebû Yusuf´a göre evvelki geceye aittir. Şu mânâya ki, bu hilâl cuma gecesi ufukta bulunmuş da kavuşmuş; sonra gündüzleyin görünmüş sayılır. Onun gündüz görünmesi, ayın başından itibaren ikinci gecesinde görünmüş hükmündedir. Zira bir gece evvel mevcut olmasa gündüz görülmesi mümkün olmazdı. Ay iki günlük olmadan zevâlden önce görülemez. O halde hilâlin evvelki geceye ait olması ile iki gecelik olması arasında zıddıyet yoktur. Çünkü gündüz ikinci gece yerini tutmuş olur. Evvelki geceye ait olunca, adı geçen cuma günü ayın başı olur ve ramazan ise o gün oruç tutmak; şevval ise bayram yapmak icap eder. Tarafeyn´e göre ise hilâl mutlak surette evvelki geceye ait olamaz; o ileriki geceye aittir. İleriki geceye ait oluşu, gündüzleyin görülmekle sabit olmuş değildir. Zira onlara göre gündüz görünmeye itibar yoktur. Sübut bulması, ancak gün sayısını tamamlamaktadır. Çünkü Bedâyi ve fetih´te açıklandığına göre, hilâf sadece yevm-i şekde görüldüğündedir. O da ya şabanın otuzuncu günüdür; yahut ramazandandır. Adı geçen cuma günü ayın otuzu ise ve hilâl gündüz görülmüşse, Ebû Yusuf´a göre o gün ayın başıdır. Tarafeyn´e göre bu görmeye itibar yoktur. Ayın başı cumartesi günüdür. Çünkü ay otuz günden fazla olamaz. Bu görme bir şey ifade etmez. Şu halde ulemanın, «hilâl Tarafeyn´e göre sonraki geceye aittir» sözü vâkıın beyanı ve «evvelki geceye aittir» sözüne muhalefeti açıklamaktır. Demek oluyor ki ulemanın, «hilâl Tarafeyn´e göre ileriki geceye aittir» demeleri ile «Tarafeyn´e göre hilâlin gündüz görülmesine itibar yoktur» sözü arasında zıddıyet yoktur. Hilâf ancak yevmi şekte görülmesindendir ki, o da otuzuncu gündür. Çünkü yirmi dokuzuncu gün görülürse, evvelki geceye ait olacağını söyleyen yoktur ki, ayın yirmi sekiz gün olması lâzım gelsin. Nasıl ki bunu bazı muhakkıklar söylemiştir.

«Hilâlin gündüz görülmesine itibar yoktur.» sözü, ayın yirmi dokuzuncu günü güneşten evvel görülmesine de şâmildir. Sonra otuzuncu gece güneş kavuştuktan sonra görülür de şer´î beyyine buna şahitlik ederse, hâkim geceleyin görüldüğüne hükmeder. Nitekim nass-ıhadiste de böyledir. Müneccimlerin, «Aynı günde hem sabahleyin, hem akşamleyin görülmesi mümkün değildir.» demelerine bakılmaz. Nitekim Şâfiî Remlî´nin «Fetevâ´ş-Şems» adlı kitabından yukarıda nakletmiştik. Keza hilâlin geceleyin görüldüğü sabit olduktan sonra, biri çıkarak o gecenin sabahında gördüğünü iddia etse, hâkim onun sözüne bakmaz. Nasıl baksın ki dört mezhebin imamları "Sahih olan, hilâlin gündüzleyin görülmesine itibar yoktur! Muteber olan geceleyin görülmesidir. Müneccimlerin sözüne de itibar yoktur!" diye açık söylemişlerdir.

Asrın acaibindendir ki zamanımızda 1240 tarihinde şöyle bir şey olmuştur: O senenin ramazanı, şabanın yirmi dokuzuncu gecesini takip eden pazartesi gecesi olduğu, Dimaşk Camii´nin minaresinden hilâli gören bir cemaatın şahitlikleri ile sabit oldu. Gök yüzü bulutlu idi. Hâkim ayı şer´î davadan sonra o cemaatın şehadetleri ile isbat etti. Derken Şâfiîler´den biri bu isbatın akla aykırı olduğunu, doğru olmadığını çünkü halktan birinin kendisine, hilâli adı geçen pazartesi günü gördüğünü söylediğini iddia etti. Sonra kendi mezhebinden bir cemaatla bu hükmü bozmaya kalkıştı. Fakat yapamadılar. Avam takımının kalplerine şüphe düşürdüler. Sonra âlemin bayram yaptığı gün oruç tuttular; ve ikinci gün bayram yaptılar; Hattâ kendilerine, mezhepleri âlimlerinden birisi hata ettiklerini söyledi ve mezheplerinin açık nakillerini onlara gösterdi. Bunun üzerine bazıları özür dileyerek bunu Hanefî mezhebine olan saygılarından yaptıklarını, Hanefîler´in kendi mezheplerini anlamadıklarını söylediler. Şüphesiz bu özür, kabahattan büyüktü. Çünkü bunda o açık hatayı örttürmek için din âlimlerine iftira vardı. İşte o zaman ben de «Tenbîhü´l-Gâfil...» adlı geniş bir risale yazmaya başladım. Bu risalede açık hata, onların irtikâb ettikleri; sahih hak ise, kaçındıkları şey olduğunu dört mezhebin delillerini toplayarak bildirdim.

METİN


Hilâlin muhtelif memleketlerde başka başka (zamanlarda ve yerlerde) doğması ve gündüzleyin zevâlden önce ve sonra görülmesi, mezhebin zâhirîne göre muteber değildir. Ulemanın çoğunluğu bununla amel etmişlerdir. Fetva da buna göredir. Bunu Hulâsa´dan Bahır nakletmiştir. Binaenaleyh batıda yaşayanların görmesi ile doğuda yaşayanlara da hüküm lâzım gelir. Yani kendilerince onların - yukarıda geçtiği gibi - gerektirici bir surette gördükleri sabit olunca, hüküm hepsine şâmil olur. Zeylâî, «Muteber sayılması daha münasiptir.» demişse de, Kemal zâhir rivayetle amel etmenin daha ihtiyatlı olduğunu söylemiştir.

FER´İ BİR MESELE : Cemaat hilâli gördükleri vakit ona işaret etmeleri mekruhtur. Çünkü bu cahiliyyet amellerindendir. Nitekim Sirâciyye´de ve Bezzâziye´nin kerahet bahsinde beyan edilmiştir.

İZAH

«Muteber değildir» cümlesinin mânâsı, onunla hüküm sabit olmaz. Oruç veya bayram vâcip oldu diye onunla hüküm verilemez, demektir. Bilmiş ol ki; bizzat hilâlin başka başka yerlerde doğmasında münakaşa yoktur. Şu mânâya ki, bazan iki belde arasındaki mesafe o kadar uzak olur ki, birinde hilâl falan gece doğar, ötekinde doğmaz. Güneşin doğuş yerleri de öyledir. Çünkü hilâlin güneş ışığından ayrılması, memleketlere göre değişir. Hattâ güneş doğuda battığı zaman, batıda da batması lâzım gelmez.

Fecrin doğması ve, güneşin kavuşması da böyledir. Güneş bir derece hareket ettikçe bu bir kavme fecrin doğması, başkalarına güneşin doğması, diğerlerine batması, daha başkalarına gece yarısı olur. Nitekim Zeylâî´de de böyle denilmiştir. Doğma yerlerinin değişmesine sebep olan mesafe, bir aylık yol ve fâzlasıdır. Bunu Cevâhir´den naklen Kuhistâni bildirmiştir ki, Süleyman Aleyhisselâm kıssasından alınmıştır. Çünkü o, her gidiş ve gelişte bir iklimden diğerine geçmiştir ki, aralarında bir aylık mesafe vardır.

Bu istidlâldeki çürüklük meydandadır. Remlî´nin Minhâc Şerhi´nde, «Tâc-ı Tebrîzî´nin tembihine göre hilâlin başka başka yerlerde doğması 24 fersahtan daha azda mümkün değildir. Pederim de bununla fetva vermiştir. En güzeli bunun tahdîdî olmasıdır. Nitekim buna da fetva vermiştir.» denilmektedir. Bellenmelidir.

Hilâf şu mânâya değişik yerlerde doğmasındadır: Her yer halkına, kendi hilâllerinin doğmasını itibara almak vâ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 13:59:29
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 23 Mart 2010, 13:59:29 »

KEFARET BAHSİ



METİN


Umumiyetle fukahaya göre gıybet de öyledir. Zeylâî. Lâkin Mülteka sahibi onu kan aldırmakla bir saymış, Bahır sahibi dahi şüpheden dolayı bu kavli tercih etmiştir.

Oruç kefâreti, kitapla sabit olan zıhâr kefareti gibidir. Yalnız bu sünnetle sabittir. Bundan dolayı bunu ona benzetmişlerdir. Sonra kefaret ancak geceden niyetlenir ve mecbur edilmiş olmazsa; sonradan kefâreti ıskat eden hastalık ve hayız gibi bir ârıza da bulunmazsa vâcip olur.

ÎZAH

«Gıybet de öyledir.» Yani kefaret icabeder. Çünkü onunla orucu bozmak kıyasa aykırıdır. Gerçi: "Üç şey oruçlunun orucunu bozar." hadisinde gıybet de zikredilmişse de, bu hadis bilittifak "sevabı kalmaz" diye te´vîl edilmiştir. Kan aldırma hadisi böyle değildir. Zira ulemadan Evzâî ve İmam Ahmed gibi bazı zevât onun zâhiri ile amel etmişlerdir. Gıybet hakkında Zâhiriyye taifesinin muhalefeti itibara alınmamıştır. Çünkü bu muhâlefet, geçmişte Selef onu söylediğimiz şekilde te´vîl ettik´ten sonra çıkmıştır. Fetih. Hâniyye´de şöyle deniliyor: «Bazıları, bununla kan aldırma birdir dediler. Fakat umumiyetle ulema ona herhalde kefaret lâzım geldiğini söylemişlerdir; çünkü ulema hadisin zâhiri ile amelin terkine ittifak etmişler ve, "Bununla Peygamber (s.a.v.) ahiret sevabını kastetmiştir: Bu hususta muteber bir kavil yoktur. Bu bir zandır; bir delile dayandığı yoktur. Binaenaleyh bir şüphe meydana getiremez" demişlerdir.» Sirâc´da da buna benzer sözler vardır. Fetih´te dahi Bedâyi´den naklen böyle denilmiş; Hidâye sahibi ile şârihleri kesinlikle buna kail olmuşlardır. Rahmetî diyor ki: «Gıybet hakkında hadis ve fetva şüphe sayılmayınca, bıyık yağlamanın uzak kalacağı evleviyetle sabit olur.»

Ben derim ki: Onun için Fetih sahibi Bedâyi´den naklen ikisini müsavi saymıştır. Mebsût´tan naklen Mi´râc sahibi de öyle yapmıştır.

«şüpheden dolayı» biliyorsun ki icmaa muhalif olan bir şey, şüphe doğurmaz. Amel ekseri fukahanın kavline göredir. Allah´u a´lem.

"Oruç kefâreti zıhâr kefâreti gibidir." Yani evvelâ köle âzâd eder. Köle bulamazsa iki ay peşi peşine oruç tutar. Buna da gücü yetmezse 60 fakiri doyurur. Delili, altı hadis kitabındaki meşhur A´râbî hadisidir. Kefaret orucu tutan kimse orucu bırakırsa - özürden dolayı bile bıraksa -yeniden başlar. Bundan yalnız hayız özrü müstesnadır. (Onda yeniden başlamak yoktur; devam eder.) Kâtil kefaretinde dahi peş peşe devam şarttır. Köle âzâdı meşru olan her kefaretin hükmü böyledir. Nehir. Bu meselenin ferîlerinin tamamı Bahır´dadır. Yine orada beyan edildiğine göre, kefaretin vâcip olması hususunda erkekle kadın, hür ile köle ve sultanla başkası arasında fark yoktur. Onun için Bezzâziye sahibi şu meselede câriyeyeoruç vâcip olduğunu açıklamıştır: «Câriye fecrin doğduğunu bildiği halde sahibine "doğmadı" diye haber verir de o da kendisi ile cima´da bulunursa, sahibine oruç vâcip değil fakat câriyeye vaciptir.» Şunu da kaydetmiştir: Sultana zengin olduğu halde helâl malından kefaret vermek lâzım gelir de kimseye üzerinde bir hak da bulunmazsa, "köle azâd eder" diye fetvâ verilir. Ebû Nasr Muhammed b. Selâm, «iki ay oruç tutar diye fetva verilir; çünkü kefaretten maksat, vazgeçirmektir. Sultana bir ay oruç tutmayıp bir köle âzâd etmek kolay gelir; binaenaleyh vazgeçirme hasıl olmaz.» demiştir.

