> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Namaz
Sayfa: 1 ... 12 13 14 [15] 16 17   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Namaz  (Okunma Sayısı 24400 defa)
01 Mayıs 2010, 11:38:54
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #70 : 01 Mayıs 2010, 11:38:54 »



KÜSUF BABI



METİN

Bu babla öncekinin münasebeti ya birlik yahut tezat cihetindendir. Sonra cumhura göre güneş tutulmasına küsuf, ay tutulmasına hüsuf denir. Cuma kıldırmaya hakkı olan kimse güneş tutulduğunda cemaata iki rekat namaz kıldırır. Küsuf namazını, cuma kıldıran hatibin kıldırması müstehabtır. Gerçi Sirâc adlı eserde «Hutbeden başka bütün cuma şartlarının bulunması mutlaka lazımdır.» denilmişse de Bahır sahibi bunu reddetmiştir.

«İki rekat» tabiri en azının beyanıdır. İsterse dört ve daha ziyade kıldırır ve her iki rekatta veya dörtte bir selam verir. Müctebâ. Bu namazın sıfatı nafile gibidir. Yani mekruh vaktin dışında olmak şartiyle ve bir rukû ile ezansız ikametsiz kılınır. Kıraat âşikâre okunmaz. Hutbe de yoktur. Halk toplansın diye «Essalatü câmiaten» «haydi toplayıcı namaza» diye seslenilir.

İZAH

Bu bab küsuf namazı hakkındadır. Küsuf namazı aşağıda görüleceği vecihle sünnettir. Küsuf namazının bayramla münasebeti ya birlik cihetindendir. Yani her ikisi de gündüzleyin cemaata fakat ezan ve ikametsiz kılınır. Yahut tezat (yani birbirine aykırılık) cihetindendir. Yani bayramda cemaat şart, kıraatı âşikâre okumak vaciptir. Küsuf namazında böyle değildir. H. Yahut münasebet şudur: İnsanın, biri ferah ve sürur, diğeri gam ve keder olmak üzere iki hali vardır. Musannıf sürur (sevinç) halini keder halinden önce zikretmiştir. Mirac.

Hılye´de şöyle denilmiştir: «Fukahanın dilinde daha meşhur olan, küsufu güneşe, hüsufu da ay tutulmasına tahsis etmektir. Cevherî bunun daha fasih olduğunu iddia etmiştir. Bazıları «bu iki kelime ay ve güneş tutul. ması mânâsında müsavidirler.» demiştir. Kuhistânî´de beyan olunduğuna göre ibn-i Esîr «birinci kavil daha çok kullanılır; lügatta meşhur olan da odur. Gerçi hadiste, «ayla güneşin küsuf ve hüsufları» denilmiş ise de bu taglip (birini galip saymak) içindir.» demiştir.

Küsuf namazını Cuma kıldırmaya hakkı olan hatip kıldırır. İmam-ı A´zam´dan temel kitapların dışında rivayet edilen bir kavle göre her mescidin imamı mescidinde cemaata küsuf namazı kıldırabilir. Sahih kavil zâhri rivayettir ki, o da, bu işi yalnız cuma kıldıran hatibin yapmasıdır. Bedayi´de böyle denilmiştir. Nehir. Cuma kıldıran hatip bulunmazsa cemaatla kılmak müstehap değildir. Herkes ayrı ayrı kılar. Zira gördük ki onu hatipten başkası kıldıramaz.

Bahır sahibi Sirac´ın sözünü reddetmiştir. O, küsuf namazında üç şeyin müstehap olduğunu açıklamıştır. Bunlar imam, içinde nafile kılmak mübah olan vakit ve yerdir. Yerden murad; bayram namazgahı yahut büyük camidir. İmamdan maksat, ona uymaktır. Hâsılı küsuf namazı cemaatla ve cemaatsız kılınabilir. Müstehap olan cemaatla kılmaktır. Lâkin cemaatla kılınırsa onu ancak sultan veya onun izin verdiği kimse kıldırır. Nitekim bunun zâhir rivayet olduğu yukarıda geçti. Bu namazda cemaatın müstehap olması. Sirâc sahibinin onu cumada olduğu gibi şart saymasını reddeder.

Güneş açıldıktan sonra artık küsuf namazı kılınmaz. Bir kısmı açılırsa o halde namaza başlamak caizdir. Güneşi bulut veya benzeri bir şey örterse namaz kılınır. Zira asıl olan tutulmanın devamıdır. Güneşin soluk rengi kavuşursa duadan vazgeçer ve akşam namazını kılar. Cevhere.

«İsterse dört veya daha ziyade kıldırır.» İfadesi zâhir rivayet değildir. Zâhir rivayet, iki rekat kılıp sonra güneş açılıncaya kadar dua etmektir. Münye şerhi.

Ben derim ki: Evet, Mirâc ve diğer kitaplarda beyan edildiğine göre bu namazı imam kıldırmazsa cemaat yalnız başlarına ikişer veya dörder rekat olarak kılarlar. Dört kılmaları daha efdaldir.

«Küsuf namazı bize göre bir rüku ile kılınır. Eimmei selâseye göre her rekatta iki rüku yapılır. Delilleri Fethü´l-Kadir ve diğer kitaplardadır. Bir de küsuf namazı mekruh vaktin dışında kılınır. Çünkü nafile namazlar mekruh vakitlerde kılınamazlar. Bu da bir nafiledir. Cevhere.

Yukarıda zikrettiğimiz, Sirac´ın «vakit müstehaptır.» sözü hakkında Bahır sahibi «doğru değildir.» demiştir.

Tahtavî diyor ki: «Hamavî´de Bercendî´den naklen ´Güneş ikindiden yahut günün yarısından sonra tutulursa cemaat dua ederler; namaz kılmazlar.´ denilmektedir.» Küsuf namazında kıraat âşikare okunmaz. İmam Ebu Yusuf aşikare okunacağını söylemiştir. İmam Muhammed´den iki rivayet vardır. Cevhere «hutbe de yoktur.»

Kuhistâni şöyle demiştir: «Bize göre küsuf namazında hutbe olmadığında hilâf yoktur. Nitekim Tühfe, Muhit, Kâfi, Hidâye ve şerhlerinde böyle denilmiştir. Lâkin Nazım´da namazdan sonra bilittifak hutbe okunacağı bildirilmiştir. Bu sözün bir misli de Hulâsa ile Kâdıhan´dadır.» Bayram bahsinde hutbelerin on yerde olması meselesi, bu ikinci havle ibtina eder. Lâkin meşhur olan birincisidir. Kitapların metin ve şerhlerinde zikredilen de odur. Münye şerhinde İmam Mâlik ile İmam Ahmed´in dahi buna kail oldukları bildirilmiştir.

Bahır sahibi diyor ki: «Gerçi Peygamber (s.a.v.) in oğlu İbrahim´in vefat ettiği gün hutbe okuduğu ve güneş tutulduğu rivayet olunmuşsa da bu hutbe küsuf için değil «İbrahim vefat ettiği için güneş tutuldu.» diyenlerin sözünü red içindir. Onun için de güne açıldıktan sonra okumuştu. Küsuf için hutbe okumak sünnet olsa namaz ve dua gibi onu da güneş açılmadan okurdu.»

METİN

Namazda rüku, sücud ve kıraatı, nafilenin hususiyetlerinden olan dua ve zikirleri uzatır. Bundan sonra kıbleye karşı oturarak yahut cemaata karşı ayakta durarak dua eder; cemaat da «âmin» derler. Bu hal güneş tamamen açılıncaya kadar devam eder. Hatip gelmezse halk fitneden korunmak için yalnız başlarına evlerinde kılarlar. Nasıl ki ay tutulduğu, şiddetli rüzgar estiği, gündüzün şiddetli karanlık, geceleyin şiddetli aydınlık olduğu, korku galebe çaldığı ve buna benzer korkunç alâmetlerden yer sarsıntısı, yıldırım, kesilmeyen kar yağmur ve umumi hastalıklar zuhurunda da yalnız başlarına kılarlar. Taûnun kaldırılması için duada bulunmak bundandır. İbn-i Hacer´in «bu bid´attır» sözü, «bid´at hasenedir» manâsınadır. Her taûn vebâdır. Bunun aksi yoktur. Sözün tamamı Eşbah´tadır. Aynî´de «küsuf namazı sünnettir.» denilmiştir. Esrarda ise küsuf namazının vacip, hüsuf namazının hasene olduğu diğerlerinin de bu hükümde dahil bulunduğu tercih edilmiştir. Fetih´te «İstiskâ namazının sünnet olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Musannıf bubahsi bundan dolayı geriye bırakmıştır.» denilmektedir.

İZAH

Bu namazda rüku, sücud vesairenin uzun tutulacağı Şurunbulâliye´de Burhan´dan nakledilmiştir. Çünkü Fetih´te ve diğer kitaplarda zikredilen hadisler bu hususta varid olmuşlardır. Kuhistâni şöyle demiştir: «İki rekatta bakara ve âl-i imran sureleri miktarı Kur´an okur. Nitekim Tühfe´de beyan edilmiştir. Sözün mutlak bırakılması, sair namazlarda okuduklarını okuyabileceğine delâlet eder. Muhit´de de böyle denilmiştir.» Kıraatı uzun tutup duayı kısa kesmek ve bunun aksi caizdir. Birini uzun tutarsa ötekini kısa keser. Çünkü müstehap olan, güneş açılıncaya kadar huşû ve korku içinde devam etmektir. Kemâl şöyle demiştir: «Bu, imamın namazı uzatmasının mekruh olmasından istisna edilmiştir. Ama hafif tutması da caizdir; sünnete muhalif olmaz. Hak, uzatmanın sünnet olmasıdır. Mendup olan, mücerret vaktin namaz ve dua ile kaplanmasıdır.» Nitekim Şurunbulâliye´de de böyledir.

«Nafilenin hususiyetlerinden olan dua ve zikirleri uzatır.» Öyle anlaşılıyor ki, bu dua ve zikirleri namazın içinde okur. Bunlar namazdan sonra okuduğu dualardan başkadır. Zira rüku ve secde´de kıraat meşru değildir. O halde bunları uzatmakta tesbih gibi dua ve zikirlerin ziyadesinden başka bir şey kalmaz.

«Bundan sonra kıbleye karşı oturarak... dua eder.» Çünkü dualar do sünnet budur. Bahır. İhtimal bu söz, namazdan önce dua etmekten ihtirazdır. Zira orada bildiğin gibi dua eder.

«Yahut cemaata karşı ayakta dua eder.» Hulvânî, «Bu daha güzeldir. Yay veya baston üzerine dayanırsa, iyi olur. Dua için minbere çıkmaz.» demiştir. Muhit´de de böyledir. Nehir.

«Hatip gelmezse halk fitneden korunmak için yalnız başlarına evlerinde kılarlar.» Yani iki veya dört rekat olarak kılarlar. Yukarıda beyan ettiğimiz vecihle dört kılmaları efdaldir. Bu namazı kadınlar da yalnız başlarına kılarlar. Nitekim Bercendi´den naklen Ahkâm´da beyan edilmiştir.

«Evlerinde kılarlar» sözü Tahâvî şerhine aittir. Zahîriye´de «Mescidlerinde kılarlar» denilmiştir. Bunu Muhit sahibi. Şemsü´l-Eimme´ye nisbet etmiştir. İsmail.

Fitneden murad; imamlığa geçirmek ve geçmek; bu hususta münakaşa etmektir. Nitekim Nihâye´de böyle denilmiştir. Cemaat isterlerse sadece dua eder; namaz kılmazlar. Gıyâsiyye. Ama namaz kılmak efdaldir. Sirâciye. Şeyh İsmail´in Ahkâm´ında da böyledir. Ay tutulması ve benzeri korkulu zamanlarda imam gelsin gelmesin cemaat yalnız başlarına namaz kılarlar. Nitekim Bercendî´de izah edilmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) in ay tutulduğunda namaz kıldığı rivayet olunmuşsa da cemaatla kıldığı açıklanmamıştır. Asıl olan yalnız kılmaktır. Nitekim Fetih´de beyan olunmuştur. Bahır´da Müctebâ´dan naklen «Bize göre cemaat caizdir, diyenler olmuştur. Fakat bu sünnet değildir» denilmiştir.

«Taûnun kaldırılması için duada bulunmak bundandır.» Yani umumi hastalıklardandır. Burada duadan murad; dua için namaz kılmaktır. Nehir´de şöyle denilmiştir: «Cemaat toplanınca taûnun kaldırılmasını niyet ederek herkes ikişer rekat namaz kılar. Bu mesele yeni fetvalardandır.»

«İbn-i Hacer´in «bu bid´attır.» sözü, «bid´at-ı hasenedir» mânâsınadır.» Nehir´de de böyle denilmiştir.

Ben derim ki: Bid´ata beş hüküm sabit olur. Nitekim bunu imamlık babında izah etmiştik. Nehir sahibi «Bu şehid olmak kaldırılsın diye dua değildir. Çünkü şehidlik taûnun eseridir.» diyor.

Ben derim ki: Çok olup devamlı yağmur gibi zarar verdiği zaman buna bir mâni yoktur. Yağmur da rahmettir; ama çok olunca zarar verir. Seyyid Ebu´s-S...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Namaz
« Posted on: 09 Mayıs 2024, 11:24:42 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Namaz rüya tabiri,Namaz mekke canlı, Namaz kabe canlı yayın, Namaz Üç boyutlu kuran oku Namaz kuran ı kerim, Namaz peygamber kıssaları,Namaz ilitam ders soruları, Namazönlisans arapça,
Logged
01 Mayıs 2010, 11:39:58
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #71 : 01 Mayıs 2010, 11:39:58 »

İSTİSKA BÂBI



METİN

İstiskâ, mesnun cemaat olmaksızın dua ve istiğfardan ibarettir. Zira istiğfar, yağmur gönderilmesine sebeptir. Hatta cemaat sadece caizdir. İstiskâda hutbe yoktur. İmameyn «Bayramda olduğu gibi yapılır.» demişlerdir. Zâid tekbirlerin alınıp alınmayacağında hilaf vardır. İstiskâda elbise çevirmek de yoktur. İmam Muhammed buna muhaliftir.

İZAH

İstiskâ lügatta ´su istemek ve içecek şey vermek´ mânâlarına gelir. Şeriatta ise, şiddetli ihtiyaç anında hususi bir şekilde yağmur istemektir. Şiddetli ihtiyaç, yağmur kesilmek, dere. nehir ve kuyu gibi, halkın su içeceği, hayvan ve ekinlerini sulayacağı şeyler bulunmamaktan yahut bulunup da yetmemekten doğar. Su kâfi gelirse yağmur duası yapılmaz. Nitekim Muhit´de beyan edilmiştir. Kuhistânî.

«İstiskâ duadır» Şöyle ki: İmam kıbleye karşı ayakta durarak ellerini kaldırır ve dua eder. Cemaat da kıbleye karşı oturarak onun duasına ´âmin´ derler. İmam; «Allahümmeskınâ gayşen mugîşen henîşen merîen garekan mücellilen sehhan tabekan dâimen» duasını veya benzerini gizli ve âşikâr olarak okur.

Mânâsı "Yârabbi bize umumi, âfiyetli, bol, şümullü ve devamlı yağmur ver." demektir.

Nitekim Burhan´da beyan olunmuştur. Şurunbulâliye. İmdâd´da bu duanın lafızları tefsir ve izah edilmiş; daha başka dualar da ilave olunmuştur.

İstiğfarı duanın üzerine atıf etmesi has bir kelimeyi âmm üzerine atıf kabilindendir ve hâssa ayrıca kıymet ve ehemmiyet verildiğini gösterir). çünkü istiğfar hassaten mağfiret duasında bulunmaktır. Yahut burada duadan hassaten yağmur istemek kastedilir. Bu taktirde mugâyiri atıf kabillinden olur. T.

«Zira istiğfar yağmurun gönderilmesine sebeptir.» Buna delil; Tealâ hazretlerinin «Rabbinize istiğfar edin!» âyeti kerimesinde yağmurun gönderilmesi buna bağlanmış olmasıdır.

Musannıfın «mesnun cemaat olmaksızın» yerine «cemaatsız olarak namaz kılmak» demesi gerekirdi. Nitekim Kenz ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir. H. Bu kavil İmam-ı A´zam´ındır. İmam Muhammed, «İmam yahut vekili cumada olduğu gibi iki rekat namaz kıldırır. Sonra hutbe okur.» demiştir. Yani ´hutbe okuması sünnettir´ demek istemiştir. Esah kavle göre İmam Ebû Yusuf imam Muhammed´le beraberdir. Nehir.

«Hatta cemaat sadece caizdir.» mekruh değildir. Bu söz Şeyhu´l-İslâm´ın «Hilâf esasen meşru olup olmamasında değil. sünnet olmasındadır.» ifadesine uygundur. Gayetü´l-Beyan sahibi bunu Tahavî şerhine nisbet ederek kesinlikle kabul etmiştir. Musannıfın sözü ise Kenz gibi meşru olmadığını ifade etmektedir. Nitekim Bahır´da da öyledir. Sözün tamamı Nehir´dedir. Fetih sahibinin sözüne bakılırsa o da bu kavli tercih etmiş görünüyor. Hılye´de beyan olunduğuna göre Şeyhü´l-İslâm´ın sözü delil yönünden yerindedir. İtimat ona olmalıdır. EI´münyetü´l-Kebîr şerhinde bu babtaki hadis ve eserler sıralandıktan sonra şöyle denilmiştir: «Hâsılı, namazın cemaatla kılınıp kılınmayacağıhususunda hadisler sünnet olduğun isbat edemeyecek derecede muhtelif olduğundan ebû Hanîfe bu namazın sünnet olduğuna kail olamamıştır. Ama bundan ´namaz bid´attır´ demiş olması lazım gelmez. Nasıl ki bazı mutaassıplar ondan böyle nakilde bulunmuşlardır. Bilakis o caiz olduğuna kaildir.»

Ben derim ki: Zâhire göre bundan murad; mendup ve müstehap olmasıdır. Çünkü Hidâye´de şöyle denilmiştir: «Biz deriz ki: Bunu Peygamber (s.av.) bir defa yapmış; başka zaman terk etmiştir. Binaenaleyh sünnet olamaz.» Yani sünnet, Peygamber (s.a.v.) in devam üzere yaptığı iştir. Bir defa yapıp başka zaman terk etmesi mendup olduğunu ifade eder.

«İmameyn bayramda olduğu gibi yapılır demişlerdir.» Yani imam cemaata iki rekat namaz kıldırır. Namazda âşikâre okur. Ezan ve ikamet yoktur. Namazdan sonra yerde ayağa kalkarak bir yay veya kılıca yahut bastona dayanır. Ve imam Muhammed´e göre iki, ebû Yusuf´a göre bir hutbe okur. Hılye.

«Zâid tekbirlerin alınıp alınmayacağında hilâf vardır.» İbn Kâs´ın İmam Muhammed´den rivayetine göre bayramda olduğu gibi zaid tekbirleri alır. İmameynden meşhur olan rivayete göre tekbir almaz. Nitekim Hılye´de beyan olunmuştur.

«İmam Muhammed buna muhâliftir.» Ona göre imam hutbesine biraz devam ettikten sonra elbisesini çevirir. Elbisesi dört Köşe ise üstünü altına, altını da üstüne çevirir. Yuvarlak ise sağını soluna, solunu sağına, palto ise astarını dışına. yüz tarafını içine çevirir. Hılye. Ebu Yusuf´tan bu hususta iki rivayet vardır. Kudurî imam Muhammed´in kavlini seçmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) böyle yapmıştır. Nehir. Fetva da buna göredir. Nitekim Dürerü´l-Bihâr şerhinde de böyle denilmiştir. Nehir´de «Cemaat paltolarını bütün ulemaya göre çevirmezler. Buna imam Malik muhaliftîr.» deniliyor.

METİN

Yağmur duasında zımmi bulundurulmaz. Velev ki tercih edilen kavle göre bazen istidraç (yani azabın çokluğuna alamet) olmak üzere kâfirin duası kabul edilsin. Teâlâ hazretlerinin; «Kâfirlerin duası helâk hakkında olmaktan başka bir şey değildir.» ayeti kerimesi ise âhiret hakkındadır. Mecma´ şerhleri.

Teker teker namaz kılarlarsa caizdir. Yalnız kılan için bu meşrudur. Tuhfe ve diğer kitapların kavli zâhir rivayettir. Onlar, «Cemaatla namaz yoktur.» demişlerdir.

Cemaat arka arkaya üç gün yağmur duasına çıkarlar. Zira daha fazlası rivayet olunmamıştır. İmamın duaya çıkmazdan evvel üç gün oruç tutmalarını, tevbe etmelerini cemaata emir etmesi, sonra dördüncü gün duaya çıkarması müstehaptır. Duaya yaya olarak yıkanmış veya eski elbise içinde tevazû göstererek Allah´dan korkarak. bükük boyunlarla çıkmalı, her gün duaya çıkmadan sadaka vermeli, tevbeyi yenilemeli ve müslümanlar için Allah´dan af dilemelidir. Zaiflerle, ihtiyarlar, âcizler ve çocuklarda yağmur duasında bulunmalıdır. Çocuklar annelerinden uzaklaştırılmalıdır. Hayvanları dua yerine götürmek müstehaptır. Evlâ olan, imamın cemaatla beraber çıkmasıdır. Ama cemaatonun izniyle yahut izinsiz olarak çıkarlarsa yine caizdir.

Mekke´de ve Beyti Makdis´de halk mescidde toplanırlar. Musannıf Medine´den söz etmemiştir. Galiba darlığından dolayı bir şey dememiştir. Yağmur devam eder de zarar verirse kesilmesi ve faydalı olacak başka bir yere sevk edilmesi için dua etmekte beis yoktur. Yağmur duasına çık. madan yağmur yağarsa Allah Teâlâya şükür için duaya çıkmaları mendup olur.

İZAH

Yağmur duasında cemaatla birlikte zimmi (gayri müslim) bulundurulmaz. Nitekim İbn-i Melek Mecmâ şerhinde bunu söylemiştir. Zâhire göre zımmiler yalnız başlarına duaya çıkarlarsa men edilmezler. Mirac´da bu açıklanmıştır. Lâkin Fetih sahibi bunu men etmiş, «İhtimal onların duasiyle yağmur yağar da ovam takımının zaif imanlı olanları fitneye düşerler» demiştir,

«Kâfirin duası kabul edilir.» denilip denilmeyeceği hususunda ulema ihtilaf etmişlerdir. Cumhur ulema. zikredilen âyetle istidlâl ederek ´denilmeyeceğini´ söylemişlerdir. Bir de kâfir Allah´a dua etmez. Çünkü onu bilmez. O Allah´ı ikrar etse bile lâyık olmadığı sıfatla tavsif edince ikrarını bozar. Gerçi bir hadisde «Mazlumun duası kâfir bile olsa kabul edilir.» buyurulmuşsa da bu hadis küfranı nimete (nankörlüğe) hamledilmiştir. Yani ´nankör bile olsa kabul edilir´ demektir.) Bazıları kabul edilir denileceğini caiz görmüşlerdir. Çünkü Teâlâ hazretleri iblis´den hikaye ederek, «Yârabbi bana mühlet ver!» dedi. Allah Teâlâ da «Gerçekten sen mühlet verilenlerdensin.» buyurmuştu. Bu ona icabettir. Ebu´l-Kasım Hakim ile Ebu´n-Nasr Debbusî bunu tercih etmişlerdir. Sadrı´ş-Şehid «Bununla fetva verilir.» demiştir. Sa´d´ın Akaid Şerhi´nde de böyledir. Bahır´da Valvalciye´den naklen «Fetva, "kâfirin duası kabul edilir´ demenin caiz olduğuna verilmiştir.» denilmektedir. Kâfirlerin ahiretteki dualarından maksad, cehennemde azaplarının hafifletilmesi hususundaki dualardır. Buna delil, âyet-i kerimenin baş tarafıdır. Orada «Cehennemdekiler cehennemin bekçilerine "Rabbinize dua edin de bizden bir gün azabı hafifletsin´ diyecekler. Onlar da ´Size peygamberleriniz beyyine ile gelmezler mi idi?´ diye soracaklar. "Hay hay gelirlerdi.´ cevabını verince, ´Öyle ise dua edin! Ama kâfirlerin duası ancak helâktedir.´ diyeceklerdir.» buyurulmuştur. Şârihin «mecma´ şerhleri»nde gösterdiği meseleyi ben musannıfın kendi yazdığı şerhde ve ibn-i Melek şerhinde göremedim. İhtimal bunlardan başka şerhlerdedir.

Yağmur duası için oraya çıkılır: Nitekim Yenâbi´de beyan edilmiştir. Ama bu aşağıda geleceği vecihle üç mescidden başka yerler halkı içindir. İmamın cemaata üç gün oruç tutmalarını ve tevbekar olmalarını emretmesi Tatarhaniye´de Nihâye´den naklolunmuştur. Halbuki Nihâye´de bu söz imam Gazâlî´nin Hulâsa adlı eserine nisbet edilmiştir. Nihâye sahibi bundan sonra; «Bizim mezhebimizde Hulvani´nin söyledikleri de buna yakındır.» diyerek kitabımızın metnindeki ibareyi zikretmiştir. Mirac´da da Nihâye sahibinin Gazâli´den naklettikleri gibi söz edilmiştir. Onun için Dürerü´l-Bihar şerhi ile diğer kitaplarda bundan bahsedilirken (zaifliğine işaret edilerek) «İmamın cemaata emir etmesi gerekir denilmiştir.» şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Lâkin bu ifade bu sözün mezhebimizin bir kavli olduğu vehmini verir.

T E N B İ H : İmam oruç tutmanın yasak olmadığı günlerde orucu emrederse oruç tutmak vacip olur. Çünkü bayram bâbında arzetmiştik ki imamın ma´siyet hususunda olmayan emrine itaat vaciptir. Tevbeyi yenilemenin şartlarından biri de hak sahipleriyle helallaşmaktır.

«Zaiflerle, ihtiyarlar ve âcizlerle» yağmur istemekten murad; onları dua için öne geçirmektir. Nitekim Nehir´de beyan edilmiştir. Cemaat onların dualarına ´âmin´ derler. Çünkü onların dualarının kabulü daha ziyade ümit edilir. Buhari´nin bir hadisinde «Size ancak zaiflerinizin yüzü suyuna rızk ve yardım verilir» buyurulmuştur. Zaif bir hadiste «Mütevazi gençler, otlayan hayvanlar, namaz kılan ihtiyarlar ve süt emen bebekler olmasa idi sizin üzerin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Mayıs 2010, 11:40:42
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #72 : 01 Mayıs 2010, 11:40:42 »

KORKU NAMAZI



METİN

Korku namazı terkibi, bir şeyi şartına izafet kabilindendir. Tarafeyne (yani Ebû Hanife ile İmam Muhammed rahimellaha göre Peygamber (s.a.v.) devrinden sonra da korku namazı caizdir. Ebu Yusuf buna muhaliftir. Bu namazın şartı, düşmanın veya yırtıcı bir hayvanın yahut büyük yılan ve benzerinin yüzdeyüz gelmiş bulunması ve vaktin çıkmaya yaklaşmış olmasıdır. Düşman geldi zannıyle namazlarını kılarlar da sonra gelmediği anlaşılırsa namazlarını tekrar kılarlar. Vaktin çıkmaya yaklaşmış olması Mecmâal-Enhur´da zikredilmişse de başkasının bunu zikrettiğini görmedim. Bu bellenmelidir.

Ben derim ki: Sonra Aynî´nin Buhâri şerhinde gördüm. Bu ancak bazı ulemaya göre harp kızıştığı zaman şart imiş.

İZAH

İstiskâ bâbı ile korku namazı bâbının münasebeti her ikisinin korku ârızasiyle meşru olmalarıdır. Şu kadar var ki istiskâda korku semâvîdir (Allah´dandır ki o da yağmur kesilmesidir. Onun için musannıf o bâbı evvel zikretmiştir. Burada ise ihtiyaridir. Bu korku küfürden ileri gelen cihaddır. Nitekim Nehir ve Bahır´da da böyle denilmiştir.

«Korku namazı terkibi, bir şeyi şartına izafet kabilindendir.» Cevhere´de böyle denilmiştir. Lâkin Dürer´de ve keza Tuhfe´den naklen Bahır´da «bu namazın sebebi korkudur.» denilmiştir. Şurunbulâlî bu iki kavlin arasını bulmuş «Korku şarttır diyen hususi şekline bakmıştır. Çünkü bu hakkında namazın şartı düşmandır. Korku sebeptir diyen, namazın aslına bakmıştır. Zira bu namazın sebebi korkudur.» demiştir. Bana öyle geliyor ki bu namazın sebebi korkudur. Düşmanın gelmesi şarttır. Nitekim yolcunun namazında sebep meşakkattır, şer´î yolculuk ise şarttır. Şu halde korkudan düşmanı kasteden ona şart adını vermiş; hakikatını kasteden ise sebep demiştir. Lâkin her vakit korkunun tahakkuku şart değildir. Çünkü o meşru olmasının sebebidir. Ve sefer nasıl meşakkat yerine tutuldu ise burada da düşman korkunun yerine tutulmuştur.

Mirâc sahibi diyor ki: «Şeyhu´l-İslâm´ın Mebsut´unda bildirildiğine göre korkudan murad; düşmanın gelmesidir. Korkunun hakikatı değildir. Zira düşmanın gelişi korku yerine geçirilmiştir. Bilindiği vecihle bizim kaidemize göre ruhsatlar bizzat yolculuğa taalluk eder.» İmam Ebu Yusuf korku namazına muhaliftir. Ona göre bu namaza, Peygamber (s.a.v.) in arkasında namaz kılmak fazîletine nail olmak için kıyasa muhalif, meşru olmuştur. Rasûlüllah (s.a.v.) den sonra bu mânâ kalmamıştır. Tarafeynin delilleri; sahabe (r.a. hüm) hazeratının ondan sonra bu namazı kılmış olmalarıdır. Dürer.

Musannıf düşmanın gelmiş olmasını şart koşmakla, onun yakında bulunmasının şart olduğuna işaret etmiştir. Uzakta bulunursa korku namazı caiz olmaz. Dürer.

Düşman geldi zannetmek, karaltı veya toz duman görmekle olur. Bu takdirde korku namazını kılar da sonra düşmanın gelmediği anlaşılırsa o namazı yalnız cemaat olanlar tekrarlarlar. İmamın namazı caizdir. Nitekim Hüccet´te beyan olunmuştur. Mineh´te yalnız bir hal istisna edilmiştir ki o da düşmanın karşısına giden takımını safları geçmeden halin anlaşılmasıdır. Bunlar istihsanennamazların üzerine bina edebilirler. Nasıl ki bir kimse abdestim bozuldu zanniyle namazdan çıkarsa namazının bozulması safları geçmesine bağlıdır. İsmail.

Şârihin «Ben derim ki» diyerek Buhari şerhinde gördüklerini anlatmaktan maksadı, Mecmaa´l-Enhur´daki kavl ile amel edilemeyeceğini bildirmektir. Çünkü o kavil bazı ulemaya aittir. Hem sair metinlerin mutlak olan beyanlarına aykırıdır. H.

METİN

İmam düşmanı korkutmak için onun karşısına bir taife gönderir. Diğerlerini iki rekatlı namazlarda -ki cuma ile bayramlar da bunlarda dahildir- bir rekat sair namazlarda iki rekat kıldırır. Bu lazımdır; ve bunlar düşman karşısına giderek ilk taife gelir. Bu menduptur. Bunlar namazlarını kıraatsız olarak tamamlarlar. Çünkü lâhiktirler. Selam verdikten sonra öteki taife gelerek namazlarını kıraatla tamamlarlar. Zira bunlar mesbukturlar. Bu şekilde namaz, bir imamın arkasında kılmak için münazaa ettiklerine göredir. Münaza etmezlerse efdal olan, her taifeye ayrı bir imamın namaz kıldırmasıdır.

Bilmelisin ki, korku namazı hakkında pek çok rivayet vardır. Bunların içinde en sahih olanları onaltı rivayettir. Ulema bu namazın nasıl kılınacağında ihtilaf etmişlerdir. Müstesfâ´da hepsinin caiz; yalnız hangisinin evlâ olduğu hususunda ihtilaf edildiği bildirilmemiştir. Kur´an´ın zâhirine en yakın olanı, burada bildirilen şekildir. İmdad. Mücteba´dan naklen Tahtâvi´de beyan olunduğuna göre, düşmanın kıble tarafında bulunup bulunmaması fark eder. Mutemet kavil budur. Yolcunun namazı da cuma ve bayramlar gibidir. Şârih «bayramlar» kaydıyla bu namazın yalnız farzlara mahsus olmadığına işaret etmiştir. T.

«Sair namazlarda iki rekat kıldırır.» Yanı velev ki akşam namazı gibi üç rekatlı olsun. Hatta bunun aksini yaparsa namaz bozulur. Nitekim Bahır´da izah olunmuştur. Şârih «bu lazımdır.» sözüyle buna işaret etmiştir. İzahı, İmdad ve diğer kitaplardadır.

«Ve bunlar düşman karşısına giderek ilk taife gelir. «Yani bu taife iki rekatlı namazda ikinci secdeden sonra; sair namazlarda teşehhütten sonra düşman tarafına giderek onun karşısına dururlar. Velev ki kıbleye arka dönmüş olsunlar. Kuhistâni. Vacip olan, yürüyerek gitmeleridir. Binerek giderlerse namaz bozulur, Çünkü bu, amel-i kesir olur. Cevhere. İleride gelecektir ki bunların düşman karşısına gitmeleri menduptur. Hatta namazlarını yerlerinde tamamlasalar sahih olur. T. İlk taifenin gelmesi şart değildir. Giden taife düşman karşısında durup onlar da yerlerinde tamamlasalar caiz ve sahih olur. Acaba efdal olan namaz yerinde tamamlamaları mı yoksa yürümeyi azaltmak için durdukları yerde tamamlamaları mıdır? Abdesti bozulan kimse hakkında bu hususta hilaf olması gerekir, Kâfi´de dönmenin efdal olduğu tercih edilmiştir. Bunu Ebu´s-Suûd söylemiştir.

«Çünkü lâhiktirler.» Onun içindir ki, beraberlerinde kadın bulunursa hizasına durduğu erkeğin namazı bozulur. Mesbuk taife böyle değildir. Nitekim Bahır´da da böyle denilmiştir. Şârihin sözü yolcunun arkasında kılan mukime de şâmildir. Hatta birinci tafieden ise kıraatsız üç rekat. ikinciden ise kıraatla kaza eder. Mesbuk, ilk iki rekatın birine yetişirse birinci taifeden, yetişemezse ikincitaifeden olur. Nehir. «Bu şekilde namaz» ancak hepsi bir imamın arkasında kılmak istedikleri vakit kılınır. Keza vakit iki imamın kıldırmasına yetmeyecek kadar daralırsa yine bu şekilde kılınır. Nitekim Cevhere´de beyan edilmiştir.

Ben derim ki: Yukarıda geçen Mecmaa´l-Enhur sahibinin muradı da bu olabilir.

«Münazaa ederlerse efdal olan, her taifeye ayrı bir imamın namaz kıldırmasıdır.» Yani imam bir taifeye namaz kıldırıp selam verdikten sonra onlar düşman karşısına gider. Sonra öteki taife gelir. Ve imam birine emir ederek onlara namazı kıldırmasını temin eder.

T E T i M M E : Korku namazında silah taşımak bize göre vacip değil, müstehaptır. Şâfiî ile Malik buna muhaliftirler. Ayetteki silah taşıma emri, ´menduptur´ mânâsınadır. Çünkü silah taşımak namaz amellerinden değildir. Binaenaleyh vacip de değildir. Nitekim Burhan´dan naklen Şurunbulâliye´de beyan edilmiştir.

METİN

Şayet korkuları artar ve yere inmekten âciz kalırlarsa vasıta üzerinde teker teker kılarlar. Ancak imamın terkisinde olursa imama uyması caizdir. Bunlar zaruret dolayısıyle imkan buldukları tarafa doğru îmâ ile namaz kılarlar. Saf olmanın ve abdest bozulmanın dışında, yürümek ve hayvana binmek mutlak surette namazı bozduğu gibi çok harbetmek de bozar. Az harbetmek; meselâ bir ok atmak bozmaz. Denizde yüzen, bir müddet âzâsını salmak imkânı bulursa îmâ ile namazını kılar. Bulamazsa yürüyen ve kılıçla vuran gibi onun namazı da sahih olmaz.

F E R ´ İ M E S E L E L E R : Vasıta üzerinde bulunan kimse düşman tarafından takip edilirse namazı sahihtir. Kendisi düşmanı takip ederse, korkusu olmadığından namazı sahih olmaz. Harbe tutuşurlar da sonra düşman çekilir giderse müslümanların yerlerinden dönmeleri caiz değildir. Aksi surette caizdir. Seferinde âsi olan kimse için korku namazı meşru değildir. Nitekim Zahîriye´de beyan edilmiştir. Şu halde bâğilerin (âsilerin) korku namazı kılmaları caiz değildir: Peygamber (s.a.v.) in dört yerde; yani Zatü´r-Rikâ´, Batn-ı-Nahl, Usfân ve Zu´karad´da korku namazı kıldığı sabit olmuştur.

İZAH

Vasıta üzerinde bulunanlar düşman tarafından takip olunursa yürürken bile namazlarını îmâ ile kılarlar. Kendileri düşmanı takip ederlerse namazları caiz olmaz. Çünkü onlar hakkında korku zarureti yoktur. Meselenin tamamı İmdâd´dadır. imâ rüku ve secdede yapılır.

Yürümekle namaz bozulur. Zira yürümek o kimsenin hakikaten fiilidir ve namaza aykırıdır. Ama hayvan üzerinde bulunur da takip olunursa iş değişir. Çünkü bu sefer, yürümek hakikatta hayvanın işidir. Sahibine ancak yürütme mânâsı izafe edilir. Özür bulundu mu bu izafe de bozulur. Bu satırlar İmdâd´dan alınmıştır. O da Mecmaa´r-Rivâyat´dan nakletmiştir. Bunun bir misli de Bedayi´dedir. Bununla anlaşılır ki takip etsin veya edilsin yürümekle namaz bozulur.

Hayvana binmekten murad; işin başında yerden binmektir (üzerinde bulunmak mânâsına değildir). Kuhistânî. Hayvana binmek, mutlak surette (yani saf olmak için veya başka bir sebeple olsunnamazı bozar. Çünkü binmek, amel-i kesirdir. Ve muhtaç olmadığı şeylerdendir. Yürümek böyle değildir. Düşmanın karşısına saf olmak için o mutlaka lazımdır. Bunu Bedayi´den naklen ibn-i Kemâl söylemiştir.

«Meselâ bir ok atmak bozmaz.» Bunu Zeylei ve Bahır sahibi zikretmişlerdir. Çünkü amel-i kalil az iştir. Amel-i kalil namazı bozmaz. Ama amel-i kalil olması söz götürür. Zira onun yayla ok attığını gören kimse muhakkak namaz dışında zanneder. T.

«Müslümanların yerlerinden dönmeleri caiz değildir.» Çünkü ruhsatın sebebi kalmamıştır, Bunu Ebu´s-Suud´d...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Mayıs 2010, 11:41:33
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #73 : 01 Mayıs 2010, 11:41:33 »

CENAZE NAMAZI BABI



METİN

Cenaze namazı terkibi, bir şeyi sebebine izafet kabilindendir. Cenaze kelimesi ´fetha´ ile okunursa ´ölü´; ´esre´ ile (cenaze şeklinde) okunursa tabut mânâsına gelir. Bunların ikisinin de lügat olduğunu söyleyenler vardır. Ölüm, vücut sıfatlarındandır. Hayatın zıddı olarak yaratılmıştır. Bazıları ´adem´ (yokluk) sıfatlarından olduğunu söylemişlerdir.

Canı boğazına gelen bir kimse kıbleye karşı sağ tarafına çevrilir. Sünnet olan budur. Ölmek üzere bulunmanın alâmeti, ayaklarının gevşeyip sarkması, burnunun yumulması ve yanaklarının solmasıdır. Ayaklarını kıbleye vererek sırtüstü yatırmak da caizdir. Zamanımızda âdet budur. Lâkin kıbleye dönmüş olmak için başı biraz kaldırılır. Bazıları "esah kavle göre nasıl kolay gelirse öyle konur." demişlerdir. Mübtega sahibi bu kavli sahih bulmuştur. Meşakkat verirse, bulunduğu durum muhafaza edilir. Recm edilen kimse çevrilmez. Mirâc.

Gargaradan önce yanında iki şahadeti getirmek suretiyle telkinde bulunmak menduptur. Bunun vacip olduğunu söyleyenler de vardır. İki şahadetin getirilmesi ikinci şehadet olmaksızın birinci kabul edilmediğindendir.

İZAH

Musannıf bu bölüme cenaze namazı unvanı vermiş fakat namazdan fazla olarak birçok şeylerden bahsetmiştir. Bunların bazıları yıkamak gibi şart, bazıları kefenlemek, kıbleye çevirmek ve telkin gibi mukaddime, bazıları da defin gibi mütemmim şeylerdir. Cenaze namazını geriye bırakması her yönden namaz sayılmadığı içindir. Bir de bu namaz diri bir insana son olarak ârız olan şeye taalluk eder ki o da ölümdür. Bu namazın öncekilerle hususi bir münasebeti de vardır. Mezkûr münasebet, korku ile harbin bazen ölüme müncer olmalarıdır.

«Cenaze namazı» terkibi, bir şeyi sebebine izafet kabilindendir. Sebep cenazedir. T. (yani ´cenazenin sebep olduğu namaz´ mânâsınadır)

«Bunların ikisinin de lügat olduğunu söyleyenler. vardır.» Yani gerek cenaze gerekse cenaze okunsun ikisi de ölü mânâsında kullanılır. Nitekim Kamus´da da bu mânâya gelen sözler söylenmiş «Cenaze kesre ile okunursa ölü mânâsına gelir; fetha ile de okunabilir. Yahut kesre ile ölü, fetha ile tabut mânâlarına gelir. Yahut bunun aksine kullanılır, Yahut kesre ile okunursa ölü ile birlikte tabut mânâsına gelir.» denilmiştir.

«Bazıları adem sıfatlarından olduğunu söylemişlerdir.» Çünkü ölüm, diriden hayat maddelerini kesmekten ibarettir. Bu izaha göre ölümle hayat arasındaki mukabele, yoklukla melekenin mukabelesidir. Ölüm vücut sıfatlarından olursa, mukabele tezat mukabelesidir. Bunu Tahtavî söylemiştir. Vakıa Teâlâ hazretleri «O Allah ki ölümü ve hayatı yaratmıştır.» buyurmuştur. Fakat bu ayeti kerime, ölümün vücut sıfatlarından olması hususunda açık değildir. Çünkü yaratmak, icat, takdir ve tekdir ile idam mânâlarında kullanılır. Onun için muhakkıkin ulemanın ekserisi ikinci mânâya (yani adem sıfatlarından olduğuna) kaildirler, Nitekim Akaid Şerhi´nde nakledilmiştir.

Canın gırtlağa geldiğinin alameti, Fethu´l-Kadir´de de burada olduğu gibi izah edilmiş; fazla olarak«Hayalarının derisi uzar. Çünkü ölümle hayalar sarkar,» denilmiştir.

«Sırtüstü yatırmak da caizdir.» Maverâü´n-Nehir´deki ulemamız bu kavli benimsemişlerdir. Çünkü ruhun çıkması için bu daha kolaylıktır. Fetih´te ve diğer kitaplarda bu söz tenkit edilmiş ve «Bu ancak naklen bilinir. Hangi şekilde ruhun daha kolay çıkacağını Allah bilir.» denilmiştir. Lâkin arka üstü yatırmak, gözlerini yumdurmak. ve çenesini kapamak için daha kolay gelir. Ve âzâsının bozulmasını daha çok önler. Bahır.

Kıbleye çevirmek güç gelirse, cenaze olduğu durumda bırakılır. Yani sırtüstü olmasa ve kıbleye dönmese bile zarar etmez. Recm edilen kimse yüzü görünsün diye kıbleye çevrilmez. Şer´î bir hadden dolayı veya kısas için öldürülmek istenen kimse hakkında da aynı şey söylenebilir mi söylenemez mi, bir yerde görmedim.

Ölen kimseye telkinde bulunmak menduptur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) «ölülerinize lâilaha illallah demeyi telkin edin! Çünkü ölürken bunu söyleyen hiçbir müslüman yoktur ki, bu söz onu cehennemden kurtarmasın.» buyurmuştur. Başka bir hadiste; "Her kimin son sözü Lâilâhe illallah olursa cennete girer.» buyurulmuştur. Burhan´da böyle zikredilmiştir. Hadisten murad; cehennem yüzü görmeyenlerle beraber cennete gireceğini tebşirdir. Yoksa Her müslüman velev ki fâsık olsun, uzun zaman azap gördükten sonra bile olsa cennete girecektir. İmdâd. Telkinin vacip olduğunu söyleyenler de vardır. Kınye´de ve keza Nihâye´de Tahavî şerhinden naklen «Eşine dostuna vacip olan, ona telkinde bulunmaktır.» denilmektedir. Nehir sahibi «lâkin bu söz mecazdır, çünkü Dirâye´de telkinin bilittifak müstehap olduğu bildirilmiştir.» diyor. Âgâh ol!

Telkin, hastanın yanında iki şehadeti getirmekle yapılır. İmdâd sahibi diyor ki: «Sadece şehadeti söylemekle yetinmesi sahih hadise teb´andır. Müstesfa ve diğer kitaplarda «İki şehadet; lâilâhe illallah Muhammedün Rasûlüllah telkin edilir» denilmiştir.

Dürer´de bunun ta´lili yapılırken «İkinci şehadet olmadan birincisi kabul edilmez.» denilmişse de bu mutlak değildir. Zira mü´min olmayan hakkındadır. Onun için Şâfiîlerden İbn-i Hacer «Umumiyetle fukahanın Muhammedün Rasûlüllah» demesi de telkin edilmelidir.

Zira maksat o kimsenin müslüman olarak ölmesidir demeleri bu adam müslümandır diyerek red edilir. Maksat o kimsenin son sözünün Lailâhe illallah olmasıdır. Tâ ki bu sevaba nail olabilsin.

Kâfire gelince: Ona kat´i surette iki şehadet «Eşhedü» lafzıyle telkin edilir Zira bu vaciptir. Kâfir iki şehadeti getirtmedikçe müslüman olamaz.»

Ben derim ki: Hidâye, Vikâye, Nikâye ve Kenz´de «şehadet telkin edilir.» tabirinin kullanılmış olması buna işaret eder. Tatarhâniye´de beyan olunduğuna göre Ebû Hafs Haddâd, hastaya, «Estağfirullâhe´llezi lâilâhe illâ hüve´l hayyü´l kayyûm ve etübü ileyhi» (yani kendinden başka ilâh olmayan Allah´tan af dilerim. Diri ve herkesin hallerini bilen odur. Ona tevbe ederim.) diyerek telkin eder; bundan da üç mânâ olduğunu söylermiş, Bu mânâların birincisi tevbe, ikincisi tevhit (Allah´ı birleme) üçüncüsü de çok defa hastanın korkmasıdır. Çünkü telkîn eden kimse onda ölüm alâmeti görmüştür. İhtimal ölenin yakınları bundan rahatsız olurlar.

Gargara, can gırtlağa geldiği zaman olur. O zaman artık iki şehâdeti söylemeye imkan kalmaz. T. Kâmus´da «Gargara; ölürken can vermektir.» denilmiştir.

Ben derim ki: Galiba bu kelime, suyun boğazda çalkalandığı zaman çıkardığı sesten alınmış olacaktır. Ölen kimse sanki ruhunu boğazında çalkalıyor gibi olur.

METİN

Yeis halindeki tevbenin kabulü hususunda ihtilaf edilmiştir. Muhtar kavle göre o kimsenin tevbesi makbul. imanı makbul değildir. Aralarındaki fark, Bezaziye ve diğer kitaplardadır. Sıkılıp reddetmesin diye hastaya şehadet getirmesi emir edilmez. Şehâdeti bir defa getirmesi kâfidir. Konuşmadıkça yanında tekrar tekrar şehadet getirilmez. Ta´ki son sözü Lâilâhe illallah olsun. Yanında yâsin ve ra´d surelerini okumak menduptur

İZAH

Yeis hali hayattan ümit kesme halidir. Bu kelime beis şeklinde de okunabilir. Bu taktirde şiddet ve ölümün dehşetleri mânâsına gelir.

Ben derim ki: Bezzâziye´nin sonlarında şöyle denilmiştir: «Bazıları yeis halindeki tevbenin makbul. imanın ise makbul olmadığını söylemiş; bir takımları imanı gibi tevbesinin de kabul edilmeyeceğini bildirmişlerdir. Çünkü Teâlâ hazretleri tevbeyi ölüme kadar geciktiren, fâsik ve kâfirlerle küfür üzerine ölenleri, «Kötülükleri işleyip de öleceği vakit ben şimdi tevbe ettim diyenlerle, kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur.» Ayeti kerimesinde müsavi tutmuştur. Nitekim Keşşâf, Beyzâvi ve Kurtubî´de beyan olunmuştur. Râzî´nin Tefsiri Kebîrinden şu satırlar vardır. Muhakkak ulemaya göre ölümün yaklaşması tevbenin kabûlüne mâni değildir. Kabule mâni olan, dehşetleri görmesidir. Zira onları görünce hasta da ıztırârî bir ilim hasıl olur. Hanefîlerle Malikilerin. Şâfiîlerin. Mûtezilerin, Sünnîlerin ve Eş´arilerin sözü şudur ki, Yeis halindeki iman gibi yeis halindeki tevbe de kabul edilmez. Çünkü ikisinde de ihtiyar (benimseme) yoktur. Tevbenin rüknü bulunmadığı halde ruh bedenden ayrılır.

Tevbenin rüknü; o zamana kadar irtikâp ettiklerini ileride bir daha yapmamak için samimi olarak niyet etmektir. Yeis tevbesinden, ölümün sebeplerini görüp yüzde yüz öleceğini anlamak kastedilirse, bu rükün onda tahakkuk etmez. Nitekim Teâlâ hazretleri bunu. «Azabımızı gözleriyle gördükten sonra iman etmeleri kendilerine bir fayda verecek değildir.» ayeti kerimesiyle haber vermiştir. Bazı fetva kitaplarında beis tevbesinin makbul olduğu bildirilmiştir. Eğer beisten bizim söylediğimiz kastedilirse, yine söylediklerimizle buna itiraz olunur, Ölümün yaklaşması mânâsı kastedilirse, buna diyeceğimiz yoktur. Lâkin zâhire bakılırsa beis zamanı, dehşetleri görme zamanıdır. Fetevâ kitaplarında yazılan yeis tevbesinin makbul olması, yeis halindeki imanın kabul edilmemesidir. Çünkü kâfir ecnebidir; Allah Teâlâ´yı bilmez. O iman ve irfana yeni başlayacaktır. Fâsık ise bilir. Onun hali bekâ halidir. Bekâ hali daha kolaydır. Onun tevbesinin mutlak olarak kabulüne delil, Teâlâ hazretlerinin «kullarından tevbeyi kabul eden odur!» ayeti kerimesinin mutlak olan ifadesidir. (Bu ayet kısaltılarak alınmıştır.)

Anlaşılıyor ki, son sözü tafsilatı tercih etmesidir. Bunu Şeyh Abdü´s-Selâm Pederi Lâkkânî´nin manzumesi şerhinde Maturidiye mezhebine nisbet etmiş ve «Eş´ariler gargara halinde ne tevbe kabul ederler ne de başka bir şey! Nitekim Nevevî de bunu söylemiştir.» demiştir. Bedeü´l-Emâlî şerhinde meselâ Alıyyü´1 Kâri ikinci kavli müdafaa etmiş; buna Rasûlüllah (s.a.v.) in Allah bir kulun tevbesini gargara haline gelmedikçe kabul eder.» hadisinin mutlak olan ibaresiyle istidlâl etmiştir. Hadisi, ebû Davud rivayet etmiştir. Bu hadis mü´min ve kâfiri...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Mayıs 2010, 11:42:19
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #74 : 01 Mayıs 2010, 11:42:19 »

METİN

Ölenin saçı taranmaz. Yani taramak tahrimen mekruhtur. Saçı ve tırnağı kesilmez. Bundan yalnız kırık tırnak müstesnadır. Sünnet de edilmez. Yüzüne. ön, arka, kulak ve ağız gibi menfezlerine pamuk koymakta bir beis yoktur. Elleri yanlarına bırakılır; göğsüne konmaz. Çünkü bu kâfirlerin işidir. İbn-i Melek, "Koca, karısını yıkamaktan ve ona dokunmaktan men edilir. Esah kavle göre bakmaktan men edilmez." Münye. Üç mezhebin imamları yıkamasının caiz olduğunu söylemiş ve «Çünkü hazreti Ali Fatıma (r.a. ma)yı yıkamıştır.» demişlerdir.

Biz deriz ki: Bu, evliliğin devamına hamledilmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) «Her sebep ve nesep ölümle sona erer. Yalnız benim sebep ve nesebim müstesna!» buyurmuştur. Bununla beraber sahabeden buna itiraz eden olmuştur. Aynî´nin Mecma´ şerhinde böyle denilmiştir. Kadın zımmî bile olsa kocasını yıkamaktan men edilmez. Yalnız evliliğin o ana kadar devamı şarttır.

Ümmü veled, müdebbere ve mükâtebe (oğlan cariyeler) bunun hilafınadır. Meşhur kavle göre onlar sahiplerini, sahipleri de onları yıkayamaz. Müctebâ.

«Taramak tahrimen mekruhtur.» Çünkü Kınye´de bildirildiğine göre kadını öldükten sonra ziynetlemek, taramak ve saç kesmek caiz değildir. Nehr. Tırnağı veya saçı kesilirse cenaze ile birlikte kefene sarılır. Bunu Attabî´den naklen Kuhistânî söylemiştir.

«Pamuk koymakta bir beis yoktur.» Zeyleî´de de böyle denilmiştir. Şârih bu sözle terkinin daha yerinde bir iş olduğuna işaret etmiştir.

Fethü´l-Kadir sahibi şunları söylemiştir: «Zâhir rivayetlerde, yıkarken pamuk kullanmak yoktur. Ebû Hanife´den bir rivayete göre ağzına ve burnuna pamuk konur. Bazıları kulağına, bir takımları dübürüne de konulacağını söylemişlerdir. Zahîriye´de «Bunu umumiyetle ulema çirkin görmüşlerdir.» deniliyor. Lâkin Hılye sahibi bunun İmam Şâfiî ile Ebû Hânife´den nakledildiğini, binaenaleyh ´mutlak olan çirkindir´ demenin doğru olmadığını söylemişlerdir.

«Koca karısını yıkamaktan men edilir...» Musannıf bu sözle Bahır´ın ibaresine işaret etmiştir. Orada şöyle denilmiştir: «Cenaze yıkayan kimsenin yıkanan cenazeye bakmasının helâl olması şarttır. Şu halde erkek kadını ve kadın erkeği yıkayamaz.» Kadının erkekler arasında veya erkeğin kadınlar arasında ölmesi meselesi ileride gelecektir. Öyle anlaşılıyor ki, bu, yıkamanın vücûbu veya cevazı için şarttır. Sahih olması için şart değildir.

«Esah kavle göre bakmaktan men edilmez.» Mineh adlı kitapta bu söz Kınye´ye nisbet edilmiş; Hâniye´den de şu ibare alınmıştır: «Kadının mahremi bulunursa eli ile ona teyemmüm ettirir. Ecnebi ise eline bez sararak teyemmüm ettirir. Kollarına bakmaz. Erkeğin kansını yıkaması da böyledir. Yalnız bakması müstesnadır.» Bunun vechi herhalde bakmanın dokunmaktan hafif olmasıdır. Binaenaleyh ihtilaf edilmesi, şüphe doğurduğundan caiz görülmüştür. Allah´u Âlem.

«Biz deriz ki: Bu, evliliğin devamına hamledilmiştir.» Mecma´ şerhinde şöyle deniliyor: «Fatıma (r.a.ha)yı Rasûlüllah (s.a.v.)in ve kendisinin bakıcısı Ümmü Eymen yıkamıştır. Onu hazreti Ali´nin yıkadığını bildiren rivayet hazırladığına ve hizmetini gördüğüne hamledilir. Bu rivayet sabit olsa bile ona mahsustur, Görmüyormusun, bu hususta ibn-i Mes´ud (r.a.)a itiraz edildiği vakit, ´Bilmezmisinki, Rasûlüllah (s.a.v.) Fatıma dünyada ve ahirette senin hanımındır. buyurdu.´ diye cevap vermiştir. Onun hususiyet iddia etmesi Ashab-ı Kiram´ın mezheplerince bunun caiz olmadığına delildir.»

Ben derim ki: Şârihin zikirettiği hadis dahi hususiyete delalet etmektedir. Bazıları bu hadisdeki sebebi islâm ve takva ile, nesebi de intâbile tefsir etmişlerdir. Velev ki evlilik ve süt dolayısıyle olsun. Bana öyle geliyor ki en iyisi sebepten murad, evlilik ve damatlık gibi sebebî akrabalıktır. Nesepten murad da nesep karabetidir. Çünkü İslâm ve takva sebebiyeti hiçbir kimseden kesilmez. Şu halde hususiyet Peygamber (s.a.v.)in sebep ve nesebinde kalır. Onun için Hazreti Ömer (r.a.) «Ben de bundan dolayı Ali´nin kızı Ümmü Gülsüm´le evlendim.» demiştir. Teâlâ hazretlerinin; «Onların aralarında nesepler yoktur.» ayeti kerimesi, Peygamber (s.a.v.)in dünya ve ahirette faydalı olan nesebinden başkalarına mahsustur.

«Size Allah´tan gelecek bir şeyi önleyeyim» hadisine gelince: Bunun mânâsı: «Ben buna malik değilim; meğer ki Allah malik kıla! Bu taktirde âl akrabam olsun ecnebi olsun herkese şefaatımla faydalı olurum. demektir. Bu hususta sözün tamamı bizim «EI´İlmü Zahir Fî Nef´in-Nesebi´t Tâhir» adlı risalemizdedir.

«Kadın kocasını yıkamaktan men edilmez.» Gerdeğe girsin girmesin farketmez. Nitekim Mi´rac´da beyan edilmiştir. Mücteba´dan naklen Mirâc´da da böyle denilmiştir.

Ben derim ki: Yani gerdeğe girmese bile kadına vefat iddeki lazım gelir. Bedâyi´de şu satırlar vardır: «kadın kocasını yıkayabilir. Zira yıkama mübahlığı nikahtan gelir. Ve nikahı bâki oldukça bu da bâkidir. Öldükten sonra nikah iddet bitinceye kadar bâkidir. Kadının ölmesi bunun hilafınadır. Onu kocası yıkayamaz. Çünkü nikah mülki sona ermiştir. Mahal kalmamıştır. Binaenaleyh erkek ecnebi olmuştur. Bu izahat, koca hayatta iken aralarında ayrılma olmadığına göredir. Kadını bir talak-ı bainle yahut üç talakla boşayıp sonra ölmek suretiyle ayrıldıkları sübut bulursa karısı onu yıkayamaz. Zira boşamakla milk ortadan kalkmıştır.»

«Kadın zımmî bile olsa» yerine «kadın kitabiye bile olsa» demek daha iyi olurdu. Bu, mahbus olan kadından ihtirastır. Mecusi bir kadının kocası müslüman olur da ölürse karısı onu yıkayamaz. Bahır´da «Meğer ki kadın da müslüman olsun.» denilmiştir. Nitekim gelecektir.

«Meşhur kavle göre onlar sahiplerini, sahipleri de onları yıkayamaz.» Bunun vechi şudur: Ümmü veled olan cariyede iddet devam ederken milk de devam etmez. Çünkü ondaki milk, milk-i yemindir. Sahibi ölünce o âzâd olur. Hürriyet ise milk-i yemine aykırıdır. İddet bekleyen nikahlı kadın böyle değildir. Onun hürriyeti, hayatta iken milk nikaha aykırı değildir.

Müdebbereye gelince: O âzâd olur. İddet de beklemez. Binaenaleyh sahibini evleviyetle yıkayamaz. Cariye de öyledir. Zira sahibi ölmekle onun milkinden çıkmış; mirasçılarına intikal etmiştir. Başkasının cariyesi bir kimsenin iddet yerine dokunamaz. Bu satırlar kısaltılarak Bedayi´den alınmıştır. Mükâtebe ise akdi ile hâlen yeden ve gelecekte rekabeten hür olur (yani o anda kısmen ileride borcu ödediği zaman tamamen hür olur). Onun için sağlığında onunla cima etmesi haram olur. Ve ukr denilen mehrini, vermesi gerekir. Nitekim inşallah bâbında görülecektir.

METİN

Evlilikte muteber olan, ölüm halinde değil yıkarken kadının kocasını yıkamaya selahiyetli olmasıdır. Binaenaleyh kocasının ölümünden önce talak-ı bâinle boşanmış veya ölümünden sonra dinden dönüpte tekrar müslüman olmuşsa kocasını yıkamaktan men edildiği gibi; kocasının oğluna şehvetle dokunursa yine yıkamaktan menedilir. Çünkü nikah kalmamıştır. Mecûsi kadının kocası müslüman olur da ölür; ondan sonra karısı da müslüman olursa kocasını yıkaması caiz olur. Zira bu taktirde hayat haline kıyasen ona dokunması helal olur.

Bir insanın başı veya iki parçasından biri bulunursa yıkanmaz; namazı da kılınmaz. öylece defnedilir. Meğer ki yarıdan fazlası bulunmuş ola. Bu taktirde başı olmasa bile yıkanır. Efdal olan, cenazeyi meccanen yıkamaktır. Yıkayan kimse ücret isterse orada başka yıkayacak bulunduğu taktirde ücret vermek caizdir. Başkası yoksa caiz değildir. Çünkü yıkamak ona taayyün etmiştir. Taşıyanın ve mezar kazanın hükmü de böyle olmak gerekir. Sirâc.

Cenaze niyetsiz yıkansa kafidir. Yani temizliği için yeter. Ama mükelleflerin zimmetinden farzı ıskat için kafi değildir. Onun için musannıf «Bir ölü suda bulunursa mutlaka üç defa yıkanması icab eder.» demiştir. Çünkü biz yıkamakla memuruz. Yıkayan kimse onu yıkamak niyetiyle üç defa suda hareket ettirir. Fetif. Fetih sahibinin ta´lili gösteriyor ki tekrar yıkanmadan namazını kılsalar sahih olur. Velev ki vücub zimmetlerinden sâkıt olmasın.

İZAH

Şarihin burada niçin «evlilikte muteber olan» dediği anlaşılamamıştır.

Tahtavî, «Doğrusu ´zevcede muteber olan´ demektir. Çünkü salâhiyet evliliğin değil kadınındır.» demiştir. En iyisi Mirâc, Bahır ve diğer kitaplarda olduğu gibi «Cenazeyi yıkarken evlilik şarttır.» demektir.

«Talak-ı bâinle boşanmış ise» sözü, ric´i talaktan ihtirazdır. Çünkü kocası talak-ı ric´i ile boşar da iddeti içinde ölürse o kadın kocasını yıkayabilir. Zira talak-ı ric´i milk nikahı ortadan kaldırmaz. Bedayi.

«Çünkü nikah kalmamıştır.» Ölümden sonra nikah mevcut idi. Dinden dönmekle ve şehvetle dokunmakla ortadan kalkmış olur. Şehvetle dokunmak, dokunulan kadının, dokunan kimsenin usul ve füruuna haram olmasını icabeder. İmam Züfer´in dediği gibi ölüm halinde evliliğin bâki olması itibara alınsa idi kocasını yıkaması caiz olurdu.

«Zira bu taktirde hayat haline kıyasen ona dokunması helal olur.» Yani müslüman olan mecüsiden sonra onun sağlığında karısı da müslüman olursa nikah bâkidir. Dokunması helaldir. Öldükten sonra karısının müslüman olması da böyledir. «Bu taktirde başı olmasa bile yıkanır.» K6za yarısı başıyle birlikte bulunursa yine yıkanır. Bahır.

«Çünkü yıkamak ona taayyün etmiştir.» Yanı yıkamak ona farz-ı ayın olmuştur. Tâat için ücret almak caiz değildir. Burada şöyle denilebilir: Mutekaddimin ulemaya göre tâat için ücret almak mutlak surette caiz değildir. Müteenhirin, zaruretten dolayı Kur´an öğretmek, ezan okumak ve imamlıkyapmak için ücret almayı caiz görmüşlerdir. Nitekim yerinde beyan edilmiştir. Bunun muktezası, burada başkası bulunsa bile caiz olmamaktı. Çünkü bu evvela taayyün etmiş bir tâattır. Caiz olmamak vacibe mahsus değildir. Evet, vacip için ücretle tutmak bilittifak caiz değildir. Nasıl ki bunu Kuhistânî icâreler bahsinde açıklamıştır. Fetih´in ibaresi şöyledir: «Cenaze yıkamak için ücretle insan tutmak caiz değildir. A...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 12 13 14 [15] 16 17   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes