๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis te Metin Tenkidi Metodları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 15:43:53



Konu Başlığı: Nesih 2
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 15:43:53
Nesih 2


İki tarafın delillerinin tartışılması: Tirmizî, "Delil davacıya, yemin ise davalıya gereklidir" hadisini rivayet ederek [1062] şu açıklamayıp yap­mıştır:

"Bu hadisin isnadı Muhammed b. Ubeydullah el-Arzemî sebe­biyle tenkit edilmiştir. İbnü'l-Mübarek ve diğer bazı âlimler onun hıfz bakımından zayıf olduğunu söylemişlerdir" [1063]. Ben ise söz konusu ravinin metruk olduğu görüşündeyim. Nitekim onun hakkında, Ahmed b. Hanbel "Hadis âlimleri onun hadisini terketmiştir", İbn Maîn "hiçbir şekilde hadisi yazılmaz", Fellas "metruk", Nesâî "güvenilir değil", Buhârî "İbnü'l-Mübarek onu terketmiştir", Veki' ise "sâlih bir kimseydi, ancak kitaplarını kaybetti, ezberden rivayet etmeye başladı; hatalı rivayet­leri de bundan kaynaklanmıştır" değerlendirmesini yapmışlardır [1064].

Taşıdığı anlamın bir kısmı, bazı rivayetlerde sahih olarak gelmişse de, hadis, bu lafzıyla delil olarak kullanılamayacak kadar zayıftır. İbn Abbas'tan rivayet edilen "Resûlullah yeminin davalıya gerektiğine hükmetti" anlamındaki hadis ise Buhârî, Müslim ve Tirmizî tarafından rivayet edilmiştir [1065]. Eş'as b. Kays'tan rivayet olunan bir başka hadiste de Hz. peygamber:

"Ya iki şahit getirirsin veya o yemin eder" [1066] buyurmuştur.

Hanefîler, hadisteki kelimesindeki takısının cins için oldu­ğunu ileri sürerek bu hadisle istidlal etmişlerdir. Halbuki hadis diğer rivayetlerinde farklı lafızla Resûlullah yemininin davalıya gerekli olduğuna hükmetti şeklindedir. Bu durumda onların lafızdan hareketle yaptıkları istidlal, hadisin mâna ile rivayet edil­mesi sebebiyle çürümüştür. Zira onlar Hz. Peygamber'in delil olarak kullandıkları lafzı mı yoksa diğer lafzı mı veya bunların dışında bir başka kelimeyi mi söylediğini bilmemektedirler.

Hanefîlerin "Din davalarda tarafları iki gruba ayırmıştır..." şeklin­deki görüşleri de delil olarak kullandıkları lafızla rivayet olunan zayıf bir hadise dayanmaktadır. Bunun dışındaki diğer rivayetlere göre ise, mezkur görüşlerini delillendirmeleri mümkün değildir.

Ayrıca hadis, delilin davacıya ait olduğunu ifade etmekte; ona ye­min gerekmeyeceğini ifade etmemektedir. Şahit ve yemin hadisi ise bu mefhumun muhalifini ifade etmektedir. Hanefîler ise mefhumu kabul et­memektedirler.

Hanefîlerin şahid ve yemin hadisinin âhâd haber; delil olarak kul­landıkları hadisin ise meşhur olduğu hususundaki görüşlerini ise kabul etmek mümkün değildir. Zira hadis onların rivayet ettikleri lafızla meşhur değil, illetlidir. Sahih olmayan bir hadisin muhtevası ile hükmetmek yeri­ne, sahih ve muttefekun aleyh olan hadisle amel etmenin daha doğru ola­cağında ise şüphe yoktur.

Onların âyetle istidlalleri de iki yönden yeterli değildir. Birincisi, âyet sözleşmeler hakkında olup, mahkemedeki şahitlik hakkında değildir. Buradaki konumuz ise mahkemedeki şahitliktir. İkinci olarak, bu du­rumda onlar âyetin mefhumuyla istidlal etmektedirler; bu ise onların usullerine aykırıdır. Ayrıca âyet tek kişinin şahitliği ve hak sahibinin ye­mininin kabul edilmeyeceğini ifade etmemektedir. Âyette asıl ifade edil­mek istenen, iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitliklerinin kabul edileceği hususudur.

Hanefîlerin hadisi nassa ziyade kabul edip, böyle bir ziyadenin ise nesih olacağğı tarzındaki yanlışlığını daha önce ortaya koymuştuk. Ayrıca söz konusu âyet ile hadis arasında herhangi bir ihtilaf söz konusu olma­yıp her ikisiyle de birlikte amel etmek mümkündür. İhtilaflı hadislerde ise ancak aralarını cem etme imkanı olmadığı zaman neshe başvurulur. Burada cem mümkün olduğuna göre onların iddiası çürümüş demektir.

Hanefîlerin şahit ve yemin hadisinin ravisinin kendi rivayetini münker kabul ettiği şeklindeki itirazları konusunda şunlar söylenebilir:

Hanefîlerin iddia ettiği, ravisinin münker bulduğu bu rivayet, hadisin rivayetlerinden sadece biridir. Ancak ravi iddia edildiği gibi, rivayetinin münker olduğunu söylememiş, sadece hatırlamıyorum demiş ve kendisinden rivayet edeni doğrulamış, hatta söz konusu hadisi onun ka­nalıyla kendisinden rivayet etmiştir. Bu da onun rivayet ettiği hadisi unut­ması anlamına gelir. Hangimiz bir hafta, bir ay veya bir sene önce söyle­diği veya naklettiğini unutmaz? Bu, insan için tabiî bir durumdur. Şu halde ravi "ben yalan söyledim, onu ben rivayet etmedim veya şu ana kadar bunu işitmedim" demediği sürece rivayetini kabul etmek müm­kündür. Zira unutmak insanın fıtratında mevcuttur. Nitekim Hz. Peygamber'in namazda yanılması üzerine bazı sahabîler ona bu durumu hatır­latmışa, sahabe kendisine destek oluncaya kadar unuttuğunu hatırlatan Zühyedeynin sözünü kabul etmemiştir. Buna göre aklî bir rahatsızlık geçirmiş olan söz konusu hadisin ravisi Süheyl'de nasıl unutkanlık olmaz? Burada Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadisin -bir an için onlar gibi düşünecek olursak- tek başına kabul edilemeyeceği açıktır. Ancak bu hadis, İbn Abbas tarikinden daha güçlü bir isnad ile de rivayet edilmiştir. Nitekim Müslim, Ebu Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce, Dârekutnî ve Beyhakî, İbn Abbas'dan sözü edilen hadisi rivayet etmişlerdir [1067]. Ayrıca İbn Abdül-, berr'in de ifade ettiği gibi bu hadis Ebu Hureyre, Ömer, İbn Ömer, Ali, İbn Abbas, Zeyd b. Sabit, Cabir, Sa'd b. Ubade, Abdullah b. Amr b. el-As, Muğîre b. Şu'be, Umare b. Hazm ve Sürrak'ın da içinde bulunduğu yirmiyi aşkın sahabe tarafından hasen isnadlarla rivayet edilmiştir [1068].

Geriye Hanefîlerin bu konudaki hadislerin en güçlüsü olan İbn Abbas rivayetin itirazları kalmaktadır. Hanefîler bu rivayete iki açıdan itirazda bulunmaktadırlar. Birincisi hadisin senedinde gizli bir inkıtanın bulunmasıdır. Zira Amr b. Dinar, İbn Abbas'tan bu hadisi işitmemiştir. Nitekim Tirmizî el-İlelü'l-kebir isimli eserinde:

"Muhammed b. İsmail el-Buhâri ye bu hadisi sordum, Amr b. Dinar, İbn Abbas'tan hadis işit­memiştir diye cevap verdi". Aynı hadisle ilgili olarak Zeylaî de şöyle de­mektedir:

"Dârekutnî'nin rivayeti de bu hadisin senedinde inkıta' bu­lunduğuna delildir. Nitekim Dârekutnî hadisi Abdullah b. Muhammed b. Ebu Rebia, Muhammed b. Müslim, Amr b. Dinar, Tavus, İbn Abbas, Hz. Peygamber tarikiyle rivayet etmiştir. Ancak âlimler, bu rivayetin İmam Mâlik'ten rivayette bulunan Abdullah b. Muhammed b. Ebu Rebîa el-Kudâmî sebebiyle sahih olmadığını söylemişlerdir. Dârekutnî de bu ravinin metruk olduğunu kaydetmiştir.

Bu durumda Hanefîler, sahih bir hadisin zayıf hadise dayanarak il­letli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Nitekim onlar Amr b. Dinar'ın İbn Ab­bas'tan hadis işitmediğine, zayıf olan Abdullah b. Muhammed b. Ebu Rebîa hadisiyle istidlal etmişlerdir. Bu ise kabul edilemeyecek bir suçla­madır. Zira Dârekutnî'nin de ifade ettiği gibi, güvenilir ravilerin rivayeti, zayıf ravilerin rivayetine dayanarak tenkit edilemez. Nitekim Amr b. Di­nar'ın İbn Abbas'tan birçok hadis işittiğinde görüş birliği bulunmak­tadır. Şu halde onun İbn Abbas'tan bu hadisi işitmediği, ancak delil ile ortaya konabilir. Burada ise, bu rivayetle boy ölçüşemeyecek olan söz konusu zayıf rivayetten başka bir delil mevcut değildir.

İbn Hacer, Amr b. Dinar'ın biyografisinde onun İbn Abbas'tan hadis işittiğini söylemiş; Tirmizî'den de Buhâri‘nin, Amr b. Dinar'ın İbn Abbas'tan ölünün arkasından ağlamakla ilgili Ömer hadisini işitmediği şeklindeki görüşünü nakletmiştir [1069].

Daha sonra Zeylâî Hanefîlerin hadis hakkındaki geri kalan itirazlarını ve bir kısmının cevaplarını vermiştir. Ayrıca o, bu konudaki diğer hadisleri de nakletmiştir. Ancak doğruyu söylemek gerekirse bunların hiçbiri tenkitten kurtulamamıştır. Nitekim Cabir'in sahih hadisi mürsel olmakla, Sa'd b. Übâde hadisi, oğlu tarafından vicâde yoluyla nakledilmekle, Sürrak hadisi isnadında meçhul bir ravi bulunmakla, Ali hadisi ise senedinde kopukluk bulunmakla tenkit edilmiştir [1070].

Bütün bu bilgilerden sonra, İbn Abbas hadisinin bu konudaki riva­yetlerin en güçlüsü olduğu, Ebu Hureyre hadisinin onu takviye ettiği ve konuyla ilgili hadislerin tümünün aynı mânayı desteklediğini söylemek mümkündür. İbn Abbas hadisiyle ilgili İmam Şafiî'nin açıklaması ise son derece yerindedir. O şöyle demektedir: "İbn Abbas'ın rivayeti Resûlullah'tan (s.a.) sahih olarak gelmiş olup, böyle bir hadisi ilim ehlinden hiç­bir kimse reddetmez. Bu hadisin rivayetinde ondan başka herhangi bir sahabî bulunmamakta ise de, diğer rivayetler onu desteklemektedir. Ayrı­ca şahitle birlikte yemin etmek, Kur'an'ın zahirine hiçbir surette aykırı değildir. Zira biz yemin söz konusu olmadan iki erkek şahit, bir ekkek, iki kadın şahitle hüküm vermekteyiz. Ancak şahit bir kişiden oluşuyorsa, onunla birlikte yemin ile hükmederiz. Bu, Kur'an'ın zahirine de aykırı değildir. Çünkü ALLAH, şahitlik hususunda kitabında daha azmin caiz ol­madığını bildirmemiştir. Resûlullah da ALLAH'ın muradını en iyi bilen olup; ALLAH bize onun verdiğini almamızı, yasakladığından ise sakınmamızı emretmiştir [1071].

Hanefîlerin zayıf hadisle istidlallerin ve isnadı daha kuvvetli hadise mukabil, bunun meşhur olduğu iddialarının doğru olmadığını ortaya koy­mak için bu misalle ilgili açıklamaları fazlaca uzattım. Ele aldığımız konu­yu bir tarafa bırakacak olursak, bizim amacımız bir şahit ve yemin hadisi­ni desteklemekten çok Hanefîlerin kendisiyle istidlalde bulundukları ve meşhur olduğunu iddia ettikleri, hatta haber-i vahid olduğu ve meşhur hadise muhalif olarak rivayet edildiği, dolayısıyla merdud olduğu gerek­çesiyle sahih hadisi reddettikleri hadisin zayıf olduğunu açıklamaktan ibarettir. Acaba zayıf hadisi güçlendiren, kuvvetli hadisi zayıf derecesine düşüren bu şöhret nedir? Meşhur olmakla nitelenen bir hadisin, kendi­siyle hücceti güçlendirmemiz ve ondan sonra ümmetin onu kabul etmesi ve onunla amel etmesi sebebiyle gerçekten mevcut olanı meşhur olmakla tavsif edebilmemiz için herşeyden önce isnadının sahih olmasının gerekli­liğinde hiçbir şüphe yoktur.

Zekere dokunma: Hanefiler zekere dokunmadan dolayı abdest al­mayı ifade eden Büsre bint Safvan hadisini, meşhur olan "o sadece sen­den bir parçadır" anlamındaki Talk b. Ali hadisine muhalif bulmuşlar­dır [1072].

Gerçekte Büsre ve Talk hadisi arasındaki ihtilaf, eski ve yeni âlimler arasındaki en meşhur ihtilaflardandır. Taraflardan her biri karşı görüştekilerin delil kabul ettikleri hadisin isnadını tenkit etmiştir. Hazimî'nin el-İ'tibar'ı [1073] konuyla ilgili âlimlerin görüşlerini en geniş şekilde ele alan kitaplardan biridir.

Tespitlerimize göre delil olmayacak derecede zayıf hadise karşılık sahih olması, her ikisi de sahih olmakla birlikte ravilerinin daha güvenilir olması, Buhârî ile Müslim'in de onunla ihticac etmeleri; öte yandan Şeyhayn'ın Talk hadisi ravileriyle ihticac etmemeleri veya Talk hadisinin Büsre hadisiyle mensuh olması zira onun hicretin başlangıcında söylendi­ği ve berâeti asliyeye uygun olması sebepleriyle âlimlerin çoğu Büsre ha­disiyle amel edip onu esas almışlardır [1074].

Musarrat hadisi: Bu ölçüye dayanarak Hanefîlerin reddettiği ha­dislerden biri de:

"Deve ve koyunları satmak amacıyla memelerine süt bi­riktirmeyin. Herhangi bir kimse böyle bir hayvanı satın almışsa sütü sağ­dıktan sonra isterse onu almak, istemezse bir sa’ hurma ile sahibine iade etmek arasında muhayyerdir" [1075] hadisidir.

Hanefîler, bunun âhâd haber olduğunu, "nimetin külfet karşılığı olduğu" tarzındaki meşhur hadise aykırı bulunduğunu ve bunun karşı­sında duramayacağını söyleyerek söz konusu hadisin reddine hükmet­mişlerdir. Ayrıca onun kıyasa aykırı olduğunu da ifade etmişlerdir. Bu misalin açıklaması "sünnetin kıyasa arzı" başlığı altında vereceğimiz be­şinci ölçüde geniş olarak ele alacaktır.

Bunlar, "sünnetin sünnete arz edilmesi" neticeleri ile hemen he­men aynıdır. Burada geriye muhaddis ve fakihlerin önem verdikleri farklı hadislerin dış görünüşleri arasındaki ihtilafın giderilip onlarla amel edilmesi hususu kalmaktadır. "İhtilâftı'l-hadis" isimli eserinde bu konuyu ilk defa inceleyen âlimlerden biri de İmam Şafiî'dir. O, bu konuda bir­çok misal vermiş ve ihtilaflı hadislerle amelin yollarını açıklamıştır.

Bu konuda İmam Şafiî şu açıklamayı yapmaktadır:

"Hadisler ara­sında ihtilaf bulunur da bunlardan hangisi Kur'an'ın anlamına veya ihti­laf halindeki hadislerin dışındaki Resûlullah'ın sünnetinin özüne ya da kı­yasa daha uygun olursa bize göre o, kendisiyle amel edilmesi en uygun olan hadistir [1076].

Şafiî, tearuz halindeki iki hadisten birini alıp onunla amel ettirecek, diğerini ise terkettirecek tercih sebeplerini zikretmiştir. Biz, bu tercih sebeplerini muhaddislerin ölçülerini açıklarken ele aldığımız için burada tekrar etmeye gerek görmüyoruz [1077].

Şafiî ihtilaflı olduğu halde her biriyle bir arada amel etmek müm­kün olan hadislere ilişkin İbn Abbas'ın abdest konusunda "Resûlullah (s.a.) yüzünü ve ellerini yıkadı, başını meshetti ve bunları birer defa yap­tı";

Osman'ın "Nebi abdest uzuvlarını üçer defa yıkadı";

Abdullah b. Zeyd'in "Resûlullah abdest uzuvlarını ikişer defa yıkayarak abdest aldı" şeklindeki rivayetlerini sıraladıktan sonra şöyle demektedir:

"Bu hadisler arasında mutlak olarak ihtilaf vardır denemez. Aksine abdestin yeterli ol­ması için uzuvları en az bir defa; kamil olması için ise üç defa yıkanacağı söylenebilir [1078].



[1062] Tirmizî, Ahkam, 12.

[1063] Tirmizî, Ahkam, 12.

[1064] Zehebi, Mizân, III, 635-636.

[1065] Buhârî, Rehin, 6; Müslim, Akdiye, 1, 2; Tirmizî. Ahkâm, 12.

[1066] Zeylebi, Nasbu'r-râye, IV, 96-97.

[1067] Zeylai, Nasbu'r-râye, IV, 96-97.

[1068] Zeylaî, a.e., IV, 97.

[1069] İbn Hacer, Tehzîb, VIII, 28-30.

[1070] Zeylaî, Nasbu'r-râye, IV, 100.

[1071] Zeylaî, a.e., IV, 97.

[1072] Emir es-San'anî, Sübulü's-selam, l, 104.

[1073] Hazimî, el-İ'tibar, 19-95.

[1074] İbn Hazm, el-Muhalla, I, 318-323; Hazimî, el-Vübar, s. 79-95; Tahavî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 71; Şevkanî, Neylü'l-evtâr, I, 298-301; Ahmed Şakir, Sünen-i Tirmizî haşiyesi, I, 126-132.

[1075] Muhammed Fuad Abdülbakî, el-Lü'lüü ve'l-mercân, II, 134.

[1076] Şafiî, İhtilâfu'l-hadis (el-Üm kenarında), VII, 57-58.

[1077] "İhtilaflı hadisler arasındaki tercih sebepleri" kısmına bakınız.

[1078] Şafiî, İhtilâfu'l-hadis (el-Üm kenarında), VII, 59. Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 300-312.