> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Cihad
Sayfa: 1 [2]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Cihad  (Okunma Sayısı 4509 defa)
02 Mart 2010, 22:30:55
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #5 : 02 Mart 2010, 22:30:55 »



MÜSTEMİNİN HÜKÜMLERİ BÂBI



Müstemin: Hem emân isteyen, hem de kendisine emân verilen kimse demektir. Fıkıh ıstılahında; gerek müslüman gerek harbî (kâfir) olsun, başka bir milletin memleketine emân (pasaport) ile giren kimsedir. Bir müslüman emânla dar-ı harbe girerse kendisine onların kanlarından, mallarından, namuslarından bir şeye dokunması haramdır. Çünkü müslümanlar şartlarında sabittirler. Şayet onlardan bize izinsiz bir şey çıkarırsa ahdini bozduğu için ona haram olarak mâlik olur ve onu tasadduk etmesi vâcib olur.

Musannıf "dar-ı harbe emânla giren bir müslüman onlardan bize izinsiz bir şey çıkarırsa" diye kayıdladı. Çünkü onlardan bir şey gasbetse, onların memleketlerinde bulundukça onu onlara vermesi vâcibdir. Ama esir olan bir kimse - her ne kadar kâfirler bu esiri kendi rızalarıyla bıraksalar bile- müstemin gibi olmayıp hırsız gibi olduğundan kendisine onların mallarını alması kendilerini öldürmesi caizdir. Fakat kadınlarına dokunması meşru değildir. Kadınların helâl olması ancak mâlik olmakladır. Şu kadar var kî esir olan kimse dar-ı harbde esir olan zevcesini yahut ümmi veledini yahut müdebberesini orada bulup onlara kâfirler cinsî yakınlıkta bulunmuşlarsa, onlar kendisine mubahtır. Çünkü kâfirler onlara mâlik olmamalardır. Eğer kâfirler onlara cinsî yakınlıkta bulunmuşlarsa mülk şübhesi için iddet vâcib olur. Cariyesini dar-ı harbde bulursa ona cinsî yakınlıkta bulunması kendisine mutlak surette helâl delildir. Dar-ı harbde bir kâfir, müstemini satışla veya ödünç vermekle borçlandırsa yahut müslüman müstemin kâfiri satışla veya ödünç vermekle borçlandırsa yahut birisi diğerinin malını gasbetse, sonra islâm memleketine gelseler hiç birisine bir şeyle hüküm olunmaz. Çünkü kâfir müstemin dar-ı harbde iken İslâm hükmünü kabul etmeyip bilâkis gelecekte olacak hükümleri kabul etmiş olur. Ancak müstemin müslümana kâfirden gasb veya borç yoluyla almış olduğu şeyleri diyâneten geri vermesi için fetva verilir. Çünkü emânla onlara hainlik etmemeyi kabul etmiştir. Ama kazaen hüküm olunmaz.

İki kâfirden biri diğerine borç verse veya biri diğerinden gasb yoluyla bir şey alıp sonra bu iki kâfir müstemin olarak İslâm memleketine gelseler yine hiç birisine bir şeyle hüküm olunmaz. Dar-ı harbden bir kâfir ile bir müslüman İslâm ordusuna gelip müslüman, kâfirin kendisinin esiri olduğunu iddia edip kâfir ise "ben emanla çıktım" dese kâfirin sözü kabul edilir. Ancak esir olmasına iple veya zincirle bağlı olması gibi bir alamet bulunursa, görünüşe göre hüküm verilerek müslümanın sözü kabul edilir, iki kâfir müslüman olarak İslâm memleketine gelip muhakeme olsalar aralarında din ile hüküm olunur. Çünkü din ile hükmedil-meşine razı olmuşlardır. Ama gasp dâvalarında din ile hüküm olunmaz. Çünkü kâfirlerin istilâ etmesi bahsinde geçtiği üzere gasbeden kimse dar-ı harbte gasbetmiş olduğu şeye mâlik olur.

Emânla dar-ı harbe giren iki müslümandan biri gerek kasden gerekse hataen diğerini öldürmüş olsa -dar-ı harbde haddin düştüğü gibi kısas da düşeceği için - katilin öldürdüğü kimsenin diyetini kendi malından vermesi vâcib olur. Çünkü iki memleket birbirinden ayrı olduğu için âkilenin katili korumaları mümkün olmadığından kendilerine bir şey lâzım gelmez. Hataen öldürmede ayrıca keffâret de vâcib olur. Çünkü hataen öldürmede keffâretin vâcib olması hususundaki âyet-i kerîme mutlakdır. Dar-ı harbde iki esirden biri diğerini hataen öldürürse, kendisine ancak keffâret lâzım olur. Kasden öldürürse kendisine hiç bir şey lâzım gelmez. Çünkü esir olmasıyla kâfirlerin elinde bulunduğu için onlara tâbi otur da kendisine saldırılması vaktinde ´kıymeti gerektiren dokunulmazlığı düşmüş olur. Bu yüzden gerek hataen gerekse kasden öldürülmesinde diyet vâcib olmaz. Nitekim bir müslüman dar-ı harbde bir esiri veya orda müslüman olmuş bir kimseyi öldürse - bu öldürülen kimsenin vereseleri dar-ı harbde olurlarsa - bakılır; eğer hataen öldürmüşse kendisine yalnız kefaret lâzım gelir. Kasden öldürmüşse kendisine hiç bir şey lâzım gelmez. Çünkü öldürülen kimse İslâm memleketine gelip kendisini korumamıştır.

İZAH

"Müstemin ilh..." Bu kelime ism-i mef´ûl sigasıyla "müstemen" diye de okunabilir. Bu takdirde kendisine eman verilmiş kimse mânâsını ifade eder.

"Bir şeye dokunması haramdır ilh..." Hatta müslüman olan müstemin, kâfirler ´tarafından esir edilmiş cariyesine bile dokunamaz. Çünkü bu cariye onların mülkü olmuştur. Ama zevcesini, ümmi veledini ve müdebberesini imkanını bulursa, kurtarır. Çünkü kâfirler bunlara mâlik olmamışlardır. Keza esir edilmiş müslüman kadınları ve çocukları da imkanını bulursa onların elinden kurtarır.

TENBİH: Hâkimin Kâfî´sinde zikredilmiştir ki, dar-ı harbde müslüman bir müste´minin bir dirhemi iki dirhem ile peşin veya veresiye olarak değişmesi yahut fâsid akidler ile elde edeceği ´bir maldan istifade etmesi caizdir Çünkü dar-ı harbde müstemin bulunan bir kimsenin onların mallarını rızalarıyla alması caizdir. Bu İmam-ı Azam ile İmam Muhammed´e göredir, İmam Ebû Yusuf´a göre bu gibi muameleler dar-ı harbde de caiz değildir, İmam Ebû Yusuf´a göre bir müslüman nerede olursa olsun müslümanlığın hükümlerini kabul etmiştir, ona aykırı olan bir şeyi yapamaz.

"Müslümanlar şartlarında sabittirler ilh..." Çünkü emân ile dar-ı harbe giren bir müslüman onların haklarına tecavüz etmemeyi ´kabul etmiştir. Bu bakımdan onlara hıyanette bulunması haramdır. Ancak o memleketin hükümdarı veya hükümdarın müsaadesiyle birisi, müslümanın hakkına tecavüz ederek malını alır veya kendisini hapsederse, bu takdirde verilen ahdi bozmuş olduğundan müslüman da bazı hususlarda misliyle mukabelede bulunabilir. Bahır.

"Ve onu tasadduk etmesi vâcib olur ilh..." Çünkü hıyanet etmekle onu haram yoldan elde etmiştir. Hatta müslüman müsteminin dar-ı harb-den hıyanetle çıkarmış olduğu şey cariye olsa ona cinsî yakınlıkta bulunması helâl olmaz. Ondan o cariyeyi satın alan kimseye de helâl olmaz. Ama fâsid olarak satın alınan cariyeye cinsî yakınlıkta bulunmak yalnız satın alana haramdır. Fâsid olarak satın alan kimseden o cariyeyi başka bir şahıssatiri alsa, kendisine o cariye helâl olur. Çünkü cariye ikinci satın alan şahsa sahih olarak satılmıştır. Bu yüzden cariyeyi ilk satan kimsenin geri alma hakkı kalmamıştır. Bu bahsin tamamı Fetih´dedir.

Yine Fetih´de zikredilmiştir ki; dar-ı harbe müste´min olarak giren kimse orada bir kadınla evlense, sonra kadını zorla islâm memleketine çıkarsa ona mâlik olur. Nikâh bozulur, onu satması sahih olur. Eğer kadın kendi rızasıyla islâm memleketine gelmiş otursa, onu satması sahih olmaz. Çünkü ona mâlik olmamıştır.

"Esir olan kimse esir olan zevcesini ilh..." Bu ifadede nikâhın bozulmadığına işaret vardır. Gerek zevce zevcinden önce esir edilmiş olsun, gerekse sonra esir edilmiş olsun.

"Âyet-i kerîme mutlaktır ilh..."

"Kim bir mümini hataen (yanlışlıkla) öldürürse, mümin bir köleyi âzâd etmesi ve ölenin ailesini (mirasçılarına) teslim edilecek bir diyet vermesi lâzımdır." (Nisâ Sûresi, ayet: 92) Bu âyet-i kerîmede İslâm memleketi veya dar-ı harble kayıdlanmaksızın hataen öldürülmede diyetle beraber keffâretin de vâcib olduğu beyan buyurulmuştur.

"Kasden öldürürse kendisine hiç bir şey lâzım gelmez ilh..." Yani dar-ı harbde iki esirden biri diğerini kasden öldürürse. İmam-ı Azam´a göre kısas vâcib olmadığı gibi keffaret de vâcib olmaz. İmameyn´e göre öldürülme gerek hataen gerekse amden olsun her iki surette katile kendi malından öldürdüğü kimsenin diyeti vâcib olur. Bu bahsin tamamı Bahır´dadır.

"Çünkü esir olmasıyla ilh..." Bu ifade İmam-ı Azam´a göre dar-ı harbde bulunan müslüman müsteminler île esirler arasındaki farkı açıklamak içindir. Şöyle ki: Dar-ı harbde bulunan esirler kâfirlerin elinde bulundukları için onlara tâbi olup onların mukim olmasıyla mukim, misafir olmalarıyla misafir olurlar. Nitekim müslümanların köleleri efendilerine tâbi olurlar. Müslüman esirler kâfirlere tâbi olunca -asıl olan kâfirlerden birisinin öldürülmesiyle diyet vâcib olmadığı gibi- esirlerden birinin diğerini öldürmesiyle kendisine diyet vâcib olmaz. Ancak hataen öldürmüş olursa, kendisine yalnız kefaret lâzım gelir.

Şu halde dar-ı harbde esir bulunan müslümanlar, dar-ı harbde müslüman olup İslâm memleketine hicret etmemiş müslümanlar gibi olurlar. Nitekim metinde beyan edildiği üzere dar-ı harbde müslüman olup İslâm memleketine hicret etmemiş bir kimseyi bir müslüman orada hataen öldürse kendisine yalnız kefaret vâcib olur, kasden öldürse kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü dar-ı harbde müslüman olan kimse İslâm memleketine hicret ederek kendisini korumamıştır. Orada kaldığı için onlara tâbi olmuştur. Biz Hanefilerce kısası veya diyeti gerektiren dokunulmazlık ancak İslâm memleketinde korunmakla sabit olur. Yalnız müslüman olmakla sabit olmaz. İmam Şafiî´ye göre hataen öldürülmede diyet, kasden öldürülmede kısas vâcibdir. Çünkü günahsız olan bir müslüman öldürülmüştür.

Dar-ı harbde müstemin olarak bulunan müslümanlara gelince: Bunların her zaman kendi istekleriyle oradan çıkmaları mümkün olduğu için kâfirlere tâbi olmazlar. Bu bakımdan müsteminlerden biri diğerini orada kasden veya hataen öldürürse her iki surette kendisine öldürdüğü kimsenin diyetini kendi malından vermesi vâcib olur. Hataen öldürmüş ise diyet vâcib olduğu gibi keffaret de vâcib olur.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Cihad
« Posted on: 29 Mart 2024, 12:03:28 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Cihad rüya tabiri,Cihad mekke canlı, Cihad kabe canlı yayın, Cihad Üç boyutlu kuran oku Cihad kuran ı kerim, Cihad peygamber kıssaları,Cihad ilitam ders soruları, Cihadönlisans arapça,
Logged
02 Mart 2010, 22:33:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #6 : 02 Mart 2010, 22:33:05 »

KÂFİRİN EMÂNLA İSLAM MEMLEKETİNE GİRMESİ BEYANINDA FASIL



Müstemin bir kâfire İslâm memleketinde bir sene ikâmet etmesine müsaade edilemez. Çünkü bir sene İslâm memleketinde ikâmet eden bir kâfirin müslümanlar aleyhine hareket ederek casuslukta vesairede bulunabilmesi melhuzdur, islâm hükümdarı tarafından müstemine "Eğer müslüman memleketinde bir sene ikâmet edersen üzerine cizye konulacaktır." diye tenbih edilip, bu tenbihden sonra müstemin bir sene kalırsa zimmî olur. Bir sene ile kayıdlamak az zamana nisbetle ittifakıdır, çok zamana nisbetle değildir. Çünkü kâfir bir müste´minin İslâm memleketinde bir seneden az meselâ bir veya iki ay ikâmet etmesine müsaade etmek caizdir. Fakat çak az ikâmet etmesine izin vermek suretiyle ona zarar verilmemelidir. Metinlerden anlaşılan, İslâm hükümdarı tarafından kâfir müstemine "Bir sene ikâmet edersen üzerine cizye konulacaktır." diye tenbihde bulunulması, onun zimmî olması için şarttır., Buna göre kendisine böyle tenbihde bulunulmayan bir kâfir müste´min islâm memleketinde bir veya iki sene ikâmet etse zimmî olmaz. Attâbi bunu açıklamıştır. Bazıları "zimmî olur" demişlerdir. Dürer sahibi de "Kesin olarak zimmî olur." demiştir. Fetih´de "Zimmî olması evlâdır." diye zikredilmiştir.

Müsteminin ilk ikâmet ettiği senede kendisinden cizye alınmaz. Ancak o senenin cizyesinin kendisinden alınması şartıyla anlaşma yapılmış olursa alınır. Kâfir müstemin, zimmî olunca kendisiyle müslümanlar arasında kısas yapılır. Bir müslüman, zimmînin şarabını veya domuzunu telef etse kıymetlerini öder. Bir müslüman bir zimmîyi hataen öldürürse kendisine diyet vâcib olur. Müslüman gibi zimmîye eza etmek ve onu gıybet etmek haramdır. Fetih.

Yine Fetih´de zikredilmiştir ki, İslâm memleketinde kâfir bir müste´min ölüp veresesi dar-f harbde olsa. malı ve eşyası veresesi için bekletilir. Veresesi, ölen müste´minin veresesi olduklarını şahidle -isterse şâhidler zimmîlerden olsun- isbat ederlerse kefille malını ve eşyasını alırlar. Kendihükümdarlarının "bunlar ölen müste´minin varisleridir" diye haklarında yazmış olduğu mektup kabul edilmez.

İZAH

"Müstemin bir kâfire ilh..." Musannıf "müstemin" ile kayıdladı. Günkü bir kâfir emânsız İslâm memleketine girse kendisi ve beraberinde bulunan eşyası ganimet olur.

Emânla girdiğini iddia etse isbat etmedikçe kabul edilmez. Eğer hükümdarın elçisi olduğunu iddia edip yanında hükümdara aid mühürlü mektup bulunursa müste´min olmuş olur. Bir kâfir Haremi Şerife girmiş olsa, İmam-ı Azam´a göre ganimet olur. İmameyn´e göre yakalanmaz, fakat kendisine yiyecek, içecek verilmez, eza edilmez. Harem-i Şerîf´den çıkarılmaz.

Bir kâfir İslâm memleketinde gerek müslüman olmadan önce, gerekse müslüman olduktan sonra yakalansa, bir müslüman "ben ona emân vermiştim" dese tasdik edilmez. Ancak iki erkek şâhid emân verilmiş olduğuna şâhidlik yaparlarsa tasdik olunur. Bu, İmam-ı Azam´a göredir, imameyn´e göre kâfir yakalanmadan önce müslüman olursa hür olur. Kâfir gemileri tayfasından bazıları İslâm sahilindeki ırmaklardan su almak üzere emânsız İslâm topraklarına çıkmakla müslümanlar tarafından yakalansa İmam-ı Azam´a göre bütün müslümanların namına ganimet olmuş olurlar. Bunların beşte birinin alınmasında iki rivayet vardır.

"Casuslukta ilh..." Bu ifadede, "kâfir bir müsteminin üzerine cizye konulacağı şart koşulmaksızın İslâm memleketinde, bir sene ikamet etmesine müsaade edilmesinin haram olduğuna" işaret vardır. Remli.

"Zimmî olunca kendisiyle müslümanlar arasında kısas yapılır ilh..." Kâfir olan müstemin zimmî olmadan önce bir müslüman tarafından öldürülürse, müslüman kısas edilmez, kendisine diyet vacib olur.

Es-Siyer şerhinde zikredilmiştir ki, İslâm memleketinde bulunan kâfir olan müsteminlere hükümdarın yardım etmesi vâcibdir. Onların hükmü zimmîlerin hükmü gibidir. Ancak bir müslüman veya zimmî, kâfir olan müstemini öldürürse kısas edilmez. Kâfir olan müstemin kendi gibi kâfir olan bir müste´mini öldürüp, öldürülenin, varisi yanında bulunursa katil kısas edilir. Kâfir olan müstemin İslâm memleketinde cezayı gerektiren bir günâh işlediği takdirde bakılır; eğer işlediği günâh kısas veya kazf haddi kul hakkından olursa kendisine cezası tatbik edilir, kul hakkından olmazsa cezası tatbik edilmez, imam Ebû Yusuf´a göre kendisine bütün cezalar tatbik edilir. Yalnız zimmîlere tatbik edilmiyen içki haddi tatbik edilmez.

Kâfir olan müsteminin kölesi müslüman olsa, köleyi satması için kendisine cebrolunur ve köleyi dar-ı harbe götürmesi için müsaade edilmez.

Karı ile koca müstemin olarak islâm memleketine delip de bunlardan birisi İslâmiyeti veya zimmiliği kabul etse, yanlarında bulunan baliğ olmayan çocukları ona tâbi olurlar. Baliğ olan çocukları kız çocukları olsa bile ona tâbi olmazlar. Çünkü akıl baliğ olmakla tâbi olma sona erer. Zahir rivayete göre babası ölmüş olsa bile baliğ olmayan çocuk kardeşine, amcasına, dedesine tâbi olmaz. Hasan b. Ziyad´dan bir rivayete göre baliğ olmayan çocuk dedesinin müslüman olmasıyla müslüman kabul edilir. Fakat esah olan birinci kavildir. Çünkü baliğ olmayan çocuk en yakın dedesinin müslüman olmasıyla müslüman sayılmış olsaydı, en son dedesinin müslümanlığıyla da müslüman sayılırdı. Buna göre bütün kâfirlerin mürted olmalarıyla hükmedilmesi lâzım gelirdi. Çünkü bütün insanlar Hz. Adem ile Hz. Nuh (A.S.)´ın çocuklarıdır, islâm memleketinde bir müstemin müslüman olsa dar-ı harbde bulunan küçük çocukları kendisine tebaen islâmiyeti kabul etmiş sayılmazlar. Ancak babaları ölmeden islâm memleketine gelirlerse babalarına tebaen müslüman sayılırlar.

Müstemin, bir müslümanı öldürse -isterse amden öldürmüş olsun- yahut yol kesse, yahut casusluk yapsa, yahut müslüman veya zimmî bir kadına zorla zina etse, yahut hırsızlık yapsa kendisine verilmiş olan emân bozulmuş olmaz. Velhasıl islâm memleketinde bulunan bir müste´min zimmî olmadan önce zimmî hükmündedir. Ancak öldürülmesiyle kısas vâcib olmaz. Kul hakkı olmayan suçlar ile cezalandırılmaz.

Bir müsteminin malını islâm memleketinde fâsid akidle elinden almak helâl olmaz. Ama dar-ı harbde bulunan müslüman bir müsteminin onların mallarını kendi rızalarıyla isterse ribâ veya kumar yoluyla olsun alması caizdir. Çünkü onların malları müslümanlar için mubahdır. Ancak hıyanet etmek haramdır. Müslüman müsteminin kendilerinin rızalarıyla almış olduğu mal ise hiyanet değildir. Ama islâm memleketinde bulunan kâfir bir müstemin böyle değildir. Çünkü islâm memleketi seri hükümlerin icra edildiği bir yer olduğu için İslâm memleketinde bulunan bir müstemin temin ile bir müslüman ancak müslümanlar ile yapılması helâl olan akidleri yapabilir. Dar-ı İslâm´da alınması şer´an lâzım gelmeyen bir şeyi müsteminlerden isteyip almak caiz değildir. Beytülmakdis gibi bazı mabedleri, makamları ziyaret ettirmek için müste´minlerden para alınması bu kabildendir. İsterse bu hususta bir âdet mevcud olsun.

"Ve onu gıybet etmek haramdır ilh..." Çünkü zimmet akdi yapılmakla biz müslümanlar için vâcib olan, zimmî için de vâcib olur. Müslümanın gıybeti haram olunca, zimmînin gıybeti de haramdır. Hatta fukahâ: "Zimmîye zulmetmek daha günâhtır." demişlerdir.

"İsterse şahidler zimmîlerden olsun ilh..." Fetih´de zikredilmiştir ki; veresesi, ölen müsteminin veresesi olduklarına dair zimmîlerden şâhid getirseler istihsanen kabul edilir. Müslümanlardan şâhid getirmeleri mümkün değildir. Çünkü onların neseb (soy) leri dar-ı harbde olduğu için neseblerini müslümanlar bilemezler. Buna göre zimmîlerin şâhidlikleri, erkeklerin bakamıyacağı husustaki kadınların şâhidlikleri gibi olmuştur. Zimmîler "ölen müste´minin bunlardan başka varisini bilmiyoruz" dedikleri takdirde onlara ölen müste´minin malı ve eşyası teslim edilir, ileride veresesi çıkmasıihtimalinden dolayı kendilerinden kefil alınır.

METİN

Şart gereğince bir sene İslâm memleketinde ikâmet etmekle zimmî olan bir müste´min bir sene sonra dar-ı harbe dönmek istese -her ne kadar ticaret veya bir iş için olursa da- dönmesine müsade edilmez: Çünkü zimmet akdi bozulmaz. Bundan "bir zimmînin de dar-ı harbe dönmesine müsaade edilemiyeceği" anlaşılmaktadır. Nitekim bir müstemin İslâm memleketinde haraç arazisinden bir yer satın alıp o yerin haracını kabul etmekle üzerine haraç konulsa yahut kitabî (yahudi veya hristiyan) olan müstemine bir kadının, müslüman veya zimmî kocası olsa - her ne kadar kocası kendisine cinsî yakınlıkta bulunmamış olsa bile - dar-ı harbe dönmelerine müsaade edilmez. Çünkü arazinin haracı cizye gibidir. Zamanı geldiğinde kendisinden haraç alınır. Kitabî olan müstemine kadın ise kocasına tâbidir.

Kitabî olan bir müstemin İslâm memleketinde bir zimmîye kadınla evlense zevcesini boşaması mümkün olduğu için memleketine dönmesine mani olunamaz. Fakat evlendiği zimmîye zevcesi ondan mehrini istediğinde onu memleketine dönmekten men edebilir. Artık bir sene geçinceye kadar müste´min mehri vermezse Dürer´den: "İslâm hükümdarının: Bir sene İslâm memleketinde ikâmet edersen senin üzerine cizye konulacaktır, sözü müsteminin zimmî olmasında şart değildir." diye nakledilen kavle göre lâyık olan bu müsteminin zimmî olmasıdır. Bu mehrin hükmünden İslâm memleketinde müsteminin yapmış olduğu diğer borçların hükümleri de bilinmiş oldu. Bir müstemin kendi memleketine veya başka bir dar-ı harbe dönmüş olsa emânı bâtıl olduğu için öldürülmesi helâl olur.

Kâfir bir müsteminin bir müslüman veya zimmînin yanında emâneti yahut bunlarda alacağı olsa, o müste´min esir edilse, yahut müslümanlar kâfirlere galip gelip onu yakalayıp öldürseler alacağı, selemi kendisinden gasbolunan şey, kiraya verdiği şeyin ücreti düşer. Çünkü ellerinde bulunan kimseler diğerlerinden önce o mallara sahib olmuşlardır. Bu müste´minin yakalanıp öldürüldüğü zaman elinde b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Mart 2010, 22:37:31
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #7 : 02 Mart 2010, 22:37:31 »

ÖŞÜR, HARAÇ VE CİZYE BEYANINDA BÂB



METİN


Şam ile Küfe hududundan Yemen´in son noktasına kadar olan arap arazisi, halkı kendi istekleriyle müslüman olan memleketlerin arazisi, harble alınıp mücahidler arasında taksim edilen memleketlerin arazisi ve ashab-ı kiramın icma ile Basra arazisi de öşriyedir. Çünkü öşür müslümanlara daha lâyıktır.

Keza bir memleket ilk fethedildiğinde hükümdar tarafından kendisine mülk olarak verilen hanesini bir müslüman bahçe veya bağ yapsa, yine öşriye olur. Dürer. Bu mesele ile ilgili bahis tam olarak Âşir babında geçmiştir. Sarih: "Biz buna dair tafsilâtı Mültekâ üzerine olan şerhimizde yazdık." demiştir.

Irak sevadi (arazisi) haraciyedir. Bu arazinin eni Uzeyb (Küfe köylerinden bir köy) den, Akâbe-î Hulvan (Bağdat ile Hemedan arasında bir köy) a, uzunluğu ise Als (Dicle´nin doğusunda alevilere vakfedilmiş bir köy) den Abba´dan (Abadan) (deniz kenarında küçük bir kale) a kadardır. "Abadan´ın gerisinde köy olmayıp Basra körfezi vardır." demek darb-ı mesel olmuştur. "Als" yerine "sa´lebe" denilmesi musannıfın Muğrib adlı lügat kitabından galet olarak nakletmiş olmasıdır.

Irak arazisinin uzunluğu yirmi iki buçuk günlük, eni ise on günlük mesafedir. Sirâc.

Mekke-i Mükerreme´den başka harb yoluyla fetholunup müslümanlar arasında taksim edilmeyip gerek kendi ahalisine, gerekse dışarıdan getirilen ve müslüman olmayan halka mülk olarak verilen arazi yahut sulh yoluyla fetholunan arazi haraciyedir. Çünkü haraç kâfirlerin hallerine daha lâyıktır.

Irak arazisi halkının mülküdür, arazilerini satmaları ve onda diledikleri gibi tasarrufda bulunmaları caizdir. Diğer üç mezheb imamlarına göre bu arazi müslümanlar için vakıftır, satmaları caiz değildir. Fetih.

Vakfın, baliğ olmayan çocuğun, delinin arazileri haraciye olursa haraç, öşriye olursa öşür vâcib olur. Ancak beytülmâldan satın alınan araziyi satın alan kimse" vakfederse, o arazide öşür ve haraç olmaz. Mültekâ şerhinde sarihin zikrettiğine göre vakfetmese de satın alan kimseye yine öşür ve haracdan bir şey lâzım gelmez.

Fukâha : "Mısır ile Şam´ın, arazisi haraciyedir." demişlerdir.

Fetih´de zikredilmiştir ki, zamanımızda Mısır arazisinden alınan meblağ ücrettir, haraç değildir. Galiba bu arazi ekip biçenlerin mülkü olmayıp, eski mülk sahihleri zamanla varissiz olarak öldükleri için beytülmâla kalmıştır. Buna göre hükümdarın bu araziden herhangi bir yeri satması veya beytülmâla vekil tâyin ettiği zattan satın alması sahih değildir. Çünkü hükümdar yetimin vekili gibidir. Bu araziden herhangi bir yeri zaruretten dolayı satması caizdir. Zamanımızda arazilerde ve beytülmâlde yersiz tasarruf ve muamelelerin fena akıbetinden Allah-ü Teâlâ´ya sığınırız.

Bahır sahibi hükümdarın zaruretten dolayı tasarrufunun caiz olması üzerine müteahhirinin müftâbih olan "Akar (gayr-i menkûl mal) da iki kat kıymet koymak suretiyle kendisine meyil ve rağbet ettirmesi caizdir." kavillerini de ziyade etmiştir.

Sarih şöyle diyor: Vasî babında gelecektir ki, baliğ olmayan çocuğun yedi yerde akarının satılması caizdir.

Şam müftüsü Fazlullahı´r-Rûmî, "Bizim arazimizin ekseri sahihleri kalmamış olup beytülmâlın olmasıyla, sultaniye arazisidir ki, ekip biçenlerin elinde ariyet gibidir." diye fetva vermiştir.

Vâkıât´dan naklen Nehir´de zikredilmiştir ki, hükümdar sultaniyye araziden bir yeri kendisi için satın almak istese, beytülmâl vekili gibi başka bir kimseye onu satmasını emreder. Sonra satın alan kimseden kendisi satın alır. Böyle sert yol ile beytülmâldan satın alınmış olduğu bilinmezse, yine asıl olan alış-verişin sahih olmasıdır. Alış-verişin sahih olmasıyla, "beytülmâldan satın alınan malların vakfedilmesinin sahih olması, vakfedenlerin şartlarının sahih olması, bu araziler üzerine haracın lâzım olmaması" bilinmiştir.

İZAH

"Öşür, haraç ve cizye ilh..." Musannıf müste´minin nasıl zimmî olacağını beyan edince, zimmî olduğuna göre arazisine mâlî vazifeden ne lâzım olduğunu beyan etmeye başladı. Arazinin vazifesini tamamlamak için haraçla beraber öşrü de zikretti, öşür de ibâdet mânâsı bulunduğu için onu önce zikretti. Sarfedilecek yerleri bir olduğu için cizyeyi de ona ilhak etti. Nehir.

"Arap arazisi ilh..." Tatvim´ül-Büldân Muhtasarında zikredilmiştir ki, Arap Yarımadası, Tîhâme, Necid, Hicaz, Uruz ve Yemen olmak üzere beş bölgeye ayrılır. Tihâme, Hicaz´ın güney bölgesidir. Necid, Hicaz ile Irak arasında bulunan bölgedir. Hicaz, Yemen dağlarından başlayıp Şam´a kadar devam eden bölgedir. Bu bölgede Medine ve Amman şehirleri vardır. Uruz, Yemame dahil olmak üzere Bahreyn´e kadar uzanan bölgedir. Hicaz´a, Necid ile Yemame arasını ayırdığı için Hicaz adı verilmiştir.

"Basra arazisi de asriyedir ilh..." İmam Ebû Yusuf´a göre, kıyas Basra arazisinin haraciyye olmasıdır. Çünkü Basra arazisi haraç arazisine yakındır. Fakat ashab-ı kiramın icma´ıyla kıyas bırakılmış ve öşür arazisi olmuştur. Dürr-i Müntekâ.

Velhâsıl ilerde gelecektir ki, bir müslüman hükümdarın müsaadesiyle boş ve sahibsiz bir araziyi ihya etse, yani ekse, biçse İmam Ebû Yusuf´a göre bu arazi haraciye arazisine yakın ise haraciye, Öşriye arazisine yakın ise Öşriye olur. İmam Muhammed´e göre kendisini sulayan suyuna itibar edilir. Haraç suyu ile sulanıyorsa haraciyye, öşür suyu ile sulanıyorsa Öşriye olur. Fakat fetva Ebû Yusuf´un kavline göredir. Basra arazisinimüslümanlar ihya etmişlerdir. Çünkü Basra şehri Hz. Ömer İbn-i Hattab zamanında yapılmıştır. Haraç arazisi olan Irak arazisine yakındır.

"Çünkü Öşür müslümanlara daha lâyıktır ilh..." öşürde ibâdet mânâsı vardır, öşür tarladan çıkandan alındığı için hafiftir. Öşür, halkı kendi istekleriyle müslüman olanların arazisinden veya harb yoluyla fethedilip müslümanlar arasında taksim edilen arazilerden alınır. Arap arazisi asriyedir. Çünkü Peygamber Efendimiz ve dört halifeden hiç birisi arap arazisinden haraç almamışlardır, Arabların kendileri köle olmadığı gibi arazileri üzerine de haraç yoktur. Çünkü arabların köle olmaları caiz değildir. Ya müslüman olurlar ya öldürülürler. Nehir. Bu bahsin tamamı Bahır´dadır.

"Mültekâ üzerine olan şerhimizde ilh..." Mültekâ şerhinin ibaresi şöyledir: Bir hane batice yapılırsa batice zimmînin olursa, mutlak surette haraciyye olur. Bu, İmam-ı Azam´a göredir, İmameyn buna muhaliftir. Müslümanın olursa, haraç suyu ile sulanıyorsa haraciyye, öşür suyu ile sulanıyorsa öşriye olur. Bir müslüman veya zimmî arazisini bazan öşür suyuyla, bazan da haraç suyu ile sulasa, müslümanın öşür zimmînin haraç vermesi lâzımdır. Nitekim Mi´râc´da böyle zikredilmiştir. Bâkânî: "Arazisini haraç suyu ile sulayan müslüman üzerine iptidaen haracın vâcib olmasını müşkül görmüş, müslüman arazisini hangi su ile sularsa sulasın üzerine öşür vâcib olur." demiştir. İmam-ı Serahsî: "Ezhar olan budur." demiştir. Gaye. Bahir sahibi buna "Müslümanın üzerine zorla haraç konulması yasaktır. Ama kendi isteğiyle konulması caizdir. Nitekim bir müslüman, hükümdarın izniyle boş ve sahibsiz olan bir araziyi ihya etse, arazi haraç suyu ile sulanırsa haraciyye olur." diye cevap vermiştir, öşür suyu ile haraç suyu hakkında ilerde malûmat gelecektir.

"Irak sevadi ilh..." Yani Irak ile Arap Irak´ı kasdedilmiştir. Acem Irak´ı kasdedilmemiştir. Dürer. Dürr-i Müntekâ´da zikredilmiştir ki, sevad; şehrin kenarındaki köy ve kasabalardır. Ağaçları yeşil, hububatı bol olduğu için bu isim verilmiştir.

Irak: Basra, Küfe, Bağdat ve bu şehirlerin etraflarının ismidir.

"Küfe köylerinden bir köy ilh..." Takvimü´l-Büldan´da zikredilmiştir ki, "Uzeyb" Ben-i Temim suyunun adı olup Küfe Kâdsiye´sinden Mekke-i Mükerreme´ye giden kimsenin çölde ilk karşılaştığı sudur. Galiba köy ile bu Kâdsiye murad edilmiştir.

"Salebe ilh..." Bazı nüshalarda "Salebiyye" şeklindedir.

"Mekke-i Mükerreme´den başka ilh..." Mekke-i Mükerreme her ne kadar harb yoluyla alınmış ise de arazisi öşriyedir. Çünkü Mekke-i Mükerreme´nin arazisi -yukarda geçtiği üzere- Arap Yarımadasındadır.

"Gerek kendi ahalisine ilh..." Yani harb yoluyla alınan arazinin haraciye olmasında kendi ahalisinin üzerinde bırakılması şart değildir. Şart olan arazinin müslümanlar arasında taksim edilmemesidir. Böyle bir arazinin haraciyye olması için haraç suyu ile sulanması da şart değildir. Böyle bir arazi gerek haraç suyu ile, gerekse öşür suyu ile sulansın haraciyye olur. Nitekim böyle bir arazi müslümanlar arasında taksim edildiği takdirde her ne kadar haraç suyu ile sulansa bile öşriye olur.

Haraç suyu ile sulanırsa haraciyye, öşür suyu ile sulanırsa öşriyye olması, bir müslümanın hükümdarın müsaadesiyle ihya ettiği boş ve sahibsiz arazi hakkındadır. Tahâvî şerhi, Bahir, Fetih.

"Haraç kafirlerin hallerine daha lâyıktır ilh..." Çünkü haracda ceza mânâsı mevcud olduğu için cizyeye benzer. Haraç her ne kadar arazı ekilmese bile vâcib olduğu için ağırdır, öşür ise tarlaya bağlı olmayıp tarladan çıkan mahsûle bağlı olduğu için hafifdir.

"Irak arazisi halkının mülküdür ilh..." Keza harb yoluyla alınıp kendi ahalisi üzerinde bırakılan yahut sulh yoluyla alınıp üzerlerine haraç konulan araziler de ahalisinin mülküdür. Dürr-i Müntekâ.

Ben derim ki: Sahih olan kavle, göre harb yoluyla alınmış olup haraç vermek üzere ahalisi üzerinde bırakılmış olan Şam ile Mısır arazisi de halkının mülküdür.

İmam Ebû Yusuf, "Kitabü´l-Harac" da: "Bu yerler taksim edildiği takdirde -hükümdar her ne kadar bu araziyi mağlub edilmiş olan ahalisinin elinde bırakmış olsa bile- öşriye olur." demiştir. İmam Ebû Yusuf´un bu kavli güzel görülmüştür. Çünkü müslümanlar Irak, Şam ve Mısır´ı fethettiklerinde araziyi müslümanlar arasında taksim edilmeyip Hz. Ömer (R.A.) bu arazi üzerine haraç koymuştur. Bu yerler ahalisinin ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Mart 2010, 22:47:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #8 : 02 Mart 2010, 22:47:05 »

CİZYE FASLI



METİN


Cizye: Lügatta ceza manasınadır. Çünkü cizye, öldürme yerine geçmektedir. Cemi "cizâ" dır. Lihye (sakal) nin cemi lihâ olduğu gibi.

Cizye iki nevidir:

1 - Sulh yoluyla konulan cizyedir. Bunun mikdarı şeriat tarafından tâyin edilmemiştir. Bunun mikdarı sulh şartlarına bağlıdır. Bu mikdar haksızlıktan sakınmak için sonradan değiştirilemez.

2 - Bir memleket harb yoluyla zabtedilip müslüman olmayan ehalisi yurtlarında "tebea" olarak bırakıldıktan sonra kendilerine konulan cizyedir. Bu nevide cizyenin mikdarı, şahıslara göre üç derecede bulunur:

1 - Herhangi bir kazanç yoluyla para kazanmaya muktedir olan fakirlere senede oniki dirhem cizye konulur. Her ayda bir dirhem alınır. Bir kimsenin üzerine cizye konulabilmesi için, senenin ekserisinde sıhatta bulunması kâfidir. Yenâbi, Hidâye.

2 - Orta hallilere senede yirmidört dirhem cizye konulur. Her ayda iki dirhem alınır.

3 - Zengin olanlara senede kırksekiz dirhem cizye konulur. Her ayda dört dirhem alınır. Cizyenin böyle oniki ayda taksitle alınması kolaylığı beyan içindir, yoksa vâcib olduğunu beyan için değildir. Çünkü cizyenin vâcib olması senenin ibtidasındadır. Edasının vücubu, senenin sonundadır.

Onbin ve daha ziyade dirheme mâlik olan zengin, ikiyüz ve daha ziyade dirheme mâlik olan orta haili, ikiyüzden az dirheme veya hiç bir şeye mâlik olmayan fakir sayılır. Bunu, İmam-ı Kerhî söylemiştir. Bu, kavillerin en güzelidir, itimad bunun üzerinedir. İmam Ebû Cafer, bu hususta örfe itibar etmiştir. Esah olan da budur. Bu sıfatların mevcud olmasında itibar senenin sonunadır. Çünkü cizyenin edasının vücubunun vakti senenin sonudur. Bahır, Tatarhâniyye, Fetih.

İZAH

"Cizye faslı ilh..." Cizye haracın ikinci nevidir. Haraç, arazi sahihleri müslüman olsalar bile kendilerine vâcib olduğu için kuvvetli olmasından dolayı önce zikredilmiştir, cizye böyle değildir. Yani cizye veren kimse müslüman olsa cizye kendisinden düşer.

Haraç araziden alınan vergide hakikattir. Haraç denildiğinde hatıra gelen arazi haracıdır. Cizyeye haraç denilmez. Ancak kendisine bir ketime ekleyerek "haracurre´s" denilir. Cizyeye haraç denilmesi mecazdır.

"Cizye öldürme yerine geçmektedir ilh..." Yani cizyeyi kabul eden kimseden öldürme düşer. Bahir. Cizye, küfrün ukubeti (cezası) olarak vâcib olmuştur. Bundan dolayı cizye denilmiştir. Cizye ve ceza bir mânâyadır. Ceza ise hem mükâfat, hem de mücâzat: Ukubet manasınadır. Taatın sevabına ceza denildiği gibi masiyet (günâh) ın ukubetine de ceza denir.

"Bu mikdar sonradan değiştirilemez ilh..." Yani sulh yoluyla tâyin edilen mikdar sonradan ziyade ve noksan edilmek suretiyle değiştirilemez. Dürer. Nitekim Peygamber Efendimiz Yemen´e yakın hıristiyan olan Necran ahalisi ile senede ikibin kat elbise üzerine anlaşmıştır.

Hz. Ömer (R.A.), Hıristiyan olan Benî Tağlib kabilesi ile her birinden zekâtın iki katı alınmak üzere anlaşmıştır. Bunun tafsili zekât bahsinde geçmiştir. Fetih.

"Para kazanmaya muktedir olan fakirlere ilh..." Para kazanmaya muktedir olmak, üzerine cizye konulan kimselerin hepsi hakkında şarttır. Bundan dolayı kötürümlere - her ne kadar zengin olsalar bile - cizye lâzım gelmez. Keza senenin yarısında hasta olanlar da cizyeye tâbi değildirler, iş yapmaya muktedir olduğu ´hakle çalışmayan kimseden cizye alınır. Nitekim haraç arazisini boş bırakandan haraç alındığı gibi.

"Cizyenin böyle oniki ayda taksitle alınması kolaylığı beyan içindir ilh..." Muhît´ten naklen Kuhistânî´de zikredilmiştir ki; üç imamımıza göre: Cizye senenin evvelinde vâcibdir. Çünkü cizye, öldürmenin yerine geçmektedir. Zimmet akdiyle öldürme düşer, öldürmenin yerine gecen cizye derhal vâcib olur. Ancak İmam-ı Azam´a göre; kolaylık için hepsi senenin sonunda, İmam Ebû Yusuf´a göre; iki aylık taksit iki ayın sonunda, İmam Muhammed´e göre; bir aylık taksit bir ayın sonunda alınır. Velhâsıl, namaz vaktin evvelinde geniş olarak vâcib olup vaktin sonunda edası vâcib olduğu gibi, cizye de senenin evvelinde genişi olarak vâcib olup senenin sonunda edası vâcib olur..

"imam Ebû Cafer bu hususta örfe itibar etmiştir ilh..." Yani halk kendi beldelerinde, kimleri zengin, kimleri fakir, kimleri orta halli sayıyorsa, cizye konulmasında buna itibar edilir. Meselâ Belh beldesinde elli bine sahip olan kimse zenginlerden sayılır. Basra ile Bağdat´ta ise zengin sayılmaz. Kısaca her beldenin örf ve âdetine itibar edilir. Fetih.

"Bu sıfatların mevcud olmasında itibar senenin sonunadır ilh..." Bahır sahibi: "Bu sıfatların senenin evvelinde mevcud olmasına İtibar edilmesi dahalâyıktır. Çünkü cizyenin vâcib olmasının vakti senenin evvelidir." demiştir. Nehir sahibi: "Fukahâ, bu sıfatların senenin sonunda mevcud olmasına itibar etmiştir. Çünkü cizyenin ödenmesinin vâcib olmasının vakti senenin sonudur." diyerek bunu reddetmiştir. Bundan dolayı fukahâ "Senenin ekserisinde zengin olandan zengin cizyesi, fakir olandan fakir cizyesi alınır." demiştir. Eğer fakirlik, orta hallilik, zenginlik gibi sıfatlara senenin evvelinde itibar edilseydi, senenin evvelinde zengin olup senenin ekserisinde fakir olan kimseye zengin cizyesi vâcib olurdu. Halbuki zengin cizyesi vâcib olmaz. Bir şeyin çoğunun bulunması hepsinin bulunması gibidir. Yakında musannif zikredecektir ki; bir kimsenin cizyeye ehil olup olmamasından cizyenin konulduğu zaman muteberdir. Binaenaleyh sene başında cizye ile mükellef olmayanlar sene içinde mükellef olsalar bile artık o sene içinde cizyeye tâbi olmazlar.

METİN

Cizye, kitab ehli olan yahudiler ile hıristiyanlardan ve kendilerinde kitab ehli şübhesi bulunan mecusîlerden, Arap olmayan putperestlerden alınır.

Sâmire taifesi, yahudilere dahildir. Çünkü onlar, Hz. Musa (A.S.)´ın şeriatı ile amel ederler.

Frenk ile Ermeniler, hıristiyanlara dahildir.

İmam-ı Azam´a göre. Sabitlerin cizyeleri kabul edilir. İmameyn´e göre kabul edilmez. Hâniyye.

Mecûsiler, Arap ırkından olsalar bile kendilerinden cizye alınır. Çünkü Peygamber Efendimiz, Bahreyn´de Hecer denilen beldenin Mecûsilerinden cizye almışlardır. Arap olmayan putperestlerin köle olmaları caiz olduğu için, kendilerinden cizye alınması da caiz olmuştur.

Arap ırkından olan putperestlerin cizyeleri kabul edilmez. Çünkü mucize haklarında pek acık olduğu için ma´zeretleri kabul edilmez. Mürtedlerin cizyeleri de kabul edilmez. Putperest olan Araplar ile mürtedler, ya müslüman olurlar veya öldürülürler. Bunlara üstün gelirsek kadınları ve çocukları ganimet olur.

Çocuklar, kadınlar, köleler, mükâtebler, müdebberler, ümmüveledin oğulları, kötürümler, felçliler, çok yaşlılar, âmâlar, çalışamayan fakirler, insanlardan uzak bulunan rahiblerden cizye alınmaz. Çünkü savaşda bunların öldürülmeleri caiz değildir. Cizye öldürmeyi düşürmek içindir.

Haddâdi: "Cizye, kesin olarak rahiblere vâcibdir." demiştir, ibn-i Kemâl "kıyâs, vâcib olmasıdır" diye nakletmiştir. Bundan "rahiblere cizyenin istihsânen vâcib olmadığı" anlaşılmıştır.

Bir kimsenin cizyeye ehil olup olmamasında, cizyenin konulduğu zaman muteberdir. Bu bakımdan hükümdar cizyeyi koyduktan sonra deli iyi olsa yahut köle âzâd olsa yahut çocuk baliğ olsa yahut hasta iyi olsa, o sene bunlardan cizye alınmaz. Ama fakir cizye konulduktan sonra zengin olsa, üzerine cizye konulur. Senenin İhtidasında âciz olduğundan dolayı kendisine cizye konulmamıştı. Artık bu hal zail olmuştur. İhtiyar.

Cizye, mülhidlerin dediği gibi müslümanların kâfirlerin küfürlerine razı olmaları değildir. Bilâkis cizye kâfirlerin küfürleri üzerine kalmalarının cezasıdır. İmâna davet etmek için kâfirlere cizyesiz mühlet vermek câiz olduğu takdirde cizye ile mühlet vermek evleviyetle caizdir. Nitekim Allah-ü Tealânın :

"Kâfirler, zelil ve hakir olarak kendi elleriyle cizye verinceye kadar onlarla muharebe ediniz." (Tevbe Sûresi, âyet: 29) âyet-i kerîmesi ve Peygamber Efendimizin Hecer Mecûsilerinden, Necran Hıristiyanlarından cizye alıp kendilerini dinleri üzere bırakmaları da, cizyenin caiz olduğuna delildir.

İZAH

"Kitab ehli ilh..." Kitab ehli olanlar Arap ırkına mensub olsa bile kendilerinden cizye alınır. Kitab ehliyle Yahudi ve Hıristiyanlar gibi Cenâb-ı Hak tarafından indirilen bir kitaba inanan kimseler murad edilmiştir, Fetih.

"Samire İlh..." Yahudilerden bir fırkadır. Hükümlerin ekserisinde Yahudilere muhalefet ederler. Yaptığı bir buzağı heykelini tanrı diye gösteren ve ona taptıran Sâmiriy, Sâmire kabilesindendi. Misbah.

"İmam-ı Azam´a göre; Sabitlerin cizyeleri kabul edilir İlh..." İmam-ı Azam´a göre; Sabitler ya Yahudilerden veya Hıristiyanlardan oldukları için kitab ehlidirler, İmameyn´e göre; Sabitler yıldızlara taptıkları için kitab ehil olmayıp putperest gibidirler. Bu üç imamımızın kavillerinden anlaşılmıştır ki, Sabiiler Arap ırkındandır. Arap ırkından olmasalardı elbette ihtilâf etmezlerdi. Çünkü Arap ırkından olmayanlar müşrik olsalar bile kendilerinden cizye kabul edilir. Fetih. Nehir.

Bedâyı´dan naklen Sâihânî´de zikredilmiştir ki; Sabitler, Arap ırkından olmadıkları takdirde putperestler gibi olurlar ve kendilerinden cizye kabul edilir.

"Mecûsi ilh..." Ateşe tapanlardır. Fetih.

"Çünkü mucize haklarında pek açık olduğu için ilh..." Yani Kur´ân-ı Kerîm onların lisânı üzere nazil olduğu için onların küfürleri diğer milletlerin küfürlerinden daha ağır olduğundan bunlardan cizye alınmaz. Ya islâmiyeti kabul ederler veya öldürülürler.

"Bu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

14 Nisan 2023, 20:31:44
Sevgi.
Bölüm Görevlisi
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 17.948


« Yanıtla #9 : 14 Nisan 2023, 20:31:44 »

Esselâmu Aleyküm Rabbim ilmimizi artırsın inşaAllah
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes