> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Alışveriş
Sayfa: 1 ... 5 6 7 [8] 9 10   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Alışveriş  (Okunma Sayısı 16360 defa)
17 Şubat 2010, 21:40:13
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #35 : 17 Şubat 2010, 21:40:13 »



METİN

Züccaciye satan bir dükkana gelen müşteri pazarlık yaparken görmek (tanımak) için eline aldığı bir bardağı düşürüp diğer bardakları da kıracak olursa, kırılan bardakları öder. Elinde baktığı numune bardak kırılsa da onu ödemez. Bir kimse, köküyle birlikte bir ağaç satın alsa ve bunu kökünden sökme halinde satıcı zarar görse, toprakla müsavi durumda ağaç satıcıya zarar vermiyecek şekilde kesilir. Ağacın düşmesinden dolayı duvar yıkılacak olursa, ağacı söken kişi, sökmesinden dolayı vermiş olduğu zararı öder. Kalp paralan verse müşteri de bunları parçalasa bir şey gerekmez. Hatta çok iyi bir iş yapmış olduğu da söylenir. Çünkü karşı taraf. onu kandırmıştır. Keza bakmak üzere verse ve kıracak olursa durum yine aynıdır.

Mağşuş paraların içindeki yabancı maden oranı, beyan edildiği takdirde, satılmasında bir beis yoktur. Kendiliğinden bilinen durumda da hüküm aynıdır. Yine Ebu Hanife´ye göre buğday ite arpanın birbirine karıştırılması halinde. eğer arpa bu karışımda belirgin bir şekilde olursa satışında bir beis yoktur. Ama öğütecek olursa. onu satamaz. Ebu Yusuf, gümüş kaplama bakırı bulunan bir kişinin, vasfını belirtmedikçe onu satamayacağınısöylemiştir. Buna göre caiz olmayan her yerde kesilmesi (Parçalanması) gerektiği göre bunun sürümünü yapan, bilerek bunu başkasına veren kişi de cezalandırılmalıdır.

Bir dirhem karşılığı fulus satın alsa ve bu fulusları da müşteriye verse ve «bunlar senin dirhemine karşılıktır» dese, müşteri bunları saymadıkça, infak edemez. Kalp gümüşle bir şey satın alsa ve halis gümüşle alınan miktardan daha az miktar verilse ve buna da razı olsa. helal olur ve caizdir. Parasını Semerkand´da ödemek üzere, Bağdad´ta bir kumaş satın alsa, ödeme süresi belirlenmediği için caiz değildir. Tarla haracının tümünü, müşterinin üstlenmesi şartı ile arazinin yarısını satacak olusa, bu satış akti fasittir. Arazi haracı kiracıdan alınacak olursa, kiracının istihsanen arazi sahibinden verdiği haraç karşılığı olması hakkıdır.

Ortağa vermiş olduğu bağını, ürünüyle birlikte satsa ve müşteri de bu bağı teslim olsa, eğer bu satışa kiracı razı olacak olursa, caizdir. Onun hissesine, üründen tekabül edecek hisseyi, müşteriden alabilir. Müşterinin. kiracı razı olmadığı takdirde satış yapması, caiz değildir. Borcuna karşılık bir dirhem verse ve «onu. harca Eğer kabul edilmeyecek olursa, onu bana geri getir.» dese, karşı tarafta bunu kabul edip, parayı harcamayacak olursa, istihsanen iade etme hakkı vardır. İade edebilir. Bu durum, kendisinde kusur bulunan cariye satışının hilafınadır.

Kusur bulunan bir cariyeyi müşteriye satan ve «onu satışa arzet ve sat. Eğer alırlarsa ne âla. Almadıkları takdirde bana iade et» dese, satışa arzetmesiyle iade etme hakkı sakıt olur. Ebu Hanife der ki: Bir kimse cariyesine yaklaşsa daha sonra o cariyeyi biriyle evlendirse, kocanın hiç beklemeden ona yaklaşması caizdir. Ebu Yusuf ise; »Bunu, hoş karşılamam. Çirkin sayarım. Bir hayız müddeti olsun. beklemesi ve ona yaklaşmaması gerekir. Satın aldığında durum ne ise, buradaki durumda aynıdır.» demektedir. Mesele, Kitabu´l Hazr vel-ibaha bahsinde gelecektir. Bütün bu meseleler Mültekat isimli eserden nakledilmiştir.

İZAH

«Düşürdüğünü değil, diğer kırmış olduğu bardakları öder ilh...» Çünkü bakmak üzere eline almış olduğu o bardak. henüz fiyatı da belirtilmediğine göre satın alma maksadıyla kabzedilmiş bir maldır, ödemez. Diğer bardaklar ise onun fiilinden dolayı kırılmıştır. Fiyatları belirlensin veya belirlenmesin. onları ödemek mecburiyetindedir. Haniye.

Köküyle birlikte satın alınan ağacın sökülmesinde zarar var ise, durum ne olur?

«Toprağa müsavi olan bölümden keser ilh...» Mültekat isimli eserde: «O ağacı keser» Devamla; «Bir kimse ağaçlar satın alsa ve bunların mevsiminde kesilmesi zarar doğuracak olursa, satıcı ağaçların kesilmemiş şeklindeki kıymetini, müşterisine ödeyerek tekrar olabilir. Ancak zarar olmayacak zamanda kesilmesine her iki taraf razı olur. O zamana kadar bırakılmasında karar kılarlarsa, o zaman caizdir. Kişi bir ağaç satsa bu ağacın nereden kesileceği beyan edilse. belirtilen yerden kesilmesi gerekir. Eğer köküyle birlikte diyecek olursa, yer altında olan köküyle birlikte satılmış olur. Nereden kesileceği belirlenmemiş ise, ağacı toprak hizasında kökünden keser. Ancak bunun dışında nereden kesileceğine dair açık bir delil var ise, ona riayet edilir.» denmektedir,

«Kalp dirhemleri kırarsa ilh...» Mültekat´ta. bu ifadeyi, bu şekilde gördüm. Sanki sarf bahsinde tasvir edilen meselelerden biridir. Eğer durum böyle değilse, burada münasip olan, müşterinin değil, satıcının parçalaması meselesi daha uygun olmaktadır. Yine aynı eserde, buradaki zuyuf kalp dirhemleri, nebehrece ile kayıtlamıştır. Bunu destekleyen Haniye´den naklen, bazı haşiye yazarlarının naklettikleri ifade de bu kaydı desteklemektedir. Ki Haniye´nin ifadesi şöyledir: Müşteri satıcıya kalp olmayan dirhemler verir. satan da bunları parçaladığında nebehrece olan cinsten bulacak olursa, onları müşteriye iade edebilir. Parçalamasından dolayı herhangi bir ödeme sorumluluğu yoktur. Çünkü bu gibi madenlerde kırılmış olanla, kırılmamış olanlar eşittir. Aralarında fark yoktur.

«Arpa ve buğday karışımını öğüttükten sonra ununu satacak olursa, caiz değildir ilh...» Bu da beyan edilmeden satılacak olursa böyledir. Ancak bunun buğday ve arpa karışımı bir un olduğunu açıklayacak olur ve bundan sonra satarsa akit sahihtir. Bunda bir aldatma söz konusu değildir.

«Ebu Yusuf der ki ilh...» Metinde bahsedilenlere ek olarak Ebu Yusuf şöyle der: «Suttuka karşılığı kalitesini, vasfını belirtmek şartıyla bir şey satın almakta, bir beis yoktur. Ancak benim görüşüme göre, devlet başkanının bu tür paraları imha etmesi uygun olur. Çünkü bilmeyenlerin eline düşebilir. Bu şekilde aldatılmış olabilirler. İmam Bişir, İmla isimli eserinde Ebu Yusuf´tan naklen; «Belirlese dahi, kişinin satın aldığı mal karşılığı, kalp paraları (nebehrece ve suttuka) vermesini hoş karşılamam» demiştir. Onların alınması halinde müsamaha gösterilmiş ise de, bunların piyasaya sürülmesinde zarar söz konusudur. Bu zararın genel olma-sı halinde hüküm, mekruhtur. Çünkü bunu anlamayan, bilmeyen kişilerin eline düşebilir veya bilenler tarafından aldatılabilirler. Hatta bazı tüccarlar, hiçbir sakınca görmeden bunu alabilirler. Almaları haline de toplumun zararı söz konusu olacağından mekruhtur. Hindiyye

«Onları, saymadan harcayamaz İIh...» Çünkü almış olduğu dirhemin kusurlu olma İhtimali mevcuttur. Fulus paraları harcamış veya bir miktarını elinden çıkarmış ise, infak edilen kısımda cehalet meydana gelmiş olur. İfadenin zahirinden anlaşıldığına göre kişi bunu vezin itibariyle değil sayı itibariyle aldığı takdirde durum böyledir. Bunun altın ve gümüşün birbiriyle değiştirilmesi halinde cereyan edip etmeyeceği konusu da tartışılabilir.

«Sürenin meçhul olması dolayısıyla İlh...» Çünkü Semerkand´da vereceği zaman belirtilmemiş olmaktadır. Ama bir ay sonra «Semerkand´da falantarihte ödeyeceğim» şeklinde bir ifade kullanacak olursa, akit caizdir, şart batıldır. Nitekim bey´e bahsinin ilk bölümlerinde bununla ilgili açıklamayı yaptık.

«Akit, fasittir ilh...» Çünkü bu durumda aktin gerektirmediği ve baiinde menfaatine olan bir şart söz konusudur.

«Ödediği haracı, arazi sahibinden alır ilh...» Bu konuyla ilgili bölümler kefalet babında geniş olarak izah edilecektir.

«Ortağı olan kiracı, razı olursa caizdir ilh...» Meselenin sureti şu şe-kildedir: Bir kimse, bağını dörtte bir karşılığı müsakat yoluyla bir kişiye verse ve bu ortak gereken çalışmayı yapsa, meyvesi ve üzümde ona ait hisseler belirecek olursa. meyvelerin satılması bunun rızasına mütevakkıftır. Çünkü onun da orda hissesi mevcuttur. Satışı onayladığı takdirde alınan para toprak ve meyvenin değeri olarak taksim edilir. Meyvenin değeri olan miktardan, kiracının (ortağın) hissesine düşeni, ortak alır. Ama bir kimse, arazisini müteala yoluyla tohumu çalışan işçiden olma şartıyla birine verecek olur, daha sonra arazisini satacak olursa, arazi satışının caiz olması. bu ortak eken kişinin onayına bağlıdır. Çünkü bu araziyi kiralamış bir insan. kişi mesabesindedir. Nitekim Fuzuli bahsinde bu-nunla ilgili hüküm geçmiştir. Bunun, diğer meseleden farklı olduğu açıktır.

Birinci meselede bağın satımı. onu ortağa bakan kişinin iznine değil, onun ürününün (üzümünün) satılması ve bu satışın caiz olması, onun rızasına mütevakkıftır. Burada ise arazinin bizatihi satışı, ortağa eken kişinin iznine ve icazetine bağlıdır.

«Onu satar ve harcamazsa ilh...» Bundan daha açık bir ifade şudur: Onu satışa arzeder ve henüz harcamazsa, şeklinde olmasıdır. Tahtavi.

«Cariye meselesi, bunun hilafınadır ilh...» Buradaki fark şöyledir: Dirhemlerden almış olduğu para bizatihi kendisinin alacağı değildir. O ancak alacağı cinsinden bir paradır. Hatta bu konuda müsamahalı davranacak olursa, caizdir ve değişik, almış olduğu parada, onun bizatihi kendi hakkı durumuna gelmiş olur. Ama bunda müsamaha göstermeyecek olursa, hala almış olduğu para, verenin mülkü olarak devam etmekte, dolayısıyla tasarruf konusunda verenin, vermiş olduğu emir de geçerli sayılmaktadır. Bunun gereği başlangıçta parayı veren kişi adına tasarruf yapılmakta, sonuçta ise, kendisi adına tasarruf yapmış olmaktadır.

Ayın olan belirli maldaki tasarruf. bunun hilafınadır. Çünkü ona malik olmuştur. Malik olması dolayısıyla tasarrufu da kendi hesabına olmuş olacağından muhayyerliği batıldır, söz konusu değildir. Bahır.

Bu mesele, Hiyaru´l ayıp bahsinde, «O satın aldığı malı satar ve kendisine kusurdan dolayı iade edilirse» şeklinde zikredilmiş idi. Oraya müracaat edilmelidir,

«Ebu Hanife der ki ilh...» Bu meselenin, bu konuyla bir münasebeti yoktur. Nikahta evlenilmesi haram olanlar...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Alışveriş
« Posted on: 27 Nisan 2024, 23:33:39 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Alışveriş rüya tabiri,Alışveriş mekke canlı, Alışveriş kabe canlı yayın, Alışveriş Üç boyutlu kuran oku Alışveriş kuran ı kerim, Alışveriş peygamber kıssaları,Alışveriş ilitam ders soruları, Alışverişönlisans arapça,
Logged
17 Şubat 2010, 21:46:38
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #36 : 17 Şubat 2010, 21:46:38 »

SARF BÂBI



METİN


Musannıf buna bab adı verdi, kitap demedi. Çünkü sarf, bey´i çeşitlerinden biridir. Lügatta fazlalık manasınadır. Fıkıh ıstılahında ise, paranın paraya satılması, değiştirilmesi demektir. Yani hilkaten para olan al-tın ve gümüşün külçe halinde olması veya olmaması, durumu değiştirmez. Aynı cins paranın birbiriyle değiştirilmesi veya başka bir cinsle değiştirilmesi sarftır. Altının gümüş ile değiştirilmesi buna örnektir. Aynı cins olanlarda eşitlik şart olduğu gibi. tecilin ve muhayyerliğin olmaması da şarttır. Eşitlikten maksat, vezin itibariyle eşitliğin sağlanmasıdır.

Yine el ile ayrılmadan önce kabzedilmeleri de şarttır. Kabzedilmek üzere tahliye edilmesi, yeterli değildir. Ayrılmadan önce kabzedilmesi, aktin sahih olarak devam etmesinin şartıdır. Sahih olan görüşte budur. Cinsleri bir olduğu takdirde, kaliteleri ve üzerindeki sanat durumu söz konusu olmaz. Fakat eşitlik aranır. Nitekim riba babında. bu konuda yeterli bilgi verildi. Eğer aynı cinsten olmayacak olurlarsa, eşitlik şartı olmaksızın riben nesienin olmaması için ayrılmadan önce her iki tarafın kabzetmesi şarttır.

Para olan altın ile gümüş madenlerinin birini. diğeri ile satacak olursa miktarları bilinmeden götürü usulü olur veya birinin diğerinden fazla olması halinde mecliste kabız gerçekleştiği takdirde sahihtir. Bu da altınla gümüşün değiştirilmesinde söz konusudur. Bu konuda altınla gümüş belirtmekle taayyun etmemektedir. Yani akit esnasında gösterilen paranın bizatihi kendisinin verilmesi şort değildir. Aynı cins ve kalitede bir başka parayı da verebilir. Karşı tarafın, »ben bunu değil, öbürünü isterim» diye israr etmesi, söz konusu olamaz. Buna göre karşılıklı birbirinden borç alsalar ve ortada da bir para bulunmasa. ancak ayrılma-dan önce birbirlerine verseler veya ellerinde olanı bırakıp başka bir benzeri parayı verecek olurlarsa. sahih ve caizdir.

Kabız şartına riayet edilmediği takdirde ki bu bir sürenin şart koşulması veya muhayyerlik şartının bulunması ile olur sarf akti fasit olur. Böyle bir şart koçulduğu takdirde meclisten ayrılmadan. muhayyerlik şartı ve süre düşürülerek kabız gerçekleşecek olursa, sahihtir. Çünkü aktin sıhhatine mani olan durum zail olmuştur .Ancak burada görme muhayyerliği ve kusurdan dolayı meydana gelecek muhayyerlik sahihtir. Bu da nakit olan parada değil, diğer iştenmiş altın ve gümüştedir.

İZAH


Sarf akti: para üzerinde varit olan bir akit olması ve paranın, satış aktinde esas kabul edilen mola tabi sayılması hasebiyle yalnız para ile ilgili olan sarfı, beyi bahsinden sonraya bıraktı.

«Bab adını verdi ilh. .» Dürer isimli eserde fakihlerden çoğu buna kitap adı vermiştir. Bu da uygun değildir. Çünkü sarf, riba, selem gibi bey´in bir bölümüdür. Onun içinde uygun olan burada yapılan seçime bab adının verilmesidir.

«Sarf lügatta, fazlalık manasınadır ilh...» Bu, sarf kelimesinin bir çok manasından biridir. Çünkü sarf kelimesi; uzaklaştırmak, vazgeçirmek, sa-lıvermek, harcamak, parayı paraya satmak manalarına geldiği gibi, tevbe manasına da gelir. Nitekim «Cenab-ı Hak, ondan ne sarfı, ne de adli kabul etmez» Hadis-i şerifindeki sarf kelimesi; tevbe adli kelimesi de;fidye ile tefsir edilmiştir. İkinci bir tefsire göre sarf kelimesi; farzlar üzerine fazlalık sayılan nafile, adli kelimesi de; farz olanlarla tefsir edildiği gibi, aksi ile de tefsir edildiği söylenmektedir.

Bir başka görüşe göre sarf kelimesi. hadiste vezin, adl kelimesi ise keyl ile tefsir edilir. Diğer bir başka görüşe göre sarf kelimesi; kazanmak manasına, adl kelimesi ise; fidye manasına gelir. Yukarda beyan edildiği gibi ıstılahta paranın para ile değiştirilmesi; paranın para karşılığı satılması şeklinde kabul edilmiştir. Buna göre de şer´î olan mananın, genel manalara oranla daha özel olduğu anlaşılmış olur.

«Bedel olma için yaratılanlar ilh...» Benzeri bir ifade Bahır´da da zikredilmiştir. Ki orada; «biz bununla tefsir etmeye çalıştık. Naktin nakit ile değiştirilmesi sarf olabileceği gibi, külçe olan bu madenlerin yine külce ile değiştirilmesini de içine alması bakımından bu ifadelere yer verdik» denmektedir. Çünkü herhangi bir altın ve gümüş kendilerine sanatın girmesi ile şekilde para olmaktan çıkar. ancak hilkaten yaradılış itibariyle semen oluşları nazarı itibare alınarak birbirleriyle değiştirilmeleri halinde şartlara riayet edilmesi gerekmektedir. Bu kabil kendilerinde sanat eseri bulunan bilezik, kab gibiler her ne kadar diğerlerinden farklı olarak akitte taayyun ederler ise de, birbiriyle değiştirilmeleri, yine sarf olarak kabul edilmektedir.

«Muhayyerlik ve ertelemenin olmaması, şarttır ilh...» Yani muhayyerlik şartından birinin veya her ikisinin de ertelenmemeleri, sarf aktinin gerçekleşmesi için şarttır. Görme muhayyerliği ve

kusurdan dolayı muhayyerlik ilerde geleceği gibi bunun hilafınadır. «Muhayyerlik, şart ve süre tayin edilmesiyle fasit olur» sözü yanında, bu ifadenin tekrar olduğu söylenemez. Çünkü orada bahsedilen bu husus, bu maddenin veya bu şart üzerine fer´i bir mesele olarak zikredilmesinden ibarettir. Nehir´de «bunların aynı bir şart kabul edilmelerine gerek yoktur» denir. Nitekim Bahır sahibi, bunları şart kabul etmiş görülmekte, ve Nihaye gibi eserlere tabi olmaktadır. Çünkü mecliste her iki tarafın kabzetmeleri şartı, bu şart yerine kaim olmaktadır. Tekrar zikredilmeleri ile bir bakıma tekrar meydana gelmektedir. Çünkü muhayyerlik şartı, mülkiyetin sabit olmasına veya mülkiyetin tamam olmasına mani bir durumdur. Bu da kabzın tamam olmasını ihlal eden bir husustur. Kabız ile de tayin gerçekleşir. Bunun için kabız şartı önemli sayılmaktadır.

«Vezin itibariyle eşitliktir ilh...» Bu şekilde kayıtlamaktadır. Çünkü bunların adet olarak eşitlenmesine itibar edilmemektedir. Zahire´den naklen Bahır´da böyle ifade edilmiştir. Buradaki .eşitlik şartı. kesinlikle eşitliğin bilinmesi demektir. Şeklinde ve vakıada birbirlerine eşit olmaları demek değildir. Eşitliğin kesin olarak bilinmemesi halinde. şekilde ve vakıada eşit olmaları bir şey ifade etmez. Yani eğer vakada birbirlerine eşit olsalar, alıp satanlar bunun eşit olduğunu bilmeyecek olurlarsa, akit sahih değildir. Ancak mecliste ayrılma olmadan önce eşitlik kesin olarak bilindiği takdirde. akit sahih olmaya dönüşebilir. Nitekim Fethü´l Kadir´de bu şekilde izah edilmiştir. Bu konuda artırma ve eksiltmenin hü-kümleri. hemen biraz sonra belirtilecektir.

«Tahliye yeterli değildir ilh...» Bu ifade ile biraz önceki duruma işaret edilmek istenmiştir. «Parmak uçlarıyla kabzedilmesi» şeklinde ifade edilen bu husus «illaki parmakla kabzedilen» demek değildir. Burada önemli olan fîilen kabzın gerçekleşmesidir. Parmaklarla, ellerle alınmış olması demek değildir. Hatta eşit oldukları bilinen bu maddelerin cebe veya avcuna konması hali de kabz sayılır.

«Ayrılmadan önce ilh...» Yani bedenen akit yapanların, o meclisten ayrılmadan önce kabzetmeleri demektir. Burada akideyn kelimesi ile ka-yıtlaması, esas sahipleri olan akitleri içine aldığı gibi, onların adına akit yapanları da içine olmaktadır. Bedenen ayrılmaları ifadesi, ileride pazarlık kesinleştikten sonra hemen kabız olmasa meclis devam ettiği sürece ve bedenen birbirlerinden ayrılmadıkça aktin sahih olarak devam ettiğine işaret edilmek istenmiştir. Bunun içinde fakihler «Vazgeçmeye delalet eden bir hususla akit batıl olmaz. Mesela; kilometrelerce yürüseler ve birbirlerinden ayrılmasalar, hala akit devam eder.» derler. Yalnız aşağıdaki meselede: meclisi itibariyi, meclis olarak kabul etmektedirler şöyle ki; «Bir baba, «şahit olun, ben küçük oğlumdan şu dinarı. on dirheme satın aldım» derse ve on dirhemi tartmadan önce meclisten kalksa ve ayrılsa akit batıl olur. İmam Muhammed´den böyle nakledilmiştir.» Çünkü baba burada kendi adına asil, çocuğu adına vekil veya vasi olarak akit yapmıştır. Birbirlerinden ayrılma söz konusu olmamakla birlikte akit meclisini, aktin sahih olması için şart kabul etmiş olmaktadırlar. Çünkü bedenle ayrılma, burada tasavvur edilemez. Nehir. Bahır´da ise; «bir kimse. diğerine duvar arkasından seslense veya uzaktan seslenerek onunla akit yapacak olsa caiz değildir. Çünkü bedenen birbirlerinden ayrıdırlar.» denir.

Kabız şartı üzerine bina edilen meselelerden biri de şu husustur: Sarf meclisinden ayrılmadan önce birisinin. diğerini bedel-i sarftan ibra etmesi, ona bedeli hibe etmesi veya bedeli ona tasadduk etmesi halinde, eğer karşı taraf bunları kabul etmese; İbra hibe ve tasadduk sahih değildir. Sarf akti devam eder. Kabul edecek olursa, sarf akti bozulmuş olur. Bahır.

TENBİH: Sarf bedelinin. ikale meclisinde kabzedilmesi ikalenin sahih olması için şarttır. Sarf aktinin sahih olması için, akit meclisinde karşılıklı bedellerin kabzedilmesi nasıl şart ise, ikalede de aynı şekilde şarttır. Selemin ikalesi, bunun hilafınadır. Aradaki farkı, yukarda yerinde açıkladık. Bahır´da, «Sarf aktinden sonra ikinci bir akit ile birinin zimmetinde borç sabit olsa, bedeli sarf karşılığı razı olsalar da, takas yapılmış olmaz. Bedeli sarf kabzetse, daha sonra bedeli sarfta kabzı nakzedecek bir gerekçe ile kabız bozulmuş olsa sarf akti batıl olur» denmektedir.

Yine birbirlerinden ayrıldıktan sonra sarf bedellerinden birisi başka birisine ait olduğu istihkak yoluyla belirlense, bu müstahik henüz bedel elde iken izacet verir veya helak olduktan sonra parayı veren ona ödese, sarf akti caiz olur. Ama elde mevcut bedeli sarfı geri alsa veya para helak olduktan sonra kabzedene kıymeti ödetse, sarf akti batıl olmuş olur.

«Sahih olan görüşe göre ilh...» Bir rivayete göre aktin meydana gel-mesinin şartıdır, denmiştir. Birinci kavli, Hidaye tarafından benimsenmiş bir kavildir. Hidaye sahibi; «Kabızdan önce birbirlerinden ayrılacak olurlarsa, sarf akti batıl olur. E...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Şubat 2010, 21:48:01
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #37 : 17 Şubat 2010, 21:48:01 »

METİN

Gümüş bir kabı, gümüş para veya altınla satacak olursa ve bedelin bir kısmını mecliste peşin olarak ödedikten sonra birbirlerinden ayrılacak olursa, kabzedilen miktar karşılığında sarf akti sahih olmuş olur ve her ikisi de o kapta ortak olmuş olurlar. Çünkü bu, bir sarf aktidir. Müşterinin bu konuda muhayyerliği söz konusu değildir. Burada meydana gelen kusur; parayı ödememesinden dolayı onun tarafından meydana gelmiş olmaktadır. Satın alınan iki köleden birisinin, kabzından önce helak olması durumu, bunun hilafınadır. Bu durumda müşteri muhayyerdir. Çünkü kendi isteğiyle kusur gerçekleşmiş olmamaktadır. Satın alınan bu kabın bir miktarı, başkası tarafından istihkak yoluyla alınacak olursa, geri kalan bölümü de karşılığı olan para

ile olma ve geri vermede müşteri muhayyerdir. Bu durumdaki ortaklıktan dolayı meydana gelen kusur, kendi isteği ile olmamaktadır.

Ben derim ki: Bu durumda istihkakın, beyyine ile olması şeklinde takyid ve tahsis edilmesi gerekir. İstihkak suretinin müşterinin ikrarıyla meydana gelmesi halinde, müşteri için muhayyerlik söz konusu değildir. Buna göre müstahik olan o üçüncü kişi, hakimin akti fesh etmesinden daha önce yapılmış olan akti onaylar, ona cevaz verirse akit sahihtir. Hatta bu konuda da ihtilaf söz konusudur. İstihkakın ortaya çıkması halinde satış aktinin o zaman kendiliğinden fesh edilmiş olacağı üzerinde alimler değişik görüşlere sahip olmuşlardır. Zahiru´r Rivaye´de hakim fesh etmedikçe, kendiliğinden bu aktin fesh edilmiş olmaması görüşüne yer verilmiş, sahih olan görüşünde bu olduğu kaydedilmiştir. Fetih.

Bu durumda baiin müşteriden olacağı bedelin tamamı, müstahık olan kişiye aittir. Satıcı müşteriden aldıktan sonra ona teslim eder. Eğer icazet verildikten sonra birbirlerinden ayrılmamışlarsa, bu durumda akti yapan ve satıcı durumunda olan (icazet verenin) vekili mesabesinde olmuştur. Akitle ilgili hükümlerin sorumluluğu icazet verene (onaylayana) değil, akti yapana aittir. Hatta akti yapan kişi. kabızdan önce meclisten ayrılacak olursa. akit batıldır. Müstahik ayrıldığı takdirde akit batıl olmaz. Cevhere. Külçe ve parça halinde bir altın veya gümüş parçayı satsa ve bunun bir miktarı müstahik tarafından alınsa, müşteri geri kalan bölümünü muhayyer olmaksızın değeri ile almak mecburiyetindedir. Çünkü bu durumda bölünüp parçalanması, ona zarar vermemektedir. Bu da istihkakın, kabızdan sonra olması halinde böyledir. Ama kabızdan önce olacak olursa, o zaman müşteri için muhayyerlik vardır. Çünkü bu durumda safka (mal) bölünmüş olmamaktadır. Dinar ve dirhemin durumu da böyledir. Cevhere.

İki dirhemin; bir dinara, iki dinarın; bir dirheme satılması caizdir. Bu durumda altın gümüşe, gümüşte altına karşılık sarf akti yapılmış olur. Burada yalnız kabız şartı söz konusu olmaktadır. Bir ölçek buğday ve bir ölçek arpanın, aynı durumda iki ölçek buğday ve iki ölçek arpaya satılması da bu meselenin benzeridir. Yine onbir dirhemin, bir dinar on dirheme satılması da böyledir. Bir gümüş dirhem ve iki kalp dirhemin, iki sahih ve bir kalp dirheme satılması da sahih ve caizdir. Kalp dirhemden maksat, burada Gulle denilen tüccarın kabul edip Beytülmal´in geri çevirdiği dirhemdir. Çünkü vezin itibariyle aralarında eşitlik söz konusudur. Kalite nazarı itibare alınmamaktadır.

İZAH

«Kabzedilen miktar karşılığı akit sahihtir İlh...» Bu durumda sarfın şartı gerçekleşmiş bulunmaktadır. Nehir.

«Çünkü o, sarftır Ilh...» Bu cümlenin, illet olarak zikredilen şu ifadenin illeti olması mümkündür: Ortaklığın meydana gelmesi, kabzedilemeyen o miktarda aktin batıl olmasını gerektirir. Çünkü sarf akti yalnız kabzedilen miktarda sahihtir. Veya «kabzettiğinde sahihtir» cümlesinin illeti de olabilir. Buna göre bu aktin tamamının sarf olması gerekir. Nite. kim Hidaye´de de böyle açıklanmıştır. Kifaye´de ise şöyle denir: «Şartı bulunan bölümde sahih, bulunmayan bölümde ise batıldır. Bu, boğazında kolyesi olan cariye meselesi ile kakmalı olan gümüş meselelerinin hilafınadır. Çünkü bu meselelerde hem sarf, hem müstakil bir satış akti söz konusudur. Sarfla ilgili bölümün karşılığı ödendiği takdirde tümünde akit sahih olur. Bu, cariye ile kılıç meselesinde böyledir. Ama şerhini yapmakta olduğumuz mesele. bunun hilafınadır. Çünkü bunun tamamı madendir. Aktin tümü, sarf olmaktadır. Karşılığı alınanda, karşılığı bulunduğu için sarf gerçekleşmiş karşılığı alınmayanda sarfın şartı gerçekleşmediği için batıl kabul edilmiştir.

«Kusurlu oluşu, onun katkısıyla meydana geldiği için İlh...» Yani bu kapta ortaklık sebebiyle bir kusurun meydana gelmesi, müşteri tarafından olduğundan ve onun paranın tümünü birbirlerinden ayrılmadan önce ödememesinden meydana geldiği için muhayyerliği söz konusu değildir. Kölelerden birinin helak olması meselesinde muhayyerdir. Yani geri kalan köleyi alıp olmamakta muhayyerdir. Çünkü bir akitte alınan safka (mal) bölünmüş olmakla beraber bunda müşterinin bir dahli bulunmamaktadır.

«Bir miktarı istihkak yoluyla alınacak olursa ilh...» Bu durumda da paranın tümü karşı taraftan ödenmiş olacak olursa meselenin tasavvuru gerçekleşmiş olur.

«Onun bir müdahalesi olmaksızın kusurun meydana gelmiş olması sebebiyle ilh...» Çünkü ortaklıkla meydana gelmiş olan kusur, baiin yanında iken yapılan satış aktine mukarin olarak bulunmuş, daha sonradan meydana gelmiş bir kusur olmamaktadır. Zira istihkak suretiyle alınması halinde, satıcı satarken onun bir miktarının başkasına ait oluşu ve bu surette de müstahikle müşterinin ortak olması durumu ta akit esnasında mevcut idi ve bu ortaklıkta müşterinin kendi

sun´u ile olmadığından müşteri muhayyer kabul edilmektedir.

«Müşterinin İkrarıyla olması halinde böyle değildir İlh...» Yâni müstahik, satılan kabın bir miktarının kendisine ait olduğunu iddia eder, müşteride bunun ona ait olduğunu ikrar ederse, müşteri muhayyer olmaz. Çünkü müşterinin durumu bile bile böyle akte teşebbüs etmesi demek, ortaklığın kendi sun´uyla meydana gelmesi demektir. Diğer bir hususta şudur; yapılan yemin teklifine yemin etmemekle cevap verilmemesi halinde eğer yemin etmeyen satıcı olacak olursa, bu yemin etmeme beyyine mesabesindedir. Eğer müşteri ise (yemin etmemesi) onun ikrarı mesabesinde kabul edilir. Buna göre de müşteri yeminden vazgeçtiği takdirde, satıcısına verdiği parayı geri alma hakkına sahip olmaz. Aynen ikrarda bulunması halinde bu hakkın sabit olmadığı gibi. Nitekim bu konu, ilgili hükümler babında geçmişti.

«Fakihler, bu konuda ihtilaf etmişlerdir ilh...» Burada «mahkemenin istihkak davası açan kişinin lehine karar vermesiyle akit münfesih olun rivayeti Hassaf´ın rivayetidir. «Müşteri satıcısına rucu etmedikçe münfesih olmaz» diyen ikinci bir görüşte mevcuttur. Diğer üçüncü bir görüş de şudur: «İstihkak davası açan malı müşterinin elinden almadıkça, akit fesh edilmiş olmaz. Dördüncü bir görüşe göre müşterinin satıcıya ödemiş olduğu parayı alma ile ilgili mahkemenin kararı sadır olmadıkça alamaz. Hidaye´de, «Zahiru´r Rivaye´de budur» denmektedir. Bununla ilgili hükümleri, İstihkak babının ilk bölümünde zikrettik. Şarih Musannıf´ın ifadesinin Bahır´da Siraç´tan nakledilen «Eğer müstahik lehine mahkeme istihkakla ilgili karar vermeden önce satış aktini onaylarsa» İfadesinden daha güzel olduğuna işaret etmiştir. Çünkü bu ifadesinin mefhumu muhalifi şudur: İstihkak ile hüküm verilmedikten sonra müstahik İcazet hakkına sahip değildir. Sebebi de; mahkemenin karar vermesiyle akit münfesih olmuş olur. Buna göre sonradan verilecek İcazet, muteber sayılmaz. Bu da Hassaf´ın rivayeti olan birinci muayettir. Ki Zahiru´r Rivaye´ye muhaliftir.

«Bu durumda bedel, müstahikkindir ilh...» Çünkü satıcı, müstahik olan kişinin istihkak yoluyla mülkü olduğunu ispatladığı malda fuzuli mesabesindedir. Bu durumda da aktin feshine karar verilmeden Önce sahih olması, esas hak sahibi olan müstahikkin icazetine mütevakkıftır. Onayladığı (İcazet verdiği) takdirde akit geçerli ve para da ona ait olmuş olur.

«Henüz ayrılmamışlarsa ilh...» Yani satıcı ile müşteri birbirlerinden ayrılmamışlarsa, akit caizdir

«İcazetden (onaydan) sonra ilh...» Siraç´tan naklen Bahır´da böyle ifade edilmiştir. Halbuki Siraç isimli eser müellifi İmam Haddadi, ikinci eseri olan Cevhere´de «icazetten önce» demektedir. İmam Haddadi adı gecen Siraç ve Cevhere isimli eserlerinde şöyle der: «Müstahikkin icazet vermesinden önce olan ve satan birbirlerinden ayrılacak olurlarsa, akit batıldır. Müstahik olan kişi icazetten önce ayrılsa, akli yapan müşteri ve satıcı orada mecliste mevcut olsalar ve birbirlerinden ayrılmasalar, akit sahihtir.» Bu ifadeler, icazetten sonra değil, icazetten önce ifadesini teyid etmektedir. Netice olarak; sonradan verilen icazet, önce-den verilen vekalet mesabesindedir. Buna göre icazetten sonra. fuzuli olan kişi, sanki bu satış aktinde daha önceden kendisine vekalet verilen kişi mesabesindedir.

Satıcı ve müşteri arasında ayrılmadan önce kabız gerçekleşmiş ise, sonradan verilen icazet dolayısıyla akit geçerlidir. Birbirlerinden ayrılırlar ve kabzı gerçekleştirmezlerse, daha sonradan verilen icazetle akit geçerli sayılmaz. Çünkü satıcı fuzuli değil, akitten önce gerçekten vekil olmuş olsaydı, kabız gerçekleşmeden birbirlerinden ayrılmalarıyla aktin fasit olması gerekirdi. Bu durumda vekalet. icazet suretiyle meydana geldiğine göre burada da yine kabız gerçekleşmeden ayrılmaları halinde aktin fasit olması gerekir. Eğer karşılıklı kabzetme, ayrılmadan ve icazet onayı verilmeden önce olsa ve daha sonra da icazet verilse, akit geçerli sayılır. Henüz kabız ve ayrılık gerçekleşmeden önce icazet verilecek olursa, icazetten sonra hemen ayrılmadan önce karşılıklı olan ve satanın bedelleri kabzetmeleri gerekir. Çünkü kabız olmadan ayrılacak olurlarsa. akit fasit olur. Hatta icazet daha önceden verilmiş olsa bile.

«Çü...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Şubat 2010, 21:50:24
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #38 : 17 Şubat 2010, 21:50:24 »

BEYLİĞNE İLE İLGİLİ EK



METİN

Iyne, kefalet babında metin olarak; muvazaalı satış dediğimiz telcie satışı da ikrar bahsinde yine metin olarak gelecektir. Telcie yoluyla muvazaalı satış, aralarında sanki bir akit olmuş gibi açığa vurmaları fakat içlerinden akit kastetmemeleri halinde meydana gelen bir kittir. Bu tür akitler, kişilerin düşmandan korktukları zaman müracaat ettikleri (sığındıkları) bir akit türüdür. Gerçekte bir satış akti değildir. Bu şakacıktan, istemeyerek irade dışı yapılan akit gibidir. Nitekim Menar üzerine yazmış olduğum şerhin son bölümlerinde bununla ilgili meseleleri uzun uzun açıklamaya çalıştım. Orada Telvih isimli eserden, bunun kısımlarının yetmiş sekiz kadar olduğunu naklettim. Gadıhan bu konu ile ilgili ikrah babının son bölümünde ayrı bir fasıl açmış bulunmaktadır. Bu hususta özette şöyle denebilir: Meydana gelmiş bir akittir. Ancak lazım değildir. Muhayyerlik bulunan bir satış aktine benzemektedir. İmam Bakani bunu fasit bir satış akti olarak kabul etmiştir.

Akideynden biri satış aktinin muvazaalı satış olduğunu iddia eder diğer taraf inkar ederse, söz hakkı yemini ile birlikte muvazaalı olmadığını iddia edenindir. Onlardan biri, beyyine ile ispat ederse, ispatı kabul edilir. İkisi birlikte beyyine getirecek olurlarsa, telcie´nin (muvazaalı olduğunu söyleyenin) beyyinesi tercih edilir. Açıktan satış yapanlar daha sonra bu aktin telcie üzerine bina edildiği (muvazaalı bir satış olduğunu) her iki tarafta itiraf ederse. bu satış akti batıldır. Çünkü iki tarafta bunun ciddi olmadığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Aksi halde yani telcie olduğunda ittifak etmez. iki tarafta aynı itirafta bulunmayacak olurlarsa lazım bir akit olarak karşımıza çıkar. Hiçbir niyetlerinin olmadığı söylenecek olursa. yine zahire göre batıldır. Münya.

Ben derim ki: Bunun ifade ettiği mana şudur: Her iki taraf akitten önce bey´ bilvefa olduğunda anlaşırlar ve bir şart koşmadan daha sonra akit yapacak olurlarsa akit caizdir. Daha önceki gizli anlaşmaya itibar edilmez.

İZAH

«İyne satışı ilh...» İyne´nin yorumu üzerinde fakihler ihtilaf etmişlerdir. Özellikle hakkında nehiy varit olan, Hazreti Peygamber tarafından yasaklanan bu beyuliğne dediğimiz satış üzerindeki ihtilafların özeti şudur:Bazı fakihler bunun tefsirinin şöyle olduğunu söylemişlerdir: Muhtaç bir insan, diğer birisine gelerek ondan on dirhem para borç olmak ister, borç verecek olan kişi de karz-ı hasen yoluyla borç vermeyi arzu etmez. Verdiği paradan daha çok para almayı arzular bunun içinde «sana borç para veremem oma sona şu elbiseyi istersen on iki dirheme satarım. O elbisenin çarşıdaki kıymeti de on liradır. Gider onu çarşıda on liraya satarsın» der. Borç alan kişi de buna razı olur. Bu şart üzerine borç vermek isteyen kişi. on lira değerindeki malını. on iki liraya satar. Böylece elbise veya kumaşı satan kişi için normal değer üzerinden iki dirhem fazlalık hasıl olmuş olur. Müşteri de arzu ettiği on liraya elde etmiş olur.

Diğer bazı fakihlere göre iyne, alıcı ile satıcı arasına bir üçüncüsünün sokulması ile meydana gelir. Borç para verecek kişi. o kumaşı borç isteyen kişiye vadeli on iki liraya satarak teslim eder. Daha sonra borç isteyip elbise olan kişi, üçüncü kişiye o elbiseyi on liraya peşin satar ve teslim eder. Üçüncü kişi de tekrar o elbiseyi borç para verecek olan ilk satıcıya on liraya satar ve elbiseyi ona teslim ederek karşılığı olan on lirayı, ondan alır ve borç isteyen kişiye on lirayı verir. Böylece borç isteyen kişi, on lirayı almış elbise sahibine on iki lira borçlanmıştır. Elbisenin sahibi verdiği on lira karşılığında dolaylı yollardan on iki lira borçlanmıştır. Muhit. Ebu Yusuf´tan bu konuda yapılan rivayete göre iyne satışı caizdir. Bunu yapan kişi mecurdur, cevap kazanır. Muhtaru´l Fetava´da da böyle denmektedir. Hindiyye.

İmam Muhammed bu hususta şöyle der: «Bu satış benim kalbimde dağlar ağırlığında bir yük gibi durmaktadır. Kötü bir satış aktidir. Riba ve faiz yeyicilerinin ortaya çıkardıkları bir akit türüdür. Çünkü Resulullah (s.a.v.): «Sizler, İyne satışı yapıp öküzün kuyruğuna yapışırsanız, zillete düşersiniz. Düşmanlarınız da size galip gelirler» buyurmuştur» Fetih´te ise «bu satış hakkında kerahat yoktur ama yine hoş bir şey değildir. Çünkü dinin teşvik ettiği karşılıksız borç verme hasletinden yüz çevirme söz konusudur» denmektedir.

«Bu mesele, kefalet babında metin olarak gelecektir ilh...» Bunu hatır-latmasının sebebi, bu tür satışların, bey´ çeşitlerinden biri olması dolayısıyladır. Bunun geniş açıklamasının caiz olup olmayanlarının kefalet babında geleceğine de işaret etmiş bulunmaktadır.

«Muvâzaalı satış, telcie satışı İlh...» Telcie demek, insanın arzusunun dışında bir şeye zorlanması demektir. Bu da, bir yetkiliden korkan kişi, başka birine «ben sana evimi satmış görüneyim. Hakikatte bir satış akti olmasın Aramızda sureten icra edeceğimiz bir tevlie, muvazaalı satış akti

olsun» demesi ve böyle olduğuna dair de şahitle pekiştirmesi ile meydana gelecek aktin hükümleri biraz sonra beyan edilecektir.

«Şakacıktan satış mesabesinde ilh...» Hezil kelimesi, ciddiyet dışı, hakikaten ne de mecazen bir mananın kast edilmemesi demektir. (Her ne kadar tam karşılığı, şakacıktan bir satış olmasa da biz bunu bu şekilde terceme etmeye çalıştık) Burada telcie satışının hükümleri; ciddiyet dışı hezil yoluyla yapılan akitlerin hükümlerine benzemektedir. Biraz önce de belirttiğimiz gibi hezil kelimesi Menar isimli eserde şöyle tarif edilir: «Kendisi ile ne hakiki manası, ne de mecazi manası kasdedilmeyen, ciddiyet dışı bir ifadedir. Ciddi olmanın tam tersidir. Çünkü ciddiyet, bir kelimeyi veya cümleyi hakiki veya mecazi manasını kullanarak ifade etmek demektir, Halbuki hezil sayılan bu ifade ile ne bir hüküm kastedil-mekte, ne de içteki rıza ve istek ortaya çıkarılmak istenmektedir. Ancak bir işe başlama ile ilgili rızaya ters düşmez ve ona yönelmeyi engellemez. Bu bakımdan satışta muhayyerlik şartı manasına gelmiş olur. Bunun gerçekleşmesinin şartı sarih bir ifade ile şart koşması halinde ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki; «ben sana bunu hezil yolu ile satıyorum. Gerçekte bir satış yoktur» şeklinde ifade etmesi ile ortaya çıkar. Ancak muteber olabilmesi için akit esnasında bunun zikredilmesi gerekir.

Muhayyerlik şartı ise, bunun hilafınadır. Hezil kelimesi telcieden daha geneldir. Çünkü hezilde yapacağı işe zorlanmamış olabilir. Daha önceden veya akte mukarin olması da mümkündür. Telciede ise. bir zaruret sonucu böyle bir akte baş vurmuş olmaktadır. Bunun da akte mukarin ve o anda doğan bir durum olmadığını fakihler beyan etmektedir. Ama zahir olan görüşe göre ıstılahte hezil ve telcie aynı anlamdadır. Nitekim Fahrü´l İslâm Bezdevi bu konuda «Telcie hezildir» denmektedir. Camiü´l Esrar´da (Menar üzerine yazılan Kâki´ye ait eserde de) aynı ifadeler yer olmaktadır.

Telcie, bir hüküm inşa eden akitlerde olduğu gibi, haber mesabesinde olan ikrar gibi bu hususlarda da bulunabirir. Itikatta da bulunur. İddet (dinden çıkma) buna örnektir. Birinci bölüm (yeniden hüküm inşa etme durumunda) olan akitlerde iki kısımdır:

1) Feshi mümkün olan akitler,

2) Feshi mümkün olmayan tasarruflar. Talak ve köle azad etme gibi. Bütün bunlar Menar şerhinde geniş bir şekilde açıkladık. Buradan maksat, fesh ihtimali olan bey´ gibi bir hüküm inşa etme ila ilgilidir. O da üç kısımdır. Hezil dediğimiz ciddiyet dışı tasarruf ifadesi, aktin aslında bedelin miktarında veya bedel olarak ödenen paranın cinsinde olabilir.

Menar´da bu konuda şöyle denir: «Satış aktinin aslında, akit yaparken hezil üzerine muvazaalı bir akit yaparlar. Bunun bu şekil üzerine bina edildiğinde tarafeyn ittifak ederse, satış akti fasit olur. Çünkü bunun doğuracağı hükümde her iki tarafın rızası mevcut olmamaktadır. Bu durum, ebedi muhayyerlik şartı ile yapılan bir satış aktine benzemektedir. Yani teslim ve tesellüm olsa da mülkiyet ifade etmez ama hezilden vazgeçtikleri konusunda ittifak ederlerse ki o´da akit yaptıktan sonra her iki tarafında «satış akti esnasında biz hezilden vazgeçip ciddiyeti kastettik» diyecek olurlarsa, satış akti sahih, hezil ifadesi ise batıldır. Satış akti yaparken bu hezil üzerine veya vazgeçme niyetlerinden birisi herhangi birisinin aklına gelmeksizin akit yaparak ittifak etseler veya muvazaalı bir akit olarak yapıldığında veya ondan vazgeçildiğinde ihtilaf etseler. Ebu Hanife´ye göre her iki halde de akit sahihtir. Sahibeynin görüşü, bunun hilafınadır. Ebu Hanife´ye göre icab ve kabul irade sahiplerinden sudur ettiğine göre ciddiyet yönünün daha galip olduğu anlaşılır. Çünkü ifade de asıl olan, bir mana ifade etmesidir. Buna göre de akit sahihtir.»

Sahibeyn ise muvazaalı durumu nazarı itibara almaktadır. Ancak buna zıt bir durum mevcut olduğu takdirde o zaman bundan vazgeçilebilir. Mesela: Akit inşa etme konusunda ittifak etseler, miktar üzerinde muvazaa da yapsalar yani miktarın bin Ura olmasında gizlice onlaşıp ancak bu miktarın iki bin lira olduğu şeklinde akit esnasında açığa vurarak bu miktarda muvazaa yapsalar iki ifadeden biri hezil olsa. Eğer daha sonra hezilden, muvazaadan vazgeçtikleri üzerinde ittifak ederlerse, hezil ibaresinin batıl olması sebebiyle bedel, ikibin lira olmuş olur. Ama muvazaa veya aktin bizatihi akit olmasını kasdedip etmedikleri konusunda hiçbir niyetleri olmadığı üzerinde ittifak veya ihtilaf edecek olurlarsa bu durumda hezil batıl, belirlemiş oldukları ikibin lira fiyat Ebu Hanife´ye göre sahih kabul edilir.

Sahibeyn, burada muvazaa ile amel etmenin gerektiği üzerinde ittifak etmişlerdir. Üzerinde ciddiyetle durmadıkları bin lira da batıl olmuş olur. Çünkü Ebu Hanife´ye göre ifade de «asıl olan ciddiyettir» sözü buna destek olmaktadır. Sahibeyne gör...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Şubat 2010, 21:53:15
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #39 : 17 Şubat 2010, 21:53:15 »

KİTABÜ-L KEFALE (KEFALET BÂBI)



METİN


Bu babın satış babı i!e ilgisi çoğu kez kefaletin satışta olmasından ve emir ve isteğine binaen kefil olma, sonuç itibariyle bir muavaza akti olmasından dolayıdır. Kefalet; Lügatta bir şeyi bir şeye eklemek demektir, Fıkıh ıstılahında ise. mutlak bir şekilde kefilin zimmetini. esas borçlu olan kişinin zimmetine eklemektir. Bu da mutlak ifadesiyle nefse kefalet, borca kefalet veya belirli bir mala kefalet (gasıbın elinde, gasbedilmiş olan malın iade edilmesine kefalet) gibi Nitekim ilerde bunların hükümleri gelecektir. Çünkü mutalebe (isteme) bunun hepsine şamildir. Nefse, mala ve ayn´a kefilde de durum aynıdır. Yalnız kefaleti kefilin zimmetini, asilin zimmetine borçta eklemektir» diye tarif edenler, kefaletin bir bölümünü ele olarak tarif yapmış olmaktadırlar ki o da mal konusundaki kefalettir. Bu da ihtilaf mahalli olmuştur. Bununla da Molla Hüsrev´in zikretmiş olduğu meselelerden istiğna edilmiş olmaktadır.

Kefaletin rüknü, icap ve kabuldür. Bunlar da ilerde beyan edeceğimiz kelime ve lafızlarla olmaktadır. İmam Ebu Yusuf´a göre kabul kefalette rükun değildir, Bunun şartı da kefalet konusu olan nefis veya malın kefil tarafından teslimine muktedir olunmasıdır. Dolayısıyla kısas ve hudutta kefalet sahih değildir. Borçta ise borcun sahih ve mevcut olması yani ölümü dolayısıyla sakıt olan bir borç olmaması şarttır. Müflis (iflas etmiş) olarak ölen kişinin borcu sakıt olacağından, bu konuda kefalet sahih değildir. Bu görüşte Ebu Hanife´ye göre olmaktadır. Yine borcun kefalet konusu olabilmesi için diğer bir şartta, bu borcun zayıf bir borç olmamasıdır. Nafaka ve mukalebe bedeli olan borç, bu kabildendir. Ancak nafaka borcu, henüz mahkeme tarafından kadın lehine hüküm verilmemesi halinde zayıf bir borçtur Dolayısıyla borç olmayanlarda kefaletinde sahih olmayacağı açık ve aşikardır. Nehir.

Kefalet aktinin gereği kefilin mutalebeyi üstlenmesidir. Borç konusunda kendisi de talep edilen bir kişi olmayı kabul etmesidir. Bu da esas sorumlu olan kişinin sorumluluğu nefiste veya malda ise (şahsa kefalet, mola kefalet olsa da) buna kefil olan kişinin aynı asil olan kişinin mutalebe sorumluluğunu üstlenmesidir. Kefalete ehil olan kişilerin. teberrua yetkili olan kişilerden olması da şarttır. Dolayısıyla deli olan, çocuk olan kişilerin ehli teberru olmadıklarından kefaletleri de sahih olmamaktadır. Ancak çocuk için velisi borç olacak olur ve ondan da bu borç alınan mola karşılık kefil olması istenirse, sahihtir. Bu da borcu ödemede bir izin mesabesindedir. Nehir. Yani bunun gereği, çocuk bu mal ile mutaleptir. Mal kendisinden bu kefalet gereği istenir. Eğer kefalet olmasa idi. bundan sorumlu olan velisi olacak idi. Nehir.

Hasta olan kişiden, ancak malının üçte biri miktarı kefil olmasına izin verilmiştir. Kölenin ticarette kendisine izin ve yetki verilse de kefil olamamakta. olduğu takdirde azad edildikten sonra ödeme ile mutalep olmaktadır. Ancak köleye mevlası izin verdiği takdirde caiz olur.

Mükatep olandan da kefalet sahih olmaz. Hatta mevlası kendisine izin verse de müddai ki (o da borç verendir. Kefil alan kişidir.) Müddaaaleyh borçludur. Kefil veren, borcuna kefil olunan kişidir. Ki buna asil adı da verilir. Kişi veya mala kefil olunduğu takdirde, kefalet olunan mekfulibihtir. Kendisinden bunların mutalebesi, ikinci derecede istenen kişi de kefildir. Bunun caiz olduğunun delili icmadır.

İZAH

«Kefaletin satış aktinde daha çok olması itibariyle ilh ..» Burada uygun olan, «çoğu kez kefalet, satış akitlerinden sonra olur» demesidir. Fetih´te ise şöyle denir; «Bey´ bahsinin akabinde kefaleti zikretmesi, kefaletin satış aktinden sonra çoğu kez vuku bulduğuna işaret etmek içindir. Çünkü satıcı, müşteriye çoğu kez güven duymayabilir. Onun için ona kefil olacak birini ister veya müşteri baie karşı güven duymaz. Malı teslim edeceğine dair ondan kefil isteyebilir. Bu da çoğu kez selem aktinde olmaktadır.»

«Emir ve isteğe binaen kefil olma, sonuç itibariyle muavaza aktidir ilh...» Bu da Feth´in ibaresidir. Kefaletin. özellikle sarf akti ile münasebeti vardır. O da kefalet sonuç itibariyle zimmette sabit olabilecek bedeller karşılığında bir muavaza akti olabilir. Bu da kendisine kefil olduğu kişiye ödediğini olmak üzere rucu ettiği zaman gerçekleşir. Sarf bahsinin kefalet bahsi üzerine takdim edilmesi. sarfın bey; bahsiyle ilgili ve hatta onun bir bölümü olmasından dolayıdır. Bunun içinde kefaletten önce zikredilmesi gerekir.

«Kefalet lügatta bir şeyi, diğer bir şeye eklemek manasınadır ilh...» Cenab-ı Hak. bu konuda «Hz. Meryem´i, Hz. Zekeriya kendi himayesine aldı ve onu kendi ailesine ekledi» şeklinde buyurması, kefaletin bu manaya geldiğine delalet etmektedir. Hazret-i Peygamber (s.a.v.) in parmaklarını

göstererek. «Yetime kefil olan ve ona bakan kişi Cennet´te bu parmağın bu parmağa yakın olduğu gibi bana yakın olacaktır» demesi yani yetimi kendi ailesine bir ferd olarak ekleyen kişi, onun sorumluluğunu üstlenen kişi demektir.

«Istılahta ise, kefilin zimmetinin eklenmesidir ilh...» Zimmet, kendisiyle ehliyet tamam olan insanda mevcut bir şer´i vasıf ve niteliktir. Bununla da lehine ve aleyhine bir takım haklar sabit olabilir. Fahru´l İslam Pezdevi, zimmeti şöyle der; «Sorumluluğu olan bir nefis ve ahd zattır şeklinde tefsir etmiştir. Ancak bu nefis ve zattan maksat ahittir. «Falanın zimmetindedir» sözü. nefsinde veya zatındadır demek olur ki bu da o ahdi üstlenen zat olması itibariyle ona izafe edilmiştir. Buna göre mesele mecazı murseldir. Hulul eden zikredilmiş mahalli kasdedilmiş olmaktadır. Tahrir.

«Şahsa kefalet, borca kefalet, ayn´a yani bir şeyin teslimine kefalet ilh...» Bazıları dördüncü bir kefalet şeklini de buna ekleyerek onun malın teslimi ile ilgili kefalet olduğunu söylemişlerdir. Bunun borçla ilgili kefalet zimminde olması da mümkündür.

Ben derim ki: Ödeme sorumluğu olmayan bizatihi malların teslimi de böyledir. Ki emanet buna bir örnektir. Bununla ilgili meseleler ilerde gelecektir.

«Gasbedilen mal gibi ilh...» Bizatihi kendisinin teslimi gerekenlerin tümü de bu kabildendir. Ayn´ını teslim etmek gereken bir malın helak olması halinde misli ise mislini. kıymete tabi bir mal ise kıymetini ödemesi gerekir. Nasıl ki beyi fasitte veya satın alma isteğine binaen götürüp de helak olan malda misli ile veya kıymeti ile ödemek gerekiyor ise. burada da durum aynıdır. Ayrıca; Mehir, hulu bedeli, kasten adam öldürmede kısas hakkına karşı yapılan sulhbedeli olanlar buna örnek teşkil etmektedir. Burada bizatihi ödenmesi gereken mal ´ile vasıtalı olarak başkası sebebiyle ödenmesi gereken maldan sakınmak için bu ifadeye yer ve-rilmiştir. Mesela; rehin verilen mal bizatihi ödemeyi gerektiren mal değil. ancak helak olması halinde karşılığında alınan borcun düşmesi ile bir ödeme yapılmış olması buna örnek teşkil eder veya hiç ödenmemesi gereken yani taaddi veya kasdi bir helak veya taksiri bulunmadan helak olan herhangi bir mal ödenmiyorsa buna gayrimadnum mal denir. Ki emanet olarak bırakılan mallar buna örnektir. Dolayısıyla bu gibi mallar ve (ayn) mal karşılığı kefalet sahih olmamaktadır.

«Çünkü isteme (mutalebe) hepsine şamildir ilh.. » Yani yukarda zikri gecen (nefse) şahsa kefalet, borca kefalet veya bizatihi iadesi gereken ayn´a kefalet gibi hususlara şamildir Bu ifade metinde yer olan «mutlak» ifadesinin tefsiri mahiyetindedir. Daha sonra gelecek olan »bununla da diğerlerinden istisna edilmiştir» sözüne bir mukaddime mesabesinde olduğu için zikredilmektedir

«Kefili esas borçluya, borç konusunda da eklemek şeklinde tarif edenler ilh...» Şurası bir gerçektir ki kefaletin tarifinde bir hayli değişik görüşlere yer verilmiştir. Bir kavle göre yalnız istek yani mutalebede birini diğerine eklemek şeklinde tarif edenler olmuştur. Nitekim Musannıl ve Muteber metin sahipleri de bu görüşü benimsemişlerdir. Diğer bir kavle göre ise. «borçlu olma konusunda da kefil esas borçlu olana eklenmiş her ikisi de borçlu sayılmıştır» şeklinde de tarif edilmiştir. Buna göre bu kefalet gereği, kefilin zimmetinde de borç sabit olmuş olmaktadır. Ancak olacaklı olan kişi, esas borçlu olanla bu kefil olandan herhangi birisinden borcunu olmakla iktifa edebilir. Her ikisinden de alması mümkün olmaz. Mebsut´ta bu iki görüşte biri tercih edilmemiştir. Ancak Hidaye ve diğer muteber kitaplarda birinci görüşün, daha kuvvetli ve sahih olduğuna yer verilmiştir. Bunun gerekçesi de Hidaye´de belirtildiği gibi kefaletin mal karşılığı sahih olduğudur.

Şahsa kefalet de sahihtir. Halbuki şahsa kefalette bir borç söz konusu değildir. Bunun içinde yalnız borca inhisar ettirilip borçta kefilin zimmetini, diğer borçlunun zimmetine ekleyerek, kefilinde borçlu kabul edilmesi pek uygun düşmemektedir. Yine borç karşılığı kefalet sahih olduğu gibi, bizatihi ödenmesi gereken mallar Karşılığında da kefalet sahih olmaktadır, Buna göre bir borç. iki borç halinde ortaya çıkmaktadır. Bu görüşte tartışılabilir. Çünkü borç konusunda zimmeti. zimmete eklemek şeklinde tarif edenler. bu tariflerinden kefaletin bir bölümünü tarif etmiş olmaktadırlar ki o da mal karşılığı kefalettir. Ama bizatihi ayın karşılığı veya şahsa kefalet konuları borcu ihtiva etmediğinden yalnız mutalebe-de birinin, diğerine eklemesi ittifakla kabul edilmiştir. Bunlarda mahiyet itibariyle borçtan farklı olmaları sebebiyle yukarda yapılan tarif için de bunu birleştirmek ve o tariften bu manayı çıkarmakta mümkün olmamaktadır, Bunun için de mal karşılığı kefaleti tek başına zikretmiş olmaktadır. Çünkü ihtilaf mahalli olan o husustur. Netice olarak kefaleti mutalebede (istemede) zimmeti zimmete eklemek şeklinde yapılan tarif her üç bölümüne de şamil olması nedeniyle daha da genel kabul edilir.

«Zimmeti borçta diğer bir borçlunun zimmetine eklemek şeklinde yapılan...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 5 6 7 [8] 9 10   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes