> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Namaz
Sayfa: 1 ... 7 8 9 [10] 11 12 13 ... 17   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Namaz  (Okunma Sayısı 25792 defa)
27 Mart 2010, 14:01:43
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #45 : 27 Mart 2010, 14:01:43 »



VİTİR VE NAFİLELER BABI



METİN


Her sünnet nâfiledir. Fakat aksi yoktur (yani her nafile sünnet değildir). Vitir namazı, amelen farz, itikaden vacip, sübûten sünnettir. Ulema bu husustaki rivayetlerin arasını bu şekilde bulmuşlardır. Bu izaha göre vitiri inkâr eden ikfar olunmaz. Yani küfre nisbet edilmez. Sabah namazı kılarken vitiri (kılmadığını) hatırlamak onu bozar. Şartı mevcut ise aksi de öyledir. İmameyn buna muhaliftir.

İZAH

Vitir veya vetr: Çiftin zıddı (yâni tek mânâsına) dır. Nâfile lûgatta ziyade demektir. Şeriatta ise aleyhinize değil, lehimize meşru olan ziyade ibâdettir.T.

«Her sünnet nafiledir.» Bu bâptan önce mekruhlar bahsinin sonunda sünneti. müekkede ve gayri müekkede kısımlarına ayırmış; bunu abdestin sünnetleri bâbında dahi anlatmıştık. Bunların hepsine nâfile adı verilir. Çünkü farzı tekmil için ziyade edilmişlerdir. Şârihin muradı başlıkta açık olarak sünnet tabirini kullanmadığı için özür dilemektir. Çünkü bu bap ayni zamanda sünnetleri de beyan için tahsis edilmiştir.

«Aksi yoktur.» ifâdesinden murad; lügat itibariyle aksi yoktur demektir. Çünkü fıkıh mantıkî kâideler üzerinde durmaktan uzaktır. Maksat her nâfile sünnet değildir demektir. Zira aynen kılınması istenmiş olmayan namaz nâfiledir: fakat sünnet değildir. Ayni istenilen namaz böyle değildir. Meselâ: Gece namazı, kuşluk namazı aynen istenilen namazlardır (ve sünnettirler).

Amelen farz demek, yapılması farz yani fiil hususunda kendisine farz muamelesi yapılır; terk eden günahkâr olur. Yapılmazsa ondan sonraki de câiz olmaz; tertibi ve kazâsı vaciptir demektir.

Bilmelisin ki farz, biri amelî ve ilmî diğeri, yalnız amelî olmak üzere iki nevidir.

Hem amelî hem ilmi olan farz beş vaktin farzları gibidir, Bunlar amel cihetinden farzdırlar. Terk edilmeleri helâl değildir. Bunların fevti ile cevaz da fevt olur. Yani bunlardan biri terk edilirse o kaza edilmedikçe sonraki kılınamaz. İlim ve itikad cihetinden de farzdırlar. Yani farz olduklarına inanmak lazımdır. İnanmayan kâfir olur.

Yalnız amelen farz vitir namazı gibidir. Vitir namazı söylediğimiz gibi yalnız amel cihetinden farzdır. İlmen farz değildir. Yani itikad edilmesi farz değildir. Hatta onu inkâr eden kâfir sayılmaz. Çünkü delili zannîdir. Vitirde birde ihtilaf şübhesi vardır. Onun için vitir namazına vacip adı verilmiştir. Bunun bir örneği de başın dörtte birine mesh etmektir. Zira kati olan delil meshin aslını ifâde etmiştir. Dörtte bir miktarı ise zannidir. Lâkin müçtehide göre onun zanni delilini tercih ettirecek bir sebep bulunmuştur. Bu sebeple o kat´iye yaklaşmıştır. Ve müçtehid ona ameli farz adını vermiştir. Şu mânâya ki: Yapılması lazımdır. Hatta terk ederde meselâ: Bir kıla mesh yaparsa bununla cevaz fevt olur. (o abdestle namaz kılmak caiz olmaz.) Ama dörtte bir miktarı ilmen farz değildir. Hatta bunu inkâr eden kâfir olmaz. Meshin aslını inkâr etmek böyle değildir. Bununla anlaşılır ki vacip dahi iki kısımdır. Çünkü kat´î olmayan bu farza vacip denildiği gibi amelde bundan aşağı, sünnetten yukarı olana da vacip denilir ki, o da yapılmadığı takdirde cevaz fevt olmayandır. Meselâ: Namazda fatihayı okumak, vitirin kunutu ve bayram tekbirleri, ve secde-i sehiv ile tamamlanan vaciplerin ekserisi bu kabildendir. Bazen vâcip tabiri kati farz mânâsında da kullanılır. Nitekim bunu Telvihten naklen abdestin farzları bâbında arz etmiştik. Oraya müracâat edebilirsin.

«İtikaden vacip» ten murad: inanılması vaciptir demektir. Ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre vitirin vacip bir namaz olduğuna inanmak vaciptir. Çünkü inanmak vacip olmasa, fiilinin vacip olması mümkün değildir. Vacip olduğuna inanmadığı bir şeyi yapmak kimseye vacip olamaz. Onun içindir ki, İmameynin: «Vitir namazı sünnettir. Fakat kazası vaciptir.» Sözleri müşkil sayılmıştır. Nitekim gelecektir. Usul fıkıh ulemasının vacip hakkında: «Vacibin hükmü yakînen bilerek değil, amelen lazım gelmektir.» Demeleri de buna delâlet eder. «Yakînen» tabiri vacibin hükmünün amelen ve zannî şekilde bilerek lazım gelmesini ifade eder. Binaenaleyh o kimsenin bunun zannî yani vacip olduğunu bilmesi lazım gelir. Aksi takdirde usul fıkıh ulemasının «yakînen» demeleri hükümsüz kalır. O zaman Zeyleî´nin: «Hanefî bir kimsenin vacip olduğunu itikâd etmesi icap etmez.» sözü müşkil kalır. Meğer ki: «Murad farz olmadığını anlatmaktır. Hatta vacip olduğuna inanmayan kâfir olmaz.» şeklinde cevap verile. Çünkü yukarıda geçtiği vecihle vacip kelimesi farz mânâsında da kullanılır.

«Sübûten sünnet»dir ifâdesinin mânâsı: Vitirin sübûtu Kur´an ile değil, sünnet yoluyladır demektir. Bu sünnet, Rasûlüllah (s.a.v.)´in şu hadisi şerifidir: «Vitir haktır. Vitir namazını kılmayan benden değildir. Bunu üç defa tekrarladı» hadisi Ebû Davud ile Hâkim rivâyet etmiş; Hâk´im onu sahihlemiştir. Vitirin bir delil´i de: «Sabahlamadan vitiri kılın!» hadisidir. Bunu Müslim rivâyet etmiştir. Emir vücûp ifâde eder. Meselenin tamâmı Münye şerhindedir.

«Bu husustaki rivâyetler»den murad: İmam A´zam´dan rivâyet edilen üç kavildir. Çünkü İmam A´zam´dan vitirin hem farz hem vacip hem de sünnet olduğu rivâyet edilmiştir. Rivâyetlerin arasını bulmak ayırmaktan evlâdır. Bu suretle bütün rivâyetler vâcibte karar kılınmışlardır ki, Kenz ve diğer kitablarda tercih edilen budur.

Bahır sahibi: «İmam-ı A´zam´ın en son sözü vitirin vacip olmasıdır.» demiştir. Muhit´te «sahih olan budur.» denilmiş; Hâniye´de sahih yerine esah tabiri kullanılmıştır.

Mebsût´ta da: «İmam-ı A´zam´ın mezhebinden zâhir olan budur.» denilmiştir Mebsut sahibi bundan sonra şunu söylemiştir: «İmameyne göre ise vitir namazı amel, itikad ve delil yönünden sünnettir. Lâkin sair vakit sünnetlerinden daha kuvvetlidir»

«Bu izaha göre» yani rivâyetlerin arası bu şekilde bulunduğuna göre vitiri inkar eden kâfir sayılmaz. Çünkü farz rivâyeti hakiki farz mânâsına alınırsa vitiri inkâr edenin kâfir olması lâzım gelir. Vacip rivâyeti hakiki vacip (yani yapılmazsa başkası da câiz olmaz. Ama farz muamelesi görür.) mânâsına alınırsa sabah namazı kılarken vitiri kılmadığını hatırlamakla namazın bozulmaması lazım gelir. Sünnet rivâyeti hakiki sünnet mânâsına alınırsa vitirin kaza edilmemesi ve kezâ oturarak ve hayvan üzerinde kılınabilmesi lazım gelir.

Musannıf buna tefrî´ ettiği sözünde letfü neşir-i mürettep yapmıştır. Anlayıver!

Vitrin aslını inkâr eden bil-ittifak tekfir edilmez. Çünkü tekfir edilmek sünnet ve vâcip olan bir şeye lazımdır. Nitekim feth-ul-kadir´de açıklanmıştır.

Ben derim ki: Maksat mükemmel bir terbiye ile inkardır. Meselâ: delil şübhesinden veya bir nevi te´vilden dolayı olmalı; Bu takdirde ileride gelecek: «Sünnetleri terk eden kimse onların hak olduğuna inanırsa günahkâr, inanmazsa kâfir olur.» Sözü buna aykırı değildir. Çünkü ulema küfrü. tahkir ederek bırakmakla illetlendirmişlerdir. Nitekim bu sözü Bahır sahibi Tecnis, Nevâzil ve Muhîte isnâd etmiştir. Birde Münye şerhinde: «Vitiri inkâr eden kâfir olmaz. Meğer ki onu tahkir edip, sünnetler bahsinde geçen mânâya göre hak olduğuna inanmaya!» denilmiştir. Sünnetler bahsinde geçen mânâdan murad: «Bu peygamber (s.a.v.)´in işlediği bir fiildir, ama ben onu yapmıyorum.» demektir. Sonra bilmelisin ki, Eşbah´ta: «Vitirin aslını ve kurbanı inkâr eden kâfir olur.» denilmiştir. Bu sözün bir misli de Kınye´dedir. Bundan anlaşılan burada murad vitirin vacip olduğunu inkardır. Bunu Zeyleî´nin ta´lilide te´yid etmektedir. Zeyleî: «Çünkü haber-i vâhidle sabit olmuştur». diye ta´lilde bulunmuştur. Haber-i vâhidle sâbit olan vitirin aslı değil, vücûbidir. Aslı icmâ-i ümmetle sâbit ve dinden olduğu bizzarura malumdur.

Şâfiilerden bazı muhakkıkların beyânına göre beş vaktin sünnetlerinin veya bayram namazlarının meşru olduğunu inkar eden kimse kâfir olur. Çünkü bunların dinden olduğu bizzarura malumdur. İleride görüleceği vecihle sabah namazının sünnetini inkar edenin küfründen korkulur.

Ben derim ki: Her halde maksad bir nevi tevil ile inkar olacaktır. Yoksa onun meşru olduğunda hilâf yoktur. Tahrir´in icmâ bâbında açıklanmıştır ki, kat´i icmaın hükmünü inkar eden hanefilerle bir taifeye göre tekfir edilir. Bir tâife ise tekfir edilmeyeceğini söylemişlerdir. Yine orada izah edildiğine göre zarurat-ı diniyeden olan bir şeyi inkar eden tekfir edilir. Zarurâtı diniyeden değilse tekfir edilmez. Zaruratı diniye havâs ve avâm herkesin dinden olduğunu bildiği şeylerdir.

ALLAH´ın birliğine, peygambere,.beş vakit namazın farz olduğuna inanmanın farz olması bu kabildendir. Zarurâtı diniyeden olmayanlar Arafatta vakfeden evvel cinsi münasebetle haccın bozulması, caddeye mirastan altıda bir hisse verilmesi gibi şeylerdir ki, bunları yalnız havas bilir; (avam bilmezler.) Şüphesiz bahsettiğimiz vitrin meşru olması ve benzerleri havâs ve avâmın bizzarura dinden olduğunu bildiği şeylerdendir. Binaenaleyh te´vil edilmedikçe inkar edenin kâfir olduğuna kesin hüküm vermek gerekir. Bunları terk etmek başkadır. Yukarıda geçtiği gibi tahkir ve alay için terk eden kâfir olur. Tahkir için değil de tenbellik veya fâsıklık gibi bir sebebten terk eden kâfir olmaz. Benim anladığım budur. ALLAHu Âlem.

«Şartı mevcut ise aksi de öyledir » İfâdesinden murad: Vakit dar olmamak, kazaya kalanlar aftı vakti bulmamâk gibi şartı mevcut ise aksi yani sabah namazı kılarken farz namâzını hatırlaması da namazı bozar. demektir. H.

Unutmamak burada sahih değildir. Çünkü meselemiz sabah namazı kılarken vitiri kılmadığını yahud vitiri kılarken sabah namazını kılmadığını hatırladığına göre kurulmuştur. Bunu Rahmetî söylemiştir. Anla! «İmameyn buna muhaliftir.» Onlar namazın bozulduğuna hüküm etmezler. Zira onlara göre vitir namazı sünnettir. T.

METİN

Lâkin vitir kaza edilir. Oturarak v...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Namaz
« Posted on: 25 Haziran 2025, 08:14:10 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Namaz rüya tabiri,Namaz mekke canlı, Namaz kabe canlı yayın, Namaz Üç boyutlu kuran oku Namaz kuran ı kerim, Namaz peygamber kıssaları,Namaz ilitam ders soruları, Namazönlisans arapça,
Logged
27 Mart 2010, 14:12:02
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #46 : 27 Mart 2010, 14:12:02 »

METİN

Vitir namazında: Namazı selâmla ayırmamışsa meselâ: Şâfii bir imama uymak sahihtir. Esah kavle göre uyan kimsenin itikadınca imamdan namazı bozacak bir şey tahakkuk etmemek partiyle başka namazlarda muhalif mezhebin imamına uymak evleviyette kalır. Nitekim Bahır´da izah olunmuştur. Namazı selamla ayırırsa câiz değildir. Her ikisinde esah kavil budur. Çünkü itikad ayrı olsa da niyette birlik vardır. Onun için bayram namazlarında olduğu yalnız vitire niyet eder. «Vacip olan vitire demez.» Zira bayramlarda ihtilaf vardır.

İZAH

Başka namazlarda muhalif mezhebin imamına uymanın evleviyette kılması şöyle izah olunur. Farz ve nâfile namazda niyet birdir. Fakat vitirde böyle değildir. Onda niyet ayrıdır. T. Çünkü imamı ona sünnet diye niyet eder. Muhalif mezhebin imamına uymak için uyan kimsenin itikadınca imamdan namazı bozacak bir hal tahakkuk etmemek şarttır. İmamın kan aldırıp ortadan kayıp olduğunu görse esah kavle göre ona uyması sahih olur. Çünkü ihtiyatan abdest almış olması câizdir. İmama hüsn zanda bulunmak evlâdır. Bunu Zâhidî´den naklen Bahır sâhibi söylemiştir. Bahır sahibinin bu hususta izahatı şöyledir: Hâsılı, imama uyan kimse imamın mezhebimiz hakkında ihtiyat gösterdiğini bilirse ona uymakta kerahet yoktur. İhtiyat göstermediğini bitirse uymak sahih değildir. Hiç bir şey bilmezse uyması mekruhtur. Hidâye´nin zâhirinden anlaşıldığına göre itibar uyanın itikadınadır. İmamın itikadına itibar yoktur. Hatta Şâfii bir imamın kadına dokunduğunu ve abdest almadığını gördüğü halde ona uysa ekser ulemaya göre caizdir. Esah olan kavil de budur. Nitekim Feth-ull-Kadir´de ve başka kitablarda böyle denilmiştir. Hindvânî´de şunları söylemiştir: «Bir cemâat bunu câiz görmemiştir. Nihâye sahibi bunu kıyasa daha uygun görerek tercih etmiştir. Çünkü o kimsenin itikadınca imam namaz kılmamıştır. asıl olan imamdır. Binaenaleyh ona uymak sahih değildir. Ama bu kavil red edilmiş: «İmama uyan hakkında muteber olan kendi reyidir. Başkasının reyi değildir. Birde imamın halini taklide yormak gerekir, Tâki bunu kasten yaptı ise itikadınca abdestsiz namaz kılmakla ona uymanın haram olması lazım gelmesin.» denilmiştir.

Nehir sahibi: «Hindvânî´nin kavline göre ihtiyat göstermese bile uymak câizdir.» demiştir. Bu sözün zâhirine bakılırsa imam bazı şartları bıraksa bile bize göre ona uymak câizdir. Lâkin Allâme Nuh efendinin beyanına göre câiz olup olmamak hususunda uyan kimsenin reyine itibar edileceği bilittifak sabittir. Yukarıda geçen hilâf imamın reyi de itibara alınıp alınmayacağı hususundadır. Binaenaleyh Hanefî bir kimse. Şâfiî olan imamın elbisesinde meni görse ona uyması bilittifak câiz olmaz. Az necâset görürse cumhura göre uyması caizdir. Bazıları câiz olmadığını söylemişlerdir. Zira bu necaset imamın reyine göre namaza mânidir. Muteber olan her ikisinin reyleridir. Bu izah söz götürür. Az ileride görülecektir. Muhalif mezhebin imamına uyma meselelerinin kalanını imamlık bahsinde izah ettik.

«Meselâ: Şâfiî bir imama» ifâdesinde imameynin kavlini tercih edenler dahildir. Kezâ vitir namazı sünnettir diyen herkes dahildir. «Her ikisinde esah kavil budur.» İfâdesinden murad: Gerek aslen vitir namazında şâfiiye uymak gerekse namazı selamla bölmemenin şart kılınması hususundaesah kavil budur demektir.

İrşad sahibi buna muhalefet ederek: «Ulemamızın ittifakiyle vitirde Şâfiiye uymak asla câiz değildir. Çünkü bu farz kılanın nâfile kılana uymasıdır.» demiştir. Razî´nin sözü de muhaliftir. O: «İmam vitiri selâmla ayırsa bile ona uymak câizdir. Vitirin kalanını da onunla kılar. Çünkü onun itikadına göre selam vermekle namazdan çıkmamıştır. Mesela içtihadi meselelerdendir. Nitekim burnu kanayan imama uymakda böyledir.» demektedir.

Ben derim ki : Selam vermekle namazdan çıkmaz.» Sözü, selam vermesi vitirini bozmaz; çünkü sonra kıldığı da vitirden hesap edilir ve sanki namazdan çıkmamış gibidir. Mânâsınadır. Bu söz Hindvânî´nin sözüne ibtina eder. Hindvânî´nin sözünün muktezası yalnız imamın reyi itibara alınmaktır. Bu az yukarıda Nuh efendiden nakl ettiklerimize aykırıdır.

«Çünkü itikad ayrı olsa da niyette birlik vardır.» İfâdesi imama uymanın sahih olduğunun illeti ve irşaddan nakl edilen sözü reddir. Zira feteva sahibleri İbn Fazıldan uymanın sahih olduğunu nakl etmişlerdir. Çünkü imamla cemâatın ikiside vitire niyet etmeğe muhtaçtırlar. Binaenaleyh namazın sıfatı hakkındaki itikadın değişikliği hükümsüz bırakılmış; sâdece niyette birlik itibara alınmıştır. Feth-ul-kadîr sahibi bunu müşkil bulmuştur. Zira farz kılanın nâfile kılana uyması demektir. Velev ki niyet ederken sünnet veya vacip sıfatı hatırına gelmeyip sırf vitire niyet etsin. Nitekim Tecnisin mutlak ifâdesinden anlaşılanda budur. Zira onun itikadında nafile olduğu kararlaşmıştır. Bahır sahibi feth-ul-Kadir´in sözünü yine Tecniste açıklanan: «İmam Vitire sünnettir diye niyetlenirse ona uymak caizdir. Nasıl ki bir kimse rükû sünnettir diyenin arkasında onunla namazını kılsa câiz olur. Tetavvu´ niyetle kılmış olsa câiz olmazdı. Çünkü farz kılanın nâfile kılana uymasıdır.» ifâdesiyle red etmiştir. Şârih vitirin selamla ayrılmaması şartını ta´lilden bahis etmemiş; evvelce zikir ettiği «esah olan imama uyanın itikadına itibar etmektir.» Sözünün işâreti ile yetinmiştir. İmama uyanın itikadınca selâm vermek namazı bozar. Şu halde uyması da fâsiddir. Velev ki beraberce namaza başlaması sahih olsun. Çünkü başlangıçta buna mâni yoktur. Nitekim Halebî´de böyle demiştir. «Vacip olan vitire demez.» İfâdesinden «vâcip diye tâyin lazım değildir.» Mânası anlaşılmalıdır. Yoksa «bundan men edilmiştir.» Mânâsı çıkarılmamalıdır. Çünkü namaz kılan kimse Hanefî ise itikadına uysun diye vücûbe niyet etmelidir. Değilse bu şekilde niyet ona zarar etmez. Bahır.

«Zira bayramlarda ihtilaf vardır.» Bu ihtilâf bayram namazlarının vacip veya sünnet olması hususundadır.

METİN

İmama uyan kimse vitirin kunutunu okur. Şâfiî imama uymuşsa rükû´dan sonra okur. Çünkü bu içtihad yeridir. Sabah namazının kunutunu okumaz. Zira nesh edilmiştir. Sabah namazında en mâkul kavle göre ellerini salarak ayakta durur ve susar. Kunutu unuturda rükûda hatırlarsa rükûda okumaz. Çünkü yeri geçmiştir. Esah kavle göre kıyâme de dönmez. Çünkü bunda vacip için farzı terk etmek vardır.

İZAH

İmama uyan kimse vitirin kunutunu okur. Bu mesele aşağıda gelecek beş meseleden biridir ki, bunları imam yaparsa cemaat olan da yapar. Musannıfın Kenze tâbi olarak tâkip ettiği yol muhtar olan yoldur. Nitekim Muhit´ten naklen Bahır´da da böyle denilmiştir. Muhit´in ibâresi gibi: «İmam Ebû Yusuf İmama uyan kimsenin okuması da sünnettir. Demiştir ki, muhtar olan kavil budur. Çünkü kunutta sair dualar gibi bir duadır.

İmam Muhammed, okumaz. belki ihtiyatan sâdece âmin der. Çünkü kunutun Kur´an olmak şübhesi vardır. demiştir» şeklindedir. Bu sözün kunutun cemâat hakkında vacip değil, sünnet olduğunu beyan hususunda acıktır. Meğer ki evvelce Bahır´dan naklen geçtiği vecihle kunut imameyne göre sünnettir. Sözü üzerine binâ edilmiş olâ.

Şâfiî imama uyan hanefî bir kimse istiâne duasını okur. Kendi mezhebinin duâsı olan hidâyet duasını okumaz. Çünkü imama tâbi olmak mutlak surette kunuttadır. Okunacak dua hususunda değildir. Nitekim bunu Şeyh Ebus-s-Suûd Abdulhay´dan naklen beyân etmiştir. Velev ki Şurunbulâliye´de tevekkuf edilmiş olsun.

İçtihad yerinden maksad ne olduğunu namazın vacipleri bahsinin sonunda beyân etmiştik. Orada içtihad yerlerine misal olarak selâmdan önce secde-i sehiv yapmayı, bayram tekbirlerim üçden ziyâde almayı ve rükûdan sonra vitirin kunutunu okumayı göstermiştik. Anlaşılıyor ki kunud duası imama uyan için vacip değil sünnettir. Dediğimize göre «rükûdan sonra vitirin kunutunda imama tâbi olmak vaciptir» Sözünden murad: Dua hususunda değil, ayakta durmak hususundadır.

Sabah namazının kunutu nesh edilmiştir. Binaenaleyh cenâze namazında imamın beş tekbir alması gibi olur. İmam beş tekbir alsa cemaat beşincide ona tâbi olmazlar. Bahır.

Sabah namazında Şâfiî imam kunut yapınca Hanefî olan cemâat ellerini solarak susor. Bazıları «oturur» demiş; bir takımları rûkûu uzatır; diğerleri de secde eder; ve imamın kendisine yetişmesini orada bekler. demişlerdir. Şurunbulâliye. Ayakta ellerini salarak durması en münasibidir. Ellerini salması, el bağlamak, içinde mesnûn zikir bulunan uzun kıyamın sünneti olduğu için buradaki zikir bize göre mesnûn değildir.

