๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis te Metin Tenkidi Metodları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 15 Haziran 2011, 20:21:11



Konu Başlığı: Sünnetin Kurana arzı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 15 Haziran 2011, 20:21:11
I. Sünnetin Kur'an'a Arzı



Muhaddislerin hadis tenkidinde başvurdukları ölçülerden biri me­tin tenkididir. Metnin incelenmesi sonucunda, aralarını cem etmek müm­kün olmayacak şekilde Allah'ın kitabına muhalif olduğu veya önceki hükmün nesh olunduğuna karar vermek için, hangisinin sonra olduğunu bilmek mümkün olmadığı ortaya çıkarsa, hadis reddedilerek zayıf veya uydurma olduğu kanaatine varılır.

Muhaddisler bu kaide ile ilgili Resûlullah'tan (s.a.) bir hadis de zikretmişlerdir. Buna göre Hz. Peygamber;

"Size benden bir hadis riva­yet edildiğinde Kur'an'a arz ediniz; ona muvafık ise kabul ediniz, muhalifse reddediniz" [275] buyurmuştur.

Hattabî (ö. 388/998), zındıkların uydurduğunu söyleyerek "Bana Kitap ve onunla birlikte bir benzeri verildi" [276] hadisi ile bu rivayeti red­detmektedir. Şevkanî (ö. 1250/1834) ise, bizzat bu hadisin kendisinde söz konusu görüşün reddedilmesine delalet eden karineler bulunmak­tadır. Zira biz onu Allah'ın kitabına arzettiğimizde onunla çeliştiğini gör­mekteyiz. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de "Resul size neyi verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse ondan sakının" [277] buyurulmuştur, demektedir [278].

Muhtemelen muhaddisler hadisi Kur'an'a arzetmeyi, hadislerle ge­len bilgilerin Kur'an'da bulunmaması halinde reddedileceği şeklinde anlamışlardır. Halbuki söz konusu hadisten bu anlaşılmamakta; hadis, Kur'­an'a uygun olan rivayeti kabul etmeyi, muhalif olanı ise reddetmeyi ifa­de etmektedir. Dolayısıyla Kur'an'a muhalif, onunla tenakuz halinde ve­ya anlamı çelişkili olan bir hadisi kabul etmek ve sahih olduğuna hük­metmek mümkün değildir. Bu ölçü, uydurma olduğuna hükmedilen bir hadisin sahih kabul edilmesi mânasına gelmeyip; böyle bir hadisin isnadı ister sahih, ister zayıf olsun muhtevasının Kur'an'a uygun olduğu anlamına gelmektedir, demektir.

Tabiî olan Resûlullah'ın (s.a.) hadislerinin Kur'an'a muhalif değil, uygun olmasıdır. Nitekim Allah (c.c):

"Eğer (Peygamber) bize atfen ba­zı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık, sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık). Hiçbiriniz buna mani de olamazdınız" [279] buyurmaktadır. Zira sahih sünnet ve Kur'an aynı kaynak­tan gelmekte olup her ikisi de Allah katındandır. Allah katından olan bil­gilerde ise çelişki ve tenakuz söz konusu olamaz.

Sünnetin, Kur'an'ı insanlara açıklamak gibi son derece önemli bir konumu vardır. Nitekim sünnet, Kur'an'ın umumî lafızlarını tahsis, mut­lak ifadelerini takyid, mücmellerini tefsir etmekte, çoğunluğa göre onu neshedebilmekte ve Kur'an'da bulunmayan konularda müstakil hüküm­ler koymaktadır. Sünnetin konumuyla ilgili muhaddislerin bakış açısı bu şekildedir. Muhaddisler, hadis metnini Kur'an'a arzetti ki erinde ona mu­vafık olanı sahih sünnet olarak kabul etmişler; arz neticesinde muhalefet söz konusu fakat birini tamim, diğerini tahsis eden veya birini mutlak di­ğerini takyit eden şeklinde yorumlamak suretiyle aralarını cem etmek ya da birinin diğerinden önce olduğunu tespit etmek suretiyle neshe hük­metmek mümkünse hadisi kabul, bu şartları taşımıyorsa reddetmişlerdir.

Şu halde muhaddisler Kur'an'ın âmmını sahih sünnetle tahsisini, mutlakının takyidini veya neshedilebileceğini inkâr etmemektedirler. Mu­haddislerin sünnetin Kur'an yanındaki konumu hususunda görüşleri bu olunca; bunun dışında kalan, Kur'an'la çelişen hadislerle ilgili tutumları, onların zayıf ve merdud olduklarına hükmetme tarzındadır.

Yukarıda zikrettiğimiz ölçüler, muhaddislerin ilk olarak ortaya koydukları kaideler değildir. Bu ölçüleri onlardan önce sahabe hadis tenkidinde tatbik etmiştir. Nitekim bu husustaki örnekleri önceki sayfalarda zikretmiş bulunuyoruz.

Şu halde muhaddisler, Allah'ın kitabında övdüğü, O'nun şeriatini ve Resulünün sünnetini söz ve fiili olarak bize nakleden, ayrıca sünneti kabul veya red, sahih veya zayıf olduğuna hükmetme hususunda metot ortaya koyan selefi salihini örnek almışlardır.

Bu, bize göre hadis kitaplarını onlara karışan zayıf ve mevzu ha­dislerden veya sıhhat ve kabulünü engelleyen hata ve vehimlerden temiz­leyecek doğru bir metottur.

Aşağıda muhaddislerin bu ölçüyü esas olarak reddettikleri hadis­lere bazı misaller sunacağız:

a. Bunlardan biri, yukarıda "Size benden bir hadis rivayet edildi­ğinde Kur'an'a arz ediniz; ona muvafık ise kabul, muhalifse reddediniz" anlamında rivayet edilen hadistir.

Bu rivayet hakkında Şevkanî şöyle demektedir:

"Bizzat hadisin kendisinde reddedilmesine delalet eden karineler bulunmaktadır; zira söz konusu hadis, Allah'ın kitabına arz edildiğinde onunla çeliştiği ortaya çıkmaktadır. Nitekim Allah, Kur'an'da "Resul size neyi verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse ondan sakının" [280] buyurmaktadır.

Biz Şevkanî'nin bu hadisle ilgili görüşüne katılmamakta, onun mezkur ayete muhalif olmadığı kanatini taşımaktayız. Ancak bu, onun açıklamalarından muhaddislerin hadisi Kur'an'a arzetmeyi, ona muhalif olan rivayetlerin kendisiyle reddedileceği bir ölçü kabul ettikleri tarzında bir sonuç çıkarmamıza mani değildir.

b. Hz. Âişe'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.):

"Annem Âmine'nin kabrine gittim ve Allah'tan onu diriltmesi için dua ettim; Al­lah diriltti, o da bana iman etti, daha sonra Allah onu tekrar öldürdü" [281] buyurmuştur.

Bu rivayetle ilgili olarak İbnü'l-Cevzî şu açıklamayı yapmaktadır:

"Bu hadisin uydurma olduğunda şüphe yoktur. Bunu uyduran anlayışı kıt cahil biridir. Zira onda azıcık bir ilim olsaydı, kafir olarak ölen kim­senin tekrar dünyaya döndükten sonra iman etmesinin ona fayda sağlamayacağını, hatta ölüm anındaki imanın bile fayda vermeyeceğini bilirdi. Bu hadisin reddi için "...sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de geçersiz sayılmış­tır" [282] âyeti yeterlidir [283].

c. Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

"Zina yoluyla doğan kişi, babası ve çocuğu cennete giremez" [284].

İbnü'l-Cevzî bu rivayet hakkında ise şöyle demektedir:

"... Sonra zina yoluyla doğan çocuğun ne günahı vardır ki cennete girmesine engel olsun?” Bu hadisler başta, "Hiçbir kimse başkasının suçunu yüklene­mez" [285] ayeti olmak üzere temel dini esaslara aykırıdır" [286].

d. "Dünyanın ömrünün yedi bin yıl olduğu ve bizim de yedinci bin yılda bulunduğumuz" tarzındaki rivayet.

Bu rivayetle ilgili İbn Kayyım şu açıklamayı yapmaktadır:

"Bu, apaçık bir yalandır. Zira şayet bu rivayet sahih olsaydı bugün yaşayan herkes kıyametin kopmasına iki yüz elli bir sene kaldığını bilirdi. Halbuki Allah:

"Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O, göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır" [287], Bir başka ayette ise: "Kıyamet vakti hak­kındaki bilgi ancak Allah'ın katındadır" [288] buyurulmaktadır.

e. Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:

Resû­lullah elimi tuttu ve şöyle söyledi:

"Allah, toprağı cumartesi günü, dağları pazar günü, ağaçları pazartesi günü, kötülüğü salı günü, nuru çarşamba günü yarattı, yeryüzüne hayvanları perşembe günü yaydı, Adem'i cuma günü ikindi ile akşam arası son saatte yarattı" [289].

Hadisle ilgili İbn Kayyım şu açıklamayı yapmaktadır:

"Bu hadisin Hz. Peygamber'e nispet edilmesi apaçık bir hatadır. Çünkü bu söz Ka'bû'1-Ahbar'a aittir. Hadis ehlinin imamı Buhârî de et-Târihu'l-kebîr isimli eserinde [290] Allah yeri, gökleri ve bu ikisi arasındakileri altı günde yarattığını haber vermesine rağmen, bu hadiste yaratma müddetinin yedi gün olduğu belirtilmektedir [291]. Oysa Cenâb-ı Hak:

"Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almazmısınız?" [292] ayet-i kerimesinde yeri, gökleri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattığını haber vermektedir.

f. Hızır'ın yaşadığı ve her yıl İlyas ile karşılaştığına dair rivayet [293].

İbnü'l-Cevzî bu rivayetle ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır:

"Hızır'n şu anda hayatta olmadığına Kur'an, sünnet, muhakkik âlimlerin icmaı ve akıl olmak üzere dört delil şahitlik etmektedir. Kur'an'dan delil "Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik..." [294] Ayetidir ki, buna göre eğer Hızır yaşamış olsaydı ebedî olması gerekirdi [295].

g.  "Bağışlanmış kimse ile yemek yiyen de bağışlanır" anlamındaki rivayet.

İbn Kesîr'e göre bazı âlimler "Allah, inkar edenlere, Nuh'un hanı­mı ile Lut'un hanımını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiç­bir şeyi onlardan savamadı. Onlara:

“Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi" [296] ayetini, pek çok kimse tarafından nakledilen "bağışlanmış kimse ile yemek yiyen de bağışlanır" hadisinin zayıf olduğuna delil getirmişlerdir. Bu rivayetin aslı yoktur. Salihlerden biri, Peygamber'i rü­yasında gördüğünü ve "Ya Resûlallah, bağışlanmış ile yemek yiyen kimse de bağışlanır buyurdun mu?" diye sorduğunu, Hz. Peygamberin, bu­nu söylemedim, ama şu anda söylüyorum, şeklinde cevap verdiğini anlat­mıştır [297].

İbn Kesîr'in, bazı âlimlerin ayeti mezkur rivayetin çelişkili olma­sında delil olarak kullanmalarını açıklaması, bu ölçüyü ve âlimlerin onu kullandıklarını teyit etmektedir. İbn Kesîr'in söz konusu âlimlerin görü­şüne katılıp katılmadığı ise açık değildir.

h. "Ashabıma küfretmek bağışlanmayan bir günahtır" rivayeti.

Bu rivayetle ilgili olarak İbn Teymiyye şu açıklamayı yapmıştır:

Bu, Hz. Peygamber'e nisbet edilen bir yalandır. Zira Allah Teâlâ:

"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar"[298] buyurmaktadır [299].

ı. "Vatan sevgisi imandandır" rivayeti.

Sehavî bu rivayetiyle ilgili olarak, "anlamı doğru olmakla birlikte, hadis kaynaklarında bulamadım" demiştir. Menufî ise şöyle demektedir:

"Sehavî'nin anlamı doğrudur şeklindeki açıklaması gariptir. Çünkü iman ile vatan sevgisi arasında herhangi bir ilişki yoktur. Allah'ın:

"Eğer on­lara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı..." [300] sözü de bu görüşü desteklemektedir. Zira ayette geçen kelimesindeki zamir müna­fıklarla ilgilidir ve ayet onların imanları olmamakla birlikte vatanlarını sevdiklerine işaret etmektedir [301].

i. "Garipler peygamberlerin varisleridir; Allah, ancak kendi kavmi içinde garip olan kimseyi peygamber olarak göndermiştir" rivayeti.

Bu rivayetle ilgili olarak Ali el-Karî şöyle demektedir:

Bu rivayet Enes'ten merfu olarak rivayet edilmektedir. Ancak, o batıldır, uydurma­dır. Allah'ın kitabındaki

"... Nuh'u kendi kavmine gönderdik" [302],

"Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u gönderdik "[303],

"Semûd kavmine de kar­deşleri Salih'i gönderdik" [304] ve

"...eğer kabilen olmasa, seni mutlaka taşlayarak öldürürüz..." [305] ayetleri bu rivayeti reddetmektedir.

Hz. Musa, İsa, İsrail oğullarına gönderilen diğer peygamberler ve bizim Peygamberimiz de garip değillerdi. Sadece Peygamberimiz, hicret­ten sonra bir süre gariplik vasfını taşımıştır [306]. Burada Ali el-Karî'nin, bu rivayeti kendi tespitine göre Kur'an ayetlerine ve onların hükmüne aykırı bulduğu için reddettiği anlaşılmaktadır.

k. "Bütün peygamberlere nebilik kırk yaşından sonra verilmiştir" rivayeti.

İbnü'I-Cevzî bu rivayetin mevzu olduğunu söylerken, Zerkeşî ese­rinde ona yer vermiş, Suyûtî ise ondan hiç bahsetmemiştir.

Ali el-Karî, bu rivayeti Allah'ın Hz. Yahya hakkındaki "... henüz sabi iken ona ilim ve hikmet verdik" [307] ve Hz. Yusuf hakkındaki "Yu­suf'a: Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin diye vahyettik" [308] ayetlerine aykırı buldu­ğunu söylemektedir [309].

l. "Cömert fasık da olsa Allah'ın dostu, cimri tamamıyla ahirete yönelmiş de olsa Allah'ın düşmanıdır" rivayeti!

Ali el-Karî bu rivayetle ilgili olarak şöyle demiştir:

Aslı yoktur. Ri­vayetin birinci kısmı, Allah'ın

"... Allah tevbe edenleri sever..." [310],

"... Şüphesiz o, kafirleri sevmez" [311] ve

"... Allah zalimleri sevmez..." [312] an­lamındaki ayetlerine aykırı olması sebebiyle uydurmadır. Zira fasık ya za­lim veya kafirdir [313].

m. "İman, sabit dağlar gibi kalbe yerleşmiştir, artması ve eksilme­sinden bahsetmek küfürdür" rivayeti.

Elbânî senedini tenkit ettikten sonra bu rivayetle ilgili şu açıklamayı yapmaktadır:

Bu rivayet "imanlarını bir kat daha artırsınlar..." [314] gibi imanın artacağını ifade eden birçok ayete aykırıdır. Bazıları rivayetin ifade ettiği görüşü benimsemiş olsalar da, bu nevi hadislerin uydurma olduğu­na delil olarak sadece bu ayet yeterlidir [315].

Bunlar, muhaddislerin metinleri göz önünde bulundurarak hadis tenkidi yaptıklarını ve hadisi Kur'an'a arzetme ölçüsünü kullandıklarını ortaya koyan örneklerden bazılarıdır. Aşağıda, çeliştiği iddia edilen ayet ve rivayetlerin arasını cem etmenin mümkün olup olmadığını görmek amacıyla söz konusu misalleri tekrar tetkik edeceğiz. Cemetme imkam bulduğumuz zaman rivayete uydurma hükmünü vermek zorunda olma­dığımıza dikkat çekmeliyiz.

Birinci olarak "sünnetin Kur'an'a arz edilmesi" hadisini ele alalım. Bu hadisin ayete muhalif olamayacağını ve aralarını cem etmenin ko­laylıkla mümkün olduğunu daha önce söylemiştik. Bu rivayetten, misal­lerde gösterdiğimiz gibi, telifi mümkün olmayacak şekilde Kur'an'a ay­kırı ve onunla çelişkili olan haberlerin reddedileceği anlaşılmakta; ayrıca hakkında Kur'an ayeti bulunmayan, sadece sünnetle sabit olan bir hük­mün reddedilmesi anlaşılmamaktadır [316].

Resûlullah'ın annesinin diriltilmesi hadisine gelince, İbnü'I-Cevzî bu rivayeti ayetin genel anlamı içine dahil ederek onun kafir olduğu ve bu sebeple de cennete giremeyeceği kanaatine varmıştır. Halbuki gerçek böyle değildir. Çünkü Hz. Peygamber'in annesi fetret ehlindendir. Fetret ehlinin cennete girip girmeyeceği hususunda ise âlimler ihtilaf e tmişlerdir. Nitekim âlimlerin bir kısmı onlara gerçek din ulaşmaması sebebiyle fetret ehlinin cehennem azabından kurtulacağı görüşündedirler. Bu görüş sahipleri "biz peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek deği­liz" [317] ayeti ile, Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği "... fetret döneminde ölen kimseye gelince o, Rabbim, bana herhangi bir peygamber gelmedi der. Allah onlardan kendisine itaat edeceklerine dair kesin söz alır ve ateşe girmelerini emreder. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki şayet bu kimseler ateşe girecek olsalar ateş onlara soğuk ve selamet olur" [318] hadisini delil olarak getirirler.

Ehl-i fetret hakkında âlimlerden bir kısmı da herhangi bir hüküm vermemeyi (tevakkuf) benimsemişlerdir. Onlar hakkında kafir olduğunu söyleyen ise olmamıştır. Zira onların kafir olduğunu söyleyebilmek için kendilerine gerçek dinin ulaşmış ve onların da iman etmemiş olmaları gerekmektedir. Kendilerine din ulaşmadıkça onların ne mümin, ne de ka­fir oldukları söylenebilir. Sadece ehl-i fetret olarak kabul edilirler. Nite­kim İbn Hazm ve diğer bazı âlimler, ehl-i fetret'e din ulaşmadıkça mü­kellef olmayacakları görüşünü benimsemişlerdir. Bu konuda İbn Hazm şöyle demektedir:

"Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, kişiye din ulaşma­dıkça sorumlu olmadığı doğrudur. Zira hiçbir kimse gücünün dışında bir şeyle sorumlu olamaz. Kendisine din ulaşmadıkça herhangi bir kimsenin de gayb bilgisine sahib olup şeriatı bilmesi ise gücünün üstündedir. Şu halde kendisine din ulaşmayan kimsenin sorumlu olmadığı kesin olarak anlaşılmıştır" [319].

Bu duruma göre ehl-i fetret hakkında mezkur ayet ile hadis ara­sında herhangi bir çelişki yoktur. Ancak bu, hadisin sahih olmadığı ve ha­diste zayıflığın bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Zira hadisin isnadı zayıf, ayrıca metni de bilinen gerçeklere aykırıdır. Nitekim Mekke kafir­leri peygamberliğine delil olması ve iman etmeleri için Resûlullah'tan yerden su çıkarması veya gökyüzünden bir parça yere indirmesi gibi mu­cize talep etmişlerdir. Hz. Peygamber onların bu isteklerini yerine getir­memiş, Allah'ın buyurduğu üzere kendisinin Peygamber olmakla birlikte bir beşer olduğunu [320] ifade etmiştir.

Kendisine iman etmesi için annesinin diriltildiği iddiasına gelince, şayet böyle bir mucize olsaydı onu bir kişi değil, birçok kimse rivayet ederdi. Hatta Allah'ın izniyle İsa'nın (a.s.) ölüleri diriltmesi olayında ol­duğu gibi Allah, Resulünü teyidine ve kudretinin yüceliğine delalet etme­si için bunu Kur'an'da zikrederdi. Belki böylece Mekicliler de müslüman olurdu. Bütün bunlar bu rivayetin uydurma olduğuna delalet et­mektedir. Özellikle Resûlullah'ın annesinin fetret ehlinden olması sebe­biyle kurtulanlar arasında bulunacağını söylediğimiz zaman, bu rivayeti kabul ve tasdik etmek mümkün olmaz. Çünkü bu durumda Resûlullah'a iman etmesi için tekrar hayata döndürül meşine gerek kalmamaktadır.

Ancak konuyla ilgili olarak Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği ha­diste anlaşılmayan bazı noktalar bulunmakladır. Şöyle ki:

Hadiste fetret ehlinin cennete gireceği ifade edilmemiş, sadece ateşe girmelerinin emre­dileceği ve girdikleri taktirde onlara soğuk ve serin olacağı zikredilmiştir. Şu halde bu ifade ile onların ne cennete, ne de cehenneme girmeyecek­leri mi kastedilmektedir? Zira cennet mümin muttakiler içindir; fetret ehli de iman etmiş değildir. Cehennem ise, dini yalanlayan kafirler içindir; halbuki onlar kafir de değildir. Burada kesin olan, onların cehenneme girmeyeceğidir. Belki de onlar, Allah'ın rahmetiyle cennete girecekler­dir.

"Zina çocuğu cennete girmez" rivayeti ile "Hiçbir suçlu başkası­nın suçunu yüklenmez" [321] ayetinin çelişmesi hususuna gelince, bunların arasını cemetmek güçtür. Zira ayet umumî bir prensip de dinî bir kaide vazetmektedir. Bu itibarla da nesh ve tashihten bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla rivayet bu prensip ve kaide ne çelişmektedir. Ayrıca, Kur'an'da insanın kendi nefsinden sorumlu olduğuna, başka bir kimsenin günahının sorumluluğunu taşımayacağına dair birçok ayet mevcuttur. Nitekim "Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir" [322],

"Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir" [323],

"Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir" [324] ve benzeri ayetlerde Allah, bu kaideyi vurgulamakta, sünnet de bunu teyit etmektedir. Bu konuda Ebu Davud'un Ebu Remse ve oğlundan nakline göre Resûlullah:

"Sen onun aleyhine (hanesine yazılacak) o da senin aleyhine (hanene yazılacak) suç işlemezsiniz" [325], Nesâî'nin rivayetine göre ise:

"Kişi babasının veya kardeşinin suçundan hesaba çekilmez" [326] buyurmuştur.

Zina çocuğu ile ilgili rivayet, sadece bir veya iki ayete aykırı değil, birçok ayet ve hadisin desteklediği dinî bir kaideye aykırıdır. Bu kaidenin istisnası da olmaz. Zira bu zulümdür. "Rabbin hiç kimseye zulmet­mez" [327] ayetiyle zatını zulümden tenzih eden Allah'ın dininde ise, zulüm söz konusu olamaz.

Bu rivayet, insanın -doğmadan önce- hiçbir günah işlemediği halde cennete giremeyeceğini ifade etmektedir. Bunun sebebi sadece ve sadece kendisinin işlemediği ve hiçbir dahlinin bulunmadığı bir günahtır. Burada o tamamıyla bir kurban durumundadır. Böyle bir rivayetin uydurma ol­duğuna hükmetmekte ve onu iftira edenin yüzüne çarpmakta hiçbir müslüman tereddüt etmez. İbnü'l-Cevzi'nin yaptığı da budur.

Dünyanın ömrünü tayin eden ve bunun da yedi bin sene olduğunu ifade eden rivayet ile, kıyametin ne zaman kopacağı bilgisinin Allah'a ait olduğuna delalet eden ayetler arasındaki çelişkiyi, umum-husus, nesh, ri­vayeti bir konuya, ayeti ise başka bir hususa hamletmek gibi metotlarla gidermek mümkün değildir. Zira burada bir değil, birçok yönden çelişki bulunmaktadır.

Böyle bir durumda, isnadı ne kadar sahih olursa olsun, rivayeti red­detmekten başka bir çıkış yolu yoktur. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm ümmetin tevatür yoluyla nakledip aslına uygun olarak geldiğinde icma ettiği Al­lah'ın kelamıdır. Dolayısıyla, onunla çelişen ve tenakuz halinde olan her­hangi bir rivayeti kabul etmek mümkün değildir.

Muhaddislerin "isnadı sahih olan her hadisin metni sahih değil­dir" şeklindeki kaideleri de buna delalet etmektedir. Zira, bazan isnad sahih olduğu halde metin şaz olabilir. Bu konuda İbn Kayyım şöyle de­mektedir: "İsnadın sahihliği, hadisin sahih olması için gerekli şartlardan biri olmakla beraber, sahihlik için lek şart değildir. Zira hadis, ancak se­nedin sahih olması, illet, şaz ve münkerliğin bulunmaması, ravisinin sika ravilere muhalefet etmemesi veya onlardan farklı rivayette bulunmaması şartlarının tamamını taşıyorsa sahih olur [328].

Dünyanın yedi günde yaratıldığına dair Müslim'de yer alan Ebu Hureyre hadisine gelince, İbn Kayyim onun Kur'an'la çeliştiğini ortaya koymaktadır. Muhtemelen bu rivayetteki hata Ka'bu'l-ahbar'ın sözü ol­duğu halde Resûlullah'a nisbet edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu, İbn Kayyim'in ele araştırma neticesinde vardığı bir görüş olup onu Buhâri’nin söz konusu rivayeti Ka'bu'l-ahbar'a nisbet etmesiyle desteklemiştir.

İbn Kayyim'in "Resûlullah'a nisbetinde hata vardır" şeklindeki ifadesinde son derece ihtiyatlı ve saygılı üslup görülmektedir. Onun bu üslûbu söz konusu rivayetin Müslim'de yer almasından kaynaklanmak­tadır. Çünkü Sahîhayn'den birinde yer afan bir hadisi uydurma olarak tavsif etmeyip onda yanılma ve vehmin bulunduğunu ifade etmek, hadisçilerin genellikle takip ettikleri bir usuldür.

Burada söz konusu hadisin metninin, Buhârî'deki rivayete muhalif olduğuna da işaret etmeliyiz. Nitekim Buhârî'de hadis şu şekilde yer al­mıştır:

Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:

Resûlullah elimi tuttu ve şöyle buyurdu:

"Allah toprağı cumartesi günü yarat­tı... Bu rivayet, Ebu Hureyre'nin hadisi bizzat Resûlullah'tan işittiğini teyit etmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber Ebu Hureyre'nin elini tutmuş daha sonra hadisi söylemiştir.

Bu rivayeti birçok âlim tenkit etmiştir. İbn Kesîr bununla ilgili şöy­le demiştir:

"Bu hadiste aşırı garabet vardır. Hadiste dünya ve içindekile­rin yedi günde yaratılmasının bulunup, göklerin yaratılmsının bulunma­ması bunlardan biridir. Bu durum Kur'an'a muhaliftir, çünkü Kur'an'a göre dört günde dünya, ardından iki gün içinde de gökler yaratılmış­tır" [329]. Hadisin, sadece yaradılmanın kaç günde olduğu husunda değil, yaratılışın türü, yeryüzünün yedi günde yaratıldığı ve göklerin yaratılma­sından hiç bahsedilmemesi noktalarında da ayetlere muhalif olması söz konusudur. Bütün bunlar, ister Ka'bü’l-ahbar'a, ister ravilerden herhan­gi birine nisbet edilsin, hadisin zayıf olduğunu ve Hz. Peygamberin sözü olamayacağını teyit etmektedir.

Bu hadisin Müslim'in Sahih’inde bulunması, İmam Müslim'in, eserini telif ederken söz konusu ölçüyü kullanmadığı anlamına gelme­mektedir. Burada olsa olsa Müslim'in mezkur ölçüyü bizzat bu hadisin tenkidinde kullanmadığı söylenebilir. Ancak Müslim de bu hadisle ilgili olarak içtihat etmiştir. Her müetehid gibi o da hala edip yanılabilir. Bu "eşer olmanın gereğidir. "Allah kendi kitabının dışındaki eserlerin mü­kemmel olmasını istememiştir" diyen kimse ne güzel söylemiştir. Dolaysıyla, Allah'ın kitabı dışında her müellifin eserlerinde hata ve yanılması mümkündür. Her halükârda İmam Müslim de bir müetehiddir ve içtihadının karşılığını alacaktır. Hata yapıp yanılması ise onun veya kitabının de­ğerini eksiltmez. Allah İslâm'ı ve müslümanları hayırla mükafaatlandırsın.

"Bağışlanan kimse ile yemek yiyen..." rivayete gelince bununla aksini ifade eden ayetlerin arasını telif etmek de mümkün değildir. Zira birçok peygamberle beraber babası, çocuğu veya kafir ve münafıklardan birçok kişi yemek yemiş fakat bu, onlara hiçbir fayda sağlamamıştır. Hat­ta, Resûlullah'ın kafir ve münafıkların bağışlanmaları için Allah'a dua et­mesi bile onlara fayda sağlamamıştır. Pcygamber'in istiğfarda bulunma­sının, onunla birlikte sadece yemek yemekten daha önemli olduğunda ise hiç şüphe yoktur.

Ayrıca hadislerin sahih olduğunu tespitte rüyanın hiçbir fonksiyo­nu yoktur. Rüya yoluyla hadisin sahih olduğunun tespit edilebileceği farzedilse bile, bizzat söz konusu rivayet Hz. Peygamber'in o hadisi söylemediğine delalet etmektedir ki, bu da, onun uydurma olduğuna hük­metmek için yeterlidir.

Yukarıda verilen örneklerden biri de "Ashabıma küfretmek bağış­lanmayacak bir günahtır" rivayetidir. Bununla şirk dışında bütün günah­ların bağışlanacağını ifade eden ayet arasındaki ihtilafı cem etmek de mümkün değildir. Zira sahabeye küfretmek, büyük günah olmakla bir­likte, şirk koşmanın altında bir günah olduğunda da şüphe yoktur.

"Vatan sevgisi imandandır" rivayeti de gerek söz konusu etliğimiz ayet ve gerekse aynı anlamdaki diğer ayetlerle çelişmektedir. Nitekim yu­karıda bu rivayetle çeliştiğini söylediğimiz ayette söz konusu edilen şa­hısların vatanlarını sevmemeleri onları mümin değil kafir kılmıştır. Hz. Peygamber de kendi memleketi olan Mekke'yi Allah'a imanın gereği ve halkının kafir olması sebebiyle terkedip Medine'ye hicret etmiştir. Netice itibariyle, vatanı sevmek imandan olsaydı, müminle kafir arasında bir fark olmazdı. Çünkü mümin olmadıkları kesin olmasına rağmen, kafirler de vatanlarını sevmektedirler.

Gariplerle ilgili rivayete gelince, bununla çeliştiği ayet arasındaki ihtilafı, gurbeti soy ve sopta değil de fikir ve inançta gariplik anlamında yorumlamak suretiyle gidermek mümkündür.

"Bütün peygamberlere nebilik kırk yaşından sonra verilmiştir" ri­vayeti ile Allah'ın Hz. Yusuf ve Hz. Yahya'ya çocuk iken vahyettiğini ifade eden ayetler arasındaki ihtilafı gidermek mümkün değildir.

"Cömert fasık da olsa Allah'ın dostudur" rivayeti, zarurat-ı diniyye olarak ifade edilen bilgilerle çeliştiği gibi, yerinde zikrettiğimiz ayetede açıkça aykırıdır. Çünkü Allah sevgisine mazhar olmak, müslümanlardan bile çok azının elde edebildiği yüce mertebelerden biri iken, bu vasfı fasık bir kimseye nasıl verebiliriz?

İmanın kalpte sabit olduğu ve onun artıp eksildiğini söylemenin küfür sayılacağına dair rivayetine gelince, konuyla ilgili ayet imanın arta­cağını açıkça ifade etmektedir. Dolayısıyla senedi isnadların en sahihinden (esahhu'I-esanid) olsa bile, böylesi bir hadisin ayete muaraza etmesi mümkün değildir. Bu konuda muhaddislerin "senedi sahih olan her ha­disin metninin de sahih olamayacağı" şeklinde ifade etlikleri kaideyi ile­ride daha detaylı bir şekilde tetkik edeceğiz.

Yukarıda verilen örneklerden, âlimlerin, Kut'an nassı ile bir hadisin arasını cem etme noktasında azami gayret göstermedikçe, herhangi bir hadisin Kur'an'a muhalefetinden dolayı reddine hükmetmedikleri anla­şılmaktadır. Onlar, hadisle ayet arasındaki ihtilali herhangi fit şekilde telif etme imkanı bulamamışı arsa, problemin çözümü için son çare olarak ha­disin reddine veya ravisinin hata yaptığına ya da rivayetinde yanıldığına hükmetmişlerdir. Zira Kur’an ile sahih sünnetin tenakuz veya ihtilaf ha­linde olmaları mümkün değildir. Çünkü herhangi bir hadisin Kur'an'a muhalif olduğunu söylemek, aynı zamanda onun Allah Resûlü'nün sözü olmadığına hükmetmektetir.

Netice olarak, hadislere tatbikinde farklı davransalar da yukarıdaki misaller, muhaddislerin hadislerin tenkidinde bu ölçüyü kullandıklarını kesin olarak ortaya koymaktadır. Ayrıca bu misaller söz konusu ölçüyü uygularken herhangi bir hadisin sahih ya da zayıf olduğuna hükmetmek­te, beşer olmaları sebebiyle hazan isabet edip bazan yanıldıklarını da gös­termekledir. Nitekim "Herhangi bir kimse birgün bir kitap yazar, ertesi gün şurası değişseydi daha güzel olurdu, şu da ilave edilseydi daha iyi olurdu, şurası öne alınsaydı, şurası terkedilseydi daha güzel olurdu der. Bu, ibret alınacak bir husustur. Çünkü bu durum bütün beşerin noksan­lıklarla çevrilmiş olduğuna delildir" diyen kimse ne güzel söylemiştir. [330]


[275] San'anî, Mevzuat, s. 64.

[276] EbuDâvûd, Sünne, 5.

[277] el-Haşr: 59/7.

[278] Şevkanî, el-Fevâidil'l-mecmua, s. 291.

[279] el-Hakka: 69/44-47.

[280] el-Haşr: 59/7.

[281] İbnü'l-Cevzî, el-Mevzuât, I, 284.

[282] el-Bakara: 2/217.

[283] Îbnü'l-Cevzî, a.e., T, 284.

[284] İbnü'l-Cevzî, a.e., III, 111.

[285] el-En’am: 6/164.

[286] İbnü'l-Cevzî, a.e., m, 111.

[287] el-A'raf: 7/187.

[288] Lokman: 31/34.

[289] Müslim, Sıfata 'l-münafikîn, 27.

[290] İbnü'l-Kayyim, el-Menâru'l-münîf, s. 84; Buhârî, et-Târihu'l-kebîr, I, 413.

[291] İbnü'l-Kayyim, el-Menârü'l-münîf, s. 84.

[292] es-Secde: 32/4.

[293] İbnü'l-Kayyim, a.g.e., s. 70.

[294] el-Enbiya: 21/34.

[295] İbnü'l-Kayyim, a.g.e., s. 70.

[296] et-Tahrim: 66/10.

[297] İbn Kesir, Tefsir, IV, 393; Elbanî, Silsitetü'1-ehâdi û'z-zaîfe, s. 326.

[298] en-Nisa: 4/48.

[299] Ali el-Karî, el-Mevzuatü'1-kübra, s. 213-214.

[300] en-Nisa: 4/66.

[301] Ali el-Karî, a.g.e., s. 180.

[302] Nuh: 71/1.

[303] el-A'raf: 7/65.

[304] el-A'raf: 7/73.

[305] Hud: 11/91.

[306] Ali el-Karî, a.g.e.. s. 250.

[307] Meryem: 19/12.

[308] Yusuf: 12/15.

[309] Ali el-Karî, a.g.e., s. 309-310.

[310] el-Bakara: 2/222.

[311] er-Rum: 30/45.

[312] Âl-i İmrân: 3/140.

[313] Ali el-Karî, a.g.e., s. 266.

[314] el-Fetih: 48/9.

[315] Elbanî, Silsiletü'l-ehadîsü'z'Zaîfe, s. 478-479.

[316] Bu nevi hadisler senedleriyle birlikte ileride zikredilecektir.

[317] el-İsra: 17/15.

[318] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 24; İbn Hazm, el-İhkam, I, 55 (Burada ravi isimlerinde eksiklik ve tahrif vardır).

[319] İbn Hazm, el-İhkam. I, 55.

[320] el-İsra: 17/93.

[321] el-En'am: 6/164.

[322] El-Müddessir: 74/38.

[323] el-En'am: 6/164.

[324] Fussilet: 41/46.

[325] Ebu Davut, Diyât, 2.

[326] Nesâî, Tahrîmü'd-dem, 29.

[327] el-Kehf: l8/49.

[328] İbn Kayyim, el-Furâsiyye, s. 64.

[329] İbn Kesir, Tefsir, II, 220.

[330] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 102-115.