> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Kaza
Sayfa: [1] 2 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kaza  (Okunma Sayısı 5577 defa)
09 Şubat 2010, 14:58:25
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 09 Şubat 2010, 14:58:25 »



Reddü´l Muhtar / Kaza

KİTABU´L KAZA..

HAPSETME İLE İLGİLİ BÖLÜM...

HAKEM BABI





KİTABU´L KAZA

METİN


Çoğu kez anlaşmazlıklar borçlarda, alışverişlerde vuku bulduğundan bu bölümü onlardan sonra

zikretmiş, çünkü anlaşmazlıkları gidermenin yolu budur.

Kaza lügatte hükmetmek, hüküm vermek manasınadır. Şeri ıstılahta ise «anlaşmazlıkları giderme,

anlaşamayan kişileri ayırma» şeklinde tarif edilmiş başka tariflerin olduğu da beyan edilerek

bunların yerinin daha geniş kitaplar olduğu da ilave edilmiştir.

Kazanın rüknü altıdır. Bunları İbnül Ras isimli müellif şu sözleriyle nazmen ifade etmiştir: «Her

hüküm verme olayının tarafları altıdır tahkikten sonra belirir. Bunlardan biri hükümdür, diğer biride

mahkemenin verdiği karardır. Biride lehinde karar verilen öbürü ise aleyhinde karar verilendir.

Beşincisi hakim, altıncısıda karar vermede izlenilen yoldur.»

Şahitliğe ehil olan kişi kazaya da ehildir. Yani şehadet ehli olan herkes müslümanlar arasında karar

vermeye de yetkilidir. Kadı haşiyelerinde böyle zikredilmiştir. Ancak bu ifadeye yapılabilen îtiraz,

gayri müslim kişinin de kendileri arasında yani İslam ülkesinde yaşayan gayri müslim ehli zimme

dediğimiz kişiler arasında hüküm vermesi için hakim olması da caizdir sözüdür. Zeylai Hakem

bahsinde böyle demiştir.

İZAH

Hidaye isimli eserde kaza ile ilgili bölümü hakimin bu konuda takınması gereken tavır ve onun

edebi ile ilgili olması bakımından Edebülkadı diye bahsetmektedir. Bunun içinde kadı olacak yani

hakim olacak kişiler için gerekli olan vasıfları saymıştık. Sakınması gereken hususları da bunlara

eklemiştik. Zaten edep kelimesi lügatte toparlamak çağırmak manasına gelir. Ki insanları yemeğe

veya herhangi bir toplantıya çağırmak, davet etmek manasınadır.

Hidaye´de bu bölüme kadı ile ilgili hususlarda takınması gereken tavırları, lehinde ve aleyhinde olan

hususları bilmesi ve hayır diyebileceğimiz bütün vasıfları zatında cem etmesine yönelik olması

bakımından Edebülkadı adı verilmiştir. Fethü´l-Kadir´de meselenin tamamı açıklanmıştır.

«Çoğu kez münakaşalar ve anlaşmazlıklar borçlarda ve alışverişlerde vuku bulduğundan ilh...»

Hidaye şerhleri İnaye ve Fethü´l-Kadir´de böyle zikredilmiştir. Bu da açıkça şunu ifade etmektedir;

kazadan maksat burada hükümdür, hüküm vermektir. Buna göre de davanın sonunda bunun

zikredilmesi gerekir idi. Yine bu bölümün önce geçenlerden sonra zikredilmesinin gerekçesinin de

açıklanması önemi sayılan mesele idi, böyle ifade edilmiştir. Buna cevap olarak onların maksatları

kimlerin hüküm vermeye yetkili olduğunu açıklamaktır ki bu da hüküm verecek kişi nezdinde

davanın sahih olması şartına bağlıdır. Binaenaleyh hükme esas teşkil edecek davaların çoğu kez

borçlarda ve mutlak havalelerde ve benzeri meselelerde olduğu için onlardan sonra zikretmenin

daha uygun olacağı açıkça ortaya çıkmış olmaktadır. Nehir.

«Lügatte hüküm etmek hüküm vermek manasınadır ilh...» «Rabbın kendisinden başkasına ibadet

etmememizi ilzam etti.» mealindeki ayeti kerimede kaza kelimesi hükmetti, ilzam etti manasına

gelmektedir. Diğer bir manası da bir işi bitirmek, sona erdirmektir. Mesela ihtiyacımı giderdim, o

mesele ile ilgili durumu sona erdirdim manasınadır. Ayrıca vurdu ve öldürdü, onun hayatını sona

erdirdi manasına da gelmekte ve hayatının son bulması manasına kullanılan Gadanabbehu ifadesi

de hayatın sona ermesi, son bulması manasınadır. Ayrıca eda etmek, yerine getirmek, sona

erdirmek manasına da gelir. Yaratmak, kılmak, takdir etmek manaları da bu kelimenin çok

kullanılan manaları arasındadır. Kaza ve kader ifadesi de bu kabildendir.

«Fıkıh ıstılahında husumetlerin fasledilmesi anlaşamayan kişilerin arasının bulunması demektir

ilh...» Bu tarif Bahır´da Muhit isimli esere nisbet edilmektedir. Ancak bu ifadeye «özel bir metodla»

(özel bir yol ile) ifadesi de eklenmesi gerekir. Aksi halde iki hasım arasında sulh olma da bunun

içine girebilir. Onu tarif dışı tutabilmek için «özel bir yolla» diye kayıtlaması şarttır.

«Diğer başka tariflerde kullanılmıştır ilh...» Bunlardan biri de Allame Kasım´ın şu sözüdür: «Dünyevi

masalihi temin bakımından kendisinde çoğu kez niza vuku bulan birbirine yakın ictihadı

meselelerde bağlayıcı bir hükmün tesisidir.» Bu ifade ile icma hilafına verilen hüküm tarif dışı

kalmış, hadise olmayan (vuku bulmayan) meseleler hakkında verilen kararlar do hüküm olma

niteliğinde olmadığından tarif dışı kalmıştır. Yine ibadetle ilgili meseleler hakkında verilen hükümler

de bu manada kaza ve hüküm verme manasında olmadığından tarifin dışında kalmış olmaktadır.

Allame İbnül Karsın ifadesi de buna yakın bir ifadedir. Şöyle ki. «Gerçekte şer´an var olduğu kabul

edilen bir olay hakkında zahiri itibarıyla belirli cümle ve ifadelerle bir hüküm vermek ve tarafları


ilzam etmektir.» şeklinde de tarif edilmiştir. Buradaki «ilzamdan» maksat mümkün mertebe tam bir

takdiri ve kararı belirtmektir.

Zahir ifadesini kullanmıştır, çünkü bizatihi emirde ilzam yalnız Allah´a mahsustur. Belirli bir kelime

ve cümle ifadesiyle de -ki bunlar ilzam ettim hükmettim hüküm verdim nafiz kıldım gibi ifadelerdir-

varlığı şer´an kabul edilen ifadeler, yani sözü ile de kendi görüşü veya zulme dayanarak verilecek

kararın tarif dışı kalmasını sağlamak içindir.

Yine şeklen ifadesi ile de görünüşte zahiren mesele böyledir. Bu da mahkemenin vermiş olduğu

karar şer´i bir vakıayı açıklayıcı mahiyettedir. Vakıaya ters de olsa ona yeni bir durum ve hüküm

isbat edici mahiyette değildir. Bazıları Ebu Hanife´nin «Yalancı şahitlerin şehadetine dayanarak

fesih ve akidlerde hakimin verdiği hem zahiren hem batınan geçerlidir.» sözünden yeni bir hüküm

isbat ettiğine istidlal etmişlerse de bu uygun görülmemekledir. Çünkü şer´i olaylar aslında sabittir,

mevcuttur. Mahkemenin kararı, şariin bu konuda vermiş olduğu hükmü zahirde açıklayıcı, takrir

edici mahiyette olmakta, yeni bir husus isbat etme durumu söz konusu olmamaktadır. Çünkü şer´an

bazan olmayan mevcut, bazan da mevcut yok kabul edilebilir. Mesela batıda ikamet eden bir

erkeğin şarkta ikamet eden bir kadınla evlenmesi ve evlilikten altı ay sonra bir çocuk doğurması

halinde, bu çocuğun nesebinin o kocaya ait olduğunu kabul etmek, hükmen burada onların

birleşmelerini kabul etmeye dayanmaktadır. Çünkü mümkün olan husus, burada gerçekten vaki

olmuş mesabesinde kabul edilmektedir. Bu da çocuğun nesebinin zayi olmasını önlemek içindir.

Çünkü ortada çocuğun nesebini isbat edecek ve o nesebin varlığını kabul edecek bir akit mevcuttur.

«Kazanın rüknü altıdır ilh...» Bu tartışılabilir. Çünkü burada kazadan maksat yukarda belirtildiği gibi

hüküm vermektir. Hüküm vermek ise yukarda sayılan altı husustan biridir. Buna göre hüküm,

kendisi için bir hüküm olmuş oimaktadır. Durum böyle olunca burada uygun olan Bahır´daki şu

ifade olsa gerektir ki o da ona delalet eden söz ve fiilden ibarettir. İlerde açıklaması gelecektir.

«İbni Gars´ın nazmen beyan ettiği gibi ilh...» Bu zat Ebu Yûsûr Bedreddin Muhammed İbni Gars

olarak bilinen meşhur kişidir. Bu zatın yukardaki iki beyit üzerine şerh mahiyetinde bir risalesi

mevcuttur. Adı Elfevakinul-bedriye Filbahsi antrafil Gadaya El-Hükmiye´dir. Yine bu zata ait Akaidi

Nesefiye üzerine Taftazâninin yazmış olduğu şerhe bir haşiya ve şerhi vardır.

«Hüküm olayındaki taraflara ilh...» Buradaki olaydan maksat karşılıklı dava konusu olan

anlaşmazlık noktasıdır. Mesela bir alışverişle ilgili dava buna örnek olabilir. Bunun hükmü de buna

delalet eden bir lafzın bulunmasıdır.

Hükmün sahih olması ve hükme davanın elverişli olması ve müddai dediğimiz kişinin hakkının sabit

olup olmaması bu şartların bulunmasından sonra verilecek karara bağlıdır. Dolayısıyla karan ihata

eden taraflar mesabesinde olduğu için verilen hükümde bu altı hususun bulunması gerekir, Bir

insanın tam insan olabilmesi elinin ayağının tam olmasına bağlı olduğu gibi.

«Hüküm kelimesi ilh...» Yukarda tarifine temas etmiştik. Orada bunun sözlü ve fiili olabileceğine

işaret etmiş idik. Sözlü olan hüküm ilzam ettim, karar verdim, hüküm verdim gibi ifadelerdir. Yine

beyyinenin ikame edilmesinden sonra yanında olan katibine parayı ondan iste onu mesul tut gibi

ifadeler de bu kabildendir.

Bize göre sabit olmuştur, sözü de yeterlidir. Bana zahir olduğuna göre veya benim kesin olarak

bildiğim şeklindeki ifadelere dayanarak vermiş olduğu hüküm aslında sahih olan kavle göre hüküm

sayılmakta. Hidaye isimli eserde bunun böyle olduğuna şehâdet ederim ifadesi de yeterli

sayılmaktadır. Tetimme isimli eserde bununla hükmün sabit olup olamayacağının ihtilaflı olacağı

nakledilmiş, fetva verilen kavle göre Haniye ve diğer muteber eserlerde beyan edildiği gibi, hüküm

sayılacağı belirtilmiştir. Meselenin tamamı Bahır isimli eserde mevcuttur.

Yukarda adı gecen müellifin Fevâkihûl Bedriye isimli ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kaza
« Posted on: 18 Nisan 2024, 15:01:20 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kaza rüya tabiri,Kaza mekke canlı, Kaza kabe canlı yayın, Kaza Üç boyutlu kuran oku Kaza kuran ı kerim, Kaza peygamber kıssaları,Kaza ilitam ders soruları, Kazaönlisans arapça,
Logged
09 Şubat 2010, 15:04:57
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 09 Şubat 2010, 15:04:57 »

METİN

Fasık olan kişi müftü olmaya salih değildir. Çünkü fetva din işleriyle ilgilidir. Fasık olan kişinin sözü


dini konularda kabul edilmez. muteber sayılmaz. İbn-i Melek. Ayni bu konuda şu ifadeleri de

eklemiştir: «Müteahhirin fukahadan çokları bu görüşü benimsemişlerdir.»

Mecma sahibi metninde buna kesin gözü ile bakmıştır. Onun şerhinde bu konuda sarih ve veciz

ifadeler bulunmakta ve üç imamın görüşünün böyle olduğu söylenmektedir. Tahrirde olan ifadenin

zahirinden de anlaşılacağına göre böyle kişilerden dini konuların sorulması ittifakla helal olmaz

denmekte, musannıf da bu görüşü geniş bir şekilde nakledip benimsediğini ilave etmektedir.

Diğer bir kavle göre fasık da olsa müftü olmaya salihtir. Bu görüş Kenz isimli eserde kesin şekilde

ifade edilmiştir. Çünkü fasık da olsa karar verirken hataya düşmesi kişiler tarafından

ayıplanacağından ayıbına sebeb olacak durumlara düşmek istemeyeceği kesin gözüyle müteala

edilmektedir.

Ancak bazıları müftünün aklı başında, tam müslüman olması, bazıları da uyanık, meseleleri

kavrayan biri olması şartını da koşmuşlar, hürriyeti şart koşmamışlardır. Köle de olsa dini konuda

verdiği fetvaya güvenilir denmiştir. Erkek olması da şart değildir. Kişinin konuşur olması da şart

değildir. Dilsiz olan kişinin fetvası sahihtir. Ancak hakim olduğu taktirde karar vermesi, hüküm

vermesi sahih değildir. Müftü dilsiz olduğu taktirde, işaretiyle iktifa edilir. Ama hakimin işaretiyle

iktifa edilemez. Çünkü belirli sigalara dayanarak hüküm vermesi ve ilzam etmesi gerekir ki bu da

«hükmettim ve ilzam ettim» demesi ile olur. Bu da sahih olarak acılan bir dava sonucu verilmesi

şartına bağlıdır. Sağır olan kişinin, yani tamamıyla sağır değil de ağır işiten kişinin durumu ise

sahih olan kavle göre, onun hakim olması, karar vermesi sahihtir. Ancak anadan doğma sağır olan,

hiç duymayan kişinin durumu bunun hilafınadır. Yani sahih değildir. Mahkemede kadı olan kişinin

velevki mahkeme meclisinde de olsa davayla ilgili olmayan kişiler hakkında fetva vermesi sahihtir.

Ve bu görüş sahih olan bir görüştür.

İlerde geleceği gibi, kadı da müftü gibi mutlak olarak Ebu Hanife´nin kavilleriyle amel etmeli, ondan

sonra Ebu Yusuf´un, ondan sonra İmam Muhammed´in, daha sonra İmam Züfer ve Hasan İbnü

Ziyad´ın görüşleriyle bu tertip üzere hüküm vermeli, müftü de fetva verirken bu tertibe riayet

etmelidir. Esah olan görüşte budur. Minye. Siraciye.

Nehir isimli eserin bu konudaki ifadesi şöyledir: «Züfer´den sonra Hasan İbnü Ziyad´ın görüşü ile

hüküm verir» demekte ve bu ifadeye de dikkat edilmesi gerekmektedir. Havi isimli eserde delil

bakımından daha kuvvetli olan görüşün alınabileceği ifadeleri benimsenmekte ve sahih olduğu

söylenmekte ise de birinci görüşün daha mazbut. daha tutarlı olduğu Nehir sahibi tarafından beyan

edilmektedir.

Müctehid olmadığı müddetçe hakim, görüşler arasında dilediğiyle hüküm verme konusunda

muhayyer değildir. Mukallit olan bir kadı, yani meseleleri direkt kaynağından çıkaramayacak kişi

mezhebinde muteber ve mutemet olan görüşe muhalefet ettiği taktirde verdiği hükümler geçerli

değildir, bozulur. Fetva da bu kavle göredir. Nitekim musannıf fetavasında ve diğer eserlerinde bu

görüşü benimsemiştir. Bu bölümün baş tarafında bununla ilgili ifadelere de yer verdik. Kuhistani ve

bazı fıkıh kitaplarında şöyle denmektedir: «Fukahanın görüşü, kadının görüşüdür. Buradaki rey

kadıya aittir denilen her yerde ordaki kadıdan maksat, kendisinde ictihat melekesi olan kadıdır;»

Hülasa isimli eserde ise, «Değişik ictihadlar olan meselelerde, değişik ictihadlar olduğunu bilerek

bunlardan birine dayanıp hükmü o istikamette verirse geçerlidir, aksi halde geçerli değildir.»

denmektedir. Bir meselenin cevabında iki müftü ihtilaf etseler, en fakih olanın, fıkıhta bilgi

bakımından kuvvetli olanın görüşü ile amel edilir. Tabiki bu daha fakih olanın daha muttaki olması

kayıdını da getirir. Siraciye. Mültekat isimli eserde, «Hakim bir konuda tereddüde düşse o konuda

bir görüş beyan edemese ulema ile istişare eder, onların görüşlerinden en uygununu seçer ve

doğru olduğuna kanaat getirdiği görüşle hüküm verir. Ancak diğer görüşleri beyan eden kişilerin

fıkıh melekeleri daha kuvvetli ise ve delil bakımından onların görüşleri kuvvet kazanıyor ise, onun

reyini benimsemek için diğer görüşü terk edebilir.» daha sonra devamla, «Kadı müctehid değil ise

onları taklit edebilir ve etmesi gerekir.» denmektedir. Bunun yanında ulemanın görüşlerine uyması

şarttır. O görüşlerden birinin hilafına karar verdiği taktirde hükmü geçerli sayılmamaktadır.

İZAH

«Fasık olan kişi müftü olmaya salih değildir ilh...» Bunun fetvasına da itimat edilmez. Mecma isimli

eserin zahirinden anlaşıldığına göre, bu tür insanlardan fetva istemekte helal olmaz. Bu görüşü

Kemal İbn-i Hümam´ın usulü fıkıhtaki Tahrir isimli eserinde şu sözü desteklemektedir: «İlim ehli

arasında müctehid ve adil olduğu bilinen kişilerden sormanın helal olduğu hususunda ittifak vardır

veya kendisini bu konuya ehil sayıp insanların onu ta´zım ederek, ona hürmet göstererek fetva


sorduklarını görmesi ondan fetva sorması için de yeterlidir.»

Eğer bu durumlardan biri mevcut değil ise yani adil değil, müctehid de değil ise, bu kimselerden

soru sormanın fetva almanın doğru olmayacağı beyan edilmektedir. Nitekim şerhinde bu ifadelere

genişçe yer verilmiştir. Ancak buradaki ictihat kelimesinin şart koşulması, yani müftilerin müctehid

olması ifadesi usul alimlerinin ıstılahına göredir. Müctehid müftü direk delillere dayanarak

meselenin hükmünü belirleyen kişidir. Ancak bu yetki kendisinde olmayan, başkalarının görüşlerini

naklederek fetva veren kişi gerçek manada müfti değildir. Fetvayı nakleden kişidir.

İkinci husus ise kadının veya müftinin müctehid olması. Evleviyet şartıdır. Bugün müctehit

olmadığına göre, nakili fetva dediğimiz meseleleri iyi bilen, meselelerin tümüne vakıf kişilerden

fetva sorulabilir. Netice olarak fasık olan müftinin mutlak bir şekilde fetvasına itimat edilemez.

«Şerhinde beliğ ve veciz ifadeleri vardır ilh...» Müellif yukarda ismini verdiğimiz eserde beliğ

ifadelerle şunları söylemektedir: «Kişinin dini meseleleri araştırması ve tahkik etmesi esnasında

ilahi rahmetin tecellisine en büyük yardımcısı ve rahmet kaynağı Allah´a itaat etmek onun kopmaz

takva ipine sımsıkı sarılmaktır. Zira Cenabı Hak, «Allah´tan korkunuz ki yüce Allah sizleri ilimle

donatsın.» buyurmaktadır. Kim kendi görüşüne veya kendi alil ve kelil zihnine dayanarak fıkhın ince

meselelerine ve onun inci tanelerine benzeyen hükümlerini izaha, istihraca çalışırsa o kimse,

masiyete günaha düşebilir. Zira kendi görüşüne dayanan kişi yalnız başına kalabilir, doğruya

muvaffak olmayabilir. Çünkü itimat edilmemesi gereken hususlara itimat etmiş olmaktadır. Allah´ın

nur ve ışık vermediği kişilerin ne nuru ne de ışığı olamaz.»

«Tahrir isimli eserin zahirinde ise ilh...» Orada sarih olarak yukarda belirttiğimiz hükümler yer

almakta, takva ve ilmine güvenilmeyen fasık kişilerden fetva sormanın caiz olmadığı beyan

edilmektedir.

«Kenz´de bu görüşe kesin gözle bakılmıştır ilh...» Orada fasık da olsa o kişi müftü olabilir. Diğer bir

kavle göre olamaz denmiştir. Birinci görüş Kenz sahibi tarafından benimsenmiş, ikinci görüş ise

zayıf bir kavil sigası olan kıyl ifadesi ile mahaline ve kailine nisbet edilmeye çalışılmıştır.

«Bazıları uyanık olmasını, yani meseleleri iyi kavrayan biri olmasını da şart koşmuşlardır ilh...»

Sehve, hataya, gaflete düşme korkusu olabileceğinden bu şartı ileri sürmüşlerdir.

Ben derim ki: Bu zamanımızda gerekli bir şarttır. Çünkü bugün örfte elinde bir müftü fetvası olan

kişi hasmına karşı haddini aşmakta ve falan müftü bana şu şekilde fetva verdi diyerek onu ezmeye

çalışmaktadır. Ve bunu söylerken de hak benimle beraberdir, hasmım ise cahildir, fetvada ne

olduğunu bilmemektedir. Bunun içinde müftünün uyanık olması insanların desise ve hilelerini

kavraması, bilmesi sorudan maksadın ne olduğunu öğrenmesi bakımından uyanık olması şartı

bugün önem kazanmaktadır.

Binaenaleyh bir müstefti gelip kendisine soru sorduğu zaman meseleyi onun dilinden ikrar yoluyla

dinler, ondan sonra verilen ikrarı kaleme alması da uygun olur. Ancak, «Eğer şöyle ise haklı sensin,

şöyle ise haklı hasmındır» gibi ifadelere baş vurmaz. Çünkü sözünde daima kendi lehinde olanı

tercih edecektir. Hatta yalancı şahitlerle söylediklerini isbattan aciz kalmayacaktır. Bunun için de

mümkün mertebe müftünün her iki tarafı da birleştirmesi, her iki tarafı da dinledikten sonra hak

kimin lehine tecelli ediyor ise yazıyı (fetvayı) ona göre yazması ve bu konuda hasım olan kişilerin

vekillerini kabul etmekten sakınması gerekir. Çünkü onlardan herhangi biri kendi meselesini

olduğu gibi söylemekte ve mübalağa etmekte tereddüt etmeyecek kendi lehine yontacaktır.

Bilhassa bu konuda ilerde tazir konusunda açıklanacağı gibi, mahir olan kişiler vardır, sözü

değ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

09 Şubat 2010, 15:24:08
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 09 Şubat 2010, 15:24:08 »

METİN

Zahirur rivayeye göre verilen hükmün geçerli sayılması için şehir veya şehir hükmünde olan bir

yerde olması şarttır. Nevadurul rivayeye göre şart değildir. Buna göre köylerde verilen/hükümler ve

hakimin velayetinin dışında (yetki alanının dışında) olan bir akar hakkında verilen hüküm sahih olan

kavle göre geçerlidir. Hülasa. Fetvada bu görüşe göredir. Bezzaziye.

Hakim olmasını rüşvetle sağlamış ise ve bu rüşveti devletin en yüksek kademesinde olan sultana

veya onun haşiyesi olan kişilere sultanın bilgisi altında vererek elde etmiş veya bazı vasıtalar ile

elde etmiş ise -ki Camiü´l Fusuleyn Fetavayı İbn-ü Nüceyn´de böyle nakledilmiştir- veya hakim

kendisi rüşvet alır veya onun bilgisi dahilinde avenesi alırsa. Şurumbulaliye´nin ifadesine göre bu

durumda olan hakim hüküm verse dahi hükmü geçerli değildir.

Kendisini tayin eden kişiye ayda belirli bir meblağı ödemeyi üstlenir, o da buna karşılık o bölgenin

hakimliğini ona verirse caiz değildir. Fetava el Musannıf. Ancak Fetih isimli eserde «Tavassut ve

vasıta ile hakimlik mesleğini alan kişi, hizmet vermek için alan kişiye benzemektedir. Rüşvet

yoluyla alan kişi gibi değildir.» denilmektedir. Benzeri mesele Bezzaziye´de de biraz farklı olarak

zikredilmiştir. Orada, «Her ne kadar vasıtalar yolu ile böyle bir görevi istemesi helal olmuyor ise

de.» denmektedir.

Hakim göreve başlarken adil olarak başlasa, rüşvet alması veya başka sebeblerden dolayı fasık

olsa -burada rüşvet kelimesi çoğu kez vuku bulduğu için özellikle zikredilmiştir- bu kadı azle

müstehaktır. Görevden alınması yetkililer üzerine vaciptir. Diğer bir kavle göre görevden alınmaya

gerek yoktur, kendiliğinden azledilmiş sayılır. Fetva da buna göredir. İbni Kemal. İbni Melek.

Nevadir´den naklen Hülasa isimli eserde, «Hakim fasık olsa veya irtidad etse (dinden çıksa) veya

gözleri kapansa daha sonra durumunu düzeltse veya gözleri açılsa eski görevine devam eder.

Ancak fasık iken veya diğer hallerde iken hüküm vermiş ise o hükmü batıldır, geçerli değildir.»

denilmiştir. Bahır´da da bu görüş benimsenmiştir. Fetih´te ise, «Fukahanın, emir ve sultan gibi

kimselerin fasık olmaları sebebi ile azl olunmayacakları üzerinde ittifak etmişlerdir. Çünkü bu

görevler güç ve kuvvete bina edilir.» denmektedir. Ancak Haniye isimli eserin dava bölümünün baş

tarafında, «Vali kadı gibidir.» denmiştir.

İZAH

«Zahiru´r Rivayeye göre ilh...» Hanefi mezhebinde Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed´in

görüşlerinin İmam Muhammed tarafından altı kitapta derlenmesi ve bu kitabın günümüze kadar

meşhur veya mütevatir bir şekilde nakledilmiş olması sebebiyle en kuvvetli görüşler olduğundan

bunlara Zahiru´r Rivaye denmektedir. Bahır isimli eserde «Zahiru´r Riyave´ye göre hükmün şehir

veya şehir hükmünde olan yerde verilmiş olması şart değildir. Köylerde ve daha küçük bölgelerde

verilen hükümler de sahihtir. Fetva da Bezzaziye´de olduğu gibi bu görüşe göredir.» denmektedir.

Bununla da her iki gö´´üşün Zahiru´r Rivaye´ye isnat edildiği anlaşılmaktadır. Remli. Ancak bu görüş


tartışılabilir.

«Akarda ise ilh...» Bahır´da yine bu konuda, «Dava açan kişilerin hakimin bulunduğu bölgeden

olmaları şart değildir. Özellikle dava konusu borç ve menkul mallarda ise. Ama hakimin yetki

bölgesinde olmayan bir akar konusunda açılan davada sahih olan kavle göre hakimin bu davaya

bakmasının ve hüküm vermesinin caiz olduğu istikametindedir. Hülasa ve Bezaziye isimli eserlerde

de bu görüş benimsenmiştir. Bunun tersini anlama dikkat et, aksi halde hataya düşersin.»

denilmiştir.

Rüşvet ve hediye ile ilgili özel meseleler

«Hakimlik görevini rüşvetle alan kişi ilh...» Rüşvet kelimesi rüşvet ve raşvet şeklinde söylenebilir.

Misbah isimli lügat kitabında rüşvet şeklinde zaptedilmiş ve kişinin hakime veya bir başkasına

lehinde hüküm vermek için veya istediğine ulaşabilmek için vermiş olduğu şey diye tarif edilmiştir.

Fetih´te rüşvetin dört bölümde inceleneceğine yer verilmiş, dört kısım olduğu da söylenmiştir.

Bunlardan biri alana ve verene haram olan rüşvettir. O da valilik, emirlik, hakimlik almak için verilen

rüşvettir. İkincisi, bir kimsenin lehinde hüküm vermek için hakimin rüşvet almasıdır. Onun hükmü

de aynıdır, yani haramdır. Velev ki verdiği hüküm doğru da olsa. Çünkü doğruyu bulup çıkarmak o

istikamette hüküm vermek onun görevidir. Görevine karşı rüşvet alması kesinlikle haramdır.

Üçüncüsü, daha üst kademede işini görmek üzere birinden bir mal alması veya ona bir menfaat

sağlaması için rüşvet alması, yüksek kademede ki memurların amirlerin verebilecekleri zararı

bertaraf etmesi için ona mal para vermesidir. Bu da ancak alan kişi için haramdır. Bunun helal

olmasının yolu ise bu işini görmek ve takip etmek için onu belirli günler karşılığında ücretle

tutmasıdır. Bu durumda o kimsenin mesaisi (işleri) onu tutan kişiye ait olacağından amirlere

(sultana) belirli bir iş için göndermesi sahih görülmektedir.

Yine kaza bahsinde hediyeler de kısımlara ayrılmış bu da hediyelerden bir kısım olarak mütalaa

edilmiş ve şöyle denmiştir: «Birbirlerine olan sevgilerinin artması, dostluğun pekişmesi için

hediyeleşmeleri her iki taraf için helaldir. Ama haksız olduğu bir konuda kendisine yardımcı olması

için yapılan hediye her iki taraf için de haramdır. Kendisine gelebilecek bir zulmü ve bir zararı

önlemesi için vermiş olduğu hediye ise yalnız alan kişi için haramdır. Bunun helal olması için çare,

yukarda zikrettiğimiz meseledir.»

Yine aynı bölümde devamla, «Eğer bu hediye verilirken şartlı olarak verilirse hüküm böyledir. Ama

şart koşulmadan verilecek olursa karinelerle sultan veya başkan nezdinde ona yardımcı olması için

hediye ettiğini yakınen bilirse ulemamız böyle bir hediye verilmesinde bir beis olmadığını

söylemişlerdir. Eğer ihtiyacını şart koşmaksızın ve ondan bir şey beklemeksizin giderir o da buna

karşılık daha sonra bir hediye getirirse o helaldir, alınmasında bir beis yoktur.

İbn-i Mesut´tan mekruh olduğuna dair nakledilen ifade takva ve vera gereği olsa gerektir.»

denilmiştir.

Dördüncüsü ise parayı verdiği kişinin zulmünden ve onun yapacağı bir kötülükten korktuğu için

kendisine bir miktar para veya mal verecek olursa, bu durumda yalnız kendi nefsi ve aile efradı için

korkması şart değil, malı için korkmasında da durum yine aynıdır. Bu durumda verilen, veren kişi

için helal, alan kişi için haramdır. Çünkü herhangi bir müslümana karşı meydana gelecek zararı

önlemek vaciptir. Buna mukabil bir mal almakta caiz değildir. Çünkü üzerine düşen görev karşılığı

para alması caiz değildir. Fetih´teki ifadeler özetle bundan ibarettir.

Kınye isimli eserde, «Rüşvet olarak verilen paranın veya malın iade edilmesi vaciptir. Çünkü alan

kişi ona malik olamaz.» denilmektedir: Yine aynı eserde, «Kadıya veya bir başkasına haram bir mal

verilse, önemli bir durumu islah etmesi için verse, o da islah etse, daha sonra alan aldığına nadim

olsa geri vermesi gerekir.» denilmiştir. Meselenin tamamı Bahır´dadır.

İlerde kadıya, müftüye veya devlet memurlarına valiye veya hükümet temsilcilerine verilen

hediyelerin hükmü açıklanacaktır.

«Devletin en üst kademesindeki bir memura hakimlik görevini tevdi etmek için rüşvet verse ilh...»

Yanı hakım vazife alabilmek için bu görevi veren kişiye veya bir başkasına rüşvet vererek bu görevi

alacak olursa hüküm yukarda belirtildiği gibidir. Nitekim Bezzaziye´den naklen Bahır´da da böyledir.

«Veya hakim hükmü esnasında rüşvet alsa ilh...» Uygun olan bu ifadenin buradan kaldırılmasıdır.

Çünkü daha sonra bu konuda söyleyeceği «Adil olarak göreve başlayıp rüşvet alması ile fasık

duruma düşerse» meselesinde bu hüküm beyan edileceğinden burada zikredilmesine gerek yok idi.

«Rüşvet olarak veya rüşvet vererek görev alan kişinin hüküm vermesi halinde verdiği hüküm


geçerli olmaz ilh...» Bu ifadede rüşvet vererek görev alma ile göreve geldikten sonra rüşvet almanın

hükmü sanki eşitmiş gibi görünmektedir. Halbuki hakimlik görevini rüşvet vererek alan kişinin

hakimliği sahih olamamakta, verdiği hüküm de geçerli sayılmamaktadır. Nitekim Kenz isimli eserde

bu şekilde ifade edilmiştir. Adı geçen kitabın şerhi Bahır isimli eserde sahih olan da budur

denmiştir. Bahır´da devamla, «Hüküm verse de verdiği hüküm geçerli olmaz. Fetva da buna

göredir.» denmiştir. Benzeri ifadeler İmadiye´den naklen Dürer´de de yer almış bulunmaktadır. Ama

bütün şartların kendisinde bulunması nedeniyle göreve getirilmiş, göreve geldikten sonra henüz

hüküm vermeden rüşvet almış veya hüküm vermiş, daha sonra rüşvet almış ise -Fetih´te olduğu

gibi- durum ne olur? İmadiye isimli eserde bu konuda üç görüşün olduğuna yer verilmiştir. Bir

görüşe göre verdiği hüküm gerek rüşvet aldığı konuda gerek başka konularda olsun geçerlidir.

Diğer bir rivayete göre ise rüşvet aldığı konuda geçerli değil, diğer konularda geçerlidir. Serahsi de

bu görüşü benimsemiştir. Diğer bir görüşe göre ise, her ikisinde de hükmü geçerli...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

09 Şubat 2010, 15:26:26
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 09 Şubat 2010, 15:26:26 »

METİN

Görev vermeye yetkili olan kişi göreve daha ehil ve muktedir olanı seçmelidir. Bu tayin edilen

kişinin kötü huylu, sert mizaçlı, mütekebbir, hakkı görmesine rağmen görüşünde ısrar eden kişi

olmaması da lazımdır. Çünkü hakim ve kadı olan bu kimse, bir bakıma Resulullah´ın halifesi, onun

getirdiği hükümleri onun adına uygulayan birisidir. Bir kimseye mutlak olarak Allah´ın halifesi

isminin verilmesi tartışılan bir husustur. Tatarhaniye.

Vazifeyi aldığı taktirde zulmedeceğinden korkan kişinin bu görevi alması tahrimen mekruhtur.

Kendisini aciz hisseden, görevi tam o!arak yapamayacağını bilen kişilerin durumu da aynıdır. Bu iki

husustan birinin bulunması, görevin alınmasının mekruh olması için yeterlidir. İbni Kemal. Ama

kendisinden emin olan, başka ehil bulunmadığı taktirde bu görevi üstlenmesi gereken kişiler için

mekruh değildir. Fetih.

Ondan başka bu görevi yapacak biri olmadığı taktirde üzerine farzdır. Başkalarının da yapabilme

imkanı var ise farzı kifayedir. Ekseri ulemaya göre böyle bir görevi almak ruhsat (mubah) ise de

almamak daha evladır. Bezzaziye.

Ehil olmayan kişiye ise haramdır ve bunun haram olduğunda da tereddüt yoktur. Dolayısıyla kadılık

görevini alma ile ilgili beş hüküm varit olmaktadır. Bazan farz, bazan vacip, bazan mendup, bazan

mekruh, bazan da haram olmaktadır.

Adil sultandan böyle bir görevi almak caiz olduğu gibi caiz ve zalim olandan kafir de olsa böyle bir

görevi almak da caizdir. Molla Miskin ve diğer fakihler bu şekilde zikretmişlerdir. Ancak bu son

durumda, zalim olan gayri müslim olan bir kişiden görev aldığı taktirde, hakkı yerine

getiremeyeceği, adaleti tecelli ettiremeyeceği, onun buna mani olacağı kesinleşirse, o zaman görev

alması haram olur.

Gayri Müslimlerin bir yere girmeleri, orada ekseriyeti teşkil etmeleri, orayı zaptetmeleri hafinde

İslam ülkesi tarafından tayin edilmiş bir voli bulunmadığı taktirde, orada yaşayan müslümanlara

kendi işlerini idare edecek. cumalarını kıldıracak bir görevli ve vali tayin etmek vaciptir. Fetih.

Harici mezhebinden olan bir sultandan görev olma da caizdir. Meşru nizama gayrı meşru bir şekilde

el koyan ve kendisini devlet başkanı olarak ilan eden kişiden de görev olmak caizdir. Görev vermek

sahih olduğuna göre görev almak için azletmek de sahihtir.

Bâğî dediğimiz gayri meşru bir nizamın hakimi olan kadının vermiş olduğu hüküm, İslamın

hükümran olduğu ve meşru bir idarenin adil hakimine getirildiği taktirde aynen uygulayabilir. Bir

diğer kavle göre uygulamaz. Nasihi de bu görüşü benimsemiştir.


Göreve atanan kadı bir önceki kadı tarafından tutulan dosya ve mahkeme zabıtlarını ister. Hapse

mahkum edilmiş olan kişilerin durumunu gözden geçirir. Ama vali tarafından hapsedilmiş olan

kişilerin durumunu devlet başkanı incelemekle görevlidir. Tedibi gerekenleri tedip eder,

cezalandırır. Gerekmiyorsa tahliye eder.

Katil zanlısı olan kişi müstesna, hiçbir kimsenin ayaklarına zincir vurularak gecelemesini tasvip

etmez. Nafakası olmayan kişilerin nafakalarını da Beyt´ül-maldan temin eder. Bahır.

Dosyaları inceledikten sonra birer birer hapiste olan kişilerin durumu ile ilgilenir. Onlardan hakkı

ikrar eden çıkarsa veya aleyhlerinde beyyine sabit olursa hapislerine hükmeder ve eski hali devam

ettirir. Molla Miskin. İkrar etmediği beyyine ile sabit olmadığı taktirde münasip görürse belirli bir

süre ilan eder, daha sonra şahsına kefil alarak onu serbest bırakır. Kefil vermeden vaz geçer,

imtina ederse bir ay onun hakkında çığırtkanlar vasıtasıyla ilanda bulunur. Kimse çıkmadığı taktirde

salıverir.

Ayrıca bir önceki kadı nezdine bırakılmış emanetleri vakıf gelirleri konusunda beyyine veya ikrara

dayanarak hüküm verir. Bu konuda azledilmiş olan kadının ifadesine dayanarak çalışamaz. Onun

görevlerini, onun sözlerini bir düstur ´kabul etmez. Çünkü azledilmekle tebadan biri olmuştur,bir

ferttir. Bir insanın şahadeti ise, bilhassa kendi işine dair şahadeti, özellikle kabul edilmez. Dürer.

Bu ifadenin gereği. başka biri ile birlikte aynı konuda şahit de olsa, onun şahadeti kendi işine dair

olması sebebiyle red edilir. Nehir.

Ben derim ki: Kariul-Hidaye namıyla meşhur fakih onun şahadetinin başka biri ile birlikte kabul

edilebileceği istikametinde fetva vermiş, İbni Nüceyn de bu görüşe tabi olmuş, onu benimsemiştir.

Ancak mal elinde bulunan kişi ikrar eder, o mal kendisine azledilen kadı tarafından teslim edildiği

söylenir, teslim edilen bu mal emanet olsun veya vakfın gelirleri olsun, bu durumda azledilmiş

kadının sözleri, bu iki meselede kabul edilir. Mesela, «Bu emanet mal falan kişiye aittir » dese

ifadesi makbuldür. Ancak elinde mal bulunan kişi önceden o malın başka birine ait olduğunu ikrar

eder, daha sonra kadının kendisine teslim ettiğini söylese, kadı da bir başkasına aittir dese o

zaman o malı birinci ikrar ettiği kişiye teslim eder, ayrıca ikinci ikrarından dolayı o malın kıymetini

veya benzerini birinci kadının belirttiği yere verilmek üzere, o malı yeni kadıya teslim eder.

İZAH


«Görev verme yetkisi olan kişi seçer ilh...» Bu seçim ehil olan kişiler için vaciptir. Aksi halde

Allah´a, Resulüne ve müminlere hadiste geçtiği gibi hiyanetlik etmiş olur.

«Seçilen bu insanın kötü huylu olmaması gerekir ilh...» Kötü huylu olan, merhametsiz olan,

mütekebbir olan, hakkı gördüğü zaman teslim etmeyip kendi görüşünde ısrar eden, hakka sanki

düşman olmuş kişileri tayin etmez. Bahır. Çünkü kadı bir bakıma Resulullahın halifesidir. Ona inen

hükümleri, onun açıkladığı ahkamı şeriyeyi uygulamada bir bakıma onun vekili demektir.

«Görev alması tahrimen mekruhtur ilh...» Bazı kitaplarda görev vermek, onu göreve getirmek

tahrimen mekruhtur, denmekte, ancak musannıfın üzerine şerh düştüğü görevi kabul etmek

ifadesiyle ilgilidir. Bu ibarenin siyakına daha uygun düşmektedir.

«Zulmetmekten korkan kişi için ilh...» Ama kesin olarak veya galibi zan ile zulmedeceğini,

hükümlerde adaleti uygulamayacağını bilen kişinin vazifeye gelmesinin haram olması gerekir. Bahır.

«Aciz olduğunu bilen kişi ilh...» Buradaki acizlik kelimesi ile hasımlar arası davayı yürütmede,

dinlemede aciz kalması demek olabileceği gibi, hakkı ifa edemeyeceği, adaleti tecelli

ettiremeyeceği, üzerine düşen görevi bihakkın yapamayacağı, rüşvet alma konusunda kendisine

güvenemeyeceği, aciz kalacağını bilen kişinin böyle bir görevi üstlenmesi de yine tahrimen

mekruhtur.

«Zulmedeceğinden korkmasına rağmen ondan başka bu göreve gelecek bulunmazsa ilh...» Fetih´te

bu konuda, «Eğer ondan başka biri bulunacak olursa mekruhtur. Ama ondan başkası

bulunmayacak olursa, bu görevi alması üzerine farz ve kendini zapturap altına alması, kontrol

etmesi de ayrıca üzerine düşen bir görevdir. Ancak görev veren kişinin ona vereceği görevi bizatihi

kendisi üstlenebilecek durumda olur, hasımlar arası meselelere bakma zamanı ve yetkisi olacak

olursa, o zaman, böyle bir kişinin göreve getirilmesi caiz olmaz.» denilmiştir.

Sultanın direkt hasımları muhakeme etmesi meselesi

Yukarda beyan ettiğimiz ifadeye göre, sultanın (devlet başkanının) hasımlar arası meselelere

girmesi, onlar hakkında hüküm vermesi, onun yetkileri arasındadır. Yukarda İbni Ğars´tan

sarahaten beyan ettiğimize göre. hakim meselesini anlatırken onun da bu konuda yetkili


olduğundan bahsetmiş idik. Remli der ki, «Hülasa ve Nevazil isimli eserlere göre onun hükmü

geçerli değildir. Hassaf isimli imamın Edebül Kadı ile ilgili eserinde hüküm verdiği taktirde

geçerlidir, esah olan görüşte budur, denmektedir. Kadı Ebu Zeyd´de geçerlidir ifadesini

kullanmakta, sahih olan ve kendisiyle fetva verilen görüşte budur, denmektedir.»

TENBİH:
Görev almak onun üzerine vacip olduğu taktirde kabul etmeye zorlanır mı? Bahır sahibi bu

konuda, «Bir şey görmedim» fakat, «Zahir ifadeye göre evet zorlanır.» demektedir.Keza ehil olan

kişilerden birinin de bu görevi almak için cebredilmesi caizdir. Ancak İhtiyar isimli eserde sarih bir

ifade ile üzerine görev alması gerekli olan kişinin diyaneten bu görevi alması üzerine farzdır, fakat

almadığı taktirde buna zorlanmaz denmektedir.

«Görev almak mubahtır ilh...» Kendisine güvendiği ve ondan başkalarının bulunması halinde görev

olması ruhsattır (mubahtır), alabilir. Terketmesi, almaması ise azimettir.

«Daha evladır ilh...» Sahih olan da budur. Nitekim Nihaye´den naklen Nehir´de böyle ifade edilmiş,

Fetih´te bu görüşe kesin gözü ile bakılmış, gerekçe olarak da şunlar ilave edilmiştir: Kendisine

güvenen kişilerin güvenmeleri ve adaletle hükmedeceklerini zannetmeleri çoğu kez hata olmakta,

bunun tersi görünmektedir. Diğer bir rivayete göre görevi almak evladır, almamak ise ruhsattır,

mubahtır. Bu görüş yukardakinin tersi olmaktadır. Kifaye´de bu konuda şöyle denmekte: Eğer

denirse, farzı kifaye olduğu taktirde bu görevi üstlenmesi mendup olmaktadır. Zira farzı kifayenin

en alt derecesi mendup olmasıdır. Nite...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

09 Şubat 2010, 15:28:09
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 09 Şubat 2010, 15:28:09 »

METİN

Hakim hüküm vermek için mescidi seçer. Bu mescidin insanların kolay bulmaları. onlar için

kolaylık olması bakımından şehrin ortasında bir mescit olması tercihe şayandır. Hatibin veya

müderrisin camide oturduğu gibi sırtını kıbleye dönerek davayı yürütür. Haniye.

Mahkemeye getirmek için mubaşir görevi yapan veya davayı tebliğ eden kişiler için harcanan

masraflar, esah olan kavle göre, davayı açana aittir. Bezzaziye´den naklen Bahır´da bu şekilde ifade

edilmiştir. Haniye´de ise, «Aleyhinde dava acılan kişiye aittir.» denmekte, «Sahih olan görüşte

budur.» ifadesine yer verilmektedir.

Sultanın, müftünün ve fakihin halkla ilişkilerindeki durum da aynı kadınınkine benzemektedir. Kadı

mescitte hüküm verebileceği gibi kendi evinde de herkese açık olması şartı ile hüküm verebilir.

Az da olsa gelen hediyeleri kabul etmez, reddeder. İbnü Kemal. Bu hediyeler kendisine yardımcı

olması şartı koşulmaksızın verilenlerdir. Rüşvet ise bunun hilafınadır. İbni Melek. Ama hediyeyi

getiren kişi hediyesinin iade edilmesinden dolayı üzülecek olur veya rahatsız olacak olursa bu

durumda hakim getirilen hediyenin kıymetini ona verir. Hulasa.

Getirilen hediyeyi red etmek getirenin kim olduğu bilinmediği için mümkün olmayacak olursa veya

getirenin yerinin uzak olması halinde iade edemeyecek olursa, hediyeyi beytilmale bırakır. Gelen

hediyelerin ona ait olması düşünülemez. Çünkü bu Hazreti Peygamber Aleyhüsselatu vesselamın

hususiyetlerindendir. Yani ona gelen hediyeler onun mülkü sayılır. Tatarhaniye.

Bu ifadeden de anlaşıldığına göre herhangi bir devlet yetkilisinin bilhassa devlet başkanının hediye

kabul etmesi uygun olmaz. Eğer böyle olmasa idi Hazreti Peygamber Aleyhüsselatu vesselamın

hususiyetlerinden sayıp ona ait olduğu söylenmezdi. Yani devlet başkanı ve kadı olarak

Resulullaha gelen hediyeler müstesna, ona ait bir özelliktir. Başkalarının Resulullah hediye kabul

ederdi diye kabul etmeleri uygun olmaz.

Aynı eserde imamın yani devlet başkanının, müftünün, vaizin hediye kabul etmesinin caiz olduğuna

yer verilmiş. Çünkü bu hediyeler alime ilminden dolayı yapılmıştır. Kadıya yapılan hediyeler ise

bunun aksinedir. Lehinde hüküm verme veya ona bir fayda temin etmesi için verilmiştir. Hediye

kabul etmeme meselesinden aşağıdaki dört husus istisna edilmiştir. Sultanın getirdiği hediye,

paşanın verdiği hediye, -Eşbah ve Bahır- yakın akrabalığı dolayısıyla yakının getirdiği hediye, kadı

olmazdan önce aralarında hediyeleşme adeti olan kişinin getirmiş olduğu hediyeler. Bu da eski

adet üzere getirilmiş bir hediye olacak olursa. Ama eskilere oranla daha çok getiriliyor ise ve bu

yakınının veya aralarında hediyeleşme adeti olan bir kişinin bir davası yok ise kabul eder. Davaları

olduğu taktirde veya eski hediyeden fazla getirmeye başladıkları taktirde, fazlasını kabul edemez.

Dürer.


Özel davetlere de icabet etmez. Özel davetten maksat daveti tertib eden kişi kadının gelmeyeceğini

bilseydi o daveti yapmaz ve hazırlamazdı diyebileceğimiz davetlerdir. Velevki bu yakın akrabası

veya aralarında eskiden davete gelip gitme adeti olan kişiler tarafından do olsa.

Diğer bir rivayete göre özel davetler bu gibi yakın akrabası ve eski hediyeleşme adeti olan dostlar

tarafından yapılan davet durumu hediye mesabesindedir. Siraçta ve şerhi Mecma´da «Hasımlardan

herhangi birinin davetine icabet etmez ve adet olmayan davetler genel de olsa töhmete vesile

olabileceği ihtimaline binaen onlara da icabet etmez, iştirak etmez.» denilmiştir.

Cenazeyi teşyedebilir, hastaları ziyaret edebilir. Eğer bunların lehlerinde ve aleyhlerinde açılmış bir

dava yok ise. Şurumbullaliye.

Mahkemede hasımların arasında eşit davranması kadının üzerine düşen önemli vazifelerden biridir.

Oturturken eşit yerlere oturtur, onlara hitap ederken aynı şekilde hitap eder. İşaret ederken, onlara

bakarken eşit davranmayı kendisine prensip edinmesi vaciptir. Onlardan birinin kulağına gizli bir

şey söylemesi ve özellikle birine iltifatvari işaretlerde bulunması yasaktır. Birine kızmayıp diğerine

kızması, sesini yükseltmesi veya birinin yüzüne gülüp diğerine gülmemesi gibi durumlar da yasak

olan hususlar arasındadır.

Birinin içeriye girmesinden dolayı ayağa kalkması, kesinlikle caiz olmayan bir husustur. Ya her

ikisine de aynı iltifatta bulunacak veya hiç bulunmayacaktır. Birine ikram edip diğerine ikram

etmemesi de bu kabildendir. Evet, bütün bu söylenenleri her ikisine de eşit bir şekilde yapacak

olursa, o zaman caizdir. Nehir.

Hiçbir surette hüküm meclisinde şaka yapmaz. Velevki başkaları ile de olsa. Çünkü bu tür şakalar

onun heybetini giderebilir, kişilerin gözünde onu küçültebilir. Herhangi birine ne söyleyeceğini

telkin etmez. İmam Ebu Yusuf´tan bir rivayete göre böyle bir telkinde bulunması veya imalı ifadeler

kullanmasında bir beis yoktur. Ayni.

Şahide de nasıl şahadet edeceği konusunda telkinde bulunmaz. Ebu Yusuf yine bu konuda,

«Vereceği bilgiden fazla bir bilgiyi ona öğretmiyorsa, bildiklerini anlatması için ona yardımcı olması

iyi bir şeydir.» demektedir. Fetvada bu yürütme ile ilgili meselelerde (kaza konusunda) fazla

tecrübesi olduğu için Ebu Yusuf´un görüşü ve kavli istikametinde olmalıdır. Bezzaziye.

Velvaliciye isimli eserde şöyle hikaye edilmektedir: «Ebu Yusuf ölümü esnasında şöyle demiştir:

«Rabbim, her şey sana malumdur ki ben hakim olduğum sürece hasımlardan birine meyletmedim.

Hatta kalben de olsa birinin kazanıp diğerin;n kaybetmesini tercih etmedim. Ancak Harun Reşid´le

ilgili bir davada, hasmı olan hıristiyan bir kişi ile arasında bir eşitlik sağlayamadım. Harun Reşid´in

kazanmasını kalben temenni ettim. Fakat hakkın onun aleyhine olduğunu gördüğüm anda hemen

aleyhinde de hükmü verdim.» demiş ve sonra ağlamıştır.»

Ben derim ki: Bu ifadeden de anlaşıldığına göre, hakim kendisini tayin eden kişi aleyhinde de

hüküm verebilir. Mülteka´da şöyle denmekte: «Hakimin kendisini tayin eden kişi lehinde ve

aleyhinde hüküm vermesi sahihtir.» Nitekim ilerde de gelecektir.

FERİ MESELELER: Bedai´de kâdının riâyet etmesi gereken hususlardan biri de hasımlardan birine

diğerinin anlamadığı bir dille hitap etmemesidir. Tatarhaniye´de ise itiyatlı olan görüş her iki

hasmada aranızda hüküm vereceğim demesi hatta onun tayininde birtakım eksiklikler de olsa bu

durumda onların yani hasımların kabulü ile hakem durumunda sayılır. Hakim herhangi bir konuda

hüküm verdikten sonra sultan alimler huzurunda mahkemeyi yenilemesini emretse, emre uyarak

mahkemeyi yenilemesi gerekmez. Bezzaziye.

Aleyhinde hüküm verilen kişi, lehinde hüküm verilen kişiden davanın bir suretini istemesi ve

alimlere göstereceğim, demesi sahih midir, değil midir sorusuna cevap olarak, «İstenilen nüshayı

vermediği taktirde kadı onu vermeye zorlar.» denilir. Cevahirul Fetava. Fetih´te, «Hakim hüküm

verirken mümkün mertebe hasımları birbiri aleyhine kışkırtmadan, birbirlerine kin besletmeden

hükmünü ifa etmesi yerine getirmesi gerekir.» denmektedir.

Hakim hüküm vermek üzere oturduğu zaman, hasımlardan birinin takdim edeceği dilekçeyi

(arzuhali) kabul edebilir mi sorusuna, «hayır» diye cevap verilmiş. eğer oturmamış ise alabilir,

denmiştir. O dilekçedeki ifadelerden dolayı karşı tarafı muhaheze etmez. Ancak bu ifadeler sarih bir

şekilde ikrarı ihtiva ediyorsa o zaman muhtevası ile amel edebilir.

İZAH


«Hakim hüküm vermek için mescidi seçer ilh...» Bu görüş aynı zamanda İmam Ahmet ve İmam

Malik´in görüşüdür. İmam Malik´ten sahih olan rivayet de budur. Şafii´nin görüşü ise bunun


hilafınadır. İmam Şafii´ye göre, mescide gayri müslim olan kişiler de geleceğinden başka bir yer

seçer. Çünkü Kur´an-ı Kerim´de nassan onların temiz olmadıkları ifade edilmekte ve mescide

giremeyecekleri belirtilmektedir.

Fethü´I-Kadir´de Hanefi mezhebinin ve diğer iki mezhebin bu konudaki delilleri hususunda uzun

uzun bahsedilmiş ve caiz olacağı sonucuna varılmış, daha sonra şu cümle ile bağlanmıştır: «Gayri

müslim olan kişinin temiz olmaması (necis olması) itikatla ilgili bir husustur. Burada teşbih

kasdedilmiştir.»

Ay başı gören kadınlar do camiye giremeyeceklerine göre hakim onların ifadesini dinlemek için

onların bulunduğu yere gider veya mescidin dışına çıkar veya kendi gidemiyor ise vekilini gönderir.

Mesela dava konusu bir hayvan olduğu taktirde nasıl ki yerine gidip onu tesbit etmek veya cami

dışında onu görmek gerekiyorsa, bu durumda do bunlar camiye giremeyeceklerinden onların

bulundukları yere kendisinin gitmesi veya bir vekilini göndermesi gerekir. Meselelerin tamamı ve

bunlardan kaynaklanan feri meseleler Fethü´l-Kadir´de zikredilmiştir. Bahır´da da aynı ifadelere yer

verilmiştir.

«Camide sırtını kıbleye dönerek oturur ilh...» Bu ifade oturma şeklinin nasıl olması hususunu

belirtmektedir. Yani kadının hüküm vermek için mescitte sırtını kıbleye dönerek oturması

menduptur. Aynı durum insanlara...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes