> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Oruç
Sayfa: 1 [2] 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Oruç  (Okunma Sayısı 7900 defa)
23 Mart 2010, 14:30:12
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #5 : 23 Mart 2010, 14:30:12 »



ORUCU BOZAN VE BOZMAYAN ŞEYLER BÂBI



METİN


İbadetlerde "fâsit oldu" demekle "bâtıl oldu" demek birdir. Oruçlu bir kimse gerek farz, gerekse nâfile oruçta, sahih kavle göre niyetten önce veya sonra unutarak yer, içer veya cinsî münasebette bulunursa orucu bozulmaz. Meğer ki hatırlatıldığı halde hatırlayamaya! O şahıs kuvvetli ise, halini gören kendisine hatırlatır. Değilse hatırlatmaz. Kul haklarında unutmak özür değildir.

İZAH


Burada müfsit (yani orucu bozan şeyler) iki kısımdır: Birisi yalnız kaza icabeder; diğeri hem kaza, hem kefâret gerektirir. Orucu bozmayan şeyler de iki kısımdın Birinin fiili mübah; diğerinin fiili mekruhtur.

İbadetlerde "fesat" ve "butlan" kelimeleri aynı mânâya gelirler (ve ikisi de bozulmayı ifade ederler). Muamelelerde ise farklıdırlar. Eğer bir muamelenin eseri, o muamele üzerine meydana gelmezse bâtıldır. Meydana gelir de şer´an bozulması gerekirse fâsit, gerekmezse sahihtir. H. Bu şöyle açıklanır: Bir kimse ölü bir hayvanı satsa, burada muamelenin eseri olan milk meydana gelmez. Ama fâsit bir şartla bir köle satsa da teslim etse, müşteri o köleye fâsit olarak mâlik olur; bu akdi bozmak vâciptir. Köleyi şartsız satarsa, ona sahih akitle mâlik olur.

«Unutarak yerse...» cümlesinden murad, orucu unutmaktır. Zira o kimse yemeyi, içmeyi ve cinsî münasebeti bilerek yapar. Mi´râc.

«Niyetten önce veya sonra...» meselesini Şârih, Vehbâniyye Şerhi´nden alarak evvelce «Bir mükellef ramazan veya bayram hilâlini görür de sözü reddedilirse...» dediği yerde Vehbâniyye´ye tebean yevm-i şekte öğleye kadar bekleyen hakkında tasvir etmişti. Çünkü o günün ramazandan olduğu anlaşılırsa, unutarak yiyip içen kimse oruçlu mânasındadır. Sonra oruca niyet ederse, unutması tasavvur olunabilir; oruç için beklediğini unutmuştur. Nâfile oruca niyet eden böyle değil dir. O niyetlenmeden yerse, unutmuş sayılmaz. Kaza ve kefâret oruçlarında dahi böyledir. Evet, ramazanın edâsı ile nezr-i muayyen oruçlarında unutma tasavvur olunabilir. Bu meselede Şârihimizin «sahih kavle göre» demesi, bazılarına göre orucu sahih olmadığındandır. Sirac sahibi kesinlikle buna kail olmuş, Şurunbulâliyye sahibi de ona uymuştur. İbn-i Vehbân, manzûmesinde her iki kavilden de bahsetmiş; fakat birinci kavlin sahih olduğunu bildirmiştir. Bahır ve Nehir sahipleri de Onu tasdik etmişlerdir. Binaenaleyh mutemet olan kavil odur.

«Meğer ki hatırlatıldığı halde hatırlayamasın.» Yani unutarak yer de, oruçlu olduğunu birisi hatırlattığı halde hatırlayamayarak yemeye devam ederse, sahih kavle, göre orucu bozulur. Bazıları bozulmayacağını söylemişlerdir. Zahiriyye. Çünkü diyanet ve taatlarda, bir kişininhaberi makbuldür. O kimsenin hâli düşünmesi gerekirdi; kendisine hatırlatılmıştı. Bahır.

Ben derim ki: Lâkin o kimseye kefâret yoktur. Muhtar kavil budur. Nitekim Nisâp´tan naklen Tatarhâniyye´de böyle denilmiştir. Bu meseleyi İmam Ebû Yusuf´a nisbet ederler. Kuhistânî, unutmakla mutlak surette orucun bozulacağını da Ona nisbet etmiştir. Fakat başkasının nisbet ettiğini görmedim. İleride bunu reddedecek söz gelecektir.

«O şahıs kuvvetli ise...» Yani zaafa düşmeden orucu tamamlamaya kudreti varsa, hatırlatmak lâzımdır. Terki, tahrîmen mekruh olur. Şayet oruçtan zayıflar da, tutmadığı takdirde sair ibadetleri yapabilirse, hatırlatmayabilir. Fetih. Diğer kitaplarda «Evlâ olan ona hatırlatmamaktır.» denilmiştir. Zeylâî´nin burada "genç" ve "ihtiyar" tabirlerini kullanması, ekseriyetle vukua göredir. Sonra bu tafsilâtı birçok kitaplar yapmıştır. Vâkıât´tan naklen Sirâc´da ise, «Muhtar olan kavle göre mutlak surette hatırlatır.» denilmiştir. Nehir.

Şeyhinden naklen Halebî diyor ki: «Uyuyarak namaz vaktini geçirmek de, unutarak oruç yemek gibidir. Çünkü her ikisi haddi zatında günâhtır. Nitekim ulema; sabah namazına kalkamayacağından korkan kimsenin, gece muhabbeti yapmasının mekruh olduğunu açıklamışlardır. Lâkin unutan veya uyuyan kimse kâdir olmadıkları için onlardan günâh sakıt olmuştur. Ama onların hallerini bilen kimsenin unutana hatırlatması, uyuyanı uyandırması vâciptir. Ancak zayıf olursa, acıyarak orucu hatırlatmayabilir.»

«Kul haklarında unutmak özür değildir.» Yani fiili üzerine hüküm terettüp eder. Meselâ emanet bırakılan bir şeyi yerse öder. Ama âhirette muahaze cihetinden özürdür; günâhı yoktur. Nitekim Allah haklarında böyledir. Fakat hüküm cihetinden bakılır: Eğer hatırlatıcı bir yerde ise, sebep de yoksa, kusur ettiği için sâkıt olmaz. Namazda olan kimsenin bir şey yemesi bu kabildendir. Zira namaz hâli hatırlatıcıdır. Yemeye sebep olacak uzun zaman da geçmemiştir. Ama ilk oturuşta selâm vermesi, oruçlu iken bir şey yemesi böyle değildir. Bunlarda günâh sâkıttır. Çünkü sebep vardır; o da selâmın yeri olan oturuştur. Yemeye sebep olan uzun zaman da vardır; hatırlatıcı yoktur. Hayvan keserken besmeleyi terk etmek de böyle değildir. Çünkü kesme hâli hatırlatıcı değil, ürkütücüdür. Sebep de yoktur. Binaenaleyh burada da günâh sâkıt olur. Bu satırlar ziyade edilerek Bahır´dan alınmıştır.

METİN

Boğazına toz duman veya sinek kaçarsa, hatırladığı halde bile istihsanen orucu bozulmaz. Çünkü bundan korunmanın imkânı yoktur. Bundan şu anlaşılır ki, boğazına dumanı kendisi çekerse orucu bozulur. Hangi duman olursa olsun hüküm budur. Velev ki hatırlayarak öd veya amber çeksin. Çünkü bundan korunmak mümkündür. Dikkat edilmelidir. Nitekim Şurunbulâlî izah etmiştir.

Yağ sürünür, sürme çekinir veya kan aldırırsa, boğazında tadını duysa bile orucu bozulmaz. Öper de meni gelmezse veya ihtilâm olursa: yahut bakmakla menisi gelirse, velev kadının fercine tekrar tekrar bakmış olsun veya düşünmekle menisi gelirse, velev ki uzun zaman düşünsün orucu bozulmaz. Mecma.

Ağzını çalkaladıktan sonra ıslaklık kalır da onu tükrükle yutarsa orucu bozulmaz. Nasıl ki ilâç tadı duymak ve helile emmek böyledir. şeker gibi şeyler bunun hilâfınadır. Suyun kulağa girmesi de orucu bozmaz. Muhtar kavle göre velev ki kendi fiili ile girsin. Nitekim kulağını bir çöple kaşıyıp, kirlenmiş olarak çıkarır da sonra tekrar kulağına sokarsa orucu bozulmaz. Velev ki bunu defalarca yapsın.

ÎZAH

«İstihsasen orucu bozulmaz.» Kıyasa göre sinek girmekle bozulmalı idi. Çünkü orucu bozan bir şey midesine girmiştir. Velev ki toprak ve ufak taş gibi yenilmeyen bir şey olsun. Hidâye.

«Çünkü bundan korunmanın imkânı yoktur.» Şu halde toz ve toprağa benzer; bunlar, ağız yumulunca burundan girerler. Nitekim Fetih´te beyan edilmiştir. Bundan anlaşılıyor ki, boğazına toz girmesine mâni olabilirse, mani olmadığı takdirde orucu bozulur. Şurunbulâliyye.

«Dumanı kendisi çekerse...» Nasıl çekerse çeksin orucu bozulur. Velev buhuruna durarak içine çeksin. Bunu oruçlu olduğunu hatırlayarak yaparsa orucu bozulur. Çünkü ondan korunma imkânı vardır. Bundan insanların çoğu gâfildir. Bunun gül veya gül suyu, yahut misk koklamakla bir olduğu sanılmamalıdır. Zira misk ve benzeri bir şeyle karışıp güzel kokan hava ile kasten midesine inen dumanın birbirinden" farkı olduğu açıktır. İmdâd. Tütün içmenin hükmü de bundan anlaşılır. Şurunbulâli bunu Vehbâniyye Şerhi´nde şu sözleri ile manzum olarak anlatmıştır: «Tütünü satmak ve içmekten men edilir. Oruçta onu içen şüphesiz iftar etmiş olur. Şayet faydalı zannederse kefâret vermesi de lazım gelir.»

«Boğazında tadını duysa bile orucu bozulmaz.» Yani "sürme veya yağın tadını duysa bile" demek istiyor. Nitekim Sirâc´da izah edilmiştir. Keza tükürür de renkli olduğunu görürse, esah kavle göre bozulmaz, Bahır. Nehir sahibi diyor ki: «Çünkü onun boğazında bulunan, mesâmelerden giren eserdir. Mesâmeler bedenin aralıklarıdır. Orucu bozan şey ise, ancak giriş yollarından girendir. Zira ittifaklı bir meseledir ki, bir kimse yıkanır da karnında serinlik hissederse orucu bozulmaz. Gerçi İmam-ı Âzam oruçlunun suya girmesini ve ıslak elbise ile sarınmasını mekruh görmüşse de; bu, orucu bozar diye değil, ibadette bıkkınlık gösterdiği içindir. İleride gelecek ki, sürme ile yağın hiçbiri mekruh değildir. Kan aldırmak da öyledir. Meğer ki zayıf düşürerek oruca mâni olsun.»

Ağızı çalkaladıktan sonra kalan ıslaklığı, Fetih ve Bedâyi sahipleri boğaza duman ve toz kaçmasına benzetmişlerdir. Bundan şu anlaşılır ki, burada illet, korunma imkânıbulunmamasıdır. Ama suyu ağzından attıktan sonra tükürmeyi şart koşmak gerekir. Çünkü su tükrükle karışır da sırf ağzından atmakla çıkmaz. Fakat tükürmekle mübalâğa şart değildir. Zira suyu attıktan sonra kalan sırf bir ıslaklık ve rutubetten ibarettir. Ondan korunmanın imkânı yoktur. Bezzâziye´nin sözünü bu söylediğimize yormak gerekir. Orada «Ağzını çalkaladıktan sonra su kalır da, onu tükrükle yutarsa orucu bozulmaz. Çünkü bundan korunmak imkânsızdır.» denilmiştir.

«Nasıl ki ilâç tadı duymak da böyledir.» Yani ilâcı döver de kokusunu boğazında hissederse orucu bozulmaz. Bunu Zeylâî ve başkaları söylemişlerdir. Kuhistâni´de ise «İlâçların tadını ve ıtır kokularını boğazında hissederse orucu bozulmaz. Nitekim Muhit´te beyan edilmiştir.» denilmiştir.

«Helile emmek de böyledir.» Yani helile denilen nebatı çiğner de tükürüğü boğazına kaçar; parçasından bir şey midesine inmezse orucu bozulmaz. Tatarhâniyye ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir.

«Velev ki kendi fiili ile girsin.» Hidâye ve Tebyîn sahipleri bu kavli benimsemişler; Muhit sahibi bu kavli sahihlemiştir. Valvalciyye´de bu kavlin muhtar olduğu bildirilmiştir. Hâniyye sahibi ise tafsilâta giderek demiştîr ki: «Su kendisi girerse bozmaz, fakat o şahıs akıtırsa sahih kavle göre bozar. Çünkü içeriye onun fiili ile işlemiştir. Burada bedenin salâhı itibara alınmaz. Bu sözün benzeri Bezzâziye´dedir. Fetih, Burhân ve Şurunbulâliye sahipleri de bunu daha açık bulmuşl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Oruç
« Posted on: 29 Mart 2024, 11:11:22 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Oruç rüya tabiri,Oruç mekke canlı, Oruç kabe canlı yayın, Oruç Üç boyutlu kuran oku Oruç kuran ı kerim, Oruç peygamber kıssaları,Oruç ilitam ders soruları, Oruçönlisans arapça,
Logged
23 Mart 2010, 14:32:34
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #6 : 23 Mart 2010, 14:32:34 »

METİN

Eğer hal belli olmazsa zâhir rivayete göre kaza etmez. Bu mesele 36 kısma ayrılır ki, yerleri mufassal kitaplardır. Bütün suretlerde sadece kaza eder.

İZAH

«Eğer hal belli olmazsa...» Yani gecenin devam ettiğini zannettiği, yahut şüpheye düşerek sahur yemeği yediği zaman ki bu "birincide güneş doğmuş olursa" ifadesine mukabilidir. Çünkü bundan murad kesinliktir. Hattâ zann-ı gâlibine göre fecir doğduktan sonra yemiş olsa, en meşhur rivayete göre o kimseye kaza lazım gelmez. Bahır. Belli olmamâkta bu da dahildir.

«Zâhir rivayete göre kaza etmez.» Yani gecenin devamını zan veya şüphe ettiği meselede kaza etmez. Çünkü asıl olan devamıdır. şüphe ile çıkmaz. Bahır. Güneşin battığını zan veya şüphe ettiği meseleyi ise, belli olup olmadığı suretleri ile ileride anlatacaktır. Burada şunu da kaydedelim ki, Zeylâî ile Bahır sahibi bunu hilâftan bahsetmeksizin söylemişlerdir. Bu bir vehim olup Bahır sahibine Zeylâî´nin anlattığı bir meseleden sirayet etmiştir. Mesele şudur: Bir kimseye fecir doğdu kanatı hasıl olur da yer, sonra bir şey anlayamazsa, zâhir rivayetegöre o kimseye bir şey lâzım gelmez. Bazıları, "ihtiyaten kaza eder" demişlerdir. Bunu Halebî söylemiştir.

«Mesele 36 kısma ayrılır.» Bu Nehir´in beyanına göredir. Nehir sahibi diyor ki: "Çünkü o kimse ya kanaat getirecek, ya zan, ya da şüphe edecektir. Bu üç suretten her biri de ya mübah kılan, yahut haram kılan bir şeyle beraber bulunacaktır ki, altı olurlar. Bunlardan her biri de üç kısım olur. Ya gördüğünün doğru olduğu, ya bâtıl olduğu anlaşılır, ya da hiç bir şey anlaşılmaz. Bu 18´den her biri de ya orucun başında yahut sonunda olur. Mecmu´u 36 eder."

Fakat bu taksim söz götürür. Çünkü Nehir sahibi ilk taksimde zanla galebe-i zan arasında fark yaptı. Bunlar mefhum itibarı ile ayrı olsalar da, hükümde birleşmeleri sebebi ile bu fark bir fayda temin etmez. Zira aklın karşısında mücerret hükmün iki tarafından birinin üstün gelmesi zannın aslıdır. Bu üstünlük artar da kesinliğe yaklaşırsa, ona "galebe-i zan ve ekber-i rey´ (fikrin daha büyük kısmı) denilir. Onun içindir ki Bahır sahibi bu kısımları 24´te bırakmıştır. Bununla beraber ikisine de şu itiraz vârid olur. Şekki (şüpheyi) bazan mübah kılan şeyde, bazan da haram kılanda saymanın bir vechi yoktur. Zira birinde şek etmek. diğerinde de şektir; şekte iki taraf müsavidir. Zan öyle değildir. Onun bazan mübah kılana, bazan da haram kılana taallûkunun sahih olması, iki taraftan birine hususi nisbeti olduğundandır. Zan gecenin mevcut olduğuna taallûk etti mi, gündüzün mevcut olduğuna taallûk edemez; aksi de olamaz.

Şu halde taksimde hak söz şudur: O kimse ya mübah kılan şeyin veya haram kılan şeyin varlığını zannedecek, yahut şekke düşecektir. Bu üçten her biri ya orucun başında veya sonunda olur. Bu altı şekilden her birinde ya mübah kılan şeyin, ya haram kılanın bulunduğu anlaşılacak; yahut anlaşılmayacaktır ki, mecmuu 18 olur. Dokuzu orucun başında, dokuzu da sonundadır. Zeylâî´nin 18´den başka bir şey zikretmemesi de buna şahittir. O bunları hükümleri ile birlikte zikretmiştir ki şunlardır: Gece devam ediyor zannı ile sahur yemeği yerse, devam ettiği belli olsa da olmasa da bir şey lâzım gelmez. Fecrin doğduğu anlaşılırsa,, yalnız kaza lazım gelir. Fecrin doğması meselesinde şekketmesi de böyledir. Fecrin doğduğunu zannederek sahur yerse, doğduğu anlaşıldığı takdirde yalnız kaza lâzım gelir. Hiçbir şey belli olmazsa, zâhir rivayete göre bir şey lazım gelmez. Bazıları "sadece kaza eder" demişlerdir. Gecenin devam ettiği anlaşılırsa, bir şey lâzım gelmez. Bunlar baştaki dokuzdur. Güneşin battığını zanneder de, batmadığı anlaşılırsa, yalnız kaza etmesi lâzım gelir. Battığı anlaşılır veya hiçbir şey anlaşılmazsa, bir şey lâzım gelmez. Bunda şek eder de bir şey anlaşılmazsa, kaza lâzım gelir. Kefaretin lâzım gelip gelmeyeceği hususunda iki rivayet vardır. Batmadığı anlaşılırsa, hem kaza hem kefaret lâzım gelir. Battığı anlaşılırsa bir şey lâzım gelmez. Batmadığını zanneder de batmadığı anlaşılır veya hiçbir şey anlaşılmazsahem kaza, hem kefaret lâzım gelir. Battığı anlaşılırsa bir şey lâzım gelmez. Bunlar da sondaki dokuz kısımdır.

Hâsılı: On surette hiçbir şey lâzım gelmez. Dört surette yalnız kaza; dört surette de hem kaza, hem kefaret lâzım gelir. Bunu Halebî ifade etmiştir.

«Bütün suretlerde...» Yani "hata ederek orucunu bozarsa..." sözü nün şümulüne giren suretlerin hepsinde, yalnız fer´î suretlerde değil, yalnız kaza lâzım gelir; kefaret gerekmez.

METİN

Nasıl ki iki şahit güneşin battığına, diğer iki şahit de batmadığına şehadette bulunur da iftar eder ve batmadığı anlaşılırsa hüküm budur. Bu şahitlik fecrin doğması hakkında olursa, hem kaza hem kefaret lâzım gelir. Çünkü nefye şahitlik, ispata şahitliğe karşı gelemez. Bilmiş ol ki, kefaret lâzım gelmemenin yeri, ma´siyet kastı ile o işi tekrar, tekrar yapmamaktır. Şayet yaparsa, onu bu işten men etmek için kefaret vâcip olur. Şehirler uleması bununla fetva vermişlerdir. Fetva da buna göredir. Kınye. Bu güzeldir. Nehir. Son zikredilen iki kişi esah kavle göre günlerinin kalan kısmını vâcip olarak oruçlu geçirirler. Çünkü iftar etmek çirkindir. Çirkini terk etmek şer´an vâciptir.

İZAH

«Nasıl ki iki şahit...» Yani bu meselede kefaret yoktur. Çünkü cinayet işlememiştir. O şahıs isbat şahidine itimad etmiştir. T.

«Çünkü nefye sahitlik, isbata şahitliğe karşı gelemez.» Beyyineler nefi için değil, isbat içindir. Onun için isbat edenin şahitliği kabul edilir. Nefi edeninki kabul edilmez. Bahır. Zira isbat edende fazla bilgi vardır. Nefi eden şehadet hükümsüz kalınca, isbat eden kalır ve zan icabeder. Bu izahatla şu itiraz defedilmiş olur: "Her iki şahitliğin çatışması şek icabeder. Güneşin battığında şek eder de sonra batmadığı anlaşılırsa kefaret vâcip olur. Nitekim geçmişti." Lâkin Fetih sahibi. "Nefiste bundan bir şey var ki, az bir düşünmekle anlaşılır. Düşün!" demiştir.

Ben derim ki: Herhalde bunun vechi şu olacaktır: Nefye şehadet ancak haklarda kabul edilmemiştir. Çünkü asıl olan yokluktur. Binaenaleyh fazla bir şey ifade etmemiştir. İsbat eden böyle değildir. Lâkin burada nefi şehadeti bir şüphe meydana getiriyor. Binaenaleyh onunki kefaretin sâkıt olması gerekir. Bezzâziye´de şöyle denilmiştir: "Bir kimse fecrin doğduğuna, diğer iki kişi de doğmadığına şahitlik etseler kefaret yoktur." Düşün!

(Araştırmakla İftarın Caiz Olması)

Tetimme-i Musannıf´ın, başkaları gibi "zannederek" tabirini kullanmasında araştırmakla sahur yemenin ve iftar etmenin caiz olduğuna işaret vardır. Bazıları "iftarda araştırma yapmaz" demişlerdir. Keza Musannıf´ın bu sözünde âdil bir kimsenin sözü ile ve davul, çalmakla sahur yemenin caiz olduğuna da işaret vardır. Horoz ötmekle sahur caiz olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. iftara gelince: O bir kişinin sözü ile caiz değildir. İki kişi gerekir. Ama zâhir olan cevap şudur ki, o bir kişi tasdik ettiği âdil biri olursa, kabulünde bir beis yoktur. Nitekim Zâhidî´de böyle denilmiştir. Musannıf´ın sözünde şuna da işaret vardır: Bir köy halkı ayın otuzuncu günü davul sesi duyarak bayram zannı ile iftar etseler de, davulun başka bir şey için çalındığı anlaşılsa, kefaret vermezler. Nitekim Münye´de böyle denilmiştir. Kuhistanî.

Ben derim ki: "O bir kişi tasdik ettiği âdil biri olursa iftarda kabulünde bir beis yoktur." sözünün muktezası, tasdik etmezse caiz olmamaktır. Hâli kapalı olan kimsenin sözü ile de mutlak surette caiz değildir. Zamanımızda yeni çıkan davul veya topla ise evleviyetle caiz olmaz; çünkü başka bir şey için olmak ihtimali vardır. Bir de ekseriyetle davulcu âdil değildir. şu halde mutlaka araştırmak lâzımdır ki, caiz olsun. Zira ulemamızın zâhir mezheplerine göre araştırmakla iftar caizdir. Nitekim bunu Mi´râc sahibi Şemsüleimme Serahsî´den nakletmiştir. Çünkü araştırmak, galebe-i zan (kanaat) ifade eder. Bu da evvelce geçtiği vecihle yüzde yüz ilim gibidir. Araştırmazsa iftar etmesi helâl olmaz. Zira Sirâc ve diğer kitaplarda beyan edildiğine göre, bir kimse güneşin battığında şüphe ederse iftarı helâl olmaz. Çünkü asıl olan gündüzün devamıdır.

Bahır´da Bezzâziye´den naklen şöyle denilmiştir: "Zann-ı gâllbine göre güneş batmadıkça iftar edemez; velev ki müezzin ezan okusun!" Ama burada şöyle denilebilir: Bizim zamanımızda top galebe-i zan ifade etmektedir; velev ki patlatan fâsık olsun. Çünkü âdete göre muvakkit günün sonunda hükümet dairesine giderek topçuya patlatacağı vakti tayin eder. Bunu bakana ve başkalarına da bildirir. Topçu topu patlattığı vakit, bu iş bakanın ve yardımcılarının o muayyen vakti murakabe etmeleri ile olur. Bu karînelerle hata ve bozuk niyet olmadığı kanaatına varılır. Aksi takdirde herkesin günaha girmesi ve bütün ayın orucunu kaza etmeleri lâzım gelir, Çünkü ekserisi hiç araştırmadan, kanaat getirmeden sırf top sesini işitmekle iftar ederler. Allah´u a´lem

«Tekrar tekrar yapmamaktır.» Zâhire bakılırsa, ikinci defa yapmakla kefaret vâcip olur. Velev ki arada birkaç günlük fâsıla bulunsun. Ma´siyet kastedilmediği vakit, kefaret icabetmez. Ma´siyet iftardır. T.

«Son zikredilen iki kişi» yani vakit gecedir zannederek sahur yiyenle iftar eden kimseler o günün kalan cüzlerini oruçlu geçirirler. Musannıf burada Dürer sahibine tâbi olmuştur. Halbuki Şârih´in de aşağıda işaret edeceği gibi, bunu tahsisin bir vechi yoktur. Burada "esah kavle göre" demesi bazıları, "o günün bakıyyesini tutmak müstehaptır" dedîkleri içindir. Fetih. Hayızlı, nifaslı, yolcu ve hasta kimselere o günün kazası lâzım gelmeyeceğine ulemaittifak etmişlerdir. Hata yolu ile veya kasten iftar edene, yahut yevm-i şek zannile iftar edip de sonradan ramazan olduğu anlaşılan kimselere ise kaza lâzım geleceğine ittifakları vardır. Bunu Kadıhan...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 14:33:41
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #7 : 23 Mart 2010, 14:33:41 »

ORUÇLUYA MEKRUH OLAN ŞEYLER

METİN


Oruçlunun özrü yokken bir şey tatması Ve keza çiğnemesi mekruhtur. "Özrü yokken" tabiri her ikisinin kaydıdır. Bunu Aynî söylemiştir. Meselâ kadının kocası veya sahibi kötü huylu olur da, ondan korktuğu için tadar. Satın alırken bir şeyi tatmanın mekruh olup olmadığı hususunda iki kavil vardır. Nehir sahibi bunların arasını bularak, "Eğer tatmamak için imkân bulur, aldanacağından da korkmazsa, tatması mekruh olur. Aksi takdirde mekruh olmaz." demiştir. Bu farz oruçtadır; nâfilede değildir. Ulema böyle demişlerdir. Ama söz götürür. Çünkü mezhebe göre özürsüz nâfile orucu bozmak haramdır. Binaenaleyh kerâhet bâkidir.

İZAH

Anlaşılan bu yerlerdeki kerahet, kerahet-i tenzihiyyedir. Remli. "Bunu Aynî söylemiştir." Nehir sahibi de ona uymuş ve "Zeylâî bu kaydı sadece ikinciye vermiştir. Halbuki birinci daha lâyıktır." demiştir.

«Meselâ kadının kocası kötü huylu olur...» cümlesi, birincide özrü beyândır. Nehir sahibi diyor ki: "ikincide özür de, kadının çocuğuna yemek çiğneyecek hayızlı veya nifaslı gibi oruçsuz birini bulamaması; pişmiş yemek bulamaması olabilir."

"Nehir sahibi..."nin ibaresi şudur: «Birinciyi yani "mekruhtur" sözünü olmamak için imkân bulduğuna; ikinciyi de imkân bulamadığına ve aldanacağından korktuğuna yorumlamak gerekir.» O keraheti satın almamak imkânı bulmakla kayıtlamıştır. Yani aldanacağından korkup korkmaması müsavidir. Şu halde Şârih´in burada "aldanacağından korkmazsa" demesi Nehir´in sözüne aykırıdır.

"Aksi takdirde mekruh olmaz." Yani "satın almamak imkânı bulamaz; aldanacağından da korkarsa mekruh olmaz" demesi Nehir´in sözüne uygundur. Bu sözün mefhumu muhalifi şudur: Almamak imkânı bulamaz; aldanacağından da korkmazsa tatmak mekruh olur. Bu açıktır.

«Bu farz oruçtadır.» Yani özürsüz tatmanın veya çiğnemenin mekruh olması hükmü, farz oruca mahsustur. T.

«Nâfilede değildir.» çünkü onda özürden dolayı orucu bozmak bilittifak mübahtır. İmam Hasan´la Ebu Yusuf´un rivayetlerine göre özürsüz bozmak da mübahtır. Şu halde tatmak evleviyetle mekruh olmaz. Çünkü o iftar değildir; sadece iftar olabilme ihtimalini haizdir. Fetih ve diğer kitaplar.

«Ama söz götürür.» Burada söz eden Bahır sahibidir. Sözünün hulâsası şudur: «Sözümüz, zahir rivayete göre özürsüz oruç bozmanın helâl olmayacağı hususundadır. Binaenaleyh orucu bozmaya mâruz bırakan her şey mekruh olur. Bu rivayete göre bunu teslim ediyoruz. Fakat ileride bunun şâz olduğu görülecektir.» Nehir sahibi ise şöyle cevap vermiştir: «Denilebilir ki, nâfilede mekruh olmayıp farz oruçta mekruh olması, iki derecenin farkını göstermek içindir.» Remlî dahi cevap vermiş ve «Farz oruçta mekruh olması, kuvvetinden dolayıdır. Onu korumak ve fesada mâruz bırakmamak icabeder. Bu sebeple orucu fesada götürememesinden korkulan şey onda mekruh sayılmış; nâfilede mekruh sayılmamıştır. Velev ki hakikaten orucu bozmak helâl olmasın. Çünkü o aslı itibarı ile sırf tetavvudur. Mütetavvı (gönüllü) kimse evvel emirde kendinin kumandanıdır. Böylece nâfilenin mertebesi farzdan aşağı inmiş; kanaat bahşolmamakla beraber çok defa orucu bozmaya vardıran bir fiil onda mekruh sayılmamıştır.» dedikten sonra, «Bu, Nehir´in ifadesinden daha iyidir. Çünkü bu onlar için zikredilen illeti iptal eder. Düşün!» demiştir.

METİN

Çiğnenmiş, çiğnem halindeki beyaz sakızı çiğnemek mekruhtur. Böyle olmazsa orucu bozar. Oruçsuz erkeklerin sakız çiğnemesi mekruhtur. Ancak bir özürden dolayı tenha bir yerde çiğneyebilirler. Fakat mübah olduğunu söyleyen de vardır. Kadınların sakız çiğnemeleri müstehaptır. Çünkü bu onların misvakıdır. Fetih.

Orucu bozacak bir şeyden emin olmayan kimsenin öpmesi, dokunması, sarmaşması ve çıplak sarılması mekruhtur. Emin olursa zarar etmez.

İZAH

Özürsüz bir şeyi tatmak ve çiğnemek meselesinde sakız da dahil olduğu halde, Musannıf´ın onu ayrıca zikretmesi, ondaki özür açık olmadığı içindir. Musannıf onu ehemmiyetinden dolayı özürsüz mutlak olarak zikretmiştir. Remlî.

Ben derim ki: Şu da var: Onu çiğnemek âdet olmuştur. Bilhassa kadınlar çok çiğnerler. Çünkü sakız onların misvakıdır. Nitekim gelecektir. Binaenaleyh bu bir özürdür sanılarak oruçta keraheti olmadığı zannına düşülebilir. Şarih´in "beyaz" diye kayıtlaması, kara sakızla çiğnenmemiş ve çiğnem haline getirilmemiş beyaz sakızın kırıntıları mideye gideceği içindir. İmam Muhammed bu meseleyi mutlak zikretmiştir. Kemal onu müteehhirîn ulemaya uyarak bu mânâya yorumlamıştır. Demiştir ki: «Çünkü çiğnem halindeki sakız yüzde yüz mideye varmamakla ta´lîl edilmiştir. Eğer adeten mideye ulaşan şeylerden olursa, orucun bozulduğuna hükmedilir; zira o, kesinlikle bilinen gibidir»

«Oruçsuz erkeklerin sakız çiğnemesi mekruhtur.» Çünkü delil, yani kadınlara benzeme, onlar hakkında itirazsız kerahet iktiza eder. Fetih. Zâhire göre buradaki kerahet, kerahet-i tahrîmiyyedir. T.

«Ancak bir özürden dolayı tenha bir yerde çiğneyebilirler.» Pezdevî´den naklen Mi´râc´da ve Mahbûbî´de de böyle denilmiştir.

«Mübah olduğunu söyleyen de vardır.» Bundan murad, Fahrulislâm´dır. Şöyle demiştir: «İmam Muhammed´in kavlinde, oruçlu olmayana mekruh sayılmadığına işaret vardır. Lâkin erkeklerin bunu terk etmesi müstehaptır. Meğer ki ağzı kokmak gibi bir özrü ola.»

«Çünkü bu onların misvakıdır.» Kadınların bünyeleri zayıftır. Misvaka tahammül etmeyebilir ve misvak diş etleri ile dişlerine zarar verir diye düşünülebilir. Fetih.

«Öpmesi...» Sirâc sahibi kadının dudaklarını emmek sureti ile şiddetli öpmenin mutlak surette, yani emin olsun olmasın mekruh olduğunu kesinlikle ifade etmiştir. Nehir sahibi, «Meşhur kavle göre "sarmaşık" meselesi tafsilâtlıdır. Zâhir rivayete göre mübaşeret-i fâhişe de öyledir. îmam Muhammed´den bir rivayete göre mutlak olarak mekruhtur. Hasan´ın rivayeti de budur. Sahih kavlin bu olduğu söylenir.» demiştir. Fetih sahibi keraheti ihtiyar etmiş; Valvalciyye sahibi ise hilâf zikretmeksizin kesinlikle buna kail olmuştur.

Mübâşeret-i fâhişe, karı-kocanın çırılçıplak birbirlerine sarmaşmaları ve edep yerlerinin birbirine değmesidir. Hattâ Zahîre sahibi bunun hilâfsız mekruh olduğunu söylemiş; "Çünkü ekseriye cima vardır," demîştir. Bundan anlaşılır ki imam Muhammed´in rivayeti, zahir rivayetteki sarılmanın mutlak olmadığını, onun "çirkin olmayan sarılma" mânâsına alınacağını beyan etmektedir. Onun için Hidâye sahibi, "Sarılmak zâhir rivayete göre öpmek gibidir. İmam Muhammed´den bir rivayette kendisi mübâşereti fâhişeyi mekruh saymıştır." demiştir. Bu gösterir ki, yukarıda Nehir´den naklettiğimiz mübâşereti fâhişenin ihtilâflı olması gerektiği gibi değildir. Sonra Tatarhâniyye´nin muhit´ten naklen benim söylediğim gibi açıkladığını gördüm; iki rivayetin arasını bulmuş ve aralarında fark olmadığını beyan etmiş. Hamd Allah´adır.

«Oruç bozacak bir şeyden...» murad, meni getirmek veya cima´dır İmdâd. "Emin olursa zarar etmez." cümlesinden anlaşılıyor ki, evlâ olan yapılmamasıdır. Lâkin Fetih sahibi diyor ki: «Buharî ile Müslim´de rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s.a.v.) oruçlu iken öper ve kucaklarmış. Ebû Davd güzel bir isnatla Ebû Hureyre´den rivayet etmiştir ki, bir adam Peygamber (s.a.v.)´e oruçlunun sarılmasını sormuş da, ona ruhsat vermiş. Başka biri gelmiş; ona bunu yasak etmiş. Bir de bakmışlar ki ruhsat verdiği şahıs ihtiyar; yasak ettiği ise genç imiş!»

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 14:35:16
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #8 : 23 Mart 2010, 14:35:16 »

Güzelleşmekle Süslenmek Arasında Fark Ve Sakalı Kısaltmak



METİN


Süslenmeyi kast etmezse, bıyık yağlamak ve sürme çekmek mekruh değildir Sünnet miktarı olursa, sakalı uzatmak da mekruh değildir. Sünnet miktarı, bir tutamdır. Nihâye sahibinin açıkladığına göre, sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek vâciptir. Bunun muktezası, kesmemenin günah olmasıdır. Meğer ki vücup ´ sübut ´ mânâsına yorumlana. Bir tutamdan az olan sakal, bazı Mağriplilerle kadınlaşmış erkeklerin yaptığı gibi kısaltmaya gelince: Bunu kimse mübah görmemiştir. Bütün sakalı kazıtmak ise Hint Yahudileri ile Acem Mecûsilerinin işidir. Fetih.

İZAH

«Bıyık yağlamak ve sürme çekmek...» İmdâd´da beyan edildiğine göre bundan şu çıkar: Tütün gibi bitişik bir cevher olmayan misk, gül ve emsalini koklamak oruçluya mekruh değildir. Çünkü ulema sürme çekmenin hiçbir surette mekruh olmadığını söylemişlerdir. Bu, kokulusuna da başkalarına da şâmildir. Onu bir nevine tahsis etmemişlerdir. Bıyığı yağlamak da öyledir.

«Süslenmeyi kast etmezse...» Bilmiş ol ki, güzelleşmek istemekle süslenmek istemek arasında telâzüm yoktur (Birinin bulunması diğerinin bulunmasını gerektirmez). Kusuru gidermek vakarlı olmak ve - övünmek için değil de - şükür için nîmeti açıklamak maksadı ile güzellik matluptur. Bu, nefsin edep ve terbiyesinin eseridir. Süslenmek ise nefsin zaafının eseridir. Ulema demişlerdir ki: «Sünnet kınalanmayı emretmiştir: fakat süslenmek maksadı ile değildir. Kınalandıktan sonra süs meydana gelirse, bu matlup bir iş zımnında meydana gelmiştir. Binaenaleyh ona ehemmiyet vermedikçe zararı yoktur.» Fetih. Bundan dolayıdır ki Valvalciyye sahibi şöyle demiştir: «Güzel elbise giymek, büyüklenmemek şartı ile mübahtır. Zira büyüklenmek haramdır.» Bunun açıklaması: "Güzel elbiseyi giydikten sonra, giymezden önceki gibi olmalıdır" Bahır.

«Nihaye sahibi...» şöyle demiştir: "Bundan geri kalanı kesmek vâciptir; Peygamber (s.a.v.)´den böyle rivayet olunmuştur. O, sakalının ucundan ve yanı başından alırdı. Bunu Ebû İsa, yani Tirmîzî Câmii´nde rivayet etmiştir." Bu sözün bir misli de Mirâc´tadır. Onu Fetih sahibi de nakletmiş ve tasdikte bulunmuştur. Nehir sahibi diyor ki: «Bazı kıymetli büyüklerden işittiğime göre Nihâye´nin ibaresi. "Bundan geri kalanı kesmeyi severdi" şeklinde imiş. Bunda bir beis yoktur.» Şeyh ismail, "Lâkin bu zâhirin hilâfınadır." diyor.

«Meğer ki vücup ´ sübut ´ mânâsına yorumlana.» Bunu şu da te´yîd eder ki: Nihâye sahibinin istidlâl ettiği delil, vücuba delâlet etmemektedir. Çünkü Bahır ve diğer kitaplarda açıklandığına göre "şöyle yapardı" ifadesi tekrar ve devam iktiza etmez. Onun için Zeylâî"vâciptir" sözünü çıkararak, "fazlasını keser" demiştir. Şeyh İsmail Şerhinde, "Sakalını avucuna almakta bir beis yoktur. Bir tutamdan fazla gelirse onu keser." demiştir. Münye´de de öyledir. Bu sünnettir. Nitekim Mübteğâ´da böyledir.

Müctebâ, Yenâbî, ve diğer kitaplarda şöyle denilmektedir: «Sakal uzadığı vakit etrafından almakta bir beis yoktur. Beyazlaşmış kıl, ancak süslemek için yolunur. Kadınlaşmış erkeklere benzememek şartı ile kaşlarından ve yüzünün kıllarından almakta da beis yoktur. Boğazın kılları tıraş edilmez. Ama Ebû Yusuf´tan bir rivayete göre bunda bir beis yoktur.»

«Kısaltmaya gelince...» Fetih sahibi yukarıda geçenle Sahîhayn´da İbn-i Ömer (r.a.)´den rivayet olunan "Bıyıkları tıraş edin, sakalları çoğaltın!" hadisinin aralarını bununla bulmuştur. Demiştir ki: «Hadisin râvisi olan İbn-i Ömer´in, bir tutamdan fazlasını aldığı sahih rivayetle nakledilmiştir. Bu neshe hamledilmezse - ki râvi rivayet ettiği hadisin zıddı ile amel ettiğinde kaidemiz budur. Halbuki başka raviden ve Peygamber (s;a.v.)´den de rivayet olunmuştur - ´çoğaltmak´ kelimesi çoğunu almamak veya Acem Mecûsilerinin yaptıkları gibi hepsini tıraş etmemek mânâsına yorumlanır. Bunu Müslim´in Ebû Hureyre (r.a.)´den rivayet ettiği: "Bıyıkları kesin! Sakalları çoğaltın! Ama Mecûsilere muhalefet edin!" hadisi te´yîd eder. Bu son cümle ta´lîl yerindedir. Bazı Mağriplilerle, kadınlaşmış erkeklerin yaptığı gibi, bir tutamdan az olan sakaldan almaya gelince: Bunu kimse mübah görmemiştir.» Kısaltılarak alınmıştır.


Aşüre Günü Çoluk-Çocuğa Cömert Davranma Hadisi



METİN


«Aşûre günü çoluk-çocuğa cömert davranmak...» hadisi sahihtir. «O günde sürme çekinmek...» hadisleri ile Abdulaziz oğlunun dediği gibi ´ uydurma ´ değil, zayıftırlar. Misvak tutunmak da mekruh değildir. Mezhebe göre velev ki akşam üzeri veya su ile ıslak halinde olsun. İmam Şâfiî zevâlden sonra misvaklanmayı mekruh görmüştür. Keza kan aldırmak, yaş elbise ile sarınmak, Ebû Yusuf´a göze ağzına veya burnuna su çekmek veya serinlemek için yıkanmak da mekruh değildir. Bununla fetva verilir. Bu meseleyi Burhân´dan şurunbulâliyye nakletmiştir.

İZAH

«Aşûre hadisi» şudur: «Her kim aşûre günü çoluk-çocuğuna cömert davranırsa, Allah bütün sene ona cömert davranır.» Cabir, «Ben bunu kırk yıl denedim; hiç aksamadı.» demiştir. T.

Sürme hadisi de Beyhâkî´nin rivayet ettiği ve zayıf bulduğu şu hadistir: «Her kim aşûre günü sürme taşı ile sürme çekinirse, ebediyyen göz ağrısı görmez.» İbni´l-Cevzî bu hadîsi mevzû hadisler arasında "Her kim aşûre günü sürme çekinirse o sene gözü ağrı görmez." şeklinde rivayet etmiştir. Fetih.

Ben derim ki: Bunu burada zikretmenin münasebeti, Hidaye sahibi oruçlunun sürme çekinmesi mekruh olmadığına Peygamber (s.a.v.) aşûre günü sürme çekinmeyi ve oruç tutmayı teşvik buyurmuştur diye istidlâlde bulunmasıdır. Nehir sahibi diyor ki: «İbn-i İzz kendisini tenkit ederek, "Peygamber (s.a.v.)´den aşûre günü hakkında orucundan başka bir şey sahih olmamıştır. Ancak Rafiziler Hz. Hüseyin o günde katledildiği için aşûre gününde mâtem tutmayı, çadır kurmayı îcat edince, Ehl-i Sünnet´in cahilleri de şenlik yapıp keşkek ve yemekler pişirmeyi, sürme çekinmeyi îcat ettiler. Sürme çekinmek ve çoluk-çocuğa cömert davranmak hususunda birtakım uydurma hadisler rivayet ettiler" demiştir. Bu iddia reddedilmiş; "Aşure günü sürme çekinmeyi bildiren hadisler uydurma değil zayıftırlar." denilmiştir. Nasıl uydurma olur ki, onları Fetih sahibi tahrîc etmiş; sonra "Bunlar birçok yollardan rivayet olunmuştur. Biri ile ihticâc edilmezse, yolları çok olduğu için mecmuu ile ihticâc edilir." demiştir. Cömert davranma hadisine gelince: Onu güvenilir râvîler rivayet etmiştir. Onun hakkında ibnü´l-Karâfî ayrıca bir cüz kitap, yazmıştır.» Nehir´in sözü burada sona erer. Bu ibare Sa´diyye Hâşiyelerinden alınmıştır. Lâkin Nehir sahibi, sürme hadislerinde olsun, Fetih´ten naklettiklerinde olsun ziyadeler yapmıştır. Ama söz götürür. Çünkü Fetih sahibi oruçlunun sürme çekinmesi hadislerini birçok yollardan tahric etmiştir. Bunların bazısı ´ aşûre ´ kaydı ile mukayettir ki, o da yukarıda arzettiğimizdir. Bazısı mutlaktır. Onun muradı, oruçluya sürme çekinmeyi bildiren hadislerin mecmuu ile ihticâc edilebileceğidir. Bundan, aşûre günü sürme çekinme hadisi ile ihticâc lâzım gelmez. Ohadisin uydurma olduğuna Hâfız Sehâvî "el-Makâsıdü´i-hasene" adlı eserinde kesinlikle hükmetmiştir. Başkaları da ona tâbi olmuşlardır ki, onlardan biri de "el-Mevzûât" nâmındaki eserinde Molla Aliyyülkaarî´dir. Süyûti dahi "Ed-Dürerü´l-müntesira" adlı eserinde Hâkim´den naklen onun münker olduğunu söylemiştir. Cerrâhî "Keşfü´l-Hafâi ve Müzîlü´l-ilbâs" adlı eşer

«Abdülaziz oğlu» yerine Nehir´de Ve Sa´diyye Hâşiyelerinde "İbnü´l-İzz" denilmiştir.

Ben derim ki: Bu zât "En-Nüket alâ müşkilâti´l-Hidâye" adlı eserin sahibidir. Nitekim Sa´diyye´nin başka yerinde zikredilmiştir.

«Misvak tutunmak da mekruh değildir.» Bilâkis başkaları gibi oruçluya da sünnettir. Bunu Nihaye sahibi açıklamıştır. Delili, Peygamber (s.a.v.)´in, "Ümmetime meşakkat vereceğini bilmesem her abdest aldıkça ve her namaz kıldıkça onlara misvakı emrederdim." hadisinin umumudur. Zira öğle, ikindi ve akşam namazlarına şâmildir. Hükümleri temizlik bahsinde geçmişti. Bahır.

«Mezhebe göre velev ki akşamüzeri olsun.» Akşam üzerinden murad, zevâlden sonrasıdır. imam Ebû Yusuf´a göre su ile ıslatılmış misvakı kullanmak mekruhtur. Zira bunda zaruret yokken suyu ağzına almak vardır. Ama bu söz, "Islak misvak mazmazadan daha kuvvetli değildir. diye reddedilmiştir. Yaş ağaçtan yapılan yaş misvakta ise bilittifak zarar yoktur. Hulâsa´da böyle denilmiştir. Nehir.

«Kan aldırmak» yani oruca mâni olmayacak kan aldırma da mekruh değildir. Ama bunu güneş batıncaya kadar geciktirmek gerekir. Şeyhülislâm´ın beyanına göre, kerahetin şartı, orucu bozmaya muhtaç olacak derecede zayıf düşmektir. Nitekim Tatarhâniyye´de beyan edilmiştir. İmdâd. Bundan önce şöyle demiş: "Damardan kan aldırmak veya hacama ve ağır iş gibi oruçtan zayıf düşürmesi zannını veren bir iş yapması mekruh olur. Çünkü bunda orucu bozmaya mâruz bırakmak vardır."

Ben derim ki: Yaz günü uzun zaman hamamda durmak da buna katılır. Nasıl ki âşikârdır.

«Bununla fetva verilir.» Çünkü Peygamber (s.a.v.) oruçlu iken susuzluktan veya sıcaktan başına su dökmüştür. Bu hadisi Ebû Dâvud rivayet etmiştir. İbn-i Ömer (r.a.) oruçlu iken elbisesini ıslatır da ona sarınırmış. Bir de bu gibi şeylerde ibadete yardım ve tabiî sıkıntıyı defetmek vardır. Ama Ebû Hanife bunu mekruh görmüştür. Çünkü bunda ibadete bıkkınlık mânâsı vardır. Burhân´da böyle denilmiştir. İmdâd.

METİN

Sahura kalkmak ve sahuru geciktirmek; İftarı acele yapmak müstehaptır. Delili şu hadistir: "Üç haslet Peygamberlerin ahlâkındandır: İftarı acele etmek, sahuru geciktirmek ve misvak tutunmak."

İZAH

Sahurun delili, Ebû Dâvud´dan maada hadis imamlarının Hz. Enes´ten rivayet et...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 14:38:38
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #9 : 23 Mart 2010, 14:38:38 »

ORUÇ TUTMAMAYI MÜBAH KILAN ÂRIZALAR

METİN


Musannıf bunlardan beşini zikretmiştir. Kalanlar zorlama, helâk korkusu veya akıl noksanlığıdır. Velev şiddetli susuzluk veya açlık sebebi ile olsun. Bir de yılan sokmasıdır.

İZAH

Burada ârızadan murad, insana oruç tutmamayı mübah kılan bir hal meydana gelmesidir. Nitekim Şârih´in sözü de buna işaret etmektedir. Bedâyi´de "orucu ıskat eden ârızalar" denilmiştir. Musannıf´ın böyle demekten vazgeçmesi, Nehir sahibi itiraz ettiği içindir. Nehir sahibi: "Bu tabir sefere şâmil değildir. Çünkü sefer oruç tutmamayı mübah kılmaz. O sadece oruca başlamamayı mübah kılar. İhtiyarlık dolayısı ile oruç tutmamanın mübah olması da böyledir." demiştir. Fakat söz götürdüğü meydandadır.

«Beşini zikretmiştir.» Bunlar, sefer, gebelik, çocuk emzirmek, hastalık ve ihtiyarlıktır. Mecmuu dokuz eder ki ben onları şu kıta ile nazma çektim: "Kişiye bazen oruç affedilen ârızalar dokuzdur; yazılır." "Gebelik, emzirme, zorlama, sefer, hastalık, açlık, susuzluk, cihad, ihtiyarlık."

«Kalanlar, zorlama...» İkrah bahsinde beyan ettiğine göre, bir kimse lâşe, kan veya domuz eti yemeye yahut şarap içmeye, hapis, dövme veya bağlama gibi muztar bırakmayan bir sebeple zorlanırsa, o işi yapması helâl olmaz; fakat öldürmek, uzuv kesmek veya şiddetli dövmek gibi muztar bırakan bir şeyle zorlanırsa, o işi yapması helâl olur. şayet sabreder de öldürülürse günahkâr olur. Küfertmek için muztar bırakan bir şeyle zorlanırsa, kalbi îmanla mutmain olmak şartı ile küfür kelimesini söyleyebilir. Ama sabreder de öldürülürse sevap kazanır. Allah Teâlâ´nın sair hakları da böyledir. Oruç ve namaz bozmak Harem-i şerif´in avını öldürmek, ihramlı iken öldürmek ve farziyeti kitapla sabit olan her şey gibi...

Birincide sabrettiği takdirde günâhkâr olması, bu sayılanlar zaruret halinde haram olmaktan istisna edildiği içindir. Haramdan istisna edilen şey helaldir. Küfür kelimesini söylemek böyle değildir. Çünkü onun haramlığı kalkmış değildir; sadece günah sâkıt olmak için ruhsat verilmiştir. Onun için Bahır sahibi burada Bedâyi´den naklen hasta veya yolcu iken orucunu bozmaya zorlanan kimse ile sağlam ve mukim arasında fark yapmış; "Birincide o işi yapmaz da öldürülürse günahkâr olur; ikincide günahkâr olmaz," demiştir.

«Helâk korkusu...» Çalışmaktan bitâp düşen ve oruç tutarsa helak olacağından korkan câriye gibi. Hükümet müteahhidi tarafından sıcak günlerde acele işte çalıştırılan da helâk olacağından veya aklının azalacağından korkarsa câriye gibidir. Hulâsa´da beyan edildiğine göre, bir gâzi düşmanla ramazanda harbedeceğini ve zayıf düşeceğini yüzde yüz bilirse oruç tutmayabilir. Nehir.

«Bir de yılan sokmasıdır» Yani kendisini yılan sokan kimse faydalı bir ilâç içebilir.

METİN


Şer´an sefer mesafesi bir yere giden yolcu velev günah sebebi ile gitsin, zann-ı gâlip ile kendi hayatından veya çocuğunun hayatından korkan hâmile; yahut - zâhir rivayete göre anne olsun süt ana olsun - emzikli kadın oruç tutmayabilirler. Behensî Kemâl´e tabi olarak bunu "Emzirmek için taayyün ederse" diye kayıtlamıştır. Hastalığının artacağından korkan hasta; hastalanacağından korkan sağlam; bir alamet görerek zann-ı galiple veya tecrübeyle yahut müslüman, kâmil hali gizli bir doktorun sözü ile zayıf düşeceğinden korkan hizmetçi kadın da oruç tutmayabilirler. Nehir sahibi Bahır´a uyarak, bir ibadeti ifsat olmayan yerde kâfir doktorla tedavi görmenin caiz olduğunu söylemiştir.

Ben derim ki! Bu, söz götürür. Çünkü onlarca bir müslümana nasihat vermek küfürdür. O halde onlardan nasıl tedavi görülebilir!

İZAH

«Şer´an sefer mesafesi» namazların kısaltıldığı üç gün üç gecelik yoldur. "Velev günah sebebi ile gitsin." (Meselâ sahibinden kaçan kölenin yolculuğu günah sebebi iledir. Zira beraberindeki çirkinlik, seferi meşrû olmaktan çıkarmaz. Nitekim Şârih bunu yolcunun namazında anlatmıştı. T.

«Anne olsun, süt ana olsun...» Annenin çocuğunu emzirmesi diyaneten mutlak surette, kazaen ise baba fakir olduğu yahut çocuk başkasının memesini almadığı zaman vâcip olur. Süt ananın emzirmesi akit sebebi ile vâciptir. Bu ifade ile Zahîre´nin iddiası defedilmiş olur. Orada, "Emzirenden murad, anne değil, süt anadır. Çünkü baba ücretle anneden başkasını tutar." denilmiştir. Bahir. Fetih´te de buna benzer bir ifade vardır. Zâhîre´nin sözünü Zeylâî dahi Kudûrî´nin ve başkalarının şu sözü ile reddetmiştir: «Anne ile süt ana kendi hayatlarından veya çocuklarının hayatından korkarlarsa oruç tutmayabilirler.» Çünkü ücretle tutulan kadının çocuğu yoktur. (Burada maksat onun emzirdiği çocuktur.) Gerçi "emzirdiği çocuk onun süt çocuğudur." diyenler olmuşsa da, Nehir sahibi bu sözü reddederek "Bu söz ancak emzirmişse tamamdır. Fakat hüküm bundan umumidir. Zira bu kadın mücerret akitle çocuğun hayatından korksa oruç tutmayabilir." demiştir. Ebussuûd´un ifadesine göre akit ramazanda bile olsa, o kadına orucu bırakmak helâl olur. Nitekim Bercendî´de de böyle denilmiştir. Sadruşşeria buna muhalefetle helâl olmayı, "ramazandan önce ise" diye kayıtlamıştır.

«Zann-ı gâlip ile...» beyanı az ileride gelecektir. "Veya çocuğunun hayatından korkarsa..." ifadesinden anlaşılan, emzirenin anne olmasıdır. Nitekim gördüm. Çünkü çocuk hakikatta onundur. Emzirmek ona diyaneten vâciptir. Nitekim Fetih´te bildirilmiştir. Yani taayyün etmezse hüküm budur; taayyün ederse kazaen de emzirmesi vâcip olur. Şu halde süt anayaşümulü ilhâk (katma) yolu iledir. Zira akitle onun emzirmesi de vâciptir.

«Behensi, "emzirmek için taayyün ederse" diye kayıtlamıştır.» Bu

ifade yukarıda geçtiği vecihle Zahîre´nin sözüne göredir. Çünkü onun hâsılı şudur: Emzirenden murad, süt anadır; zira emzirmek ona vâciptir. Emzirmek için anne taayyün ederse, o da süt ana gibi olur. Meselâ çocuk annesinden başkasının memesini almayıverir; yahut baba fakir olur. Bu takdirde annenin emzirmesi vâcip olur. Ama gördün ki zâhir rivayet bunun aksinedir; taayyün etmese bile diyaneten doğurduğu çocuğu emzirmesi vâciptir.

«Hastalığının artmasından...» veya geç iyileşmesinden yahut bir uzvun bozulmasından - Bahır - veya göz ağrısından, yaradan, ağrıdan ve başkasından korkarsa oruç tutmayabilir. Hasta bakıcı da bunun gibidir. Kuhistâni. T. Yani hastalara o bakar da, oruç tuttuğu takdirde vazifesini yapamadığı için hastalar zayi ve helâk olacaklarsa, tutmayabilir demek istiyor.

«Hastalanacağından korkan sağlam...» zann-ı gâlip ile korkarsa oruç tutmayabilir. Nitekim gelecektir. Şu halde Mecma şerhi´nin "orucu bırakamaz" sözü, korkudan mücerret vehim kastedildiğine yorumlanmıştır Nitekim Bahır´la, Şurunbulâliyye´de beyan edilmiştir.

«Hizmetçi kadın da oruç tutmayabilir.» Kuhistâni´de Hızane´den naklen şöyle denilmiştir: «Hür hizmetçi veya köle yahut dereyi tıkamaya veya kiralamaya giden biri, sıcağın şiddetinden helâk olacağından korkarsa, hamur yoğurmaktan veya elbise yıkamaktan zayıf düşen hurre veya câriye gibi oruç tutmayabilir.» T. "Tecrübe ile" Velev ki hastadan başkası yapmış olsun. Yeter ki hastalıkları bir olsun. T.

«Müslüman, kâmil, hâli gizli bir doktorun sözü ile...» Kâfirin sözüne ise güven olmaz. Çünkü maksadı ibadeti bozmak olabilir. Meselâ teyemmümle namaza başlayan bir müslüman, kâfirin su vadetmesi ile namazını bozamaz. Bahır. Kâmilden murad, tıp ilminde yeterli bilgisi olan doktordur. Az bilgisi olanın sözüne uymak caiz değildir.

«Hâli gizli» bazılarına göre âdil olması şarttır. Zeylâî kesinlikle buna kaildir. Ama Bahır´la Nehir´in sözlerinden anlaşılan bu kavlin zayıf olduğudur. T.

Ben derim ki: Bu şartları haiz olmayan bir doktorun sözü ile amel eder de orucunu bozarsa, zâhire göre kefaret lâzım gelir. Nitekim alâmetsiz ve tecrübesiz orucunu bozsa, galebe-i zan bulunmadığı için kefaret lâzımdır. Halk bundan gâfildir.

«Onlardan nasıl tedavi görülebilîr?» Bu sual nefî mânâsınadır. Halebî diyor ki: «Bunu bizim üstadımız Allâme Suyûtî´nin "Ed-Dürrü´l-Mensûr" adlı eserinden naklettiği, bir kâfir müslümanla baş başa kalırsa mutlaka onu öldürmeye azmeder; hadisiyle te´yîd etti.»,

METİN

Bahır´da Zahîriyye´den naklen "Eğer sahibi farzları eda etmekten âciz bırakıyorsa, câriye, sahibinin emrine imtisal etmeyebilir. Çünkü farzlar hususunda câriye asıl hürriyet üzerindebırakılmıştır." denilmiştir. Yalnız ileride geleceği gibi, sefer müstesnadır. Bunların ellerinden geldiği kadar oruçlarını fidyesiz ve tetabü´süz olarak kaza etmeleri lâzımdır. Çünkü orucun kazası mühletlidir. Onun için de kazadan önce nâfile oruç caizdir. Namazın kazası böyle değildir. şayet ikinci ramazan gelirse, edayı kazadan evvel yapar. Fidye lâzım gelmez. Sebebi yukarıda geçti. Şâfiî buna muhaliftir. Zarar vermezse, yolcunun oruç tutması menduptur. Çünkü âyette "oruç tutmanız hayırlıdır" buyrulmuştur. "Hayır´ "iyilik mânâsınadır; ismi tafdîl değildir. Kendisine veya arkadaşına oruç meşakkat verirse, cemaata uymak için oruç tutmamak efdaldir. Bu zikredilenler, bu özrün içinde ölürlerse fidye verilmesini vasiyyet etmeleri gerekmez. Çünkü başka günlere erişmemişlerdir.

İZAH

«Emrine imtisâl etmeyebilir.» Yani bu hususta sahibinin emrini yapması vâcip değildir. Nitekim namaz vakti daralsa, evvelâ Allah Teâlâ´ya ibadet eder. Bunun muktezası, sahibine itaat eder de orucunu bozarsa, kefaret vermesi icabeder; demektir. Şârih´in yaptığı ta´lîl de bunu ifade eder. Bu bâbdan az evvel bunun benzerini söylemiştik.

«Yalnız sefer müstesnadır.» Bu istisna, umum özürdendir. Çünkü sefer, özür gününde orucu bozmayı mübah kılmaz.

«İleride geleceği gibi» ifadesinden murad, metindeki "Mukim bir kimsenin, içerisinde yola çıktığı ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes