> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Müdarebe
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Müdarebe  (Okunma Sayısı 2414 defa)
08 Şubat 2010, 00:16:36
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 08 Şubat 2010, 00:16:36 »



Reddü´l Muhtar / Müdarebe

MUDÂREBE KİTABI

MUDARIBIN MUDAREBESİ BABI

MÜTEFERRİK MESELELER FASLI





MUDÂREBE KİTABI

METİN

Mudârebe, darb kelimesinden gelir. Sözlükte, yeryüzünde dolaşmak anlamına gelir. Bir terim olarak

mudârebe, bir taraftan sermaye, diğer taraftan çalışma (emek) olmak üzere yapılan kâr ortaklığı

aktidir.

Mudârebenin rüknü icâb ve kabuldür. Hükmü ise. değişik acılara göre birkaç türlüdür.

Mudârebe, başlangıcı bakımından emanettir. Bir ortaklıkta işletme-ciye sermayeyi zamin kılmanın

hilesi şudur: Sermaye sahibi sermayeyi işletmeciye karz olarak verir. Ancak bir dirhemi elinde

tutar. Sonra o dirhem ve karz olarak verdiği para ile ikisi birlikte çalışmak ve kârı eşit şekilde

paylaşmak şartıyla inan şirketi akti yaparlar. Fakat sonra yal-nız karz alan işletmeci çalışır. Bu

durumda şirketin sermayesi olan para helak olursa, işletmeci o parayı sermaye sahibine öder.

Mudârebe bir açıdan da vekâlet vermektir. Çünkü işletmeci serma-yede mâlikin emri ile tasarruf

etmektedir.

Mudârebe, eğer kâr elde edilirse şirket hükmündedir.

İşletmeci, sermaye sahibinin belirlediği şartlara aykırı hareket eder-se, gasp hükümleri uygulanır.

Sermaye sahibi sonradan icazet verse de bu hüküm değişmez.

Mudârebe fasit olursa, o zaman da fasit kira (icâre) hükümleri uy-gulanır. Bu durumda işletmeciye

kürdan hisse değil, ister kâr etsin, ister etmesin, sadece emeğinin karşılığı olan (ücret) verilir.

Kadızade, gasb ve icerenin müdarebenin hükümlerinden sayılmasını müşkil görmüştür. Çünkü

müdarebe fasit olursa ancak o zaman icare kabul edilir. Gasb ise işletmeci malikike muhalefet ettiği

zaman gerçekleşir. İcare ve gasb, her ikisi de mudarebenin sıhhatine aykırı oldukları için mudarebe

aktini bozmuş olurlar. Öyleyse nasıl olur da gasb ve icare mudarebenin hükümlerinden sayılır?

Çünkü birşeyin hükmü o şeyle tesbit edilendir. Mudarebenin hükmü, mudarebe ile tesbit edilendir.

Adıgeçen durumlarda mudarebe ortadan kalktığı için hükümden de söz edilmez. İcare ve gasbın

fasit mudarebenin hükümleri olduğu söylenebilir. Halbuki burada anlatılan rükun ve şartlar sahih

mudarebenin olduğu gibi hükümler de sahih mudarebenin hükümleridir. Bununla beraber gasb

hiçbir zaman fasit mudarebenin de hükümlerinden sayılamaz. Zira fasit mudarebenin hükmü

işletmeciye kâr değil, emeğinin ücretini vermektir. Gasbedene ise gasbettiğini çalıştırsa bile ücret

verilemez. T´den kısaltılarak.

Bu ücret de kârdan anlaştıkları miktardan fazla olamaz. İmam Muhammed ile üç mezhep imamı bu

meselede muhalefet etmişlerdir. Fa-sit icârede. vasi yetimin malından birşey olamaz. Meselâ, vasi

yetimin malını fasit mudarebe şeklinde çalıştırdığı takdirde, kendi şahsına şart kıldığı ücreti alamaz.

Fasit mudarebede de sahih mudarebede olduğu gibi kefalet yoktur. Sahih mudarebede işletmeci

malın emini olduğu için onda kefalet yok-tur.

Bir malı. diğerine kâr etmesi ve kârın tamamının sermaye sahibine ol-ması şartıyla vermek,

sermayeyi meccânen çalıştırma (bidâa) dır. İşlet-meci burada tebberuen vekil olur.

Kârın tamamı çalıştırana ait olmak üzere sermaye vermek ise karzdır. Çünkü bunun zararı azdır.

Teybin kitabında şöyle denilmiştir: «İşletmeci kârın tamamı ona şart koşulmasıyla neden karz alan

oluyor? Çünkü sermayenin hepsi kendisinin olmayınca, kâr´ın hepsi de kendisinin olamaz. Meyve

ağacın, yavru hayvanın semeresi olduğu gibi kâr´ da sermayenin semeresidir. Kâr´ın tamamı ona

şart koşulduğuna göre, onun sermayenin hepsine malik olması gerekir. Bunun hükmü de

sermayeyi sahibine iade etmemesidir. Çünkü hibede olduğu gibi, temlik geri vermeyi gerektirmez.

Şu kadarı var ki, mudarebe sözü sermayenin iadesini gerektirir. Burada sermaye her iki manayı da

ifade ettiğinden her iki mana ile amel edildi. Çünkü karz teberruların en aşağısıdır. Karzda mal

sahibinin verdiği maldaki hakkı kesilir, fakat bedelinden hakkı kesilmez. Hibe ise mal sahibinin

hakkını hem ayndan, hem de bedelden keser. Bu sebeple karzın zararı hibeden az olmaktadır. T.

«Diğer taraftan çalışma ilh...» Musannif burada, «çalışma» ile takyid etmiştir. Zira sermaye sahibi

işletmeci ile birlikte çalışmayı şart ko-şarsa mudarebe fasit olur. Musannif bunu, «İşletmecinin

mudarebesi» ba-bında açıkça zikredeçektir.

Sermaye sahibi, işletmecinin izni olmadan sermayeyi alıp ticaret ya-parsa mudarebe yine fasit olur.

Ancak verdiği sermaye ticaret malı olur-sa, işletmeciden almasıyla mudarebe fasit olmaz. Bu

mesele ileride, «Müteferrikat» faslında gelecektir.

«Başlangıcı bakımından emanettir ilh...» Hayrü´l-Remlî şöyle der: «İleride görüleceği üzere mutlak


bir mudarebede işletmeci emanete mâ-liktir. Emanetçi de aldığı bir emaneti başkasına veremez. Bu

ifadeden maksat, sermaye helak olduğu takdirde, bütün hükümlerde değil, ba-zı hususî

hükümlerde zamin olmamasıdır.»

«Hilesi ilh...» Sermaye sahibi işletmeciyi sermayeye zamin kılmak için önce sermayeyi ona karz

olarak verir. Sonra ondan mudarebe yo-luyla alır ve yeniden verir. Sonra işletmeci de bu sermayeyi

mala yatı-rır. Vâkıât´ta olduğu gibi. Kûhistânî. Zeylâî´de bu hileyi ve sarihin zikret-tiği hileyi

zikretmiştir.

Bunlarda bir görüş vardır. Çünkü bu mudarebe bir inan şirketi ol-maktadır. Fakat bunda da

sermayenin çoğunu koyanın (Karz alanın, iş-letmecinin çalışması şart olmaktadır. Böyle bir şart da

caiz değildir. Bu-nun aksi ise, bunun aksine caizdir. Nitekim Zahîriye´nin, «Kitâbü´l-Şirket»inde

İmam Muhammed´in, Asl´ından böyle zikredilmiştir. Bezzâziyye´nin, «Kitâb´ü´l-Şirket»inde de böyle

zikredilmiştir.

Bezzâziyye´de özet olarak şöyle denilmiştir: «Birisinin bin, diğerinin iki bin lirası olsa, bunlar;

çalışmak, bin lira sahibine, kâr yarı yarıya ol-mak şartıyla ortak olsalar, bu ortaklık caizdir. Kâr ve

zarar sermayeye göre, çalışmanın da sermayesi az olana şart kılınması da caizdir.

«Bu ortaklıkta kâr yarı yarıya olmak üzere çalışmanın iki bin lira sahibine şart koşulması caiz

değildir. Kâr ikisinin arasında üçe taksim edilse bile bu ortaklık caiz değildir. Çünkü bin lira sahibi

bu durumda diğerinin sermayesinden emeksiz ve sermayesiz olarak bir miktar kân şart kılmış

olmaktadır. Bu da caiz değildir. Çünkü kâr ya para, ya emek, veya zımâniyetle olur.»

Şarihin meselesinde ise durum farklıdır. Burada çalışmak (emek) yalnız parası çok olana değil, her

ikisi için de şart koşulmaktadır. Bun-dan ötürü bu şirket (Ortaklık) caiz olmaktadır.

Velhâsıl fakihlerin sözlerinden anlaşılan, şirketlerdeki kârın serma-yeye göre dağılmasıdır. Ancak

ortaklardan birisi sermaye yerine eme-ğini koyuyorsa onun emeğine karşılık kâr alması

mümkündür. Tarafların her ikisi de çalışırsa o ızaman yine kârdaki farklılık geçerlidir.

«Vekâlet vermektir ilh...» Buna göre çalışan emeğinin karşılığını ser-maye sahibinden taleb eder.

Dürer.

«Muhalefet ilh...» Bu durumda kârın tamamı işletmecinindir. Şu ka-darı var ki, onu yemek her iki

taraf için de güzel değildir. Dürer-i Müntekâ.

«İster kör etsin, ister etmesin ilh...» İmam Ebû Yusuf´tan yapılan ri-vayete göre, kâr yapamazsa ona

ücret de yoktur. Sahih olan da budur. Çünkü aksi halde fasit mudarebe sahih mudarebeden daha

çok revaç bulur. Sâyıhânî. Bunun benzeri Aynî´den T. Haşiyesinde de mevcuttur.

«Mutlaka ilh...» Bu zahirî rivayettir. Kûhistânî.

«Fazla olamaz ilh...» Mültekâ sahibi şöyle der: «Kâr ettiği takdirde ona şart koşulan kârdan fazlası

ücret olarak verilemez. Kâr edemezse zaten fazlalık gerçekleşmeyecektir. O zaman ona muayyen

bir ücret konuşmak mudarebeyi ifsat etmez.»

«İmam Muhammed ilh...» İmamlar arasındaki ihtilâf, mudarebe fasit olduktan sonra işletmeci olarak

işe başlayan fakat sonra mudarebenin fesadıyla işçi durumuna düşen kimseye verilecek ücretin

miktarı hususundadır. Böyle bir kimse adam kâr etmediği takdirde ona emsalinin aldığı ücret verilir.

Zira madum (olmayan) kârın yarısını takdir etmek mümkün değildir. Nitekim Fusûleyn´de de

böyledir. Lâkin Vâkıât´ta geçen ifade, «Ebû Yusuf´un dediği, kâr ettiği zamana mahsustur. İmam

Muhammed´in dediği ise umumîdir. Bir kimse emsalinin aldığı ücreti alır.» şeklindedir. Kûhistânî.

«Üç mezhep imamı ilh...» Üç mezhep imamına göre işletmeci kâr et-tiği takdirde emsalinin aldığı

ücreti alır. Dürr-i Münteka. Hamiş´te de böy-ledir.

Zeyd, Amr´a mudarebe yoluyla bir miktar ticaret malı vererek, «Bunu sat, kazandığın zaman kâr

aramızda üçe taksim edilecektir.» dese adam satsa ve zarar etse, mudarebe sahih değildir. Amr,

şart koşulan kârdan fazla olmamak kaydıyla emeğinin ücretini alır. Hâmidiye.

Birisi diğerine bir miktar ticaret eşyası vererek, «Bununla alış-veriş yap, kâra yarı yarıya ortak

olalım.» dese, diğeri alsa ve zarar etse, iş-letmeciye zarardan hiçbir şey düşmez. Meta sahibi

işletmeciden birşey taleb ettikten sonra işletmecinin bu sulh bedelini vermesi gerekmez. Bu sulh

bedeline dışarıdan biris...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Müdarebe
« Posted on: 19 Mart 2024, 13:43:55 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Müdarebe rüya tabiri,Müdarebe mekke canlı, Müdarebe kabe canlı yayın, Müdarebe Üç boyutlu kuran oku Müdarebe kuran ı kerim, Müdarebe peygamber kıssaları,Müdarebe ilitam ders soruları, Müdarebeönlisans arapça,
Logged
08 Şubat 2010, 00:19:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 08 Şubat 2010, 00:19:20 »

METİN

İşletmeci, mudarebe için aldığı sermayeyi bir başkasına karz olarak veremeyeceği gibi ona «kendi

reyinle çalış» denilmiş olsa bile, mudarebe için başkasından veresiye mal da alamaz. Çünkü her

ikisi de tüccarların örfünden değildir. Bu sebeple bunlar genel anlama girmezler. Fakat sermaye

sahibi bunlara isim vererek açıkça izin vermişse yapabilir.

İşletmeci veresiye bir mal alırsa bu, mudarebe değil, vücûh (itibar) şirketi olur. O halde işletmeci

mudarebe malı ile aldığı kumaşı su ile yı-kayarak beyazlatsa ve mudarebe malını kendi parası ile

taşıtsa, ona, «Kendi reyinle çalış.» denilmiş olsa bile, yaptıkları mudarebeden sayıl-maz. Çünkü,

«Kendi reyinle çalış.» denmekle ödünç birşey almaya ve-ya yaptırmaya mâlik olamaz.

Musannıfın burada, «Su ile» demesinin sebebi eğer nişasta ile yı-kayarak beyazlatırsa bunun

hükmünün boyanın hükmü gibi olmasıdır. İşletmeci kumaşı kırmızı ile boyarsa, mâlik boyadan fazla

olanına or-taktır. Bu, karıştırma gibi, «Kendi reyinle çalış.» sözünün kapsamı için-dedir.

İşletmeci kumaşı kendi boyası ile boyarsa, kumaş satıldığında bo-yanın hissesi kadarı kendisine

aittir. Kumaşın beyazlatma hissesi ise mudarebe malındandır.

Mal sahibi işletmeciye, «Kendi reyinle çalış.» dememişse yukarıda

saydığımız işlerde ortak olmaz. Belki gasb eden olur.

Burada Musannıfın, «kırmızı» demesinin sebebi, geçtiği gibi, ku-maşı siyahlatmak, İmam-ı Azam´a

göre fiyatını düşürmektir. Bu, «Ken-di reyinle çalış.» sözünün kapsamına girmez. Bahır.

İşletmeci mâlikin ticaret yapmak üzere belirlediği şehri veya tica-ret malı çeşidini veya ticaret

süresini yahut ticaret yapacağı şahıs veya şahısları aşmaya mâlik değildir. Zira mudarebe faydalı

takyidi kabul eder.

Mudarebe sermayesi ticaret eşyası olmadığı sürece akitten sonra da olsa mâlik işletmeciyi

azledebilir. Fakat mudarebe malı ticaret eşyası olduktan sonra mâlik işletmeciyi azletmeye mâlik

olmadığı gibi onun herhangi bir şeye tahsis etmeye de mâlik olamaz. Nitekim ileride ge-lecektir.

Burada, «Faydalı» kelimesiyle takyid ettik. Zira faydalı olmayan bir kayda itibar edilmez. Meselâ

mâlikin şimdi peşinen satmayı yasaklaması gibi. Fakat normal bir faydalı kayıt ise, meselâ açıkça

şehirde falan so-kak veya pazarda satmayı yasaklasa. bu geçerlidir. Eğer bunu açıklıkla

söylemezse, geçerli değildir.

İZAH


«Karz olarak veremeyeceği gibi ilh...» Poliçe (suflece) de alamaz. Bahir. Yani bu da borç taleb

etmek gibidir. Yine poliçe de veremez. Çün-kü bu da karzdır. T. Şelbî´den.

«Veresiye mal da alamaz, ilh...» Meselâ ödünç bir ticaret eşyası ala-maz. Yanında mudarebe

malından birşey kalmazsa ödünç birşey alma hakkına da sahip değildir. Eğer borç aldığı şeyin fiyatı

mudarebe malı-nın cinsinden ise ve elinde de mudarebe malından o cinsten semen var-sa, o zaman

bu alışı mudarebe için olur, ödünç birşey almış sayılmaz. Tahâvî´nin şerhinde olduğu gibi.

Açık olan şudur: Bir mal aldığı zaman elindeki mudarebe malından fazla olan bir malı alırsa, aldığı

fazlalık istidane (borç almaktır. Bahır´da da geçtiği gibi. Eğer elindeki maldan fazlasıyla birşey alırsa

ziyadesi ken-di şahsına ait olur. Bununla da hükmî karıştırmaya zamin olmaz.

Bidâye´de şöyle denilmiştir: «Mudarebe malından fazlasını borç al-mak caiz olmadığı gibi mudarebe

malının ıslahı için borç almak da ca-iz değildir. Meselâ, mudarebe sermayesi ile kumaş satın alsa,

sonra onun taşınması için bir hayvan veya bir adam kiralasa veya onu su ile beyazlatsa veya onu

açmak için bir adam tutsa, bunları kendi nefsinden yapmış olur. Bunların ücretini mal sahibinden

alamaz. T. Silbî´den.

İşte Musannıfın, «Mudarebe malı ile bir kumaş alsa» sözü de bu-dur. Musannıf konuyu kısımlara

ayırarak yalnız hükmî olan kısma işa-ret etmiştir.

«Veresiye bir mal alırsa ilh...» Yani işletmeci veresiye aldığı malı sermaye sahibinin izni ile alırsa,

aldığı mal ikisinin arasında yarı yarıya olmak üzere malın borcu da her ikisinin üzerine olursa,

mudarebenin mucibi de değişmezse, veresiye aldıkları malın kârı aralarında konuştuk-ları şarta

göre taksim edilir. Kûhistânî.

Sâyıhânî, «Ben derim ki, vücuh (itibar) şirketi şudur: İşletmeciyle mâlik veresiye alınacak mal

üzerinde ittifak etseler, alınan şey arala-rında üçte bir veya yarı yarıya olmak şartıyla satın alınsa, o

zaman kâr bu şarta bağlıdır. Zikredilen şartlar bulunduğu halde buna muhalefet etseler,

kanaatimce, veresiye alınan mal sermaye sahibine ait olur. Alı-nan mal ayıplı olsa veya nev´î bir

bilinmezlik bulunsa, kıymeti belirtilse veya cinsi bilinmese veya işletmeciye, «Sen tercih ettiğini al.»

denilmiş olsa, bu kısımların hepsinde alınan mal sermaye sahibinindir. Eğer, «Sen tercih ettiğini

al.» denilmezse, veresiye alınan mal, alanındır. Nitekim bu. Vekâlet bahsinde de geçmiştir. Lâkin

metinlerin zahirine göre alı-nan mal yine mudarebedeki mal sahibinindir. Kâr da aralarındaki şarta

göre taksim edilir. Çünkü açık olanda caiz olmayan bazı şeyler, kapalı olanda caizdir.» demiştir.

«Kendi parası ile ilh...» Yani kendi parası ile yıkatsa veya taşıtsa.

«Ben derim ki.: Metindeki, «Veresiye mal da alamaz (istidane)»den maksat, Kûhistânî´den naklen

takdim ettiğimizin benzeridir. O zaman mâlik, «Veresiye mal al.» derse işletmeci veresiye mal

almaya yetkili olur. Ama işletmeci, borç olarak nakit para alırsa, açık olan geçerli olmamasıdır.

Çünkü karz almak için vekil tayin etmek olur ki, vekâlet konusunda da geçtiği gibi böyle bir vekâlet

bâtıl olur. Hâniye´de inan şirketi konusunda şöyle bir ifade vardır: «İşletmeci, mudarebedeki

ser-maye sahibi adına kimseden ödünç para alamaz. Eğer alırsa ödünç ve-ren adam (mukrız)

verdiği parayı sermaye sahibinden değil işletmeciden taleb eder. Çünkü borç ta leb etmeye vekil

tayin etmek, borç almaya vekil tayin etmek demektir. Bu sonuncu vekâlet ise bâtıldır. Zira isteme-ye

tevkil etmektir. Ancak vekil borç verene, «falan kimse senden şu ka-dar para istiyor.» dese o zaman

borç veren, alacağını vekilden değil müvekkilden talebeder.»

Zira bu vekâlet değil, elçilik olmaktadır. Açık olan mudârebede de böyledir. Eğer işletmeci kendi

adına isterse bu olmaz. Fakat mal sahibi adına isterse, bizim de dediğimiz gibi bu vekâlet değil

elçilik olur.

«Akitten sonra da ilh...» Yani sermaye mala çevrilmemiş, kendi ha-linde duruyorsa

Pratik bir mesele: Hâmiş´te şöyle denilmiştir: «Mudarebedeki serma-ye sahibi, mudarebe sermayesi

mala çevrildikten sonra, henüz satılıp nakte çevrilmeden işletmecinin vadeli satmasını yasaklasa,

bu yasak-lama geçerli değildir. Fakat para henüz mala çevrilmeden veya mala çevrildikten sonra

yeniden nakde çevrilince vadeli satmayı yasaklarsa, geçerlidir. Çünkü birinci durumda değil ikinci

durumda işletmeciyi az-letme hakkına mâliktir.» Minâh.

«Peşinen satmayı yasaklaması gibi ilh...» Yani vadeli fiyatla peşin satmayı yasaklaması gibi.

Aynî´de olduğu gibi. Sâyıhânî.

METİN


Mudarıb, mal sahibinin tayin ettiği şehir veya pazarın dışına çıka-rak başka bir yerde satarsa, mal

sahibinin sözüne muhâlefet ettiği için zamindir. Aldığı şey de mal sahibine değil, kendi şahsına


olur. Eğer ta-yin olunan pazar veya şehirden başka bir yere gider fakat alım-satım yapmadan tekrar

ittifak ettikleri şehir veya pazara dönerse, mudarebe de avdet eder.

İşletmeci, mudarebe malından olan bir köle ve cariyeyi evlendirme hakkına sahip olmadığı gibi,

satınalmasıyla tıpkı mâlikin satınalmasında olduğu gibi akrabalık veya mülk-i yemin sebebiyle tabii

olarak azad olunacak köle ve cariye almaya da mâlik değildir. Fakat mukayyet olmayan veya

mukayyet olduğuna işaret eden bir kârine bulunmayan vekâletlerde vekil, işletmecinin aksine bu

hak mâliktir. Mukayyet olma-sı şöyledir: Meselâ, «Bana bir köle al, satayım.» veya «Hizmet

ettireyim.» veya «Bir cariye al, kullanayım.» demesi gibi.

İşletmeci, Aynî´nin de açıkladığı gibi malda kâr varsa ki kölenin kıymeti sermayenin tamamından

fazla olursa, satınalmasıyla kendisi ta-rafından azad edilecek bir" köleyi satınalamaz. İşletmeci,

alışı ile kendisi veya mal sahibi tarafından azad olunacak bir köleyi alırsa, alış (şıra) kendisi için

meydana gelmiş olur.

Yukarıda zikrettiğimiz gibi mudarebe malında kâr mevcut olmazsa alım, mudarebe için olmak üzere

geçerlidir. Eğer alıştan sonra kıyme-tinin artmasıyla kâr ortaya çıkarsa, işletmecinin kendi hissesi

azad edi-lir, mâlikin hissesinden ötürü de zamin olmaz. Çünkü onun azadı ken-di marifetiyle

değildir. Azad edilen köle, Mâlikin hissesinden ötürü de zamin olmaz. Çünkü onun azadı kendi

marifetiyle değildir. Azad edilen köle. mâlikin hissesinin kıymeti karşılığında ona çalışır.

İZAH

«Şahsına olur ilh...» Kârı da zararı da kendisine aittir. Ebû Hanîfe ile Muhammed´e göre yapılan

kârın sadaka olarak dağıtılması gere-kir. Ebû Yusuf´a göre ise işletmecinin bu kârı yemesi helâldir.

Çünkü Ebû Yusuf´a göre asıl, emanetçinin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

08 Şubat 2010, 00:25:04
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 08 Şubat 2010, 00:25:04 »

METİN

Sermaye sahibi birinci işletmeciye sermayeyi verirken ikinci bir şah-sa mudarebe sermayesi olarak

devretme izni verse, o da kârın üçte biri ile sermayeyi ikinci bir şahsa mudarebe etse, mâlik

sermayeyi birinci işletmeciye verirken, «Allah´ın rızık olarak verdiği aramızda yarı yarı-yadır.» demiş

olsa, o zaman mâlik şartına binaen ikinci işletmecinin yap-tığı kârın yarısına sahip olur. Birinci

işletmeci kârın altıda birini, ikinci işletmeci de aralarındaki şarta göre kârın altıda ikisini alır.

Sermaye sahibi sermayeyi birinci işletmeciye verirken, «Allah´ın sa-na rızık olarak verdiğine yarı

yarıya ortağız.» dese, o zaman kârın üçte biri ikinci işletmeciye, mâlikin sermayeyi verdiği zamanki

sözüne itibar edilerek de kârın geri kalan kısmı kendisi ile birinci işletmeci arasında yarıya taksim

edilir. Buna göre her birine kârın üçte biri düşmüş olur.

Sermaye sahibi, sermayeyi verirken, «Kazandığın aramızdadır.» ve-ya «Senin kazandığın

aramızdadır.» veya benzeri bir söz söylemiş ol-sa veya birinci işletmeci ikinci işletmeciye kârın üçte

birinden fazla ya da eksiğini şart kılmış olsa, o zaman ikinci işletmeciye şart kılınan kı-sım çıktıktan

sonra kârın kalan kısmı mâlik ile birinci işletmeci arasın-da taksim edilir.

Mal sahibi işletmeciye, «Kazandığın aramızda yarı yarıyadır.» dese, o da sermayeyi ikinci bir

işletmeciye, kârın yarısı şartı ile verse, o za-man kârın yarısı ikinci işletmeciye, geri kalan yarısı da

mâlik ile birinci işletmeciye yarı yarıyadır. Çünkü birinci işletmecinin kazandığı yalnızca kârın

yarısıdır.

Mal sahibi sermayeyi verirken işletmeciye, «Allah´ın rızık olarak verdiğinin yarısı benimdir.» veya

«Allah´ın fazlından verdiği aramızda yarı yarıyadır.» dese, birinci işletmeci de sermayeyi kârın yarısı

ile ikinci bir işletmeciye verse, o zaman kârın yarısı mal sahibinin, diğer yansı da ikinci

işletmecinindir. Birinci işletmeciye ise hiçbir hak yoktur. Çünkü o, hakkını ikinci işletmeciye

vermiştir.

Birinci işletmeci ikinci işletmeciye kârın üçte. ikisini şart kılarsa, kârın altında birine de zamin olur.

Çünkü birinci işletmeci kârın üçte ikisinin teslimini borçlanmıştır.

İşletmeci kârın üçte birini mâlike, üçte birini mâlikin kölesine -mu-sannifin işletmeciye çalışması

şartıyla mâlikin kölesine de pay ayır-ması bir kayıt değil, adet üzere olan bir sözdür- üçte birini de

kendi-sine şart kılarsa, bu geçerlidir. Bu durumda işletmeci sanki kârın üçte ikisini kölenin

efendisine yani mâlike şart kılmış gibi olur. Bütün kitap-larda da böyledir. Burada metnin ve şerhin

bazı nüshalarında yanlışlar vardır, dikkatli olunuz.

İZAH

«İkinci bir şahsa mudarebe etme izni verse ilh...» Bu ifade, metnin gecen kısmındaki «izinsiz»

tabirinden anlaşılmaktadır.

«Şartına binâen ilh...» Çünkü mâlik sermayeyi verirken kârın ta-mamının yarısını kendisine şart

kılmıştır.

«Kalan ilh...» Burada bu kelimenin düşürülmesi daha uygundur. Hâlebî. Aslında geri kalan birinci

işletmecinin ikinci işletmeciye şart kıl-dığının fazlasıdır. Zira birinci işletmecinin ikinci, işletmeciye

vereceği kâr nisbeti yalnız kendi hissesinden verilir. Birinci işletmeci ikinci işletmeci-ye mâlikin

payından herhangi birşey vermeye yetkili değildir. Zira o, kârın kendi payı olan yarısından, kârın

tamamının üçte birini ikinci iş-letmeciye vermeyi kabul etmiştir. O zaman kârdan yalnız altıda bir

kal-mıştır. Bu da şarta binaen birinci işletmecinin hissesine düşmektedir.

Bu hususta Bahır´da şöyle denilir: «Bu kâr hepsine helâldir. Çünkü ikinci işletmeci birinci

işletmecinin yerine çalışmış olmaktadır. Bu, müş-terek bir işçinin kendi ücretinin bir kısmı

karşılığında bir başkasını ye-rine çalıştırması gibidir.»

«Mâlikin kölesine ilh...» Musannıf burada, «mâlikin kölesi» tabiri ile takyid etmiştir. Zira

işletmecinin kendi kölesine çalışması şart koşulma-dan kârdan bir payın şart koşulması caiz

değildir. Köle borçlu olduğu takdirde köleye kârdan şart kılınan hisse mâlikin olur. Köle borçlu

de-ğilse, böyle bir şart geçerli değildir. Kölenin çalışması ister ayrıca şart kılınsın, ister kılınmasın.

Ona şart kılınan kâr, işletmecinin olur. Bahır.

Burada âkidin, «efendi» olması ile kayıtlanmasının sebebi, buradaki kölenin ticarete izinli olmayan

bir köle olduğunun gösterilmek isten-mesidir. Çünkü ticaretle izinli kölenin bahsi ileride gelecektir.


Musannıfın, «mâlikin kölesi» sözü, mükâtebi de içine almaktadır. Yani mal sahibinin mükâteb

kölesine de kârdan bir hissenin şart kılın-ması geçerlidir. İşletmecinin mükâtebine kârdan bir

hissenin şart kılın-ması da geçerlidir. Lâkin ister mâlikin ister işletmecinin olsun, mükâtebin

çalışması şarttır. Burada mükâtebe kârdan şart kılınan hisse efen-disine değil, kendisine verilir.

Eğer mükâtebin veya kölenin çalışması şart kılınmazsa, mudarebenin kârından bir hissenin ona

şart kılınması caiz değildir. Bunun gibi, çalışması şart kılınarak ecnebi birisinin de kâra ortak

edilmesi halinde mudarebe geçerli olur. Eğer çalışması şart kılınmamışsa, ona şart kılman hisse

mal sahibinin olur. Kılman şart bâ-tıldır. Bahir. Bu husustaki açıklama ileride gelecektir.

Bu konuda işletmecinin veya mâlikin karısı ve çocukları da ecnebi gibidir. Nihâye´de de böyledir.

Bahır.

Kölenin çalışmasının şart kılınması kaydı, mal sahibinin işletmeciyle birlikte çalışmasından

kaçınmak içindir. Zira sermaye sahibinin işletme-ciyle çalışmasını şart kılmak, mudarebeyi fasit

eder. İleride geniş açık-lama gelecektir.

«Efendisine ilh...» Lâkin efendi, kölenin kârdan olan üçte bir hak-kını kayıtsız şartsız alamaz. Bunun

illeti Tebyîn adlı eserde mevcuttur. Tebyîn´de özetle şöyle denilir: «Eğer köle borçlu değilse onun

kârdan olan hissesi, çalışması ister şart kılınsın, ister şart kılınmasın, efendisi-ne aittir. Eğer köle

borçlu ise ve efendisi onun çalışmasını şart koş-muşsa, efendi de diğer alacaklılar gibi olur. Çünkü

köle efendisinin ma-lında işletmeci gibidir. Kazancı kendisine aittir. Kazandığını alacaklıları, onun

borcu yerine alırlar.

Efendi (malik), kölenin çalışmasını şart kılmamışsa, o zaman, kö-le akitten ecnebidir. Sanki onun

hakkında hiç konuşulmamış gibi olur. Bu sebeble onun hissesine düşen kâr efendisinindir. Çünkü

o kâr, efen-dinin mülkünün geliridir. Efendinin kârdan hissesinin beyânı şart olma-dığı gibi,

işletmecinin hissesinin beyânı da şart değildir. Zira işletmeci ecir -ücretli işçi- gibidir.

«Metnin ilh...» Ben metnin bir nüshasında şöyle gördüm: «Eğer iş-letmeci ikinci işletmeciye kârın

üçte ikisini, çalışması şartıyla mâlikin kölesine kârın üçte birini ve kendisine de üçte birini şart

kılarsa, geçerli olur.» Görüldüğü gibi bu ifade bozuktur.

Şerhte de şuna benzer yanlışlar vardır: «Musannıf´ın «Kölenin işletmeciyle çalışması» sözü bir kayıt

değil alelade bir sözdür. Şart geçerli-dir ve kölenin kârı da efendinindir. Eğer kölenin çalışmasını

şart kıl-mazsa, o zaman caiz değildir.» Görüldüğü gibi bu ifadenin ihtiva ettiği mânâ da yanlıştır.

Hâmiş´te de böyledir.

METİN

Ticarete izinli bir köle bir yabancı ile mudarebe akti yapar ve efen-disinin çalışmasını şart kılarsa,

eğer köle borçlu değilse, bu akit geçerli değildir. Çünkü bu, çalışmayı mâlike şart kılmak gibidir.

Eğer köle borçlu ise, akit geçerli olur. Zira o zaman efendi kölenin kazancına mâlik ola-maz.

Mudarebede sermaye sahibinin işletmeci ile çalışmasının şart kılın-ması mudarebe aktini fasit kılar.

Çünkü malın tahliyesine mani olur ki bu da sıhhate manidir.

İşletmecinin ikinci işletmeci ile çalışmasını şart kılmak veya serma-ye sahibinin ikinci işletmeciyle

çalışmasını şart kılmak da mudarebe ak-tini fasit kılar. Fakat mükâtab efendisi ile mudarebe yapsa

ve efendisinin çalışmasını şart kılsa, öncekinin aksine bu, mudarebe aktini fasit kılmaz.

İşletmeci kârın bir kısmını fakirlere veya hac yapmaya veya köle azad etmeye veya karısına veya

mükâtebine şart kılsa, akit geçerli fa-kat şart geçerli değildir. Bu şart kılman mal sahibinindir.

İşletmeci kârdan bir kısmını dilediğine vermeyi şart kılsa, eğer ken-disine veya mal sahibine

vermeyi dilerse, akit de, şart da geçerlidir. Eğer bir ecnebiye vermeyi dilerse, şart geçerli değildir.

İşletmeci kârın bir kısmını bir ecnebiye şart kıldığı zaman o ecnebi-nin çalışmasını da şart kılarsa,

şart geçerli olur. Fakat mudarebede ça-lışmasını şart kılmazsa şart geçerli olmaz.

Lâkin Kûhistânî, «Mutlaka geçerlidir. Eğer ecnebinin çalışması da şart kılınmışsa, şart kılınan

ecnebinin olur. Eğer çalışması şart kılınmamışsa, bu şart kılınan miktar mâlikin olur.» diyerek

bunun Bercendî ve diğerlerinin aksine olarak Zahîre´ye dayandırmıştır. Düşün.

İşletmecinin, kârın bir kısmını kendisinin veya mâlikin borcuna şart kılması caizdir. Kime şart

kılınmışsa, o onunla borcunu öder. Onun bu hisseyi alacaklısına hemen vermesi de gerekmez.

Bahır.

İZAH

«Mudarebede sermaye sahibinin işle...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

08 Şubat 2010, 00:27:47
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 08 Şubat 2010, 00:27:47 »

MÜTEFERRİK MESELELER FASLI

METİN


İşletmecinin sermayenin hepsini veya bir kısmını sermaye sahibine mudarebe olarak değil kâr ve

meccânen satmak (bidâa) üzere vermesi, daha önce de geçtiği gibi, mudarebeyi ifsat fasit kılmaz.

Hidâye´nin. «malın bir kısmı» ile kayıtlaması ihtirazı değil, ittifakîdir. İnâye.

Mal sahibi, işletmecinin izni olmadan mudarebe malını alarak sat-sa, eğer sermaye nakit ise

mudarebe ibtal edilir. Çünkü o zaman mal sahibi kendi nefsi için çalışmış olur. Eğer mudarebe malı

ticaret eşyası ise, mudarebe bâtıl olmaz. Çünkü bu takdirde, açık bozma söz konusu olmaz. Bu

daha uygundur. İnâye.

Mal sahibi sonra, mudarebe malını emtia ile satsa, muradebe devam eder. Eğer nakit ile satarsa,

mudarebe bâtıl edilir. Bu daha önce geç-mişti.

İşletmeci, mudarebe malı ile bir gün dahi olsa sefer yapmış olsa, onun yemesi, içmesi, elbisesi, kira

dahi olsa bineceği hayvanı, tüccar-ların adetinden olan bütün ihtiyaçları, eğer mudarebe fasit değil

sahih ise, örf üzere mudarebe malındandır. Eğer mudarebe fasit ise, onun için nafaka yoktur. Zira

o, malı meccânen satan kimse vekil ve ortak -Kâfî- gibi ücretli işçidir. Ortakta ihtilâf vardır.

İşletmeci kendi şehrinde çalışırsa, bu şehir ister doğduğu ister da-ha sonra yerleştiği bir yer olsun,

o zaman onun nafakası, zahir kavle göre tedavi masrafları kendisine ait olduğu gibi, kendi

malındandır.

İşletmeci bir şehirde ikâmeti murad eder de orayı vatan edinmezse, nafakası kendisine aittir, İbni

Melek. Mudarebe malını orada almadığı müddetçe. Çünkü o, mudarebe malı için o şehirde

durmamıştır.

İşletmeci kendi malı ve mudarebe malı ile yolculuğa çıksa veya mal sahibinin izni ile kendi malıyla

mudarebe malını karıştırsa veya iki ayrı insanla mudarebe yapıp birbirine karıştırmadan onların

mallarıyla yol-culuğa çıksa, nafakasını malların oranına göre her ikisinden alır. Mem-leketine

döndüğü zaman nafakası için aldığından artanı iade eder. Mecmâ. Adetten fazla birşey yerse, ona

zamin olur.

İZAH

«Mudarebe olarak değil ilh...» Çünkü mudarebe olarak verirse, fa-sit olur. Zeylâî de buna tabi

olmuştur. Bunun mefhumuna´ göre, işletme-ci mal sahibine mudarebe malını mudarebe için verse,

birinci mudarebe fasit olur. Halbuki fasit olan birinci değil ikinci mudarebedir. Bidâye´de olduğu

gibi.

Bahır´da şöyle denilir: «Musannıfın burada meccânen satma ile ka-yıtlaması ittifakîdir. Zira

mudarebe, malının mal sahibine mudarebe için verilmesi halinde birinci mudarebe, fasit olmadığı

gibi ikinci mudarebe de fasit olmaz. Çünkü mudarebe, mal sahibinin malı, işletmecinin emeği

üzerine yapılan şirket aklidir. Burada ise mal yoktur. Eğer buna ce-vaz vermiş olsak, o zaman

konunun değişmesi gerekir. Böyle bir akit geçerli olmayınca, işletmecinin emri ile mal sahibinin

çalışması kalır.

O zaman birinci mudarebe bâtıl olmaz. İşte bundan anlaşılıyor ki, her ne kadar mudarebe ismi

verilse de bu, meccânen satış için vermek demektir. Burada meccânen satış için vermeden maksat,

yardım istemek-tir. Çünkü burada gerçek, meccânen verme yoktur. Gerçek meccânen satış için

verme, mal meccânen satışa verenden, emek de diğerinden olmak üzere yapılan akittir. Yalnız

işçiye kâr değil, ücret verilir. İşte ki-tabın bu meselesinden anlaşılan, bir ecnebi ile de meccânen

satış için mal vermenin öncelikle caiz olduğudur.»

«Geçtiği gibi ilh...» Yani birşey kendi mislini kapsamına almaz.

«Ticaret eşyası ise ilh...» Ticaret eşyası olan mudarebe malını satsa.

«Geçtiği gibi ilh...» Çünkü mal sahibi bu durumda kendi nefsine çalışmış olur. Hâmiş´te şöyle

denilmiştir: «Mal sahibi ticaret eşyası kabilin-den olan mudarebe malını nakit para karşılığında

satsa, sonra o nakil-le yine mal alsa, ikincisinden değil, birinci malın kârından işletmeciye hisse

vardır. Çünkü malı sattığında mudarebe malı nakit olmuştur. Mudarebe malının nakit oluşu da

mudarebeyi bozar. Mal nakit olduktan sonra o nakitle aldığı şey artık kendi nefsindedir. Malı benzeri

olan bir mal ile satsa veya ölçülecek tartılacak cinsten birşeyle satsa, sattığından da kâr etse, o kâr

ikisinin arasında belirlenen şartlara göre taksim edi-lir. Bahır. Minâh Mebsût´tan.

Çünkü mal sahibi müdarebe malı ticaret eşyası olduğu sürece bozmaya yetkili değildir.


«Bir gün dahi olsa ilh...» Çünkü nafakanın mudarebe malından olu-şunun illeti, işletmecinin o mal

için evinde değil, dışarda kalmasıdır. Bun-dan anlaşılıyor ki, buradaki seferden maksat, şer´î sefer

değil, evinde geceleme imkânı olmamasıdır. Eğer aynı gün evine dönmesi mümkün ise, o zaman

kendi şehrinde kalmış gibidir ve ona nafaka yoktur. Bahır.

«Ücretli işçidir ilh...» Yani işletmeci, fasit mudarebede yalnız üc-retli işçidir.

«İhtilâf vardır ilh...» Zira Nihâye´de nafakanın şirket malından ve-rilmesinin gerektiği vücûbiyeti

açıkça belirtilmiştir.Minâh. Bu hususta Mecmâ şerhinde İmam Muhammed´den bir rivayet

yapılmıştır.

Hâmidiye´nin, Şirket Kitabı bahsinde, Minâh üzerine yazdığı haşi-yesinde Remlî´nin şöyle dediği

rivayet edilmiştir: «Ben derim ki, Haniye´ den naklen Tatarhâniye´de, İmam Muhammed´in, «İstihsan

deliline göre böyledir.» dediği zikredilmiştir. Yani ortağın nafakasının şirket malından gerekli

olması istihsana dayanır. Nerede İstihsan varsa, onun amel edil-melidir. Zira birkaç mesele istisna

olmak üzere bütün meselelerde istihsanla amel edilir. Bu mesele ise istihsandan istisna edilen

meseleler-den değildir.» Minâh üzerine Hayreddin.

«Mutfarebe malını orada almadığı sürece ilh...» Yani kendisine va-tan edinmeden bir şehirde ikâmet

etmeye niyet etse, o şehirde kaldığı sürece nafakası kendisine aittir. Yok eğer mudarebe malını o

şehirde almışsa, o zaman nafakası mudarebe malındandır. Bu ifadede bilmece-lere benzer şekilde

bir icaz olduğu açıktır.

Bahır´da şöyle denilmiştir: «İşletmeci Basra halkından olduğu hal-de misafir olarak geldiği Kûfe´de

mal alınsa, Kûfe´de kaldığı sürece mu-darebe malından nafaka alamaz. Kûfe´den çıkarsa, Basra´ya

gelene ka-dar nafakası, mudarebe malındandır. Çünkü onun Kûfe´den çıkışı mudarebe malı içindir.

Basra´da kaldığı sürece de nafakasını mudarebe malından alamaz. Çünkü Basra onun asıl

vatanıdır. Basra´daki ikâmeti de mudarebe için değil, vatanı olduğu içindir. Basra´dan çıksa, Kûfe´ye

varıncaya kadar nafakası yine mudarebe (nalındandır. Çünkü Küfe, onun ikâmet vatanıdır. İkâmet

vatanı da seferle ibtal edilir. Tekrar oraya dön-düğünde orası onun vatanı sayılmaz. İkâmeti ise

mudarebe malı için-dir. Bidâye, Muhit ve Fetâvâ-yı Zahîriye´de de böyledir.»

Bahır´ın ifadesinden zahir olan Basra olduğu gibi Kûfe´de ada-mın vatanı olmuş olsa, Kûfe´de

kaldığı sürece mudarebe malından na-faka alamaz. Ancak yoldaki nafakası mudarebe malmdandır.

Tatarhâniye´nin on beşinci faslında bu meseleyi açıkça gördüm.

T. Mekki´den o da Mebsut´tan şöyle nakletmiştir: «İşletmeci evlense, evlendikten sonra orayı vatan

edinse, mudarebe malından nafakası zail olur. Çünkü evlendikten sonra onun kalışı ailesi içindir.

Bu da asli vatanı gibi olur»

«Karıştırırsa ilh...» Veya yaygın bir örf ile karıştırırsa. Geçtiği gibi işletmeci bundan zamin olmaz.

«Mal sahibinin izniyle ilh...» O zaman bu, mülk şirketi olur ki, bu da mudarebeye aykırı değildir.

Bunun benzerini daha önce zikretmiştik. Meselâ, mal sahibi işletmeciye yarısı karz, yarısı

mudarebe için olmak üzere bin dirhem verse, sahihtir. Bu bin dirhemin her yarısının kendi başına

bir hükmü vardır. Bununla birlikte mal da müşterektir ve mülkiyet şirketidir. Ki, mudarebeye zamin

değildir. Bundan anlaşılmaktadır ki, bu şarihin yukarıda Kâfi´den naklen yazdığına değildir. Orada

şöyle ya-zılmıştı:. «Ortak için şirkette nafaka yoktur.» Anla.

Doğru olan, «Mudarebe ibtal edilmez.» denilmeseydi.

«Onların mallarıyla ilh...» Bu iki maldan birisi meccânen satış için olursa, onun nafakası mudarebe

malındandır. Ancak meccânen satış için de çalışıyorsa, ona çalıştığı zamanki nafakası meccânen

satış için alınan maldan değil kendi malındandır. Yalnız meccânen satış için malı veren, ona nafaka

için izin verirse, nafakasını bu maldan alır. Çünkü işi teberru olarak yapmak üzere almıştır.

Tatarhâniye, onbeşinci fasıl Muhit´ten.

Yine Tatarhâniye´de İtâbiye´den naklen, «Eğer işletmeci yolculuktan mal sahibinin ölümünden

sonra dönerse, işletmeci kendisine ve köle-sine mudarebe malından infâk etmek hakkına yine

sahiptir. Mal sahibi yemesini yasaklarsa bile yiyebilir. Eğer mal sahibi ona, mudarebe malı nakte

çevrildikten sonra mudarebe malından yemeyi yasakladığını ya-zarsa, o zaman dönüşünde

mudarebe malından nafaka alamaz.» denil-miştir.

METİN

İşletmeci, mudarebe sırasında, daha sonra mudarebe malından al-mak üzere kendi malından yerse,

alması hakkıdır. Mudarebe malı he-lak olursa, işletmeci sermaye sahibinden birşey alamaz.


Mâlik, işletmecinin mudarebe malından harcadığı parayı nafakayı, eğer malda kâr v...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

08 Şubat 2010, 00:29:45
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 08 Şubat 2010, 00:29:45 »

METİN

Elinde iki bin dirhem sermaye olan işletmeci mâlike, «Sen bana bin dirhem verdin, bin dirhem de

ben kâr ettim» dese, mâlik de iki bin dirhem verdiğini iddia etse, burada makbul olan söz

işletmecinindir. Çünkü kabzedilen paranın miktarında bunu teslim alan ister emin, ister zamin

olsun, söz parayı alanındır. Nitekim kabzı tamamen inkâr etse de söz yine onundur.

Mâlik ile işletmeci hem sermaye hem de kârın meblâğında ihtilâf etseler burada makbul olan söz

yalnız mal sahibinindir. Çünkü kâr onun tarafından istifade edilir. Bunlardan hangisi delil ikâme

ederse, delili kabul edilir. Eğer her ikisi de delil ikâme ederlerse, sermayenin ziya-deleşmesi

üzerine mal sahibinin getirildiği delil makbuldür. İşletmecinin ise kârdaki ziyadeleşme iddiası

üzerine getireceği delil makbuldür.

Musannıf burada ihtilâfı kârın meblâğı ile kayıtlamıştır. Bunun sebebi, ihtilâf kârın vasfında olduğu

zaman, makbul olan sözün mal sahibinin olmasıdır. Bundan ötürü Musannıf şöyle demektedir:

Üzerinde bin dirhem olan kimse o bin dirhemle iki bin dirhem kazandığı halde, «Sermaye olan bin

dirhem bana nısıfla (yarı yarıya) mudarebe idi.» dese, mâlik de bu-na karşılık, «Sana mudarebede

olarak değil, meccânen işletmen için vermiştim. Kârın hepsi benimdir.» dese, burada makbul olan

söz mâlikindir. Çünkü mâlik münkirdir.

Elinde bin dirhem olan işletmeci, «Bu bana karz verilmiştir.» dese, mal sahibi ise, «O karz değil,

meccânen işletme için veya vedia veya mudarebe olarak verilmiştir.» dese burada makbul olan söz

mal sahibi-nindir. Delilde ise, işletmecinin delili makbuldür. Çünkü işletmeci tem-liki iddia ediyor,

mâlik ise ona olan temliki inkâr ediyor.

Fakat mâlik sermayeyi karz olarak verdiğini işletmeci ise mudarebe için verdiğini iddia ederse,

burada söz, işletmecinindir. Çünkü işletmeci dımânı inkâr etmektedir. Bu meselede işletmeci veya

mal sahibinden hangisi delil ikâme ederse, kabul edilir. Fakat her ikisi de delil ikâme ederse, mal

sahibinin delili daha uygundur. Çünkü onun isbatı daha fazladır.

Mâlik ile işletmeci mudarebenin çeşidinde ihtilâf etseler meselâ iş-letmeci mudarebenin umumî

veya mutlak, mâlik ise hususî olarak akdedildiğini iddia etse, burada makbul olan söz

işletmecinindir. Çünkü iş-letmeci mudârebedeki asla sarılmıştır.

İZAH

«Hem sermayede ilh...» Yani sermayede ihtilâf etseler.

«Kârın ilh...» Bunun şekli şöyledir: Ma! sahibi, «Sermaye iki bin dir-hemdir ye ben sana kârın üçte

birini şart kıldım.» dese, buna karşılık iş-letmeci, «Sermaye bin dirhemdir, buna kârın yarısını şart

kıldın» dese.

«Yalnız ilh...» Yani sermayede değil, yalnız kârda söz, mal sahibinindir. Çünkü sermayede söz

işletmecinindir. Nitekim bu husus yukarıda açıklanmıştır.

«Delil ilh...» Çünkü sermayenin ziyadeliği hususunda mal sahibinin delili isbat yönüyle daha

fazladır. İşletmecinin delili ise kârın ziyadeliğinde isbat yönüyle, daha fazladır. Zeylâî´de olduğu gibi.

Bu açıklamadan ve vasıftaki ihtilâf meselesinden anlaşılıyor ki, ser-maye sahibi mudarebeyi iddia

ettiğinde sermayeyi çalıştıran kişi mudarebeyi değil inan şirketini iddia etse ve «İnan Şirketi için


malda şu var.» dese ve her ikisi de bu iddiaları üzerine delil ikâme etseler, sermayeyi ça-lıştıranın

delili daha uygundur. Çünkü onun delili maldan bir hisse isbat ettiği gibi. o hissenin vasfını da isbat

etmiştir. Sâyıhânî.

«Söz mâlikindir ilh...» Çünkü işletmeci kendi amelini veya mal sa-hibinden taraf bir şartın olduğunu

ve şirketi iddia ediyor. Mâlik ise bu iddiayı inkâr ediyor. Minah.

«İşletmeci ilh...» Musannıf burada, «işletmeci» değil, «tasarruf eden» deseydi daha uygun olurdu.

«Karz ilh...» Kârın hepsinin kendisinin olması için.

«Söz işletmecinindir ilh...» Hâniye´de, Gâyetü´l-Beyân´da, Zeylâî´de ve Bahir adlı eserlerde de

böyledir. Bunu İbni Şıhne Nihâye ve Tecrid´in şerhinden aynen nakletmiştir. İbni Vehbân Nazm´ında

iki görüşü de zikretmiştir.

Molla Ali´nin Mecmua´sında Mecmuatü´l-Ankaravî´den onun da Serahsî´nin Muhit´inden aldığı şu

ifade bulunmaktadır: «Mal sahibi serma-yenin karz olduğunu iddia etse, onu kabzeden de

mudarebe olduğunu söy-lese, bu iddia eğer tasarruftan sonra ise, makbul olan söz ve delil mal

sahibinindir. Kabzeden ise sermayeye zamindir. Eğer iddia tasarruftan önce ise, makbul olan söz

işletmecinindir. İşletmecinin üzerine dımân yoktur. Çünkü her ikisi de sermayenin kabzının

sermaye sahibinin izni ile olduğunu doğrulamışlardır. Mal sahibi karz olduğunu da isbat

ede-memiştir. Zira kabzeden karzı inkâr etmiştir.»

Yine Molla Ali´nin Mecmua´sında Zehîre kitabının dördüncü faslın-dan bu meselenin misli

nakledilmiştir. Bunun benzeri Kitabü´l-Kâvl-i Limen´de, Gânim-i Bağdadî´den onun da Veciz´den

naklettiğinde mevcut-tur. Bunun benzeri ile Memâlik-i Osmanî´nin müftisi Ali Efendi de fetva

vermiştir.

İbni Nüceym´in Fetâvâ´sında. «Makbul olan söz, mal sahibinin sözü-dür.» denilmiştir.

Haniye ve Tenvîr´de olanın, «Tasarruftan önceki iddiada makbul olan söz tasarruf edenindir. Buna

göre mutlak olan mukayyete hamledilir. Çünkü hadise ve hüküm birdir. «Tevkif ALLAH´tandır.»

şeklinde olması mümkündür. Mecmua-i Molla Ali´den özetle.

«Asla ilh...» Zira mudarebede asıl umumdur. Çünkü mudarebeden ka-sıt, kâr taleb etmektir. Umum

ile ıtlak ise maksuda uygundur. «Burada makbul olan söz işletmecinindir.» sözü işletmeci ile

mudarıbla sermaye sahibi, sermayenin tasarrufundan sonra anlaşmazlığa düşmüşlerse doğ-rudur.

Eğer anlaşmazlık tasarruftan önce ise söz mâlikindir. Mâlik ta-sarruftan sonra umumu iddia etse,

işletmeci ise hususu iddia etse, mak-bul olan söz mâlikin olması da böyledir. Dürr-ü Müntekâ.

METİN

Mal sahibi ile işletmecinin her biri, başka tür bir ticaret iddia etse-ler, burada makbul olan söz,

mâlikin, delil ise işletmecinindir. O halde işletmeci, tasarrufunun sıhhatine dair delilini ikâme

ederse ona dımânın nefyi lâzım gelir. Delillerin ikâmesi için vakit tayin edilse, hüküm, sonraki delil

ile verilir. Eğer delil için vakit tayin edilmemişse o zaman sermaye sahibinin delili makbuldür.

PRATİK MESELELER:

Yetimin vasisinin onun malını mudarebe yoluyla çalıştırması caiz-dir. Tarsusî bunu vasinin emsali

işletmecilerin aldığı kârdan fazla ala-mayacağı ile kayıtlamıştır, bu konunun tamamı Vehbâniye

şerhindedir.

Vehbâniye şerhinde şöyle denilir: «İşletmeci ölse, geriye bıraktığı servetin içinde murarebe malı

bulunmasa, o mal onun terekesinde deyn (borç) olarak kalır.»

İhtiyar adlı eserde de, «İşletmeci gümrükçü ve benzerine şerrini def-etmek için verdiği rüşveti

zamin olur. Çünkü bu verilen rüşvet ticaret işlerinden değildir. Lâkin Mecmuü´l-Fetâvâ´da,

zamanımızda zamin ola-mayacağı açıkça zikredilmiştir. Bu hususta vasi de işletmeci gibidir.

Çün-kü bunların ikisi de maslahatı kastederek yapmışlardır. Vedîa babının sonunda buna dair bahis

gelecektir.»

Mecmaü´l-Fetâvâ´do da şöyle denilir: «İşletmeci, mudarebe serma-yesi ile mal alsa, «Büyük kâr

bulana kadar bunu satmayıp elimde tu-tacağım.» dese, mâlik de onun satmasını arzu etse, eğer

malda kâr var-sa işletmeci malı satmaya zorlanır. Çünkü yukarıda geçtiği gibi işletme-ci ücretle

çalışmaktadır. Ancak işletmeci mâlike, «Senin sermayeni ve kârdan hisseni vereceğim.» derse, o

zaman da mâlik bunu kabule zor-lanır.»

Bezzâziyye´de, «Bir kimseye yarısı hibe, yarısı mudarebe olmak üze-re bin dirhem verilse, verilen

mal helak olsa, hibe olarak verilen hisse-ye zamindir.» denebilmiştir.


Ben derim ki: Kendisiyle fetva verilen görüş şudur: Mutlaka zamin değildir. Ne mudarebe için

verilen -çünkü o emanettir- kısma, ne de hibe edilen -çünkü bu hibe fasittir- kısma zamindir.

Kendisiyle fetva verilen ve mutemed olan görüşe göre, o hibeye kabızla malik olur. Yakında

ge-leceği gibi onda da dimân yoktur.

İşte bu sebeble Vehbâniye´nin, «Birisi diğerine beşi hibe olmak üze-re on dirhem verse, o beş

dirhemi alan adam, helak etse, ona zamin olur.» sözü zayıftır.

İZAH

«Her biri başka tür bir ticaret iddia etseler ilh...» Meselâ, birisi, «kumaş ticareti» derken diğeri,

«buğday ticareti» dese.

«Mâlikin ilh...» Çünkü onlar mudarebenin hususî olduğunda ittifak etmişlerdir. O zaman muteber

olan söz, tarafından izin alınan kimsenin sözüdür. S.

«Geçerli olduğuna dair ilh...» Yani o zaman delil, dımânı kaldırmak için değil, tasarrufunun geçerli

olması içindir. Çünkü dımânın kaldırıl-ması için delil getirse, kabul edilmez.

«Vakit tayin edilse ilh...» Yani sermaye sahibi, «Ben sana Ramazan ayında kumaş ticareti üzerine

çalışman için mudarebe için verdim.» dese, işletmeci de, «Hayır, sen bana Şevval ayında yiyecek

maddeleri alıp satmam için verdin.» dese ve her ikisi de delil ikâme etseler.

«Hüküm sonraki delil ile verilir ilh...» Çünkü iki şarttan sonuncusu öncekini nesheder.

«Vakit tayin ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 08 Şubat 2010, 00:36:51 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes