Konu Başlığı: Sünnetin Kurana arzı ile ilgili farklı görüşlerin değerlendirilmesi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 16:17:18 4. Sünnetin Kur'an'a Arzı İle İlgili Farklı Görüşlerin Değerlendirilmesi Buraya kadar sünnetin Kur'an'a arz edilmesi konusunda rivayet edilen hadislerin sahih olmadığını, dolayısıyla onlarla istidlalin de doğru olmayacağını açıklamış olduk. Bu görüşü benimsemiş olan hadisçiler, sünneti Kur'an'a arz düşüncesini temelinden inkâr ve onu, Kur'an'un ifadesiyle uyulması gerekli olmasına rağmen bütünüyle sünneti reddetmeye götüren bir davranış olarak kabul ettiklerini; fakihlerin çoğunun ise (Hanefî ve Mâlikîler gibi) bu düşünceyi doğru ve kendileri için bir ölçü olarak kabul ve bunun sonucu olarak da kendilerine göre Kur'an'a aykırı gördükleri birçok âhâd hadisi reddettiklerini gördük. Bu noktada, bu düşünce veya bizim deyişimizle bu ölçü hakkındaki doğru görüşün tespiti ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Bu konuyu bütün yönleriyle incelediğimizde, bu ölçüye karşı çıkanların bakışının şöyle bir yanlış anlamadan kaynaklandığını görüyoruz: Bu grup, sünneti Kur'an'a arzetmeyi, Kur'an'da bulunmayıp sadece sünnet ile sabit olan her şeyin reddedilmesi olarak anlamış, dinî hükümlerin çoğunun da sünnet ve özellikle âhâd haberlerle sabit olmasından dolayı, bunu kendilerine göre dinî ahkamın çoğunu kabul etmeme ve dolayısıyla Allah'ın itaat etmeyi emredip karşı gelmeyi yasaklamasına rağmen Resûlullah'ı kabul etmeme ve onu yalan söylemekle suçlama olarak değerlendirmişlerdir. Böyle anladıkları için de "Sizden birinizi koltuğuna yaslanmış, kendisine bir emrim veya yasağım geliyor; ben anlamam, biz Allah'ın kitabında bulduğumuza uyarız diyorken bulmayayım" [856] anlamındaki hadis ile istidlal etmişlerdir. Oysa sünneti Kur'an'a arzetme ölçüsünü kabul edenler "Bize Kur'an yeter. Bizim sünnete ihtiyacımız yoktur" dememektedirler. Aksine onlara göre Kur'an ve mütevatir sünnet, dinin tartışmasız iki kaynağıdırlar; ihtilaf, sadece âhâd haberle sabit olup Kur'an ile birlikte onunla amel etmek mümkün olmayan bazı dinî hükümlerde olmaktadır. Böyle bir durumda ya Kur'an'ı bırakıp haber-i vahid ile amel etmek veya haber-i vahidi terk edip Kur'an'a tabi olmak gibi iki şıktan birini tercih etmek arasında karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Hem sübutu ve hem de delaleti açısından kat'î olan Kur'an ile amel etmenin sübut ve delalet bakımından kesin olmayan haber-i vahid ile amel etmekten daha evla olduğunda ise şüphe yoktur. O halde, sünneti Kur'an'a arzetme ölçüsünü kabul edenler, bunu sünnetin Kur'an'a aykırı olmasından daha geniş bir mânada anlamakta; Resûlullah'tan rivayet edilen hadisleri sıhhat derecesine göre ele alıp mütevatir veya meşhur olması halinde âmmını tahsis veya mutlakını takyid ya da daha sonra meydana gelmiş ise onu neshedebilme anlamında Kur'an'a muhalif olması şeklinde; haber-i vahid olması halinde ise, kendisi zannî, Kur'an ise kat'î olduğu için böyle bir şeyin söz konusu olmaması tarzında görmektedirler. Özet olarak, bunlar sünnetin Kur'an'a arz edilmesini, öbürlerinin düşündükleri gibi, Kur'an'a muhalif olan sünneti reddetmek ve onda aslı bulunmayan bir hadisi kabul etmemek şeklinde değil, yukarıda ifade ettiğimiz tarzda anlamaktadırlar. Sünnetin Kur'an'a arz edilmesini bu tarzda yanlış anlamaları, bu görüşe karşı olanları onu temelinden reddetmeye sevketmiştir. Sonuçta, bununla ilgili olarak rivayet edilen hadisleri, hiçbir ayırım yapmaksızın Kur'an ve sünnete tabi olmanın gerekliliğine delalet eden sahih hadislere aykırı olduklarını ileri sürerek çürütmeye kalkışmışlardır. Hatta bazıları, "sünnetin Kur'an'a arzedilmesini bildiren hadisi Kur'an'a arzettiğimizde, "Peygamber size ne getirirse onu alın" [857] âyetiyle çeliştiğini görürüz. Dolayısıyla sizin bu görüşünüz, kendi ölçünüze vurduğumuzda da Kur'an'a aykırı düşmektedir. Bu sebeple de yanlıştır" demektedirler [858]. Bu iki bakışı birbirinden ayırmak büyük önem taşımaktadır. Zira, ilgili hadisler ister sahih olsun, ister olmasın, sünneti Kur'an'a arzetme düşüncesi haddi zatında doğrudur. Her ne kadar haber-i vahidin Kur'an'ın umumi bir mânasını tahsis edememesi gibi bazı konularda kendilerinden farklı düşünüp fukahanın çoğunluğu gibi bunun caiz olduğuna inanıyor isek de, sünneti Kur'an'a arzetme meselesinde Hanefîler gibi düşünüyoruz. İster fıkıh, ister akaid, isterse diğer herhangi bir konu ile ilgili olsun, bu ölçüyü bütün hadislere tatbik etmenin; hadis kitaplarını, ravilerin yanlış anlamaları, karıştırmaları ve bazılarının uydurmaları sonucu onlara bulaşan kirlerden temizlemenin büyük önem taşıdığında şüphe yoktur. Bu ise, günümüz İslâm âlimlerinin görevidir. Sünneti Kur'an'a arzetme konusunda âlimlerin görüşlerini açıkladıktan sonra, bu ölçüyü sünneti tenkitte kullandığında araştırıcının karşısına çıkacak olan sonuçların neler olacağından bir nebze bahsetmek yerinde olacaktır. Zira sünnet, Kur'an karşısında şu üç konumdan birinde bulunur: a. Sünnetin getirdiği hükmün Kur'an'ın getirdiğine her bakımdan muvafık olması. Bu durumda hüküm, Kur'an ile sabit olur; sünnet ise onu te'yid eder. b. Sünnetle gelen hükmün, Kur'an ile gelene görünüşte muhalif olması. İleride sünneti Kur'an'a arzetmenin sonuçlarından bahsederken bu hususta geniş bilgi vereceğiz. c. Sünnet ve Kur'an'ın getirdiği hükümlerin, her birinin başka bir konuya ait olmak gibi, biririne muvafık veya muhalif olmaması. Bu ve birinci konumu araştırmaya gerek yoktur. İncelenmesi gereken ikincisidir. Şayet sünnetin getirdiği hüküm, o konuda Kur'an'ın getirdiğine muhalif ise, bu çelişkiyi gidermek için hükümlerden birini bir hal, şahıs veya zamana; öbürünü ise başka bir hal şahıs ya da zamana hamlederiz. Böylece iki nas arasındaki çelişkiyi gidermiş oluruz. Eğer bu şekilde bir telif girişimi netice vermezse, bakarız: Şayet ilgili Kur'an lafzı âm veya mutlak; sünnet de hâs ya da mukayyed ise bu durumda Kur'an'ı sünnet ile tahsis veya takyit cihetine gideriz. Bu incelenmesi ve açıklanması gereken bir konu olup bundan sonraki bölümde izah edeceğimiz sonuçlardan biridir. Şayet bunu da yapamazsak -ilgili Kur'an lafzı âm veya mutlak olmazsa- bu durumda her iki nas ile birlikte amel etmenin mümkün olmadığı gerçek çelişki söz konusu olur. Böyle bir durumda ise nesih metoduna başvurulur. Eğer Kur'an'ın ilgili lafzı söz konusu sünnetten önce nazil olmuşsa, onun sünnet ile neshedildiğine hükmedilir. Bu da sünnetin Kur'an'a arzedilmesinin bir başka sonucu olup, ileride onu da izah edeceğiz. Şayet hangisinin daha önce olduğu tespit edilemediği için nesih de mümkün olmazsa, bu durumda din koyucunun beyanını çelişkiden korumak için te'vil yapmaktan başka yapacak bir şey kalmaz. Eğer uygun bir te'vil de bulunamazsa, bu durumda ravinin yanlış anlamış veya hata etmiş olabileceği; lafızlarda bir tebdil veya tahrifte bulunmuş, manen rivayet etmiş veya tedlis yapmış olabileceği ve diğer birtakım muhtemel durumlar sebebiyle sünnetin kabul edilmeyeceğine hükmedilir. Burada şunu da ifade etmeliyiz ki, mütevatir veya meşhur hadis ile Kur'an arasında herhangi bir çelişkinin bulunması söz konusu değildir. Olduğu söylenen tenakuz tamamıyla haber-i vahîdlerle ilgilidir. Her ne kadar bazı âlimler te'vil cihetine gitseler de âhâd haberlerden kaynaklanan bu çelişki hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir. Bu durumda yapılacak şey, ya o haberi reddetmek veya az önce ifade ettiğimiz ihtimallerden birine hamletmektir. Bu noktada sünneti Kur'an'a arzetme ölçüsünden doğan üzerinde durmaya değer en önemli sonuçların umum, husus, mutlak, mukayyed, nesih ve nassa ziyade meseleleri olduğu anlaşılmaktadır. Aşağıda bunların her birini misalleri ile birlikte teker teker ele alacağız. [859] [856] Şafiî, er-Risâle, s. 226. [857] el-Haşr: 59/7. [858] Şevkanî, el-Fevâid, s. 291. [859] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 257-261. |