«Bundan dolayı bunu ona benzetmişlerdir.» Yani zıhâr kefâreti kitapla, oruç kefareti ise sünnetle sabit olduğu için, oruç kefâretini zıhâr kefaretine benzetmişlerdir. Çünkü zıhâr kefareti kitapla sabit olduğundan, daha kuvvetlidir, T. Bunun muktezâsı, oruç kefaretini inkâr edenin kâfir olması, zıhâr kefâretini inkâr edenin küfre nisbetinden daha aşağı olmasıdır. Bunu şu da te´yîd eder: Fetih´te beyan edildiğine göre, Saîd b. Cübeyr oruç kefaretinin neshedildiğini söylemiştir.

TEMBİH: Bu teşbihte oruç kefaretinin her yönden zıhar kefâreti gibi olması lâzım gelmediğine işaret vardır. Zira zıhâr kefâreti esnasında kadına yaklaşmak mutlak surette tetâbu´u zincirini keser; yani ister kasten, ister unutarak olsun gece veya gündüz cimada bulunmak, peşi Peşine tutma, sırasını bozar; zira âyet vardır. Fakat oruç ve kâtil kefaretinde böyle değildir. Onlarda tetâbu´u yalnız özürlü veya özürsüz yiyip içmek bozar. Düşün! Bu makamda bazı kimselerin ayakları kaymıştır. Remlî. Kuhistânî´de de buna benzer sözler vardır. ´özürsüz" sözü ile hayızdan başkalarını murad etmiştir. Hasılı: Oruç kefaretinde cima tetâbu´u kesmez. İster geceleyin kasten, ister gündüzün unutarak yapsın sırayı bozmaz. Zıhâr kefaretinde ise bozar.

«Geceden niyetlenirse.» Yani muayyen bir niyetle başlarsa vâcip olur. Zira evvelce geçtiği vecihle bunlarda Şâfiî´nin muhalefeti vardır. Bu, kefaretin düşmesi için bir şüphedir.

«Mecbur edilmiş olmazsa» yani velev cima´a olsun. Nitekim evvelce geçti. Kadın kocasını cima´a mecbur etse bile kefâret icabetmez. Fetva buna göredir. Zahîriyye´de bildirilmiştir. İhtiyar´da bunun aksine olarak. "Zorlayan kadın olursa her ikisine kefaret vâcip olur." denilmiştir. Nitekim Bahır´ın bazı nüshalarında beyan edilmiştir.

«Hastalık ve hayız gibi bir arıza bulunmazsa» yani mukim olarak geceden niyetlendikten sonra orucunu bozar da kendi taksiri olmaksızın hastalık ve hayız gibi Allah´tan bir mâni ârız olmazsa, kefaret vâcip olur.

METİN

Kendini yaralamak sureti ile hasta olan veya zorla sefere götürülen kimse hakkında ihtilâf olunmuştur. Mutemet kavle göre kefâret lazımdır. Sıtmaya tutulmak veya hayız görmek âdetiolan kimse ve düşmanla harp edeceğini kesinlikle bilen kimseler oruçlarını bozarlar da o özür meydana gelmezse, mutemet kavle göre kefâret sâkıt olur.

Bir kimse birkaç defa orucunu bozar da birincisi için kefaret vermemiş bulunursa, ona bir kefaret kâfidir. İmam Muhammed´e göre velev ki iki ramazanda olsun. İtimat bu kavledir. Bezzâziyye. Müctebâ ve diğer kitaplar.

Bazıları fetva için, "Eğer oruç cimâ´dan başka bir şeyle bozulmuşsa, kefâret birbirinin içine girer. Aksi takdirde girmez," demeyi tercih etmişlerdir. Bir kimse özürsüz kasten âşikâre oruç yerse öldürülür. Tamamı Vehbâniyye şerhindedir.

İZAH

«Mutemet kavle göre kefaret lâzımdır.» Çünkü bu iş kulun fiilidir. Şârih burada "lâzımdır" diyeceğine ´kefaret sâkıt olmaz" dese daha iyi olurdu. Çünkü kefaret zaten lâzımdı. Hilâf, sâkıt olup olmayacağı hususundadır. Seferi "zorla" diye kayıtlaması, orucu bozduktan sonra isteyerek sefer ettiği takdirde bütün rivayetlere göre kefaret lâzım geleceği içindir. Ama sefere çıktıktan sonra bozarsa kefaret vâcip olmaz. Nehir. Yani fecirden sonra yola çıkarsa, orucu bozması haram olursa da kefaret gerekmez. Nitekim ileride gelecektir. Adet sahibi ile çarpışacağını yüzde yüz bilen kimse oruçlarını bozarlar da bekledikleri olmazsa, mutemet kavle göre kefaret sâkıt olur. Bunu Bezzaziye sahibi böyle sahihlediği gibi, Câmiu´s-Sağir Şerhi´nde Kâdıhân da sıtma ve hayız âdeti olan hakkında sahihlemiş; bunu, güneş battı zannı ile iftar edip de batmadığı anlaşılan hale benzetmiştir. şürunbulâlî de aynı yoldan yürümüştür.

Fakat bu kavil Bahır´da beyan edilene aykırıdır. Orada şöyle denilmiştir: "Kadın hayız günüm geldi zannı ile iftar eder de hayız görmezse, en münasibi ona kefaret vacip olmasıdır. Nitekim bir kimse hastalık günümdür diye iftar etse kefaret icab eder." Ben Bahır üzerine yaptığım derkenarda şöyle yazdım: "ikinciyi ´müşebbehün bih´ yapması bilittifak olduğu içindir. Hayız meselesi böyle değildir. Onun hakkında ulema ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan kavil vâcip olmasıdır. Nitekim Tatarhâniyye sahibi bunu yapmıştır." Onun içindir ki Sirâc ve Feyz sahipleri her iki meselede kefaret lâzım geldiğini kesinlikle söylemişlerdir.

Hâsılı bu iki meselede sahih olan kavil hakkında ihtilâf edilmiştir. Ama düşmanla çarpışacağını yüzde yüz bilenden kefaretin düşeceği hakkında kimsenin hilâf zikrettiğini görmedim. Aralarındaki fark - Câmiulfusûleyn´de beyan edildiğine göre - şudur: Harp evvelâ orucu bozmayı gerektirir; tâ ki kuvvet kazansın. Hastalık öyle değildir.

«Birincisi için kefaret vermemişse» bir kefaret kâfidir. Fakat vermişse zâhir rivayete göre bir daha vermek icabeder. Zira birinci ile vazgeçmediği anlaşılmıştır. Bahır.

«itimat bu kavledir.» Bahır sahibi bunu Esrâr´dan nakletmiştir. Ondan önce Cevhere´den deşunu nakletmiştir: "Bir kimse iki ramazanda cima yapsa iki kefaret vermesi icabeder. Zâhir rivayete göre velev ki birinci için kefaret vermemiş olsun. Sahih olan budur."

Ben derim ki: Gördüğün gibi tercih muhteliftir. İkinci kavil zâhir rivayet olmakla kuvvet bulmaktadır.

«Aksi takdirde girmez.» Yani iki gün tekrarlanan oruç bozma işi cima ile olursa, kefaret birbirinin içine girmez. Velev ki birinci gün için kefaret vermemiş olsun. Zira cinayet büyüktür. Onun için şâfiî bununla kefareti vâcip görmüş; yiyip içmekle vâcip görmemiştir.

«Tamamı Vehbâniyye şerhi´ndedir.» Vehbâniyye sahibi manzum olarak şöyle demiştir: "Bir insan kasten ve alenen yer de, bu hususta bir özrü bulunmazsa, öldürülmesi emredileceği söylenir." şurunbulâlî diyor ki: «Bunun sureti şudur: özrü olmayan bir kimse kasten âşikâre oruç yerse öldürülür. Çünkü dinle alay etmiştir. Yahut dinden olduğu bizzarure sübut bulan bir şeyi inkâr etmiştir. Böylesinin öldürülmesi ve buna emir verilmesi helâl olduğunda hilâf yoktur. şu halde müellifin "söylenir" demesi za´f icabetmez.» H.

METİN


Kusacağı kalkar da kusmuk çıkar, fakat geri dönmezse, ağız dolusu olsun olmasın mutlak surette orucu bozulmaz, - fiili ile olmaksızın -kendiliğinden geri dönerse, oruçlu olduğunu hatırlamakla beraber ağız dolusu bile olsa İmam Muhammed´e göre bozulmaz. Ebû Yusuf buna mu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes