> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Alışveriş
Sayfa: 1 ... 6 7 8 [9] 10   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Alışveriş  (Okunma Sayısı 16320 defa)
17 Şubat 2010, 21:55:01
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #40 : 17 Şubat 2010, 21:55:01 »



METİN

Üç güne kadar kefil olduğu takdirde üç günden sonra da ilelebet teslim edinceye kadar ona kefil olmuş olur. Bu mesele, Mültekat ve şerh-ı Mecma isimli eserlerdeki ifadeye binaen zikredilmiş ve orada «onu hemen anında teslim eder ise beri olmuş olur. Çünkü buradaki sürenin zikredilmesi, mütalebenin gecikmesi içindir. Ama «üç güne kadar kefilim» ibaresi akabinde, «ben ondan sonra beriyim, sorumlu değilim» diyecek olursa hiç bir surette Zahiru´r Rivaye´ye göre kefil olmuş olmaz, Bu da kefaleti üstlenmemek için bir çaredir. Dürer ve Eşbah.

Ben derim ki: Ebu´l leys´ten naklen Lisanü´l Hukkam isimli eserde, fetva «kefalet hiçbir surette üç günden sonra sorumlu değilim, dediği takdirde kefil olmuş olmaz» istikametindedir. Vakıat isimli eserden bir nakle dayanarak fetvanın kefil olduğu istikametindedir. Ancak birinci görüş Zahiru´r Rivaye olması itibariyle daha da kuvvetli görülmektedir. Kefil olduğu kişiyi anında teslime memur değildir. Bu da Zahiru´r Rivaye´nin görüşüdür. Fetva do bununla verilmektedir. Sirac´iyede de bu görüş sahih olarak benimsenmiştir. Bezzaziye´de ise, «Her ne zaman benden onun teslimi istendiğinde bana bir ay süre tanınması şartıyla kefilim, derse kefalet sahih olur. Mütalebe anından itibaren bir aylık süre ona tanınmış sayılır. Ay tamam olur olmaz, ondan kefil olduğu kişiyi teslim etmesi istenir ve bu teslime mecburdur. Ona ikinci bir aylık süre verilmez. Daha sonra «ben on gün veya daha çok belirli bir süre muhayyer olmam şartı ile kefilim» derse sahihtir.

Bey´i bunun hilafınadır. Çünkü kefalet akti, müsamahaya bina edilen bir akittir. Kefile, belirli bir günde, kefil olduğu kişiyi teslim etmesi şart koşulmuş o´da bunu kabul etmiş ise. istenildiği an onu teslim etmesi gerekir. Aynı ertelenmiş borçta olduğu gibi. O süre içerisinde getirip teslim ettiği takdirde sorumluluktan kurtulmuş olur. İhmali görülüp teslim etmeyecek olursa hakim tarafından hapsedilir ama başından itibaren tesliminden aciz olduğu ortaya çıkacak olursa hakim onu hapsetmez» denmektedir Ayni.

Kefil olunan kişi eğer o bölgeden uzaklaşmış ise hakim ona bir geliş gidiş süresi kadar zaman tanır. Başka ülkelere de gitmiş olsa durum aynıdır. Ayni. İbn-i Melek. Ancak kefil, yerini bilmediği veya yeri bilinmediği takdirde aciz olması nedeniyle onu getirmeye mükellef değildir. Eğer yerinin bilinmemesi konusunda kefil olan kişi de. kefili tasdik edecek olursa durum böyledir. Zeylai. Bahır´da buna ek olarak, «kefil beyyine ile onun ikamet yerinin meçhul olduğunu ispat edecek olursa, yine hapsedilmez ve getirmesi için zorlanmaz.» denir.

Bu görüş Kinye´de olan şu meseleden çıkarılmıştır: Kefil olunan kişi kaybolursa alacaklı kişi kefili onu getirinceye kadar sıkıştırabilir. Bunu bertaraf etmenin çaresi de kefilin şöyle bir iddiayı ileri sürmesidir. Senin hasmın olan kefil olduğum kişi bilinmeyen bir yerde ikamet etmektedir. Adresini tespit et de ben onu sana getireyim, der ve yerinin bilinmediğini beyyine ile ispat edecek olursa karşı tarafın (davacının) kendisini zorlamasını bertaraf etmiş olur. Ama ihtilaf edecek olurlarsa yani davacı olan «biliyorsun» der öbürü de «bilmiyorum» diyecek olursa, bu durumda eğer davacı o yerin kefilin ticaret için gidip geldiği bir yer olduğunu iddia ederse, kefilin oraya gitmesi emrolunur. olmadığı takdirde kefile yemin teklif edilir ve yerini bilmediğine dair yemin eder. Daha sonra gitmesi gerekir dediğimiz her yerde olacaklının kefilden kendisi için bir başka kefil alması da caizdir. Çünkü onun gaiplere karışma ihtimali mevcuttur.

İZAH


«Üç güne kadar kefil olsa İlh...» Bunun özeti şudur: «Ben sana Zeydi getirmeye veya Zeyd üzerindeki borcuna bir ay kadar kefilim» derse o andan itibaren sonsuza dek ay içinde ve ay sonrası da kefaleti devam eder. Burada sürenin zikredilmesi mutalebenin bir ay sonraya ertelenmesi içindir. Kefaletin ertelenmesi için değildir. Şöyle ki; bir kimse kölesini üç gün vade karşılığı bin liraya satsa üç günün geçmesi akabinde kölenin bedeli ile mutalepdir. Burada süreden sonra nasıl mutalep ise kefalet konusunda da aynen sürenin bitiminden sonra da kefalet devam eder. Dolayısıyla kefil mutaleptir. Bir diğer rivayete göre o anda kefil olmuş olmaz. Ancak müddetin bitiminden itibaren kefil olmuş olur. İfadesinin zahirinden de bu anlaşılmaktadır. Her halukarda kefilden o an için kefil olduğu kişiyi veya malı getirmesi vermesi istenmez. Zahiru´r Rivaye´de budur. Tatarhaniye´de de bu şekilde ifade edilmiştir. Siraciye´de de, «En doğru olan görüş budur»

denmiştir. Suğra isimli eserde fetvanın da buna göre verildiği Bahır´da da aynen kabul edilmiştir.

Ben derim ki: Bu görüşün mukabili olarak Ebu Yusuf ve Hasan İbn-i Ziyad´ın görüşleri de mevcuttur. Ki müddet içerisinde de kefil sorumludur. Müddet sonrasında ise kefil kefaletten sorumlu değildir. Bu mesele Zihar ve İla´da «Karısına bir müddet verecek olursa, zihar ve ila bu müddet içerisinde vuku bulur. O müddetin geçmesiyle hükümsüz olurlar.» Nitekim Zahiriye ve diğerlerinde bu şekilde ifade edilmiştir. Yine Zahiriye isimli eserde «ben falana şu saatten itibaren bir aylığına kefilim» derse, ayın bitimi ile hiçbir ihtilaf olmaksızın kefalet sona ermiş olur. Ama bir aya kadar değil de bir ay kefilim» derse bu konuda İmam Muhammed bir şey zikretmemektedir. Onun için de fukaha ihtilaf etmişlerdir. İlelebet kefil olduğu yanı teslime kadar kefil olduğu söylenmiş. aynen bir aya kadar ifadesinde olduğu gibi. Diğer bir rivayete göre, ancak o süre içerisinde kefil olmuş olur. «Şu saatten itibaren bir aya kadar kefilim» demesinde olduğu gibi.

Netice olarak, «şu andan itibaren bir aya kadar kefilim» ifadesiyle «Bir ay kefilim» ifadeleri arasında fark vardır. Birinci ifadeyle ancak bir ay için kefil olmaktadır. İkincisinde ise ayın bitiminden sonra kefalet başlamaktadır.

Ay içerisinde kefil, mutalep bulunmamaktadır. Ebu Yusuf ve Hasan İbn-i Ziyad´a göre burada da ancak müddet içerisinde kefil olmuş olmaktadır. Ancak şu andan, şu ana kadar ifadesini zikrettiği takdirde ki «Bu günden bir aya kadar kefilim» derse, İhtilaf olmaksızın o süre içerisinde kefil olduğunu iltizam etmekte, ama şu andan şu ana kadar diye zikretmeyecek olurda, «Ben ona bir ay veya üç gün kefilim» diyecek olursa, ihtilaf edilmiş, bir rivayete göre birinci görüş gibidir. Bir rivayete göre de ikinci görüş gibidir. Tatarhaniye´de Cem´i Tefarik isimli eserden naklen şöyle denir. Zamanımız ulamasının itimad ettiği görüş de ikincisi gibi olmaktadır.

Ben derim ki: Zamanımızda Ebu Yusuf´la Hasan İbn-i Ziyad´ın dedikleri gibi bu üç suret arasında bir fark olmaması gerekir. Çünkü insanlar bu süreleri zikretmeleriyle kefalete bir süre tanımaktadırlar. Bu sürenin dışında kefaletin devam etmediğini karşı tarafa söylemiş olmaktadırlar. Yukarda da beyan edildiği gibi kefalet akti örfen kullanılan ifadeler ile mukayyettir. Örf ve adet de bu olduğuna göre üç ifadenin de durumu aynıdır. Nasıl ki «yanımda» kelimesi emanet için kullanılan bir lafız ise de borç karinesiyle örfen kefalette de kullanıldığını görmüş idik.

Fakihler şöyle demişlerdir: «Her akit, nezir; yemin ve vakıf yapan kişinin sözünün kendi örfüne ve adetine hamledilmesi gerekir. Bu kastı lügatın asıl ifadelerine uygun olsun olmasın itibar, örfte kullanılan şeklidir.»

Yine Zahire´de gördüğüm şu ifade de bunu desteklemektedir. Ebu Ali en-Nesefi der ki: Bu konuda Ebu Yusuf´un görüşü insanların örfüne daha çok yakındır. Zira belirli bir süreye kadar kefil olmaları ile kefaletleri için bir süre tayin etmiş oldukları anlaşılmaktadır. Bu sürenin bitiminden sonra onlar bir sorumlulukla karşı karşıya olmadıklarını bilmektedirler. Ancak bu konuda müfti üzerine gereken bir hususta fetva varakasına sürenin bitiminde hakimin kefaletten onu sorumlu tutmaması gerektiğini yazması gerekir. Zira kadı bunun hilafına olan diğer görüşle amel etme durumunda olabilir. Mezkur eserin cevabında olduğu gibi sürenin bitiminden sonra da kefaletin devam edileceğine dair sözünden bir kari-ne var lae, bu karine gereği kefalet devam etmiş olur. Enfail Vesail isimli eserde, «Bu konu münakaşa edilmektedir. Çünkü mükallit olan yani müctehit olmayan kadı şaz olan rivayetlerle hüküm veremez. Ancak Zahiru´r Rivaye ile hüküm verebilir. Yalnız fetvanın o şaz görüş istikametinde olduğuna dair bir nass olacak olursa o zaman hakim bu görüşte hüküm verebilir» denmektedir.

Ben derim ki: İmam Nesefi´nin yukarda zikretmiş olduğu görüş, Zahiru´r Rivaye´ye bina edilen bir görüştür. Çünkü örfün olmadığı yerde durum böyledir. Ancak örfün olduğu yerde durum değişir. Akit yapanların kasdetmedikleri bir manayı kasdetmiş gibi göstererek hakimin bir hüküm vermesi için gerekçe bulunmamaktadır. Bu Zahiru´r Rivaye´nin hilafınadır.

«Kadı onu kefaletten bertaraf eder, sorumlu tutmaz» ifadesi bir İhtiyat kabilindendir. Çünkü akti yapanların bu meseleler hakkında fakihlerin görüşlerini bilmeleri ihtimali mevcuttur. Bunun için örfün hilafına bir karine bulunacak olursa, o zaman Zahiru´r Rivaye´de olan görüş ile hüküm verir.

«Mültekat´ta akın ifadeye göre İlh...» «Üç güne kadar kefilim» İfadesi ile kefalet üç günden sonra mı başlar, yoksa üç gün içerisinde de kefil sayılır mı? «Üç gün içerisinde de kefil sayılır» diyen görüşün gerekçesi Mültekat isimli eserde nakledilen bu ifadeden anlaşılmış olmaktadır.

«Onu anında teslim edecek olursa, zimmeti beri olmuş olur İIh...»

Kefili alan kişide alacaklı olan kişide bunu kabule mecburdur. Mesela: Bir kimsenin iki yıllık ertelenmiş bir borcunu, borçlu olan kişi sürenin bitiminden önce getirip de alacaklıya verecek

olursa, karşı taraf «ben bunu almam» diyemez. Almaya mecburdur Haniye. Eğer kefil müddet geçirmeden yani üç günlük süre geçmeden kefil değil ise. o süre içerisinde teslimin sahih olmaması ve karşı tarafında bunu teslim almaya mecb...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Alışveriş
« Posted on: 29 Mart 2024, 01:10:20 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Alışveriş rüya tabiri,Alışveriş mekke canlı, Alışveriş kabe canlı yayın, Alışveriş Üç boyutlu kuran oku Alışveriş kuran ı kerim, Alışveriş peygamber kıssaları,Alışveriş ilitam ders soruları, Alışverişönlisans arapça,
Logged
17 Şubat 2010, 21:56:41
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #41 : 17 Şubat 2010, 21:56:41 »

METİN

Kefil olan kişi, kefil olduğu kişi hakkında olacaklıya: «Eğer onu sana yarın getirmezsem onun zimmetinde sana ait borca (zaminim) kefilim» derse ve ikinci günde getirmeye muktedir olduğu halde getirmeyecek olursa veya kefil olunan kişi ölecek olursa, malı kefil ödemek mecburiyetindedir. Her iki surette de durum aynıdır. Yani muktedir olup da getirmediği ve kefil olunan kişinin ölümü hallerinde.

Ama, kefil olunan kişinin hapiste olmasından veya hastalığından dolayı teslime muktedir olamıyor ise malı ödemesi gerekmez.

Bu durumdan da kefil olunan kişinin ölümü ve delirmesi halleri istisna edilmiştir öldüğü veya delirdiği takdirde bu iki sebepten dolayı teslimine muktedir olmadığı zaman kefil onun zimmetindeki borcu ödemek mecburiyetinde kalmış olur. Çünkü, onun zimmetindeki borca kefil olmayı halk arasında örfen bilinen bir şarta talik etmiş olduğundan, kefalet sahih olmuş ve mala kefalet gerçekleşmiştir.

Bu durumda mala kefil olmuş olması ile, daha önce şahsına kefil olması durumu sakıt olmuş olmaz. her iki kefalet de devam eder. Çünkü iki kefalet arasında birbirine zıt bir durum yoktur. Her ikisi de bir garanti aktidir. Garanti edilen konuların değişik olması itibariyle her iki kefalette devam eder. Ancak burada zikredilmesi gereken husus, zimmetindeki borca kefalet, şahsına olan kefalet gereği, yarına kadar getirememesi haline bağlıdır. Yani mola ait kefalet şâhsa ait kefalete bağlıdır. Bunun için de olacaklı olan kişi, şahsa olan kefaletten ibra edecek olur ve ikinci günde onu getirmezse şartı bulunmadığından mal konu-sunda da kefaleti sona ermiş olur.

Burada kefil olunan kişinin ölümü ile kayıtladı. Çünkü ölen, kefil olunan değil de kefalet isteyen alacaklı olsa idi, varisi talep edebilirdi. Kefil ölecek olursa kefilin varisleri de kefalet konusunda mutalebe edilirler. Dürer. Kefilin varisi, yarına kadar nefsine kefil olunan kişiyi alacaklıya teslim ederlerse kefalet sona ermiş olur. Süre geçer teslim etmeyecek olurlarsa, şarta bağlı olarak zimmetindeki borca da varisleri aynen kefil olmuş mesabesindedirler. Yani bir başka ifade ile, kefilin veresesi terekesinden onun zimmetindeki borcu öderler. Aynî.

Getirilip getirilmediği konusunda ihtilaf etseler; beyyine ile ispat edilmediği takdirde söz hakkı alacaklı olan kişinindir. Çünkü kefil getirdim demekte, öbürü ise inkar etmektedir. Söz inkar eden tarafa ait olacağından söz hakkı burada alacaklı olan kişiye aittir. Bu durumda da, estirmediğinden getirmediği takdirde zimmetinde olan borca da kefil olmuş olduğundan kefilin malı ödemesi gerekir. Haniye.

Yine aynı eserde olacaklı olan gizlense kefil aradığı zaman onu bulamasa, mahkemeye müracaat ederek gizlenen kişi yerine bir vekil nasbedilirse o vekile teslim etmekle kefil zimmetini kurtarmış olur. Yukarıdakinden anlaşıldığı gibi, getirip getirmeme konusunda kefil ancak beyyine ile sözünde sadık olduğunu ispat edebilir. Mücerret ifade ile sözünü tutmuş olması mahkemece kabul edilmez.

Bir kimse başkası aleyhine bir hak iddia etse ve yüz dinar alacağı olduğunu söylese, davanın sahih olabilmesi için gerekli olan şart malın, (yani dinarların) vasıfları, kaliteleri iyi cinsten. kötü cinsten olduğunu belirtmeyecek olursa; bir başkası da bu durumda, iddia eden kişiye «Bırak onu, ben onun şahsına kefilim. Eğer yarına kadar da getirmeyecek olursa onun zimmetinde olan yüz dinar benim üzerime olsun» der, ikinci günde getirmediği takdirde beyan edilen (yani müddainin beyan ettiği) miktarı kefilin ödemesi gerekir.

Müddainin beyanı ya karşı tarafın ikrarı veya bizatihi müddainin beyyine ikame ederek miktarı belirlemesi ile mümkündür. Bu durumda her iki kefalette sahih olmuş olur. Yani hem şahsına kefalet, hem de zimmetindeki borca kefalet sahih olur. Çünkü daha sonra yapılan açıklama ve beyan davanın aslını aydınlatması bakımından sanki dava açıldığı zaman aydınlatılmış, dolayısıyla dava sahih olmuş, buna binaen de karşı tarafın «Ben onun şahsına kefilim» demesiyle şahsa olan kefalet, «Yarına kadar getirmediğim takdirde borcuna da kefilim demesi ile borcuna da kefil olmuş olur.

Bir başka ifade ile şahsına olan kefalet sahih olduğundan, mal konusundaki kefalet ona bina edildiği için o da sahih olmuş olur. Bu durumda, açıklama ile ilgili vasfın beyanında söz hakkı kefile aittir. Çünkü kefaletin sahih olduğunu iddia eden odur. Ancak, söz hakkının inkar edene ait olması gerekir. Burada kefaletin sahih olduğunu iddia eden kefil olduğuna göre, söz hakkı kefil olan, alacaklıya alt olması kaidesi gereğidir. Sirac´ın bu konudaki ifadeleri. «Malın iddia edilen kişi zimmetinde borç olduğu iddia edilen müddaaleyhin ikrarına boâlıdır. Onun da ikrar etmesi şarttır.»

şeklindedir. İZAH

«Yarına kadar getirmezse onun zimmetindeki borca kefilim dese
«Onu sana getirmezsem ilh...» «Onu sana teslim etmezsem» veya «Kaybolacak olur onu getirmem mümkün olmazsa» şeklindeki ifadeler de aynıdır. Nehir.

«Getirmediğim takdirde onun zimmetinde olan mal benim zimmetimde borç olsun İIh...» Bu ifade kefil olunan miktarın belirlenmesinin şart olmadığına işaret etmektedir. Nitekim ilerde bu konuyla ilgili özel bahis gelecektir.

«Onun zimmetinde olan» ifadesi ile kayıtladı. Çünkü, böyle değil de «Onu getirmediğim takdirde senin falan kişi üzerindeki borcuna kefilim o da bin liradır» dese, bu ancak Ebu Yusuf´un kavline göre sahih olur.

İmam Muhammed bu konuda, «şahsa olan kefalet caizdir. Malla ilgili kefalet ise batıldır. Çünkü bu. ihtimale binaen yapılmış bir kefalet aktidir. Eğer başkasının zimmetinde olan malla ilgili ise; bu kefalet ancak, şahsa kefalet yanında mola da kefil olma caizdir. Eğer şahsına kefil olduğu kişinin zimmetinde olursa o zaman istihsanen caizdir» demektedir.

Bir kimse zimmetinde borç olan birinin şahsına kefil olsa, alacaklı olan kişi, kefil sıkıştırıp ondan da onun şahsına bir başka kefil alsa ve ikinci kefile, »Eğer onu getirmeyecek olursan, birincinin kefil olduğu kişinin zimmetindeki malı da sen üstlenmiş olursun» veya kefil «getirmez-sem olurum» dese caizdir. Bu mesele zimmetinde mal olan kişiye hiç kimsenin kefil olmaması meselesi gibi değildir. Kafi.

«Getirmesine muktedir olduğu halde getirmezse ilh...» Bu kayıt Zeylaî ve Şumunnî tarafından Nûkâye şerhinde sarahaten belirtilmiş, Bahır´ da da aynen kabul edilmiştir. Musannıf Menih isimli eserinde bu kaydın gerekli bir kayıt olduğunu söylemiştir. Çünkü, eğer kefil onu getirmekten aciz olacak olursa o zaman zimmetindeki borca kefil olmuş olmaz. Bundan da metinde belirtildiği gibi kefilin şahsına kefil olduğu kişiyi getirmemesi, getirme konusunda aciz olması. o kişinin ölmesi veya delirmesinden dolayı ise zimmetindeki borca kefil olmuş sayılır.

«Hapis veya hastalık sebebiyle teslimden aciz olsa ilh...» Bu konuya kefil olunan kişinin kayıp olması ve ikametgahının bilinmemesi de dahildir. Bu konuda aczin meydana geldiği yukarıda sarih olarak beyan edilmiş idi. :

Bildiğimiz kesin husus şudur ki; borcu ödemesi, borca kefil olmuş olması. muktedir olduğu takdirde onun getirmemesi şartına bağlıdır. Yukarda, ikameti meçhul bir yerde olsa ve kayıp olsa onu getirmemesi için acizlik durumu söz konusudur. Çünkü getirmeye muktedir değildir.

Bu aciz olmalardan ancak, nefsine kefil olunan kişinin ölümü, delirmesi dolayısıyla aciz olması istisna edilmiştir. Kaybolmuş oları kişinin ikametgahını tespit edememesi bu sebeple de onu getirmeden aciz kalması yukarıdaki şart içerisine dahil olduğundan borcu üstlenmiş sayılmaz. Ancak Hülasa ve Bezzaziye´den yukarda naklettiğimiz bu kaybolma şekli, yani «İkametgahın bilinmemesi hali onun ölümü mesabesindedir.» sözü, yine yukarda belirtildiği gibi bundan maksadım anında mutalebenin sakıt olmasıdır. Mutalebenin her bakımdan sakıt olması demek değildir.

Ayrıca orada, yalnız şahsa olan kefaletle ilgilidir. Şahsa olan kefalet konusunda kefil olan kişinin ölmesi ile şahsa olan kefalet batıl olur, mutalebeyi tamamen iskat eder. Orada mal ile kefalet söz konusu değildir. Burada ise malla ilgili kefalete «Ona muktedir olduğu halde getirmemesi» şartına talik söz konusudur. Borçlu olanın ölümü halinde (onu getirememe şartı gerçekleşmiş olduğundan) borca kefalet tahakkuk etmiş ve ödemesi üstlenilmiş olur.

Eğer adresi bilinmeyen kaybolma durumu nefse olan kefaletle teslimden aciz olduğu için mutalebeyi iskat eden ölüm manası kastediliyor ise, bu takdirde kudreti halinde onu getirmemesi

şartına talik edilmiş olan malın sabit olup olmaması meselesiyle bir ilgisi yoktur. Çünkü ölümü ile »Muktedir olduğum halde getirmezsem» şartı ortadan kalkmış olmaktadır. Acizlik bulunduğu içinde borç üstlenilmiş olmaz.

Eğer adresinin meçhul olması şeklini ve ondan doğan acizliği mal ile kefaleti ispat eden ölüm mesabesinde kabul edecek olursak, o zamanda bu ifade «muktedir olduğu takdirde» sözlerine ters düşmektedir. Halbuki adresi bilinmeyecek şekilde gaip olan kişinin teslimine aciz olan kefil yukarıdaki kudret şartı bulunmadığından malı üstlenmiş olmaz. Fukaha «Aciz de olsa malı ödemesi gerekir» sözünü, şahsa olan kefalette ölüm veya delirme sonucu acizliğe inhisar ettirmişlerdir.

Bu kayıp olma olayını (mal konusundaki kefaleti gerektirir bir) ölüme benzetecek olurlarsa bu da Bezzaziye ve Hülasa´da kastedilenin zıddına bir ispat ve kabul olmuş olur. Çünkü Bezzaziye ve Hülasa´da bu meseleyi «Mal ve borca kefalette değil yalnız şahsa kefalet» konusunda zikretmişlerdir. Halbuki bütün muteber metin sahipleri ikametgahı bilinmeyen bir gaip olma, teslim ile ilgili mutalebeyi iskat edicidir demişler. Bu da, kefaletin subutuna zıttır. Yani, nefse kefalet ile bağdaşmaz demektir.

Durum böyle olunca: buradaki ifadelerle istidlal ederek adresi bilinmeyen bir gaip olma olayı mal ile ilgili mutalebeyi de meselemizde olduğu gibi iskat eder deneme...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Şubat 2010, 21:59:23
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #42 : 17 Şubat 2010, 21:59:23 »

METİN

Mala kefil olma sahih bir borç olduğu takdirde miktarı bilinmese de bu borca kefalet sahihtir. İlerde hükmü belirleneceği gibi ortak borç, bundan müstesnadır. Çünkü ortak olan borç, zimmetten alınmadan önce taksimi (henüz zimmette iken) caiz değildir. Zahiriyye. Mahkemenin karar verdiği veya karı kocanın karşılıklı anlaşarak miktarını tespit etmiş oldukları nafaka borcu, sahih bir borç olmamasına rağmen buna da kefalet caizdir. Halbuki bu borç, ibra ve edanın dışında ölüm ve talak ile düşmektedir. Eşbah.

Sanki fakihler bu meselede kıyas ile değil de, ihtiyaca binaen istihsan ile amel etmiş olmaktalar. Ebu Hanife´ye göre bir kısmı azat edilen ortak kölenin. diğeri (tarafından) azat edilmediği takdirde kıymeti karşılığı çalışmaya zorlanması ve bunun karşılığı bedele de kefil alınamaz. Çünkü Ebu Hanife´ye göre, zayıf bir borçtur. Bezzaziye. Sanki Ebu Hanife siayet bedeli olan borcu; kitabet bedeli olan borca ilhak etmiştir. Her ne kadar ikisi arasında fark varsa da çünkü siayet bedeli olan borç; kölenin «kazanamıyorum» demesi (aciz kaldığını söylemesi) ile sakıt ol-maz, borç devam eder. Kitabette ise mükatep olan kölenin «ben istenilen miktarı kazanamıyorum (aciz kaldım)» demesi ile zimmetindeki borç düşer ve tekrar köle olarak mevlasının yanına döner.

Hangi borç sahih olmasına rağmen kendisine kefalet sahih değildir? hangi borç zayıftır. buna rağmen kefalet sahihtir? Sahih borç, eda ve ibradan başka hiçbir suretle sakıt olmayan (düşmeyen) borç demektir. Velev ki bu ibra hükmen de olsa böyledir ki, o´da düşmesini gerektiren bir fiili iltizam etmesi ile mümkündür. Mesela; nikahlanmış bir kadın, mehri belirlenmiş fakat henüz kocası ile zifafa gitmeden kocasının oğlu ile zinası halinde evlilik bozulur. Kadının zifaftan önce ayrılması halinde alacağı yarı mehir, kadının bu fiili ile düşmüş olur. Bu da hükmen ibra sayılır. İbn-i Kemal.

Mükatebe aktinde kitabet bedeli borca kefalet sahih değildir. Çünkü bu borç. İbra ve iskatsız kendisinin aciz olduğunu söylemesi ile de sakıt olan bir borçtur. Buna rağmen; kefil olunsa, kefil de parayı ödese, (aciz olduğu takdirde) köle olarak avdet ettiği zaman, verdiği parayı kefil geri alır. Bahır. Tabi ki bu da isteğe binaen kefil olmuş ise. Ama. kendiliğinden kefil olmuş ise durum değişir. İlerde bu kayıtlara ek bazı kayıtlarda gelecektir.

«Ben onun bin lira borcuna kefilim» demekle kefalet sahih olur. Bu da, miktarı bilinen bir mala kefalet örneğidir. Meçhul miktara kefalet de şu dört misal zikredilmiştir:

Birinci misal; «Senin onun zimmetinde olan borcuna kefilim.»

İkinci misal; «Bu alışverişten dolayı sana gelebilecek zarar ve borca kefilim» Ki buna daman-ı derak denir. Şerhte yeterli kadar açıklık getirilecektir.

Üçüncü misal; «Falana ne satarsan sat, ben onun borcuna kefilim.»

Dördüncü misal; Bir kimse, başkasının hanımına «aramızda zevciyet devam ettiği müddetçe ben senin hakkın olan nafakaya devamlı kefilim» demesi gibi. Haniye.

«Falan senden ne gasbederse benim üzerimedir» şeklinde kefil olduğu takdirde, miktarı meçhul de olsa kefalet sahihtir. «Falana ne satarsan sat» meselesinde, «Eğer onu satacak olursan, ben kefilim» demektir. «Satın aldığına kefilim» demek değildir. Mesele, ilerde geleceği şekilde bizatihi satın alınan mala kefil olmak caiz değildir.

Bütün bu kefaletlerde karşı tarafın kabulü şarttır. Bunun sarahaten olması şort değil delalet yoluyla olsa da sahihtir. Mesela hemen o anda ona mal satsa veya ondan bir mal gasbedilse burada delaleten kabul vardır. Nehir.

İkinci defa satış yapacak olursa; İkinci satışta kefil o satışa kefil olmuş olmaz. Ancak «her satışında» ifadesini kullanırsa, o zaman kefil olmuş olur.

Diğer bir rivayete göre kefil olmuş olur. Bundan da «sattığın zaman»kelimesi ile olacak olursa o zaman kefile «ikinci satışta» demesi gerekmez. Kuhistani. Buna göre kefil olan kişi, satış yapılmadan önce kefalet aktinden rucu edecek olursa sahih olur. Fakat «Mahkemenin kararıyla zimmetinde sabit olacak borca kefilim» dediği taktirde bu kefalet sabit olmuştur. Ondan rücu edemez. Çünkü gerçekleşmiş borç alması nedeniyle iltizam etmiştir. İltizamından dönemez.

İnsanların senden gasp ettiğine veya insanların senden gasp edenine veya sana satış yapana, seni öldürene veya «kimden gasp edersen, kimi öldürürsen sana kefilim» ifadeleriyle kefalet sahih olmaz. Mesela; «Şu evde oturanlardan seni gasp edene ben kefilim» dese, belirli bir kişi tayin etmediği müddetçe bu kefalet sahih değildir.

Mala ve borca kefalet

İZAH


Kefaleti genelde ikiye ayırmış idi: Şahsa kefalet, mala kefalet. Diğer başka kefalet türleri de mevcuttur. Bunlara yukarda işaret ettik. İlerde de işaret edeceğiz.

«Mala kefalet İlh...» Mülteka şerhinde bazıları, mala kefalet ve şahsa kefalete, malın teslimine kefaleti de eklemişlerdir. Ancak bunun mala kefalet konusu içerisinde müteala edilmesine gerek yoktur. Bu da Tatarhaniye´den naklen Bahır´daki ifadenin anlamıdır. Şöyle ki: Birinin diğer bir kişi üzerinde alacağı var ve başkası alacaklı olan kişiye «senin falan üzerindeki alacağına ben zaminim, onu ondan kabzedip sana getireceğim.» dese, bu kendi tarafından ödeyeceğine bir kefalet olmaz. Ancak borcunu öbür taraftan alıvereceğine ve aldıktan sonra ona vereceğine dair bir sözdür.

Bir kimse diğer bir insanın malından bin lira gasp etse, malı gasp edilen kişi gasp edenle kavgaya tutuşsa o malı ondan almak isterken bir başkası «onunla kavga etse, ben ona zaminim, onu ondan alır, sana veririm» derse, bu gereklidir. Ancak gasıp olan kişi gasp ettiği bin lirayı istihlak eder o miktar zimmetinde borç olarak sabit olacak olursa, kefilin bu şekildeki damanı geçerli değildir, batıldır. Çünkü kefilin iltizam ettiği şekil, onu ondan alıvermek idi. İstihlakiyle alıverme durumu da ortadan kalkmış olduğundan bu konuda verdiği sözü yerine getirmesi mümkün olmamaktadır. Bu ifadeler ile ne malın bizatihi kendisine kefil olmuş olur, ne de borcu kefil olmuş olur. Ancak borcun o paranın veya o aynın alınarak kendisine teslim etmesine dair bir sözdür. Bu da şarta talik olmadığı zaman böyledir.

Camiü´l Fusuleyn´de «falanın zimmetindeki borcunu ben alır sana veririm. sona teslim ederim. Senin adına ondan ben kabzedi veririm» dese, kefil olmuş olmaz. Ancak kefaletle ilgili veya iltizamı gerektiren bir lafız kullanacak olursa o zaman kefil olmuş olur» denilmektedir. Yine aynı eserde devamla «Bu kelimeleri şorta talik etmeksizin söyleyecek olursa durum böyledir. Ama şarta talik ederek söyleyecek olursa, mesela; «Sana vermediği takdirde sona onu ödeyeceğim veya ben öderim» dese o zaman kefil olmuş olur.

Malla İlgili kefaletin kısımları

Maila ilgili kefalet iki kısımdır. Birisi malın bizatihi kendisine kefil olma, diğeri de malı alıverme ve malı aldıktan sonra sahibine vermeye kefil olmadır, denmiştir.

Yukarda zikredilen ifadelerden de anlaşıldığına göre mal ile ilgili kefalet iki kısımdır. Birisi borcun

bizatihi kendisine kefalet diğeri de bizatihi o malı alıp vermeye kefalettir. İkinci bölümden sayılan bir diğer kefalet de başkasının yanında emanet olan bir malı alıp sahibine teslim etmeye kefalettir. Yine, «Senden gasbedileni sana iade edeceğim, sana getireceğim» şeklindeki taahhüt, bizatihi o malların kabzedilip sahibine iade edilmesiyle ilgili bir husustur. Çünkü gasbedilen şey, para da olsa bizatihi aynı paraların iade edilmesi gerekir. Tabi ki mevcut ise. Ama paralar borçlanmış ise, o zaman kefil aradan çıkmış olur. Zira bu parayı ödemeye değil, paranın bizatihi kendisini alıp teslim edeceğine kefil ol-muştur. Bununla da iki mesele arasındaki fark kendiliğinden ortaya çıkmış bulunmaktadır.

«Borçla ilgili kefalet sahihtir İIh...» Bu ifadeyi mutlak olarak zikretti. Her ne kadar borçlu olan kişi, o anda mütalep olmasa da. her iki hale şamil olsa da borçlu olduğuna göre, borca kefil olmanın sahih olduğuna işaret etmek için mutlak ifade kullanmıştır. Ticaretten men edilmiş kölenin istihlak ettiği veya almış olduğu borç sebebiyle zimmetine faalluk edipte azat olmasından sonra ödemesi gereken borçlara kefalet sahihtir. Ancak kefilin bu borçları anında ödemesi gerekir. Şöyle ki: Mahkeme, borçlu olan kişinin iflasına karar verse îflas eden borçlunun da bir kefili olsa, burada borcun istenmesi, esas borçludan bir bakıma ertelenmiş olur. Ama kefilden ertelenmiş sayılmaz. Durum burada böyle olduğuna göre, köle meselesinde borcunun azat edilmeden sonraya ertelenmesi kefili alan kişiden de ertelenmesini gerektirmez. Yine bu ifade, esas borçlunun borcuna kefalete şamil olduğu gibi, kefilin borcuna da şamildir. Kefil olan kişiye bir başkası kefil olduğu takdirde kefilin kefiline de şamildir. Nitekim bununla ilgili meseleleri Kafi´ den naklen ilk bölümde nakletmeye çalıştık.

Bahır isimli eserde; «Bunun sahih olmasını mutlak olarak zikretmesi zimmetinde borç olan kişilerin tümüne şamil olması bakımındandır. Hür olsun, kendisine izin verilmiş köle olsun veya hacredilmiş olsun, çocuk olsun, baliğ olsun, kadın olsun, erkek olsun, müslüman olsun, zimmet olsun bütün bunlar alacaklı olsun, borçlu olsun tümüne şamildir. Ancak Bezzaziye´de, «Tacir olan küçük çocuk için kefalet sahihtir. Çünkü hu durumda ona bir teberru mesabesindedir. Ama akil olan henüz baliğ olmamış ve tacir olmayan çocuk için iki rivayet vardır» denilmektedir.

Hakimü´s Şehid, bu konuda cevazın Ebu Yusuf´un kavli olduğunu söylemiştir. Tatarhaniye´de. «Bir kimse çocuğa kefil olsa, çocuk eğer tacir ise onun isteği ile bu kefalet sahihtir. Kendisinin kabul etmesi de yeterlidir. Ama çocuk mahcur ise, ticaretten men edilmiş biri ise onun adına bu kefil olma konusunda ya velisi kabul edecek veya bir başkası kabul edecek. velisi bunu onaylayacak o zaman caizdir. Eğer veli veya yabancı kiş...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Şubat 2010, 22:02:38
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #43 : 17 Şubat 2010, 22:02:38 »

METİN

Kefil alan mekfulülehin meçhul olması halinde kefalet sahih değildir. Kefil olunan zatında meçhul olması halinde mutlak bir şekilde kefalet sahih olmamaktadır. Eğer «ben ismini bilemediğim oma gördüğümde tanıyabileceğim o adama kefil oldum» derse caizdir. Ondan sonra onu getirir ve o olduğuna yemin edecek olursa yeminde sadık olmuş olur. Bezzaziye

Siraciye´de de şöyle denmektedir; Bir kimse, hayvanını kurt kapacağı korkusu içinde olan misafirine «eğer kurt senin merkebini yerse ben zaminim (kefilim)» dese ve kurt onun hayvanını yese zamin olmaz.

Kefil olunan kişinin meçhul olmasına misal: «Senin ilerde insanların zimmetinde sabit olacak borcuna kefilim veya insanlardan biri zimmetinde sabit olacak borcuna kefilim» dese sahih değildir.

Bunun bir benzeri de «İnsanlardan her hangi birine satış yaparsan» demesidir. Muinu´l Fetva. İkincisine, yani kefil olan kişinin meçhul olun-masına emek: «Senin zimmetinde insanların sabit olacak borcuna veya onlardan birinin senin zimmetinde sabit olacak borcuna kefilim» denilme-sidir. Bu hollerde de kefalet sahih olmamaktadır. Çünkü kefil olan kişi meçhuldür, bilinmemektedir. Had ve kısasın bizatihi kendilerine kefalet sahih değildir. Çünkü cezalarda niyabet kabul edilmemekte, bir kimse di-ğer birinin yerine kaim olamamaktadır.

Belirli bir taşıt üzerinde yok taşınmasına belirli bir hizmetkarın hizmet etmesine kefil olmak da caiz değildir. Çünkü kefil o zimmeti vermek istediğinde üzerinde akit varit olan değişmiş olacaktır. Ama belirli bir binek. taşıt, insan şart koşulmaz, bir işi yalnız taşıma veya yalnız hizmet söz konusu olursa caizdir. Çünkü burada istenen zimmette vacîp olan, mutlak bir şekilde o için yapılması, o yükün taşınmasıdır. Teslim değildir.

Satın alınan mala kabzından önce de kefil almak caiz değildir ve kefalet sahih olmaz. Rehin ve emanet olan diğer şeylerde da bizatihi o mala kefalet sahih değildir. Ama bunların teslimine kefil olacak olursa sahihtir. Bu, yalnız bunlarda değil satılan mal, rehin bırakılan mal, emanet durumunda diğer malların tümünde de caizdir. Dürer. Kemal ibn-i Hümam da bu görüşü tercih etmiştir.

Nefsine kefil olunan kişinin ölmesi halinde, kefile bir şey gerekmediği gibi kiralanan bir malın da kiracının elinde helak olmasında da bir şey gerekmez.

Satın alınan malın bedelinin müşteri zimmetinde sahih bir borç olması sebebiyle bedele kefalet sahihtir.

Ancak kefil olunan çocuk müşteri, henüz üzerinden hacir kaldırılmamış biri olacak olursa, bu takdirde kefile bir şey gerekmez. Çünkü kefil olunan asil dediğimiz çocuğa do bir şey gerekmemektedir. Çocuğa gerekmediğine göre, kefil olana da gerekmez, Ayni.

Gasbedilmiş mala, satın alma maksadıyla fiyatı belirlenip pazarlık ya-pılmadan götürülen mala, bey-i fasitle satın alınan mala kefalet caizdir. Satın alma maksadıyla götürülen malın fiyatı tespit edilmemiş ise, emanet hükmündedir.

Kasden adam öldürmede sulh olduğu takdirde bu sulh bedeline karşı kefil olma da caizdir. Bedel-i hulu ve mehire de kefalet caiz ve sahihtir. Haniye. Burada esas (ana) kaide, bizatihi kıymetiyle ödenmesi gereken mallarda kefalet sahih, ama kıymeti ile değil, başka bir şey ile ödenen ve emanet olan mallarda kefalet (bizatihi bunların zatına) sahih değildir.

İZAH

«Kefil olan kişi meçhul olduğu takdirde kefalet sahih değildir ilh...» Bundan yalnız bir durum istisna edilmekte o da şirket-i mufavada´nın zimninde olan kefalet aktidir. Kefil olan kişiler burada meçhul de olsalar, kefalet sahihtir. Çünkü mufavada şirketindeki kefalet müstakil bir akit ile değil, şirketin gereği zımnen sabit olmuş bir kefalet olması nedeniyle diğerlerinden müstesna kılınmıştır. Fethü´l Kadir.

«Kefil olunanın meçhul olması ile yine kefalet sahih değildir İIh...»

Yani kefil olunan kişi meçhul olduğu takdirde kefalet sahih olmaz. Ama kefil olunan şahıs olmaz mal olacak olursa, o zaman meçhul olması ke-faletin sahih olmasına mani teşkil etmez.

Ben derim ki: Burada kefil olunanın meçhul olmasının kefalete mani teşkil etmesi, bu şahıs hakkında cehaletin fahiş bir derecede olmasıdır. Çünkü yukarda belirtildiği ve Kafi´nin sözünden naklettiğimiz gibi «Ben falana veya falana kefilim» dese, caizdir. Halbuki kefil olunan kişiler, ikisinden biri olduğundan meçhul olması söz konusudur. Ancak buradaki cehalet, basit bir cehalet olması nedeniyle sahihtir. Buna göre mekfulübih dediğimiz o şahsın nefsine kefil olmanın caiz olabilmesi için meçhul olmaması ve bu meçhuliyetten maksatta, fahiş bir cehalette meçhul olmamasıdır.

«Mutlak bir şekilde ifadesi ile ilh...» Bu gerek talik suretinde gerek gelecek zamana izafe edilmiş surette veya tenciz suretinde olsa, durum değişmemektedir. Fetih´te bu konuda şöyle denir: «Bu konunun özeti şu-dur: Kefil akın kişinin mutlak bir şekilde meçhul olması kefaletin sıhhatine manidir. Yine kefil olunan miktarın meçhul olması, mutlak bir şekilde kefalete mani değildir. Ancak borcuna kefil olunan kişi meçhul ise talik suretinde veya gelecek zamana izafe edilmiş bir kefalet suretinde ona kefil olunması caiz değildir. Ama anında tenciz (hemen yerine getirilmesi) suretiyle olunacak olursa o zaman kefalet sahihtir.

Yukarda belirtildiği gibi kefil olunan mal olduğu takdirde meçhul de olsa miktarı bilinmese de mutlak bir şekilde kefaletin sıhhatine mani teşkil etmemektedir.

««İsmini bilmiyorum, kendini tanıyorum» şeklinde olursa caizdir ilh...» Çünkü ikrarda cehalet, ikrarın sahih olmasına mani teşkil etmez. Bahır. Yine Bahır´da Bezzaziye´den naklen, «Bir kimse, diğer bir kimse aleyhinde şahitlik yapsa ve «Ben ismini bilmediğim fakat gördüğümde ta-nıyacağım bir kişinin şahsına kefil oldum» dese caizdir. Çünkü şahitin kesin olarak aleyhinde şahitlik yaptığı kişiyi tanıması gerekir. İsmen ta-nıması pek önem taşımamaktadır. Mahkemeye çıkarıldığı takdirde şahsı tanıyabilecek durumda ise, o zaman kefalete şahadet sahih olmaktadır.» denilir.

«Merkebini kurt yese, zamin olmaz İlh...» Çünkü yukarda da belirt-tiğimiz gibi hayvanların fiili,muteber değildir. Telef ettikleri de heder olmuş mal olmaktadır.

«Mahkeme kararı ile sabit olmuş İlh...» Mansuriye´de bu konuda «Kefil olunan mal, henüz mahkeme karan ile sabit olmamış durumda ise, bilhassa bu konuda yani kefil olunan kişinin üzerine mahkeme kararıyla borç olduğu tespit edilmedikçe kefilin ödemesi gerekmez» denilmektedir. Bu ifadeler, ehli Kufe´nin örfüne göredir. Ama bizim bölgemizde ve örfümüzde malın sabit olması, kefaletin gerçekleşmesi için yeterlidir. Mahkeme karar vermesi de durum aynıdır.

«Hudud ve kısasa kefalet sahih değildir ilh...» Ama hudud ve kısa-sın üzerinde uygulanması gereken kişinin nefsine kefil olma sahihtir. Bu do kul hakkının taalluk ettiği hudutlar da böyledir. Gazf haddi gibi. Ama sırf Şariin hakkı durumunda olan hadlerde durum, bunun hilafınadır. Ni-tekim bununla ilgili açıklama yukarda geçti.

«O zaman kefil üzerine başkası gerekir İlh...» Bu konuda Dürer´de «Çünkü mal taşıma konusunda, belirli bir hayvan üzerinde mal taşıma şart koşulduğu takdirde, burada hem taşıma ve hem belirli bir mal üze-rinde taşıma şartı getirilmiş, kefil bu taşımayı başka bir araçla, başka bir hayvanla taşıyacak olursa, ücrete müstehak olmamaktadır. Çünkü üze-rinde akit cereyan eden husus

gerçekleşmemiş, yerine getirilmemiş ol-maktadır. Bu konuda belirli bir hayvan veya binit üzerinde taşımayı şart koşarsa başka bir hayvan üzerinde taşıdığı takdirde ücrete müstahak değildir. Aciz durumunda kalmış olduğundan ücret alamamaktadır. Hiz-met için bahsedilen kölede de durum aynı olmaktadır. Ancak belirli bir hayvan veya taşıt üzerinde değil. Mutlak yükün taşınması şart koşulduğu takdirde o zaman burada önemli olan, yükün mutlak bir şekilde ta-şınmasıdır. Buna kefil olan kişi de kadir olacağından kefalet caizdir. Çünkü muayyen olmayan bir taşıt ve kölede itibar fiilin mutlak bir şekilde meydana gelmesinedir.

«Teslimi değildir İlh...» Çünkü eğer burada gerekli olan teslim olmuş olsaydı, o zaman belirli olan bir inek ve belirli olan bir kölenin hizmeti üzerinde de kefaletin sahih olması gerekirdi. Çünkü muayyen bir malın teslimine kefil olma sahihtir.

«Satış yapılan mala kabzdan Önce kefalet sahih değildir ilh...» Müşteriye «Eğer henüz aldığın mal kabzetmeden helak olacak olursa, ben öderim» dese sahih değildir. Dürer. Çünkü bu durumda satın alınan malın maliyeti esas kefil olunan kişinin üzerine kıymetiyle ödenmesi gereken bir mal değildir. Bu durumda satış yapıldıktan sonra müşteriye malı teslim etmeden satıcısı yanında telef olacak olursa satış akti münfesih olur. Eğer daha önceden parayı almış, ise iade etmesi gerekir. Sadr-u Şeria.

«Rehin ve emanet malların bizatihi kendilerine kefalet sahih değildir ilh...» Bu konuda bilinmesi gereken şu meseleleri açıklamak gerekir. Şöyle ki; mal ya kefil olunan kişinin üzerine ödemesi gereken maldır veya emanettir. Emanet olanlar vedia yani emanet bırakılan mal mudarebe şirketindeki mal ödünç alınan mal, kiralanmış olan mal gibi ödenmesi gereken mallar, ya kıymetinin dışında başka bir şey ile ödenir. Henüz kabzedilmeden satın alınan mal, rehin alınan mal gibi. Çünkü satın alınan mal kıymeti ile değil, bedeli ve semeni ile tazmin olunur. Rehin ise helak olduğu zamanlar da borç karşılığı helak olmuş olur. Bu şekilde bizatihi kendi değerleri değil, borç veya semen karşılığı madmun olduklarından bunlara madmunun bihayriha adı verilmiştir. Veya helak olduğu takdirde bizatihi kendi kıymeti ile ödenen mallardır. Bey-i fasitle kabzedilmiş olan mal, satın alma isteğiyle fiyatı belirlenip henüz akit yapılmadan kabzedilen mal, gasbedilen mal ve benzerleri de buna misal teşkil etmektedir. Bundaki maksat da helaki halinde kıymetiyle ödenen mal demektir. Bunlarda kefalet sahih olmakta...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Şubat 2010, 22:10:37
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #44 : 17 Şubat 2010, 22:10:37 »

METİN

Kefil eğer kefil olunan kişinin isteğine binaen kefil olmuş ise (bu da hacredilmiş çocuk ve köle olmadığı takdirde) ödemiş olduğunu, kefil olduğu kişiden alır. Eğer üstlendiğinden başkasını ödemiş ise, üstlendiğini alır. Kalite olarak üstlendiği borçtan daha da aşağı kalitede bir mal öderse, yine tekeffül ettiği vasıftaki parayı kefil olduğu kişiden alır. Zira, borcu ödemekle ona malik olmuş dolayısıyla alacaklı yerine kaim olmuştur.

Yine kefil borcu, hibe yoluyla veya irs yoluyla malik olsa, borçludan, varis olduğu ve hibe edildiği kalite ve vasıftaki malı alır. Aynî. Eğer kefalet borçlunun isteğine binaen (talebine binaen değil)kendi arzusu ile gerçekleşmiş ve sonuçta parayı ödemiş ise, teberru etmiş olduğundan dolayı, kefil olduğu kişiye rucu etme hakkına sahip değildir. Ancak, onun parayı ödediği veya kefil olduğu mecliste, karşı tarafta onun bu kefaletine icazet verse, bir bakıma isteğe binaen kefalet

sayıldığından, rucu hakkı da sabit olmuş olur. İmadiye.

Talebe binaen kefil olmadığı takdirde rucu etmek isteyecek olursa, bunun çaresi. alacaklının, borcu kefile hibe etmesi ve o borcu esas borçlu olan (kefil olunan) kişiden kabzetmeye onu vekil tayin etmesi ile mümkün olmaktadır. Valvaliciye´de, «Kefil olan kişi, kefil olduğu kişiden borcunu (henüz ödemeden) isteme hakkına sahip değildir. Çünkü onun o borca sahip olabilmesi, borcunu ödemesi iledir. Evet, kefilin esas borçludan (henüz) borcunu ödemeden kefil olması caizdir. Haniye. Kefil sıkıştırıldığı takdirde, aynı şekilde o da borçluyu sıkıştırabilir. Ta ki borcunu kurtarıncaya kadar bu durum devam eder.

Alacaklı, kefili, geciktirdiğinden dolayı hapsettirirse kefilin de borçluyu hapsettirmesi caizdir. Bu isteğe binaen kefil olduğu takdirde ve borçlu olan kişinin, kefilde bir alacağı yoksa böyledir. Ama kefil olduğu miktar kadar onda alacağı olsa, takas yoluyla borçlar ödenmiş sayılır. Bu kefalet isteğe binaen olmasa, ne peşine düşebilir, ne de onu hapsettirebilir.» denir. Siraç.

Eşbah´ta ise, «Kefilin ödemesi, hem borçlunun ve hem de kefilin zim-metini alacaklıya karşı kurtarmış (yani ibra etmiş) olur. Bundan şu durum istisna edilmiştir: O da kefil olacaklıyı, kendisine borçlu olan birine havale ederek kefalet borcunu öder ve yalnız kendisinin beri olmasını şart koçacak olursa. ancak kendisi beri olur. Esas borçlu olan kişinin borcunu, alacaklıya ödemesi de hem kendisini ve hem de kefili borçtan beri eder. Bu icmaen böyledir. İstisnası borçlu olan kişi, beyyine ile kefaletten önce borcunu ödediğini ispat edecek olursa, o zaman ancak borçlu olan beri olmuş olur. Kefil ise, borç olmadığı halde borç olduğunu ikrar edip kefil olmasından ötürü ikrarından dolayı sorumlu olur. Bu durumda borçlu olan kişi, kefili olmasına rağmen borcu inkar etse olacaklı beyyine ile borcunu ispat edemese, borçluya yemin teklif edildiği zaman; borçlu olmadığına yemin etse, ancak borçlu kurtulmuş olur. Kefil ise sorumlu olarak kalır» denmektedir. Bahır.

İZAH

«Borçlunun isteğine binaen kefil olsa İIh...» Bu istek, hakikaten veya hükmen olabilir. Hükmen oluşu, şu şekilde tasavvur edilmektedir: Baba, küçük yaşta evlendirdiği oğlunun karısına ödeyeceği mehri tekeffül etse, daha sonra baba ölse, kadın mehrini ölen babanın terekesinden olsa, varislerin mal tak^mi esnasında; çocuğun nasibinden ve hissesinden babasının ödediğini alırlar. Çünkü bu kefalet, çocuğun hükmen emir ve isteğine binaen olmuştur. Bu da babanın çocuğun üzerindeki velayetinden kaynaklanmaktadır. Baba. bu mehri kendi isteğine binaen ödese, eğer öderken rucu edeceğine dair şahit göstermiş ise, rucu imkanı vardır. Aksi halde, rucu edememektedir. Mecma´ın nikah bölümünde bu şekilde tasvir edilmiştir.

Yine kefil, kefaleti inkar etse, kefil olduğunu iddia eden bunu beyyine ile ispat etse ve kefil aleyhinde, kefil olduğuna dair hüküm verilse ve bu hükme binaen kefil ödeyecek olursa, yine rucu edebilir. Her ne kadar tenakuza düşmüş ise de. Çünkü beyyine ile kefil olduğunun ispat edilmesi, onun şer´an (aleyhinde verilen hükümle) yalancı olduğu ortaya çıkmış olur. öyleyse itibar, mahkemenin verdiği kararadır. Kendisinin önceki inkarına değildir. Camiü´l Kebir´in özetinde bu mesele bu şekilde tasavvur edilmiştir. Nehir.

Yine biraz önce şarihin şu sözünü açıklarken demiştik ki; eğer bir kimse, fuzuli olarak kefil olsa ve borçlu olan kişi de henüz alacaklının talebinden önce kefaleti onaylasa, bu istek mesabesinde sayıldığından rucu hakkı sabit olmaktadır. Yine Dürr-ü Münteka isimli eserde Kuhistani´den onun da Haniye´den naklettiği ifade de bunu teyid etmektedir. Bu mesele, ilerde tekrar ele alınacaktır.

«Borçlunun İsteğine binaen olursa İlh...» Ama başka birinin isteğine binaen yani, bir yabancının isteğine binaen olacak olursa, hiçbir şekilde rucu edemez. Fetava-i Suğra´dan naklen Nuru´l Ayn isimli eserde şu ifadelere rastlamaktayız. «Birisi başka birine, «borçlunun borcuna kefil olmasını» söylese, buna binaen kefil de, borçlu olan kişinin borcuna kefil olup olacaklıya ödese, borçluya rucu edemeyeceği gibi kendisine «kefil ol» diye emir veren kişiye de rucu edemez. »

Borçlunun kefile, kefil olması için talebi bir kaç şekilde varit olabilir: Fethü´l Kadir´de beyan edildiğine göre borçlu olan «benim falana olan bin lira borcuma zamin ol» dese, kefil ödediği takdirde rucu edemez. Çünkü bu tür ifade ile, teberruunu istemiş olabileceği gibi, rucu imkanını sağlayan bir ifade tarzı da olabilmekte dolayısıyla şüpheye binaen borçlu malı ödemekle mükellef olmamaktadır. Bu da Ebu Hanife ile İmam Muhammed´in kavlidir. Ancak Haniye´den naklen Nehir´de, «Üzerinde olan borç kelimesini kullanması ile, borcuma kefil ol demek istemiş olur. Ve yine «Falanın zimmetinde olan bin dirhemine kefil ol» dese veya «falanın zimmetinde olan malını öde» dese, bu gibi ifadeleri kullanması halinde kefilin, ödediği miktar ile rucu imkanına o sahip

olaca-ğı İmam Muhammed´in Mebsut isimli eserinde bir rivayet olarak zikredilmektedir.

Yine, Ebu Hanife´den Mücerret isimli eserde zikredilen bir kavle göre, bir kimse birine dese ki «falanın benim zimmetimde olan bin lirasına zamin ol, o´da zamin olsa ve ödese rucu edemez.» Bundan da anlaşılıyor ki Fetih´teki ifade, Mücerret´in rivayetine binaen zikredilmiştir. Valvaliciye´de rucu edebileceğine kesin gözü ile bakılmış, ancak ihtilaf noktasının «bin dirhemini ona zamin ol (ödeyiver)» demesi halinde olduğunu da sözlerine eklemiştir. Bu da «benim borcuma» veyahut «onun, benim zimmetimdeki borcuma» veya benzeri ifadeleri eklememiş ise ortağı olmadıkça tarafeyn dediğimiz Ebu Hanife ile İmam Muhammed´e göre rucu edememektedir. Ebu Yusuf´a göre ise mutlak bir şekilde rucu etme hakkına sahip olmaktadır. Benzeri bir ifadeye Zahire´de de rastlanmaktadır. Hakimin Kafi isimli eserinde de böyle denmiştir.

Nehir´de ise, «Eğer kendisine talimat verilen kefil ortak ise, icmaen rucu edebilir.» Bu ortak kelimesinden maksat beraber oturduğu baba çocukları, eş, yanında bulunan işçi veya han şirketindeki ortak da bu ortak kelimesinin içerisinde bulunmaktadır. Yenabi. İmam Muhammed, Mebsut isimli eserinde bu ifadenin içli-dışlı olarak birbirinden borç alıp verenler, ve birbirleri yanına emanet bırakanlarda kasdedilmiştir, demiştir. Bu ifadenin zahirinden de anlaşılacağı gibi bütün bunlara ortak için sabit olan hükümler aynen sabit olmaktadır. Meselenin tamamı, adı geçen eserde zikredilmiştir.

Ben derim ki: Bu ifadeler, aynen Kafi´de de mevcuttur.

«Eğer çocuk değilse ilh...» Camiü´l Fusuleyn´de bu konuda şöyle de-mektedir: «İsteğe binaen kefalet rucuu gerektirir. Ancak bu da kendi aleyhine ikrarda bulunma ehliyetine sahip olan bir amir ve istekli olduğu takdirde böyledir. Binaenaleyh, ticaretten men edilmiş çocuğa rucu hakkı sabit olmaz. Yani kefil, çocuktan parayı isteyemez. Velev ki çocuk ona, kefil olmasını emretse veya ondan istese de, kölenin isteğine binaen kefil olma durumunda, borcunu kefil ödediği takdirde azat olup hürriyetine kavuşmasından sonra kefil ondan olabilir, onu rucu edebilir.» Bahır´da bu konuda «İzin verilen çocuk ve köle, bundan müstesnadır. Çünkü onların verecekleri emir talimat geçerlidir, sahihtir. Her ne kadar ona ehil olmasalar da (yani kefalete ehil görülmeseler de) talepleri sahih kabul edilmektedir.» denir.

«Ödediği ile rucu eder İlh...» Bu durum bir kaç meseleye şamildir. Bunlardan birisi şudur: Kefil, olacağı olan bin liraya karşılık, olacaklıya beşyüz lira ödeyerek sulh olsa kefil, borçludan almak istediği zaman ancak beş yüzü alabilir, borç olan bini değil. Çünkü onun geri kalan bölümü, ya iskat edilmiş veya ibra edilmiş bir borç olmaktadır. Nitekim, Bahır´da bu şekilde zikredilmiş ve yine, «verdiği ile rucu eder» sözü mutlak olmayıp şununla mukayyettir ki, borçlunun zimmetindeki ödemesi gerekeni ödediği takdirde böyledir. Ama, kiracının ücret borcuna kefil olsa, henüz bu borç tahakkuk etmeden kefil de bunu ödese, Bezzaziye´nin icare bölümünde zikredildiği gibi rucu edememektedir.

Ben derim ki: Bunun bir benzeri de, esas borçlu, kefilden önce ödeyecek olursa, daha sonra kefil ödediği takdirde rucu hakkı sabit olmaması gerekir. Zahidi´nin Hâvi isimli eserinde; «borçlunun isteğine binaen kefil olan kişi, alacaklıya borcu, esas borçlunun ödemesinden sonra ödeyecek olur ve bu durumdan haberi olmayacak olursa, rucu edemez. Çünkü bu, itibarî ve hükmi bir durumdur. Burada, bilmesiyle, bilmemesi arasında bir fark olmamaktadır. Hükmi vekilin, müvekkil tarafından azledilmesi gibi. Eğer azil, hükmî bir azil olacak olursa vekilin haberi olup olmaması (azi edilmiş olması konusunda) birdir. Ancak sarih bir ifadeyle azledilecek olursa vekilin haberi olmadan (kendisine azil tebliğ edilme-den) azledilmiş olmaz. Ancak bu durumda kefil, alacaklıya rucu eder. Çünkü alacaklı bir borcu, iki kanaldan almıştır. Borçluda...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 6 7 8 [9] 10   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes