Konu Başlığı: Sünnetin icmaa arzı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 15:42:14 III. Sünnetin İcmaa Arzı İcma, herhangi bir çağda Hz. Peygamberin ümmetinden bütün âlimlerin (ehl-i hal ve akdin) bir meselenin hükmü üzerinde birleşmesidir [1079]. Şia, Haricîler ve Mu'tezile'den Nazzam hariç müslümanların çoğu icmaın dinî bir delil olduğu ve her müslümanın onunla amel etmesinin gerekliliği hususunda görüş birliği içindedirler [1080]. İcmanı dinî bir delil olduğunu kabul edenlerin çoğu, sadece sahabe İcmaını değil, her asırdaki icmaı kasdetmektedirler. Ancak aşağıda geniş olarak açıklayacağımız gibi, Dâvûd ez-Zahirî, taraftarları ve Ahmed b. Hanbel'den rivayet edilen iki görüşten birine göre [1081] ise delil olan icma sadece sahabenin icmaıdır. Şafiî bu konuda şöyle demektedir: "İlim derece derecedir: İlk sırada Kur'an ve sahih sünnet ile elde edilen ilim, sonra da hakkında bunlardan bir delil bulunmayan hususlarda icma edilmesi suretiyle elde edilen ilim gelir." [1082] İbn Kayyim ise şöyle demektedir: "İslâm âlimleri Kitabı sünnete, sünneti ise icmaa takdim edegelmişler [1083]; icmaı üçüncü sırada değerlendirmişlerdir. Oğlu Abdullah'ın rivayetine göre Ahmed b. Hanbel de şöyle demektedir: "Herhangi bir zamanda icma bulunduğunu iddia eden yalan söylemiştir, zira insanların her konuda ihtilaf etmiş olmaları muhtemeldir" [1084]. Ahmed b. Hanbel'in bu ifadesiyle ilgili Kâdı İyaz şu açıklamayı yapmıştır: "Bu sözün zahirinden Ahmed b. Hanbel'in icmaın olmadığı görüşünü söylediği anlaşılabilir. Ancak o, bu sözü zahiri anlamında söylememiş, kendisine ulaşmamış farklı bir görüşün olabileceği ihtimaline binaen söylemiştir. Nitekim yine oğlu Abdullah ve Ebu'l-Haris'in rivayetlerine göre Ahmed b. Hanbel icmaın mutlak olarak sahih olduğunu; Hasan b. Sevvab'ın rivayetine göre ise icmaın bulunduğunu iddia etmiş ve şöyle demiştir: "Arefe gününün sabahından teşrik günlerinin sonuna kadar tekbir getir". Ona hangi delile dayanarak bunu söyledin denildiğinde: "Ömer, Ali, Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbas'ın icmaıyla" [1085] şeklinde cevap vermiştir. Ancak Takıyyüddin b. Teymiyye, Ahmed b. Hanbel'in bulunmadığını söylediği icmaın ilk üç asırdan sonraki dönem ile ilgili olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre Ahmed b. Hanbel'in açıklamasında tabiîn veya üçüncü asırdan sonraki dönemde icmaın delil olarak kullanıldığına dair herhangi bir bilgi mevcut değildir [1086]. Aslında icma iki kısma ayrılmaktadır. Birincisi, hiçbir müslümanın şüphe duymadığı Allah'ın birliği ve Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna inanma, beş vakit namaz, zekat ve ramazan orucunun farz olması; ölü hayvanın ve domuz etinin, kanın haram olması; Kur'an'ın Allah kelamı olması gibi hususlar olup: kendisine ulaştığı halde bunları kabul etmeyen kimse müslüman olamaz. Bu hususta müslümanların icmaı vardır. İkincisi, Hayber'in fethinden sonra Hz. Peygamber'in orasını Yahudilere yarı yarıya vermesi gibi bütün sahabenin şahid olduğu, savaşa iştirak etmeyenlerin ise bildiği kesin olarak bilinen hususlardır [1087]. Dinden dönenlerle harp etmeleri, Kur'an'ı mushaf halinde bir araya getirmeleri hususlarındaki sahabenin icmaını da ikinci gruba dahil etmek mümkündür. Zira bunlar her ne kadar Kur'an ve sünnette zikredilmeyen hususlarsa da sahabenin bu konularda icma ettiklerinde herhangi bir şüphe yoktur. Çünkü biz elimizdeki Kur'an'ın sahabe tarafından bir araya getirilen mushaf olduğunu ve zekat vermeyenler ile İslâm dininden dönenlerle savaşmanın vacip olduğunu kesin olarak bilmekteyiz. Bunların dışında kalan ve bizzat selef arasında ihtilaflı olduğu bilinen bazı konularda icma bulunduğu tarzındaki görüşler, delilsiz birer iddiadan ibarettir. Aslında sükûtî icmaı da böyle değerlendirmek mümkündür. Zira herhangi bir konuda sükuti icma olduğunu iddia edip onu delil olarak ileri süren niceleri vardır ki; bir başka konuda ona aykırı görüş naklederler. Hatta nakledilen bu aykırı görüş çoğu defa icma iddia eden kimsenin görüşünden daha tercihe şayan olabilir. İcma çeşitleri: Yukarıda zikrettiklerimizin hepsi umumî icma, başka bir ifadeyle İslâm âlimlerinin icmaı ile ilgilidir. Aşağıda ise zaman, mekân ve şahıslara göre olduğu iddia edilen icma çeşitlerinden bahsedeceğiz. İslâm âlimlerinin çoğunluğu zaman ve şahıslara göre muteber olan icmaın, sadece sahabe icmaı olduğu görüşündedirler. Bazı âlimler ise Hz. Peygamber tarafından övülen ilk üç asırdaki tabiîn ve tebe-i tabiînin icmalarını da buna dahil etmektedirler [1088]. Bir kısım âlimler de bugün bile icmaın mümkün olabileceği görüşündedirler. Bunlara göre icma belirli bir zamana ait olmayıp, kıyamete kadar devam edecektir. Bu görüşte olanlar "ümmetimden bir grup..." hadisi ile istidlal etmektedirler: Hak üzere olan bu grup herhangi bir hüküm üzerinde icma etmişlerse, bu delildir ve bağlayıcıdır. Ancak bu görüşün bana göre realiteden son derece uzak olduğu da açıktır. Zira âlimler arasındaki ulaşım ve iletişim imkanlarının geliştiği çağımızda dahi âlimlerin bir görüş üzerinde icma ettiklerini zannetmiyorum. Nitekim bu, insanlar ve bizzat âlimlerce bilinen bir gerçektir. Ayrıca buna her grubun kendi görüşünü veya memleketini esas aldığı, delilleri ne olursa olsun diğerlerinin fikirlerine iltifat etmedikleri de ilave edilmelidir. Bu, insan fıtratının gereğidir. Âlimlerin ise halktan daha çok ihtilaf ettiklerinde şüphe yoktur. Bu nevi icmaları, şahıslara göre icma türünde kabul etmek mümkündür. Zira sahabe ile bazan bizzat kendileri değil, yaşadıkları dönem kastedilir. Bu duruma göre de sahabeye muhalefet etseler de tabiînin ileri gelenleri hatta tamamı bunun dışında kalmaktadır. Zamana göre icma ile de sahabe veya başka bir nesil ayırımı olmaksızın her asır âlimlerinin icmaı kastedilmektedir. Şahıslara göre icmaa bazılarının iddia ettikleri "ehl-i beytin icmaı" da ilave edilebilir. Zira ehl-i beytin icmaı İmamiyye şiasına göre bir delil kabul edilmektedir [1089]. Dört halifenin icmaı da bazı âlimlere göre hüccettir. Mekâna göre icmaa gelince, bazıları Kufelilerin icmaını esas almışlardır. Zira onlara göre başta Hz. Ali olmak üzere birçok sahabe ve âlimler orada toplanmışlardır. Bu onların haktan uzak olamayacaklarına delil teşkil etmektedir [1090]. İmam Mâlik ve diğer bazı âlimlerin Medinelilerin icmaını esas almalarına gelince, bizim araştırıp, incelemek istediğimiz icma işte budur. İmam Mâlik Medinelilerin icmaını delil kabul ettiği için ona aykırı bulduğu birçok âhâd haberi reddetmiştir. Âlimler arasında delil olduğunda görüş birliği bulunan icmaa gelince, onun hadise aykırı olamayacağı hususunda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu konutla İmam Şafiî şöyle demektedir: "İslâm âlimlerini sünnete aykırı olarak icma etmeleri mümkün olmaz" [1091]. Bir başka yerde Şafiî: "Müslümanlar, Resûlullah'ın sünnetine aykırı olarak ve hata üzere icma etmediklerini bilmekteyiz" [1092] demektedir. İslâm âlimlerine göre icma, Kitap ve sünnetten sonra üçüncü derecede bir delil olunca, onun hadise aykırı olmaması gayet tabiidir. Ayrıca İslâm âlimlerine göre hakkında nas bulunan konuda icmadan söz edilemez. Aksine bazılarının şart olarak ileri sürdüğü gibi nasdan bir dayanağı olsa bile, icma nas olmayan hususlarda söz konusudur. Ancak biz genellikle icmaın hakkında nas bulunmayan konularda yeni bir hüküm koymaktan çok var olan herhangi bir nassın hükmünü te'kid edici olarak meydana geldiğini bilmekteyiz. Nitekim biz âlimlerin icma ile değil, Allah ve Resûlü'nün açıklamalarıyla sabit olduğu bilinen içkinin haram, namazın farz olduğu hususunda, ümmet icma etmiştir, dediklerini görmekteyiz. Bu durumda icma te'kid edicidir. Nitekim içkinin haram, namazın farz olduğunda İslâm ümmetinden herhangi bir kimseden aykırı bir görüş söz konusu olmamıştır. Herhangi bir delile dayanmayan iddiaların hiçbir kıymeti yoktur. Bir husus ümmetin icmaı ile sabitse bu, ümmetin tamamına gizli kalmaz. Ayrıca onu bir tek kişi veya delil olamayacak sayıda az bir grup da nakletmez.[1093] [1079] Amidî, el-îhkâm, I, 148; Karafî, Şerhu Tenkthi'l-fusûl, s. 322; Gazzâlî, el-Mustasfâ, I, 181; Şerhu müsellemi's-subüî, II, 211; Şevkanî, İrşâdü'l-fuhül, s. 71. [1080] Âmidî, el-İhkâm. I, 150. [1081] Âli Teymiyye, el-Musevvedde, s. 315-316; Âmidî, el-İhkâm, I, 170. [1082] İbn Kayvim, İ'lâmü'l-muvakkin, II, 248. [1083] İbn Kayyim, a.e., II, 248. [1084] Âl-i Teymiyye, el-Müsevvedde, s. 315. [1085] Âl-i Teymiyye. a.e., s. 316. [1086] Âl-i Teymiyye, a.e., s. 316. [1087] İbn Hazm, el-İhkâm, IV, 511. [1088] Âmidî, el-İhkâm, I, 170-180; Karafî, Şerhu Tenkîhi'l-fuhûl, s. 334. [1089] Âmidî, el-İhkâm, I, 300; İbn Abdü'ş-Şekûr, Şerhu Tenkîhi'l-fusûl, s. 335. [1090] Karafî, a.g.e., s. 335. [1091] Şafiî, er-Risâle, s. 322. [1092] Şafiî, a.e., s. 472. [1093] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 312-316. |