T E N B İ H :
Hidâye´de şöyle denilmiştir: «Bu mesele Şâfiîlere uymanın câiz olduğuna delâlet eder. Şâfiîye uyan kimse onun kan aldırmak gibi namazı bozduğunu itikad ettiği bir halini bilirse uyması câiz olmaz.» Meselenin delâleti şöyledir: Şâfiîye uymak sahih olmasa ulemamızın ihtilâfı da sahih olmaz. Kimisi susar; kimisi imama tâbi olur demezlerdi. Bahır. Rükûda kunut okunmaz; Çünkü yeri geçmiştir. Kunut sırf kıyâm halinde meşru olmuştur. Bir vecihle kıyâm olup bir vecihle olmayan rükûa geçmez.

Bayram tekbirlerine gelince: Bu tekbiri rükûda hatırlayınca getirir. Çünkü bayram tekbiri sırf kıyâm haline mahsus değildir. Bayramda rükû tekbiri eğilirken getirilir. Bu tekbir sahabenin icmaiyle bayram tekbirlerinden sayılır. Bu tekbirlerden biri özürsüz hâlis kıyâm sayılmayan bir halde câiz olunca özürle birlikte bakîsinin caiz olması evleviyette kalır. Bahır.

Ben derim ki: Bu söz Hılye´den alınmıştır. Aslı Bedâyi´dedir, lâkin zikir ettiği «bayram tekbirlerini rükûda getirir.» İfâdesi Bedâyi´de Zâhire´de ve diğer kitablarda açıklanmasına rağmen bizzat Bedâyi sahibinin bayram babında zikir ettiği şu beyâna aykırıdır: «İmam ilk rekatın rükûunda tekbiri unuttuğunu hatırlasa dönüp tekbir alır. Ve rükûu bozulur. Kırâatı tekrarlamaz. İmama uyan kimse ona rükûda yetişir...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Mayıs 2010, 11:17:55
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #47 : 01 Mayıs 2010, 11:17:55 »

METİN

Çok rukû ve sücûd yapmak kıyâmı uzatmaktan daha makbuldür. Nitekim Müctebâ´da beyan olunmuştur. Bahır sahibi bu kavli tercih etmiştir. Lâkın Nehir sâhibi buna üç vecihten itiraz etmiş; ve Mirac´tan naklen bunun imam Muhammed´in kavli olduğunu, İmam A´zam´a göre kıyâmı uzatmanın efdal olduğunu söylemiştir. Bedâyi sâhibi de bunu sahih kabul etmiştir.

Ben derim ki: Müctebâ´nın iki nüshasında bunu böyle yalnız imam Muhammed´e nisbet edilmiş olarak gördüm.

Acaba okuyan gibi dilsizin de kıyâmı uzatması efdal midir? Bunu bir yerde görmedim.

İZAH

Bahır sahibi kesinlikle delillerin çeliştiğine hüküm etmiştir. Meselâ: «Çok secde etmeğe bak!» hadisi ve keza «Kulun Rabbine en yakın olduğu hal, secde halidir.» hadisi: «namazın en faziletlisi kıyâmı uzun olandır.» hadisiyle çelişki halindedir.

İmam Ahmed´le ebû Davud´un rivâyetleri de böyledir. Bahır sahibi bundan sonra şunları söylemiştir: «Bu âcizin anladığıma göre rükû ve sücûdun çokluğu daha fazîletlidir. Çünkü kıyâm ancak bunlara vesile olmak için meşru olmuştur. Bundan dolayıdır ki rükû ve sücûddan âciz olandan kıyâm sâkıttır. Vesile maksuttan efdal olamaz. Bir de kıyam hâlinde Kur´an´ı çok okumak lazım gelse de bu bir zâid rükündür. Hatta esas itibariyle rükün olup olmadığında ihtilaf edilmiştir. Ama rükû ile sücûdün rükün ve asıl olduklarına ulema ittifak etmişlerdir. Hem farzın iki rekatından sonra kıyâm kırâattan ayrılır.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.

Lâkin Müctebâ´nın sözüne Nehir sâhibi üç vecihle itiraz etmiştir.

Birincisi: Kıyam vesile de olsa uzunluğunun efdal olması kıyam halinde çok kur´an okunduğundandır. Kırâat bütün Kur´an´ı hatim etmek suretiyle bile olsa yine farz yerine geçer. Nafileler böyle değildir.

İkincisi: Kırâatın zaid rükun olması, fazilet hakkında te´siri olmayan şeylerdendir.

Üçüncüsü: Meselenin mevzuu nâfiledir. Nâfilenin ise bütün rekatlarında kırâat lazımdır. Bu satırlar dahi kısaltılarak alınmıştır.

Delillerin çelişmesine gelince: Buna şöyle cevap verilir: Sücûddan murad: Namazdır. Kıyâmıuzatmanın efdal olduğuna en kuvvetli bir delilde Peygamber (s.a.v.)´in pek azı müstesnâ olmak üzere bütün gece namaz kılmasıdır. Hazreti Âişe hadisinde geçtiği vecihle gece namazını on bir rekattan fazla kılmazdı.

«Ve Mirac´dan bunun imam Muhammed´in kavli olduğunu nakl etmiştir.» Bu ifâde Bahır´ın sözüne de itirazdır.

Bahır´da: «Bu meselede İmam Muhammed´den nakiller muhteliftir. Tahâvînin Âşar şerhindeki nakline göre kıyamın uzunluğu daha makbuldür. Müçteba´da imam Muhammed´den bunun aksi nakl edilmiştir. İmam ebû Yusuf´tan ise tafsilata giderek: «Geceleyin okuduğu kur´an virdi varsa efdal olan r&kat sayısını çoğaltmaktır. Yoksa kıyâmın uzunluğu efdaldir.» Dediği rivâyet olunmuştur. Çünkü birincide kıyâm muhtelif değildir. Ona rükû ve sücûd ziyâdesi ilâve edilir.» denilmiştir.

İtiraz şöyledir: Bahır sâhibinin sözünün müktezâsı bu meselede mezhebin imamından rivâyet yoktur. Belki her iki kavl imam Muhammed´e aittir.

Ben derim ki: Benim anladığıma göre ebû Yusuf´un rivâyeti bu iki kavlin haml edildiği kavildir.

«Bedâyi sahibi bunu sahih kabul etmiştir.» Onun ibâresi şöyledir: «Ulemamız kıyâmı uzun tutmanın efdal oldûğunu söylemişlerdir. İmam Şafiîye göre çok namaz kılmak efdaldir. Sahih olan bizim kavlimizdîr.» Bundan sonra Bedâyi sahibi. «İmam ebû Yusuf´tan rivâyet olduğuna g.öre ilh...» demiştir ki, onun bu sözünden anlaşıldığına göre bu kavl üç imamımıza aittir. Çünkü Şafii´nin hilâfından başka bir hilâf zikir etmemiştir. Yukarıda Tahavî´den nakl ettiklerimiz de bunu te´yid etmektedir.

Şarihin: «Ben derim ki» diyerek bunu Mücteba´da gördüğünü nakl etmesi Mirac´ın sözünü te´yid eder. «Agah ol!» diye tenbihte bulunması musannıfa yapılan itiraza işârettir. Musannıf merhum üstadı olan Bahır sahibine tabi olarak metinlerde zikir edilen İmam A´zam kavlini terk etmiş tır. Halbuki sahih kabul edilen hatta yukarıda geçtiği vecihle bütün ulemânın tercih ettiği kavl odur. Onun için Hayreddin Remlî: «Ben derim ki: Kâmil bir zat üstadına tabi olarak büyüklere nasıl muhâlefet edebiliyor ve bunu metin yapıyor? Halbuki metinler mezhebi nakl için yazılırlar!» demiştir.

Hâsılı, mutemed olan mezhep, kıyâmı uzun tutmanın daha makbul olmasıdır. Münye şerhinde de bildirildiğine göre bunun mânâsı şudur: Bir kimse muayyen bir zaman parçasını namazla meşgul etmek isterse rekat sayısını az tutarak kıyâmı uzatması aksini yapmaktan efdaldir. Meselâ: Bu parçada iki rekat namaz kılmak dört rekat kılmaktan efdaldir. Kıyas böyle yapılacaktır.

«Acaba okuyan gibi dilsizin de ilh...» ifâdesi Nehir sahibine ait incelemedir. Öyle anlaşılıyor ki dilsizin çok rükû ve secde etmesi efdaldir. Çünkü kıyâmın efdal olması kıraat itibariyle idi. Dilsizde ise kırâat yoktur. Bunu Halebî bazı derkenarlardan nakl etmiştir. Fakat Rahmetî kendisine muhâlefet etmiş; Dilsizin hükmen okur sayıldığını ve kendisine okuyanların sevâbı verildiğini söylemiştir. Nitekim bir ibâdete niyet edip de âciz kalan kimse hakkında verilecek hüküm budur. Halbuki kâide şudur: İllet bazı suretlerde bulunursa geri kalanlarında da eksiksiz bulunur.

METİN

Mescidin Rabbine, iki rekat tahiyye namazı kılmak sünnettir. Ama farz veya başka bir namazı edâ etmek kezâ, mescide farz kılmak niyetiyle girmek veya farz kılmağa niyet etmeksizin imama uymak da onun yerini tutar. Her gün için bir tahiyye namazı kâfidir. Bize göre oturmakla tahiyye namazı sâkıt olmaz. Bahır.

Ben derim ki: Ziyâ´da Kût´tan naklen bildirildiğine göre bir kimse hades veya başka sebeble tahiyye namazını kılamazsa dört tesbih lafzını dört defa söylemesi mendup olur.

İZAH

Tahiyye namazı sünnettir. Şarih Hazâin adlı eserinin derkenarında bu sözün Hulâsa sahibine reddiye olduğunu kayt etmiştir. Çünkü Hulâsa sahibi: «Tahiyye namazı müstehabtır.» demiştir. Kitabımızın metninde tahiyye-i mescid denildiği halde şarihin buna bir de «Rabbi» kelimesini ilâve ederek «mescidin Rabbine tahiyye» şekline sokması. ibâreden muzafın atıldığını gösterir. Çünkü tahiyye-i mescidden maksat A L L A H´a yaklaşmaktır. Mescidi selâmlamak değildir. İnsan kralın evine girerse kralı selamlar; evini selamlamaz. Bunu Hılye´den naklen Bahır sahibi söylemiş sonra şunu ilâve etmiştir: «Bu namazın sünnet olduğuna icma nakl edilmiştir. Yalnız ulemamız bir şeyi umumi surette men eden delili umumi surette mubah delile tercih için onun mekruh vakitlerde kılınmasını mekruh saymışlardır.»

Tahiyye-i mescid iki rekattır. Kuhistanide: «İki veya dört rekattır. Tahiyye-i mescid için bu daha efdaldir. Meğer ki mescide fecirden yahud ikindiden sonra girmiş ola. Bu takdirde tehlil ve peygamberimize salavât getirir, Böylelikle mescidi.n hakkını ödemiş olur. Nitekim farz kılmak için girdiğinde de öyledir. Zira o zaman Tahiyye-i mescidle me´mur değildir. Bu Timurtâşî´de beyân edilmiştir.» denilmektedir.

Farz veya başka bir namazı kılmak tahiyye-i mescidin yerini tutar. Bu hususta Nehir´de şöyle denilmektedir: «Mescide girdiği vakit kıldığı farz veya sünnet her namaz tahiyye-i mescidin yerini tutar. Binâyâ´da Muhit´in muhtasarına atfen: «Farz kılmak veya imama uymak niyetiyle mescide girmek tahiyye-i mescidin yerini tutar. Ancak başka bir maksatla girerse bu namazı kılması emir edilir. Deniliyor.» Nehir´in sözü burada biter. Hâsı!ı mescide girenden istenilen şey orada namaz kılmaktır. Tâ ki bununla Rabbini tahiyye ve tazim etmiş olsun. Öyle anlaşılıyor ki farz namaz kılmak niyetiyle mescide girmesi imam olmak, yalnız kılmak veya imama uymak niyetiyle de olsa girer girmez hemen kılarsa tahiyye-i mescid yerini tutar. Hemen kılmaz da oturursa tahiyye-i mescidi kılması tâzım gelir. Ama bu evlânın hilafıdır. Nitekim gelecektir. Bir kimse Meselâ: Farz namaz kılmak niyetiyle mescide girer de.bir müddet sonra kılarsa oturmadan tahiyye-i mescidi kılması emir olunur. Nitekim namaz için değil de ders veya zikir gibi bir sebeble girse evvela tahiyye-i mescidi kılar. Bu izahatımızda anlaşılır ki, Nehir sahibinin binâye´dan nakl ettikleri öncekilere muhalif değildir. Şu kadar var ki o namaz yerine namaz niyeti ifadesini kullanmıştır. Zirâ ekseriyetlenamaz için mescide giren kimse namaz kılar. Yoksa namaz kılmasa da niyet tahiyyenin yerini tutar demek istememiştir. Ama ibâresinin zâhiri bunu îham etmektedir. Nitekim Halebî söylemiştir. Allah´u âlem.

Farz kılmak niyetiyle girmeyip imama uymak da tahiyye-i mescid yerini tutar. Hılye´de şöyle denilmiştir: «Bir kimse mescidde tahiyyeyi niyet etmeksizin farz kılmakla meşgul olsa bu farz tahiyye-i mescid yerim tutar. Çünkü mescide tâzim hâsıl olmuştur. Nitekim Bedâyi ve diğer kitablarda beyân olunmuştur. Farzla birlikte tahiyyeyi niyet ederse Muhit ve diğer kitabların zahirlerinden anlaşılan şeyhayna göre sahih olmasıdır. İmam Muhammed´e göre namaza girmiş olmaz. Zira ulemanın sözleri şudur: Bir kimse hem öğlenin farzına hem de nâfileye diye niyetlenirse ebû Yusuf´a göre kıldığı namaz farz yerine geçer. Bu kavli imam Hasan ebû Hanîfe´den de rivâyet etmiştir. İmam Muhammed´e göre namaza girmiş olmaz. Çünkü bir namazda farzla nâfile iki ayrı cins olup bir tahrimede birini diğerine tercih câiz değildir. İkisine birden niyet ederse iki niyet bir bîrine zıd gelerek hükümsüz kalırlar.

Ebû Yusuf´un delili şudur: «Farz daha kuvvetlidir. Binaenaleyh ondan aşağısına niyet ortadan kalkar. Ve farz olan hacla tetavvua niyet eden gibi olur.»

Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bu ibârenin bir misli de Bahır´dadır.

Ben derim ki: Benim anladığıma göre bu hilaf bizim meselemizde yürümez. Zirâ farz tahiyyenin yerini tutunca tahiyyeden maksat hasıl olur ve artık tahiyye matlup değildir. Çünkü maksad hangi namazla olursa olsun mescidi ta´zimdir. Ayrıca tahiyye emir olunmaz. Meğer ki evvelce görüldüğü vec...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Mayıs 2010, 11:18:49
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #48 : 01 Mayıs 2010, 11:18:49 »

T E N B İ H : Şârih neziri nafile namazlarla kayıtlamıştır. Bunun manası sünnetlerde nezir etmenin efdal olmasıdır. Bunun vechi herhalde şudur: Sünnetler Peygamber (s.a.v.) in farzlardan önce ve sonra kıldığı namazlardır. Bizden istenilen, onun yaptığı şekilde kendisine tabi olmamızdır. Rasûlüllah (s.a.v.)´in bu sünnetleri evvela nezir eder dediği bize nakl edilmemiştir. Onun için bazıları: «Sünnetleri kılmış olmaz.» demişlerdir. Binaenaleyh efdal olan, nezir etmemektir. Allah´u âlem.

METİN

Bir kimse sünnetleri terk ederse, bunları hak gördüğü takdirde günahkar olur. Aksi takdirde kâfir olur. Teravihten maada nâfilelerde efdal olan evde kılmaktır. Meğer ki tamamen bırakacağından korkusu ola! Esah kavle göre daha ziyade huşû ve hulusla kılınan namaz daha fâziletlidir. Abdestten sonra iki rekat namaz kılması mendubtur. Maksat aza kurumadan kılmaktır. Nitekim Şurunbulâliye´de Mevâhib´ten naklen izah edilmiştir.

İZAH

«Teravihten maada nafileleri evde kılmak efdaldir.» Sözü farzdan önce ve sonra kılınan bütün nâfilelere şâmildir. Çünkü sahihaynda rivâyet olunan bir hadiste: «Size evlerinizde namaz kılmayı tavsiye ederim. Zira kişinin en hayırlı namazı evinde kıldığıdır. Yalnız farz namaz müstesnâ!» buyurulmuştur.

Ebû Davud´un rivâyet ettiği bir hadiste dahi: «Kişinin evinde kıldığı namaz benim şu mescidimde kıldığımdan daha fazîletlidir. Yalnız farz namaz müstesnâ!» buyurulmaktadır. Tamamı Münye şerhindedir. Bu daha fazîletli olunca evine gittiği takdirde kendisini meşgul etmek korkusu lazım gelmeyecek şeylere riâyet gerekir. Yahud evinde zihnini meşgul edecek ve huşûu bozacak bir şey varsa o zaman mescidde kılar. Çünkü huşû tarafına itibar daha çoktur.

Teravih namazı ise mescidde kılınır. Zira cemâatla eda edilir. Cemaatın yeri mesciddir. Münye şerhinde tahiyye-i mescid namazı da istisnâ edilmiştir. Bu açıktır.

Ben derim ki: İkişer rekat ihram ve tavaf namazları da müstesnadır. Çünkü birincisi mîkâtta mescidde kılınır. Nitekim lübabta beyân edilmiştir. İkincisi de makam-ı İbrahim´de kılınır. Yoldan gelince kılınan iki rekat da müstesnadır. Yola çıkarken kılınan bunun hilâfınadır. Çünkü evde kılınır. Nitekim gelecektir. İtikâfa girenin kıldığı nafile ve kezâ geciktirdiği takdirde kaçıracağından korktuğu nâfile dahi müstesnadır.

Güneş tutulduğu zaman kılınan namaz da müstesnadır. Zira cemaatla kılınır.

«Abdestten sonra iki rekat namaz kılmak mendubtur.» Çünkü Müslim´in rivâyet ettiği bir hadiste: «Güzelce abdest alıp iki rekat namaz kılan ve kalbi ile yüzü ile o namaza yönelen hiç bir kimse yoktur ki kendisine cennet vacip olmasın.» buyurulmuştur. Hazâin. Gusül de abdest gibidir. Bunu Tahavî Şurunbulâliye´den nakl etmiştir. Bu iki rekatta kâfirun ve ihlas sureleri okunur. Nitekim Ziyâda beyan edilmiştir. Acaba Tahiyye-î mescid gibi başka bir namaz bu iki rekatın yerini tutarmı, tutmaz mı? düşün.

Sonra lübab´ül Menâsik şerhinde gördüm ki iki rekat ihram namazı istihare namazı ve benzerleri gibi müstakil bir sünnettir. Farz namaz bunların yerini tutmaz.

Tahiyye-i mescid ve abdestten sonraki şükür namazı böyle değildir. Zira bunlar için ayrıca namaz yoktur. Nitekim Hüccet nâm kitabın sahibi bunu tahkik etmiştir.

METİN

Sahih kavle göre güneş doğduktan zevâle erinceye kadar dört rekat veya daha fazla kuşluk namazı kılmak mendubtur. Kuşluk namazının muhtar olan vakti gündüzün dörtte birinden sonradır. Münye´de bu namazın, en az iki, en çok oniki, orta sekiz rekat kılınacağı bildirilmiştir ki, efdali ortası (yanı sekiz rekât)dır. Nitekim zehâr-i eşrefiye´de beyân edilmiştir. Çünkü bu Peygamber (s.a.v.)´in fiili ve kavli ile sâbit olmuştur. En çok miktarı yalnız kavli ile sabittir. Bu izah en çok miktarı bir selamla kılındığına göredir. Ayrı ayrı kılındığı takdirde ne kadar ziyâde ederse o kadar daha fazîletli olur. Nitekim bunu ibn Hacer Buharî şerhinde anlatmıştır.

Zehâir-i eşrefiye ibn şıhne´nın fıkhî bilmeceler hakkında bir eseridir.

İZAH

Kuşluk namazının mendup olduğu tercih edilmiştir. Nitekim Gazneviye, Hâvî, Şır´a, Miftah ve Tebyin sahipleri ve diğer ulema kesinlikle buna kaildirler. Bazıları bu namazın müstehap olmadığını söylemişlerdir. Çünkü Buhari´de İbn Ömer (r.a.)´nın bunu inkar ettiği bildirilmektedir. Münye şerhinde bu namazın müstehap olduğunu gösteren deliller sayılmıştır. Bu namazda şer´a´da beyan edildiği vecihle Veş-Şems ile Ved-duhâ sureleri okunur. Zahirine bakılırsa iki rekattan fazla da kılsa aynı sureleri okur.

Münye şerhinde «güneş doğduktan sonra» yerine güneş «yükseldikten sonra» denilmiştir.

«Kuşluk namazının muhtar olan vakti»nden murad: Kılmak için tercih edilen vakittir. Bu sözü Münye şarihi, Hâvîye nisbet etmiş ve şöyle demiştir: Çünkü Zeyd bin Erkam hadisinde: Rasûlüllah (s.a.v.); Evvâbin namazı Deve yavruları yere çöktüğü vakit kılınır. buyurdu. denilmiştir. Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Deve yavrularının çökmesi ayakları sıcağın şiddetine dayanamadığı içindir.

Kuşluk namazının en az iki rekat kılınacağını Şeyh İsmail (Hâik) de Gazneviye, Hâvi, Şır´a ve Semerkandiye´den nakl etmiştir. Musannıfın söylediğini tebyin, Miftah ve Dürer sahipleri de benimsemişlerdir. En az iki rekattır diyenlerin delili: Peygamber (s.a.v.)´in hazreti ebû Hüreyre´ye iki rekat namaz kılmasını tavsiye buyurmasıdır. Nitekim Sahibi Buhâri´de rivâyet edilmiştir.

Dörttür diyenlerin delili: «Peygamber (s.a,v.) kuşluk namazını dört rekat kılar; Allah´ın dilediği kadar da ziyâde ederdi.» hadisidir. Bunu Müslim ve diğer hadis imamları rivâyet etmişlerdir. İki hadisin araları bazı muhakkakların işaret ettikleri vecihle «iki rekat en az mertebesi dört rekat da kemâl derecesinin en aşağısıdır.» demek suretiyle bulunur.

Kuşluk namazının en çoğu on iki rekattır. Çünkü Tirmizî ile Nesâînin îçinde zaif bulunan bir senedle rivâyet ettikleri bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v.): «Her kim kuşluk namazını oniki rekat kılarsa Allahona cennette altından bir köşk binâ eder.» buyurmuştur. Takarrur etmiş bir kaidedir ki, zaif hadisle fazîletler hususunda amel câizdir. Münye Şerhi. Bazıları bu namazın en çok sekiz rekat kılınacağını söylemişlerdir.

Hılye sahibi bu kavli İmam Ahmed´e Şafiîlerden bazıları ise ekser ulemaya nisbet etmişlerdir. İbn Hacer Buharî şerhinde şöyle demiştir: «Efdal ile ekser arasında fark tasavvur edilemez. Ancak kuşluk namazını bir selamla oniki rekat kılan hakkında tasavvur edilebilir. Çünkü bu namaz, kuşluk namazı sekiz rekattır diyenlere göre mutlak surette nâfile olur. Ama ikişer rekat olarak ayrı kılarsa kuşluk namazını kılmış olur. Sekizden fazla kıldığı mutlak surette nâfile olur. Böylece oniki rekat onun hakkında sekizden efdal olur. Zira hem efdali hem ziyadesini kılmıştır.»

Ben derim ki: Bunun hâsılı şudur: Kendisince ziyadesi sabit olmadığı için, kuşluk namazının en fazlası sekiz rekattır diyen kimse bu namazı bir selamla on iki rekat olarak kılsa kuşluk namazının sünnet miktarı yerine geçmez. Çünkü meşruun hilâfına niyet etmiştir. Ona göre efdal olan, sekiz rekat kılmaktır. Fakat kuşluk namazının en fazlası oniki rekattır diyenlerin kavline göre - amellerin fazîleti hakkında zaif hadisle amel câiz olduğundan - oniki rekat kılmak efdal olur. Nitekim ikişer veya dörder rekatta selam vererek ayırsa bütün ulemâya göre efdal olur.

Hulâsa : Sekiz rekatın efdal olması - fazlası sâbit olmadığı için - kuşluk namazının en fazlası sekiz rekattır. Sözüne binaendir. O zaman şârihin sözündeki sakatlık sana gizli kalmaz. Zira o bu namazı en fazla oniki rekat kabul etmiş orta olan sekiz rekatın efdal olduğunu söylemiştir. Şu da var ki, biz bu namazın en fazla sekiz rekat olduğunu kabul etsek - mutlak surette nafile olsun diye bir selâmla oniki rekat kıldığı vakit - sekiz rekat onikiden daha faziletlidir diye kayıtlamak mezhebimizin kaidelerine uymaz. Belki bizim kâidelerimize göre neye niyet etti ise o olur. Meselâ: Öğle namazını altı rekat kılar da dört rekatta oturursa, kalan iki rekat önceki rekatların farziyet sıfatını değiştirmez. Çünkü bize göre gerek farz gerekse nafile tahrimesinin üzerine binâ sahihtir. Sayıyı niyet etmenin faydası zararı yoktur. Binaenaleyh kuşluk namazını sekiz rekattan fazla kılarsa, fazlası mutlak surette nafile olur. Selamla ayırdığını ayırmadığını fark etmeksizin hepsi mutlak nâfile olmaz. Evet, selamla ayırmadan kılarsa dört rekattan fazlası gündüz nafilelerinde mekruhtur. Velev ki kuşluk namazının en çok miktarını geçmesin. Bu takdirde sekiz rekatın efdal olması zâhir değildir.

Şafiîlerden biri buna cevap vermiş ve: «Sekiz rekatın efdal olması tabi olmak sebebiyledir.» demiştir. Yani sekiz rekatın efdal olduğu sahih hadislerle sâbittir. Binaenaleyh bu aded hususunda şârih hazretlerine tabi olmak tercih edilir. Ziyade böyle değildir, Onun hadisi zaiftir. demek istemiştir. Lâkin ona da şöyle itiraz edilebilir: En fazla miktarı kılarsa onun içinde şârih hazretlerine tabi olunan sekiz rekat ta vardır. Meğer ki yine sekiz rekat en fazla miktarıdır sözü üzerine binâ edile; ve bu namazı bir selamla sekizden fazla kılarsa niyet ettiği değil, mutlak nâfile olur denile. yahud: Sekiz rekatın her çifti mecmuuna bakmayarak fazlasının her çiftinden efdaldir denile! Burada benim anladığım budur. Allah´u âlem.

METİN

Menduplardan bazıları da yola çıkılacağı zaman kılınan iki rekat ve yoldan dönüldüğü zaman kılınan iki rekat namazla gece namazıdır. Cevhere´de beyân edildiğine göre bu namazın en azı sekiz rekattır. Mezkûr namazı üç kısma bölerse ortadaki en fazîletlisidir. Yarıya bölerse sona kalan kısım efdaldir.

İZAH

Mukattam bin Miktam´dan rivâyet edilmiştir ki, Rasûlüllah (s.a.v.): «Hiç bir kimse âilesine sefere çıkacağı zaman onların yanında kıldığı iki rekat namazdan daha fazîletli bir şey bırakmaz.» buyurmuştur. Bu ha...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Mayıs 2010, 11:19:31
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #49 : 01 Mayıs 2010, 11:19:31 »

H A T İ M E : Yolculuk eden bir kimsenin her konakta oturmazdan evvel iki rekat namaz kılması münâsıb olur. Nitekim Peygamber (s.a.v.) böyle yapardı. Bunu imam Serahsî Siyer-i kebîr şerhinde beyan etmiş; Kezâ şunu da belirtmiştir: Bir müslüman ölüme mahkum olursa iki rekat namaz kılması, ondan sonra Allah´a tevbe istiğfar etmesi müstehaptır. Tâ ki dünyada son ameli namaz veistiğfar olsun.

Şeyh İsmail´in Şır´a şer^inden naklen bildirdiğine göre tevbe namazı. anne baba namazı, yağmur yağdığı zaman iki rekat namaz, nifakı def için gizli bir yerde iki rekat namaz, evine girip çıkarken giriş çıkış fitnesinden korunmak için namaz kılmak ta mendublar cümlesindendir. AIIah´u Âlem.

METİN

Farzın iki rekatında mutlak olarak kıraat amelen farzdır. Kırâatın ilk iki rekata tayini ise meşhur kavle göre vâciptir. Yalnız kılan için nafilenin her rekatında kıraat da farzdır. Çünkü nafilenin her çift rekatı bir namazdır. Lâkin dört rekatlı sünnet müekkedelere şâmil değildir. İhtiyatan vitirin her rekatında kırâat da farzdır.

İZAH

Farzın iki rekatında kırâat amelen farzdır. İtikaden farz değildir. Binaenaleyh inkar eden kafir olmaz. Çünkü bu hususta ihtilaf edilmiştir. Ebu Bekir-ı Esâmm, Sufyan bin Uyeyne ve başkalarına göre sünnettir. Hasan Basrî, imam Züfer ve Malikîlerden Mugîre´ye göre bir rekatta kırâat farzdır. İmam Malik´ten diğer bir rivâyete göre üç rekatta farzdır. İmam Şafiî ile imam Ahmed´e ve Malik´in sahih kavline göre dört rekatta farzdır. Meselenin tamamı Hılye´dedir.

Kıraat «mutlak olarak» farzdır yani ilk rekatlarda veya son rekatlarda yahud her çiftin birer rekatında diye kayıtlanmamıştır. T.

Ben derim ki: Bazen dört rekatlı farzın bütün rekatlarında kırâat farz olur. Nitekim İstihlâf babında geçmişti ki imam kendi yerine iki rekatta mesbûk birini geçirir de ona ilk iki rekatta okumadığını işâret ederse bu halîfe imamın dört rekatta okuması farzdır.

Şârih «meşhur kavle göre» demekle «kırâat ilk iki rekatta farzdır.» diyenlerle «ilk iki rekatta kırâat efdaldir.» diyenlerin sözlerini red etmiştir. Lâkin namazın vacipleri bahsinde gördük ki ilk iki rekatta kırâat farzdır diyen yoktur. Bu mânâyı yalnız bahır sahibi bazı ibârelerden anlamıştır. Tahkikini orada yapmıştık!

Nâfile kılan kimse velev hükmen olsun yalnız kılarsa her rekatta kıraat kendisine farzdır. Meselâ: İmam reyinde yalnız ve başkasına tabi olmadığı için yalnız kılan hükmündedir. Bu kayıtla imama uyan hâriç kalır. Ona nâfilede kırâat farz değildir. Velev ki farz kılana uymuş olsun. Nitekim bunu imamlık bâbında beyân etmiştik.

«Lâkin bu, yani nafilenin her rekatında kırâat lazım gelmesi için yapılan ta´lil noksandır. Dört rekatlı sünnet müekkedelere şâmil değildir.» Zira musannıf evvelce beyân etmişti ki, dört rekatlı sünnet müekkedelerin ilk oturuşunu da salavât okunmaz. Üçüncü rekata kalkınca Subhaneke de okunmaz. Nafilenin her çift rekatı bir namaz olsa idi. salavât ve subhaneke de okunurdu. Bu itirazı yapan Bahır sâhibidir. Buna şarihin orada işaret ettiği şu sözü ile, cevap verilebilir. «Bu sünnetler kuvvetli oldukları için farza benzemişlerdir.» Yani kıyasa göre Bahır sâhibinin dediği doğrudur. Lakın farza benzeyince onlar hakkında iki tarafa riayet olunmuş ve fukaha onların her rekatında kıraatın vacip olduğunu söylemiş; ilk oturuşu unutan kalktığı rekatı secde ile kayıtlamadıkça kıyâm tamamolduktan sonra kaadeye dönebilir. demişlerdir. Dört rekatlı sünnet müekkedeyi bozan kimse zâhir rivâyete göre yalnız iki rekat kaza eder. Nitekim gelecektir. Buna aslına nazaran hüküm etmiş; vitirde yaptıkları gibi benzerliğine bakarak da salavât ve subhâneke okumasını men etmişlerdir. Halbuki evvelce geçtiği vecihle nâfilenin her çift rekatının bir namaz sayılması mutlak değil, bazı cihetlerdendir. Öyle olması dört rekatlı bir sünnetin ilk oturuşu terk edilmekle namazın sahih olmaması icap ederdi. Halbuki istihsânen farza kıyas edilerek bu sahihtir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Evet, bir kimse altı veya sekiz rekat nafile namazı bir oturuşla kılsa esah kavle göre câiz olmaz. Nitekim Hulasa´da da böyle denilmiştir. Çünkü farzlar içersinde bir oturuşla edası sahih olan altı rekatlı namaz yoktur. Binaenaleyh iş kıyasa kalır. Nitekim Bedayi´de de böyle denilmiştir. Bu hususta imam Muhammed´in hilafının sahih kabul edildiği de ileride gelecektir.

METİN

Bir kimse kasten ihram tekbiri ile veya üçüncü rekata kalkmakla sahih olarak başladığı nâfile lazım olur. Ancak farz kılanın arkasında nâfileye niyet eder de sonra onu bozarak farzı kılmadığını hatırlar ve o farza niyet ederse yahud başka bir nâfile namaza veya zanla kılanın, ümminin, kadının veya abdestsizin namazına niyetlenirse yani niyetlenir de derhal bozarsa kazası lazım gelmez. Ama devamı tercih eder de sonra bozarsa kazası lazım gelir.

İZAH

Bir kimsenin kasten sahih olarak başladığı nâfile namazı lazım olur. Yani o namaza devam etmesi lazımdır. Hatta bozarsa kazası icap eder. Ve o namazı iki rekat olarak kaza eder. Velev ki daha fazlasına niyetlenmiş olsun. Nitekim gelecektir. Sonra bu hüküm namaza mahsus da değildir. Münye şerhinde şöyle denilmiştir: «Bilmiş ol ki adamakla lazım gelen ve sıhhat hususunda başı sonuna bağlı olan nâfile bir ibâdete başlamak İmam Malik´le bize göre o ibâdeti tamamlamanın ve kazasının vücûbuna sebeptir. Ebu Bekir Sıddîk, İbn Abbas ve bir çok eshabı kiramın kavli bu olduğu gibi tabiînden Hasan Basrî, Mekhul, İbrahim Nehaî ve diğerlerinin kavilleri de budur.

"Adamakla lazım gelen" kaydıyle abdest, tilavet secdesi. hasta dolaşmak ve gaza yolculuğu gibi adamakta lazım gelmeyen şeyler hariç kalır. Çünkü bunlar bizzat maksut değillerdir. «Başı sonuna bağlı» kaydıyla da sadaka kıraat ve İmam Muhammed´in kavline göre itikâf gibi evveli sonuna bağlı olmayan şeyler hâriç kalır. Namaz, oruç, haç, umre, tavaf ve şeyhaynin kavline göre itikaf dâhil olur.

TENBİH : Ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre mücerred sahih olarak bir ibadete başlamakla kaza lazım gelir. Velevki derhal bozmuş olsun. Miraç´ta Suğra´dan naklen şöyle deniliyor: "Bir kimse nâfile orucu derhal bozarsa kazası lazım gelmez. Ama devâma niyet eder de sonra bozarsa kazası lazımdır."

Ben derim ki: Namaz da öyledir. Bir kadın nafile namaza başlar da sonra hayzını görürse kaza etmesi vacip olur. Bu sözün benzeri şeyh İsmail´in şerhinde de mevcuttur. Bu sözü Ebu´s Suud maznun olan nâfileye haml etmiştir. Kuhıstânî´nin sözü de buna delalet eder. Münehin sözü de öyledir. Nitekim gelecektir.

"Üçüncü rekata kalkmakla" ifadesinden murad: İlk çifti sahih olarak edâ etmişse demektir. İkinci çifti bozduğu vakit yalnız onun kazası lazım gelir. Birinciye sirâyet etmez. Çünkü her çift başlı başına bir namazdır. Bahır.

"Sahih olarak başladığı" kaydıyle şarih ümmi ve kadın gibi birine nâfile niyetle uymaktan ihtiraz etmiştir. Nitekim gelecektir. "Kasten" tabiri dahi üzerinde farz borcu var zan edip de aksi zuhur edenden ihtiraz içindir. Bu da gelecektir.

"Ancak farz kılanın arkasında nafileye niyet eder de sonra bozarsa onu kaza etmez.» Bedayi´de de beyan edildiği gibi bunu vechi şudur: O adam imamla yanlız bu namazı edâyi ilzam etmiştir. Gerçekten edâ da etmiştir. Zanla namaz kılmanın süretini Tatarhâniye sahibi uyundan, o da ibn Semaa tarikiyle imam Muhammed´den şöyle rivayet etmiştir : Bir adam öğleyi kılmadım zanniyle öğleye niyetlenirde başka biri nafile niyetiyle ona uyar: öğleyi kıldığını hatırlamayarak namazı bozarsa ikisine de bir şey lazım gelmez. Lâkin Bahır´ın imamlık bâbında beyân edildiğine göre bu surette cemaat olanın nafilesi ifsatla garantilidir. Kazâsı lazım gelir. İmamın namazı öyle değildir. Buna şöyle cevap verilebilir: Bahır sahibinin ifsattan muradı cemâat olanın namazını bozmasıdır. Bu takdirde onun namazı kaza etmesi lazım olur. İmamının bozmasiyle kaza etmez. Böyle olunca ifâde yukarıdaki beyâna aykırı düşmez. Ancak Sirac´ın sözünden anlaşılan imamın bozmasıdır. Çünkü şöyle demiştir: "Zanla kılan kimse namazdan çıkarsa üç imasmıza göre çıkmakla o namazın kazası vacip olmaz. Ona uyana ise kaza vaciptir." Sirâc´ın sözü de bizim söylediğimiz şekilde te´vil olunur. Aksi takdirde şarihin tercih etmediği ikinci bir rivâyet olur.

Ümminin namazına uyan kimse hakkında ebu-s-Suud «kaza vacip olması gerekir.» demiştir. Zira evvelce görüldüğü vecihle bu namaza başlamak sahihtir. Kıraatın yeri elince namaz bozulur.

«Yani niyetlenir de hatırladığında derhal bozarsa ...» sözü zan ile kılana mahsustur. Mineh´de şöyle deniliyor:. «Musannif kasten demekle zan ile namaza başlamaktan ihtiraz etmiştir. Meselâ: Bir farzı kılmadığını zannederek ona niyetlenir de sonra kıldığını hatırlarsa niyetlendiği namaz nafile olur. Tamamlaması vacip değildir. Hatta onu bozmuş olsa da yine vacip değildir.

Suğrada: «Bu hüküm nafile orucu derhal bozduğuna göredir. Oruca devamı tercih eder de sonra bozarsa kazası lazım gelir. Namaz da böyledir. Müçteba´da böyle denilmiştir.» ifâdesi vardır.

Ben derim ki: Bazı derkenar yazarları da bu sözü Timurtaşî´nin cami şerhine nisbet etmişlerdir. Lakin Tecnis sâhibi oruç meselesini şöyle illetlendirmiştir: «O kimse oruca devam edince sanki o anda devama niyet etmiş gibi olur. Zeval´den önce ise nâfile oruca başlamış sayılır. Ve üzerine vacip olur.»

Hulâsası: Hatırladığında oruca devamı tercih edince niyetin zamanı da geçmediğine göre yeniden niyetlenmiş gibi olur. Ve oruç kendisine lazım gelir. Namazda bu mümkün değildir. Binaenaleyh onu oruca katmak müşkildir.

METİN

Zâhir rivâyete göre nafileye velev ki güneş batarken, doğarken veya istiva halinde iken niyet etmişolsun. Bu namazı bozması haramdır. Çünkü Teâlâ hazretleri: «Amellerinizi bozmayın!» buyurmuştur. Ancak bir özürden dolayı bozulabilir. Kazası da vaciptir. Velev ki bozulması kendi fiili ile olmas...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 7 8 9 [10] 11 12 13 ... 17   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes