> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Namaz
Sayfa: 1 ... 10 11 12 [13] 14 15 16 17   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Namaz  (Okunma Sayısı 25750 defa)
01 Mayıs 2010, 11:28:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #60 : 01 Mayıs 2010, 11:28:20 »



SECDE-İ TİLÂVET BÂBI



METİN

Secde-i tilavet terkibi hükmü sebebine izafet kabilindendir. Bu secde ondört secde ayetinden bir ayeti yani ayetin ekserini secdenin harfleriyle birlikte okumak sebebiyle vacip olur. Bunların dördü mushafın ilk yarısında, on tanesi ikinci yarısındadır. Secde-i tilâvetlerden biri hac süresinin ilk secde ayetinde yapılır. Aynı surenin ikinci secdesi rüku´la birlikte yapıldığı için namaz secdesidir. Diğer bir secde ayeti de sâd suresindedir. Şâfiî ile imam Ahmed buna muhaliftirler. İmam Malik mufassal surelerin secdelerini lüzumlu görmemiştir.

İZAH

Secde-i tilavetin neden secde-i sehivden sonraya bırakıldığı bundan önceki bâbda anlatılmıştı. Burada hüküm secde değil, secdenin vacip oluşudur. Şârih «hükmü sebebine izafet» diyeceğine «fiili sebebine izafet kabilindendir» dese daha iyi olurdu. Yahut hüküm mahkûm bih (yani kendisiyle hüküm verilen şey) mânâsınadır. T.

«Vacip olur» ifadesinden murad, namazdan başka yerlerde her zaman yapılması caiz olmak üzere vacip olur demektir. Nitekim gelecektir. Ölmek üzere bulunan kimsenin bu secdeyi vasiyet etmesi vacip değildir. Bazıları vacip olduğunu söylemişlerdir. Kınye. Vacip olur demek kaidelere daha lâyıktır. Nehir. Vasiyetle zâhire göre o kimse bir farz namazı ve bir günün orucu gibi bu secdeden kurtulur. Çünkü bellidir. Rahmeti. Sonra Tatarhaniye´de, vacip olmadığı sahih bulunarak böylece açıklandığını gördüm. «Okumak sebebiyle» ifadesi kaydı ihtirazidir. Bununla secde ayetini yazmaktan veya heceleyerek harf harf okumaktan ihtiraz olunmuştur. Çünkü yazana ve heceleyene secde vacip değildir. Nitekim gelecektir.

«Yani ayetin ekserisini ilh...» ifadesi, Nuru´l-İzah sahibinin kesinlikle kail olduğu sahih kavle muhaliftir. Sirac´da şöyle denilmektedir; «Acaba secde, ayetin bütününü okumak şartıyle mi yoksa bir kısmını okumakla mı vacip olur? Bu hususta ihtilâf vardır. Sahih olan kavle göre secde kelimesini ve ondan önce yahut sonra bir kelime daha okursa secde etmek vacip olur Aksi halde vacip değildir.» Bazıları, «Secde kelimesîyle birlikte ayetin ekserisini okumadıkça vacip olmaz» demişlerdir. Bir kimse bütün secde ayetini okur da son kelimesini bırakırsa kendisine secde vacip olmaz.

T E N B İ H : Neml suresinde secde «hüve rabbül arşil azîm» ayetinde yapılır bu, umumiyetle kıraat imamları bundan önceki ayeti, «ella yescüdû» şeklinde şedde ile okudukları içindir. Kısası mezkûr ayeti «ela yescüdû» okuduğundan onun kıraatına göre bu ayette secde yapılır. «sâd» suresinde «ve hüsne meâb» de secde edilir. Bu kavil Zeyleî´nin «ve enâbün» de secde edilir sözünde daha güzeldir. Sebebini sonra söyleyeceğiz. «hâ mîm» de secde «vehüm la yesemûn» de yapılır. İbn Abbas ile Vali bin Hücr (v.a.)´dan rivayet edilen bu dur. İmam Şafiî´ye göre ise «inküntüm iyyahü ta´budûn» de secde edilir. Hazreti Ali´nin mezhebi budur. İbn Mes´ud ile ibn Ömer (v.a.)´dan da bu rivayet olunmuştur. Eshabın mezhebleri muhtelif olunca biz ihtiyaten birinciyi tercih etmişizdir. Çünkü secde «ta´budûn» kelimesinde vacip olursa «la yesemûn»a kadar geciktirmek zarar etmez.

Aksi böyle değildir. Zira secde, vücubun sebebi yokken yapılmış olur. Ve namaz secdesi ise namazın noksan kalmasını icabeder. Bizim söylediğimizde ise asla eksiklik yoktur. Bu cümleler kısaltılmak suretiyle İmdâd´dan alınmış; Bedayi´den naklen «Bahır´da da böyledir» denilmiştir. İmdâd sahibi geri kalan ayetlerde de secde yerlerini beyan etmiştir. Oraya müracaat edebilirsin!

Zâhire bakılırsa bu ihtilaf, secdenin vucubuna sebep, ayetin tamamı olduğuna göredir. Nitekim metinlerdeki mutlak ifadelerden de bu anlaşılmaktadır. Ayetten murad da bir ve iki ayete şâmildir. Şu şartla ki ikinci ayet, secde ayetine bağlı olacaktır. Bu söz yukarıda Sirac´dan naklettiğimize aykırıdır. Sirac´ın sözünde secde kelimesiyle ondan bir kelime önce veya sonra okunursa secdenin vacip olduğu sahih kabul ediliyordu. «Sirac´da beyan edilen asıl vücubun yeridir. imdâd´dan nakledilen ise eda vacip olan yerdir. Yahut bu husustaki sünnetin yerini beyandır» denilemez. Çünkü biz ayet okunur okunmaz hemen eda vacip değildir diyoruz. Nitekim gelecektir. Bizim mezhebimizi tercih hususunda ulemanın söyledikleri gösteriyor ki bizimle İmam Şâfii arasındaki hilâf asıl vücubun yeri hakkındadadır. «hâ mîm» suresinde secde ihtiyaten ancak ikinci ayet bittiği vakit vacip olur.. Nitekim bu cihet Hidaye ve diğer kitaplarda açıklanmıştır. Çünkü vücup ancak sebebi bulunduktan sonra sabit olur. Bir kimse burada secdeyi ilk ayeti okuduktan sonra yapsa kafi gelmez. Zira sebebi yokken yapılmıştır. Bu izahattan anlaşılır ki, Sirac´ın ifadesi şarihlerle metin sahiplerinin tercih ettikleri mezhebin hilafınadır.

«Aynı surenin ikinci secdesi rükula beraber yapıldığı için namaz secdesidir.» Bedayi´de beyan olunduğuna göre secde-i tilâvet ne zaman rükû ile birlikte yapılırsa namaz secdesi sayılır. Nitekim Tealâ hazretlerinin «vescudi verkeî» ayeti kerimesinde hal böyledir.

İmam Şâfii ile imam Ahmed (rahimehümüllah) hac suresinin her iki secdesini muteber saymış; Sad suresinin secdesini muteber saymamışlardır. Nitekim Gureru´l Efkâr´da beyan edilmiştir. İmam Malik rahimellah ise mufassal surelerin secdelerini lüzumlu görmemiştir. Mufassal sureler hucurat´tan sona kadar olanlardır. Bunlardan necm, inkişâ ve alâk surelerinde secde vardır. (İmam Malik bunları kabul etmeyince) ona göre secde onbir surede yapılır.

METİN

Secde, ayeti işitmek şartıyle vacip olur. Binaenaleyh sebep, ayeti okumaktır. Velev ki sağırın okumasında olduğu gibi işitme bulunmasın. İşitmek okuyandan başkası hakkında şarttır. Farsça tercümesini bile işitseler secde ayeti olduğu haber verilince secde etmesi vacip olur. Yahut secde ayetini okuyana uymak şartıyla vacip olur. Çünkü secdenin vacip olmasına bu da sebeptir. Velev ki ayeti işitmemiş ve okunurken bulunmamış olsun. İmama tabi olduğu için kendisine bu secde vacip olur.

İZAH

Ayeti işitme şart olduğu için işitmeyen kimse okunan meclisde bulunsa bile kendisine secde vacip olmaz. «Binaenaleyh sebep ayeti okumaktır» yani sahih tilâvettir. Bundan maksat temyiz ehliyetini hâiz kimsenin oku.masıdır. Nitekim bunu birçok ulema söylemişlerdir. Hılye. Bununla neden ihtirazolunduğu musannıfın «Kâfire secde vacip olmaz ilh...» sözünde gelecektir.

Ben derim ki: Bir kayıt daha ziyade etmek gerekir o da «secde hakkında mâni bulunmamalı» kaydıdır. Bu kayıt. imama uyan kimsenin ve rükuunda sücudunda teşehhüdünde secde ayetini okuyan kimsenin tilavetinden ihtiraz içindir. Bunlara.secde-i tilâvet vacip değildir. Çünkü secdelerine mani vardır. Nitekim gelecektir. Sonra bilmiş ol ki, ayeti okumak, okuyanın da dinleyenin de secdesine sebeptir. İşitme hakkında ihtilâf edilmiştir. Bazıları «bu işiten hakkında sebep değil, şarttır» demiş; Kâfi, Muhit ve Zahirîye sahipleri bu kavli sahih bulmuşlardır. Bir takımları da «işitmek işiten hakkında ikinci sebeptir» demişlerdir. Hidaye ve Bedayî sahibleri de bunu tercih etmişlerdir. Şârih bu kavli tercih ettiğine tenbihte bulunacaktır. Müctebâ´da beyan olunduğuna göre secde üç şeyden biri ile vacip olur. Bunlar okumak. işitmek ve imama uymaktır. Zâhirine bakılırsa bunlar üç sebeptir. Hılye sahibi bunu açıkça ifade etmiştir. Musannıf Kâfi´nin sözünün benimsemiş ve ona bir sebep daha ilâve etmiştir. O da imama uymaktır. Şu halde ona göre sebep iki şey olup bunlar da okumak ve imama uymaktır. Nasıl ki bunu Mineh sahibi açıklamıştır. Mineh sahibi işitmenin okuyandan başkası hakkında şart olduğunu da açıklamış; şarihimiz metnin sözünü izah ederken ona tâbi olmuştur. Lâkin şarihin sözü işitmek gibi imama uymanın da şart olduğunu ifade etmektedir. Nitekim az sonra anlaşılacaktır.

«Velev ki sağırın okumasında olduğu gibi işitme bulunmasın» yani fiilen işitmesin. Yoksa bir arıza bulunmadığı zaman kendi işiteceği yahut kulağını ağzına yaklaştıran kimsenin işiteceği kadar okuması şarttır. Nitekim Hinduvahî´nin mezhebi budur. Sahih olan da budur. Kerhî buna muhalefet ederek harfleri doğru okumakla yetinmiştir. H.

Ben derim ki : Hâniye sahibi de bunu söylemiştir.

«İşitmek okuyandan başkası hakkında şarttır.» Yani imama uymak yoksa işitmek şarttır. İmama uyarsa işitmesi şart değildir. Hattâ biraz ileri de geleceği vecihle imam secde ayetini okurken orada bulunması da şart değildir. Şârihin bu kaydı terketmesi, arkasından musannıfın onu zikretmesine güvendiği içindir.

«Secde ayeti okunduğu haber verilince» onu anlasın anlamasın secde etmesi vacip olur. Bu İmam-ı A´zam´a göredir. İmameyne göre ise işiten kimse okuyanın Kur´ân okuduğunu bilirse secde etmesi lâzım. bilmezse lazım değildir. Bahır. Feyz´de «bununla fetvâ verilir» denilmiştir. Nehir´de Sirac´dan naklen İmam-ı A´zam´ın bu kavli bırakıp imameynin kavline döndüğü ve buna itimat edildiği bildirilmiştir.

«İşiten kimse okuyanın Kur´ân okuduğunu bilirse» ifadesinden murad; ayetin mânâsını anlamasıdır. Nitekim Mecma´ şerhinde beyan edilmiş ve şöyle denilmiştir: «İmam-ı A´zam´a göre ayetin mânâsını anlasın anlamasın secde etmesi vacip olur. İmameyn, "mânâsını anlarsa vaciptir. anlamazsa vacip değildir çünkü mânâsını anlarsa bir vecihten Kur´ân´ı işitmiş: bir vecihten işitmemiş olur" demişlerdir» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Fakat ayet arapça okunursa anlasınanlamasın bilittifak secde vacip olur. Ancak arap olmayan kimse Kur´ân olduğunu bilmedikçe üzerine secde vacip olmaz. Nitekim Fetih´te söyle denilmiştir. Yani mânâsını anlamazsa da Kur´ân olduğunu bilmesi yeterlidir.

«Yahut secde ayetini okuyana uymak şartıyle vacip olur.» Yani imam secde ederse o da eder. İmam secde etmezse okuduğunu işitse bile secde etmesi lâzım gelmez. Münye şerhi.

«Çünkü secdenin vacip olmasına bu da sebeptir.» cümlesinin doğrusu «bu da vacip olmasının şartıdır» şeklinde olacaktır. Tâ ki «okuya...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Namaz
« Posted on: 24 Haziran 2025, 23:40:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Namaz rüya tabiri,Namaz mekke canlı, Namaz kabe canlı yayın, Namaz Üç boyutlu kuran oku Namaz kuran ı kerim, Namaz peygamber kıssaları,Namaz ilitam ders soruları, Namazönlisans arapça,
Logged
01 Mayıs 2010, 11:29:00
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #61 : 01 Mayıs 2010, 11:29:00 »

METİN

Meğer ki namaz, hayzından başka bir sebeple bozulmuş olsun. Bu taktirde secdeyi namaz dışında yapar. Çünkü namaz bozulunca sadece tilâvetten başka bir şey kalmaz. Ve bu secde namaza ait olmaz. Namaz hayızla bozulursa secde sâkıt olur. Bunu Hülâsa sahibi söylemiştir. şayet namaz secde-i tilâveti yaptıktan sonra bozulursa o secdeyi tekrarlamaz. Bunu Kınye sahibi bildirmiştir. Haniye´nin ibaresi buna muhaliftir. Bir kimse secde ayetini nâfile namazda okur da namazını bozarsa.yalnız namazı kaza eder; secdeyi kaza etmez. Meğer ki secdeyi yaptıktan sonrabozduğuna hamledile. Secde-i tilavet namaz içinde namazın rükû ve secdesinden başka bir rükû veya secde ile eda edilir. Rivayetin zahirine göre namaz dışında dahi rükû, bu secdenin yerini tutar. Bezzaziye. Esah kavle göre secde-i tilâvete niyet etmek şartiyle namazın rükûu bir veya iki ayet okur okumaz hemen yapılırsa bu secde namazın rükûu ile de eda olunur. Zâhire göre üç ayet okuduktan sonra rükûu giderse hüküm yine böyledir. Nitekim Bahır´ da beyan olunmuştur.

İZAH

Meğer ki namaz, hayzından başka bir sebeple bu secdeyi yapmadan bozulmuş olsun, Kasten bozmak da bozulmak gibidir. Bu taktirde secde-i tilaveti namaz dışında yapar.

«Namaz secde-i tilaveti yaptıktan sonra bozulursa o secdeyi tekrar yapmaz» zira bozan şey bütün namaz cüzlerini değil, sadece yetiştiği cüzleri bozar ve o namazın üzerine bina etmek imkânı kalmaz. Bunu Kınye´den naklen Bahır sahibi söylemiştir. «Hâniye´nin ibaresi buna muhaliftir.» Yani metindeki ifadeye muhaliftir. Buradaki bahis ve cevap Nehir sahibine aittir.

«Meğer ki secdeyi yaptıktan sonra bozduğuna hamledile.» Burada Hâniye´nin ibaresi açıktır. İbare şudur: «Nâfile namaz kılan bir kimse secde ayetini okur da secde eder ve sonra namazı bozulursa namazını kaza etmesi vacip olur. O secdeyi tekrarlaması lâzım değildir.» Bu ibarenin bir misli de Feyz ile Bezzaziye´dedir.

«Secde-i tilâvet, namaz bahsinde, namazın rükû ve secdesinden başka bir rükû veya secde ile eda edilir.» Hılye sahibi diyor ki: «Bu secdenin edası esasen sücudla olur. Bu efdaldir. Ama ayeti okuduğu gibi hemen rükû ederse rükûla da caiz olur. Aksi taktirde caiz olmaz.» Yanı derhal yapmazsa rükûla eda edilmiş olmaz. Velev ki namazın hürmeti içinde olsun. Bedayi. Bu taktirde hassaten onun için secde yapmak icabeder. Nitekim metinde naziri gelecektir.

Hılye´de şöyle denilmiştir: «Sonra hassaten tilâvet için hemen secde veya rükû yaparsa tekrar ayağa kalkar. Müstehap olan arkasından hemen rükûa gitmeyip iki üç ayet okumak, sonra rükûa gitmektir.» Şayet secde surenin sonunda ise başka sureden okur; sonra rükûa gider. Meselenin tamamı İmdâd ve Bahır´dadır.

«Namaz dışında dahi rükû bu secdenin yerini tutar.» Bu kavil zaiftir. Çünkü Bedayi´den naklen evvelce bu ne kıyasen caizdir; ne de istihsanen» demiştik. Şârih. Bezzâziye´ye nisbet ettiği bu sözde Nehir sahibine tâbi olmuştur. Burada nakilde hata vardır. Çünkü benim Bezzaziye´nin iki nüshasında gördüğüm şöyledir: «Zâhir olmayan rivayete göre namaz dışında da rükûun secde-i tilâvet yerini tutacağı bildirilmiştir Şu halde Bezzaziye´nin ibaresinden «olmayan» kelimesi düşmüştür (yani zâhir olmayan denileceği yerde zâhir olan rivayete göre denilmiştir). Bahır´da Kâdıhan´ın. «bu rükû secde-i tilâvetin yerini tutar" kavlini tercih ettiği bildirilmiş ise de buna şöyle cevap verilir Hâniye´nin ibaresi şudur «Bunun caiz olduğu rivayet edilmiştir.» şüphesiz ki bu söz onun tercih ettiğini değil, bu kavli zaif bulduğunu göstermektedir. Buna dîkkat et.

«Namazın rükûu bir veya iki ayet okur okumaz hemen yapılırsa bu secde namazın rükûu ile de eda olunur.» Ama acele rükû etmezse namaz içinde iken mutlaka ona mahsus olmak üzere bir secdeyapması lâzım gelir. Bedayi sahibi bunun illetini şöyle beyan etmiştir: «Secde-i tilâvet borç olmuştur. Borç aleyhine değil, lehine olan şeyle ödenir. Rükû, sücud o kimsenin aleyhinedir. Binaenaleyh onlarla borç ödenmez.»

«Zâhire göre üç ayet okuduktan sonra rükûa giderse hüküm yine böyledir.» Bahır´da Bedayi´den naklen böyle denilmiştir. îbareden anlaşılan, bunun zâhir rivayet değil Bedayi sahibinin zâhir görmesidir. İmdâd nâm kitapda «İhtiyat olan Şeyhu´l - İslâm Hâherzâde´nin sözüdür. Ona göre fevr (yanı mühletsiz acele) üç ayetle inkıtaa uğrar. Şemsü´l - Eimme Hulvani üç ayetten fazla okumadıkça fevrin kesilmeyeceğini söylemiştir. Kemâl bin Hümân, "Hulvanî´nin sözü rivayetin kendisidir demiştir" şeklinde izahat vardır.»

Ben derim ki: Münye şerhinde bu kavlin rivayet yönünden en sahih olduğu açıklanmıştır. Zira İmam Muhammed nassan bildirmiştir ki: Secde-i tilavet yapıldıktan sonra inşikak ve benî İsrail surelerinde olduğu gibi surenîn sonunda bir kaç ayet kalırsa o kimse muhayyerdir. İsterse sureyı bitirip secde-ı tilâvet için rükûa gider. Dilerse evvelâ secde-i tilâveti yapar; sonra kalkarak sureyi tamamlar ve rükûa gider. Bu ifadenin bir misli de Fethu´l-Kadîr´dedir. Lâkin Bahır´da Mücteba´dan şöyle denilmiştir: «Rükû, niyet ve üç ayetle ayırmamak şartıyle secde-i tilâvetin yerini tutar. Meğer ki üç ayet surenin sonunda ola.» Bu sözün muktezası hilâfın sure ortası hakkında olmasıdır, ve bu ittifakidir. Hılye´de Asıl´dan ve başkalarından naklen bu şekilde açıklanmıştır. Evet, bundan sonra Hılye sahibi farkın vechl anlaşılamadığını söylemiştir.

Ben derim ki: Şöyle izah edilebilir: Surenin sonunda üç ayet okumak. ayırmamak değildir. Zira bu, o sureyi tamamlamamaktır. Geri kalanını bırakmak değildir. Binaenaleyh okumasında ziyadeyi talep vardır. Bu ayırmaz. Surenin ortasından üç ayet okumak böyle değildir. Çünkü bunda ziyadeyi talep yoktur ve fasıla (ayırıcı) sayılır.

«Râcih kavle göre secde-i tilâvete niyet etmek şartıyla namazın rükûu bir veya iki ayet okur okumaz hemen yapılırsa bu secde namazın rükûu ile de eda olunur.» Bazıları rükû hemen yapılırsa niyete hacet olmadığını söylemişlerdir. Kuhistani bu kavlin İmam Muhammed´den rivayet olduğunu söylemiştir. Sonra niyetin yeri rükûa gidileceği zamandır. Tilâvet secdesi yerine geçmesini, rükûda niyet ederse bazıları caiz, bazıları caiz olmadığını söylemişlerdir. Rükûdan doğrulduktan sonra niyet ederse bilittifak caiz olmaz. Bedayi.

METİN

Keza derhal yaparsa niyet etmese bile namazın secdesi ile dahi bilittifak eda edilir. İmam secde-i tilâvete rükûunda niyet ederde cemaat niyet etmezse imamın niyeti ona kâfi değildir. İmam selâm verdikten sonra secde eder. Ve ka´deyi tekrarlar. Ka´deyi terkederse namazı bozulur. Kınye´de böyle denilmiştir. Ama bunu âşikâre okunan namaza hamletmek gerekir. Evet, namaz için anında hemen rükû ve secde yaparsa niyet etmeksizin secde-i tilâvet yerini tutar. İmam tilavet için secde eder de cemaat rükûa gitti zannına varırsa rükûa varan onu terkedip tilâvet için secde eder hemrükû ve hem de secde yapan için secde-i tilâvet namına bu yaptığı kâfidir. Rükû ve iki secde yapanın namazı bozulur. Çünkü tam bir rekatı yalnız başına kılmıştır. Zira secdelerin biri tilâvet içindir. Diğerleriyle de rekat tamam olur. T.

İZAH

Şârih derhal yapmak şartıyla niyet etmese bile secde-i tilavetin namaz secdesiyle dahi bilittifak eda edileceğini söylüyor. Bedayi´de de böyle denilmişse de Fethu´l-Kadîr sahibi bunu reddederek hilâfın burada da sabit olduğunu söylemiştir.

«İmam secde-i tilâvete rükûunda» yani ayeti okur okumaz. niyet ederse -bunu Halebi Bahır´dan nakletmiştir- cemaat olan niyet etmediği taktirde imamın niyeti olan kâfi gelmez. Secdesinde cemaat niyet etse bile artık imamla beraber sayılmaz. Çünkü imam rükûunda secde-i tilâvete niyet edince rükû onun için taayyün etmiştir. Bunu Halebi söylemiştir.

Kuhistani´de ise şöyle denilmektedir: «Ulema, imamın niyetinin kâfi gelip gelmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Nitekim Kâfi´de beyan edilmiştir. İmama uyan kimse secde-i tilâvete niyet etmezse bir kavle göre secde-i tilavet yerine geçmez. İmam selâm verdikten sonra secde-i tilâveti yapar ve son oturuşu tekrarlar. Nitekim Münye´de böyle denilmiştir.»

«Ka´deyi terk ederse namazı bozulur.» Çünkü secde-i tilâvet, namaz secdesi gibi ka´denin hükmünü kaldırır. Secde-i sehiv böyle değildir. Nitekim secde-i sehiv bâbında geçmişti.

«Bunu âşikâre okunan namaza hamletmek gerekir.» Bu tetkik Nehir sahibine aittir. Vechi şu olsa gerektir: Tatarhaniye´de zikredildiğine göre imam secde ayetini gizli okunan namazda okursa evlâ olan cemaatı şaşırmamak için rükû yapmamasıdır. Âşikâre okunan namazda okursa secde etmesi evlâdır. Bu gösteriyor ki, cemaat imamın gizli olarak ne okuduğunu bilmediği için imamın niyeti kâfidir. Secde-i tilâvet namına rükû kâfi gelmese cemaatın şaşırması daha çok olur. Ve bu secde için rükûyu tercih etmenin bir faydası kalmaz. Binaenaleyh burada Kınye´nin sözü âşikâre okunan namaza hamledilir. Tâ ki cemaat olan tilâveti yapsın. Şâyet imamı anında rükûa giderse ihtiyaten bu secdeye rükûda niyet etmesi lâzım gelir. Çünkü imamın da rükûda niyet etmiş olması ihtimali vardır. Rükûda niyet etmezse imamı selâm verdikten sonra secde eder. Gizli okunan namazda ise imama uyan mazurdur. İmamının niyeti ona kâfidir. Zira imamının secde ayetini okuduğunu bilmez ki; kendisine imam selâm verdikten sonra secde emredilsin.

Halebi buna şöyle cevap vermiştir: İmam selâm verdikten sonra cemaat olan konuşmadan ve mescidden çıkmadan secde ayetini okuduğunu ve rükûda bu secdeye niyet ettiğini kendisine haber vermesi mümkündür.; En iyisi, "imamın niyeti cemaatın niyeti yerini tutar" diyen kavle hamletmektir, Kuhistani´nin yukarıda gecen sözünden anlaşılan, esahın hilâfı olmasıdır. Çünkü «bir reye göre» demiştir.

«Evet, namaz için anında hemen rükû ve secde yaparsa niyet etmeksizin secde-i tilâvet yerini tutar.» Yani cemaat olan kimsenin secdesi imamına tâbi olarak niyet etmeksizin secde-i tilâvet yerini tutar. Zira az yukarıda gördün ki, bu secde anında yapılan namaz se...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Mayıs 2010, 11:30:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #62 : 01 Mayıs 2010, 11:30:20 »

ŞÜKÜR SECDESİ



METİN

Şükür secdesi müstehaptır. Bununla fetva verilir. Lâkin namazdan sonra yapılması mekruhtur. Çünkü cahiller onun sünnet veya vacip olduğuna itikat ederler. Buna müeddi olan her mubah mekruhtur. İmamın secde ayetini gizli namazlarla, cuma ve bayram namazları gibi cemaatı kalabalık namazlarda okuması mekruhtur. Meğer ki namazın rükûu veya secdesiyle eda edilecek şekilde olsun. Ayeti minberde okursa secde eder. İşitenler de secde ederler.

İZAH

Şârih secde-i şükürü bahsin sonuna alsa daha iyi olurdu. T. şükür secdesi yeni bir nimete nail olan veya Allah Teâlâ kendisine mal, evlât ihsan eden, yahut bir musibetten kurtulan kimselere müstehaptır. Bu secde için kıbleye dönülür ve Allah Teâlâya şükür için secde edilir. Secdede Allah´a hamd ile tesbih ve tekbir getirilir. Ondan sonra secde-l tilâvette olduğu gibi secdeden baş kaldırılır. Sirâc. Şârihin «bununla fetva verilir» sözü imameynindir.

İmam-ı A´zam´a gelince: Muhit´de onun «Ben bu secdeyi vacip görmüyorum. Çünkü vacip olsa her an vacip olurdu. Zira Allah Teâlân´ın kuluna verdiği nimetler birbiri ardınca devam eder. Bunda güç yetmeyecek şeyî teklif vardır:» dediği rivayet olunmuştur. Zâhîre´de imam Muhammed´ den rivayet olunduğuna göre ise İmam-ı A´zam secde-i şükürü bir şey saymazmış. Mütekaddimin ulema bunun mânâsı hakkında söz etmiş; bazıları «Onu sünnet saymazdı» demek olduğunu; bir takımları da «tam şükür olmazdı» demek istediğini söylemişler ve «çünkü şükürün tamamı Mekke´nin fethi gününde Peygamber (s.a.v.)´in yaptığı gibi iki rekat namazla olur» demişlerdir. «İmam-ı A´zam bu sözü ile secde-i şükür vacip değildir demek istemiştir» diyenler olduğu gibi «Meşru değildir. Yapılması mekruhtur. Ondan dolayı sevap verilmez; bilâkis terki evlâdır» mânâsına geldiğini söyleyenler de olmuştur. Musaffa sahibi bu kavli ekser ulemaya nisbet etmiştir. Ekser ulemanın bu kavli İmam-ı A´zam´dan sübut bulmuş bir rivayete dayanıyorsa mesele yoktur. Aksi taktirde yukarıdaki iki ibaresinden her bir ihtimallidir. En zâhir mânâ müstehap olmasıdır. Nitekim bunu İmam Muhammed hassan bildirmiştir. Çünkü bu babta birçok hadisler varit olmuş; bu işi Ebû Bekir Ömer ve Ali (r.a.) hazeratı yapmışlardır. Peygamber (s.a.v.)´in fiilinden, "mensuhtur" diye bahsetmek doğru olamaz. «Hılye´de böyle denilmiştir» ibaresi kısaltılmıştır. Sözün tamamı Hılye ile İmdât´dadır. Onlara müracaat edebilirsin!.

Münye şerhinin sonunda şöyle denilmektedir: «Bu hususta Peygamber (s.a.v.)´den bir çok rivayetler varit olmuştur. Binaenaleyh ondan men edilmez. Çünkü onda tevazu vardır. Fetva buna göredir.»

Eşbah´ın çeşitli meseleler bahsinde şu satırlar vardır: «Secde-i şükür İmam-ı A´zam´a göre vacip değil, caizdir. Ondan rivayet edilen "Secde-i şükür vacip olarak meşru değildir" sözünün mânâsı da budur. İtimad edilen kavle göre hilâf onun caiz olup olmadığında değil, sünnet olmasındadır.»

«Lâkin namazdan sonra yapılması mekruhtur.» Zâhidî´nin Kudurî şerhinden son kitabı olan Münye şerhinde şöyle denilmiştir: «Sebepsiz olursa ibadet değildir. Ama mekruh da sayılmaz. Namazınardından yapılan secde mekruhtur. Çünkü cahiller onun sünnet veya vacip olduğuna itikat ederler. Buna müeddi olan her mubah mekruhtur.»

Hülâsa şudur: Sebepsiz yapılan secde cahillerin sünnet olduğuna itikadına müeddi olmazsa mekruh değildir. Ben vitir namazından sonra bu secdeye devam eden birini gördüm. Bunun aslının ve senedinin olduğunu söylüyordu. Kendisine biradakini söyledim. Hemen secdeyi terketti. Bundan sonra Münye şerhinde şöyle denilmiştin «Müzmerât´ta Peygamber (s.a.v.)´in Fatıma (r. a.)´ya, "Hiç bir erkek veya kadın mü´min yoktur ki iki secde yapın da... ilh..." buyurduğu rivayet olunmuşsa da bu hadis uydurma ve batıldır; aslı yoktur.»

«Namazdan sonra yapılması mekruhtur» ibaresinin zahirinden bu kerahetin, kerahet-i tahrimiye olduğu anlaşılıyor. Çünkü o kimse dinden olmayan bir şeyi dine alıyor demektir. T.

Cemaatı kalabalık olan namazlarda imamın secde ayetini okuması mekruhtur. Çünkü secde-i tilâveti terketse bir vacibi terketmiş olur. Secdesini yapsa cemaatı şaşırtır, Münye şerhi. Şarih «cuma ve bayram» sözleriyle, cemaatı kalabalık olduğu zaman öğle namazı ve emsalinin de aynı hükümde dahil olduğuna işaret etmiştir. Halebi´de böyle demiştir.

«Meğer ki namazın rükûu veya secdesiyle eda edilecek şekilde olsun.» Meselâ secde ayeti surenin sonunda veya sonuna yakın olursa namazın rükû veya sücudu ile eda edilir. Yahut surenin ortasında olur da onun için hemen rükû eder. Nitekim evvelce izahı geçmişti.

Halebî diyor ki: «Lâkin secde-i tilâvete rükûuda niyet etmemek gerekir. Çünkü bunda yukarıda Kınye´den naklettiğimiz mahzur vardır.» Yani imama uyan kimse de rükûda secde-i tilâvete niyet etmezse imam selâm verdikten sonra secde edip oturuşu tekrarlaması lâzım gelir. Secde ayetini hatip mimberde okursa mimberin üzerinde veya altında secde eder. Tatarhaniye. Hatipten bu ayeti işitenler de secde ederler. İşitmeyenlere secde lâzım değildir. Namaz bunun hilâfınadır. Tatarhaniye.

Bedayi´de bu hususta şöyle denilmiştir: «Cuma günü secde ayetini hatip mimberde okursa secde-i tilâveti yapar. Onunla birlikte işitenler de secde ederler. Çünkü rivayete göre Peygamber (s.a.v.) mimberde secde ayetini okumuş ve inerek secde etmiş; cemaat da onunla birlikte secde etmişlerdir. Allah´u âlem.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Mayıs 2010, 11:31:00
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #63 : 01 Mayıs 2010, 11:31:00 »

MİSAFİRİN NAMAZI BABI



METİN

"Misafirin namazı" terkibi, bir şeyi şartına veya mahalline izafet kabilindendir. Âşikârdır ki tilâvet ârızidir. Ve ibadettir. Yolculuk da ârızidir; fakat mübahtır. Meğer ki bir ârıza sebebiyle değişe! Onun için musannıf yolcu namazını secde-i tilâvetten sonraya bırakmıştır. Bu baba misafir namazı adının verilmesi erkeklerin ahlâkını ıslâh ettiği içindir.

Bir kimse -kâfir bile olsa- senenin en kısa günlerinden üç gün üç gecelik bir mesafeyi kastederek yaşadığı yerin mâmurelerinden çıkarsa şehrin öbür tarafından hizasına gelen evleri geçmese bile çıktığı taraftan yolcu hükmüne girer.

Hâniye´de «şehrin kenarı ile şehir arasında bir ok atımından az mesafe bulunur da aralarında ekinlik olmazsa o veri geçmesi şarttır. Böyle olmazsa şart değildir» denilmiştir; Kast olmaksızın bir kimse dünyayı dolaşsa namazını kısaltmaz.

İZAH

Misafir, yolcu demektir. Sefer lügatta; miktar tayin etmeksizin mesafe katetmek manâsına gelir. Burada maksat hususi seferdir ki onunla hükümler. Namaz kısaltılır: oruç tutmamak mubah olur. Mestler üzerine mesh müddeti bir gün bir geceden üç gün üç geceye uzar. Cuma ve bayramlarla kurbanın vücubu sâkıt olur. Hür kadının mahremsiz yola çıkması haram olur. Bunu Tahtavî İnâye´den nakletmiştir.

«Bir şeyi şartına izafet» ten murad; namazı, misafir´e izafettir. Zira misafir namazın şartıdır. Halebî. Burada «şart olan misafir değil, seferdir» diye bir itiraz varit olabilir. Bunu Hamâvî´den naklen Tahtavî söylemiştir. «Veya mahalline izafet» ten murad da misafirdir. Çünkü misafir, namazın mahallidir. Yahut buradaki izafet fiili failine izafet kabilindendir. Hastanın namazı babının başında arzetmişti ki, her fail mahaldir. Aksi yoktur. H. (yani her mahal fail değildir.

Şârih «âşikârdır ki tilâvet arızidir» sözü ile yolcu namazının neden secde-i tilâvetten gen" bırakıldığını anlatmağa boşlamıştır. Münasebet bundan anlaşılır. Bu münasebet her ikisinde kul tarafından gelen arızadır. Secde-i sehiv ve hastalık böyle değildir; Onların ikisi de semavi (Allah tarafından gelme) arızadır.

«Meğer ki bir arıza sebebiyle değişe» bu istisna ibadetten ve «mubahtır» sözünden yapılmıştır. Yani secde-i tilâvette asıl ibadet olmaktır. Meğer ki riya ve şöhret yahut cünüblük gibi bir arıza ola. Bu taktirde ma´siyet olur. Yolculukta asıl mubah olmaktır. Meğer ki hac ve cihad gibi bir arız ola. Bu taktirde yolculuk tâat olur, Yahut yol kesmek gibi bir arıza bulunursa masiyet olur.

«Onun için musannıf yolcu namazını secde-i tilâvetten sonraya bırakmıştır.» Yani.seferde asıl mubah olmasıdır. Bundan dolayı bu bahsi geriye bırakmıştır. Zira aslen mubah olan bir şey aslen ibadet olandan aşağıdır. «Bu baba misafir namazı adının verilmesi, erkeklerin ahlâkını ıslah ettiği içindir. (Çünkü misafir kelimesi sefire fiilinden alınmadır.) Sefire; ıslah etti demektir. Aynı fiil "açtı" mânâsına da gelir. Bu taktirde misafir namazı denilmesi sefer yer yüzünü açtığı içindir. «Bir kimse kafir bile olsa» sözüne şöyle itiraz edilebîlir: Bu söz sebiye de şamildir. Halbuki fer´î meselelerdegeleceği vecihle onun seferi niyet etmesi muteber değildir. Nitekim bunu orada izah edeceğiz.

«Senenin en kısa günlerinden uç gün üç gecelik bir mesafeyi...» ifadesi Bahır ve Nehir´de de buradaki gibidir. Mirâc sahibi onu Attabî, Kâdıhân ve Muhit sahibine nisbet etmiştir. Hılye sahibi bu hususta inceleme yapmış ve «Zâhire göre günleri mutlak bırakmalıdır. Onların uzunluğu kısalığı orta derece diye tahdit edilmediği taktirde uzun veya kısa günlerin hangisine tesadüf ederse ona göre hüküm vermelidir» demiştir.

Ben derim ki: Orta uzunluktaki günler güneşin kuzu veya mizan burçlarına girdiği zamandır. (Kuzu burcu mart ayına, mizan burcu ise sonbaharın başlarına tesadüf eder.) Kuhistânî bunu tercih etmiş; sonra «Tahavî şerhinde bildirildiğine göre bazı ulema yolculuğu senenin en kısa günlerine takdir etmişlerdir» demiştir. Evlâ olan bu ibareden «üç gece» tabirini hazfetmektir, Nitekim Kenz ve Cami-i Sağîr´de hazfedilmiştir. Çünkü günlerle birlikte geceleri de yürümek şart değildir. Onun için Yenâbi sahibi «günlerden murad gündüzlerdir. Çünkü gece istirahat içindir. O muteber değildir» demiştir. Evet «üç gün yahut üç gecelik» dese daha iyi olurdu. Bununla geceleyin seferi kastetmenin sahih olacağına ve günlerin bir kayıt olmadığına işaret etmiş sayılırdı.

Musannıf «kastederek çıkarsa» tabirleriyle kastetmeksizin çıkan yahut kastedip çıkmayan kimsenin misafir (yolcu) olmayacağına işaret etmiştir. H.

Bahır´da şöyle denilmiştir: «Bir de niyetin mutlaka namazdan önce yapılacağına işaret etmiştir. Onun için Tecnis sahibi şunu söylemiştir: Bir kimse gemi deniz sahilinde dururken namaza niyetlenir de rüzgâr gemiyi naklettiği zaman sefere niyet ederse İmam Ebû Yusuf´a göre namazını mukim olarak tamamlar. İmam Muhammed buna muhaliftir. Çünkü bu namazda dört kılmayı icab ettiren sebeple bunu meneden sebep bir araya gelmiştir. Şu halde ihtiyaten dört kılmayı icabedeni tercih ederiz.» Ancak kastın şart olması sefer edecek kimse reyinde serbest olduğuna göredir. Şayet başkasına tâbi olursa itibar matbuunun niyetinedir. Nitekim gelecektir. Tecnis´in ifadesini Bahır sahibi buna hamletmiştir. Tecnisin ifadesi şudur: «Bir kimseyi başkası alıp gitse de o kimse nereye götürüldüğünü bilmese üç gün gitmedikçe namazını tamam kılar. Üç gün olunca kısaltır. Çünkü namazı kısa kılmak o kimseye götürüldüğü andan itibaren tâzım gelmiştir. Götürüldüğü günden itibaren namazlarını kısa kılsa sahih olur. Yalnız üç günden az mesafeye götürürse sahih olmaz. Zira mukim olduğu anlaşılır. Birincide o kimse misafirdir.» Bununla sefer kasdıyle çıkmanın kâfi olduğuna işaret etmiştir. Velev ki sefer tamam olmadan dönmüş olsun. Nitekim gelecektir. Hattâ bir gün özürden dolayı namaz kılmadan yürür de sonra geri dönerse namazlarını kısa olarak kaza eder. Nitekim Allâme Kâsım bununla fetva vermiştir.

Musannıf «yaşadığı yerin mamurelerinden çıkarsa» ifadesi ile çadırlara da şamil olan bir mânâ kastetmiştir. Zira onlar yerleri itibariyle mamurdurlar. imdâd sahibi şöyle diyor: «Binaenaleyh o çadırlardan ayrılmak şarttır. Velev ki dağınık olsunlar. Çadır halkı bir su başına veya ormana konmuş olsalar ondan ayrılmak muteberdir. Mecma´ar-Rivayat´ta böyle denilmiştir. Herhalde bu orman pek büyük olmamalıdır.» Keza su kaynağı uzaklarda bulunan bir nehir olmamalıdır. Musannıfşehrin mülhakatı (banliyö) gibi oturduğu yere tâbi olan kısımlardan ayrılmanın şart olduğuna da işaret etmiştir. Zira bunlar da şehir hükmündedir. Mülhakata bitişik köylerin hükmü dahi sahih kavle göre böyledir. Bahçeler böyle değildir. Velev ki binalara bitişik olsunlar, Çünkü onlarda şehir halkı bütün sene veya birkaç zaman otursalar bile şehirden sayılmazlar. Bekçi ve koruyucuların oturdukları yerler bilittifak itibara alınmazlar. İmdâd.

Sahaya gelince: Bundan murad at gezdirmek, cenaze gömmek ve toprak atmak gibi o beldenin faydalanması için hazırlanan yerdir. Şehre bitişik olursa onu geçmek nazar-ı itibara alınır. Bir ok atımı uzak veya bir tarla ile şehirden ayrılmış ise itibar edilmez. Nitekim gelecektir. Cuma bunun hilâfınadır. Tarlalar şehirden ayrılmış bile olsa sahada cuma namazı kılınabilir. Çünkü cuma beldenin işlerindedir. Sefer öyle değildir. Nasıl ki bunu Şurunbulalİ, risalesinde incelemiştir; Babında da gelecektir. Mülhakata değil de şehrin sahasına bitişik köyün geçilmesine sahih kavle göre itibar edilmez. Nitekim Münye şerhinde böyle denilmiştir.

Ben derim ki: Bunu bilince Dımeşk´teki Meydanü´l - Hasan´ın şehrin mulhakatından olduğunu; Babu´l - Allah´ın dış tarafı Karye el´Kadem´e varıncaya kadar sahası sayılacağını anlarsın. Çünkü bu saha evlere bitişen namazgâhı içine almaktadır. Ve hacıların konaklaması için hazırlanmıştır. Zira hacılar namazgâhtan mezkur köyün hizasına kadar olan yeri kaplarlar. Şu halde orada namazı kısaltmaları sahih olamaz. Sadrü´l - Baz´ı geçmemek şartıyle el´Mercetü´l - Hadra da öyledir. Zira o da elbise yıkamak, hayvan gezindirmek ve askerin inmesi için hazırlanmıştır. Çünkü Şurunbulali´nin risalesinde yaptığı incelemeye göre saha, şehrin büyüklüğüne küçüklüğüne göre değişir. Binaenaleyh bir ok atımı diye takdire lüzum yoktur. Bir ok atımı imam Muhammed´den rivayet olunmuştur. Bir mil veya iki mil diye taktire de lüzum yoktur Bu da İmam Ebû Yusuf tan rivayet .olunmuştur.

«Çıktığı tarattın yolcu hükmüne girer.» Münye şerhinde şöyle deniliyor: «Binaenaleyh çıktığı taraftan evleri geçmedikçe yolcu olmaz. Hattâ orada evvelce şehre bitişik, fakat şimdi ayrılmış olan bir mahalle bulunsa onu geçmedikçe yolcu olamaz. Şehirden çıktığı taraftan evleri geçer de şehrin öbür tarafında hizasında bir mahalle bulunursa yolcu olur. Çünkü muteber olan çıktığı taraftır.» Buradaki iki meselede mahalleden murad, mamur yerdir. Harap olup üzerinde ev kalmamışsa birincide onu geçmek şart değildir. Velev ki şehre bitişik olsun Nitekim bu açıktır. Sonra ikinci meselede mahallenin mutlaka bir taraftan olması lâzımdır. Her iki tarafta evler bulunursa mutlaka onları geçmek lâzımdır. Çünkü İmdâd´da «iki taraftan yalnız biri o kimsenin hizasına gelirse zarar etmez. Nitekim Kâdıhan ve başkalarında beyan edilmiştir» denilmektedir. Zâhire göre bitişik sahanın hizasında olmak evlerin hizasında olmak gibidir. (Bir ok atımı diye terceme ettiğimiz) galve üçyüzden dört yüz arşına kadar olan mesafedir. Esah kavil budur. Bunu Müçtebâ´dan naklen Bahır sahibi söylemiştir

METİN

Her gün akşama kadar Yürümek şart değildir. Bilâkis yürümek zeval vaktine kadar devam eder. Mezhebe göre fersahlara itibar yoktur. Sefer mutad istirahatlar dahil olmak üzere orta yürüyüş ile yapılır. Hattâ bir kimse koşarak üç günlük yolu iki günde alsa namazlarını kısa kılar. Bir yerin iki yolup olup biri sefer müddetini doldurur: diğeri daha az olursa b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Mayıs 2010, 11:31:34
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #64 : 01 Mayıs 2010, 11:31:34 »

METİN

İki rekattan fazlası nâfiledir. Ve sabah namazını dört rekat kılan gibi olur. İlk oturuşta oturmazsa farzı bâtıl olur. Ve kıldığı rekatların hepsi nâfile olur. Çünkü farz olan oturuşu terketmiştir. Ancak üçüncü rekatın secdesine varmadan mukim olmağa niyet ederse iş değişir. Lâkin kıyam ve rükûu tekrarlar. Zira nâfile olarak yapılmışlardır. Farzın yerini tutamazlar. Secdede mukim olmaya niyet ederse namazı nâfile olur.

Vakit içinde ve dışında mukimin misafire uyması sahihtir. Esah kavle göre mukim namazını tamamlamaya kalktığında kıraatı okumaz; secde-i sehiv de yapmaz. Çünkü o lâhik gibidir. Her iki oturuş ona farzdır. Bazıları değildir, demişlerdir Kınye.

İZAH

«Ve kıldığı rekatların hepsi nâfile olur.» Yani üçüncü rekatın secdesine gitmekle nâfile olur. Çünkü secdeden evvel geri dönebilirdi. Bu hüküm Şeyhayna göredir. Şuna binaen ki vasıf bâtıl olunca asıl bâtıl olmaz. İmam Muhammed buna muhaliftir.

«Çünkü farz olan oturuşu terketmiştir.» Bu söz farzın bâtıl olmasının illetidir. Sonra oturuş nâfilede dahi farz ise de, namaz kılan kimse onu çift rekatın sonunda yapmayınca farz son oturuş olur. Nitekim bunu nâfileler babında beyan etmiştik.

«Ancak üçüncü rekatın secdesine varmadan mukim olmaya niyet ederse iş değişir.» Yani mukim olmaya üçüncü rekatın secdesinde niyet ederse niyeti sahih olur. Ve farzı dört rekata döner. Sonra ilk iki rekatta kıraatı okuduysa son rekatlarda okuyup okumamakta muhayyerdir. Okumadıysa ilk rekatların kıraatını kaza olmak üzere okur. Bütün bu hususlarda ilk oturuşta oturup oturmaması müsavidir. Şu halde istisna iki meseleye racidir. Ama üçüncü rekatın secdesine vardıktan sonra niyet ederse bakılır: Şayet ilk oturuşta oturduysa biliyorsun ki iki rekatla onun farzı tamam olmuştur artık değişmez; o rekata bir rekat daha ilâve eder. Bozarsa da bir şey lâzım gelmez. İlk oturuşta oturmadıysa farzı bâtıl olur. Kıldığı rekata bir rekat daha ilâve ederek dört rekat nâfile olur. Yukarıda geçtiği vecihle İmam Muhammed buna muhaliftir. Tahtavi´nin Bahır´den naklettiği ibarenin hülâsası budur. Şârih bu istisna ile şunu anlatmış oluyor ki, musannıfın «Farzı bâtıl olur» sözü, "katî olarak değil, mevkuf olarak bâtıl olur"; mânâsınadır. Aksi taktirde niyeti sahih olmaz.

«Secdede mukim olmaya niyet ederse namaz nâfile olur.» Yani üçüncü rekatın secdesinde niyet ederse namaz nâfile olur. Bu hüküm İmam Ebû Yusuf´un mezhebine göredir. Ona göre secde, alnını yere koymakla tamamlanır. Sahih olan İmam Muhammed´in mezhebidir ki, secde ancak alnını yerden kaldırmakla tamam olur. Bu surette farzı esah kavle göre dört rekata inkılabeder. H. Yani ister ilk oturuşta otursun ister oturmasın farketmez. Ebû Yusuf´un kavline göre ise oturduğu taktirde farzı iki rekatla tamam.olur. Aksi taktirde bütün namaz nâfileye inkılabeder. Binaenaleyh «nâfile olur» sözü, oturmadığı zamana mahsustur.

«Esah kavle göre mukim namazını tamamlamağa kalktığında kıraatı okumaz.» Yani misafir imam selâm verdikten sonra kalktığında okumaz. Daha evvel kalkar da üçüncü rekatın secdesine gitmeden imam ikamete niyet ederse kıldığı rekat hükümsüz kalır; ve imama tâbi olur. Bunu yapmazsa namazı fâsit olur. Üçüncü rekatın secdesini yaptıktan sonra imam ikamete niyet ederse ona tâbi olmaz. Olursa namazı bozulur. Nitekim Fethu´l-Kadîr´de beyan olunmuştur. Esah kavil kıraatı okumamasıdır. Hidaye´de de böyle denilmiştir. Secde-i sehiv gibi kıraat da vaciptir» diyenler olmuşsa da bu kavil zaiftir. Buna secde-i sehivin vacip olmasını şahit getirmek zaif ile istişhad olur ve meselenin muttefekunaleyha olduğu zannını verir. Şurunbulâliye.

«Bazıları "değildir" demişlerdir.» Yani bazıları «ilk oturuş ona farz değildir» demişlerdir. H.

METİN

Esah kavle göre iki tarafa selâm verdikten sonra imamın «siz namazınızı tamamlayın! Çünkü benmisafirim» demesi menduptur. Bu söz.Hâniye ve diğer kitaplardakine muhaliftir. Onlarda imamın halini bilmek şarttır denilmiştir. Lâkin Hindî´nin Hidâye haşiyesinde «şart olan imamın halini kısmen bilmektir. İptida halinde bilmek şart değildir» deniliyor. İrşâd şerhinde; «İmam namaza başlamadan cemaata haber vermesi gerekir. Aksi taktirde selâm verdikten sonra haber verir» denilmektedir. imamın bunu demesi yanıldı zannını defetmek içindir. İmam -hakikatta değil de- mukim olan cemaatın namazını tamamlamak için ikamete niyet ederse mukim olmaz. Misafirin mukime uyması ise vakit içinde sahih olur; ve o namazı tamam kılar. Değişen namazlarda vakit çıktıktan sonra uyamaz. Çünkü ilk iki rekatta oturuş hakkında farz kılan nâfile kılana uymuş sayılacağı gibi son rekatlarda ise kıraat hakkında farz kılan nâfile kılana uymuş olur.

İZAH

Musannıfın buradaki sözünün Haniye ve diğer kitaplardakine muhalif olmasının vechi şudur: İmama uymanın sahih olması için onun. misafir mi mukim mi olduğunu bilmek şart olursa, imamın «siz namazınızı tamamlayın!» demesinin bir faydası kalmaz. Çünkü akla hemen gelen, şartın namaza boşlarken bulunmasıdır. Yanıldı zannını def için imamın bu sözü söylemesinin müstehap olduğuna bütün ulemanın ittifak etmesi, iptidada halini bilmenin şart olmasına aykırıdır.

Şârihin «Lâkin Hindî´nin Hidaye şerhinde şöyle denilmiştir ilh...» ifadesini Nihâye, Sirâc ve Tatarhâniye sahipleri sual şeklinde iradetmiş; sonra buradaki cevap mânâsında sözler söylemişlerdir. Bunun hülâsası; imamın halini bilmenin şart olduğunu kabuldur. Yalnız bunun namaza başlarken olması lâzım değildir. Namaza başlarken cemaat imamın halini bilmediklerine göre imamın haber vermesi mendup olmuştur. O zaman muhalefet yoktur.

Cemaatın namazlarını ıslah, bu bildirme ile hasıl olur. Böyle olunca. bildirmek imama vacip olmak lâzım gelirken burada vacip olmaması taayyün etmediği içindir. Zira cemaatın namazlarını tamamlayıp sonra sormaları gerekir. Nitekim Bahır´da beyan edilmiştir. Yahut imam iki rekatta selâm verince onun bu hali misafir olduğunu gösterir. Çünkü müslümanın halini salâha hamletmek icabeder. Onun için haber vermek vacip değil, mendup olmuştur. Zira İnâye´de denildiği gibi. bu fazladan bir bildirmedir.

Ben derim ki: Lâkin imamın halini salâha hamletmek, bilmenin şart olmasına aykırıdır. Evet. Bahır´da Mebsut ve Kınye´den naklen kısaca şöyle denilmiştir: «İmam bir şehir veya köyde namazı iki rekat kılar da cemaat onun halini bilmezlerse namazları fasit olur Velev ki yolcu olsunlar. Çünkü zâhire göre mukim yerinde olan bir kimsenin hali mukim olmaktır. Hükmü zâhire göre vermek aksi zuhur edinceye kadar vaciptir. Fakat şehir haricinde kılarsa namazları fasit olmaz. Böyle yerde sefer zâhir olduğundan onunla amel etmek caizdir. Hâsılı: İmam, mukim yerinde cemaata namazı iki rekat kıldırırsa cemaatın onun halini bilmeleri şarttır. Aksi taktirde şort değildir.

«İmamın, namaza başlamadan cemaata haber vermesi gerekir.» Çünkü cemaat arasında onun halini bilmeyenler bulunabilir. Şayet imam selâm verdikten sonra haber verirse o haber vermeden bunlar namazı bozuldu zannıyle konuşabilirler.

Bazıları «İmam bir tarafına selâm verdikten sonra halini cemaata haber verir» demişlerdir. Makdisî «Bizim namazımızda bu kavli tercih gerekir» diyor, T.

«İmam hakikatta değilde mukim olan cemaatın namazını tamamlamak için ikamete niyet ederse mukim olmaz. Bu taktirde mukim olan cemaat onunla birlikte namazlarını tamamlarlarsa namaz bozulur. Çünkü bu, farz kılanın nâfile kılana uyması sayılır. Zahiriye. Yani cemaat imama tâbi olmak maksadıyla namazlarını tamamlarsa namaz bozulur. Fakat ondan ayrılmaya niyet eder de şeklen muvafakatta bulunurlarsa bozulmaz. Bunu Hayreddin Remlî söylemiştir.

Misafirin mukime uyması meselesi metindekinin aksidir. Bu meseleyi Kenz ve diğer kitaplar zikretmişlerdir. (Şârihimiz de onlardan almıştır. Musannıf ise onu imamlık bâbında beyan ettiği için burada bahse lüzum görmemiştir.

«Misafirin mukime uyması vakit içinde sahih olur.» Vakit ister o namaza kâfi gelsin isterse tamamlanmadan çıksın farketmez. Çünkü imama tâbi olmakla o kimsenin namazı değişmiştir. Şayet o namazı bozarsa değiştirici kalmadığı için iki rekat kılar. Ama mukime nâfile niyetiyle uyarsa iş değişir. O zaman namazı bozduğu taktirde dört rekat olarak kılar. Zira imamın kıldığı namazı iltizam etmiştir. Ve ilk oturuş cemaat olan misafir hakkında da vacip olur. Hattâ onu imam kasten bile olsa terkederse misafir kendisine tâbi olduğu taktirde fetvaya göre namazı bozulmaz. Bozulur diyenler de olmuştur. Sirac´da böyle denilmiştir. Ama bunun bir vechi yoktur. Nehir.

Vakit çıktıktan sonra ise mukime uyması sahih olamaz. Çünkü sebep yani vakit geçtiği için artık değişme yoktur, Fakat bu hüküm namaz hem imam hem cemaat hakkında kazaya kaldığına göredir. Yalnız imam hakkında kazaya kalırsa ona uyabilir. Bu, bir Hanefî´nin öğle namazında Şâfi´ ye uyması yahut eşyanın gölgesi zevalden sonra bir misli olup iki misli olmazdan önce imameynin kavli ile amel etmesi gibi olur. Nitekim Sirâc´da beyan olunmuştur.

Bahır sahibi diyor ki; «Bu güzel bir kayıttır. Lâkin evlâ olan, namazın yalnız cemaat olan hakkında kazaya kalmasını şart koşmaktır. îmamın namazı kalsın kalmasın farketmez. Meselâ bir kimse öğle namazının bir rekatını kıldıktan sonra vakit çıkar da misafir ona uyarsa bu namazın yalnız misafir hakkında vakti geçmiştir. Mukim hakkında geçmemiştir.» Yani imama uymak sahih olmaz. Lâkin namazın yalnız cemaat hakkında kazaya kalması şart değildir. Her ikisi hakkında kazaya kalması da evleviyetle öyledir.

«Çünkü ilk iki rekatta oturuş hakkında farz kılan nafile kılana uymuş sayılır.» İlk oturuş cemaat olan hakkında farz. imam hakkında farz değildir. Nâfileden murad da budur. Zira nâfile farzın mukabili olan şeydir. Binaenaleyh vacip olan oturuş da onda dahildir. Bahır.

«Yahut son rekatlarda ise kıraat hakkında farz kılan nâfile kılana uymuş olur.» Çünkü son rekatlarda kıraat imam hakk...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 10 11 12 [13] 14 15 16 17   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes