> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Alışveriş
Sayfa: 1 ... 7 8 9 [10]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Alışveriş  (Okunma Sayısı 16321 defa)
17 Şubat 2010, 22:18:56
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #45 : 17 Şubat 2010, 22:18:56 »



İZAH

«Kefaletten beri olmayı bir şarta talik etme batıldır ilh...» Çünkü İbrada karşı tarafa temlik manası vardır. Bunun sahih olduğu da rivayet edilmektedir. Çünkü kefil üzerine gereken sahih olan kavle göre, borç değil, o borcun mütalebesidir. Talakta olduğu gibi kefalette de beraat mahza iskat olmaktadır. Hidaye. Bunun zahiri de batıl olmadığını tercihtir. Bu durum, sahih olan kavle göre de böyledir. Bahır.

Ben derim ki: Bunun için de Mülteka´nın ve İhtiyar´ın metni Muhtar´da sahih olduğu söylenmiştir. Burada söylenmek istenen, şarta talik edilmiş beraatin kendisi batıldır. Beraat ve ibra batıl olduğuna göre kefalet devam etmektedir. Buna göre alacaklının kefili, tekrar mütalebe etmesi sahih görülmekte talilde buna işaret etmektedir. Yoksa beraatin taliki batıl demek değildir. Çünkü bundan da beraatin sahih ve müneccez olduğu durumu ortaya çıkar ve kefalet batıl olur.

Yukarda beyan edilen illet ve gerekçe buna pek uygun düşmemektedir. Zira bizatihi talik, temlik manası taşımamaktadır. Temlik manası taşıyan şarta talik edilmiş beraatin kendisidir. Dolayısıyla beraat batıl olur. Bazı ulemanın Mecma Şerhi üzerine eski bir nüshanın kenarına şöyle bir not düşmüş olduğunu gördüm: «Bunun manası, kefalet caiz, şart batıldır.»

«Mülaim ve uygun olmayan bir şarta talik ilh...» Mesela «yarın olursa sen maldan berisin» gibi olan şart uygun olan şarta misaldir. Mala veya nefse kefil olan kişi kefaleti esnasında, kendisine. «eğer sen onu yarın getirirsen maldan borçtan berisin» dese ve tayin edilen ferdası gün onu getirecek olursa maldan beri olmuş olur. İnaye´de de bu şekilde beyan edilmiştir. Halebi.

Bahır´da Miraç´tan naklen mülaim olmayan şart «Kendisinde hiçbir surette alacaklı için menfaat ve Tayda bulunmayan şarttır» şeklinde tarif edilmiştir. Eve girmek bir sonraki günün çelmesi gibi. Çünkü bunlar mütaaraf olmayan, örfte kullanılmayan ifadelerdir.

Ben derim ki: Bana «ben ona kefil oldum ancak onu zamanı gelmeden benden istersen, ben bu konuda kefil değilim» diyen kişi hakkında sordular. Cevap olarak mülaim olmayan, uygun görülmeyen şartlardan olduğunu söyledim.

«Miraç ve Fetih´te benimsenen kavle göre İlh...» Fetih´te; «Hidaye sa-hibinin zikrettiği «kefaletten ibrayı bir şarta talik caiz değildir» ifadesine şerh düşerken şöyle denir: Bilinen, örfte kabul edilmiş

olan şarta da olsa ki «eğer bir miktarını acele eder, ödersen veya bir miktarını ödersen, ben seni kefaletten İbra ederim» gibi şarttır. Ama bilinmeyen, örfte kabul edilmeyen şarta talik ise caiz değildir.» Daha sonra devamla, «Caiz olduğu da rivayet edilmiştir. Uygun olan da budur.» denmektedir. Bu ifade, Hidaye´den yukarda naklettiğimiz ifadenin şerhi esasında söylenen sözdür. Yine yukarda belirttiğimiz gibi, Hidaye´nin zahirinden de anlaşılan ikinci rivayetin tercihidir. Metinde de bu görüş benimsenmiş. Mülteka´da ve Feth´te bu görüş tercih edilmiştir.

Fethü´l Kadir´in sözlerinden anlaşılan, bu rivayetten maksat, mütearaf olan şartın caiz olmasıdır. Bu caiz olmadığını söyleyen rivayeti mütearaf bir şart ile kayıtlamıştır ve mütearaf olmayan şartın caiz olmadığını da zikretmiştir. Bu da açıklanmayan mefhumu muhalifi açıkça ifade etmek olmuş olur. Daha sonra bu birinci rivayete karşılık ikinci rivayeti zikretmiştir. Bu da caiz olduğunu söyleyen rivayettir. Bundan da anlaşılıyor ki şarttan maksat, mütearaf olan şarttır. Mütearaf olmayan şart ise, asla caiz değildir.

Diğer bir ihtimal de müellifin «rivayet edilir ki» sözünden maksat; şart, gayr-i mütearaf da olsa caizdir. Buna göre de mütearaf olan şartın caiz olması daha uygun görülmektedir. Birinci ihtimale göre Fethü´l Kadir´de mütearaf şarta talikin caiz olduğu görüşü benimsenmiş. İkinci ihtimale göre şart mütearaf olsun olmasın caiz olduğu görüşü benimsenmiş olmaktadır. Bu ihtimal daha da zahir ve bariz görülmektedir. Çünkü birinci yani caiz olmadığım söylediği rivayeti mütearaf olanla kayıtlamıştır. Bundan da mütearaf olmayan şartın caiz olmaması gerekir. Bunun akabinde bir rivayet daha zikretmiş ve onu seçmiştir. Bu da mutlak bir şekilde talikin caiz olduğu rivayetidir. Buna göre şarihin şöyle demesi gerekir idi: «Mülaim de olsa kefaletten beraati bir şarta talik batıldır. Caiz olduğu hiçbir kayda bağlı olmadan da rivayet edilmiştir. Fetih´te de bu görüş benimsenmiştir»

Dürer´de İnaye´den naklen üçüncü bir görüş daha varittir. O da mütearaf olmayan şarta talikin caiz olmadığıdır. «Mütearaf olursa caizdir» şeklindedir. Miraç´ta bu kavile yer verilmiş. İki rivayet birleştirilerek aralarında uzlaştırma yukarıdaki şekilde benimsenmiştir. Bahır´da da aynı ifadeye metin sahibi İmam Nesefi´nin, «buradaki talikin batıl olması gayr-i mütearaf şarta hamledilir» sözüne şerh düşerken yer verilmiştir. Şarih de söylediklerini buna tabi olarak söylemiştir.

Ancak şurası bir gerçektir ki Fethü´l Kadir bu telife muhalif görülmektedir. Zira o şarta talikin batıl olmasını mütearaf şarta hamletmiştir. Nitekim yukarda açıklandı. Nasıl oluyor da şarihin zikrettikleri ona nispet edilebiliyor? Onun söylediği söz olarak kabul ediliyor. Musannıfda bunu kabul etmiştir. Yani bu konuda yazmış olduğu şerhinde bu görüşü benimsemiş yani Miraç´daki ifadeyi telif ve tafsiliyle tamamen benimsemiştir.

«Muhtelif meseleler bölümünde ilh...» Bey bahsiyle ilgili muhtelif meseleler anlatılırken, şarta taliki batıl olanlar bahsinde bunu açıklamıştır.

«Mutlak bir tercihtir ilh...» Talikin batıl olduğuna dair rivayet, Miraç´ın yapmış olduğu tafsilden de mutlaktır. Zeylai´nin bunu tercih etmiş olması da münakaşa edilebilir. Çünkü onun sözü Hidaye´nin sözüne yakın müteala edilmekte ve o istikamette olduğu anlaşılmaktadır.

«Nefse kefaletle kayıtladı İlh...» Bu ifadenin, bu şekilde burada yer olması, her halde bir nakil hatası olsa gerektir. Zira metinde bununla ilgili olarak zikredilen «mal ile kefalet kaydını koydu» demektedir. Tahlilinden de bu anlaşılmaktadır. Çünkü orada, «mala kefalet» diye kayıtlamasına gerek yoktur. Çünkü söz mal ile ilgili kefalet bölümündedir. Bunun için de Kenz´in yaptığı gibi, metinde kayda gerek duymamıştır. Halebi.

«Haniye´de geniş bir şekilde açıklanmıştır ilh...» Meselenin özeti, şahsa olan kefaletten beraati şarta talik etmek birtakım vecihleri gerektiren bir husustur. Bir veche (görüşe) göre beraat sahihtir, şart batıldır. Mesela; alacaklı, kefile karşı «bana on lira vermen şartı ile seni İbra ettim» dese. Diğer bir görüşe göre her ikisi de sahihtir. Mesela; hem şahsa hem de mala kefil olsa, alacaklı para vermeyi ve şahsa kefaletten beri olmayı şart kaşsa.

Diğer bir görüşe göre, her ikisi de batıldır. Mesela; şahsa kefil olan kişi üzerine alacaklı malı ödemesini ve esas borçluya teslim etmesini şart koşsa.

«Esas borçlu geri olamaz ilh...» Yani borçlu olan kişi, kefile, kefil olduğu miktar kadarını verse esas borçlunun kefilden bu parayı kefil olacaklıya vermese de geri alamaz. Nehir´de şöyle denmektedir: «Çünkü kefil, ilerde ödeyeceği ve ödeme akabinde olacağı ihtimaline binaen ona malik olmuştur. Bununla da şu husus ortaya çıkmakta; alacaklının kefil üzerinde borcunu, kefilin de esas borçlu üzerinde borcu olduğunu yani alacağı olduğunu gösterir. Lakin olacaklı olan kişinin borcunun zamanı gelmiş, kefilin borçlu olan zimmetindeki alacağı ödeme anına kadar ertelenmiş olmaktadır.

Bunun için de kefil, esas borçludan rehin alsa veya onu ibra etse veya ona borcu hibe etse sahihtir.

Eda etmesi halinde rücu hakkı olmaz. Nihaye´de böyle zikredilmiştir. Bu da yukarda zikrettiğimiz kuvvetli olan görüşe «kefalet, zimmeti zimmete mütalebede eklemektir» sözüne ters değildir. Çünkü bu, olacaklı açısından böyledir. Bu da kefilin, esas borçlu üzerinde bir hakkıdır. Sabit olmasına münafi değildir. Buna göre isteğe binaen yapılan kefalet, iki borcun varlığını gerektirir ve bunun yanında üç mütalebeyi de ihtiva eder. Eğer biraz düşünürsen, konunun karışık olmadığını görürsün»

Nehir´de bu ifadenin özeti şöyledir: Mütalebeden ikisi ve bir borç hepsi de peşin olarak alacaklının hakkıdır. Yani alacaklı borcunu hem kefilden, hem de asilden isteyebilir. Fakat bunlardan ancak birinin ödemesini kabul eder. her ikisinden de ayrı ayrı alamaz. Kefilin esas borçlu olan da ödeme taahhüdüne binaen alacağı ve bunun gereği mütalebe hakkı sabit olmuş olur. Fakat bunların her ikisi de peşin değildir. Buna göre de ortada üç mütalebe, iki borç görülmekte. ancak bunlardan olacaklı ile ilgili olanlarının peşin. kefil ile ilgili olanlarının vadeli olduğu görülmektedir. Burada kayda değer husus da sahih olan görüşe göre kefilin alacaklıya karşı borçlu olmadığı. yalnız ödeme sorumluluğu oluşudur ki bu da kefaletin mütalebede zimmeti zimmete eklemek olduğunun açık bir delilidir.

TENBİH: Molla Miskin haşiyesinde Hamevî´den onun da Miftah´dan naklen verdiği bir ifadeye göre, esas borçlunun kefile verdiği parayı geri alamaması mutlak değil, mukayyettir. O da alacaklının borcu esas borçluya karşı veya kefile karşı ertelememesine bağlıdır. Eğer erteleyecek olursa, böyle kefile önceden verdiğini geri olma hakkına sahiptir.

Ben derim ki: «Kefil için ertelense de» sözünden bu sonuca nasıl varıldığı hususu bana pek açık görünmedi.

«Eğer isteğe binaen kefil olmuş ise ilh...« Bu da istek olmadan ken-diliğinden kefil olma meselesini çıkarmak için zikredilmiştir. Nehir´de bu konuda «Hidaye´de bununla kayıtlanmış ve bu kaydın olması da şarttır» denilmiştir.

«Alacaklıya vermek üzere ilh...» Şurası muhakkak ki yukarda zikrettiğimiz kefil, kendisine verilene maliktir. Bu da esas borçlu, ona verirken «ödediğin takdirde, ilerde sana borçlanacağına karşılık» der ve verirken de «Ben alacaklının senden borcunu alacağına emin değilim. Onun için sen ona vermeden önce malı ben sana ödeyeyim» demesi halinde böyledir....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Alışveriş
« Posted on: 29 Mart 2024, 03:54:36 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Alışveriş rüya tabiri,Alışveriş mekke canlı, Alışveriş kabe canlı yayın, Alışveriş Üç boyutlu kuran oku Alışveriş kuran ı kerim, Alışveriş peygamber kıssaları,Alışveriş ilitam ders soruları, Alışverişönlisans arapça,
Logged
17 Şubat 2010, 22:22:47
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #46 : 17 Şubat 2010, 22:22:47 »

İZAH

«Yılda bir defa alınan haracı muvazzaf karşılığı kefalette sahihtir ilh...» Çünkü bu kul tarafından, isteklisi bulunan bir borç olduğundan diğer borçlara benzemektedir. Meselenin tamamı, Zeylai´de beyan edilmiştir. Bu talil; yani borçtur, mutalebesi mümkündür şeklindeki talili, fukahanın tümü benimsemiştir. Bu da ödemesi gereken haraca has bir durum olduğu, bunun da yılda bir defa alınan horacı muvazzaf olduğu söylenmiştir.

Ama çıkan üründen bir miktar alınması şeklinde olan harac-ı mukaseme, arazide belirli bir miktarda çıkan bir üründür. Bu da aynıdır, ödenmesi gerekmeyen bir husustur. Yani helak olduğu takdirde bir şey ödemez. Yukarda da beyan edildiği gibi ayan dediğimiz mevcut, belirli mallara borç olmadığı müddetçe kefalet sahih değildir. Tahtavi.

«Bahır isimli eserde mutlak şekilde ifade edilenin hilafına ilh...» Bahır´da, «Bu ifade, mutlak olarak kullanılmış, yani hem harac-ı muvazzafa, hem de harac-ı mukaseme karşılığında kefaletin sahih olduğunu söylemiştir. Ancak bazı fukaha bunu haracı muvazzaf ile kayıtlamışlardır» denmektedir. Bahır´a yapılan itiraz şu şekildedir: Bahır sahibi İbn-i Nüceym, Kenz´in sözünü, mutlak bir şekilde değerlendirmiş, halbuki muvazzaf dediğimiz yılda bir defa ödenen ve zimmette borç olan haraç ile kayıtlı olması karinesi, böyle bir anlamaya yardımcı olmamakta, bunun içinde haraçta kefaletin sahih olması hamcı muvazzaf olması ile kayıtlanması şart görülmektedir.

Yine yukarda beyan edilen gerekçe, böyle anlaşılması gerektiğine de açıkça delil teşkil etmektedir. Zira borç olan haraçta kefil alma, sahihtir. Bu da ancak harac-ı muvazzaf dediğimiz yılda bir defa alınan, zimmette borç olan haraca hamledilmesini gerektirir. Bunun için de Fetih´te «Kefaletin sahih olması, haracı muvazzaf olması ile kayıtlanmış, mukaseme yoluyla alınan haraç, bunun dışında kalmıştır. Zira bu zimmette vacip olan bir haraç şekli değildir.» denilmiştir.

«Vergiler karşılığı kefalet de sahihtir ilh...» Bu ifade, arapçada nevaip kelimesiyle ifade edilmektedir. Nevaip kelimesi, naibe kelimesinin çoğulu olmakta, bu da musibet manasına gelmektedir. Ama fukahanın ıstılahında ise değişik anlamlar almaktadır. Bu konuda Fethü´l Kadir´de, «Devletin haklı olarak almış olduğu vergiler ne vaip´dir» denmekte, buna örnek olarak da bekçi parası, ortak nehirlerin ayıklanma parası, ordunun techizi için alınan vergi veya müslüman esirlerin kurtarılması için devlet hazinesinde paranın olmaması halinde devletin halktan almış olduğu vergiler karşılığı, vergi borçlusu olan kişilerin ödeyemedikleri takdirde kefil göstererek kefilden alınması gösterilmektedir. Bu durumda olan vergiler karşılığı, kefaletin ittifakla caiz olduğu nakledilmekte, zira bu zengin olan her müslüman üzerine vacip bir hüküm olmaktadır. Zira amme yararına devlet başkanının vermiş olduğu emirlere itaat etmek imkanı olan kişiler için vacip sayılmaktadır.

Eğer bu, devlet bütçesinden, hazineden ödenmemesi gereken hususlarda olacak olur, hatta devlet bütçesinden ödenmesi gereken hususlarda olur, bütçe buna müsait olmayacak olursa, bu durumda da vergi yoluyla bir şeyin alınması caiz ve bu vergi borcuna karşı da kefil verilmesi caiz

görülmektedir.

Eğer bu nevaip dediğimiz vergilerden, haksız yere alınan vergiler kasdedilmekte ise -ki zamanımızda İran bölgesinde uygulanan ve insanlardan zaman zaman alınan vergiler buna örnek teşkil etmektedir. Mesela; terziden, boyacıdan vergi alınmakta, bu günlük olabileceği gibi ayIıkta olabilmektedir- böyle bir verginin doğru olmayacağı beyan edilmekte, buna karşılık kefaletin sahih olup olmayacağı konusunda fukaha ihtilaf etmektedir. Sahih olduğu bir rivayete göre kabul edilmiş, çünkü alınan vergi hak olsun veya hak olmasın, muhakkak ki onda mütalebe söz konusudur, devlet alacaktır. Bunun için de mütalebe olduğuna göre kefil verdiği takdirde esas borçludan almasının caiz olması da hükme bağlanmış durumdadır. Buna binaen bir kimse, bu vergilerin müslümanların arasında eşit bir şekilde taksimini üstlenir ve adilane taksim yapacak olursa sevap kazanacağı, mecur olduğu da söylenmiştir. Bu durumda kefaletin baş tarafında da belirttiğimiz gibi kefilin zimmetinde borç mu sabittir yoksa yalnız mütalebe mi sabittir? Sahih olan görüşe göre, mütalebe sabittir, deyn (borç) sabit değildir.

Borç sabittir diyenlere göre, bunun yasak olması ve bu konuda kefaletin sahih olmaması gerekir. Ama yalnız kefilin zimmetinde mütalebe vardır, borç değildir, dendiği takdirde kefaletin sahih olması mümkün görülmektedir.

İkinci bir görüşe göre burada da kefalet sahih olmaz. Zira her ne kadar burada mütalebe var ise de, kefaletin sahih olması halinde kefilin zimmetinde meydana gelen mütalebe, sahih bir borca karşılık meydana gelen mütalebe ile ilgilidir. Veyahut mutlak bir şekilde mütalebe ile ilgilidir, denmiştir.

«Kefil, borç ile de mükelleftir» diyen görüşe göre kefalet sahih olmamaktadır. «Mutlak bir şekilde borç da olabilir, mütalebe de olabilir» diyenlere göre, kefaletin caiz olması benimsenmektedir.

«Hatta kiracıdan alınacak olursa ilh...» Bu ifade, kefaletin sahih olduğunu teyid etmektedir. Zira kiracıdan alındığı takdirde, bu vergiyi ödemesi karşılığı, esas mal sahibi olandan kefil olmasa bile rücu hakkı sabit görülmekte, kefil olduğu takdirde rücu hakkının sabit olması, daha da akla uygun gelmektedir. Ancak bu konuda Bezzaziye´de, «Zahiru´r Rivaye´ye göre kiracının rücu edemeyeceği beyan edilmiş, fakih Ebu´l leys ise rücu eder, demiştir» denilmektedir.

Eğer bu komşudan alınacak olursa, «komşu rücu edemez» kaydı da konmuştur. Camiü´l Fusuleyn´de bunlara ek olarak, «İki ortaktan biri, ortağına ait harac borcunu ödeyecek olursa, teberru etmiş, kendi cebinden ödemiş sayılır.» denilmektedir. Kınye kitabının İcare bahsinin son bölümlerinde Zahirüddin-i Merginani´ye ve diğer fakihlere izafe edilerek şu ifadelere de yer verilmektedir: «Kiracı olan kişiden, devletin evlere dükkanlara karşı almış olduğu sabit vergiler alınacak olursa, kiracı mülk sahibine ödediği vergileri almak için rücu edebilir. Toprakta ve arazide kiracı olan kişinin durumu da bu istikamette olmaktadır. Fetva da buna göre verilmektedir.»

«Fetva, buna göre verilmektedir ilh...» Bu ifade, alınan vergiler haksız yere de olsa, bu konuda kefil vermek ve kefilin ödemesi daha sonra isteğe binaen olduğu taktirde, rücu hakkının sabit olduğu manasına gelmektedir. Arazide ortak veya kiracı olarak çalışan kişinin ödemesi meselesi de buna dahil olmaktadır. Bahır´da. «Fukahanın açık ifadelerinden anlaşılan, sahih olduğu görüşünün tercihidir. Yani bu vergiler haksız yere de alınsa, bunlara kefaletin sahih olduğu, fukahanın açık ifadelerinden anlaşılmaktadır» denmektedir. Bunun için de İbn-i Kemal, İdahü´l Islah isimli eserinde «Fetva, sahih olduğu istikametindedir» ifadesini zikretmektedir.

Haniye´de ise, «Sahih olan görüş, kefaletin bu tür vergilerde de sahih olmasıdır» denilmekte, buna binaen de kefil, eğer isteğe binaen kefil olmuş ise, kefil olduğu kişiye borcunu ödedikten sonra verdiğini almak üzere rücu hakkının sabit olduğunu da eklemektedir.

İhtiyar isimli eserde, ´onun metni Muhtar´da ve Mülteka gibi muteber eserlerde de bu görüş benimsenmiş ve hüküm olarak bu kabul edilmiştir. Her ne kadar Haniye sahibi, Camiü´s Sağir şerhinde sahih olmadığı görüşünün, sahih olduğunu söylemiş ise, yukarda Haniye´de sahih olduğuna dair aynı kişinin görüşü yer almaktadır. Yine Fetava-ı Hayriye´de sahih olmadığına dair fetva verilmiş, bu fetvaya dayanak ve destek olarak Bezzaziye ve Hülasa isimli eserdeki şu ifadeler yer almıştır: «Sahih olmadığı da fukahanın ekseriyetinin kabul ettiği bir görüştür.»

Yine İmadiye isimli eserdeki şu ifadeye dayanarak bu neticeye varmışlardır: «Esir olan bir insan, başka birine, «beni burdan kurtar» der, kurtaran kişi bir miktar mal ödeyerek onu kurtaracak olursa, Serahsi bu konuda, «rücu eder» demiş, Muhit sahibi ise, «rücu edemez» demiştir. Sahih olan budur, fetva da buna göredir. Bu kavle binaen sahih olmadığı Fetava-ı Hayriye´de yer almıştır. Bu da Haniye ve İdahu´l İslah isimli eserler de, sahih olan kavle göre, «kefaletin sahih olmasıdır» sözüne bu ifadeler ters düşmekte ve o görüşü çürütmektedir denmiştir. Gerekçesi beyan edilirken, «Haksız

yere alıncın bu vergiler zulümdür, yok edilmesi vaciptir. Bunların kabulü ve takririne yardımcı olmak haramdır. Kefaletin bu konuda sarih olduğunu söylemek, o vergilerin varlığını kabul etmek, meşruiyeti istikametinde hüküm vermektir» denilmiştir.

Ben derim ki: Burada sözün özeti şudur: Karşımıza her ikisi de tercih edilmiş iki görüş çıkmaktadır. Bazı metinlerde kefaletin bu konuda sahih olduğu benimsenmiş, Kenz´in ve diğer muteber eserlerin naibe lafızından da anlaşıldığı gibi, buna kefaletin sahih olduğuna yer verilmiş ve kuvvetli olan görüşün de bu olduğu söylenmiştir.

Kebir´de hiçbir ihtilafa yer vermeden bunun, kesin olduğu kabul edilmiştir. Yukarda Esir meselesine gelince, aslında esir meselesinde kefalet söz konusu değil ve rücu durumu da söz konusu olmamaktadır. Çünkü Haniye´de tashih edilen, sahih olduğu söylenen görüş, esire rücu edebileceği meselesidir. Şerhü´s-siyeri´l bey´ ile ilgili değişik meseleler bölümünde bu konuda gerekli izahatı vermeye çalıştık.

Yukarıda beyan edilen illet meselesine gelince, yani «Bu zulümdür, yok edilmesi gerekir, kabulü ise haramdır. Sahih olduğunu söylemek bunu kabul etmek demektir» şeklindeki ifade ise kabul edilir bir ifade değildir. Zira bazı alimler cevap olarak -zannedersem bu Hamevi olsa gerektir- buradaki kefaletin sahih olmasından maksat ödendiği takdirde kefilin esas, borçluya rücu edip edemeyeceği meselesiyle ilgilidir. Tabiki bu da onun isteğine binaen olmuş ise, bunu zalim olan, alacaklı kişiye karşı kefil olur, onun alacağına zamin olur manasına değildir. Çünkü zulmün, gerçekten imhas...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Şubat 2010, 22:24:17
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #47 : 17 Şubat 2010, 22:24:17 »

İKİ KİŞİNİN KEFALETİ BABI

METİN


Birinden yüz lira karşılığında iki kişinin köle satın almaları dolayısıyla zimmetlerine sabit olan ortak borca karşılık birbirlerine kefil olsalar, bu da isteklere binaen olsa, caizdir. Kefil olan ortakların birbirine rücu etmeleri, kendi hisselerine düşen yarı miktarı aşan ödemededir. Çünkü yarı miktarda ödemeler asaleten, yarıyı aşan miktardaki ödemeler kefaleten olmuştur. Eğer ödediği yarı bedel karşılığı rücu etmiş olsa, o da ona rücu edecek, böylece aralarında bir devir meydana gelecektir. Böyle sonuca varmak da mümkün olmaz. Bir kişinin borcuna peş peşe iki kişi kefil olsa, yani birinin zimmetinde borç var, onun borcuna iki kişi ayrı ayrı kefil olsalar, bu da borcun tümüne

olacak olsa, daha sonra kefiller, birbirine de kefil olsalar, bu da onların isteklerine binaen olsa, bu durumda mesele yukardakilerden farklı olmaktadır. Kefillerden biri, her ödediği miktarın yarısı için diğer kefil arkadaşına rücu etme hakkına sahip bulunmaktadır. Çünkü burada asaleten ödeme söz konusu değil, borcun tümünü ödemede kefalet durumu söz konusu olmaktadır. Veya kefil olan arkadaşına rücu etmediği takdirde, esas borçluya ödediği borcun tümünü almak üzere rücu edebilir. Çünkü onun, bütün borcuna isteğine binaen kefil olmuş idi. Alacaklı olan kişi, bu iki kefilden birini ibra edecek olursa, diğerinden borcun tümünü, kefalet gereği, isteyebilir.

Mufavaza şirketinde iki ortak ayrılırlar, zimmetlerinde borç olacak olursa, alacaklı olan kişi, bu ortaklardan dilediğinden borcun tamamını isteyebilir. Çünkü mufavaza yoluyla yapılan şirket, hem vekaleti ve hem de kefaleti tazammun etmektedir. Bu durumda yarıdan fazlayı ödediği takdirde, arkadaşına rücu hakkı sabit olmaktadır. Yarıdan aşağıda ise, rücu hakkı sabit görülmemektedir.

Bir kimse, iki kölesini mükatep kılsa, bu kölelerden her biri, diğerine kefil olsa, istihsanen caizdir. O zaman bunlardan herhangi biri ödemiş olduğu miktarın yarısını, diğer arkadaşından alabilir. Çünkü her ikisi de eşit durumdadırlar. Eğer bu iki köleden.birini azad eder, mesele de aynen devam ederse, sahihtir. Bu ikisinden dilediğine baş vurarak alacağını alabilir, ki o alacakta burada azad edilmeyen kölenin hissesine tekabül eden kitabet bedeli olan miktardır. Azad edilenin ödemesi kefaleten, diğerinin ki ise asaleten olmaktadır. Eğer azad edilenden bu borcu olacak olursa, azad edilen köle, azad edilmeyen diğer mükatep köleden tümünü ister. Çünkü ona kefil olmuştur. Ama diğerinden alacak olursa, asil olması ve ödediğinin kendi borcu olan kitabet bedeli olması nedeniyle, diğerine rücu hakkı sabit olmamaktadır.

İZAH

Burada cüzden külle, müfretten mürekkebe geçiş mesabesindedir. Çünkü yukardaki meselelerde kefilin bir kişiye kefil olması, burada ise, hem asile, hem de kefile kefil olması meselesi yer almaktadır. Tahtavi.

«Yüz lira karşılığında iki kişi bir köle satın alsalar ilh...» Bununla, borçların zimmette sebeb ve vasıf olarak eşit bir şekilde sabit olduğuna işaret etmek istenmiştir. Borçlar vasıf itibariyle değişik olmaları halinde, mesela birinin zimmetinde peşin, diğerinin zimmetinde vadeli olarak bir borç sabit olacak olursa, bu durumda, zimmetindeki borç ertelenmiş olan borcunu ödediği taktirde ödemesi sahih olmakta ve peşin ödemekle mükellef olan kefile rücu etme hakkına da sahip bulunmaktadır. Mesele aksi olacak olursa, yani peşin ödemekle mükellef olan kefil ödeyecek olursa vadeli olarak ödemeyi üstlenen kefile rücu hakkı sabit olmaz. Sebebi ise, kefil, zimmetinde müeccel olan (ertelenmiş olan) borcu hemen ödemeyi üstlenirse. zamanı gelmeden esas borçluya rücu hakkı sabit olmaz. Eğer vasıflar değil sebebler değişik olacak olursa, meseIa birinin zimmetindeki borç karz sebebiyle, diğerinin zimmetindeki borç satılan bir malın bedeli olması sebebiyle olsa, bunlarda birbirlerine kefil olsalar o zaman ödenenin tayin edilmesi sahihtir. Çünkü değişik olan cinslerde niyet muteberdir. Bir cinste ise niyet muteber değildir.Mesele Fetih´ten naklen Bahır´da zikredilmiştir.

«Bu kefillerden her biri diğerine kefil olsa ilh...» Bunlardan biri diğerine kefil olsa, öbürü ona kefil olmasa, kefil olan ödediği taktirde bunu diğer arkadaşı adına yaptığını söylese, bu ifadesinde tasdik edilir. Bahır.

«İsteğe binaen olursa ilh...» Yani isteğe binaen kefil olunduğu taktirde, rücu hakkı sabit olur. Aksi halde hiçbir surette rücu hakkı sabit olmaz.

«Yarıdan fazlasını ödediği taktirde ilh...» Burada «yarıdan fazlası» ifadesinden maksat, kendi zimmetinde olan borçtan fazlasını ödediği taktirde demektir. Velevki bu miktar yarıdan az veya çok olsun durum yine aynıdır. Tahtavi.

«Asalet yönünün niyabet yönüne tercih edilmesi nedeniyle ilh...» Yani borçlu olan kişiler birbirlerine de kefil oldukları taktirde, borcun yarısını asil olarak ödemiş, diğerini öbür arkadaşına kefil olduğu için ödemiş olacağından asil olarak ödenen, kefil olarak ödenenden önce gelmekte, ona tercih edilmektedir. Çünkü birincisinde zimmette borç var, ikinci durumda ise borç değil yalnız mutalebe vardır. Mutalebe borca tabi olduğundan ödenen miktar, kendi hissesine düşen miktardan olması daha uygun olacağından ona hamledilir. Hatta kefilin zimmetinde hem borç, hem mutalebe sabittir, diyen kavle göre de durum aynıdır. Çünkü bu durumda da bir miktarını her iki bakımdan asaleten diğerinde ise kefaleten ödeme söz konusu olmaktadır. Mesela bir kimse ölüm döşeğin de bir şey satın olsa, borçlu da olsa bunun bedeli malının tümünden karşılanır. Ama kefil olacak olursa ancak üçte birinden karşılanır. Bu da borçlu olmadığı taktirde böyledir. Ama borçlu olacak

olursa caiz değildir. Fetih.

«Bu devre götürür ilh...» Çünkü ödenen herhangi bir miktar, arkadaşı adına olduğu taktirde, arkadaşı ona «Senin vermen benim vermem gibidir.» diyebilir. Ödediğin miktarı benim adıma ödediğinden bana rücu edeceksin, ben de senin adına yapmış olduğum ödemeyi senden alacağım, böylece senin benden benim senden almam bir neticeye ulaştırmayacağından devir meydana gelecek neticede bir şey elde edilemeyecektir. Kifaye.

Fetih´te bu konuda, «Bunda da devrin hakikati kasdedilmemektedir. Çünkü delil bir şeyin aynı nokta üzerine tevakkuf etmesi demektir. Burada hakikatte bir rücu konusunda teselsül varit olmakta, bu da birbirlerine rücuu manasız kılmaktadır» denilmektedir.

«Kefillerden herhangi birine tek başına kefil olursa ilh...» Bu ifadeyi, borcun bir miktarına kefil olma meselesini bu meselenin dışında tutmak için zikretmiştir. Hatta kefillerden her biri borcun yarısına kefil olsalar ve daha sonra birbirlerine kefil olsalar, durum sahih olan kavle göre birinci meselede olduğu gibidir. Yani yarıdan fazlayı ödemedikçe diğerine rücu etme hakkı sabit olmaz. Birbirinin kefaletine tümden kefil olma ifadesiyle şu ifadeden sakınmış olmaktadır. O da esas borçlunun borcuna ikisi birlikte kefil olsalar, daha sonra birbirlerine kefil oldukları taktirde mesele yine aynı olmaktadır. Çünkü borç ikisinin arasında yarı yarıya tahsil edilmiş olmaktadır. Buna göre asıl borçlunun bütün borcuna kefil olmuş olmamaktadır.

Nuru´l Ayn isimli eserde Nihaye´den, onun da Şafi isimli eserden naklettiğine göre, üç kişi bin liraya kefil olsalar, her biri binin üçte birini ödemekle mükelleftir. Ama bunlar peş peşe kefil olacak olurlarsa, her biri bini ödemekle mükelleftir. Şemsü´l-eimme Serahsi de böyle beyan etmiş. Timürtaşi ve Merginani de bu meseleyi bu şekilde tasvir etmişlerdir.

«Daha sonra kefillerden her biri diğerine kefil olsa ilh...» Bu ifade ile kayıtlaması şunun içindir: Eğer isteğe binaen birbirlerine kefil olmamışlarsa, ödediği taktirde diğerine rücu hakkı sabit olmaz. Hindiye´de Muhit´ten naklen şöyle denmektedir: «Üç kişi birinin bin lira olan borcuna kefil olsalar, onlardan biri ödediği taktirde, tümü beri olmuş olurlar. Hiçbirinin diğer ödemeyen iki arkadaşına rücu hakki sabit olmaz. Birbirlerine kefil oldukları taktirde ödeyen kişi, diğer ödemeyen arkadaşlarına borcun üçte ikisini almak üzere rücu edebilir. Esas alacaklı olan kişi bu kefillerden dilediğinden bin lirayı alabilir. Bu ödeyen kişi de diğer arkadaşlarından yakalayabildiğinden borcu alır. Birini yakaladığı taktirde borcun yarısını ondan alır. Daha sonra bu ikisi üçüncüsüne üçte bir miktarda rücu edebilirler ve bu ödeme tamamlandıktan sonra, üçü birlikte esas borçluya bini almak üzere rücu etme hakkına sahipdirler. İlk olarak ödeyen kişi, diğer arkadaşlarını elde etmeden önce, esas borçluyu elde eder, borcunun tümünü ondan alacak olursa, diğer arkadaşları kefaletten kurtulmuş olurlar ve bunu almaya da ödeyen kişi sahiptir»

«Borcun tümünde birbirlerine kefil olmuşlarsa ilh...» Bu ifade ile şu husustan sakınmak istenmiştir: Her biri ayrı ayrı esas borçlunun borcuna kefil olsa, daha sonra kefil olan arkadaşının yarı borcuna kefil olsa, bu durumda mesele birincisine benzemektedir. Nitekim Bahır´da böyle zikredilmiştir.

«Bu kayıtlarla ilh...» Yani kefillerden her birinin esas borçludan borcun tümüne kefil olmaları ve bu kefil olmanın birlikte değil peş peşe aynı suretlerde olması ve daha sonra birbirlerine tümden kefil olmalarıdır.

«Bu kayıtlarda yukardaki hüküm birinci meseleye ters olmaktadır ilh...» Hükümde o meseleye ters olmakta ama mevzuları değişik görülmektedir. Çünkü birinci meselede borç başkasına a!t olmak üzere onların zimmetinde, ikinci meselede ise başkasının üzerine olmakta onlar buna kefil olmuş olmaktadır.

«Ödediğinin yarısını ortağından alabilir ilh...» Daha sonra her iki ortakta esas borçluya rücu edebilirler. Zira bu iki kişi borcu ödemişler, biri kendi adına, diğeri de ona kefil olması nedeniyle.

«Burada sabit olanın tümünün kefalet yoluyla sabit olması nedeniyle ilh...» Yani kendi adına ödediği ile diğer kefil adına ödedikleri kasdedilmekte, birini...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Nisan 2023, 05:57:41
Sevgi.
Bölüm Görevlisi
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 17.948


« Yanıtla #48 : 27 Nisan 2023, 05:57:41 »

Esselâmu Aleyküm Rabbim ilmimizi artırsın inşaAllah
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Mayıs 2023, 09:31:32
Mehmed.
Görevli Sorumlusu
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 18.662


Site
« Yanıtla #49 : 02 Mayıs 2023, 09:31:32 »

Ve aleykümselam İslam in alışveriş anlayışı kadar adaletli bir sistem yoktur Rabbim paylaşım için razı olsun
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 7 8 9 [10]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes