> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Kayıplar (Lukata)
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kayıplar (Lukata)  (Okunma Sayısı 2390 defa)
18 Şubat 2010, 09:21:54
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 18 Şubat 2010, 09:21:54 »



Reddü´l Muhtar / Kayıplar (Lukata)

LAKİT: BULUNAN ÇOCUK BAHSİ

LUKATA: YİTİK MAL BAHSİ

ÂBIK: KAÇAN KÖLE BAHSİ

MEFKÛD: GAİB KİMSE BAHSİ



LAKİT: BULUNAN ÇOCUK BAHSİ



METİN

Musannıf cihâddan sonra lakit ve lükata bahislerini zikretmiştir. Çünkü cihadda nefisler (insanlar) ve mallar yok olmağa bırakıldıkları gibi, bunlar da yok olmağa bırakılmışlardır.

Lakit nefisle ilgili olduğu için lükatadan önce zikredilmiştir.

Lakit: Lügatta melkût mânâsına olarak ne olursa olsun yerden kaldırılmış şey demektir. Sonraları meâl itibariyle "atılmış çocuk da" kullanılmıştır.

Lakît: Şeriatta ehlinin fakirlikten korktuğu veya zinâ suçundan kaçmak için bir yere atmış olduğu diri çocuğa verilen isimdir. Onu atan kimse günâhkâr, kaldırıp alan kimse ise sevâba nâil olur.

Lakit (atılmış çocuk) yerden alınıp kaldırılmadığı takdirde helâk olacağı kesinlikle bilinirse, yerden alınıp kaldırılması farz-ı kifaye olur. Görenden başkası bilmezse, yerden alınıp kaldırılması farz-ı ayn olur. - Kuyuya düşecek a´mayı görmek de yerden kaldırılacak çocuk gibidir.- Çocuğun helâk olma ihtimali kesin olmazsa, yerden kaldırılması mendubdur. Çünkü bunda şefkat ve çocuğun hayatını kurtarmak vardır.

Bulunan çocuk İslâm memleketine tebaiyetle hür ve Müslüman sayılır. Ancak çocuğun köle olduğuna dair yerden kaldıran kimseye huccet ve şahid getirilirse, hür sayılmaz.

Lakîtin -bulan kimse çocuğun buluntu olduğuna dair şâhid getirirse- Nafakası, elbisesi, meskeni, tedavisi, hükümdar evlendirdiği takdirde mehri gibi ihtiyaçları beytülmal tarafından karşılanır.

Lakîtin malı veya üzerine nafakası vâcib olan akrabası olsa, nafakası malına veya akrabasına lâzım gelir. Lakîtin vârisi olmazsa, diyet olsa bile beytülmale konulur. Nitekim cinayeti beytülmalden ödenir. Çünkü zarar menfaate mukabildir.

= Fukahanın "zarar, menfaata mukabildir" kavilleri beyanında=

Lakiti yerden alıp kaldıran kimseden hiçbir şahıs onu zorla alamaz. Hükümdarın umum velayeti sebebiyle yerden kaldıranın elinden zorla alma hakkı var mıdır? Fetih´de "yoktur" diye zikredilmiştir. Musannıf, Bahır sahibine tabi olarak bunu ikrar etmiştir.

Nehir´de: "Evet, hükümdarın umum velâyeti sebebiyle alma hakkı vardır." diye zikredilmiştir. Fakat olmayı gerektiren bir sebep bulunmazsa lâyık olan almamasıdır. Yerden kaldıran kimseden lakîti bir şahıs aldıktan sonra yerden alan kimse dâvâ etse, lakit o şahısdan alınıp kendisine verilir. Ancak kendi rızasıyla vermiş olursa, hakkını iptal ettiği için kendisine geri verilmez. Bu hüküm yerden alıp kaldıran bir kişi olduğuna göredir. Eğer yerden kaldıran iki kişi olup birisi üstün olsa meselâ: bir Müslüman ile bir kâfir bulup her biri "ben alacağım" diye niza ve mücadele etseler, lakît hakkında daha faideli olacağından Müslüman´a hükmolunur. Çocuğu yerden alıp kaldıran kimseler müsavi olurlarsa rey hâkimindir. Hâniyye. Bahır.

İZAH


"Lakit: Bulunan çocuk bahsi ilh..." Yana atılmış çocuğun yerden kaldırılıp alınması bahsi demektir. Kuhistâni.

Allâme Hamevî´nin: "Atılmış çocuğun hükümlerini beyan bahsidir." diye zikretmesi daha evlâdır. Çünkü bahis, atılmış çocuğu yerden kaldırılıp alınmasından daha geniş olan nafakası, cinâyeti, mirâsı gibi bütün hükümlerini beyan için açılmıştır. T.

"Bunlar da yok olmağa bırakılmışlardır ilh..." Cihâdda nefisler ve mallar yok olmağa bırakıldıkları gibi lakît ve lükatada da nefis ve mal yok olmağa bırakılmışlardır. Cihâd zikredilmiştir. Çünkü cihâd "Lâ İlâhe İllallâh Muhammedün rasûlullâh" kelime-i tevhidini i´lâ için farz kılınmıştır. Atılmış çocuğu yerden kaldırıp almak ise mendubdur.

"Meâl itibariyle ilh..." Yani atılmış bir çocuğun işi, âdete göre yerden kaldırılıp alınmağa varacağı için kendisine "Lakît" adı verilmiştir. Bir şeye âkıbetine göre ad verilmesi lügatta yaygındır. Buna evliyyet alakasıyla "Mecâz-i lugâvî" adı verilir. Yaş üzüme şarap adı verilmesi gibi.

"Diri çocuğa verilen isimdir ilh..." Fetih´de zikredilmiştir ki; lakitin şer´i mânâsı ile lügavî manası birdir. Burada "diri çocuğa" kaydının ziyade edilmesi ile aralarında bir ayrılık meydana getirilmiş ise de bu kayıd açık değildir. Çünkü bir yere atıldıktan sonra ölmüş olan çocuğa da "Lâkit" denilir. İslâm memleketine tebaiyetle Müslüman sayılır, yıkanır, namazı kılınır. Hatta atılmış olan bir çocuk bir mahallede öldürülmüş olarak bulunsa, o mahalle halkı üzerine diyet ve kasâme (elli kişiye yemin) vâcib olur.

"Helâk olacağı kesinlikle bilinine ilh..." Yani lakît çöl gibi öleceği kesinlikle bilinen bir yerde bulunursa, oradan alınıp kaldırılması farz olur. Bu hususta bizim Hanefi imamlarıyla diğer mezheb imamları arasında ihtilâf yoktur. Bahır.

Bir çocuğu atılmış olduğu yerden alıp kaldıran kimsenin mükellef, yani âkil ve bâliğ olması şarttır. Bundan dolayı çocukların ve delilerin atılmış çocuğu yerden kaldırmaları sahih değildir.

Atılmış çocuğu yerden alıp kaldıran kimsenin hür veya Müslüman olması şart değildir. Bundan dolayı kölelerin veya kâfirlerin atılmış çocuğu yerden alıp kaldırmaları sahihdir. Ancak Müslüman olduğuna hükmedilen lakit dinleri anlayacak hale yaklaşınca Müslüman olmayan kimseden alınır. Fâsıkın, atılmış çocuğu yerden kaldırıp alması evleviyetle sahihtir.

"Yerden alınıp kaldırılması mendubdur ilh..." Bahır´a zikredilmiştir ki; bir kimsenin atılmış bir çocuğu yerden alıp kaldırdıktan sonra tekrar bir yere bırakması haramdır. Çünkü yerden alıp kaldırdıktan sonra o çocuğu himaye etmesi vâcibdir. Bundan dolayı yerden alıp kaldıran kimse, o çocuğueski haline döndürmeye mâlik değildir.

"Hür ilh..." Yani bulunan çocuk bütün hükümlerde hürdür. Hatta kazf (zinâ isnad) edene had vurulur. Çünkü âdemoğlunda asıl olan hürriyettir. Zira insanlar Müslümanların en hayırlıları olan Hz. Adem ile Hz. Havva´nın çocuklarıdır. Bazı insanlardaki kölelik hali ise daha sonra ortaya çıkan küfür sebebiyle meydana gelmiştir. Yer üzerinde mevcut olan memleketler de hür olan insanların memleketleridir. Atılmış çocuğu yerden alıp kaldıran kimse hür olsun, köle veya mükâteb otsun, bulunan çocuk bulana tâbi olmayıp hür olur. Fetih. Valvalciyye.

Muhît´te zikredilmiştir ki; ticaretten men edilmiş bir köle, bir çocuk getirip "bu çocuğu buldum" der; efendisi de "sen yalan söylüyorsun, bu çocuk benim kölemdir" derse, efendisinin sözü kabul edilir. Çünkü efendi mâliktir, köle ise kendi nefsine mâlik değildir. Eğer köleye ticaret için izin verilmiş olursa, kölenin sözü kabul edilir. Zira böyle bir köle geçici olsa bile elinde bulunanlara mâliktir. Bu bahsin tamamı Bahır´dadır.

"Bulunan çocuk İslâm memleketine tebaiyetle hür ve Müslüman sayılır ilh..." Bırakılmış çocuğu yerden kaldırıp alan kimse ister Müslüman, ister kâfir olsun çocuğun Müslüman sayılmasında muteber olan bulunduğu memlekettir. Bunda ihtilâf olup yakında gelecektir.

"Çocuğun buluntu olduğuna dair şâhid getirirse ilh..." şâhid getirmesinin sebebi, buluntu diye söylediği çocuk kendi çocuğu olabilmesidir. Bu yüzden çocuğun buluntu olduğuna dair şâhid getirmesi lâzımdır. Şâhid getirmesi doğru söylediğini ispat içindir. Çünkü bu şâhid bir hasım aleyhine getirilmemiştir. Bundan dolayı Mebsut´da: "Bu şahid, açıklamak içindir. Hali açıklamak için şâhid getirmek, her ne kadar hasım aleyhine değil ise de makbuldür." diye zikredilmiştir.

T E N B İ H:
Bulan kimse, bulduğu çocuğun nafakasını vermeye mecbur değildir. Nafakasını verdiği takdirde bakılır: Eğer hâkimin izniyle ileride alacağı bir borç olmak üzere nafakasını verirse, sonra çocuğun meydana çıkacak yakınından meselâ, babasından ve yakını meydana çıkmadığı takdirde büyüyünce çocuktan alabilir. Fakat hâkimden izinsiz çocuğun nafakasını verirse geri alamaz, teberru etmiş olur.

"Mirâsı diyet olsa bile beytülmâla konulur ilh..." Fetih´te zikredilmiştir ki; bir lakit bir mahallede öldürülmüş olarak bulunsa, diyeti o mahalle halkına lâzım gelir. Alınan diyet beytülmâle konulur. O mahalleden elli kimseye yemin ettirilir. Kezâ lakiti yerden alıp kaldıran veya başka bir kimse hata en öldürürse, diyeti öldüren kimsenin âkılesinden alınır ve beytülmâle konulur. Amden öldürürse hükümdar muhayyer olup dilerse kâtili öldürür, dilerse diyet üzerine sulh olur. Kâtili affetme hakkı yoktur. Bahır.

"Zarar, menfaata mukabildir ilh..." Misbâh´da: "Menfaat, zarara mukabildir. Nitekim bir şeyin menfaati mâlikine aiddir. O şeyin menfaatında hiç bir kimse mâlikine ortak olmaz. O şeyin zararı da malikine aiddir. Zararında dahi hiç bir kimse mâlikine ortak olmaz. İşte fukahânın "zarar, menfaate mukabildir" diye zikrettikleri kavillerinin mânâsı budur." diye zikredilmiştir.

"Lakiti yerden alıp kaldıran kimseden hiç bir şahıs onu zorla alamaz ilh..." Çünkü lakîti önce yerden alıp kaldıran o olduğundan himaye etme hakkı da ona aid olmuş olur. Ancak himaye etmeye ehil olmadığı takdirde kendisinden alınır.

Bir zimmi "bu lakit benim oğlumdur´ diye iddia etse, nesebi ondan sâbit olur. Fakat lakit Müslüman sayılır. Dinleri anlayacak yaşa yoklaştığında zimmînin elinden alınır. Zâhir rivâyete göre zimmînin elinden lakîtin alınması vâcibdir. Nitekim lakîti atılmış olduğu yerden alıp kaldıran fâsık olup lakîte fenalık yapmasından korkulursa, lakît erginlik çağına gelmeden önce ondan alınır. Hâniyye´de: "Hâkim, lakîti atılmış olduğu yerden alıp kaldıran kimsenin onu himaye etmekten âciz olduğunu bilirse yahut lakîti hâkime getirip onu hîmaye etmekten âciz olduğunu söylerse, hâkim lakît kabul eder." diye zikredilmiştir.

"Rey hâkimindir ilh..." Yani bir lakîti yerden...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kayıplar (Lukata)
« Posted on: 25 Nisan 2024, 19:12:33 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kayıplar (Lukata) rüya tabiri,Kayıplar (Lukata) mekke canlı, Kayıplar (Lukata) kabe canlı yayın, Kayıplar (Lukata) Üç boyutlu kuran oku Kayıplar (Lukata) kuran ı kerim, Kayıplar (Lukata) peygamber kıssaları,Kayıplar (Lukata) ilitam ders soruları, Kayıplar (Lukata)önlisans arapça,
Logged
18 Şubat 2010, 09:23:37
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 18 Şubat 2010, 09:23:37 »

LUKATA: YİTİK MAL BAHSİ



METİN

Lukata lâmın ötresi, kafın üstünü veya sükunuyla yerden alınıp kaldırılan mala verilen isimdir. Lukata şeriatta, İbn-i Kemâl´in beyanına göre; bulunan yitik maldır.

Muzmerât´tan naklen Tatarhâniyye´de zikredilmiştir ki; lukata, harbînin (kâfirin) malı gibi mâliki bilinmeyip kendisi mubah olmayan buluntu maldır. Muhît sahibine göre; lukata, mülk edinmek için değil başkası nâmına muhafaza etmek için yitik bir malı yerden alıp kaldırmaktır. Muhît sahibinin bu tarifi, sarhoştan düşen gibi mâliki bilinen mala da şâmil olur. Bu mal ise emânettir, lukata değildir. Bu yüzden tarif olunmayıp sahibine verilir.

Lukatayı yerden alıp kaldıran kimseye "mültekıt" denilir.

Lukatayı tarif ve ilân etmede kendinden emin olan kimsenin sahibine vermek maksadıyla yerden alıp kaldırması mendubdur. Kendisinden emin olmazsa lukatayı bulundûğu yerde bırakması evlâdır. Bedâyı´da: "Bir kimse lukatayı kendi nefsi için yerden alıp kaldırırsa, gasb gibi olacağından haram olur." diye zikredilmiştir.

Lukatanın zayi ve telef olacağından korkulursa, yerden alınıp kaldırılması farz olur. -Nitekim lakîtte geçmiştir.-- Çünkü Müslüman´ın malının hürmeti nefsinin hürmeti gibidir. Bundan dolayı lukatanın zayi olacağını bilen bir kimse yerden alıp kaldırmasa da zayi olsa günâhkâr olur. Bu kimsenin lukatayı ödemesi lâzım olur mu? Nehir sahibinin kelamından anlaşıldığına göre; lâzım olmaz. Musannıfın kelâmından anlaşıldığına göre; lâzım olur. Çünkü Sayrafiyye´de zikredilmiştir ki; bir kimse bir şahsın buğdayını merkep yerken görüp onu menetmese, Bedâyı sahibi: "Sahih olan onu ödemesidir." demiştir.

Fetih´te ve diğer muteber fıkıh kitaplarında zikredilmiştir ki; Bir kimse lukatayı alıp kaldırdıktan sonra tekrar yerine koysa, zahir rivayete göre, ödemez. Çocuğun, kölenin lukatayı yerinden alıp kaldırması sahihtir. Fakat delinin, şaşkının, bunağın, sarhoşun lukatayı yerden alıp kaldırması sahih değildir. Çünkü bunlar lukatayı koruyamazlar.

İZAH

"Lukata; Yitik mal bahsi ilh..." Lakitin lukatadan önce zikredilmesinin vechi yukarıda geçmiştir. İnaye´de: "Lakit ile lukata lâfız ve mânâ itibariyle birbirine yakındır. Lakit: Fakirlikten veya zinâ töhmetinden korkularak hamam kapısına veya yol üzerine bırakılan çocuktur. Lükata ise, sahibi bilinmeyen yerde bulunan maldır. İnsanoğlu şerefli olduğu için lakit, lukatadan önce beyan edilmiştir." diye zikredilmiştir.

"Yerden alınıp kaldırılan mala verilen isimdir ilh..." İnsanoğlu kesinlikle yere düşmüş bir şeyi alıp kaldıracağı için yitik mala "lukata" adı verilmiştir.

"Yitik olarak bulunan maldır ilh..." Lukatanın şeriattaki mânâsı lugavı mânâsına müsavidir. Misbâh´ta: "Lukata, yerden alınıp kaldırılan şeydir." diye tarif edilmiştir. İbn-i Kemâl lukatanın lugavi mânâsını zikretmemiştir. Buna göre; bir malın lukata sayılması için mutlaka sahibinin bilinmemesi ve mübah olmaması lâzım değildir. Bilinen bir kimsenin kaybettiği bir malda lukata sayılır. Ancak bunun için tarif ve ilâna lüzum yoktur. Bu bir emanettir. Bunu mümkünse hemen sahibine vermek lâzım gelir. Kırlarda, tarlalarda, bahçelerde bırakılmış sahipleri tarafından aranılmayan meyvelere, çekirdeklere şeriat ve lügat cihetinden lukata denilir. Bunlar mubah olduğu için ilân edilmeleri ve sahiplerine verilmeleri vacip değildir.

"Bu mal ise emanettir, lukata değildir ilh..." Bu ifade düşündürücüdür. Çünkü lukata da emânettir. Tarif ve ilanının vacib olmaması onu lukata olmaktan çıkarmaz. Nitekim biraz önce geçmiştir.

"Kendisinden emin olmazsa ilh..." Yani bir kimse lukatayı yerden aldığı takdirde sahibine vermeyeceğini yakinen bilirse, lukatay´ı bulunduğu yerde bırakması farz olur. Lukatayı sahibîne verip vermeyeceğinde şüphe ederse, yerden alıp kaldırması mendub olur. Kendi nefsi için lukatayı yerden alıp kaldıran kimse ödemekle mükellef olur. Elinde zayi ve telef olunca misliyettan ise misliyle, kıyemiyyâttan ise kıymetiyle ödemesi lâzım gelir. Bedâyı.

"Lukatanın zayi olacağını bilen bir kimse yerden alıp kaldırmasa da zayi olsa günâhkâr olur ilh..." Yani sahibine vereceğinden nefsine emniyeti olduğu halde lukatayı yerden alıp kaldırmasa da zayi olsa günâhkâr olur. Nefsine emniyeti olmazsa, lukatayı bulunduğu yerde bırakması efdaldır. T.

"Nehir sahibinin kelâmından anlaşıldığına göre; lâzım olmaz ilh..." Câmiu´l-Fûsuleyn´de zikredilmiştir ki; ağzı açık bir tulumun yanından geçen bir kimse onu almazsa kendisine bir şey lâzım gelmez. Eğer onu aldıktan sonra tekrar geri yerine bırakırsa bakılır: Sahibi yanında bulunmazsa onu öder, sahibi yanında bulunursa ödemez. Kezâ yere düşmüş bir keseyi gören kimse de böyledir. Yani onu yerden almazsa. kendisi-ne bir şey lazım gelmez. Onu aldıktan sonra tekrar yerine bırakırsa, öder. Fakat bu mesele, yakında Fetih´ten naklen zikredilecek meseleye muhaliftir. Keseyle tulum arasında fark vardır. Şöyle ki: Ağzı açık tulum yerden alındıktan sonra tekrar geri bırakıldığında onda bulunan şeyin döküleceği kesindir. Fakat kese böyle değildir. O alındıktan sonra yerine konulduğunda emniyetli bir kimsenin onu alma ihtimali vardır.

TENBİH: Yitik bir şeyin helâk olacağını bildiği halde yerden alıp kaldırmayan kimse günâhkâr olursa da ödemesi lazım gelmez. Çünkü günâhkâr olmak başka, ödemek başkadır.

Ben derim ki: Bir kimse, bağlı bir hayvanı çözse de hayvan kaçsa yahut içinde kuş bulunan bir kafesin yahut içinde hayvan bulunan bir ahırın kapısını açsa da kuş veya hayvanlar kaçsa, onları ödemesi lâzım gelmez. Ama kendisine bir şey bağlanmış olan ipi çözse veya içinde zeytinyağıbulunan tulumu yarsa bunları öder. Çünkü ipe bağlı olan şeyin düşmesi, ipin çözülmesine, zeytinyağının akması, tulumun yarılmasına nisbet edilir. Fakat kuşun uçması ve hayvanların kaçması, kapının açılmasına değil, kendilerine nisbet edilir. Yerden alındıktan sonra tekrar yerine bırakılan lukata da böyledir. Yani lukatanın helâk olması, tekrar geri bırakılmakla değil. başka bir kimsenin almasıyladır. Fakat ağzı açık bir tulumun içindeki maddenin akması, yerden aldıktan sonra tekrar geri bırakan kimseye nisbet edilir. Ama tulumun yanından geçen kimse onu yerinden kaldırmazsa, içindeki maddenin akması o kimseye nisbet edilmez.

"Çünkü Sayrafiyye´de zikredilmiştir ki; ilh..." Zâhidi: "Bir kimse kendi eşeğini başkasının buğdayını yerken görür de ona mâni olmazsa, buğdayı öder." diye zikretmiştir. Remlî Hayrüddin: "Eşek başkasının olursa buğdayı ödememesiyle fetva veririm." demiştir. Eşeğin gören kimsenin kendisinin olmasıyla başkasının olması arasındaki fark açıktır. Şöyle ki: Bir kimse, kendi eşeğini başkasının buğdayını yerken görür de ona mâni olmazsa eşeğin fiili o adama nisbet edilmiş olur ve menfaati ona aid olmuş olur. Ama başkasının eşeğini görmek böyle değildir.

"Zâhir rivayete göre, ödemez ilh..." Yani bir kimse lukatayı tarif ve ilân etmek için aldıktan sonra tekrar aldığı yere koysa, zâhir rivâyete göre ödemez. Fakat lukatayı kendi nefsi için aldıktan sonra tekrar yerine koyarsa, zayi olduğu takdirde öder. Bir kimse, lukata olan bir hayvanı alıp bindikten sonra tekrar yerine koysa veya bir elbiseyi alıp giydikten sonra tekrar yerine koysa, zayi olduğu takdirde öder.

"Çocuğun ve kölenin lukatayı yerinden alıp kaldırması sahihtir ilh..."

Lukatayı tarif ve itân etmek çocuğun velisine, kölenin efendisine aid olur. Ticarete izin verilmiş köle ve mükateb lukatayı yerden alıp kaldırdığı takdirde tarif ve ilân da kendilerine aid olmuş olur. Kâfirin lukatayı yerden alıp kaldırması da sahihtir. Lukatayı yerden alıp kaldıran kâfir üzerine lukatanın kendisinin olduğunu iddia eden kimse kâfir şâhid getirse, kabul edilir. Buna göre, kâfir için de tarif, tesadduk ve faydalanma gibi lukatanın hükümleri sâbit olur. Bunu açıkça beyan edeni görmedim. Bahır.

"Delinin ilh..." Lukatayı yerden alıp kaldıran kimsenin akıllı ve ayık olması şarttır. Bundan dolayı delinin lukatayı yerden alıp kaldırması sahih değildir. Fakat şârih deli üzerine bunak kimseyi de ziyade etmiştir. Halbuki mürted bâbının evvelinde "bunamış kimsenin hükmü akıllı çocuğun hükmü gibidir" diye geçmiştir. Bundan anlaşılmıştır ki; bunağın lukatayı yerden alıp kaldırması sahihtir.

Delinin ve benzerlerinin lukatayı yerden alıp kaldırmalarının sahih olmamasının faidesi bunların almış olduğu lukatayı bir kimse bunlardan alsa, akılları başlarına geldikten sonra lukatayı geri alamamalarıdır. Çocuğun lukatayı yerden alıp kaldırmasının sahih olması için akıllı olması şarttır

METİN

Lukatayı alan kimse, aldığı zaman "ben bunu sahibine vermek için alıyorum. Bir yitik arayanı görür ve işitirseniz benim yanıma yollayın." diye işhâd eder (şâhid tutar) ve bulduğu şeyi, bulduğu yerde ve toplantı yerlerinde sahibinin artık aramayacağına kanaat getirinceye kadar; yiyecek, meyve gibi bozulacağından korkulan bir şey olursa, bozulacağı zamana kadar tarif ve ilan ederse, lukata yanında emânet olur. Kendi taksiri olmaksızın lukata helâk olursa ödemez.

Lukatayı yerden olan kimsenin işhâda kudreti varken işhâd etmez veya lukatayı tarif etmezse, zayi ve telef olduğunda lukata sahibi o kimsenin malı sahibine vermek için aldığını inkâr ederse, lukatayı yerden alan kimse onu öder. İmam Ebû Yusuf´a göre; lukatayı yerden alcın kimsenîn sözü yeminiyle kabul edilir. Bununla amel edilir. Musannıf ve diğer fakîhler bunu ikrar etmişlerdir.

Mekke-i Mükerreme´nin buluntusu ile onun haricindeki buluntuları az veya çok buluntular aynı hükme tabidir. Çünkü mekânlar ile buluntular arasında fark yoktur. Lukatayı yerden alıp kaldıran kimse işhâd edip sahibinin artık aramayacağına kanaat getirinceye kadar ilân ettikten sonra kendisi fakir olursa, onunla faydalanı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

18 Şubat 2010, 09:24:38
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 18 Şubat 2010, 09:24:38 »

ÂBIK: KAÇAN KÖLE BAHSİ



METİN


Kaçan köle ile lakit ve lükata arasındaki münasebet her birinin telef ve zayi olmaya mâruz olmalarıdır.

İbâk: Lügatta kaçmak mânâsınadır. Fıkıh ıstılâhında ise, temerrüd ve inadından dolayı kölenin kaçmasıdır. İbn-i Kemâl kiralayanın iare alanın, emânetçinin ve vasînin elinden kaçan köleye de şâmil olsun diye böyle tarif etmiştir.

Kaçan köleyi gören kimse kesinlikle zayi ve telef olacağından korkarsa, sahibine vermek üzere yakalaması farzdır. Çünkü kaçan kölenin yakalanmasının hükmü, lükatanın alınmasının hükmü gibidir. Bedâyı´, Kaçan köleyi kendi nefsi için yakalaması haramdır. Kaçan köleyi yakalamaya ve efendisine ulaştırmaya kuvvet ve kudreti olan kimsenin onu yakalaması mendubdur. Yakalamaya kuvvet ve kudreti olmazsa mendub değildir.

Kaçan bir köleyi bir kimse "bu benim kölemdir" diye dâvâ edip şâhid getirse, yakalayan kimse kendisine teslim eder. İsterse, kendisinden bir kefil de alır. Çünkü başka bir şahsın gelip "bu köle benimdir" diye dâvâ etme ihtimali vardır. Hâkim de "bu köle benimdir" diye dâvâ edip şahid getiren kimseye "vallâhi, ben bu köleyi hiç bir şekilde mülkümden çıkarmadım" diye yemin ettirir.

Kaçan kölenin kendisinin olduğunu dâvâ eden kimse şâhit getiremeyip fakat kölenin alâmet ve şemailini beyan veya köle onun kölesi olduğunu ikrar etse, kefil alınıp kendisine verilir.

Efendi, kölesinin kaçtığını cuul (yakalayan kimseye yaptığı hizmet karşılığında verilen ücret) korkusundan dolayı inkâr ederse yemin ettirilir. Ancak kölenin kaçtığına veya efendinin onun kaçtığını ikrar ettiğine şahid getirilirse yemin ettirilmez.

Efendinin gelmesi müddeti uzun sürerse, hâkim efendinin yerini bilse bile köleye sarf edilecek nafakanın çok olmasıyla efendinin zarar görmemesi için köleyi satıp parasını sahibi için muhafaza eder. Bu paradan nafakasına sarf ettiği miktarı alır. Sonra efendi gelip köle kendinin olduğuna şahid getirir, alâmet ve şemailini beyan ederse, geri kalan parayı kendisine verir, efendi hâkimin satışını bozamaz. Hâkimin hükmü bozulmadığı gibi satışı da bozulmaz. Çünkü bu satış şer´î şerifin emriyle olmuştur.

Şârih der ki: fakat ben Ebussûud Efendinin "Marûzât"ında gördüm ki; sultan, kaçan askerî köleleri bulup satan kimsenin satışına hâkimlerin izin vermemesi için emir çıkarmıştır. Buna göre; sipahilerin kaçan kölelerini satmak sahih olmaz. Satılmış olsa müşterilerden kölelerini almaları câizdir müşteriler de paralarını satandan alırlar.

Halkın kaçmış olan kölelerini de gabn-i fahiş ile satmaktan hâkimler men olunmuşlardı. Satış gabn-i fahiş ile olmazsa, hâkimler satmış oldukları kölelerin paralarını alırlar. Bununla da emir varid olmuştur. "Marûzât´ın mânâ cihetinden ifadesi burada sona ermiştir. Bu muhafaza ve zabtedilmelidir. Çünkü mühim bir emirdir.

Efendi satılmış kaçak kölesinin müdebber yahut mükâteb veya ümmüveled olduğunu iddia etse, satışın bozulmasında sözü tasdik edilmez. Ancak yanında o cariyeden doğmuş çocuk olursa veya dâvâsını şâhidle isbat ederse satış bozulur.

Yolunu şaşırmış köle hakkında ulema arasında ihtilâf vardır. Bazı âlimler "alınır", bazı âlimler ise "bulunduğu yerde bırakılır" demişlerdir. Yolunu şaşırmış kölenin yerini bilen kimsenin onu yerine götürmesi evladır. Kaçan köleyi sefer müddeti (18 saatlik yol)nden veya daha ziyade mesafeden sahibine getirip teslim eden kimse cule müstahik olanlardan olursa, cul şart koşulmasa bile istihsânen kırk dirhem verilir. Teslim eden çocuk veya köle olsa bile cul verilir. Fakat kölenin culünü efendisi alır. Buna göre cul kırk dirhemden ziyade olmak üzere anlaşsalar, bu anlaşma bâtıl olur. Musannıf "cuula müstahik olanlardan olursa" diye kayıdlamıştır. Çünkü sultan zabıta, bekçi yetimin vasîsi vasîsi olmaksızın yetime bakan mal sahibinin yardım isteyip de köleyi tutup getireceğini vaad eden kimse, iyâlde olsun olmasın oğul karı ile kocadan her biri ve ortak olan kimse cuula müstahik değildir. Zira bu kimselerden her birinin köleyi muhafaza etmesi lâzımdır. Buna göre cuula müstahik olmayanlar on bir kişi olmuş olur.

Cuul : hizmet karşılığında verilen ücrettir.

Bir kimse, kaçmayı bilen çocuğu ile birlikte kaçan cariyeyi yakalayıp sahibine teslim etse, iki cuula müstahik olur. İmam Ebû Yusuf´a göre, kırk dirhem olan cuul delil ile sâbit olduğundan kaçan kölenin kıymeti kırk dirhem olmasa bile yine kaçan köleyi yakalayıp teslim edene kırk dirhem verilir. Bundan dolayı metin sahipleri buna itimad etmişleridir. Fakat kaçan köleyi yakalayıp teslim eden kimsenin kırk dirheme müstahik olması için yakaladığı zaman sahibine vermek için yakaladığına şâhid tutması şarttır. Yoksa bir şeye müstahik olmaz. Kaçan köleyi sefer müddetinden az mesafeden getirip teslim eden kimseye, getirdiği yerin mesafesine göre cuul verilir. Bazı fukaha: "Hâkimin reyiyle bir miktar para verilir." demişlerdir. Fetva da bu kavil iledir. Şehirden getirse bile kendisine bir miktar para verilir. Yahut yukarda geçtiği üzere getirdiği yerin mesafesine göre yahut aralarında anlaşma bulunursa anlaştıkları miktar verilir.

Kaçan ümmüveledi, müdebberi ticaret için izin verilmiş köleyi yakalayıp teslim eden kimse, kaçan halis köleyi yakalayıp teslim etmiş gibi cuule müstahik olur. Kaçan müdebber veya ümmüveled yakalanıp getirilirken efendisi ölse efendisinin ölmesiyle âzâd oldukları için yakalayıp getiren kimse cuule müstahik olmaz.

Bir kimse kaçmış bir köleyi sahibine vermek üzere şâhid tutarak yakalasa, sonra köle o kimsenin yanından do kaçsa, kölenin kıymetini ödemez. Çünkü köle onun yanında emânet olmuş olur. Eğer köleyi kendi işinde çalıştırdıktan sonra kaçarsa öder. İbn-i Melek.

Vehbâniyye´de zikredilmiştir ki; efendi kölesinin kaçtığını inkâr ederse yeminiyle sözü kabul edilir ve sahibine teslim etmek üzere yakalayan kimsenin yanından köle kaçtığına göre yakalayan kimse kölenin kaçtığını veya efendinin kölesinin kaçmış olduğunu ikrar ettiğini şâhidle isbat etmedikçe kölenin kıymetini ödemesi lazım olur.

Yakalayan kimsenin sahibine vermek üzere yakaladığına dair şâhid tutmaya kudret ve imkânı varken şâhid tutmayıp köle yanından kaçsa veya ölse köleyi gasbetmiş sayılacağından kıymetini öder, iki surette de yani sahibine vermek üzere şâhid tuttuktan sonra veya şâhid tutmadan evvel köle yanından kaçarsa, kendisine cuul verilmez. İmam Ebû Yusuf´a göre; kaçan köle yakalanırken ve lukata yerden alınırken işhâd (şâhid tutma) şart olmadığından ikinci surette cuul vardır. Köle, el cihetinden hür olduğundan teslim edilmekle cuul icab etmez.

Rehin olan bir köle kaçsa, bakılır: Eğer kölenin kıymeti borca müsavi veya borçtan az olursa, cuulu rehin alan kimse verir. Eğer kölenin kıymeti borçtan ziyade olursa, borç mikdarının cuulu rehin alana lâzım gelir. Cuulun geri kalan mikdarını rehin veren öder. Çünkü rehin olanın hakkı alacağı borç mikdarına göredir. Mülkü bir kimseye, hizmeti diğer bir kimseye vasiyet edilen kölenin cuulü kölenin kendisine hizmet ettiği kimsenin üzerinedir. Çünkü kölenin menfaati ona aiddir. Hizmet müddeti bitince hizmet sahibi vermiş olduğu cuulü mülk sahibinden alır veya cuul için köle satılır.

Ticarete izin verilmiş ve borçlu kaçak kölenin cuulü mülkü kimin üzerinde karar kılarsa o kimseye vâcib olur. Nitekim sahibine teslim etmek için yakalayan kimsenin elinde değilken hataen cinâyet işleyen kaçmış kölenin cuulü köle kimin olursa onun üzerine vâcibtir. Gasbedilmiş kölenin cuulü gasbedenin üzerine vâcib olur. Hibe edilmiş kölenin cuulü de kendisine hibe edilen kimsenin üzerinedir. Her ne kadar hibe eden şahıs, hibesinden dönse bile yine cuulü hibe edilen kimseye aiddir. Çünkü hibe edilen kimse, bir tasarrufta bulunarak hibeden dönülmesine mâni olmadığından kusur kendisinindir.

Ticarete izin verilmiş ve borçlu olan kaçak bir köle satıldığı takdirde önce cuulü ödenir. Paranın geri kalan kısmı alacaklılara verilir. Çocuğun kaçmış kölesinin cuulü, malından alınır. Kaçmış kölenin nafakası, lükatanın nafakası gibidir. Nitekim yukarıda geçmiştir.

Kaçmış köle nafaka borcu için hapsedilir. Tekrar kaçma korkusu bulunduğu için hâkim onu kiraya veremez. Fakat tazir için onu hapseder. Bazı fukahâya göre; hâkim kaçmış köleyi nafakası için kiraya verir. Hidâye ile Kafi´de kesin olarak bununla hükmedilmiştir. Lükata ile efendisini şaşırmış köle kiraya verilip alınan kiradan nafakaları temin edilir. Kaçmış köleyi hâkim hapseder. Tatarhâniyye´de hapis müddeti altı ay ile takdir edilmiştir. Bu müddetde nafakası beytülmâlden verilir. Altı aydan sonra hâkim köleyi satıp nafakasına sarfedilen mikdarı bey-tülmâla koyar; geri kalan mikdarı efendisi için muhafaza eder.

Fürû: Bir köle satılıp müşteriye teslim edilmeden önce kaçsa, müşteri satışı feshetmesi için hâkime müracaat eder. İşin hakikatını Allah Teâlâ bilir.

İZAH

"Âbık ilh..." Âbık: "Darebe", "Semia" ve "menea" bâblarından ism-i fail olup kaçan köle mânâsınadır. Kâmûs. Daha çok "darebe" bâbından gelir. Misbah. Masdarı: "Ekban", "ebekan" ve "ibâkan" olup kaçmak mânâsınadır. Cem´i: "Übâkûn" ve "übbekûn" gelir.

"Temerrüd ve inadından dolayı kölenin kaçmasıdır ilh..." İbak: lügatta kaçmak mânâsınadır. Nitekim Mugrib´te böyle zikredilmiştir, Temerrüd: tâattan çıkmak mânâsınadır. "Temerrüd" ile kasıtsız, efendisinin evinin yolunu şaşırmış köleden ihtiraz edilmiştir.

"Ve vasinin elinden kaçan köleye ilh..." Efendi ölürken kendisi veya hâkim küçük çocukları üzerine vasî tâyin etse, köle de vesayet altına girmiş olur.

"Kuvvet ve kudreti olan kimsenin ilh..." Hakim´in, Kâfisinde zikredilmiştir ki; yakalamaya kuvvet ve kudreti olan bir kimse, kaçan bir köleyi gördüğünde onu yakalamaması câizdir. Fakat bence sahibine vermek üzere yakalaması efdaldır.

"Bedâyı ilh..." Bedâyı´da: "Lü...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

18 Şubat 2010, 09:27:27
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 18 Şubat 2010, 09:27:27 »

MEFKÛD: GAİB KİMSE BAHSİ



METİN


Mefkûd Lugatta yok olmuş mânâsınadır. Şeriatta ise diri veya ölü olduğu bilinmeyen, gaib kimse demektir.

Mefkûdun tarifinde diri veya ölü olduğu bilinmeyen esir ve dar-ı harbe kaçıp kaçmadığı bilinmeyen mürted de dahildir.

Mefkûd, istishab ile kendi nefsi hakkında diridir. Mefkûd hakkında asıl ve kaide budur. Buna göre; mefkûdun karısı evlenemez, malı vârisleri arasında taksim edilemez. Şârih der ki; Ebussûud Efendi´nin Marûzât´ında: "Beytülmâl emini mefkûdun gitmeden önce kendisine emniyet edip malını teslim ettiği kimsenin elinden malını alamaz." diye zikredilmiştir. Nitekim Hızanetü´l-Müftîn´e nisbetle gelecektir.

Mefkûdun yapmış olduğu kira akdi bozulamaz. Hakim ihtiyaç anında mefkûdun gelirleri ve ikrar edilen alacakları gibi haklarını alıp mallarını muhafaza edecek bir kimseyi vekil tâyin eder. Mefkûdun kendisinin tâyin etmiş olduğu vekili bulunursa, malını o muhafaza eder. Fakat evini ancak hâkimin izniyle tamir edebilir. Çünkü ölmüş olması ihtimali galib olduğundan vasî olamaz. Tâyin edilmiş vekil borç, emânet, akar veya kölede ortaklık gibi mefkûdun aleyhine açılan dâvalarda hasım olamaz. Çünkü kendisi hakikaten mâlik ve mefkûdun naibi olmayıp ancak hakim tarafından mefkûdun alacak ve gelirlerini almak için tayin edilmiş bir vekildir. Husûmete mâlik olmamasında ihtilâf yoktur. Hatta bir hâkim mefkûdun aleyhine açılan dâvâyı dinleyip hüküm verse, hükmü geçerli olmaz. İmam Zeylaî kazâ bahsinde: "Ancak başka bir hâkimin bu hükmü geçerli kılmasıyla geçerli olur." ifadesini ziyade etmiştir. Fakat Hulâsa´da: "Eğer hâkim müctehid olursa. fetva hükmün* geçerli olması üzerinedir." diye yazılıdır. Nehir.

İZAH

"Mefkûd: Gaib kimse bahsi ilh..." Mefkud bahsinin kaçan köle bahsine münasabeti, her ikisinin de gaib olup ehilleri tarafından aranmalarıdır. Kaçan köle bahsinden sonra zikredilmesi, az vaki olduğundan dolayıdır.

"Gâib kimse demektir ilh..." Kenz sahibinin: "Mefkûd yeri bilinmeyen gâib kimsedir." kavlinin "diri veya ölü olduğu bilinmeyen gaib kimse" mânasına olduğu ifade edilmiştir. Bahır´da: "Bu meselede üzerinde durulan husus mefkûdun diri veya ölü olduğunun bilinmemesidir, yoksa yerinin bilinmemesi değildir. Bundan dolayı fukahâ düşman tarafından esir edilen, yerinin dar-ı harb olduğu bilinen fakat diri mi ölü mü olduğu bilinmeyen Müslüman bir esiri mefkûd saymışlardır." diye zikredilmiştir. Fakat Mültekâ´da ve diğer fıkıh kitablarında beyan edildiğine göre: Mefkûd; yeri, diri mi, ölü mü olduğu bilinmeyen gâib kimsedir. Buna göre; bir kimsenin mefkûd sayılabilmesi için yerinin bilinmemesi de şarttır.

Ben derim ki: Mefkudün yerinin bilinmesi çok defa ölü veya diri olduğunun bilinmesini, yerinin bilinmemesi diri veya ölü olduğunun bilinmemesini gerektirir. Dar-ı harbte olduğu bilinip hali bilinmeyen ve halinin bilinmesine de imkan olmayan kimse şüphesiz mefkud sayılır.

"Dar-ı harbe kaçıp kaçmadığı bilinmeyen mürted ilh..." Yani mefkud bir Müslüman´ın mirası varisleri arasında taksim edilmeyip durdurulduğu gibi dar-ı harbe kaçıp kaçmadığı bilinmeyen mürteddin mirası da varisleri arasında taksim edilmeyip durdurulur. Çünkü mürteddin dar-ı harbe kaçtığı bilinmeyince kaçtığına hükmetmek mümkün değildir. Ama dar-ı harbe kaçtığı bilinirse, kaçtığına hükmolunur. Bu takdirde hükmen ölmüş sayılıp mirası varisleri arasında taksim edilir.

"Mefkûd istishab ile kendi hakkında diridir ilh..." Yani mefkûd kendi nefsi hakkında diri, başkaları hakkında ise ölü sayılır. Velhâsıl mefkûd kendisine zarar veren hükümler hakkında diri sayılır. Bu hükümler ölmüş olmasının sâbit olduğuna bağlı bulunan hükümlerdir. Kendisine faydalı başkasına zararlı olan hükümler hakkında ise ölü sayılır. Bu hükümler de hayatta olduğunun sabit olmasına bağlı bulunan hükümlerdir. Çünkü mefkûdun diri olması bir huccet-i dafla olan istishab ile sâbittir. Yani mefkûdun diri olması önce sâbit olduğundan bunun yok olduğuna bir delil bulunmadıkça bekâsı ile hükmolunur. Bundan dolayı mefkûd bu şekilde hayatta sayıldığından başkaları onun aleyhine olarak bazı haklara nail olamazlar. Fakat istishab bir huccet-i müsbite olmadığı yani önce sâbit olmayan bir şeyin isbatı aleyhine olarak vâris olma gibi bir takım haklara nail olamazlar.

"Nitekim Hızanetü´l-Muttin´e nisbetle gelecektir ilh..." Fakat bu makamdaki maldan murad mefkûdun kendisinin bizzat emânet olarak koyduğu maldır. Hızâne´de gelecek diye beyan edilen mal mefkûda mirâs bırakanın malıdır. T.

Ben derim ki: Yakında gelecektir ki; mefkûdun vekili bulunsa, malını o hıfzeder. Yani müvekkil mefkûd olmakla vekil azledilmiş olmaz. Nitekim gelecektir.

Câmiu´l- Fûsuleyn´de: "Hâkim mefkûdun emânetini elinde bulunan kimseden alıp itimadlı bir şahsın yanına koysa bunda bir beis yoktur." diye zikredilmiştir. Bu Marûzât´ta zikredilene muhâlifdir. Eğer şöyle denilirse aralarında muhalefet olmaz: Marûzât´tan: "Mefkûdun gitmeden önce emanet olarak teslim ettiği malını emânetçiden beytülmâl emini alamaz." diye zikredilmiştir. Câmiu´l-Fûsuleyn´de ise "hâkim alır" diye zikredilmiştir. Beytülmal emininin gaib olan kimsenin malını korumaya velâyeti yoktur. Hakimin ise gaib olan kimsenin malını korumaya velâyeti vardır. Buna göre mefkûdün malı elinde emânet olarak bulunan kimse itimadlı olmazsa, hâkim bundan alıp itimadlı bir kimseye verir.

"Mefkûdun yapmış olduğu kira akdi bozulamaz ilh..." Kira akdi kiraya verenin veya kiralayanın ölmesiyle bozulursa da fakat mefkudun ölmüş olduğu sübût bulmadığından kira akdi bozulmaz.

"İkrar edilen alacakları ilh..." Yani mefkûdün borçluları vereceklerini ikrar ederlerse, hâkim tarafından mefkûdun malını korumak için tâyin edilen vekil bu olacakları alır. Vekil kendi akdi ile vâcib olan alacağı dâvâ edebilir. Fakat mefkûdun akdi ile vâcib olan alacağını, başkasının elinde bulunan birakarda veya bir maldaki hissesini veya inkâr eden bir kimsenin zimmetinde olan alacağını dâvâ edemez. Çünkü kendisi hakikaten malik ve mefkûdun naibi de olmayıp ancak hâkim tarafından tâyin edilmiş bir vekilidir. Vekilin ise husûmete malik olmamasında ihtilaf yoktur.

"Hakim ihtiyaç anında ilh..." Gaib olan kimse, mefkûd olmadan önce malını muhafaza etmesi için bir vekil tâyin etmediği takdirde hâkim, onun malını muhafaza etmek için bir vekil tâyin eder. Çünkü gaib olan kimsenin tâyin etmiş olduğu vekili kendisinin mefkûd olmasıyla azledilmiş olmaz. Nitekim Tecnîs´de zikredilmiştir ki; bir kimse, evini tamir etmesi için veya malını koruması için bir şahsa verse ve sonra kendisi mefkûd olsa o şahıs mefkûd olan kimsenin malını korur. Fakat hakimden izinsiz evini tamir edemez. Çünkü mefkûdun ölmüş olması ihtimali galip olduğundan vasî olamaz.

"Mefkûdun aleyhine açılan dâvâlarda hasım olamaz ilh..." Vekil, mefkûdun lehine olan dâvâlarda da hasım olamaz. Mefkûdun vârisleri de metinde zikredilen hususlarda hasım olamazlar. Çünkü vârisler mefkûd öldükten sonra ona vâris olurlar. Halbuki mefkûd ölmüş olduğuna hükmedilinceye kadar diri sayılmaktadır. Bundan dolayı mefkûdun ölmüş olduğu sâbit olur veya vârisleri tarafından ikrar olunursa, bu takdirde alacaklılar haklarını terekesinden alabilirler.

"Bir hâkim mefkûdun aleyhine açılan dâvâyı dinleyip hüküm verse, hükmü geçerli olmaz ilh..."

= Hâkimin vermiş olduğu hüküm üç kısımdır.=

Bilmiş ol ki, hâkimin vermiş olduğu hüküm üç kısımdır. Birinci kısım; asla kabul edilmez. Bu kitabullaha, sünnete icma-ı ümmete muhalif olarak verilmiş olan hükümdür.

İkinci kısım; mutlak surette câiz olan hükümdür. Hâkimin kendi mezhebine muvafık olarak verdiği bir hüküm, mezhebine muvafık olmayan diğer bir hâkime götürülse, bu hükmü geçerli sayıp yerine getirir, iptal edemez. İhtilâf bundadır, yani ihtilâf hükmün kendisinde değil, sebebindedir. Bunun misâlleri pek çoktur. Bu misallerden bazıları şunlardır:

Şâfiî mezhebinden olan bir hâkimin kendilerine kazf haddi vurulduktan sonra tevbe etmiş iki kimsenin şâhidlikleriyle vermiş olduğu hükmü veya bir kadının lehine kocasıyla yabancı bir kimsenin yapmış oldukları şehâdetleriyle vermiş olduğu hükmü sahih ve geçerlidir. Böyle bir hüküm Hanefî mezhebinden olan bir hâkime götürülse, bu hükmü sahih ve geçerli sayması lâzım gelir. Çünkü ihtilâf hükmün sebebi olan bu kimselerin şehâdetlerinin hüküm için hüccet olup olmamasındadır. Hükmün kendisinde ihtilâf yoktur.

Üçüncü kısım; müctehedünfih olan hükümdür. İhtilâf bu hükmün kendisindedir. Bazı fukahâya göre, bu hüküm de geçerli olur. Bazılarına göre ise bu hüküm ancak başka bir hâkimin geçerli kılmasıyla geçerli olur. Buna göre; ikinci hakim bu hükmü geçerli kıldığı takdirde geçerli olur. Hatta bu hüküm üçüncü bir hâkime götürürse, bu hükmü yerine getirir. İkinci hâkim bu hükmü iptal ettiği takdirde başka hiç bir hâkim bunun cevazına hüküm veremez. Sahih olan budur. Yani müctehedünfih olan hükmün geçerli olması başka bir hâkimin geçerli kılmasına bağlıdır. Bazıları ise: "Müctehedünflh olan hüküm başka bir hâkimin geçerli kılmasına bağlı olmaksızın geçerli olur." demişlerdir.

Müctehedünfih olan hükme misâl: Bir hâkim kendi çocuğunun lehine yabancının aleyhine hüküm verse veya iki erkeğin şehadetiyle karısının lehine hüküm verse, bu hükmün geçerli olup olmamasında ihtilâf vardır. Çünkü ihtilâf hükmün kendisindedir. Gaib olan bir kimsenin aleyhine verilen hükümde, fukahâ ihtilâf etmişlerdir. Bazıları: "Bu hüküm üçüncü kısımdan olup ancak başka bir hâkimin geçerli kılmasıyla geçerli olur." demişlerdir. Gaib olan kimsenin aleyhinde verilen hükmün kendisinde ihtilâf olduğundan dolayı İmam Zeylaî´den kaza bahsinde: "Ancak başka bir hâkimin bu hükmü geçerli kılmasıyla geçerli olur." diye nakledilmiştir. Bazıları ise: "Bu hüküm ikinci kısımdan olup başka bir hâkîmin geçerli kılmasına bağlı değil...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes