> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Hacc
Sayfa: 1 ... 4 5 6 [7] 8 9   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hacc  (Okunma Sayısı 10377 defa)
22 Mart 2010, 23:22:18
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #30 : 22 Mart 2010, 23:22:18 »



İHSÂR BÂBI



METİN


İhsâr, lügatta men etmek demektir. Şeriatta iki rükünden men etmektir. Hacı, bir düşman veya hastalık yahut mahreminin ölümü veya nafakasının helâkı sebebiyle haccdan mahsur kalırsa, ihramdan çıkması helâl olur. O zaman ifrad haccı yapan, bir kurban veya kıymetini gönderir, bulamazsa buluncaya yahut bir tavafla ihramdan çıkıncaya kadar ihramlı olarak kalır.

İZAH

İhsâr sebebiy´le ihramdan çıkmak, bir nevi cinayet olduğundan, musannıf onu cinayetlerden sonra zikretmiştir. Sonra getirmesinin sebebi, ihsarın temeli iztırara; cinayetlerinse ihtiyârî fiillere dayandığındandır. Nehir. İhsârın cinayet olduğuna delil, kendisine lâzım gelen kurbandan yiyememesidir.

«İhsâr lügatta men etmek demektir.» Yani korku, hastalık, acz gibi bir şeyle men edilmektir. Hapishaneye veya bir şehre kapamak suretiyle düşmanı kendisini men ederse, buna ´hasr´ denir. Nitekim Keşşâf ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. El-Muğrib´te, "Meşhur olan budur." denilmektedir. Tamamı İbn-i Kemâl´in şerhindedir.

«Şeriatta iki rükünden men etmektir.» Bunlar, vakfe ile haccda tavaftır. Lâkin ileride göreceğiz ki umrede de ihsâr tahakkuk etmektedir. Halbuki onun bir rüknü vardır. O da tavaftır. Hâsılı hasr, bir yerden çıkmayı men etmektir. İhsâr ise matluba erişmeye hastalık veya düşman sebebiyle mâni olmaktır.

«Hacı, bir düşman veya hırsızlık sebebiyle ilh...» Yani insan olsun, yırtıcı mahlûk olsun bir düşman sebebiyle yahut yürümekle artan bir hastalıkla veya mahreminin ölümüyle haccına devam edemezse demektir. Mahremden murad, kadınla başbaşa kalması haram olmayan kimsedir. Binaenaleyh kocasına da şâmildir. Bunların iptidaen bulunmamaları, ölümleri hükmündedir. Kadın mahremi veya kocası olmadan ihrama girerse muhsaradır. Nitekim Lübab ve Bahır´da beyan edilmiştir. Sonra bu kadınla Mekke arasında sefer mesafesi bulunup, beldesi sefer mesafesinden daha az veya daha çok, lâkin bulunduğu yerde kalması mümkün olduğuna göredir. Aksi takdirde zâhire göre ihsâr yoktur.

«Nafakasının helâkı sebebiyle...» haccdan mahsur kalırsa, ihramdan çıkması helâl olur. Nafakası çalınırsa, yürüyebildiği takdirde muhsar değildir, yürüyemezse muhsardır. O anda yürümeye kâdir olur da yolun bir kısmında yürüyemeyeceğinden korkarsa, ihramdan çıkması caiz olur. Lübab. UIemanın bu sözlerinin zâhirine bakılırsa, nafakadan murad, konağa da şâmildlr.

TETİMME: Lübab´da hacının birtakım şeylerle muhsar olacağı ilâve edilmiştir ki, bazıları şunlardır:

1) İddet. Kadın hacca niyet eder de kocası kendisini boşayarak iddet beklemesi lâzım gelirse muhsara olur. İster mukim, ister yolcu olup yanında mahremi bulunsun.

2) Bir kimse yolunu şaşırır da hedy kurbanını gönderecek birini bulursa, o kimse kendisine yolu gösterir, bulamazsa muhsardır. Hedy kurbanını yerine göndermekten âciz kaldığı için ihramdan çıkabilir. Fetih sahibi diyor ki: «O kimse hedy kurbanı gönderemeyen muhsar gibidir.»

3) Karısı kocasından izinsiz nâfile hacc için ihrama girdiği vakit, kocasının men etmesiyle; veya köleyi olsun, cariyeyi olsun sahibi men ettiği zaman muhsar olur. Kadın izniyle ihrama girer yahut farz hacc için ihramlanırsa, mahremi veya kocası beraberinde olmak şartıyla muhsar değildir. Kocası kendisini men edemez, ihramdan çıkaramaz. Bu, hacc aylarında veya hacc aylarından önce beldesinin hacıları yola çıktığı vakit veya ondan biraz önce farz hacc için ihrama girdiğine göredir. Aksi takdirde kocası kendisini men edebilir. Memlûke gelince: Sahibi izin verdikten sonra onu ihramdan men etmesi mekruh olur. Cariyeye sahibi izin verdikten sonra kocası mâni olamaz. Bilmelisin ki kul hakkından dolayı ihramın mûcebini yapmaktan men edilen hacı hedy kurbanı göndermeden ihramdan çıkar. Kadın veya köle izinsiz olarak ihrama girerlerse, kadını kocası, köleyi sahibi derhal ihramdan çıkarabilirler. Nitekim izahı hacc bahsinin sonunda gelecektir. Bu, kurbana bağlı değildir. Kadının hedy kurbanını veya onun kıymetini Harem´e göndermesi icabeder. Şayet hacc için ihrama girdiyse, bir hacc ve umre borcu vardır. Umre için ihramlandıysa, yalnız umre yapacaktır. Yolda kocası veya mahreminin ölmesi bunun hilâfınadır. Böyle bir kadın ancak hedy kurbanıyla ihramdan çıkar. Herhalde fark şu olsa gerektir: Bu kadının ihsârı hakiki, birincinin ihsârı hükmîdir. Köle âzâd edildikten sonra ihsâr kurbanı götürerek bir hacc ve umre yapacaktır. Bu satırlar Lübab ve şerhinden kısaltılmıştır.

«İhramdan çıkması helâl olur.» cümlesi, bunun o kimse hakkında bir ruhsat olduğunu anlatır. Tâ ki ihramı uzun zaman devam edip de ona meşakkat vermesin. Ama ihramında devam etmeye de hakkı vardır. Nitekim gelecektir.

«İfrad haccı yapan bir kurban gönderir.» Yani mücerret hacc veya umre yapan Harem´e bir kurban gönderir. Kuhistânî. Bunun izahı hedy kurbanı bâbında gelecektir. İki kurban gönderirse, birincisi ile ihramdan çıkar. Çünkü ikincisi tetavvudur. Nitekim Yenâbî´de beyan edilmiştir. Kuhistânî.

«Yahut kıymetini gönderir.» Yani o parayla Harem´de bir koyun satın alınarak onun namına kesilir. Hidâye. Burada kıymetin tasadduk edilmesi caiz olmadığına işaret vardır. Lübab şerhi.

«Bulamazsa buluncaya kadar» ihramlı kalır. Bize göre kurban kesmedikçe ihramdançıkamaz. Nihâye. Oruç ve yiyecek sadakası bunun yerini tutmaz. Bahır. İhrama girerken ondan çıkmayı şart koşmak bir şey ifade etmez. Lübab. Lübab şarihi diyor ki: Mezhebin kitaplarında yazılan budur. Kirmânî ile Surûcî İmam Muhammed´in şu kavlini nakletmişlerdir:

«İhrama girerken mahsur kalırsa, ihramdan çıkarım diye şart koşarsa, hedy kurbanı kesmeden ihramdan çıkması caiz olur.»

«Yahut bir tavafla ihramdan çıkıncaya kadar ihramlı olarak kalır.»

Yani tavaftan sonra sa´y yapar ve tıraş olarak ihramdan çıkar. Bunu Bahır sahibi Hâniyye´den naklen söylemiştir. Bu, Mekke´ye varmaya kudreti olduğuna göredir. Bundan ve hedy göndermekten âciz kalırsa, ebediyyen ihramlı kalır. Fetih sahibi, "Ma´ruf olan mezhep budur." demiştir.

METİN

İkinci İmamdan nakledildiğine göre, kurbana yiyecekle kıymet biçilir ve o yiyecek tasadduk edilir. Bunu da bulamazsa her yarım sâ´ için bir gün oruç tutar.

Kırân hacısı iki kurban gönderir. Bir gönderirse, ihramdan çıkamaz. Ne zaman ihramdan çıkacağı belli olsun diye kurban keseceği günü tayin eder. Kurbanı Harem´de keser. Velev ki bayram gününden önce olsun. İmameyn buna muhaliftir. Bunu yapmaz da ihramdan çıkmadan ailesine döner ve korku geçinceye kadar ihramlı olarak sabrederse caizdir. Hacca yetişebilirse ne âlâ, yetişemezse umre ile ihramdan çıkar. Çünkü kurban kesmekle ihramdan çıkmak ancak zaruret için meşru olmuştur. Tâ ki uzun müddet ihramda kalıp zahmet çekmesin. Zeylâî, Kurbanı kesmekle ihramdan çıkar. Velev ki tıraş olmamış veya saçını kısaltmamış bulusun. Tayinin faydası budur. Kurban kestiğini zanneder de ihramsız yaptığı işleri yapar, sonra kesmediği meydana çıkarsa; yahut Harem dışında kestiği anlaşılırsa, yaptığı bu cinayetin cezası lâzım gelir.

İZAH

«İkinci İmamdan nakil...» edileni Fetih sahibi nassa muhaliftir diyerek reddetmiştir.

«Kırân hacısı iki kurban gönderir.» Burada ancak iki kurbanı kesmekle ihramdan çıkabileceğine işaret vardır. Kurbanların biri hacc, diğeri umre için diye tayin edilmesi şart değildir. Kuhistânî. Kırân hacısı, iki haccı yahut iki umreyi birden yapan ve Mekke´ye varmadan mahsur kalan kimsedir. Mekke´ye vardıktan sonra mahsur kalırsa bir kurban kesmesi gerekir. Lübab. Çünkü birini terketmiş olur. Bahır.

«Bir gün gönderirse ihramdan çıkamaz.» Hidâye´nin ibaresi şöyledir:

«Hacc ihramından çıkmak ve umre ihramında kalmak için bir hedy kurbanı gönderirse, hiçbirinin ihramından çıkamaz. Çünkü her ikisinin ihramından çıkmak, bir halde meşru kılınmıştır.» Lübab´da şu da ziyade edilmiştir: İki kurban kıymetinin bir kısmını gönderir debu parayla Mekke´de yalnız bir kurban bulunur ve onu keserse, her iki ihramdan çıkamadığı gibi, birinin ihramından da çıkamaz.»

«Kurban keseceği günü tayin eder.» O gün keseceği saati dahi mutlaka tayin etmelidir. Tâ ki kurbanı kesmeden ihramdan çıkmış olmasın. Meselâ zevâl vakti keseceğini tayin ederse, ondan sonra ihramdan çıkar. Aksi takdirde kurbanı ikindi vakti kesmesi, ihramdan ise daha önce çıkması ihtimali vardır.

«İmameyn buna mühaliftlr.» Onlar şöyle demişlerdir: «Haccdan mahsur kalan kimseye kurban gününden başka bir zamanda kurban kesmek caiz değildir. Ama umreden mahsur kalana ne zaman isterse caizdir.» Hidâye. İmameyn´ln kavline göre hacc Içln bayram gününü vakit tayinine hacet yoktur. Ancak bu tayini kurban günleri geçtikten sonra yaparsa, o zaman bütün imamlarımıza göre umreden mahsur kalan kimse ona muhtaç olur. Bunu Lübab şarihi söylemiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Bu söz götürür. Çünkü İmameyn´e göre kurban bayramı günleriyle sınırlandırılmıştır. Birinci gün diye tayin edilmemiştir ki; birinci, ikinci veya üçüncü gün diye tayin va´dine muhtaç olsun. Denilebilir ki o adam üç gün geçinceye kadar sabredebilir de vade tayinine muhtaç olmaz.»

«Ve korku geçinceye kadar...» sözünden murad, mânidir. Bu mâni, korku veya başka bir şey olabilir.

«Yetişemezse...» Meselâ vakfeye yetişememek suretiyle haccı kaçırırsa. T. Umreyle ihramdan çıkar. Bu, haccederken mahsur kaldığına göredir. Umre yaparken mahsur kalırsa, ona muktedir olduğu an muhasara ortadan kalkar.

«Kurbanı kesmekle ihramdan çıkar.» Lübab´da, "Mücerret kurbanı kesmekle ihramdan çıkmış olmaz. Fiilen çıkması gerekir." denilmiştir. Yani ihram yasaklarından velev tıraştan başka bir ş...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hacc
« Posted on: 08 Mayıs 2024, 23:28:29 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hacc rüya tabiri,Hacc mekke canlı, Hacc kabe canlı yayın, Hacc Üç boyutlu kuran oku Hacc kuran ı kerim, Hacc peygamber kıssaları,Hacc ilitam ders soruları, Haccönlisans arapça,
Logged
22 Mart 2010, 23:29:57
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #31 : 22 Mart 2010, 23:29:57 »

BAŞKASI NAMINA HACC BÂBI



METİN


(İbadetin sevabını başkasına hediye meselesi)

Asıl olan şudur ki: Bir ibadeti yapan kimse, onun sevabını başkasına bağışlayabilir. Velev ki onu yaparken kendisi için niyet etmiş olsun. Çünkü delillerin zâhiri bunu göstermektedir.

İZAH

"Bir ibadet"ten murad, bilumum ibadetlerdir. Namaz, oruç, sadaka, Kur´an okumak, zikirde bulunmak, tavaf etmek, hacc, umre vesaire gibi ki, peygamberlerin kabirleriyle şehitlerin, evliyanın ve sülehânın kabirlerini ziyaret etmek, ölüyü kefenlemek ve bütün hayrât işleri bunda dahildir. Nitekim Hindiyye´de beyan edilmiştir. T.

Zekât bahsinde Tatarhâniyye´den naklen arzetmiştik ki. nâfile bir ibadeti tasadduk etmek isteyen kimseye efdal olan, erkek-kadın bütün müminleri niyet etmektir. Çünkü bu hediyye onlara hiç noksansız ulaşır. Bahır sahibi şu incelemeyi yapmıştır: Ulemanın bu bâbtaki mutlak sözleri, farza da şâmildir. Lâkin hediye etmekle farz tekrar zimmetine borç olmaz. Çünkü sevap bulunma/nası zimmetten sükût etmemeyi (Yani ödenmemiş olmayı) gerektirmez. Halbuki bildiğin gibi sevap tamamen yok olmaz. İleride göreceğiz ki bir kimse anne ve babası namına hacca niyetlense, "Bu onun farz haccı namına kâfidir." denilmiştir. Bu da Bahır sahibinin bahsini te´yid eder. Yine Bahır sahibinin tetkikine göre bir ibadeti yaparken kendi namına niyet ederek sonra sevabını başkasına bağışlamakla. başkası namına niyet etmek arasında fark yoktur. Çünkü ulemanın sözleri mutlaktır.

Ben derim ki: Bunun farza şâmil olduğunu söylemek yerindedir. Çünkü farza kendi namına niyet eder. Sevabını başkasına bağışlamak sahih olunca,bu gösterir ki, sevabının başkasına erişmesi için bu fiili yaparken başkasını niyet etmek şart değildir. Cenazeler bahsinin sonunda şehit bâbından az önce Hambelî İbn-i Kayyim´dan naklen arzetmiştik ki, Hambelîlerce, filli yaparken başkasına niyetin şart olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Bazıları şart olmadığını söylemiş; "Çünkü sevap kendisinindir. Onu istediğine teberru edebilir." demişlerdir. Niyetin şart olduğunu söyleyenler de bulunmuştur. Hattâ bu kavil evlâ görülmüştür. "Çünkü fiil işleyen namına kabul edilince, başkasına intikal kabul etmez." denilmiştir. Yine İbn-i Kayyım´dan naklen arzetmiştik ki, sevabın gönderilene erişmesi için lâfzan hediye etmesi şart değildir. Meselâ zekât niyetiyle bir fakire para vermek nasıl caizse, bu da caizdir. Çünkü sünnette bu şart kılınmamıştır. Ne başkası namına yapılan hacc hadisinde, ne de diğer benzerlerinde böyle bir şey yoktur. Evet fiili kendi için yapar da sonra sevabını başkasına hediye ederse kâfi gelmez. Nitekim hîbe etmeyi, âzad veya tasaddukta bulunmayı niyet etmesi böyledir. Ama sevabının yarısını veya dörtte birini niyet etmesi sahihtir. Bunu şu da izah eder ki: Bir kimse fiilinin bütün sevabını dört kişiye hediye etse, her biri için çeyrek sevap hâsıl olur. Tamamı oradadır.

TEMBiH: Bahır sahibi diyor ki: «Bir kimse ibadetinin karşılığında dünyalık bir şey alsa hükmü ne olur görmedim. Ama bunun sahih olmaması gerekir.» Demek istiyor ki: Bu dünyalığı sâbık bir ibadeti karşılığında alırsa, onu satmış olur ki, bu kesin olarak bâtıldır. Dünyalığı alıp karşılığında ibadet yapmayı şart koşarsa, ibadet için kiralanmış olur ki, bu da bâtıldır. Nasıl ki bütün metinlerde, şerhlerde ve fetva kitaplarında nassan bildirilmiştir. Bundan yalnız müteehhirin ulemanın cevaz verdikleri okuma öğretmek, müezzinlık ve imamlık gibi şeyler için verilen ücret müstesnadır. Onlar bunu zaruretle illetlendirmiş, zamanımızda Beytülmal´dan bir şey verilmediği için dinin zayi olacağı korkusunu da ilâve etmişlerdir. Bundan anlaşılır ki, ölü namına ücretle haccedecek birini göndermek caiz değildir. Çünkü bunda bir zaruret yoktur. Nitekim bu bâbta beyan edilecektir. Yine zaruret olmadığı için Kur´an okumak ve zikretmek için ücretle adam tutmak da caiz değildir. Bu bâbta sözün tamamı, bizim. "Şifâü´l-Alîl...." adlı risalemizdedir.

«Sevabını başkasına bağışlayabilir.» Mutezile taifesi bütün ibadetlerde; İmam Mâlik ile Şâfiî ise namaz ve Kur´an okumak gibi sırf bedenî ibadetlerde buna muhaliftirler. Mâlik ile Şâfiî bedenî ibadetlerin ölüye vâsıl olmayacağına kaildirler. Sadaka ve hacc gibi diğer ibadetler bunun hilâfınadır. Hilâf, bir kimse bunu yapabilir mi, yapamaz mı meselesinde değil; onun yapmasıyla hediye olur mu olmaz mı meselesindedir. Onun hediye etmesiyle hediye olmazsa, hediye etmesi hükümsüz kalacaktır. Bunu Fetih sahibi söylemiştir. Yani hilâf, sevabının vâsıl olup olmamasındadır, Başkası´ndan murad, ölüler de olabilir, diriler de. Bunu Bedâyi´ den naklen Bahır sahibi söylemiştir.

Ben derim ki: ´Başkası´ tabirinin mutlak bırakılması, Peygamber (s.a.v.)´e de şâmildir. Ama bizim imamlarımızdan bunu açıkça söyleyen görmedim. Diğer mezhepler uleması arasında bu hususta uzun münakaşa vardır. İmam Sübkî ile Şafiîlerin müteehhirin ulemasına göre caizdir. Nitekim cenazeler bahsinin sonunda izah etmiştik. Oraya müracaat edebilirsin.

METİN

«İnsana kazandığından başka bir şey yoktur.» âyetine gelince: Ondan murad, ancak biri ona hîbe ederse o zaman vardır, demektir. Nitekim Kemâl tahkîkini yapmıştır. Yahut âyetteki ´lâm´ ´alâ´ manâsınadır. Nitekim "Onlara da lânet vardır." âyeti kerimesindeki ´lâm´ ´alâ´ mânâsınadır.

İZAH

«Âyetine gelince...» O te´vil edilmiştir, Yani ancak bağışlarsa caiz olur denilmiştir.

«Nitekim Kemâl tahkikini yapmış...» ve kısaca şöyle demiştir: «Âyeti kerîme, Mutezile taifesinin söylediği mânâda zâhir ise de. nesih veya takyîd edilmiş o!ması ihtimali vardır. Buneticeyi tesbit eden hadis sabit olmuştur ki, o da Peygamber (s.a.v.)´in iki bakla koç kurban etmesidir. Bunların birini kendi namına, diğerini Ümmeti namına kesmiştir. Bu hadisi Sahabeden birçok kimseler rivayet etmiş; hadis yaygın bir hal almıştır. Binaenaleyh meşhur olması ihtimalden uzak değildir. Meşhur hadisle ise, mutlak olan ayet takyîd edilebilir. Dârekutnî´nin rivayetine göre, biri Peygamber (s.a.v.)´e sormuş; "Annem babam vardır. Hayatlarında kendilerine itaat ederdim. Ölümlerinden sonra onlara ne iyilik edeyim?" demiş. Rasulullah (s.a.v.); "ÖIdükten sonra hayır namına kendi namazınla birlikte onlar için de namaz; orucunla birlikte onlar için de oruç tutmaklısın." buyurmuştur. Hz. Ali´den dahi Rasulullah (s.a.v.)´den naklen şu hadis rivayet olunmuştur: "Bir kimse kabristana uğrar da onbir defa ihlâs suresini okur ve sevabını ölülere bağışlarsa, kendisine ölülerin sayısınca sevap verilir." Enes´den de rivayet olunmuştur ki: "Yâ RasusulIah! Biz ölülerimiz namına sadaka veriyoruz. Onlar namına haccediyor, duado bulunuyoruz. Acaba bu onlara vâsıl oluyor mu?" diye sormuş. Rasulullah (s.a.v.), "Evet, onlara vâsıl olur ve onlar bundan, sizden birinize bir tabak hediye geldiği zaman nasıl sevinirse öyle sevinirler." buyurmuştur. Bu hadisi Ebû Hafs Ükberî rivayet etmiştir. Bir rivayete göre Peygamber (s.a.v.), "ölülerinize Yâsîn okuyun!" buyurmuştur. Bu hadisi Ebû Dâvud rivayet etmiştir. Bütün bunlar, ve sözü uzatırız korkusuyla bıraktıklarımız arasındaki kadir-i müşterek tevatür derecesini bulmaktadır. Bu kadiri müşterekten murad, başkasının amelinden faydalanmaktır. Kezâ Kur´an-ı Kerîm´de anneye babaya dua edilmesi emir buyrulmuştur. Meleklerin müminlere istiğfarda bulundukları haber verilmiştir ki, bunlar fayda hâsıl olduğunu göstermekte kesindir. Ve bunlar Mutezilenin istidlâl ettikleri âyetin zâhirine muhaliftir. Çünkü o âyetin zâhiri, bir kimsenin biri için istiğfarda bulunması hiçbir vecihle fayda vermeyeceğini gösterir. Çünkü bu kendi emeği değildir. Biz, "Ayetin zâhiri murad değildir." diyerek, onu kişi hîbe etmezse diye kayıtladık. Bu, mensuhtur demekten evlâdır. Zira daha kolaydır. İrade ettikten sonra bâtıl olma yoktur. Bir de bu âyet haber kabilindendir. Haberlerde nesih yoktur»

«Yahut âyetteki ´lâm´, ´alâ´ mânâsınadır.» Bu ikinci bir cevaptır. Ama Kemâl onu reddetmiştir. Çünkü âyetin zâhirinden ve gelişinden uzaktır. Âyet, yüz çeviren ve cimrilik eden kimseye va´z ve nasihattir. Şu da var ki bu âyet, "Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez." âyetiyle tekerrür etmektedir. Daha başka cevaplar da verilmiştir ki, onları Zeylâî ve başkaları Sıralamıştır. Bazıları şunlardır:

1- Bu âyet neshedilmiştir.

2- Bu âyet Mûsa ve İbrahim (a.s.)´in kavimlerine mahsustur. Çünkü onların sahifelerindekini hikaye etmektedir.

3- Bu âyetteki insandan murad kâfirdir.

4- Bu, adâlet yoluyla değil, fakat fazi ve ihsan yoluyla olur demektir.

5- İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Lâkin bazan çalışması esbaba tevessülle olur. İhvanını çoğaltır, îmânı tahsil eder. Peygamber (s.a.v.)´in, "Ademoğlu ölünce ameli kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez..." hadisine gelince: Bu hadis, başkasının ameli kesildiğine delâlet etmez. Bizim sözümüz ise. başkasının ameli hakkındadır. Zeylâî.

«Kimse kimse namına oruç tutamaz ve kimse kimse namına namaz kılamaz.» hadisi ise borçtan kurtulmak hususundadır. Sevap hakkında değildir. Nitekim Bahır´da beyan edilmiştir.

METİN


Yemin ederim ki Zahidî burada Mutezili olduğunu açıklamıştır. Hidayeti veren Allah´tır. Zekât ve kefaret gibi mâlî ibadetler, mükellef namına mutlak surette niyabet kabul ederler. Yani kudreti olsun olmasın caizdirler. Velev ki naip zımmî olsun. Çünkü itibar, vekâlet verenin niyetinedir. Velev ki vekil verirken niyet etsin. Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetler ise, mutlak surette niyabet kabul etmezler.

İZAH[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 00:14:34
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #32 : 23 Mart 2010, 00:14:34 »

Başkası Namına Hacca Gitmenin Şartları:



METİN


Gönderen, kendi namına hacca gitmesini emretmesi şarttır. Binaenaleyh izni olmaksızın başkasının onun namına haccetmesi caiz değildir. Meğer ki mirasçısı olup vârisi namına haccetsin veya hacca göndersin. Çünkü burada delâleten emir vardır, şartlardan nafaka kaldı. Nafakanın bütünü veya ekserisi gönderenin malından olacaktır. Gönderilen bizzat haccetmelidir. Gönderen tayin ettiyse, vekil taayyün eder. "Benim namıma filan kimse haccetsin, başkası değil" derse, başkasının haccı caiz olmaz. "Başkası değil" demezse caiz olur. Bu şartları Lübab sahibi yirmiye çıkarmıştır. Bunlardan biri de ücreti şart koşmamaktır.

İZAH

«Başkasının onun namına haccetmesi caiz değildir.» Yani gönderen namına haccetmiş olmaz. Kendi namına haccetmiş olur. Sevabını gönderene bağışlayabilir. Bunun izahı gelecektir.

«Meğer ki mirasçı olup vârisi namına haccetsin.» Bu inşaallah kafi gelir. Nitekim Bedâyi ve Lübab´da bildirilmiştir. Ama bu mirasçı vasiyet etmediği zamandır. Kendi namına hacca gönderilmesini vasiyet ederse, onun namına başkasının teberruu geçerli olmaz. Nitekim metinde gelecektir. Sonra bil ki, mirasçı diye kayıtlamaktan, ecnebinin buna uymadığı anlaşılıyor. Aksi takdirde bu şartı aslından kaldırmak gerekir. Gariptlr ki Lübab sahibi bu şartı zikretmiş, şarihi ise onu mirasçı olsun olmasın bütün teberru sahiplerine teşmil etmiştir. Yani teberru edilen hacc farz hacc yerine geçer. Surûcî´nin Menâsik´inde şöyle denilmektedir: «Bir kimse kendisine hacc farz olduktan sonra vasiyet etmeden ölürse, onun namına biri haccettiği yahut babasının veya annesinin yerine vasiyetleri olmaksızın farz hacc için oğlu gittiği takdirde, Ebû Hanife, "İnşaallah ona kâfi gelir." demiştir. Vasiyetten sonra ise inşaallahsız kâfi gelir.» Sonra Lübab şarihi bu meseleyı başka bir yerde zikrederek şöyle demiştir:«Ölen namına mirasçı veya ecnebi biri haccederse, ona kâfi gelir ve farz olan hacc inşaallah sâkıt olur. Çünkü sevabı ulaştırmaktır. Bu ise Kirmânî ile Surûcî´nin açıkladıklarına göre uzak veya yakın hiçbir kimseye mahsus değildir." Tamamı ileride gelecektir. Zâhire bakılırsa, bu şart hususunda rivayet ihtilâfı vardır. İkinci rivayete göre mirasçıyı zikretmekkayıt değildir.

«Çünkü burada delâleten emir vardır.» Zira mirasçı, ölenin malında onun halifesidir ve sanki onun borcunu ödemeye memur gibidir. Yahut şöyle denilebilir: Mirasçı kelimesi kayıt olmadığına göre, ölen kimse bu hususta herkese izin verir. Bedâyi sahibi bunu nassla dahi illetlendirmiştir. Zâhirine bakılırsa,bundan Has´amiyye hadisini kasdetmiştir.

«Gönderilen bizzat haccetmelidir.» Gönderenin izni olmadıkça, vekil hasta bile olsa; ölen namına başkasını hacca gönderemez. Nitekim metinde gelecektir.

«Başkasının haccı caiz olmaz.» Yani filan diye zikrettiği şahıs ölse bile, onun yerine başkası gidemez. Çünkü vasiyeti yapan, ondan başkasının haccını kabul etmediğini açık söylemiştir. Nitekim bunu Lübab sahibi ile şarihi beyan etmişlerdir.

«Başkası değil demezse caiz olur.» Lübab sahibi diyor ki: «Başkasını kabul etmeyeceğini açıklamaz da, "benim namıma filan haccetsin" derse, o filan ölüp yerine başkasını gönderdikleri takdirde caiz olur.»

«Bu şartları Lübab sahibi yirmiye çıkarmıştır.» Şimdiye kadar bunlardan altısı zikredilmiş, yedinciyi de şarih söylemiştir.

Sekizincisi; haccın farz olmasıdır. Fakir veya üzerine hacc farz olmayan biri farz namına vekil gönderse, vekilin onun namına haccı caiz olmaz. Velev ki bundan sonra hacc farz olsun.

Dokuzuncusu; hacca göndermezden önce özrün bulunmasıdır. Sağlam bir kimse vekil gönderir de sonra sakatlanırsa, vekilin haccı kâfi gelmez.

Onuncusu; hacca vasıtaya binerek gitmektir. Yürüyerek haccederse, velev ki emriyle gitsin nafakayı öder. Muteber olan, yolun ekseriyesinde vasıtaya binmektir. Ancak nafaka azalır da yürüyerek haccederse caiz olur.

Onbirincisi; malının üçte biri yettiği takdirde vatanından vekil gönderilir. Yetmezse yettiği yerden gönderilir. Nitekim izahı gelecektir.

Onikincisi; mikâttan ihrama girmektir. Vekile hacc yapmasını emretmişken, o umre yapar da sonra Mekke´den haccederse, caiz olmaz ve öder.

Onüçüncüsü; haccını ifsat etmemekdir. İfsat ederse, gönderen namına olmaz. Velev ki onu kaza etsin. İzahı ileride gelecektir.

Ondördüncüsü; muhalefet etmeyecektir. Gönderen ifrad haccı yapmasını emreder de vekil kırân veya temettu yaparsa, velev ki ölen biri için gitmiş olsun onun namına geçerli olmaz ve nafakayı öder. Nitekim gelecektir. Vekile umre yapmasını emreder de o da umre yapar sonra kendi namına haccederse; yahut vekile haccı emreder, o da hacceder sonra kendi namına umre yaparsa caiz olur. Ancak kendi nâmına yaptığı hacc veya umre için orada kaldığıgünlerin nafakasını kendi malından öder. Bitirdiği zaman nafaka ölenin malına avdet eder. Bunun aksini yaparsa caiz olmaz.

Onbeşincisi; bir hacc için ihrama girmektir. Bir gönderen namına, bir de kendi namına ihrama girerse caiz olmaz. Meğer ki ikinciyi terk etsin.

Onaltıncısı; vekili iki kimse gönderirse, biri namına hacca niyetlenmelidir. İkisi namına niyetlenirse öder. Bu hususta sözün tamamı ileride gelecektir.

Onyedinci ve onsekizincisi; gönderenle vekilin müslüman ve akıllı olmalarıdır. Nitekim ileride gelecektir. Müslümanın kâfir için haccı sahih olmadığı gibi; delinin de başkası için haccı sahih değildir. Aksi de böyledir. Lâkin delirmeden hacc farz olursa, onun namına vekil göndermek sahihtir.

Ondokuzuncusu; vekilin temyiz sahibi olması lâzımdır. Kârı - zararı ayıramayan küçük çocuğu vekil göndermek doğru değildir. Ama mürahikı (bülûğa yaklaşan çocuğu) vekil göndermek sahih olur. Nitekim gelecektir.

Yirmincisl; hacc vaktini kaçırmamaktır. Bu hususta söz ileride gelecektir. Lübab sahibi diyor ki: «Bu şartların hepsi farz haccı hakkındadır. Nâfilede İslâm, akıl ve temyizden başka hiçbir şart aranmaz. Ücretle göndermek de böyledir. Ama biz bunu nâfile haccda açık olarak bir yerde bulamadık. Lübab şarihi bunu kesinlikle söylemiştir. Lâkin bu, "Hacc ölü namına olmaz." sözüne binaendir. Burada, az sonra söyleyeceğimiz itiraz vardır,

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 00:23:09
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #33 : 23 Mart 2010, 00:23:09 »

Hacc İçin Adam Kiralamak



METİN


«Benim namıma şu kadar paraya haccetmen için seni kiraladım.» diyerek bir adam kiralasa, haccı caiz olmaz. Kira lâfı etmeksizin, "benim namıma hacca gitmeni sana emrediyorum" demelidir. O adam kendi malından harcar veya nafakayı kendi malıyla karıştırır da hacceder ve bütün nafakayı yahut ekserisini harcarsa, caiz olur; ödemekten de kurtulur.

İZAH

«Haccı caiz olmaz.» Yani gönderen namına haccetmiş olmaz. Lübab´da böyle denilmiştir. Lâkin Lübab şarihi şunları söylemiştir: «Kifâye´de beyan edildiğine göre, Asl´ın Ebû Hanife´den rivayetinde, hacc, gönderen namına sahih olur.» Şemsü´l-Eimme Serahsî buna kail imiş. Mezhep de budur. Hâniyye sahibi zâhir rivayetin cevaz olduğunu açıklamış, lâkin şunu da söylemiştir: «Kiralanan kimseye de ecri misli vardır.» Fethu´I-Kadir sahibi, ulemanın; "Memurun harcadığı ancak ölünün milkl hükmündedir." sözü karşısında bunu müşkil görmüştür. Çünkü milki olmuş olsa, kiralanmış olur. Halbuki ibadetler için kiralamak caiz değildir. Binaenaleyh düzeltilmiş ibare, Hâkim´in, "Ona mislinln nafakası verilir." sözüdür. Mebsut sahibi bunu izah ederken şunu da katmıştır: «O, bu nafakaya bedel yoluylahak kazanmış değildir. Onu kifayet yoluyla hak eder. Çünkü kendisini kiralayanın faydalanacağı bir işe vermiştir. Onun namına haccetmesi şunun için caizdir ki, icare bâtıl olunca, hacc emri kalır. Bu sebeple kendisine emsalinin nafakası verilir.»

Ben derim ki: Rahmetî´nin nakline göre, Kâfî´nin ibaresi şöyledir:«Bir adam kendi namına haccetmek için birini kiralasa, kiralamak caiz değildir. Ama o adama mislinin nafakası verilir. Hapiste olan bir kimse oradan çıkmadan ölürse, onun namına farz hacc caiz olur.» Bunun bir misli de isbicâbî´den naklen Bahır´dadır ki, şöyle denilmiştir: «Haccetmek için adam kiralamak caiz değildir. Ücreti verir de, o da haccederse, ölü namına caiz olur. O kimseye yol masrafı kadar ücret verilir. Fazlasını mirasçılara iade eder. Meğer ki mirasçılar teberru etsin; yahut ölen kimse, "artan para haccedenin olsun" diye vasiyet etsin.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.

Hâsılı şarihin, "Haccı caiz olmaz." sözü, zâhir rivayete muhaliftir ve Hâniyye´nin, "Ona ecri misli vardır." demesi, kiralamanın fâsit olduğunu bildirir. Halbuki sair ibadetlerde olduğu gibi, burada da kiralamak bâtıldır. Bazıları buna şöyle cevap vermiştir: «Ecri misilden murad; mislinin nafakası demektir. Nitekim Kâfi sahibi de bu tabiri kullanmıştır. Buna ´ ecr ´ demesi mecâzdır.» Böyle demek, "Bu söz; ibadetler için adam kiralamak caizdir diyen müteehhirin mezhebine göre söylenmiştir." demekten daha iyidir. Biliyorsun ki bâbın başında müteehhirinin bunu mutlak söylemediğini, zaruretten dolayı sadece Kur´an okutmak, müezzinlik ve imamlık yapmak için adam kiralamanın caiz olduğuna fetva verdiklerini, bunu bütün ibadetlere teşmil etmediklerini söylemiştik. Aksi takdirde oruç tutmak ve namaz kılmak için de odam kiralamanın caiz olması gerekirdi. Halbuki buna kail olan yoktur. Hacc için adam kiralamaya zaruret de yoktur. Çünkü niyabet yoluyla ölenin malından olmak üzere kendisine harcamak için malı ona vermek mümkündür. Nitekim bunun Mebsut´ta ve metinlerde açıklandığını gördün. Onlarda hacc için adam kiralamanın caiz olduğu zikredilmemiştir. Bilâkis mezhebin bütün metin kitaplarında açıklanan; hacc için adam kiralamak caiz değildir sözüdür. Kenz, Vikâye, Mecma, Muhtar, Mevahibü´r-Rahmân vesairede hep böyledir. Hattâ AIIâme Şurunbulâlî, Bütâgu´l-Erab adlı risalesinde, "Ulemamızdan hiçbiri hacc için adam kiralamanın caiz olduğunu söylememiştir." demiştir.

Ben derim ki: Caizdir denilirse, bundan birçok fer´î meselelerin yıkılması lâzım gelir ki, yukarıda geçen, "Vekil ölenin mülkü hükmünce harcar, fazlasını iade etmesi vâciptir ilh..." bunlardandır.

«O adam kendi malından harcarsa...» Fetih sahibi diyor ki: «O adam masrafın çoğunu veya hepsini kendi malından verir de, kendisine verilen mal haccına yeterse, harcadığını o maldan alır. Çünkü bazan kendi malından harcamak mecburiyetinde kalır. Ansızın sarfetmeye hacetgörülür, verilen mal da yanında bulunmaz, binaenaleyh kendi malından vermesi caiz olur. Vasî ve vekilde olduğu gibi ki, vasî yetim için vekil de müvekkili için kendi parasıyla bir şey satın alır, sonra onu yetimin ve müvekkilin malından alır.» Bahır sahibi diyor ki: «Bundan anlaşıldığına göre, ulemanın, nafaka gönderenin malından olacaktır diye şart koşmaları, teberrudan korunmak içindir, mutlak değildir.» Hâniyye sahibi de şöyle demiştir: «Hacca memur olan kimse, verilen nafakayı kendi malıyla karıştırırsa, Kudûrî´de ödeyeceği bildirilmiştir. Ama hacceder de harcarsa caizdir, ödemekten kurtulur.» Bunu anladıktan sonra şarihin, "bütün nafakayı yahut ekserisinin harcarsa" cümlesindeki zamirler, gönderenin malına aittir, Mânâ şudur: Hacca memur olan kimse kendi malından harcar da hacceder ve bu harcadığı, gönderenin verdiği bütün mal kadar olur yahut o malın ekserisi miktarını bulursa caizdir. Keza hacc nafakasını kendi malıyla karıştırır da haccederse caiz olur. Bunu Halebî söylemiştir.

«Ödemekten de kurtulur.» cümlesinin mânâsı, karıştırmakla hâsıl olan ödemeden kurtulur demektir. Ama bu, gönderenin izni olmadığına göredir. Hattâ Sâihânî´nin Zahîre´den naklettiğine göre, gönderenin izni olsun olmasın vekil kendisine verilen nafakayı yol arkadaşlarının paralarıyla karıştırabilir. Çünkü bu hususta örf ve âdet vardır.

TEMBİH: İleride söyleyeceğiz ki, ölen kimse kendi malından bin dirheme hacc vekili gönderilmesini vasiyet eder de, vasî onun malından almak üzere kendi malından bir vekil gönderirse, sonra ölenin malından bu parayı alamaz. Çünkü vasiyet sözle olmuştur. Binaenaleyh vasiyet edenin sözü itibara alınır. O ise malı kendine izafe etmiştir. Bu değiştirilemez. Bahır.

Ben derim ki: Şu izaha göre malı kendi nefsine izafe ettiği zaman, vekil dahi vasî gibi o malı kendi malıyla değiştiremez. Meğer ki aralarında fark görülerek memur bazan buna mecbur kalır denilsin. Nitekim yukarıda geçmişti.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 00:29:50
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #34 : 23 Mart 2010, 00:29:50 »

Sarûrenin Haccı



METİN


Zikredilen acz şartı farz hacc içindir. Nafile için değildir. Çünkü onun kapısı geniştir. Mezhebin zâhirine göre, farz hacc gönderen namına olur. Bazıları, "Hacc nâfile olarak gönderilen namına; nafakanın sevabı da nâfilede olduğu gibi gönderen namına olur." demişlerdir. Lâkin niyabet sahih olabilmek için, gönderilenin hacc fiillerinin sahih olmasına ehliyeti şarttır. Musannıf bunun üzerine şu meseleyi tefri etmiştir: Binaenaleyh sarûrenin yani hiç hacca gitmemiş kimsenin, kadının - velev cariye olsun - kölenin ve köleden başkasının yani mürâhik gibilerinin haccı caizdir. Bunlardan başkalarının haccı ise evleviyetle caiz olur. Çünkü hilâf yoktur.

İZAH

«Acz şartı farz hacc içindir.» Çünkü Lübab´dan naklen yukarıda söylediklerimizden biliyorsun ki, şartların hepsi farz hacc için şarttır. Nâfile hacc için değildir. Nâfile için İslâm, akıl ve temyizden başka şart yoktur, Yukarıda beyan edildiği vecihle, kiralanmamış olmak da şarttır.

«Çünkü onun kapısı geniştir.» Yani farzda gösterilmeyen müsamaha nâfilede gösterilir. Fetih sahibi diyor ki: «Nafile hacca gelince: Onda acz şart değildir. Çünkü o kimseye iki meşakkatten yani beden meşakkatiyle mal meşakkatinden biri vâcip olmamıştır. Bunların ikisini de terk etmeye hakkı olunca, Rabbi Teâlâ´ya yaklaşmak için birini üzerine almaya da hakkı vardır. Sahih olarak bu bâbta vekil göndermeye de hakkı vardır.»

«Mezhebin zâhirine göre farz hacc gönderen namına olur.» Mebsut´da da böyle denilmiştir. Sahih olan da budur. Nitekim birçok kitaplarda böyle denilmiştir. Bahır. Sünnetten bazı eserler ve mezhepten bazı fer´î meseleler de buna şahittir. Fetih.

«Bazıları, "hacc, nâfile olarak gönderilen namına olur" demişlerdir.»

Müteehhirin ulemanın ekserisi buna kail olmuşlardır. Nitekim kitaplarda beyan edilmiştir. Onlar bunun, imam Muhammed´den bir rivayet olduğunu söylerler. Ama bu iş, semeresi olmayan bir ihtilâftır. Çünkü bu zevat, farzın gönderilenden değil; gönderenden sâkıt olduğuna ve giden vekilin gönderen namına niyetlenmesinin lâzım olduğuna ittifak etmişlerdir. Meselenin tamamı Bahır´dadır.

Ben derim ki: Hacc, gönderen namına olur denildiği takdirde dahi, giden memur sevaptan hâlî değildir. Hattâ Allâme Nûh Efendi, Kâdî´nin Menâsik´inden naklen, "Bir insanın başkası namına yaptığı hacc, farz olan haccı edadan sonra, kendi namına yaptığı haccdan daha faziletlidir. Çünkü onun faydası başkasına geçer ve o başkasına geçmeyenden efdaldir." demiştir.

«Nâfilede olduğu gibi...» sözünün muktezası şudur. Nâfile bilittifak memur edilen vekil namına olur. Gönderene ise, verdiği nafakanın sevabı vardır. Şarihlerden bazısı bunu açıklamış; Lübab sahibi de buna göre hareket etmiştir. Ama Efkânî Gâyetü´l-Beyân´da bunu redderek; "Bu, rivayetin hilâfınadır. Çünkü Hâkim-i Şehid Kâfi´de sağlam bir kimse namına yapılan nâfile haccın sahih olduğunu söylemiştir." demiş, sonra Asıl nam kitapta, "Hacc, gönderen namına olur." denildiğini söylemiştir.

«Hacc fiillerinin sahih olmasına ehliyeti şarttır.» Burada hacc fiilleri "vâcip olmasına" demeyip, "sahih olmasına" tabirini kullanması, sabî-i mürâhika (yani bülûğa yaklaşan çocuğa) da şâmil olsun diyedir. Çünkü sabî-i mürâhik, fiilin sahih olmasına ehildir; vâcip olmasına ehil değildir.

«Musannıf bunun üzerine...» Yanişartın ehliyet olduğuna, vekilin kendi namına haccetmiş olması, erkek, hür ve bâliğ olması şart olmadığına aşağıdaki meseleyi tefri etmiştir.

«Yani hiç hacca gitmemiş kimsenin ilh...» haccı caizdir. Kâmus´ta sarûre; hiç hacca gitmemiş kimse demektir şeklinde izah edilmiş; Fetih´te ise, "Sarûreden, kendi namına haccetmeyen kasdedilir." denilmiştir. Yani farz haccı yapmayan mânâsına alınmıştır. Çünkü İmam Şâfiî´nin muhalefefeti bunun hakkındadır. Bu mânâ lügat mânâsından daha şümullüdür. Binaenaleyh şarihin bunu söylemesi icabederdi. Çünkü hiç haccetmeyene, başkası namına haccedene, kendi namına nafile olarak haccedene veya nezir hacca yahut fâsit olan farza veya sahih olan farz haccı eda edip sonra dinden dönen, sonra yine müslüman olan kimselere şâmildir. Nitekim bunu Halebî söylemiştir.

«Çünkü hilâf yoktur.» Yani Şâfiî´nin muhalefeti yoktur. Çünkü o, bu söylenenlerin haccını caiz görmemektedir. Nitekim Zeylâî´de beyan edilmiştir. H. Âşikârdır ki, ta´lîl buradaki kerahetin keraheti tenzihiyye olduğunu gösterir. Çünkü hilâfa riayet etmek müstehaptır. Fetih sahibi, kadın hakkındaki keraheti Mebsut´taki, "Onun haccı daha noksandır. Çünkü kadına ramel olmadığı gibi, vadinin ortasında koşmak, telbiyeyi yüksek sesle almak ve tıraş olmak da yoktur." ifadesiyle illetlendirdiği gibi; köle hakkındaki keraheti de Bedâyi´nin, "Çünkü o kendisi namına farzı edaya ehil değildir." sözüyle ta´lîl etmiştir. Bedâyi sahibi köleyi hacca göndermenin sahih olduğunu mutlak olarak söylemiştir. Binaenaleyh sahibinin izni olduğu ve olmadığı suretlere şâmildir. Nitekim Mi´râc sahibi bunu açıklamıştır. Fetih sahibi şunu da söylemiştir: «Efdal olan, hilâftan çıkmak için vekil gidenin kendisine farz olan haccı yapmış bulunmasıdır. Yine efdal olan, hür ve kendi namına haccettiğinden yapmış olduğu hacc ibadetlerini bilen bir kimseyi göndermektir. Bedâyi sahibi hacca gitmemiş bir kimseyi vekil göndermenin mekruh olduğunu söylemiştir. Çünkü o kimse farz olan haccı terketmiştir.» Fetih sahibi uzun uzadıya delil getirdikten sonra şöyle demiştir: «İstidlâl şunu gerektirir ki: Haccetmeyen birinin başkası namına hacca gitmesi, şayet sıhhati yerinde olup hacc masraflarına mâlık bulunmak suretiyle kendisine hacc farz olduğu tahakkuk ettikten sonra ise bu, keraheti tahrimiyye ile mekruhtur. Çünkü hacc, imkân bulduğu senelerin ilkinde kendisine farz olur ve onu terketmekle günaha girer. Kendi namına nafile hacc yapmış olması da böyledir. Mamafih yine de sahihtir. Çünkü buradaki nehy, yapılan haccın aynı için değil: gayrı içindir ki o da haccı kaçırmasıdır. Çünkü bir sonede ölmek nâdirdir.» Bahır sahibi diyor ki: «Doğrusu bu kerahet, keraheti tenzihiyye olup gönderene aittir. Çünkü ulema (efdal olan, kendi namına farz haccı yapmış olmasıdır ilh...) sözleriyle, kendisinde haccın şartları mevcut olup da haccetmemiş bulunan vekil, sarûrenin geciktirdiği için keraheti tahrimiyye işlediğini bildirmişlerdir.»

Ben derim ki: Bu söz Fetih sahibinin ifadesine aykırı değildir. Çünkü onun sözü vekil hakkındadır. Şarihin sözü de gönderene yorumlanır ve Bahır´ın ifadesine uyar. Velev ki vekil hakkında keraheti tahrimiyye olsun.

TEMBİH: İbn-i Hamza, Nehcü´n-Necât adlı eserinde Bahır´ın yukarıda geçen sözünü andıktan sonra şunları söylemiştir: «Ben derim ki: Bu sözün zâhiri, fakir olan sarûreye Mekke´ye girmekle hacc farz olmayacağını gösterilmektedir. Bedâyi sahibinin, mutlak olan sözünden ise, kerahet anlaşılmaktadır. Yani "Sarûreyi hacca göndermek mekruhtur. Çünkü o, farz olan haccı terketmiştir." sözüyle, Mekke´ye girdiğinde o kimsenin kendi namına haccetmeye kâdir olduğunu anlatıyor. Velev ki vakti başkası namına yaptığı hacc ile meşgul olsun. Fetva vak´ası da budur.» Ben derim ki: O kimseye hacc, farz olur diye, İstanbul Müftüsü Allâme Ebussuud fetva vermiş; Şekbü´l-Enhûr sahibi de ona ,tâbi olmuştur. Keza Seyyid Ahmed Padişah bu şekilde fetva vermiş ve bu hususta bir risale yazmıştır. Abdülgâni Nablûsi ise bunun hilâfına fetva vermiş ve bu bâbta bir risale yazmıştır. Çünkü vekilin o sene kendi namına haccetmesi mümkün değildir. Onun seferi gönderenin malıyla olmuştur. Onun namına ihrama girmiş; onun namına haccetmiştir. Kendi namına gelecek seneye haccetmek için Mekke´de kalmasını teklif etmek, çoluğunu çocuğunu memleketinde bıraktırmak ise büyük güçlüktür. Fakir olduğu halde memleketinden tekrar hacca gelmesini teklif dahi büyük güçlüktür.

Bedâyi´nin ifadesine gelince: Onun, keraheti mutlak söylemesi ve bundan keraheti tahrimiyye anlaşılması, sözünun evvelden kendisine hacc farz olan sarûre hakkında olmasını gerektirir. Nitekim Fetih´ten naklettiğimiz de bunu ifade etmektedir. Evet hacc bahsinin başında Lübab ve şerhinden naklen arzetmiştik ki; uzaklardan gelen fakir, mikâta erişmekle Mekkeli gibi olur. Yürümeye kudreti varsa, kendisine hacc lâzım gelir. Fakirim, çünkü âfâkî iken bu hacc bana vâcip değildi diye nâfileye niyet etmemelidir. Mekkeli gibi olunca, hacc kendisine farz olur. Hatta o hacca nâfile diye niyet ederse, ikinci defa hacca gitmesi lâzım gelir. Lâkin bu fakir, sarûrenin de böyle olduğuna delâlet etmez. Çünkü onun kudreti, söylediğimiz gibi başkasının kudretiyledir. Başkasının kudreti ise muteber değildir. Kendi namına haccetmek için fakir olarak yola çıkması bunun hilâfınadır. Çünkü mikâta erişince, kendi kudretiyle kâdir olur ve hacc kendisine farz olur. Velev ki seferi baştan tetavvu diye olsun. Eğer fakire sarûre bunun gibi olsaydı, Kemâl b. Hümâm´ın keraheti tahrimiyyeyi kendisine haccın farz olduğu tahakkuk ettikten sonra başkası namına hacca gittiği zaman diye kayıtlaması ve bu keraheti o kimsenin üzerine farzı daraltır diye ta´lîlde bulunması sahih olmazdı.

METİN

Bir zımmîye veya deliye hacca gitmesini emrederse, sahih olmaz. Hacca gönderilen kimse yolda hastalanırsa, malı başkasına vererek ölü namına haccettiremez. Meğer ki kendisine bu hususta izin verilmiş olsun. Meselâ parayı verirken, "nasıl istersen öyle yap" denilirse, hasta olsun olmasın bunu yapması caiz olur. Çünkü mutlak surette vekil olmuştur. Bir mükellef ´hacca´ diye yola çıkar da yolda ölürse ve kendisi namına haccedilmesini vasiyet ederse, malı veya yerini tefsir ettiği takdirde, iş onun tefsir ettiği gibi olur. Ama bunu vasiyet etmesi, farz olup da geciktirdikten sonra vâciptir. Farz olduğu yıl haccederse vasiyet vâcip olmaz.

İZAH

«Sahih olma...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 4 5 6 [7] 8 9   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes