> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Mürted
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mürted  (Okunma Sayısı 4009 defa)
18 Şubat 2010, 09:46:03
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 18 Şubat 2010, 09:46:03 »



Reddü´l Muhtar / Mürted


MÜRTED BABI



METİN

Mürted lügatta: Mutlak surette herhangi bir şeyden dönen kimsedir. Şeriat ıstılahında: İslâm dininden dönen kimsedir. Rüknü, İmândan sonra küfür kelimesinin lisan ile söylenilmesidir. İmân, Hz. Muhammed (S.A.V.)´ in kesin olarak dininden olup Allah-ü Teâlâ tarafından getirmiş olduğu bilinen şeylerin hepsinde Resûlullah´ı tasdik etmektir. İmân yalnız tasdik midir? Yoksa ikrarla beraber tasdik midir? Bunda iki kavil vardır. Hanefilerin ekserisine göre; tasdikle beraber ikrardır. Muhakkıklara göre; yalnız tasdiktir. İkrar ise dünya ahkâmının icrâsı için şarttır. İkrarı imanın rüknü kabul etmeyenler şunun üzerine ittifak etmişlerdir. Kalbiyle tasdik eden kimseden her ne zaman diliyle ikrar etmesi istenir. İkrar etmesinin lâzım olduğuna inanmalıdır. Diliyle ikrar istendiğinde ikrar etmezse, bu inad küfrüdür ki kalbindeki tasdiki kendisine fayda vermez.

Fetih´de zikredilmiştir ki: bir kimse inanmasa bile şaka ve latife yoluyla küfür kelimesini söylese. Allah´a sığınırız - mürted olur. Çünkü dini hafife alıp küçümsemiştir. Buna göre şaka yoluyla küfür kelimesini söylemek inad küfrü gibidir.

Küfür lügatte, örtmek mânâsınadır. Şeriatta ise; Hz. Muhammed´in kesin olarak dininden olup, Cenab-ı Hak tarafından getirmiş olduğu bilinen şeylerde Resûlullah´ı yalanlamaktır. Küfür kelimeleri fetva kitaplarında zikredilmiştir.

Elfazı küfür (küfür kelimelerin)e ait müstakil eserler de vardır. Kitablarda zikredilen küfür kelimelerinden hiç biriyle bir kimsenin küfrüne fetva verilmez. Ancak âlimlerin küfrüne ittifak ettikleri surette onun küfrüyle hükmolunur. Nitekim ilerde gelecektir.

Bahır sahibi "Ben küfür kelimelerinden hiç biriyle küfrün vaki olduğuna fetva vermemeyi kendi nefsime vâcib kıIdım." demiştir.

İZAH

"Mürted bâbı İlh..." Musannıf asıl küfrün hükümlerini bitirince iman ettikten sonra arız olan küfrün hükümlerini beyan etmeye başlamıştır.

"Rüknü İlh..." "Bir kimsenin lisânıyla küfür kelimesini söylemesiyle kâfir olması" hâkimin onun kâfir olduğuna hüküm vermesi içindir. Yoksa lisânıyla küfür kelimesini söylemeden batıla itikad etse veya bir zaman sonra kâfir olmaya niyet etse. derhal kâfir olur. T.

"İmândan sonra ilh..." "imândan sonra" ifadesiyle kâfir hariç kalmıştır. Kâfir, küfür kelimesini söylediğinde kendisine mürted hükmü verilmez. Şu kadar var ki. yukarıda geçtiği üzere bir kâfir kadın olsa bile Peygamber Efendimize dil uzatma cüretinde bulunursa, öldürülür.

"Tasdik etmektir ilh..." Tasdik: Hz. Muhammed´in kesin olarak dininden olup Allah-ü Teâlâ tarafından getirmiş olduğu düşünmeye ve delile muhtaç olmaksızın AIIah´ın birliği, Resûl-i Ekrem´in Peygamberliği, öldükten sonra dirilme, kıyâmet günü, namaz ve zekâtın farz, şarab ve zinânın haram olması gibi, bütün insanların malûmu olan şeylerin hepsini kalbin kabul ve iz´ânıdır. Müsâyere şerhi.

"İmân yalnız tasdik midir ilh..." Eşârilerin cumhurunun muhtar olan kavline göre imân yalnız tasdikten ibarettir. Matûrîdi´nin kavli de böyledir. Müsâyere şerhi.

"Yoksa ikrarla beraber tasdik midir ilh..." İmam-ı Azam talebeleri ve Eşârilerin muhakkıklarına göre; imân, ikrarla beraber tasdikten ibarettir. Haricilere göre; imân, tâatla beraber tasdikten ibarettir. Bundan dolayı günâh işleyeni -imânın cüzü- bulunmadığı için kâfir saymışlardır.

Kerrâmîlere göre; imân, yalnız lisân ile tasdikten ibarettir. Eğer lisânın tasdîki, kalbin tasdikine uygun olursa o kimse Cehennem azabından kurtulmuş mü´mindir. Aksi takdirde Cehennemde ebedî kalacak mümindir.

Ben derim ki: Müsâyere´de: "İmânın hakikatinde gerek söz cihetinden gerekse fiil cihetinden dinin hafife alınıp küçümsenmesine delâlet eden bir şeyin bulunmaması lâzımdır." diye zikredilmiştir.

"İkrar ise dünya ahkâmının icrası için şarttır ilh..." Yani "İmân yalnız tasdikten ibarettir" diyenlere göre; ikrar, kalbiyle tasdik eden kimsenin müslümanla evlenmesi, peşinde namaz kılınması, öldüğü zaman cenaze namazının kılınması, müslüman kabrine defnedilmesi, öşür ve zekatının kabul edilmesi gibi dünya ahkâmının üzerine icrâ edilmesi için şarttır. Bundan dolayı ikrarı müslümanların yanında açıktan söylemesi lâzımdır. "İmân, ikrarla beraber tasdikten ibarettir" diyenlere göre, İkrar imânın hakikatinden cüzdür. Artık ikrar etmeyen kimse, ne Allah yanında ne de dünya ahkâmında mümindir. Şu kadar var ki; ikrar edecek kadar bir zamana yetişmesi şarttır. Böyle bir zamanda yetişmezse, ittifakla kalben tasdiki kafidir. İhtilaf, kelime-i şehâdeti söylemeye muktedir olan kimse hakkındadır. Dilsiz gibi kelimei Böyle bir zamana yetişmezse, ittifakla kalben tasdiki kâfidir. İhtilâf, kelime-i şehâdeti söylemekten âciz olan kimse, ittifakla mümindir. Kelime-i şehâdeti ikrar etmesi istendiğinde özürsüz olarak ikrar etmemek üzere ısrar eden kimse, ittifakla kâfirdir. Çünkü ikrar etmemesi, tasdik etmediğinin alâmetidir. Bundan dolayı ulema, Ebû Talib´in küfrü üzerine ittifak etmişlerdir.

Fakat kelam ulemasının tavsiyelerine göre bize düşen ileri geri dil uzatmamak, kendimizi tutmaktır. (A.D.)

"Şaka ve lâtife yoluyla küfür kelimesini söylese ilh..." Yani söylediği kelimenin mânâsını kasdetmeksizin şaka yoluyla olsa bile kendi isteğiyle küfür kelimesini söyleyen kimse dinden çıkar. Bu, "İmân, yalnız tasdikten veya ikrar ile beraber tasdikten ibarettir." İfadesine münâfi değildir. Çünkü tasdik her ne kadar hakikatte mevcud olsa bile hükmen yok kabul edilmiştir. Zira Şâir (Allah-ü Teâlâ veya Resûli Ekrem) şaka yoluyla söylenen küfür kelimesi gibi bazı günâhları, tasdikin olmadığına alâmet kılmıştır. Nitekim bir kimse kalbi ile tasdik etse bile puta secdede bulunuyorsa veya Mushaf-ı Şerif´i pisliğe atarsa, kafir olur. Çünkü bunlar, dini yalanlama hükmündedir. Akaid Şerhi.

"İnad küfrü gibidir ilh..." Yani kalbiyle tasdik edip muhalefet ve inad için kelime-i şehâdeti ikrar etmekten çekinen kimsenin küfrü gibidir. Çünkü bu, her ne kadar ikrar imânın rüknü değilse de tasdik etmediğinin alametidir.

"Resûlullahı yalanlamaktır ilh..." Resûlullahı yalanlamak ile "Cenâb-ı Hak tarafından getirmiş olduğu kesin olarak bilinen şeylerde Resûlullahı tasdik etmemek" murad edilmiştir.

= İcmâyı inkâr beyanında =

Nuru´l-Ayn de zikredilmiştir ki; âyeti kerime veya mütevatir haberin delaleti kesin olmazsa yahut haber mütevatir olmazsa yahut haber kesin olup fakat kendisinde şüphe bulunursa yahut icmâsı bütün müctehidlerin icmâsı olmazsa yahut bütün müctehidlerin icmâsı olup fakat sahabenin icmâsı olmazsa yahut sahabenin icmâsı olup fakat bütün sahabenin icmâsı olmazsa yahut bütün sahabenin icmâsı olup fakat tevatür yoluyla sâbit olmadığı için kesin olmazsa yahut kesin olup fakat sukûti icmâsı olursa, bu suretlerin her birinde inkâr eden kâfir olmaz. Bunu usûl-ı fıkıh kitablarını okuyan kimseler bilir. Bu kaideyi ezberle. Fıkıh meselelerini çıkarmada sana fayda verir. Hatta fıkıh kitablarında "Şunu söyleyen veya işleyen kâfir olur. Şunu söyleyen veya işleyen kafir olmaz" diye zikredilenlerden hangisinin sahih olup olmadığını bilirsin.

TENBİH : Bahır´da zikredilmiştir ki; bu hususta asıl ve kaide şudur: Bir kimse haramı, helâl itikad ederse bakılır: Eğer haram li-gayrihi (başkasından dolayı haram) olursa, meselâ başkasının malı gibi, kafir olmaz. Eğer haram li-aynihi (kendinden dolayı haram) olursa yine bakılır: Eğer haram li-aynihinin delili kesin olursa kâfir olur, delili kesin olmazsa kâfir olmaz. Bazı fukahâya göre bu tafsilât âlim hakkındadır. Cahil, haram li-aynihi ile haram li-gayrihi orasını fark edemez. Cahilin helâl itikad ettiği haram kesin delille sabit olan haramlardan olursa, kafir olur. Aksi takdirde kafir olmaz. Meselâ cahil "şarab haram değildir" dese, kâfir olur. Bu bahsin tamamı Bahır.´dadır.

"Elfâz-ı küfüre aid müstakil eserler vardır ilh..." Elfâz-ı küfre aid telif edilenlerin en güzeli Nuru´I-Ayn´ın sonundaki müstakil eserdir. Yine İbn-i Hacer-i Mekkî´nin "Kitabü´l-A´lam fi-Kavatii´l-İslâm" isimli eseri de bu hususta yazılmış en güzel eserlerdendir. Bunda Hanefî ve Şâfiîlere göre; küfür olan kelimeler zikredilmiştir.

"Bahır ilh..." Câmiü´l-Fûsuleyn´de zikredilmiştir ki; bir kimse imanın şartlarını inkâr etmedikçe dinden çıkmaz.

= Bir müslümanın dinden çıkıp çıkmadığında şübhe edilirse mürted olduğuna hükmedilmez =

Bir müslümanın söylemiş olduğu küfür kelimesiyle dinden çıktığı kesin olarak bilinirse mürted olduğuna hükmolunur. Dinden çıktığı kesin olarak bilinmezse, mürted olduğuna hükmolunmaz. Çünkü sâbit olan müslümanlık şübhe ile zâil olmaz. Küfür büyük bir şeydir. Bir mümin kâfir olmadığına dâir rivâyet bulunduğu takdirde küfre nisbet edilemez.

Hülâsa´da zikredilmiştir ki, bu mesele hakkında küfrü gerektiren bir çok vecihler bulunup, bir vecih de küfrü gerektirmediğine dâir bulunsa, müslüman hakkında hüsn-ü zanda bulunmak için müftü küfrü gerektirmeyen veche meyleder. Bezzaziye´de : "Küfrü gerektireni murad ettiğini açıklarsa te´vil fayda vermez." diye zikredilmiştir. Tatarhaniyye´de "İhtimal ile bir müslüman küfre nisbet edilemez. Çünkü küfür, ukubet (ceza) de nihayettir. Cinayette de nihayet olmasını gerektirir. O halde ihtimal ile nihayet olmaz. Bir müslümanın sözünü hamletmek için güzel bir yol bulunursa yahut zayıf rivayet olsa bile küfründe ihtilaf edilirse, küfrüne fetva verilemez. Buna göre: kitablarda zikredilen küfür kelimelerinin çoğuyla bir müslümanın kâfir olduğuna fetva verilmemelidir. Bunun için ben küfür kelimelerinden hiç biriyle küfrün vaki olduğuna fetva vermemeyi kendi nefsime vacib kıldım. Burada Bahır sahibinin sözü tamam olmuştur.

METİN

İrtidâd (İslâm dininden dönmen) in sah...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mürted
« Posted on: 29 Mart 2024, 18:04:12 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mürted rüya tabiri,Mürted mekke canlı, Mürted kabe canlı yayın, Mürted Üç boyutlu kuran oku Mürted kuran ı kerim, Mürted peygamber kıssaları,Mürted ilitam ders soruları, Mürtedönlisans arapça,
Logged
19 Şubat 2010, 15:24:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 19 Şubat 2010, 15:24:05 »


METİN

Bir müslümanın sözünü güzel bir veçhile tevil etmek mümkün olursa veya kâfir olmayacağına dâir zaif olsa bile bir rivâyet bulunursa müslümanın küfrüne fetva verilmez. Nitekim Bahır´da ve Eşbâh´da naklen böyle zikredilmiştir.

Dürer´de ve diğer mu´teber fıkıh kitablarında zikredilmiştir ki: bir meselede küfrü gerektiren bir çok vecihler bulunduğu halde küfrü gerektirmeyen yalnız bir vecih bulunsa, müftüye lâzım olan küfrü gerektirmeyen tarafa meyledip onunla fetva vermelidir. Eğer o müslüman küfrü gerektirmeyen tarafı niyet etmiş ise müslümandır. Küfrü gerektirmeyen tarafı niyet etmemiş ise müftünün onun sözünü niyetinin hilâfına tefsir ve tevil etmesi faide vermez.

Sabahta ve akşamda şu dûa ile küfürden Allah Teâlâ´ya sığınmalıdır. Çünkü bu dûaya devam etmek küfürden korunmaya sebep olacağı Peygamber Efendimiz tarafından bildirilmiştir. Dûa şudur: "Allahümme innî eûzübike min enüşrikebike şey´en ve ene a´lemü ve estağfiruke lima lâa´lemü inneke ente allâmül ğuyubi"

Tevbe-i yeis makbuldur, iman-ı yeis makbul değildir. Yine Dürer´de zikredilmiştir ki; iki hıristiyan bir hıristiyanın müslüman olduğuna şâhidlik edip o da inkâr etse şâhidlikleri kabul edilmez.

Yine müslümanlardan bir erkekle bir kadın bir hıristiyanın müslüman olduğuna şâhidlik edip o da inkâr etse, bunların şâhidlikleri de kabul edilmez.

Nevazil´de: "Müslümanlardan bir erkekle iki kadın bir hıristiyanın müslüman olduğuna şâhidlik yapsalar yahut iki hıristiyan bir hıristiyanın müslüman olduğuna şâhidlik yapsalar şâhidlikleri kabul edilir." diye zikredilmiştir.

İZAH

"Bir müslümanın sözünü ilh..." Mürted olan bir erkek öldürülmeyi hak etmiş olur. Bundan dolayı bir müslümanın sözü tevil edilebilirse, onu öldürülmekten kurtarmak için tevil edilir, küfrüne fetva verilmez. -Allah Teâlâ Hazretlerine sığınırız- bir müslüman kendi rızasıyla küfür olduğunda ittifak bulunan bir kelimeyi söylese, bütün ibâdetleri ve nikâhı bâtıl olur. Hacca gitmiş ise tekrar hacca gitmesi tâzım gelir. Fakat diğer ibâdetlerini kaza etmesi lazım gelmez. Küfür olduğunda ihtilâf bulunan bir kelimeyi söylese, kendisine tevbe ve istiğfar etmesi ve nikâhını yenilemesi emrolunur.

= Müslümanın dinine sövmenin hükmü =

Müslüman bir kimse, müslüman bir şahsın dinine sövse küfrüne hükmolunmaz. Çünkü "O kimse sövmesiyle İslâm dininin hakikatını kasdetmeyip sövdüğü şahsın çirkin ahlâkını ve fena muamelesini kasdetmiştir." diye tevil etmek imkânı vardır. Böyle söven kimsenin nikâhı bozulmuştur diye hükmedilmez ise de ihtiyaten kendisine nikâhını yenilemesi emrolunur. Çünkü rezil ve ahlak olan kimseler böyle fena sövmeleriyle sövdüklerikimsenin çirkin ahlâkını ve fena muamelesini kasdetmeleri hatırlarına bile gelmez.

Remlî Hayrüddin´e "Bir hâkim bir müslümana" şeriata razı ol" demiş; o da "ben şeriatı kabul etmem" demiş. Bir müftü "Böyle söyleyen kimse kâfir olur, karısı da boş olur." diye fetva vermiş. Böyle söyleyen kimsenin küfrü sâbit olur mu?" diye sorulduğunda Remlî Hayrüddin: "Bir âlim, bir müslümanı küfre nisbet etmede acele etmemelidir." diye cevap vermiş. Fetâvây-ı Hayriyye.

"Zaif olsa bile bir rivâyet bulunursa ilh..." Yani bir müslümanın kâfir olmayacağına dâir zaif olsa bile bir rivâyet bulunursa, her ne kadar bu rivâyet bizim mezhebimize aid olmasa bile, bu zaif rivâyetle amel edilir ve müslümanın küfrüne fetva verilmez. Çünkü bir müslümanın küfrüne fetva verilebilmesi için söylemiş olduğu sözün küfür olduğunda bütün İslâm âlimlerinin ittifak etmiş olmaları şarttır.

"Bir meselede küfrü gerektiren birçok vecihler ilh..." Yani bir meselede küfrü gerektiren pek çok ihtimal bulunduğu halde küfrü gerektirmeyen yalnız bir ihtimal bulunsa, müftü küfrü gerektirmeyen ihtimalle fetva vermelidir. Çünkü bir müslümanın kâfir olmayacağına dâir bir ihtimal olsun bulunduğu takdirde müslümanı küfre nisbet etmemelidir. Şu kadar var ki, eğer o müslüman küfrü gerektirmeyen ihtimali niyet etmiş ise müslümandır, mü´mindir. Küfrü gerektiren ihtimali niyet etmiş veya hiç bir şeye niyet etmemiş ise müftünün onun sözünü tevil ederek kâfir olmaması üzerine hamletmesi bir fâide vermez. Meselâ bir müslüman İslam dinine sövdüğünde, müftü onu öldürülmekten kurtarmak için o müslüman İslâm dininin hakikatine sövmeyip, sövdüğü şahsın çirkin ahlâkına sövmüştür, diye tevil etse bakılır: Eğer İslâm dinine söven kimse hakikaten İslâm dininin kendisini kasdetmeyip sövdüğü şahsın çirkin ahlakını kasdetmiş ise, o kimse müslümandır ve mümindir. Eğer İslâm dininin hakikatını kasdetmiş ise, kendisi ile Allah arasında kâfir olur. Bu takdirde tevbe ve istiğfar etmesi, nikâhını yenilemesi hacca gitmiş ise yeniden hacca gitmesi lâzım gelir. Müftünün onun sözünü tevil ederek kâfir olmaz diye fetva vermesi bir fâide vermez.

"Sabahta ve akşamda şu dûa ile küfürden Allah Teâlâ´ya sığınmalıdır ilh..." Sabah virdi, gece yarısından itibaren başlayıp zeval vaktine kadar devam eder. Akşam virdi, zevdi vaktinden itibaren başlayıp gece yarısına kadar devam eder.

Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Ey insanlar şirkten sakınınız. Çünkü şirk karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir." buyurduğunda ashab-ı kiram:

"Yâ Resûlullah ondan nasıl sakınalım?" dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz:

"Allahümme inna neuzübike ennüşrike şey´en na´lemühü ve nestağfiruke lima lana´lemühü" diye dûa ediniz. buyurmuşlardır.

"Tevbe-i yeis makbuldür. İmân-ı yeis makbul değildir ilh..." Yani ölüm döşeğinde hayatından umudunu kesen fâsık müslümanın o haldeki tevbesi kabul edilir. Fakat kâfirin o haldeki imânı kabul edilmez. Dürer sahibi, Bezzâziye sahibine tâbi olarak bunun sebebini şöyle açıklamıştır:

Kâfir o zamana kadar Allah Teâlâ´yı tanımamaktadır. Hayattan umudunu kesip hakkı ve hakikatı görünce o onda İmân etmektedir. O halde yapılan iman ise makbul ve muteber değildir. Fâsık, Allah Tealâ´yı tanımaktadır. Müslümandır, mümindir. İmânı mevcuddur ve bâkîdir. Bâkî olan bir şey, yeni baştan yapılandan kolaydır.

Ölüm döşeğinde hayatından umudunu kesen fâsık müslümanın tevbesinin kabul edileceğine delil; Allah Teâlâ´nın :

"Kullarının tevbesini kabul eden ancak O´dur." (Şûra Sûresi: âyet : 185) kavl-i kerîminin mutlak olmasıdır.

Bezzâziye sahibi: "ölüm döşeğinde hayatından umudunu kesen fâsık müslümanın tevbesinin de, o haldeki kâfirin imânının da kabul edilmeyeceğine dair bir kavil nakletmiş ve bu kavil hanefi, Mâlikî, Şâfii mezheplerine aiddir." demiştir. Molla Aliyyül-Kari, Bed´ü´l-Emâli Şerhinde bu kavli teyid etmiştir. Cenaze namazı bâbının evvelinde bu mesele hakkında geniş malûmat geçmiştir (oraya bakınız).

= Firavun´un küfründe ittifak vardır. Yunus (A.S.)´ın kavmi müstesnadır =

Hak olan mezheblere göre, ölüm döşeğinde can çekiştiren kâfirin imânı ile kendilerini yok edecek azabı gördüklerinde imân eden kâfirlerin imânı fâide vermez. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri:

"Azabımızın şiddetini gördükler) zaman imânları kendilerine fâide verecek değildir." (Mü´min Sûresi: âyet : 185) buyurmaktadır. Bundan dolayı Firavun´un küfründe ittifak vardır. Nitekim bunu Tirmizî Yûnus Sûresi´nin tefsirinde rivâyet etmiştir. Yalnız Muhyiddin-i Arabî "Fütûhât" ismindeki kitabında "Firavun´un imânının kabul edilmiş olduğunu" söylemiştir.

Allâme İbn-i Hacer "Ezzevâcir" ismindeki kitabında:: "Biz Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin büyük bir âlim olduğuna inanırız. Fakat Firavun´un imânı hakkında söylemiş olduğu sözünü kabul edemeyiz. Çünkü peygamberlerden başka hiç bir kimse masûm (hatasız) değildir. Muhyiddin-i Arabî eserlerinin bazısında "Firavun´un Hâmân ve Kârûn ile beraber Cehennemde olduğunu" açıklamıştır. Muhyiddin-i Arabî´nin bir mesele hakkında değişik iki sözü bulunduğu takdirde açık delillere uygun olan sözü kabul edilir. Açık delillere uygun olmayan sözü kabul edilmez." diyerek Muhyiddin-i Arabî´nin Firavun´un imânı hakkındaki sözünü reddettikten sonra şöyle devam etmiştir:

"Hayattan umutlarını kesenlerin imânı kabul edilmez." Bundan Yûnus (A.S.)´ın kavmi istisnâ edilmiştir. Bazı müfessirlere göre, "Allamül uyub" ayet-i kerimesindeki istisnâyı muttasıl istisna kılıp, Yûnus (A.S.)´ın kavmi kendilerini yok edecek azabı görür görmez imân edip, imânlarının kabul edilmesi peygamberlerinin bir kerameti ve bir hususiyetidir. Bundan dolayı buna başkası kıyas edilemez. Nitekim Kurtubi, İbn-i Nasırü´ddin Hafızı´ş-Şam ve kendilerine itimad edilen âlimlerden pek çoğunun sahihtir dedikleri bir hadîs-i şerife göre, Allah Teâlâ Resûl-i Ekrem Efendimize bir mûcize ve birikram olarak anasını babasını diriltmiş, onlar da Peygamber Efendimize imân etmişler. Âdet-i ilahînin hilâfına olarak öldükten sonra imânlarıyla faidelenmişlerdir. Nitekim İsrailoğulları arasında öldürülmüş bir kimse, kendisini öldüreni haber vermesi için Cenâb-ı Hak tarafından diriltilmiştir. İsâ (A.S.), Allah´ın izniyle ölüleri diriltirdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz de Allah Tealâ´nın izniyle bir çok ölüleri diriltmiştir.

"Peygamber Efendimiz, Hz. Ali (R.A.) ikindi namazını kılsın, diye Allah Teâlâ´ya güneşi geri göndermesi için dûa etmiş. Allah Teâlâ da batmış olan güneşi geri göndermiş. Hz. Ali (R.A.) ikindi namazını kılmıştır." diye vârid olan rivâyet sahihtir.

Allah Teâlâ Peygamber Efendimize batmış olan güneşi geri gönderip geçmiş olan vakti geri çevirerek ikram ettiği gibi, anasını babasını da dirilterek geçmiş olan imân vaktini imân edilecek vakte çevirerek ikram etmiştir.

"Sen, Cehennemliklerin küfür ve günâh işlemekteki ısrarlarından mesul değilsin." (Bakara Sûresi; âyet : 119) âyet-i kerîmesi, "Resûl-i Ekrem Efendimizin anası, babası hakkında nazil olmuştur." diye vârid olan rivâyet sahih değildir.

Sahih-i Müslim´de: "Bir adam: "Ya Resûlullah! Benim babam nerededir?" diye sormu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Mart 2010, 18:35:58
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 02 Mart 2010, 18:35:58 »

METİN

= Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)´e dil uzatanın hükmü=

3 - Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)´e veya bunlardan birine dil uzatan Müslüman´ın tövbesi kabul edilmez.

Hâkim-i Şehid´e nispet edilerek Cevhere´den naklen Bahır´da zikredilmiştir ki; Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)´e dil uzatan veya bunlara ta´n eden Müslüman kâfir olur ve tevbesi kabul edilmez. Bu kavil ile İmam Debbûsî ve Ebu´l-leys amel etmişlerdir. Fetva için muhtâr olan da budur. Eşbâh sahibi de kesin olarak bununla hükmetmiştir.

Musannıf "Bu kavil, Resûl-i Ekrem Efendimize dil uzatan Müslüman´ın tövbesinin kabul edilmeyeceğine dâir olan kavli, takviye eder." diyerek bunu ikrar etmiştir. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.)´nın hakkına riâyet etmek için hükümde ve fetvada kendisine itimat edilmeye lâyık olan kavil de budur. Fakat Nehir´de: "Cevhere´den nakledilen ibârenin aslı, Cevhere´de yoktur. Ancak Cevhere´nin bazı nüshalarının kenarında bulunduğu için kitabın aslına katılmıştır. Halbuki bu ibârenin daha önceki ibâre ile bağlantısı yoktur." diye zikredilmiştir. Şârih der ki; bize yukarıda geçen emir kifayet eder.

Eşşeyhu´l-Ekber Muhyiddin İbnü´l-Arabî´nin hall beyanında - AIlah Teâlâ bizi onunla fâidelendirsin -

Ebussûud Efendi´nin Marûzât´ında zikredilmiştir ki, Ebussûud Efendi´ye "Şeyh Muhyiddin İbnü´l-Arabî´nin "Füsûsu´l-Hikem" isimli eserindeki bazı sözleri şeriata uymamaktadır. O eseri kendinden sonra gelenleri sapıtmak için yazmıştır. Onu okuyan mülhiddir, diyen kimsenin sözünün mânası nedir? Ve bu kimseye ne lâzım gelir?" diye sorulmuş. Ebussûud Efendi de: "Evet, o eserde şeriata uymayan bazı sözler vardır. Bazıları bu sözleri şeriata uydurmak için tevîl etmişlerdir. Fakat biz, bu şeriata uymayan sözlerin bazı Yahudiler tarafından Şeyh Muhyiddin İbnü´l-Arabî Hazretlerine iftira edilmiş olduğunu yakinen biliyoruz. Artık bu şeriata uymayan sözleri ihtiyaten okumamak vâcibdir. Sultan, bunların okunmasını yasaklayan bir de emir çıkarmıştır. Buna göre şeriata uymayanı eserleri okumaktan, ezberlemekten ve dinlemekten sakınmak vâcibdir." diye cevap vermiştir.

Kâmûs sahibine Şeyh Muhyiddin İbnü´l-Arabî hakkında sorulduğunda onu çok medh-ü senâ edip, onun fasîh ve beliğ olan sözlerini güzel bir vecih ile, tefsir ve tevîl edip dedi ki: AIIah´ım! O Şeyh-i Ekber´in i´tikad ve kendisiyle Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine amel ve ibâdet ettiği şeylerde ve kendisinde Senin rızan olan hayırlı sözleri bize ilham ederek söylet! Muhyidin İbnü´l-Arabi, hal ve ilim cihetinden Tarîkatın şeyhidir. Hakikaten ve resmen erbab-ı hakayık ve ashab-ı dekayık olan kâmil, mükemmel ve vâkıf-ı esrarın imamıdır. Yıkılmış ve harap olmuş -Maârifi fiiliyle eserleriyle, talim ve terbiyesiyle ihyâ eden büyük bir zattır. Şeyh-i Ekber´in uçsuz bucaksız deniz gibi olan ilimlerinden bir tarafına âlimlerin fikirleri ulaşınca, orada fikirleri ve düşünceleri gark olup hayrette kalırlar. Şeyh-i Ekber öyle bir ırmaktır ki, onu kovalar bulandırıp, onun fezâil ve kemâlâtına bir noksanlık arız olmaz. Şeyh-i Ekber, zamanında yıldızlar gibi olan âlimleri gizleyen bir buluttur ki, kendisiyle beraber meydana çıkıp şöhret bulamazlar.

Dûaları yedi kat semâyı geçip berekâtı etraf ve afâkı dolduran ve dûası kabul olunan pek muhterem bir zat idi. Ben, o ilim ve hikmet kaynağı, faziletve kerametin toplanma yeri olan o zatı güzel vasıflar ve beğenilen fiiller ile tavsif ediyorum. Halbuki o zatın benim vasıf ve methettiğimden çok yüksekte olduğunu yakinen bilmekteyim. Kendisini hakkıyla vasfetmekten acizim. Hakkında yazmış olduğum vasıfların doğruluğunu kavillerinin fiillerine uygun olması ikrar etmektedir.

Ben zann-ı galibime göre, kendilerini lâyıkıyla medh-u sena edemedim.

Ben kendi inandığım şeyi söylediğim takdirde bana bir vebal yoktur. Şeyh-i Ekber´in kadrinin yüksekliğini ve şânının büyüklüğünü bilmeyip, onu şeriatın hududunu tecavüz eden kimselerden zanneden cahilin sözüne bakma! Ve onun sözüne itibar etme!

Ben, Allah azimuşşân´a ve kendisini Allah Teâlâ´nın hükmünü ve sırlarını beyan etmek için hüccet ve delil olarak diktiği kimsenin Rabbisine yemin ederim ki, şübhesiz benim zikir ve beyan ettiğim Şeyh-i Ekber´in medih ve senasının bazısıdır. Yoksa her ne kadar medholunsa medhe lâyık dır.

Bu dereceye kadar Şeyh-i Ekber´in medihlerinde ziyade ettiğim ancak kendi nefsime noksanlığın ziyade olmasından korktuğum içindir Çünkü bu gibi pek çok fazilet sahibi bir zatı az bir fazilet ve kemâl ile zikretmek hakkında noksanlık olur.

Kâmûs sahibi Şeyh´in medh-u senasına devam ederek: "Şeyh-i Ekber´in kitaplarının hâssalarındandır ki, onları okumaya devam eden kimsenin en güç ve en müşkil meseleleri çözmek için zihni açılır." demiştir.

İmanı Şarani de "Şeyh-i Ekber Hazretlerini medh-ü sena" etmiştir. Bilhassa "Tenbihü´l-Ağbiya alâ katretinmin bahır-ı ulûmi´l-evliya" isimli eserinde "medh-ü senâ" etmiştir.

İZAH

"Fakat Nehir´de Cevhere´den nakledilen ibârenin aslı, Cevhere´de yoktur. ilh..." Cevhere´nin bütün nüshalarında bu ibârenin mevcut olduğunu kabul etsek bile "Peygamberlerden birine dil uzatan Müslüman´ın tevbesi Mâliki mezhebiyle Hanbelî mezhebine göre kabul edilmez. Fakat bizim Hanefî mezhebine göre kabul edilir." diye yukarda geçtiği için bu kavle itibar edilmez.

Peygamberlerden birine dil uzatan Müslüman´ın tevbesi kabul edilince. "Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile, Hz. Ömer (R.A.)´e dil uzatan Müslüman´ın tevbesi kabul edilmez" denilen kavle hiç itibar edilmez. Hatta "Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)´e dil uzatan Müslüman´ın tevbesi kabul edilmez" diye dört mezhep imamlarının hiçbirinden sâbit olmamıştır.

Ben derim ki: Evet. Hülâsa´dan naklen Bezzâziye´de zikredilmiştir ki; şübhesiz Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)´e dil uzatan ve onlara lânet eden Râfızî kâfirdir. Hz. Ali (R.A.)´yi Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)´den üstün tutan Râfızî bidatcıdır. Bu. Hz. Ebû Bekir (R. A.) ile Hz. Ömer (R.A.)´e dil uzatan kimsenin tevbesinin kabul edilmeyeceğini gerektirmez ve böyle bir kimsenin kâfir olduğuna hükmetmek müşküldür. Çünkü "ihtiyar" isimli kitabda zikredilmiştir ki; dört mezhep imamı "Bütün bidat ehil, dalâlet ve hataya nispet edilir. Sahabeden birisine dil uzatan veya buğz eden kimse kâfir olmaz. Fakat dalâlete düşmüş olur." diye ittifak etmişlerdir.

Fethü´l-Kadir´de zikredilmiştir ki; Cumhur-ı fukahâ ve ehl-i hadîse göre, Müslümanların kanlarını ve mallarını helâl sayan, ashab-ı kiramı küfre nisbet eden Haricilerin hükmü, bâğîlerin (haklı olan Müslüman hükümdarına isyan edip, itâat dairesinden çıkan kimselerin) hükmü gibidir. Ehl-i hadîsden bazılarına göre, bunlar mürteddirler.

İbnü´l-Münzir: " "Hariciler mürteddir" diyen ehl-i hadîsden bazılarına muvafakat eden hiç bir âlim bilmiyorum. Bu. haricilerin küfre nisbet edilmeyeceğine dâir fükahânın icmâ´ının nakledilmiş olduğunu gerektirir." demiştir.

Muhît´te zikredilmiştir ki; bazı fukahâ: "Bidat ehlinden hiç bir kimse küfre nisbet edilmez." demiştir. Bazı fukahâ ise: "Bidatıyla kesin delile muhalefet eden bidat ehil küfre nisbet edilir." demiştir ve bu görüşü ehl-i sünnetin ekserisine nisbet etmiştir.

Hülâsa´dan naklen Bezzâziye´de zikredilen daha sâbittir. İbnü´l-Münzir ise, müctehidlerin nakledilen kelâmlarını çok iyi bilendir. Evet, mezhep ehline göre, bidat ehlinden çoğu küfre nisbet edilir. Fakat bu, müctehid olan fukahânın sözleri değildir. Müctehid olmayan fukahânın sözleridir. Müctehid olmayanların sözlerine itibar yoktur. Müctehidlerden nakledilmiş olan kavillere göre bid´at ehlinden hiç bir kimse küfre nisbet edilmez.

Fıkıh kitaplarında zikredilen müctehidlerin kavillerine göre, selef (ashab-ı kiram ve tâbiîn)´e açıktan dil uzatan kimselerin şahitlikleri kabul edilmez. Fakat Mutezile, Cebriyye, Şîa, Hariciyye, Müşebbihe, Mürcie gibi bid´at ve dalâlet ehlinin şahitlikleri kabul edilir. Yalnız bid´at ve dalâlet ehlinden olan Hattabiyye fırkasının şahitlikleri kabul edilmez. Çünkü bunlar kendi taraftarları için yalancı şahitlik yapmayı câiz görürler. Hiç bir âlim "Gerek selefe açıktan dil uzatanların ve gerekse Hattabiyye fırkasının şahitliklerinin kabul edilmemesi kâfir olduklarından dolayıdır." dememiştir.

Muhaddisler: "Fâsid tevîllerinden dolayı ashab-ı kirama dil uzatan ve onları küfre nisbet eden bidat ve dalâlet ehlinin rivâyeti kabul edilir." demişlerdir. Buna göre Hülâsa´dan naklen Bezzâziye´de- "Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)´e dil uzatan ve onlara lânet eden Râfızî kâfirdir." diye zikredilen kavil zayıftır. Çünkü fıkıh kitaplarının metin ve şerhlerinde zikredilen kavillere muhaliftir. Bilindiği gibi fukahânın icmâsına da muhâlifdir.

Molla Aliyyü´l-Kari Hülasa sahibine bir reddiye risâlesi yazmıştır. Bununla kesin olarak bilinmiştir ki, "Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)´e dil uzatan kâfir olur ve tevbesi kabul edilmez." diye Cevhere´ye nisbet edilen ibârenin aslı Cevhere´de mevcud olduğunu farz etsek bile bu bâtıldır. Aslı yoktur. Bununla amel etmek câiz değildir. Yukarıda geçtiği vecihle bir meselede küfrü gerektiren bir çok ihtimaller bulunduğu halde küfrügerektirmeyen zayıf olsa bile yalnız bir ihtimal bulunsa, müftüye lâzım olan küfrü gerektirmeyen ihtimale meyledip onunla fetva vermelidir. Ashab-ı kiramdan birine dil uzatan kimsenin kâfir olmayacağına dair fukahânın icmâsı nakledilmiştir. Buna göre ashab-ı kiramdan birine dil uzatan kimsenin küfrüne hükmolunmaz. Yukarda geçtiği üzere bizim Hanefî mezhebine göre. Peygamber Efendimize dil uzatan Müslüman´ın tevbesi kabul edildiği takdirde, Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)´e veya bunlardan birine dil uzatan Müslüman´ın tevbesi evleviyetle kabul edilir.

Bahır sahibinin: "Ben fetâvâ kitablarında zikredilen küfür kelimeler...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Mart 2010, 18:42:44
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 02 Mart 2010, 18:42:44 »

METİN

Sihir yapan ve zındık hakkında:

4 - Sihir yapan ve sihrin tesirine inanmak sebebiyle kâfir olan kimse kadın olsa bile yeryüzünde fesat çıkartmaya çalıştığı için, esah olan kavle göre tevbe etmeden önce yakalanırsa, yakalandıktan sonra tevbe etse bile tevbesi kabul edilmeyip öldürülür. Tevbe ettikten sonra yakalanırsa tevbesi kabul edilip öldürülmez.

5 - Zındık olması sebebiyle kâfir olan ve insanları zındıklığa dâvet etmesiyle bilinen kimse, tevbe etmeden önce yakalanırsa, yakalandıktan sonra tevbe etse bile tevbesi kabul edilmeyip öldürülür. Tevbe ettikten sonra yakalanırsa tevbesi kabul edilip öldürülmez.

Fetih´de: "Sihrin tesirine inanan ile zındığın tevbelerinin kabul edilmeyip öldürülmeleri zahir-i mezhebdir." diye zikredilmiştir.

6 - Adam boğmayı âdet edinmiş kimsenin de tevbesi kabul edilmeyip -şerrinden insanları kurtarmak için- öldürülür. Sirâc.

7 - Kâhinin hükmü, sihrin tesirine inananın hükmü gibidir. Şümunni.

8 - İnsanları ilhâd (sapıklığ)a dâvet eden mülhidin hükmü zındığın hükmü gibidir.

9 - İbahinin hükmü de zındığın hükmü gibidir. Molla Hüsrev´in Beyzavi Hâşiyesinde böyle zikredilmiştir.

10 - Küfrünü gizleyip Müslüman olduğunu söyleyen münâfığın hükmü de hiç bir dini kabul etmeyen zındığın hükmü gibidir.

11 - Şarabın haram olması gibi İslam dininde haram olduğu kesin olarak bilinen bazı şeylerin haram olduğuna kalbiyle inanmadığı halde diliyle haram olduğuna inandığını söyleyen kimsenin hükmü de zındığın hükmü gibidir. Bu bahsin tamamı Fetih´dedir.

Yine Fetih´de zikredilmiştir ki; sihrin haram olduğuna inansın veya inanmasın sihri öğrenip yapan kimse kâfir olur ve öldürülür.

Hâniyye´nin Hazar Bahsinde: "Sihrin tesirine inanmadığı halde tecrübe ve denemek için kullanan kimse kâfir olmaz." diye zikredilmiştir. Şu halde musannıfın: "Mürted olan bir müslümanın tevbesi kabul edilir. Ancak şu kimselerin tevbeleri kabul edilmez." diye zikrettiği kimselerin adedi on bir olmuş olur.

İZAH

"Sihir yapan ve sihrin tesirine inanmak sebebiyle kâfir olon kimse ilh..." Fetih´de zikredilmiştir ki; sihir ehl-i ilim arasında ihtilafsız haramdır. Sihrin mubah olduğuna inanmak küfürdür. Bizim Hanefî âlimlerinden, İmam Mâlik´den ve İmam Ahmed b. Hanbel´den: "Sihrin haram olduğuna inansın veya inanmasın sihri öğrenip yapan kimse kâfir olur ve öldürülür." diye nakledilmiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz:

"Sihir yapanın haddi (cezası) kılıçla öldürülmesidir." buyurmuşlardır.

İmam Şâfii´ye göre; sihir yapan kimse sihrin mubah olduğuna inanmadıkça kafir olmaz ve öldürülmez.

Kahin:

Bazılarına göre kâhin, sihir yapan kimsedir. Bazılarına göre ise, arrâfdır. Zan ve tahminle gaybdan haber veren kimsedir. Bazılarına göre kâhin, cinlerden bir dostu olup, kendisine bütün haberleri getirdiğini iddia eden kimsedir.

Kadı lyâz´ın beyanına göre, Araplarda üç kısım kâhinlik vardı:

Birinci kısım; kâhinin cinlerden bir dostu olup gökyüzünden aldığı haberleri ona bildirirdi. Bu kısım Peygamber Efendimizin gönderilmesiyle bâtıl olmuştur.

İkinci kısım; kâhine cinni yeryüzünde olup bitenler, uzakta ve yakında meydana gelen gizli şeyleri haber verirdi.

Üçüncü kısım; kahinler müneccimlerdir. Bunlar yıldızlara bakarak bir takım hükümler çıkarmaya çalışırlar. Bu kısımların hepsine kehânet denilir ve şeriat hepsinin yalan olduğunu meydana çıkarmış, kâhinleri dinleyip tasdik etmeyi yasak etmiştir.

T E N B İ H : Astronomi ve Kozmoğrafya gibi gökteki varlıklardan bahseden ilimlerin kehânetle bir ilgisi yoktur.

Bizim Hanefî imamları: "Kâhin, eğer şeytanların kendisi için dilediği şeyi yaptıklarına inanırsa kâfir olur. Şeytanların yaptıkları şeylerin hayalden ibaret olduğuna inanırsa kâfir olmaz." demişlerdir.

İmam Şâfiî´ye göre; kâhin, yıldızlara yakın olup, yapılmasını istediği şeyleri yıldızların yaptığına inanması gibi küfrü gerektiren bir şeye inanırsa kafirolur. Küfrü gerektiren bir şeye inanmazsa kâfir olmaz.

İmam Ahmed b. Hanbel´e göre; kâhinin hükmü, sihrin tesirine inananın hükmü gibidir. Ondan bir rivâyete göre öldürülür. Diğer bir rivâyete göre tevbe etmezse öldürülür.

Sihir yapanın ve kâhinin kâfir olup olmaması hususunda Şâfiî mezhebinden ayrılmamak vâcibdir.

Sihir bilenin öldürülmesine gelince; eğer sihir yapma işiyle uğraştığı bilinirse kendisine tevbe etmesi çini mühlet verilmeden öldürülmesi vâcibdir. Çünkü yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışmaktadır. Eğer sihir yapma işiyle uğraşmaz ve küfrü gerektiren bir şeye de inanmazsa yalnız sihri bilmesinden dolayı öldürülmez. Velhâsıl: Sihri bilen kimse küfrü gerektiren bir şeye inanmadıkça kâfir olmaz. Nehir sahibi kesin olarak bununla hükmetmiştir. Şârih de Nehir sahibine tâbi olmuştur.

Sihir bilen kimse, sihir yapma işiyle uğraştığı takdirde küfrü gerektiren bir şeye inansın veya inanmasın mutlak surette öldürülür.

Hâniyye´de: "Bir kimse karı ile koca arasını ayırmak için büyü yapar ve büyünün tesirine inanırsa mürtet olur, öldürülür. Çünkü büyüden dolayı ayrılacaklarına inandığı için kâfir olmuştur." diye zikredilmiştir.

El-Muhtârât´tan naklen Nuru´l-Ayn´da zîkredilmiştir ki; bir kimse sihir yapar ve bu yaptığı şeyi kendisinin yarattığını iddia ederse kâfir olur ve mürtet olduğu için öldürülür.

Bir kimse sihir yapar ve sihir yaptığını inkâr ederse, sihir yaptığı sâbit olduğu takdirde insanlardan şerrini defetmek için tevbe etmesine müsaade verilmeden öldürülür. Bir kimse sihrin tesirine inanmadığı halde tecrübe için sihir yaparsa kâfir olmaz.

İmam-ı Azam´a göre, sihir yapan kimse gerek Müslüman, gerek zimmî, gerek hür, gerek köle olsun sihir yaptığını ikrar eder veya sihir yaptığı şahitle sâbit olursa, kendisine tevbe etmesi için mühlet verilmeden öldürülür. Bazılarına göre sihir yapan Müslüman ise öldürülür. Fakat kitâbi (gökten inen kitaplardan birine inananlardan) ise öldürülmez.

Gözbağcılığı ile tılsım, sihir değildir.

"Kadın olsa bile yeryüzünde fesat çıkartmaya çalıştığı için ilh..." Yani sihir yapıp, sihrin tesirine inanan kadın olsa bile yeryüzünde fesat çıkartmaya çalıştığı için öldürülür. Sihrin tesirine inanıp mürtet olduğundan dolayı öldürülmez. Çünkü bizim Hanefi mezhebine göre, mürtet olan kadın öldürülmez.

Müntekâ´da zikredilmiştir ki; sihir yapıp sihrin tesirine inanan kadın da mürtet olan kadın gibi dövülür, tevbe edinceye kadar hapsedilir. Nitekim Zeylaî´de de böyle zikredilmiştir.

"Zındık olması sebebiyle kâfir sayılan ilh..."

= Zındık, münâfık dehri ve mülhid arasındaki fark beyanında =

Allâme İbn-i Kemal Paşa risâlesinde zikretmiştir ki; zındık: Arap dilinde, "Allah Teâlâ´yı inkâr eden, Allah Teâlâ´ya ortak koşan veya Allah Teâlâ´nın hikmetini tasdik etmeyen kimselere" denilir.

Zındık ile mürtet arasında umûm ve husûs min vech vardır. Çünkü bir kimse zındık olur, mürtet olmaz: Asılda zındık olup, İslâm dininden dönmemiş olan kimse böyledir.

Bir Müslüman mürtet olur, zındık olmaz; Bir Müslüman´ın Hıristiyan veya Yahudi olması böyledir.

Müslüman olan bir kimse zındık olur.

Şeriat ıstılâhında zındık: Küfrünü gizleyip Resûl-i Ekrem Efendimizin Peygamberliğini ikrar ve itiraf eden kimsedir.

Küfrü gizlemekte zındık, Münâfık, dehri ve mülhid ortak oldukları halde aralarındaki fark:

Münâfık: Resûl-i Ekrem Efendimizin Peygamberliğini ikrar ve itiraf etmeyen kimsedir.

Dehri: Resûl-i Ekrem Efendimizin Peygamberliğini ikrar etmemekle beraber, hadiselerin Allah Teâlâ´ya isnadını da inkâr eden kimsedir.

Mülhid: İslâm dininden, küfür yoluna sapan kimsedir. Mülhidin Allah Teâlâ´nın varlığını ve Resûl-i Ekrem Efendimizin Peygamberliğini ikrar ve itiraf etmesi şart kılınmamıştır. Bununla mülhid, dehriden ayrılmıştır. Mülhidin küfrü gizlemesi de şart kılınmamıştır. Bununla da mülhid, münâfıktan ayrılmıştır. Mülhidin daha önce Müslüman olması da şart kılınmamıştır. Bununla da mülhid, mürtedden ayrılmıştır. Mülhid küfür fırkalarının tarif bakımından en genişidir. İbn-i Kemal Paşanın sözü burada bitmiştir.

Ben derim ki: Bir kimse gerek Müslümanlığı kabul ettikten sonra zındık olsun, gerekse Müslümanlığı kabul etmeden asılda zındık olsun her iki surette de zındığın Resûl-i Ekrem Efendimizin Peygamberliğini itiraf ve ikrar etmesi şart kılınmamıştır. İleride Fetih´den naklen zikredilecektir ki, zındık hiçbir dini kabul etmeyen kimsedir.

Zındığın hükmü: Zındık ya insanları sapıklığa dâvet etmekle bilinir veya sapıklığa dâvet etmekle bilinmez.

İnsanları sapıklığa dâvet etmekle bilinmeyen zındık da üç vecih vardır: Ya asılda şirk üzerine zındık dır; veya Müslüman olup sonradan zındık olmuştur, veyahut zimmî olup sonradan zındık olmuştur. Asılda şirk üzerine zındık olan kimse Arap olmazsa şirki üzerine bırakılır. Arap olursa şirki üzerine bırakılmaz. Ya Müslüman olur veya öldürülür. Müslüman olup sonradan zındıklığı kabul eden kimse tekrar Müslümanlığa geri dönmezseöldürülür. Çünkü mürted olmuştur.

Zimmî olup sonradan zındık olan kimse de hali üzerine bırakılır. Çünkü küfür bir millettir.

İnsanları sapıklığa davet etmekle bilinen zındık eğer yakalanmadan önce kendi isteğiyle tevbe edip zındıklıktan dönerse, tevbesi kabul edilip öldürülmez. Yakalandıktan sonra tevbe edip zındıklıktan dönerse, tevbesi kabul edilmeyip öldürülür. Bu bahsin tamam...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Mart 2010, 20:38:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 02 Mart 2010, 20:38:20 »



METİN

Mürted olan kimse, cizye vermesiyle yahut kendisine geçici veya devamlı emân verilmekle mürtedliği üzere bırakılmaz. Dar-ı harbe kaçtıktan sonra esir edilip yakalansa, köle olarak da bırakılmaz. Çünkü onun hakkında terettüp eden hüküm, ya tevbe edip İslâmiyet´e dönmek veya öldürülmektir. Mürted olan kadın, mürted erkek gibi değildir.

Bir Hıristiyan, Yahudi veya bir Yahudi Hıristiyan olsa hali üzere bırakılırlar. Kendi dinlerine geri dönmeleri için cebrolunmazlar. Çünkü küfür bir millettir. İmam Şâfii buna muhâlefet etmiştir.

Mürtedin kendi mallarına malik olması geçici olarak durdurulur. Tevbe edip İslâmiyet´e dönerse malına mâlik olur. Eğer mürted olarak ölür yahut öldürülür, yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmolunursa Müslüman iken kazandığı mala, Müslüman iken almış olduğu borcu ödedikten sonra Müslüman vârisleri mirâsçı olur. Eğer vârisi karısı olursa iddeti bitmemiş olması şartıyla mirâsçı olur. Mürted iken kazandığı malından mürted iken almış olduğu borcu ödedikten sonra geri kalan malı ganimet olur.

İmameyn´e göre, mürted olan kadının kazancı gibi, mürted erkeğin kazancı da gerek Müslüman iken kazandığı olsun, gerekse mürted iken kazandığı olsun Müslüman olan vârislerinin olur.

Hâkim, mürtedin kaçtığına hükmederse, malının üçte birinden müdebberi, malının hepsinden ümmüveledi âzâd olur. Sonra vereceği borcunun hemen verilmesi lâzım gelir, malı varisleri arasında taksim edilir, mükâtebi kitabet bedelini vârislere öder. Velâ hakkı mürtedde aid olur. Çünkü o, âzâd etmiştir. Bedâyı.

Bir mürtedin dar-ı harbe kaçtığına hükmetmek, ancak kölenin kendi hakkını dâvâ etmesi zımında sahih olmalıdır.

İZAH

"Mürted olan kadın, mürted erkek gibi değildir ilh..." Yani mürted olan bir kadın dar-ı harbe kaçtıktan sonra esir edilip yakalansa, öldürülmesi câiz olmadığı için cariye olur. Fakat İslâmiyet´e dönmesi için cebrolunur. Bu cebrolunma, hapsedilmek ve dövülmek suretiyle yapılır. Bu muamele onun İslâmiyet´e dönmesine veya ölmesine kadar devam eder. Cariye olması, İslâmiyet´e geri dönmesi için cebredilmesini kendisinden düşürmez. Nitekim Müslüman olan bir cariye mürted olsa İslâmiyet´e dönmesi için cebrolunur. Bedâyı, Bahır.

"Mürtedin kendi mallarına mâlik olması geçici olarak durdurulur ilh..." İmameyn´e göre, durdurulmaz. Bedâyı´da zîkredilmiştir ki; mürted, tevbe edip İslâmiyet´e dönerse malına mâlik alacağında, mürted olarak ölür yahut öldürülür yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmolunursa malına mâlik olamayacağında ihtilâf yoktur. Ancak ihtilâf mürted olarak öldüğünde yahut öldürüldüğünde yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğunda vardır. İmameyn´e göre, o ândan itibaren malına mâlik olamaz. İmam-ı Azam´a göre, mürted olduğu andan itibaren malına mâlik olamaz.

İhtilâfın faidesi; İmameyn´e göre, mürtedin tevbe edip İslâmiyet´e dönmeden önceki tasarrufları geçerlidir. İmam-ı Azam´a göre, durdurulur. Çünkü malına mâlik olması, durdurulmuştur. İslâmiyet´e dönerse tasarrufları geçerli olur. İslâmiyet´e dönmezse bâtıl olur. Kiraya vermesi, kiralaması, vasiyeti, vasî tâyin etmesi, vekil tâyin etmesi, vekil olması durdurulmayıp derhal bâtıl olur. Amelinin sevâbı gider, nikâhı bozulur. İslâmiyet´e dönünce nikâhını yenilemesi lâzım gelir. Ancak karı ile kocanın her ikisi birlikte mürted olup yine birlikte İslâmiyet´e dönerlerse aralarındaki nikâh olduğu gibi bâkî kalıp nikâhın yenilenmesine lüzum görülmez.

"Müslüman iken kazandığı mala Müslüman vârisleri mirasçı olur ilh..." İmam Muhammed´den bir rivâyete göre, mürtedde mürted olarak öldüğü yahut öldürüldüğü yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğu zaman vâris bulunanlara itibar edilir. Esah olan rivâyet de budur. İmam Muhammed´den diğer bir rivâyete göre, mürted olduğu zaman vâris bulunanlara itibar edilir. İmam Muhammed´den üçüncü bir rivâyete göre, mürtedin hem mürted olduğu zaman hem de mürted olarak öldüğü yahut öldürüldüğü yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğu za-man vâris bulunanlara itibar edilir. İmam Muhammed´den sahih olan rivâyete göre, mürted olan bir kimsenin mürted olduğu günde: kafir çocuğu bulunup, bu çocuk babası mürted olduktan sonra fakat babası mürted olarak ölmeden yahut öldürülmeden yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmolunmadan önce Müslüman olsa babasına mirâsçı olur.

Kezâ: Bir kimsenin mürted olduktan sonra Müslüman cariyesinden olan çocuğu kendisine mirâsçı olur. Her ne kadar çocuk anasına tebaiyetle Müslüman sayılsa bile "Dar-ı harbe kaçtığına hüküm olunduğu zaman vâris bulunanlara itibar edilir." ifadesi esah kavle muhaliftir. Esah olan kavle göre "dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğu zaman" vâris bulunanlara değil, "dar-ı harbe kaçtığı zaman" vâris bulunanlara itibar edilir. Bu zâhir rivâyettir.

Siyer-i Kebîr Şerhi´nde: "Dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğu zaman vâris bulunanlara itibar edilir." diye zikredilmiştir.

"Eğer vârisi karısı olursa ilh..." Yani mürted olan kimseye karısı iddeti içinde vâris olur. Mürted olan kimse mürted olmakla ölüm hastalığına yakalanmış gibidir. Çünkü mürted olan kimse öldürülünceye kadar küfür üzerinde ısrar etmesiyle ölümün sebebi olan mürtetliği seçmiştir. Nehir.

"İddeti bitmemiş olması şartıyla ilh..." Bu ifadeye göre, mürtedin karısı kendisine cinsî yakınlıkta bulunulmamış yahut cinsî yakınlıkta bulunulup mürted olan kocası mürted olarak ölmeden yahut öldürülmeden yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmedilmeden önce iddetini bitirmiş olursa kocasına mirâsçı olamaz. Çünkü mirasçı olacağı zamandan önce aralarındaki evlilik tamamıyla ortadan kalkmıştır. Birbirine yabancı olmuşlardır. Nehir.

"Müslüman iken almış olduğu borcu ödendikten sonra ilh..." Yani "bir mürtedin Müslüman iken almış olduğu borcu Müslüman iken kazanmış olduğu maldan, mürted iken almış olduğu borcu mürted iken kazanmış olduğu maldan ödenmesi" İmam Züfer´in İmam-ı Azam´dan rivâyetidir. İmam Ebû Yusuf´un İmam-ı Azam´dan rivâyetine göre, mürtedin bütün borçları mürted iken kazanmış olduğu maldan ödenir. Bu kazancı kâfi gelmezse gerikalan borcu Müslüman iken kazanmış olduğu malından ödenir. Hasan b. Ziyad´in İmam-ı Azam´dan rivâyetine göre, mürteddin bütün borçları yalnız Müslüman iken kazanmış olduğu maldan ödenir. Bu kazancı kâfi gelmezse geri kalan borcu mürted iken kazanmış olduğu maldan ödenir. Bedâyı´da, Valvalciyye´de: "Sahih olan Hasan b. Ziyad´ın rivâyetidir." diye zikredilmiştir. Çünkü ölünün borcu kendi malından ödenir. Mürtedin malı ise Müslüman iken kazanmış olduğu malıdır. Mürted iken kazanmış olduğu malı ise, ganimet olarak Müslümanlara aiddir. Bu maldan borç ancak zaruret zamanı ödenir. Zaruret zamanı ise, Müslüman iken kazanmış olduğu malı borcuna kâfi gelmediği zamandır. Nehir.

TENBİH: Kuhistânî´de zikredilmiştir ki; İmam-ı Azam´dan zikredilen bu üç rivâyet, mürted olan kimsenin hem Müslümanlığı halinde hem de mürtetliği halinde olmak üzere iki kazancı bulunduğu takdirdedir. Eğer iki kazancı bulunmazsa borcu bulunan kazancından ödenir. Bunda ihtilaf yoktur. Yine bu ihtilâf mürteddin kendi ikrarıyla sâbit olmayan borcunun ödenmesi hakkındadır. Mürtedin kendi ikrarıyla sâbit olan borcu mürted iken kazanmış olduğu maldan ödenir.

"Mürted iken kazandığı malından mürted iken almış olduğu borcu ödendikten sonra geri kalan malı ganimet olur îlh..." Yani geri kalan malı, Müslümanlar için beytülmale konulur. Mürted iken kazandığı malı ile, dar-ı harbe kaçmadan önce kazanmış olduğu malı murad edilmiştir. Dar-ı harbde kazanmış olduğu malı ise, dar-ı harbde mürted olarak öldükten sonra ancak mürted olup kendisi ile beraber dar-ı harbe kaçmış olan çocuğuna tahsis olunur. Zira o malı, ehl-i harbden (Müslümanlar ile harb edecek kimselerden) iken kazanmıştır. Mürted olup kendisiyle beraber kaçmış olan çocuğu da ehl-i harbden olmuştur. Ehl-i harb birbirine vâris olup, ehl-i İslâm ehl-i harbe vâris olamaz. Eğer o mürte-din Müslüman çocuğu da kendisi ile birlikte dar-ı harbe kaçmış olursa, bu Müslüman çocuğu İmam-ı Azam´a göre ancak babasının Müslüman iken kazanmış olduğu malına vâris olup, mürted iken kazanmış olduğu malına vâris olamaz. Çünkü Müslüman nerede bulunursa bulunsun Müslüman memleketi ehlinden sayılacağından Müslüman çocuğun dar-ı harbde bulunduğu hali, İslâm memleketinde bulunduğu hali gibidir. Siyer-i Kebîr şerhi.

"İmameyn´e göre, mürted olan erkeğin bütün malına Müslüman va-risleri mirâsçı olur ilh..." Çünkü İmameyn´e göre, bir mürtedin malları kendi mülkünden yalnız mürted olmasıyla çıkmış olmaz. Mürted olarak öldüğü yahut öldürüldüğü yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğu ândan itibaren mülkünden çıkar. Bundan dolayı mürtedin gerek Müslüman iken kazanmış olduğu mallarına, gerekse mürted iken kazanmış olduğu mallarına Müslüman vârisleri mirâsçı olur.

"Mürted olan kadının kazancı gibi ilh..." Yani mürted olan kadının kazancı Müslüman vârislerinin olur. Kadın hasta iken mürted olursa ona Müslüman kocası da vâris olur. Çünkü kadın hasta iken mürted olmakla kocasının hakkını iptal etmeyi kasdetmiştir. Hasta olmadığı halde mürted olursa, kocası ona vâris olamaz. Zira mürted olan kadın öldürülmez. Bundan dolayı mürted olan kadının malına kocasının hakkı teallûk etmiş olmaz. Mürted olan erkek böyle değildir.

Velhâsıl: Mürted olan erkeğin karısı iddet içinde ona mutlak surette vâris olur. Şöyle ki: Bir erkek gerek hasta iken gerekse hasta olmadığı, halde mürted olsun, mürted olarak öldüğünde yahut öldürüldüğünde yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğunda karısının iddeti henüz bitmemiş ise ona mirâsçı olur. Kadın hasta iken mürted olursa, Müslüman olan kocası ona vâris olur. Kadın hasta olmadığı halde mürted olursa, kocası ona vâris olamaz.

"Sonra vereceği borcunun hemen verilmesi lâzım gelir ilh..." Çünkü mürted olan kimsenin dar-ı harbe kaçtığına hükmolunmakla ehl-i harbden olmuş olur. Ehl-i harb is...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 02 Mart 2010, 20:41:47 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes